Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Allâh'ın Kesinlikle Kainatın Içinde Veya Dışında Olmaktan Münezzeh Olduğuna Dair Muteber Alimlerden

A Çevrimdışı

aliii

Üyeliği İptal Edildi
Banned
_________________________________________________________
Muhaddis, fakîh ve şâfiî olan imam Ebu Mansûr el-Bağdâdî[1] “Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât” isimli kitabında[2] şöyle demiştir: “Dostlarımız O’nun (Allâh’ın) bir mekanda veya her mekanda olduğunu söylemenin imkansızlığına dair icma da etmişlerdir (sözbirliği içinde olmuşlardır). Ayrıca O’nun hiç bir yönden (her hangi bir şeye) temas etmesini ve karşı karşıya gelmesini mümkün olarak kabul etmemişlerdir. Ancak bu hususta ifadeleri (aynı manaya gelecek şekilde) farklılık arzetmiştir. Dolayısıyla Ebu’l Hasen el-Eşâri şöyle demiştir: ‘Muhakkak ki Allâh Azze ve Celle için bir mekanda olduğu söylenemez, kainattan ayrık olduğu da söylenemez, kainatın içinde olduğu da söylenemez. Çünkü Allâh’ın kainatın içinde olduğunu söylememiz (söyleyecek olursak bu söz), O’nun sınırlı (ölçülü) ve mütenâhi (başlayan ve sona eren bir ölçüsü) olmasını gerektirir. Allâh’ın kainattan ayrık olduğunu ve onun dışında olduğunu söylememiz de O’nunla kainat arasında bir mesafenin bulunmasını gerektirir, ki mesafe mekandır. Allâh’ın her hangi bir mekana hiç bir yönden temas etmediğini belirtmişizdir.’” Burada sözü sona ermiştir.
Bu değerli bilgilerin paylaşımı, el yazma eserlerine vakıf olan allame, muhakkik üstad el-Hararî'nin , ibni teymiyenin dalaletlerini delilleriyle ortya koyduğu "Makâlatu's-Sunniyyeti fi keşfi dalâlâti Ahmed ibni teymiye" isimli kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

Hanefilerin büyük bir âlimi ve lügatçilerin sonuncusu olan İmam hadis hafızı Murteza ez-Zebidi, "İhyâ-i ulumeddin" kitabını şerh ettiği “İthaf es-Sâdeti'l Muttekîn” adlı kitabında şöyle demiştir: “Allâh Teâlâ, bir halden başka bir hale değişmekten veyahut bir yerden bir yere geçmekten münezzehtir. Bu âlemin içinde veya dışında bulunmaktan da münezzehtir. Bir şeyle yapışık veya bir şeyden ayrık olmaktan da münezzehtir.”
Yine büyük Hanefi âlimlerinden olan İmam Allame Muhaddis Ebu'l Mehâsin el-Kavukci “El-İtimad Fi'l İtikad” adlı kitabında şöyle demiştir: “Allâh, yönlerden ve cisim olmaktan münezzehtir. O’nun hakkında, (haşa)"Sağı, solu, arkası, önü vardır, Arş’ın üstünde, altında, sağında, solunda bulunmaktadır, Âlemin içinde veya dışındadır." demek caiz değildir. (Haşa) "O’nun yerini O’ndan başka kimse bilemez" de denilemez. Ve her kim “Bilmiyorum Allâh gökte midir, yerde midir?" der ise küfre düşer. Çünkü bu iki yerden birini, Allâh’a mekân olarak nispet etmiş olur.”
[1] İbni Hacer, imam Ebu Masur el-Bağdâdîyi:”Dostlarımızın -yani şafiîlerin- imamı olan büyük imam” diye nitelendirmiştir ve bu imam, Beyhakinin de bizzat hocalarından birisidir
[2] Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât, el yazması, s. 151, Türkiye-Ankara Raşid Efendi no: 497
Bu bilgileri arapça olarak okumak isteyenler için:

قال الإمام أبو منصور المحدث الفقيه الشافعي البغدادي الذي وصفه ابن حجر بأنه الإمام الكبير إمام أصحابنا أي الشافعية وهو من جملة مشايخ البيهقي:[1]"وأجمع أصحابنا على إحالة القول بأنه في مكان أو في كل مكان، ولم يجيزوا عليه مماسة ولا ملاقاة بوجه من الوجوه، ولكن اختلفت عبارتهم في ذالك فقال أبو الحسن الأشعري: إن الله عز وجل لايجوز أن يقال إنه في مكان ولا يقال إنه مباين للعالم ولا إنه في جوف العالم لأن قولنا إنه في العالم يقتضي أن يكون محدودا متناهيا، وقولنا إنه مباين له وخارج عنه يقتضي أن يكون بينه وبين العالم مسافة والمسافة مكان، وقد أطلقنا القول بأنه غير مماس لمكان" ا.هـ

[1] تفسير الأسماء والصفات (ص/151) مخطوط
راشد أفندي 497 - تركيا /أنقرة
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Muhaddis, fakîh ve şâfiî olan imam Ebu Mansûr el-Bağdâdî “Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât” isimli kitabında[2] şöyle demiştir: “Dostlarımız O’nun (Allâh’ın) bir mekanda veya her mekanda olduğunu söylemenin imkansızlığına dair icma da etmişlerdi.

Evet Kelamcıların bu konuda icması olabilir Ama Kelamcılarında bu konuda bir icması yoktur Bu olsa olsa Bağdadi'nin kendi uydurduğu bir icma Teorisidir.

Ebu’l Hasen el-Eşâri şöyle demiştir:Eşari bu sözleri nerede söylemiştir Hangi Eserinde İmam Eşari' bu sözü Muhtemelen Mutezile mezhebine mensup ikne söylemiştir 40 yıl Mutezile mezhebinde kaldıntan sonra onların yolunun dalalet yolu olduğunu anlayıp Allah ona hidayet etmiştir Bu konuda ehl-i sünnet mezhebine intisap etmiştir ve mutezileye reddiyeler yazmıştır el-İbane Makalatul İslamiyyin eserleri bunun en açık delilidir.

Bu konu hakkında orada şunları zikreder:

Ebu'l-Hasen Ali b. İsmail el-Eş'ari, «İhtilâfu'l-Musallin ve Makalâtu'l-İslâmiyyin» konusunda yazdığı eserinde' Rafızî, Havaric, Mürcie ve Mutezile ve diğer fırkaların görüşlerine de yer verdikten sonra «Ehl-i Sünnet ve Hadis ashabının görüşü» başlığı altında şöyle der:

Hadisçilerin ve Sünnet Ehlinin görüşü, Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, Allah'tan gelene ve güvenilir ravilerin Resûlullah (s.a.v.)'den naklettiklerine inanmaktır. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmezler. Allah bîr ve tekdir. Sameddir (başkalarına ihtiyacı olmadığı halde başkaları kendisine muhtaçtır). Kendisinden başka ilâh yoktur ve ne eş edinmiştir, ne de çocuğu vardır. Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. Cennet ve cehennem haktır. Kıyamet kesin olarak kopacaktır, bunda şüphe yoktur. Allah, kabirlerde olanları tekrar diriltecektir. Allah Arş'ın üzerindedir. Nitekim O şöyle buyurmuştur: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir»(221). Keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «Elimle yarattığıma...»(222), «Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır»(223). Yine keyfiyetsiz olarak iki gözü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «... gözlerimizin önünde akıp gidiyordu»(224) Bir de yüzü vardır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır (225)
Mutezile ve Haricîlerin iddia ettiği gibi, Allah Teâlâ'nın isimleri kendisinden başkadır denilemez. Allah'ın ilminin olduğunu da kabul etmişlerdir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «... kendi bilgisiyle indirmiş olduğuna...»(226). «Bir dişinin gebe kalması ve doğurması O'nun bilgisiyledir»(227).
Mutezilenin nefyettiği gibi, Allah hakkında duyma ve görmeyi nefyetmez, kabul ederler. Allah için kuvveti de kabul ve ikrar ederler. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «... Onları yaratan Allah'ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi?»(228).

E ş' a r i, Sünnet ve Hadis ehlinin kader konusundaki görüşlerini de bu arada zikreder ve sözü şuraya getirir:

Derler ki: Kur'an Allah kelâmı olup yaratılmış değildir. Kur'an'ı okurken vakfe yapmaya gelince, bunların yaratılmış olup olmadığını sözkonusu etmek bid'attir; Kur'an'ı telâffuz için ne yaratılmıştır denir, ne de yaratılmamıştır denir. Yine onlar, Bedir gecesinde ayın görülmesi gibi, kıyamet gününde Allah'ın gözlerle görüleceğini ikrar ederler. Mü'min Allah'ı görür ama kâfir göremez. Çünkü kâfirler, Allah'ı görmekten alı konmuşlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Hayır, doğrusu o gün onlar, Rablerinden perdelenmişlerdir»(229).

E ş ' a r i, islâm, iman, havuz, şefaat ve diğer bazı şeyler hakkında Sünnet ve Hadis ehlinin görüşlerini naklettikten sonra nihayet şöyle der:

İmanın söz ve amel olduğunu, artıp eksildiğini kabul eder ve onun yaratılmış olduğunu söylemezler. Büyük günah işleyenlerden herhangi bir kimse için cehenneme gidecektir demezler.

Dinde cedel ve anlamsız tartışmayı, cedel ehlinin çekişmelerini, dinlerinde içine düştükleri tartışmaları reddederler. Adalet sahibi güvenilir ravilerin peşpeşe sıralandığı bir senedle Resûlullah (s.a.v.)den nakledilen sahih rivayetleri kabul eder ve nasıl, niçin gibi sorularla onlara karşı çıkmazlar. Çünkü onlara göre böyle davranmak bid'attir.

Kıyamet günü Allah'ın geleceğine inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «Melekler sıra sıra olduğu zaman Rabbin geldi»(230). Yine Allah'ın dilediği şekilde kullarına yakınlaştığını kabul ederler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: '...biz ona şah damarından daha yakınız»(231).

Bid'ate davet eden bid'atçıdan uzak durmayı öngörürler. Kur'an okur, rivayetleri yazar ve onları mütalâa ederler. Fıkıh meseleleriyle uğraşırlar, itaatkâr ve alçakgönüllüdürler, iyi ahlâklıdırlar ve iyi ahlâkı yaymaya çalışırlar. Eziyete engel olurlar. Dedikodu, söz taşıma ve şikâyet etmekten uzaktırlar. Yiyecek ve içeceklerini sağlamak için çalışır ve onların helâl olmasına dikkat ederler.

E ş' a r î dedi ki: Emrettikleri ve hayatlarına uyguladıkları şeylerin bir kısmı bunlardır. Biz de, onlar hakkında zikrettiğimiz bütün şeylere katılıyor ve onları söylüyoruz. Muvaffakiyet Allah'tandır, yardım O'ndan istenir.

E ş' a rî, «Kıble Ehlinin Arş konusunda ihtilâfı» hakkında da şöyle der: Sünnet ehli ve Hadis ashabı der ki: Allah cisim değildir; eşyaya benzemez ve O, Arş'a istiva etmiştir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir»(232). Allah'ın söylediğinin dışına çıkmayız, aksine: Keyfiyetsiz olarak istiva etmiştir, deriz. «Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır»(233) âyetinde buyurulduğu gibi, O'nun yüzü de vardır.

Yine "...iki elimle yarattığıma...»(234) âyetinde buyurulduğu gibi iki eli; «...gözlerimizin önünde akıp gidiyordu (235) âyetinde buyurulduğu gibi iki gözü; «Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin geldiği zaman»(236) âyetinde buyurulduğu gibi kıyamet günü O ve melekleri gelecektir.

Hadiste buyurulduğu üzere Allah dünya göğüne iner. Onlar, Kur'an'da buldukları ve Resûlullah (s.a.v.) den rivayet edilenden başka birşey demezler. Mutezile ise, Allah'ın Arş'a istiva etmesi, Arş'a istilâ etmesi anlamındadır derler. E ş 'ar î, bu arada başka görüşler de nakleder.

•el-ibane fi Usüli'd-Diyâne» isimli kitabında ise ki ashabına göre Eş'arî'nin te'lif ettiği son kitap budur ve bu sebeple E ş ' a r î' -ye yapılan itirazları bu kitaba dayanarak cevaplandırırlar- Şöyle der:

Biri çıkıp siz Mutezile, Kaderiye, Cehmiye, Harûriye, Râfiza ve Mürcie'nin görüşlerini reddettiniz, peki sizin görüşünüz nedir? Siz neye bağlanıyor ve neyi din ediniyorsunuz? Onu bize bildirin diyecek olursa, ona şöyle cevap verilir: Bizim görüşümüz ve bağlandığımız din, Rabbimizin kelâmına, Peygamberimizin sünnetine ve Sahabe, Tabiin ve hadis imamlarından nakledilen rivayetlere sarılmaktır. Biz buna bağlıyız ve Ebû Abdillâh Ahmed b. Hanbel'in Allah yüzünü ağartsın, derecesini yükseltsin ve sevabını bol kılsın- söylediklerini söylüyoruz. Başkaları onun görüşlerine muhalefet edince onun görüşlerine kailiz. Çünkü Allah'ın hakkı kendisiyle beyan ettiği, sapıklığı defettiği, takip edilecek yolu açıkladığı, bid'atçıların bid'atını, sapıklığını ve şüphecilerin şüphesini kendisiyle ortadan kaldırıp çürüttüğü fâzıl imam ve kâmil rehber odur. Allah'ın rahmeti o önden giden büyük imam üzerine olsun.

Özetleyecek olursak: Bizler Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, peygamberlerin Allah'tan getirdiklerine ve güvenilir ravilerin Resûlullah (s.a.v.)'den naklettiklerine inanırız. Bundan hiçbir şeyi reddetmeyiz. Allah'ın bir olduğuna ve kendisinden başka ilâh bulunmadığına, tek ve samed olduğuna; eş edinmediğine ve çocuğu bulunmadığına, Muhammed'in, O'nun kulu ve elçisi olduğuna ve onu hidâyet ve «bütün dinlere üstün kılmak için» hak din ile gönderdiğine, cennet ve cehennemin hak olduklarına, kıyametin kopacağına ve kabirlerden dirilmenin gerçekleşeceğine inanırız.

Yine inanırız ki; «O Rahman Arş'a istiva etmiştir»(237) âyetinde buyurduğu gibi Arş'a istiva etmiştir. «Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır»(238) âyetinde buyurulduğu gibi yüzü vardır. «... iki elimle yarattığıma...»(239) âyetinde ve «Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir»* âyetinde buyurulduğu gibi keyfiyetsiz olarak iki eli vardır. «... gözlerimizin önünde akıp gidiyordu» (240) âyetinde buyurulduğu gibi iki gözü vardır. Allah'ın isimlerinin kendisinin gayrı olduğunu söyleyen sapıktır.

E ş ' a r î, fırkalarla ilgili eserlerde söylenenleri zikrettikten sonra nihayet şöyle der:
Deriz ki: îslâm, imandan daha geniştir; her islâm iman değildir, Allah'ın insanların kalblerini iki parmağıyla evirip çevirdiğine, Resûlullah (s.a.v.)'den nakledilen sahih bir rivayette belirtildiği gibi gökleri bir parmağının, yerleri de bir parmağının üzerine koyduğuna da inanırız.

İman, hem söz, hem de ameldir; artar ve eksilir, Resûlullah (s. a.v.)'e ulaşıncaya kadar adalet sahibi bir ravinin, yine adalet sahibi bir raviden naklettiği sahih rivayetleri kabul ederiz. Nakil ehlinin isbat ettiği; Allah'ın dünya göğüne inmesi ve «bir dileği olan var mı? dileğini kabul edeyim. Bağışlanmasını dileyen var mı?...» rivayeti ile diğer rivayetlere inanır, sapıklık ehlinin yaptığı gibi onları reddetmeyiz.
İhtilâf ettiğimiz şeyleri Rabbimizin Kitabına, Peygamberimizin sünnetine, müslümanların icmâı ve bu anlamda olan şeye havale ederiz. Allah'ın izin vermediği bir şeyi bid'at olarak dininde ihdas etmeyiz. Bilmediğimiz bir şeyi Allah hakkında söylemeyiz.

Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin geldiği zaman»(241) âyetinde buyurulduğu gibi, kıyamet günü Allah'ın geleceğini. «Biz ona şah damarından daha yakınız»(242) ve «Sonra yaklaştı, (yere doğru) sarktı. Onunla arasındaki mesafe iki yay kadar, yahut daha az kaldı»(243) âyetlerinde buyurulduğu gibi dilediği şekilde kullarına yaklaştığını kabul ederiz.

E ş ' a r î, nihayet şöyle der: Buraya kadar anlattığımız ve ileride anlatacaklarımızı, konu konu hepsinin delillerini zikredeceğiz.

E ş' a r i bu arada kıyamette Allah'ın görüleceğini ve bunun delillerini; Kur'an'ın yaratılmış olmadığını ve bunun delillerini zikreder. Sonra, «Kur'an hakkında ne yaratılmıştır, ne de yaratılmamıştır, derim» diyen kimsenin görüşü üzerinde durur ve bunu da reddeder. Daha sonra ise, istiva konusunu ele alarak şöyle der:

Biri, istiva hakkında ne dersiniz? diye soracak olursa cevap olarak şöyle denir: Allah Arş'a istiva etmiştir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: <O Rahman Arş'a istiva etmiştir»(244), «Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir»(245), «Hayır Allah onu (İsa'yı) kendisine yükseltti»(246). «(Allah, yaratma) işi(ni) gökten yere düzenler. Sonra sizin saydığınız (yıllar)dan bin yıl kadar süren bir günde O'na çıkar»(247).
Yüce Allah, Fir'avn'dan şöyle dediğini açıklar: «ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim: (Yani) göklerin yollarına (erişeyim) de Musa'nın tanrısına çıkıp bakayım. Çünkü ben onu yalancı sanıyorum»(248). Fir'avn, bunu söylerken, Hz. Musa'nın, Allah'ın göklerin yukarısında olduğuna dair sözünü yalanlıyordu. Yüce Allah yine şöyle buyurmaktadır: «Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz? »(249). Göklerin yukarısında Arş vardır. Arş göklerin üzerinde olunca da Allah: «Gökte olanın...» buyurmuştur. Çünkü O, göklerin yukarısındaki Arş'a istiva etmiştir. Her yukarıda olan gök (semaîdir. Arş da göklerin (yukarıların) en yukarısıdır. O halde «gökte olanın» Duyurulurken bütün gökler kastedilmiyor, göklerin (yukarıların) en yukarıda olanı olan Arş kastediliyor. Görmüyor musun, Allah azze ve celle gökleri zikredip, «Ve Ay'ı bunların içinde bir nûr yaptı»(250) buyururken Ay'ın gökleri doldurduğunu ya da göklerin hepsinde olduğunu kasdetmiyor.

Yine görüyoruz ki; bütün müslümanlar dua ederken ellerini yukarıya doğru kaldırıyorlar. Çünkü Allah, göklerin yukarısında olan Arş'ın üzerindedir. Eğer Allah Arş'ın üzerinde olmasaydı, ellerini Arş'a doğru kaldırmazlardı. Niye yere doğru açmıyorlar?

Eş'ari sonra şöyle demektedir:

Mutezile, Cehmiye ve Harûriye «O Rahman Arş'a istiva etmiştir» âyetinde geçen «istiva» nın istilâ, hükmü altına alma ve hakim olma anlamında olduğunu, Allah'ın her yerde olduğunu söylerler. Hak ehlinin görüşü olan Allah'ın Arş üzerinde oluşunu inkâr ederler. Yani «istiva» yi kudretle açıklarlar. Eğer dedikleri gibi olsaydı, Arş ile yedinci yer arasında bir fark olmazdı. Çünkü Allah her şeye ve bu arada yere de kadirdir. Allah yere, çöplüklere ve evrendeki her şeye kadirdir. Eğer Allah'ın Arş'a istivası, istilâ anlamında olsaydı -ki Allah herşeye istilâ etmiştir-, o zaman Arş'a da, yere de, göğe de, çöplüklere ve pisliklere de istiva etmiş olurdu. Çünkü Allah bütün bunlara hakimdir.

Allah herşeye kadir olduğuna ve müslümanlardan hiçbirince: Allah çöplüklere ve pisliklere istiva etmiştir demek caiz olmadığına göre, Arş'a istivanın, herşey hakkında geçerli bulunan istilâ anlamına alınması caiz değildir. O halde istivanın diğer şeyler dışında Arş'a hâs olması zorunlu olmaktadır.

E ş' a r î bu konudaki âyetleri nakleder ve bunları te'vil edenleri o kadar ayrıntılı bir şekilde anlatır ki, sözlerinin hepsini buraya aktarmak geniş bir yer tutar. Meselâ şöyle der: Eğer bize. Allah'ın iki elinin bulunduğunu mu söylüyorsunuz? diye soracak olursa, evet böyle diyoruz, denilir. 'Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir»(251) âyetiyle «...iki elimle yarattığıma...»(252) âyeti buna işaret etmektedir. Peygamber (s.a.v.)'in de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: * Allah, Âdem'in sırtını eliyle sıvazladı ve zürriyetini ondan çıkardı. Adn cennetini eliyle yarattı ve Tevrat'ı da eliyle yazdı». Söz konusu haberde Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediği nakledilmektedir: "Allah, Âdem'i eliyle yarattı. Adn cennetini eliyle yarattı. Tevrat'ı eliyle yazdı. Tûbâ ağacını da eliyle dikti».

Arap dilinde ve hitap geleneğinde kişinin: «Ellerimle şunu yaptım» deyip bununla *nimet»i kasdetmesi tutarlı bir ifade üslûbu değildir. Allah, araplara kendi dilleriyle hitapta bulunup onların dil kurallarına ve hitap mantıklarına riayet ettiğine göre ve onlardan fesahat ehlinin, elimle şu işi yaptım deyip bununla nimeti kasdetmesi tutarlı bir ifade olmadığına göre, Allah Teâlâ'nın «kendi ellerimle» sözünden nimeti kasdettiğini söylemek yanlıştır.

E ş ' a r î, bu mes'eleyi uzun uzadıya anlatır.

Dip Notlar:
221) 20 Tahâ, 5
222) 38 Sâd, 75
223) 5 Mâide, 64
224) 54 Kamer, 14
225) 55 Rahman, 27
226) 4 Nisa, 166
227) 35 Fatır, 11
228) 41 Fussilet, 15
229) 83 Mutaffifin, 15
230) 89 Fecr, 22
231) 50 Kaf 16
232) 20 Tâhâ, 5
233) 55 Rahman, 24
234) 38 Sâd, 75
235) 54 Kamer, 14
236) 89 Fecr, 22
237) 20 Tâhâ, 5 * 5 Maide, 64
238) 55 Rahman, 27
239) 38 Sâd, 75
240) 54 Kamer, 14
241) 89 Fecr, 22
242) 50 Kat, 16
243) 53 Necm, 8. 9
244) 20 Tâhâ, 5
245) 35 Fâtır, 10
246) 4 Nisa, 158
247) 32 Secde, 5
248) 40 Mü'min, 37
249) 67 Mülk, 16
250) 71 Nûh, 16
251) 48 Fetih. 10
252) 38 Sâd, 75




 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ebû Hureyre radiyallâhu anh’ın rivayet ettiği hadise göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ölüm döşeğinde olanın yanında melekler bulunur. Eğer ölen kişi salih bir adam ise bu melekler: Ey temiz cesette bulunan hoş ve temiz nefis! Çık, sana rahat, huzur ve hoş kokuların ve Rabbinin sana gazap etmediğinin müjdesini veriyoruz. O nefis çıkıncaya kadar ona bu sözler söylenir. Sonra o nefis semaya çıkartılır. Onun için semanın kapılarının açılması istenir. Bu kimdir, diye sorulur, filandır denilir. Bu sefer: O hoş ve temiz cana merhaba, denilir. Bu sözler Allah-u Teâlâ’nın kendisinde bulunduğu semaya varılıncaya kadar ona söylenir, durur”. Hadisi Ahmed Müsned’inde, Hâkim Müstedrek’inde rivayet etmiş olup, Hâkim: Hadis Buhârî ve Müslim’in şartına uygundur, demiştir.et-Terğîb, IV, 188-189)

Bu sözler Allah-u Teâlâ’nın kendisinde bulunduğu semaya varılıncaya kadar ona söylenir,

Allah Rasülü sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü bizlere yeterlidir İşittik İman ettik

Her müslümanın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kelamına teslim olması, onun önüne beşerin görüşünü ve kelamcıların sözlerini geçirmemesi gerekir. Aksi halde doğru yoldan sapar.
 
C Çevrimdışı

Cihad 1453

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ehli Hadis nickli dallin...

1-Bağdağdileri karıştırdın galiba,bahsedilen kişi Abdulkahir Bağdağdi değil,senin Ebu Hanife'yi cerh ederken delil gördüğün Hatip Bağdadidir. Burdan cahilliğin meydana çıktı..İki Bağdağdide (kelamcı ve Hadisçi) aynı görüşte olduğu için hepsi senin aleyhinedir.....

Hadisçi fakîh ve şâfiî olan imam Ebu Mansûr el-Bağdâdî “Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât” isimli kitabında[ şöyle demiştir: “Dostlarımız O’nun (Allâh’ın) bir mekanda veya her mekanda olduğunu söylemenin imkansızlığına dair icma da etmişlerdir (sözbirliği içinde olmuşlardır). Ayrıca O’nun hiç bir yönden (her hangi bir şeye) temas etmesini ve karşı karşıya gelmesini mümkün olarak kabul etmemişlerdir. Ancak bu hususta ifadeleri (aynı manaya gelecek şekilde) farklılık arzetmiştir. Dolayısıyla Ebu’l Hasen el-Eşâri şöyle demiştir: ‘Muhakkak ki Allâh Azze ve Celle için bir mekanda olduğu söylenemez, kainattan ayrık olduğu da söylenemez, kainatın içinde olduğu da söylenemez. Çünkü Allâh’ın kainatın içinde olduğunu söylememiz (söyleyecek olursak bu söz), O’nun sınırlı (ölçülü) ve mütenâhi (başlayan ve sona eren bir ölçüsü) olmasını gerektirir. Allâh’ın kainattan ayrık olduğunu ve onun dışında olduğunu söylememiz de O’nunla kainat arasında bir mesafenin bulunmasını gerektirir, ki mesafe mekandır. Allâh’ın her hangi bir mekana hiç bir yönden temas etmediğini belirtmişizdir.’” Burada sözü sona ermiştir.


Kelamcı olan Büyük imâm Âbdul-Kâhir b. Tahir et-Temîmî el-Bağdâdî “El-farku beyne’l-firak“(Fırkalar arasındaki farklar) adlı kıtabında şöyle demiştir: “Onlar (âlimler) O’nu (Allâh’ı) mekân kuşatmadığına ve O’na zaman cereyân etmediğine dâir icmâ etmişlerdir.“

2-İmam Eşari konusunda ilmi hainliğin meydana çıktı.Çünkü Hadisçi Hatip dahil bütün Eşari mezhebine mensup hadisçiler ve fakihler İmam Eşari'nin bu sözünü doğrularlar....
3-Nâbiğa radıyellâhu anhu şöyle dedi: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’e vardım ve şu beytleri okudum…
Semâya ulaştık, büyüklüğümüz, şerefimiz ve tâlihlerimiz… (göklere vardı)…
Şübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz..


Bunun üzerine Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem ‘nereye?’ buyurdu. Ben de, ‘cennet’e’ dedim. O da ‘inşâellâh’ buyurdu. Ben şu beytleri de okuyunca Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem Allah celle celâlühû dişlerini kırmasın, sökmesin, buyurdu. Râvî, ‘(Nâbiğa) insanların en güzel dişli olanı idi; dişi düştüğü zaman yerine bir başkası biterdi’ dedi. [Hârisî, İbnu Hacer el-Askalanî, el-Metâlibu’l-Âliyye:4/100, H:4065, Heysemî, Muhtasaru İthâfi’s-Sâdeti’l-Mehâreh,:8/328,]

Burada geçen [عَلَوْنَا السَّمَاءَ مَجْدُنَا وَ جُدُودُنَا وَاِنَّا لَنَبْغِى فَوْقَ ذَالِكَ مَظْهَرًا] beyit, ulaştığımız başka değişik tefsîr ve hadîs kaynaklarında,
[بَلَغْنَاالسَّمَاءَ مَجْدُنَا وَ جُدُودُنَا وَاِنَّا لَنَبْغِى فَوْقَ ذَالِكَ مَظْهَرًا], yani (عَلَوْنَا) yerine (بَلَغْنا) şeklinde geçmekte ise de, şâhid getirme noktası yanıyla farketmez; birisi ‘yükseldik’ diğeri de ‘ulaştık’ demek olduğundan aynı ma'nâyı ifâde ederler. Belki böyle bir rivâyeti de mevcûddur. Yine bazılarında da [بلغنا السماء مجدنا و جدودنا وانا لَنَرْجُو فوق ذالك مظهرا], yani (لَنَبْغِى) yerine, (لَنَرْجُو)bulunmaktadır ki, bunlar da aynı ma'nâdadırlar. Keşşâf’ın beyitlerinin şârihi(مَجْدُنَاوَجُدُودُنَا) kelimelerinin iki mef’ûl olduğunu söylüyorsa da bu bizce yanlıştır ve ma'nâya uymaz. Nâbiğa radıyellâhu anhu -Allahu a’lem- ‘maddî ve fizîkî olarak değil de, büyüklükleri, şerefleri ve nasîbleri bakımından göklere yükseldiklerini, çok yükseklere çıktıklarını’ anlatmak istiyor.
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ebu Mansûr Abdulkaahir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî el-Bağdâdî, el-Kutbî'ye. Fevâtu'l-Vefeyât, (Mısır, 1951), 1/613
mezhepler_aras_ndaki_farklar__59255_thumb.jpg


Hadisçi fakîh(Bu kelamcı olacak) ve şâfiî buda (Kelamcı) olan İmam Ebu Mansûr el-Bağdâdî “Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât” isimli kitabında[ şöyle demiştir: “Dostlarımız O’nun (Allâh’ın) bir mekanda veya her mekanda olduğunu söylemenin imkansızlığına dair icma da etmişlerdir (sözbirliği içinde olmuşlardır). Ayrıca O’nun hiç bir yönden (her hangi bir şeye) temas etmesini ve karşı karşıya gelmesini mümkün olarak kabul etmemişlerdir. Ancak bu hususta ifadeleri (aynı manaya gelecek şekilde) farklılık arzetmiştir. Dolayısıyla Ebu’l Hasen el-Eşâri şöyle demiştir: ‘Muhakkak ki Allâh Azze ve Celle için bir mekanda olduğu söylenemez, kainattan ayrık olduğu da söylenemez, kainatın içinde olduğu da söylenemez. Çünkü Allâh’ın kainatın içinde olduğunu söylememiz (söyleyecek olursak bu söz), O’nun sınırlı (ölçülü) ve mütenâhi (başlayan ve sona eren bir ölçüsü) olmasını gerektirir. Allâh’ın kainattan ayrık olduğunu ve onun dışında olduğunu söylememiz de O’nunla kainat arasında bir mesafenin bulunmasını gerektirir, ki mesafe mekandır. Allâh’ın her hangi bir mekana hiç bir yönden temas etmediğini belirtmişizdir.’” Burada sözü sona ermiştir.

Senin Bahsettiğin İşte bu Kelamcı : Ebu Mansûr Abdulkaahir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî el-Bağdâdî, el-Kutbî'ye:

Ebu Hanife hakkında Cerhleri nakleden ise: Ebû Bekr Ahmed b. 'Ali b. Sabit b. Ahmed b. Mehdî el-Bağdâdî:

Ebû Bekr Ahmed b. 'Ali b. Sabit b. Ahmed b. Mehdî el-Bağdâdî yada Ebû-Bekr el-Hatîb el-Hatîb el-Bağdâdî kısımlarıyia anılır. Sem'ânî, el-Ensâb, 5, 151; İbn 'Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Müfteri, s. 268; İbnu'l-Cevzı, el-Muntazam, 8, 265; Yâkût el-Hamevî, Mu'cemul-Udebâ, 4, 13; İbn Hallikân, Vefayâtu'l-A'yân, 1, 76; Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, 3, 1135; Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 18, 270; Subkî, Tabakâtü'ş-Şâfiiyyeti'l-Kübrâ, 4, 29; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 12, 108; ibn Tağriberdî, en-Nucûmu'z-Zâhire, 5, 87; İb-nu'l-'İmâd, Şezerâtü'z-Zeheb, 3, 311;

Hani bir laf vardır Sağır duymaz uydururmuş Senin Misalin’de Kör Görmez uydururmuş misali oldu…..

Onun Akidesi ise şöyledir: el-Hatîb (392–463)

el-Mübârek b. es-Sayrafî kitabında diyor ki: Bize Muhammed b. Merzûk ez-Za’ferânî bildirdi, bize Hâfız Ebû Bekir el-Hatîb -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bildirerek dedi ki:

“Sıfata dair söyleneceklere gelince Sahîh sünnetler arasında bu kabilden nakledilmiş rivayetleri ele alacak olursak, selefin izlediği yol bunları sabit kabul etmek ve zahirleri üzerine almaktır. Ayrıca keyfiyet ve teşbihi haklarında kabul etmemektir. Bunda aslolan ilke şudur: Sıfatlar hakkında yapılacak açıklama, zat ile ilgili yapılan açıklamanın bir ayrıntısıdır. Biz bu konuda da aynı yolu izleriz. Âlemlerin Rabbini kabul etmenin, aynı zamanda O’nun varlığını da kabul etmek olmakla birlikte, bu kabul ediş bir sınırlandırma ve bir keyfiyetlendirme ile kabul ediş değildir. Bu böyle bilindiğine göre, O’nun sıfatlarını kabul etmek de aynı şekildedir. Bu ancak onların varlıklarını kabul etmektir. Yoksa bir sınırlandırma ve bir keyfiyetlendirme anlamında bir kabul değildir. Buna göre biz el, işitmek, görmek dediğimiz vakit, bu sadece Yüce Allah’ın kendi zatı hakkında sabit olduklarını belirttiği sıfatların varlığını kabul etmekten ibarettir. Bizler el, kudret anlamındadır, işitmek ve görmenin anlamı da ilimdir, demeyiz. Aynı şekilde bunların organ olduklarını ve onlarla ilgili fiili işlemenin araçları olduklarını da söylemeyiz. Bunları organ ve fiili işlemenin araçları olan ellere, kulaklara, gözlere benzetmeyiz ve şöyle deriz: Bunları kabul etmenin vacib oluşu, bu sıfatların varlığı ile ilgili nassın bulunmasından dolayıdır. Bunların yaratılmışların sıfatlarına benzemediğini kabul etmek de Yüce Allah’ın: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ, 42/11) buyruğu ile “Hiç kimse O’na denk değildir” (İhlâs, 112/4) buyruklarının bir gereğidir.Musannıf bunu kısaca zikretmiş bulunmaktadır. Bunun tamamı Hatîb el-Bağ-dâdî’nin rahimehullah es-Sıfât risâlesinde yer almaktadır. Bu risâle Daru’l-Kütübi’l-Zâhiriyye’de (Zâhiriyye Kütüphanesi’nde) -Allah onu korusun- muhafaza edilmektedir. (Mecmû‘atü’r-Resâil, 16/43-44).

Böylelikle bağdadileri kimin karıştırmış olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır yoksa siz bunları bile bile iftira atarakmı yapıyorsunuz sizden buda beklenir………?
 
Üst Ana Sayfa Alt