Amellerin Kabul Şartları
İbadetler; ancak Allah için ve Allah’ın istediği şekilde yapıldığında geçerlidir.
Kişinin niyetinin halis olması, onu cennete götürmez. Zira cennete girebilmek için halis niyetle birlikte, amellerin de halis olması gerekir. Halis amel ise Allah (c.c) ve rasulünün bildirdiği ve gösterdiği şekilde yapılan ameldir.
İbadetler Allah’ın emrettiği peygamber efendimiz (s.a.v)’inde yaptığı ve ümmetine tavsiye ettiği şekillerde yerine getirilmesi mümkündür.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah en güzel örnektir.” (Ahzap: 21)
“Rasul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr: 7)
“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran: 31)
İbni Kesir bu ayet hakkında şöyle dedi:
“Bu ayet (Ali İmran: 31), Allah (c.c)’ı sevdiğini iddia etmesine rağmen Hz. Muhammed (a.s)’in gösterdiği yola tabi olmayan kimsenin yalancı olduğunu göstermektedir. Bu kimse, Allah (c.c)’ı sevdiğini iddia etmekle birlikte, Hz. Muhammed (a.s)’in şeriatine, nebinin dinine bütün söz ve hareketleriyle uymadıkça iddiasında yalancıdır.” (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 366)
Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
“Bir defa Rasulullah (s.a.v) Mescid-i Şerife girdi. Derken biri de girip namaz kıldı. Sonra Rasulullah (s.a.s)’in huzuruna gelip selam verdi. Rasulullah (s.a.s) selamı aldıktan sonra:
“Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın” buyurdu.O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı. Sonra gelip Rasulullah (s.a.s)’e selam verdi. Yine:
“Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın” buyurdu. Bu olay üç kere tekrar etti. Nihayet o kimse:
“Seni hak ile gönderene yemin olsun ki; bundan başka türlüsünü bilmiyorum. Bana doğrusunu öğret” dedi. Bunun üzerine Rasulullah buyurdu ki:
“Namaza durduğun vakit tekbirini al. Sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur’an oku. Sonra rükua var ve mutmain oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye var ve mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazının bütününde de böyle yap.” (Buhari-Müslim)
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
“...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş (salih amel) işlesin ve Rabbine (yaptığı) ibadette hiçbir şeyi (hiç kimseyi) O’na ortak koşmasın.” (Kehf: 110)
Yani; Allah’tan korkan, Allah’tan mükafat uman, O’nun azabından korkan, O’na kavuşmayı ve O’nu görmeyi uman kimse, sadece Allah’ın rızasını gözeterek, şeriate uygun amel işlesin demektir.
Allah-u Teala amellerin kabulü için şu üç şartın gerçekleşmesini istiyor:
1- İman
2- Amelin sadece Allah rızası için yapılması (ihlas)
3- Amelin Kur’an ve Sünnete uygun olması
Bu üç şarttan birisi eksik olursa, yapılan amel kabul edilmez.
Şer’i sınırlar dahilinde nefis terbiyesini gerçekleştiren ve nefsinin kontrolünü eline alabilen kişi için “ihlas” hususu yani; ibadetlerde Allah’ın rızasını gözetme şartı, sorun olmaktan çıkacaktır.
Asıl dikkat ve çalışmayı gerektiren husus yapılan amelin Kur’ana ve sünnete uygun olması yani “ibadetlerin, Allah’ın razı olduğu şekilde yapılması” şartıdır. Allah (c.c) kullarına bu şartı tahakkuk ettirebilmeleri için tek bir yol göstermiştir: Ameller hususunda Kur’an’a ve sünnete teslimiyet ve her ibadeti Kur’an’dan ve sünnetten almak, yapılan her hareketi, söylenen her sözü Kur’an ve sünnetten destekleyebilmek…. Kısacası bu iki kaynağı ölçü edinmek, böylece delilli ve bilinçli olarak Allah (c.c)’a kulluk görevini yerine getirmek; bid’at, hurafe, körü körüne taklid gibi müslümana asla yakışmayan düşünce, söz ve hareketlerden sakınmaktır.
Mesela; namazın sahih olabilmesi için abdestli olmak şarttır. Bir müslüman abdesti olmadığı halde namaz kılsa, kıldığı namaz batıl olur. Her ne kadar bu kişi Allah rızası için namaz kılsada. Bu kişi Allah rızası için namaz kılmıştır ama Allah’ın istediği gibi şartlarına uyarak gerçekleştirmemiştir. Fakat buradan yola çıkarak; “abdesti olan ve bütün şartlarını yerine getirerek namaz kılan bir kafirin kıldığı namaz geçerlidir” şeklinde bir hükme varılmaz. Bu kişinin niyeti ne kadar iyi olursa olsun Allah’a şirk koştuğu için yaptığı ameller geçersizdir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah’a şirk (ortak) koşsalardı yaptıkları boşa giderdi.” (En’am: 88)
İslam dini, kulun, Rabbine olan ibadetlerinde şuurlu olmasını ve ibadetlerini hissederek yapmasını şart koşmuştur. Namazın hızlı hızlı, şartlarına özen gösterilmeden kılınması, bu ibadetin şuurunun hissedilmesine en büyük engeldir. Ve bu sebeple haram kılınmıştır.
Allah’a olan ibadetlerin bilerek, şuurunu hissederek ve şartları tam olarak yerine getirilerek yapılması şarttır. Aksi halde ibadet makbul değildir. Allah’ın insana ilk olarak emrettiği en çok razı olduğu ibadet olan iman da böyledir. Her kim bilerek, şuurunu hissederek ve şartlarını tam olarak yerine getirerek tevhide “La ilaha illallah”a şehadet ederse, işte ancak o zaman iman ibadetini yerine getirmiş sayılır. Bu şartlardan herhangi birisinin eksikliği imanın kabulünü engelleyecektir. Nasıl bazı şartları eksik olarak yapılan namaz kabul edilmiyorsa, böyle bir iman da reddedilecektir. Ve bu konuda "Bilmiyorum" sözü mazeret olarak kabul edilmeyecektir.
İbadetleri sadece Allah’a ve sadece Allah’ın emrettiği şekilde yapmak tevhidin bir gereğidir. Bunu gerçekleştirmenin yegane yolu da her hususta Rasulullah (s.a.s)’e ittiba, yani; ibadetlerimizi ancak Rasulullah’ın bizlere göstermiş olduğu şekilde yapmaktır.
Hiç kuşku yok ki Allah’a gerçek anlamda kulluk yapabilmek için her şeyden önce O’nun koyduğu sistemin bütünlüğüne bağlı kalmak şarttır. Her insanın, keyfi biçimde bir ibâdet şekli seçerek Allah’a kulluk etmesi elbette ki yanlışlıkların en büyüğü olur. Müslümanlar Allah’a en uygun biçimde kulluk etmeyi, Kur’ân ve sünnetin ışığında yol gösteren İslâm âlimlerinin rehberliğinde öğrenmek durumundadırlar.
İslâm, mü’minlerin nasıl ibâdet edeceklerini göstermiştir. Emredilen ibâdetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nâfile ibâdet yapabilir.
Şeyhu’l-İslam İbni Teymiye (r.a) şöyle söyledi:
“Hiç şüphesiz, zikir ve dualar ibadetin en mükemmel biçimlerindendir. İbadet sahasında kişisel tercihlere yer bırakılmamıştır.
Allah rasulu (s.a.v)’i yaptıkları ve öğretiklerinde takip etmek zorundayız, kendi heva ve hevesimizi yada bidatlerimizi değil. Peygamber (s.a.v)’in dua ve zikirleri herhangi bir kimsenin bulabileceği en iyileridir. Bu yolu takip eden, huzurlu ve güvende olacaktır ve ahiret hayatı için de faydalı ve olumlu sonuçlar kazanacaktır. Diğer dua ve zikirler, haram yada mekruh olabilir. İnsanların çoğunun farkına varmadığı -bunun detaylı açıklaması burda çok uzun sürer- dua ve zikirler şirk içerebilir.
Hiç kimsenin insanlara sünnette değinilmemiş dua ve zikirler öğretme yada bu zikir ve duaları ibadetin bir parçası haline getirme -mesela insanların 5 vakit namaz kılmaları gibi- hakkı yoktur ve bu Allah’ın izin vermediği dinde bid’at çıkarmaktır...” (Mecmau’l-Fetava 22/510-511)
Haricilerin de ibadete, zühde, Kur’an okumaya düşkün olacağı, lakin itikadları bozuk olduğu için okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar sahih hadislerde bildirilmiştir.
Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni - ki bu zat, Hz. Ali Radıyallahu anh Haricilerle savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor:
“Hz. Ali dedi ki: “Ey insanlar ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim:
“Ümmetimden bir grup çıkar. Kur’ân’ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur’ân’ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazlar köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar...” (Müslim(1066)
İbadetler; ancak Allah için ve Allah’ın istediği şekilde yapıldığında geçerlidir.
Kişinin niyetinin halis olması, onu cennete götürmez. Zira cennete girebilmek için halis niyetle birlikte, amellerin de halis olması gerekir. Halis amel ise Allah (c.c) ve rasulünün bildirdiği ve gösterdiği şekilde yapılan ameldir.
İbadetler Allah’ın emrettiği peygamber efendimiz (s.a.v)’inde yaptığı ve ümmetine tavsiye ettiği şekillerde yerine getirilmesi mümkündür.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah en güzel örnektir.” (Ahzap: 21)
“Rasul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr: 7)
“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran: 31)
İbni Kesir bu ayet hakkında şöyle dedi:
“Bu ayet (Ali İmran: 31), Allah (c.c)’ı sevdiğini iddia etmesine rağmen Hz. Muhammed (a.s)’in gösterdiği yola tabi olmayan kimsenin yalancı olduğunu göstermektedir. Bu kimse, Allah (c.c)’ı sevdiğini iddia etmekle birlikte, Hz. Muhammed (a.s)’in şeriatine, nebinin dinine bütün söz ve hareketleriyle uymadıkça iddiasında yalancıdır.” (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 366)
Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
“Bir defa Rasulullah (s.a.v) Mescid-i Şerife girdi. Derken biri de girip namaz kıldı. Sonra Rasulullah (s.a.s)’in huzuruna gelip selam verdi. Rasulullah (s.a.s) selamı aldıktan sonra:
“Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın” buyurdu.O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı. Sonra gelip Rasulullah (s.a.s)’e selam verdi. Yine:
“Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın” buyurdu. Bu olay üç kere tekrar etti. Nihayet o kimse:
“Seni hak ile gönderene yemin olsun ki; bundan başka türlüsünü bilmiyorum. Bana doğrusunu öğret” dedi. Bunun üzerine Rasulullah buyurdu ki:
“Namaza durduğun vakit tekbirini al. Sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur’an oku. Sonra rükua var ve mutmain oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye var ve mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazının bütününde de böyle yap.” (Buhari-Müslim)
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
“...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş (salih amel) işlesin ve Rabbine (yaptığı) ibadette hiçbir şeyi (hiç kimseyi) O’na ortak koşmasın.” (Kehf: 110)
Yani; Allah’tan korkan, Allah’tan mükafat uman, O’nun azabından korkan, O’na kavuşmayı ve O’nu görmeyi uman kimse, sadece Allah’ın rızasını gözeterek, şeriate uygun amel işlesin demektir.
Allah-u Teala amellerin kabulü için şu üç şartın gerçekleşmesini istiyor:
1- İman
2- Amelin sadece Allah rızası için yapılması (ihlas)
3- Amelin Kur’an ve Sünnete uygun olması
Bu üç şarttan birisi eksik olursa, yapılan amel kabul edilmez.
Şer’i sınırlar dahilinde nefis terbiyesini gerçekleştiren ve nefsinin kontrolünü eline alabilen kişi için “ihlas” hususu yani; ibadetlerde Allah’ın rızasını gözetme şartı, sorun olmaktan çıkacaktır.
Asıl dikkat ve çalışmayı gerektiren husus yapılan amelin Kur’ana ve sünnete uygun olması yani “ibadetlerin, Allah’ın razı olduğu şekilde yapılması” şartıdır. Allah (c.c) kullarına bu şartı tahakkuk ettirebilmeleri için tek bir yol göstermiştir: Ameller hususunda Kur’an’a ve sünnete teslimiyet ve her ibadeti Kur’an’dan ve sünnetten almak, yapılan her hareketi, söylenen her sözü Kur’an ve sünnetten destekleyebilmek…. Kısacası bu iki kaynağı ölçü edinmek, böylece delilli ve bilinçli olarak Allah (c.c)’a kulluk görevini yerine getirmek; bid’at, hurafe, körü körüne taklid gibi müslümana asla yakışmayan düşünce, söz ve hareketlerden sakınmaktır.
Mesela; namazın sahih olabilmesi için abdestli olmak şarttır. Bir müslüman abdesti olmadığı halde namaz kılsa, kıldığı namaz batıl olur. Her ne kadar bu kişi Allah rızası için namaz kılsada. Bu kişi Allah rızası için namaz kılmıştır ama Allah’ın istediği gibi şartlarına uyarak gerçekleştirmemiştir. Fakat buradan yola çıkarak; “abdesti olan ve bütün şartlarını yerine getirerek namaz kılan bir kafirin kıldığı namaz geçerlidir” şeklinde bir hükme varılmaz. Bu kişinin niyeti ne kadar iyi olursa olsun Allah’a şirk koştuğu için yaptığı ameller geçersizdir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah’a şirk (ortak) koşsalardı yaptıkları boşa giderdi.” (En’am: 88)
İslam dini, kulun, Rabbine olan ibadetlerinde şuurlu olmasını ve ibadetlerini hissederek yapmasını şart koşmuştur. Namazın hızlı hızlı, şartlarına özen gösterilmeden kılınması, bu ibadetin şuurunun hissedilmesine en büyük engeldir. Ve bu sebeple haram kılınmıştır.
Allah’a olan ibadetlerin bilerek, şuurunu hissederek ve şartları tam olarak yerine getirilerek yapılması şarttır. Aksi halde ibadet makbul değildir. Allah’ın insana ilk olarak emrettiği en çok razı olduğu ibadet olan iman da böyledir. Her kim bilerek, şuurunu hissederek ve şartlarını tam olarak yerine getirerek tevhide “La ilaha illallah”a şehadet ederse, işte ancak o zaman iman ibadetini yerine getirmiş sayılır. Bu şartlardan herhangi birisinin eksikliği imanın kabulünü engelleyecektir. Nasıl bazı şartları eksik olarak yapılan namaz kabul edilmiyorsa, böyle bir iman da reddedilecektir. Ve bu konuda "Bilmiyorum" sözü mazeret olarak kabul edilmeyecektir.
İbadetleri sadece Allah’a ve sadece Allah’ın emrettiği şekilde yapmak tevhidin bir gereğidir. Bunu gerçekleştirmenin yegane yolu da her hususta Rasulullah (s.a.s)’e ittiba, yani; ibadetlerimizi ancak Rasulullah’ın bizlere göstermiş olduğu şekilde yapmaktır.
Hiç kuşku yok ki Allah’a gerçek anlamda kulluk yapabilmek için her şeyden önce O’nun koyduğu sistemin bütünlüğüne bağlı kalmak şarttır. Her insanın, keyfi biçimde bir ibâdet şekli seçerek Allah’a kulluk etmesi elbette ki yanlışlıkların en büyüğü olur. Müslümanlar Allah’a en uygun biçimde kulluk etmeyi, Kur’ân ve sünnetin ışığında yol gösteren İslâm âlimlerinin rehberliğinde öğrenmek durumundadırlar.
İslâm, mü’minlerin nasıl ibâdet edeceklerini göstermiştir. Emredilen ibâdetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nâfile ibâdet yapabilir.
Şeyhu’l-İslam İbni Teymiye (r.a) şöyle söyledi:
“Hiç şüphesiz, zikir ve dualar ibadetin en mükemmel biçimlerindendir. İbadet sahasında kişisel tercihlere yer bırakılmamıştır.
Allah rasulu (s.a.v)’i yaptıkları ve öğretiklerinde takip etmek zorundayız, kendi heva ve hevesimizi yada bidatlerimizi değil. Peygamber (s.a.v)’in dua ve zikirleri herhangi bir kimsenin bulabileceği en iyileridir. Bu yolu takip eden, huzurlu ve güvende olacaktır ve ahiret hayatı için de faydalı ve olumlu sonuçlar kazanacaktır. Diğer dua ve zikirler, haram yada mekruh olabilir. İnsanların çoğunun farkına varmadığı -bunun detaylı açıklaması burda çok uzun sürer- dua ve zikirler şirk içerebilir.
Hiç kimsenin insanlara sünnette değinilmemiş dua ve zikirler öğretme yada bu zikir ve duaları ibadetin bir parçası haline getirme -mesela insanların 5 vakit namaz kılmaları gibi- hakkı yoktur ve bu Allah’ın izin vermediği dinde bid’at çıkarmaktır...” (Mecmau’l-Fetava 22/510-511)
Haricilerin de ibadete, zühde, Kur’an okumaya düşkün olacağı, lakin itikadları bozuk olduğu için okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar sahih hadislerde bildirilmiştir.
Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni - ki bu zat, Hz. Ali Radıyallahu anh Haricilerle savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor:
“Hz. Ali dedi ki: “Ey insanlar ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim:
“Ümmetimden bir grup çıkar. Kur’ân’ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur’ân’ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazlar köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar...” (Müslim(1066)