Rahman we Rahim olan Allah'ın adıyla.
Bizi yaratan, kuşatan, ilminden; izzet ve kudretinden bir parça veren ama bununla kendisinden hiçbir şey eksilmeyen, şanı yüce olan, kendisine her şeyin muhtaç olduğu ama kendisinin hiçbir şeye muhtac olmadığı ve bizi Afganistan'da, Müslüman kardeşlerimizin zaferi ile sevindiren Allah'a hamdolsun.
Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi olan, mucahidlerin lideri, muvahhidlerin imamı ve kainatın peygamberi olan ve alemlere rahmet olarak gönderilen şanlı peygamberimize, onun mübarek ashabına ve tertemiz ailesine salat'u selam olsun.
Bundan sonra:
Bilindiği üzere IŞİD suçlamasından bir kaç senedir cezaevinde bulunan Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala künyeli haricilerin şeyhini bu akşam mubarek Taliban hareketinin zaferine dair bir ses kaydı yayınlamış bulunmaktadır. Selim kalpli, temiz itikad sahibi ve geçmişin ve günümüzün vakıasını, İslam fıkhını az çok bilen her Müslümanın vicdanını kanatacak ve benim aynı zamanda midemi bulandıran bir ses kaydı yayınladı. Eğer mesele sadece Taliban hakkında söyledikleri olsaydı belki bu kadar sinirlenmezdim ama solcuları aratmayacak şekilde Taliban üzerinden İslam ahkamına bilerek yada bilmeyerek bir saldırı var. Aynı zamanda Taliban'dan önceki Ulema ve Umera'ya muayyen isim zikretmeden de olsa topluca ve adil olmayan ifadeler mevcud.
Bunlara teker teker cevap vereceğiz inşallah, evvela kendi ses kaydını youtube'de ayırdığı başlıklara ve kısımlara ayırarak gidelim:
-Afganistan'da Yaşanan Gelişmeler Dünyadaki Bütün Mazlumlar, Mustadaflar Adına Kazanılmış Bir Zaferdir
Evela konu başlığından ve Halis'in genel itikadından yola çıkarak buradan vardığı sonucu az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Zater az ilerde "Taliban Tevhidi Bir Hareket Değildir" başlığı atarak yarım ağızla tekfir edecek...
Kısmın başında "Evela şunu söyleyebilirim: Amasız, fakatsız lakinsiz olarak..." diye başladığı cümlesini başlıktaki ifadelerle tamamlıyor.
Evvela Taliban ile yada İslam ile alakalı olmayan kısmın başındaki tesbitleri hatalı, askeri işgallerle toprak sömürme işi 20. yy'da kaldı. Şu an zaten batılılar pek çok yeri doğrudan sömürüyor. Ayrıca en azından günümüzde hiçbir yerde sömürgesi olmayan İsviçre, Avrupa'nın en zengin ülkeleri arasında gösteriliyor.
Şu anda konumuz bu olmadığı için detaya girmiyorum, bu kadarına da şunun için girdim, hasb el-kader belki buna sempati duyan birisi bu yazıyı okursa hocasının derin analizlerini biraz sorgulaması gerektiğini bilsin diye.
Devamında ise şunu sormak isterim, Afgan halkı mazlumdur, eyvallah, peki ya Müslüman mıdır?
Yani sana göre Afgan halkının, mazlum olmasından başka desteği hak eden hiçbir tarafı yok mudur? Bu zafer İslam'ın zaferi değil midir?
Yanlış anlamayın benim bu sorularımın gizli/yarı açık cevaplarını yazının ilerisinde veriyor zaten.
İkinci olarak, eğer Taliban sana göre kafir ise bundan büyük "Ama, fakat, lakin" olur mu?
-Çanakkale, Vietnam, Afganistan arasındaki benzerlikler
Evvela şunu söyleyeyim, bu üçünün birbirine benzeyen tek yanı sonlarının zaferle bitmiş olmasıdır.
Çanakkale her ne kadar zor imkanlarla yapılmış olsa da konvansiyonel bir savaştır. Müslümanların elinde konvansiyonel ordu, silahlar, komuta merkezi ve kışlalar vardır. Çekilen zorluğun ana sebebi ise lojistik sıkıntısı ve altyapı eksikliğidir. Zira Çanakkale den sonra yıllarca 1. Dünya savaşı sürmüştür. Çanakkale bir savaşın bir cebhesinde kazanılmış bir zaferdir ki asıl itibarı ile komuta kademesinin değil, öl denilen yerde ölen askerin zaferidir.
Taliban ise bir gerilla savaşı ile zafer kazanmıştır. Ortada tam 20 senelik kahramanca bir mucadele vardır. İkisi arasındaki kayda değer tek benzerlik, kitlenin fakirliği ve cebheye İslam ile motive edilerek sürülmüş olmalarıdır.
Vietnam ise mücadele tarzı olarak Taliban'a benzer ama motivasyon kaynakları tamamen farklıdır. Afganistan ve Çanakkale de, vatan olgusu ikinci plandadır. Vietnam'da ise Birinci planda vatan ve hatta daha da ötesinde intikam duygusu vardır. Bu Zaferin Afganistan ile benzer yönü gerilla savaşı olması, Çanakkale ile benzer yönü ise komutanların değil askerlerin başarısı olmasıdır.
Bunu ne için anlattım? Vietnam da değil İslam'a, Budizm'e bile tahammülü olmayan bir hareket ile Hilafet merkezini haçlardan korumak için yapılan bir savaşı ve tek bir Müslüman için tam 20 sene savaşmayı aynı kefeye koyan Harici zihniyetini anlamanız için.
-Taliban Tevhidi Bir Hareket Değildir
Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'nın, şimdiye kadar söyledikleri işin garnitürüydü, şimdi asıl karın ağrısına sıra geldi.
Evvela Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'ya sormak lazım, Tevhidi hareket deyince ne anlıyor?
Taliban'ın, tevhidi hareket olmamasına dair öne sürdüğü gerekçeler Maturidi ve Sofi olması ve Amelde de "Mutaasıb" Hanefi olması. Peki o zaman sormak lazım ses kaydının sonunda "Salih" olarak nitelendirdiğin Selahaddin Eyyubi (r.aleyh), hangi ameli ve hangi itikadi mezhebe müntesipti?
Eğer Maturidiler sana göre Muşrik ise hangi gerekçeyle "Malum olan mechul, Tevhid ve Cihad ehli Selefiler" başlıklı yazında İmam Maturidi'nin arkasından rahmet okudun?
Devamında ise farklı bir şeyler daha saçmalıyor ve:
"Taliban bir mücadele hareketidir, Taliban sizin önünüze iki şey koyar bir hedef ortaklığı olacak, ikincisi bana mutlak itaat edeceksiniz. Bunu kabul eden herkes onlarla beraber mucadele edebilir"
Şerait sınırlarında kalan bir hedef ortaklığı ve şeriat dahilinde bir mutlak itaat istemek, oradaki iktidar olan Taliban'ın en doğal ve en tabii hakkı ve hatta sorumluluğu değil de nedir?
Eğer kastın her türlü grupla ortak mücadele ettiği ve bunun yanlış olduğu ise şana şunu sorarım, Amerika gibi bir kafir bir mustekbir varken Taliban'dan sizin sabahlara kadar konuştuğunuz ve ümmete zarardan başka bir şey getirmeyen meselelerimi konuşmasını istiyorsun!
Allah Rasulü(s.a.v), hendek savaşında Müşrik Araplara karşı Yahudilerle bile işbirliği yapmak istemişti. Hatta eğer onlar ihanet etmeseydi belki de bu ittifak, Müşriklerin Arab yarımadasından çıkarılmasına kadar sürebilirdi.
Taliban sonuna kadar tevhidi bir harekettir, sizin gibi Ak Partinin zulmüne uğradığı zaman Muhalefetten medet ummak adına en kıvrak dansözleri bile kıskandıracak şekilde kıvırmaz. Mursi'ye "Allahtan hak ettiğini buldu" dedikten sonra tutup ta Gergerlioğluna çiçekli böcekli ziyarette bulunup "Zulüm zulümdür" edebiyatı yapmaz. Liderleri ve imamları zindan ile imtihan edildiği zaman kadınlarını siper edip tağutlara coplatmaz, gücü yetiyorsa o zindanı kafirlerin başına yıkar eğer gücü yetmiyorsa bunun için Allah'ın vaadini beklerken hazırlık yapar. Cezaevindeki bir kaç kişi için hiçbir faydası olmayacağı halde kadınlarınızı polislere dövdürten ve daha dün çıkardığı ne kadar ifrazat varsa yutarak istinafa başvuran sizler, tüm dünyanın gözü önün de en kadim buda putunu yerle bir ederken "Tarih beni put kıran Ömer olarak hatırlayacak" diyen ve tek bir Müslüman için Amerika'yı karşısına alan ve bu durum için "Mesele Usame bin Ladin meselesi değil, mesele İslam'ın meselesi" diyen adamlara mı Tevhidi mücadele öğreteceksiniz. Bence siz gidin onlardan önce Tevhid sonrada biraz adamlık dersi alın derim. Millet ittifakına yaranmaktan vaktiniz kalırsa tabi!
-Afgan Halkı ve Taliban
Burada yine Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'nın üst düzey cehaletine tanık oluyoruz.
Orada Sovyet İşgali döneminde giden grupları sayarken "İlmi Selefiler ve Cihadi Selefiler" ayrımı evlere şenlik bir anakronizm. Bu efendiye sormak lazım Selefiler arasındaki en büyük ayrışma ne üzerine ve hangi tarihte yaşandı?
Bu meseleye biraz vakıf olan Selefi-Sufi, Müslüman-Kafir herkes bilir ki bu ayrışmanın en belirgin tarihi körfez savaşıdır. Burada Amerika'nın Arab yarımadasına girmesine karşı olan ve daha sonra Amerika'ya karşı "Küresel Cihad" ilan edecek olan Usame bin Ladin'in başını çektiği çizgisel gürüh daha sonraları "Cihadi Selefilik" olarak anılmış Suud etkisinin sürdüğü Abdulaziz bin Baz ve bu gün en koyusu Fevzan olarak görünen güruh ise "İlmi Selefilik" olarak anılmıştır. 80'li yıllarda hangi cihadi ve ilmi Selefilik anlayışı vardı acaba?
Devamında ise cehaletinde bir katmer daha oluşturarak "Hiç birinin Taliban üzerinde bir etkisi olmadı bilakis hepsi kendi düşüncelerinden taviz verdiler" diyor.
Bu efendiye sormak lazım, Taliban ne zaman kuruldu?
Taliban, Sovyet cihadı döneminde var olan bir hareket değildir. Taliban daha sonraları, iç kargaşaya bir tepki olarak Allah'ın rahmeti ile kurulmuş bir harekettir. Kuruluş tarihi, Sosyalist rejimin düşmesinden yıllar sonra olmuştur. Bahsettiği dönemde olmayan cihadi selefilik olmayan Taliban'a karşı ne gibi bir taviz vermiş bu vatandaşın bizi aydınlatması gerekir!
Daha sonraları ise Afgan halkının değişime kapalılığından bahsediyor, bunun ise zararlı yönleri olduğu gibi çoğunun İslam ve Müslümanların lehine olduğunu bölgeyi takip edenler bilirler.
İlk olarak, bölgede Usame bin Ladin'i teslim edilmesi bir onur meselesi olarak ele alınmıştır. Bunun İslam dan sonraki en büyük sebebi, bir Afgan'ın, kendisine sığınan bir insanı teslim etmeyi kendisine en büyük hakaret olarak görmesidir. Buna dair Gazneli Mahmud'un ceylan hikayesi meşhurdur.
Keza aynı şekilde Burka, Hanefi olan ve yüz örtmeyi vacip görmeyen Afganların örfü olduğu için mahremlerine dahi burkasız görünmezler. Bu teberrucu önler. Bunun gibi yığınla örnek sayabilirim.
Bunun dışında "O kadar işgalci adamların kafasındaki beddoyu alamamış" gibi bir söylem abesle iştigaldir. İşgal ve yabancı tehtid her toplumu muhafazakarlaştırır ve milli şuur verir. Yunanlar, Anadolu'yu işgal ederken eşkiyalık yapmakla meşgul olan pek çok kişinin ismini biz bu gün kuvvayi milliye kahramanı olarak okuruz tarih kitaplarında.
Bunun dışında tekrar başa sararak söylediği "Taliban tevhidi bir mücadele değil, daha ziyade sofi, maturidi , hanefi bir mucadele" cümlesini biraz şerh etmesini isteyeceğim. Zira buradan bildiğin bu sıfatları taşıyan herkesi tekfir ettiği ve müşrik olmakla itham ettiği anlaşılıyor!
"Bu onlar için bir imtihandır, Allah onlara bir iktidar verdi, kendisine iktidar verilen her kul Allah için imtihan edilir. Kendilerini ve Toplumlarını; Tevhid, Sünnet, Adalet yönünde dönüştürecekler mi? Atalarından tevarüs etmiş oldukları geleneği, İslam'a aykırı geleneği değiştirecekler mi? Yoksa bilakis, Allah'ın vermiş olduğu iktidarla geçmişten getirdiklerini tahkim mi edecekler? Bunu şimdi hep beraber göreceğiz... Ama derseniz yani biz ne umarız, hem kendimiz için hem de dünyadaki bütün mazlum mustadaflar için Allah hidayet etsin. Bizi bir imtihana tabi tutarsa o imtihanda başarmayı nasib etsin ve yeryüzünde gerçekten örnek gösterebileceğimiz işte 'Allah'ın şeriatı budur' şu an taliban bundan çok uzak"
Paragrafın sadece ilk kısmı olsa amin derdim ve Allah Taliban'ın ayaklarını sabit tutsun derdim çünkü zaten yaptığı budur!
Taliban'ın, ağaca çaput bağlama vb ucu şirke giden uygulamalara asla izin vermediği biliniyor. Bunlar Afgan halkı arasında yaygın olsa Taliban bunlara asla izin vermiyor. Keza, Afganistan'ın olanca yoksulluğuna rağmen kız çocukları için eğitim kurumları açıyor ama bunlarla beraber İslam'a uygun olan örflerini muhafaza ediyorlar.
Adalette ise zaten konuşmaya bile gerek yok, Taliban'ı bu gün bu noktaya getiren en önemli sebeplerden birisinin adaletli idare olduğu biliniyor, Taliban'ın kuruluşuna bakarsanız bu gayet net görülür. Bir kız çocuğuna yapılan zulme başkaldırıdan doğmuştur Taliban. Sizin gibi insanları diri diri yakanlara çiçek böcek gönderip mazlum edebiyatı yapanların anlayamayacağı gerçek adalet anlayışıdır bu.
İkinci kısma gelince orada açıkça Taliban'ın, 'İşte Allah'ın şeriatı budur' demekten çok uzak olduğunu anlatıyor.
Eğer bu uzaklık ictihadi ayrışmalarsa zaten bunun önlenmesi mümkün değil. İki akıl bir olmaz. Şu halde kişi ancak kendi idaresi için "İşte Allah'ın şeriatı" diyebilir. Hatta olağanüstü hallerde o bile mümkün olmaz.
Peki Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala ne demek istiyor, birilerine "Biz Taliban gibi değiliz, bizi sevin" demek istiyor. Bunu yazının ileriki kısımlarında göreceğiz.
-Talibanla beraber tartışılan bazı meseleler İslam'ın meseleleri değildir
İşte bu noktadan sonra Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'nın yalnızca hikmetsizliği ve güncel hakkındaki cehaleti değil, İslam ahkamı ve tarihi hakkındaki cehaleti de ortaya çıkıyor.
İlk olarak Emevilerle başlayan cahili, despot ve zalim saltanattan bahsediyor.
Bu konu bu yazının konusu değildir ama şu kadarını söyliyeyim ki bu uygulamalar o döneme ait değildir. Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar ve daha pek çok dönemde kız çocuklarının okula gittiği ve hatta muhtelif ilim/fen dallarında alimeler çıkardıkları vakidir. Ama nasıl sahabe döneminde onlarca erkek alim sayarken alime sayısı elin parmağını geçemiyorsa bunlarda azınlıkta kalmıştır.
Devlet, kız çocuklarının eğitimini yasaklamamış ama ümmet buna rağbet göstermemiştir. Bunun sosyal, ekonomik hatta dibi pek çok sebepleri vardır. Ceberrut saltanat ve işgal dönemlerinde ise kızların özellikle okutulmaması ise ailelerin iffetinden ve dininden korkmalarıdır.
Aslında verdiği bu ve başka örneklerden bu meselelerin, Taliban meselesinde olmadığı açıkça ortaya çıkıyor.
-Kadınların eğitimi
"En çok tartışılan bir meseleyi örnek vereyim, kadınların eğitimi konusu" diye başlıyor ve ılımlı İslamcıları kıskandıracak şekilde Allah Rasulü'nün, kadınların eğitimine verdiği önemden uzun uzun dem vuruyor.
Evvela bu tesbit yanlış, bizim peygamberimizde hatta hz İsa'dan (ikisinede selam olsun) asırlar önce kadın eğitimi vaki idi. Hem de yapan putperest Rumlar ve Greklerdi. Rumlar, Hristiyan olduktan sonrada kiliseler vasıtası ile kadın eğitimine devam ettiler. Bu ifade ancak cahiliyye Arapları için geçerli olabilir ki o toplumda erkekler bile okuma yazma bilmezdi.
Kadınların eğitimini pek çok vechesi vardır, sadece evlatlarının bir kısmına eğitim verebilecek durumda olan bir kişi erkek evlatlarını tercih eder. Hatta pek çok yerde erkekler dahi eğitim alamamaktadır, bunun en güzel örneği kendi memlekti olan Diyarbakır'ın kırsalı olabilir herhalde!
Bunun suçunu saltanata atmak ise en büyük saçmalık ve en büyük ahmaklıktır. Bunun tarihi hiçbir geçerliliği yoktur, Emeviler dönemi ile raşid halifeler dönemi arasında eğitim konusunda bir fark görünmez.
-Fitne ve Hisbe
"İkinciside bu eli sopalı insanların cadde de, sokakta sürekli insanları vurup dürtüp uyarıda bulunması"
Bundan sonra fitne ve hisbenin özünde haklı ama yanlış uygulandığından bahsediyor ancak son derece çürük bazı deliller sunuyor, bu noktadan sonra kimisi koskoca İspanya'yı fethettiği halde borçlu ölen kumandanlar ve emirler için sarfettiği kelam şahsen benim midemi bulandırıyor. Ama bundan evvel fitne bahsinde alimlerin kendi dönemlerindeki uygulamalar hakkındaki fetvalarını vs eleştirirken kendisine göre bir metodoloji öne sürüyor:
"1) Önce peygamberimizin dönemine gidiceğiz, bakazıcağız Peygamber döneminde böyle bir fitne var mıydı. Var. Peki Peygamber yasakladı mı? Hayır. Anlayacağız ki biz bu yasakta haddimizi aşmışız. Diyelim Peygamberimizin döneminde gittik, böyle bir sorun yok, bu bizim sorunumuz, sonradan çıkmış, o zaman şuna bakacağız alimin verdiği kararın öncesi, sonrasından daha mı iyi daha mı kötü. Çünkü bu bir alim, bir insan, yanlış bazı tesbitlerde de bulunabilir."
Evvela bu ifadeler son derece amorf ifadeler dışardan dolu görünmekle beraber. Örnek vermek gerekirse, Rasulullah (s.a.v) zamanında içki içene 40 sopa vurulurdu, hz Ömer (r.anh) bu cezayı 80 sopa olarak tesbit etti. Şimdi Ömer(r.anh) haddi aşmış mıdır?
Aynı şey bir mecliste üç talak içinde geçerli yada hac zamanı namazların cemi meselesi içinde. Örnekler çoğaltılabilir.
Rasulullah bize boşuna 4 halife başta olmak üzere sahabeye tabi olmamızı emretmemiştir. Rasulullah'ın uygulamasından sonra o şey nesh edilmiş olabilir, fitnesi artmış olabilir ve daha pek çok şey olabilir.
Taliban meselesinden bir örnek vereyim, Afyon başta morfin olmak üzere ilaç sayesinde çok kullanılan bir maddedir. Aynı zamanda onun uyuşturucu özelliği gösteren kabuğunun çizilmesi ile elde edilen sütüdür. Tohumu ise böyle bir etki göstermez ve yiyecek olarak kullanılır. ama buna rağmen Taliban, denetimi sağlayamadığı için Afyon ekimini yasaklamıştır. Bunu Rasulullah'ın, şarap üretimine engel olmak için hurma ve üzüm üretimini yasaklamayışına benzetmek pek çok yönden abesle iştigaldir. Bundan sebep bu söylediği metodoloji bu hali ile oldukça amorf ve içi boştur. Ve kendisi tarafından doldurulmalıdır.
-Zalim Saltanatın Elinde Hisbe Kavramı
Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala burada az evvel günümüz mucahidlerini tekfir ettiği yetmezmiş gibi ümmetin geçmiş mucahidlerine ve emirlerine de haksız pek çok ithamda bulunuyor.
İlk evela bizim bildiğimiz klasik hisbe mantığını anlattıktan sonra ve bunun zalim saltanatın elinde bu hale geldiğini iddia ediyor. "Adamın sırtına vura vura 'salah, salah, salah' diye namaza götürüyorlar yada çarşıda biri 'Sen bunu yanlış yaptın' diye tezgahını deviriyor mesela" diye ve bu uygulamanın Allah Rasulü döneminde olmadığını anlatıyor. Devamında cemaatle namaz kılınırken oturan insanların kıssasını örnek veriyor.
İlk olarak bu hadisten o dönemde bizim bildiğimiz hisbe teşkilatını olmadığı sonucu çıkmaz, zira bu iki kişi zaten mescittedir, ne günümüzde ne tarihte hisbe memurlarının ne mescide nede evlere girmesi söz konusu değildir, sadece namaz vakti insanları mescide toplarlar. İçki içeni gördükleri zaman şişesini kırarlar vs.
İlk evvela İslam tarihindeki yerini geçtim, dünya hukuk tarihindeki yeri tartışılmaz olan ve İngilizce "Pact of Umer" denilen hz Ömer ile Kudüslü Hristiyanlar arasındaki anlaşma da, onların haç vb alametler taşımasının istenmesi tam olarak bu türlü bir hisbe teşkilatının zulmünden korunmak içindir.
Ama ben Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'nın bu söylemi o kadar basit bir mevzu değildir, bunun altında birilerine verilen "Ben onlar gibi değilim, beni sevin" mesajı ve tağutlardan inanç özgürlüğü koparma isteği vardır. Kendisine karşı hüsnüzan da bulunacak bir kulp benim açımdan kalmamıştır.
-Adalet Yargılama İle Olur
Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala yine ya bir cehalet yada bir saptırma örneği gösteriyor. Zira zaten hisbe teşkilatı içki içen birisini gördüğü zaman direk olarak yatırıp 80 sopa vurmaz, onu kadı'nın karşısına çıkarır.
Namaz vakti olan şeyi ve tezgahlara yapılanı ise günümüzdeki iki örneğe benzetebiliriz:
Devlet sokağa çıkma yasağı ilan etti ama buna rağmen bir kısım insanlar sokağa çıktılar ve bir kitle oldular, devlet bunları dağıtmak için cop, tazyikli su kullanabilir mi? İşte hisbe teşkilatının yaptığı da budur. Bu bir yargı-ceza değil bir müdahale ve mukavamet şeklidir.
Tezgah devirmeyi ise günümüzdeki zabıtaların kestiği cezalara benzetebiliriz. Günümüzde zabıta hiçbir yargılama yapmadan dükkanınızı bağlayabilir, ceza yazabilir ve tezgahınızı, satış arabanızı devirebilir. Sizde en fazla haksız yere yaptı diye belediyeye şikayet edebilirsiniz. Yoksa zaten namaz kılmamanın cezası bir kaç coptan çok daha ağırdır.
Bundan sonra ise hisbenin, saltanatın kendi gücünü tahkim etmek için kullandığı bir araç haline geldiğini anlatıyor.
İlk olarak deriz ki, senin salihlerden kabul ettiğin Ömer bin Abdulaziz ve Selahaddin Eyyubi dönemlerinde bu var mıydı?
Akıl sahibi olan ve tarih bilen herkes evet diyecektir. Şu halde onlarda mı saltanatlarını tahkim etmek istiyorlardı? O zaman neden onları salihlerden saydın?
Daha sonra ise İslam ile hükmettiğini iddia eden topraklarda görünen bu gibi görüntülerin İslam'ın çehresini bozduğundan bahsediyor.
-Yanlış Anlaşılmasın(!)
Burada ise dengeden kurulması gerektiğinden ve zina haddinden bahsediyor ve "Bütün dünyada karşımıza dikilse biz bunu uygularız" diye boyundan büyük laflar ediyor.
İlk evela had cezalarının Ömer(r.anh) döneminde dahi tehir edildiğini biliyoruz. Bu konu zaten tartışmaya kapalı ama diğer bir konu ise burada yukarda hisbe teşkilatının dünyada oluşturduğu kötü görüntüden bahseden kişinin Sultan Ahmed meydanında zina eden bir kişinin -hele kadınsa- dünya kamuoyunda nasıl karşılanacağını bilmeyen bir insan olmasına rağmen hocalık taslamasıdır. Birisine en fazla polis devleti gözü ile bakılır, ve kendilerinde de olağanüstü hal zamanlarında rastlanır ama diğerine ise "İnsan hakları ihlali" muamelesi yapılır. Bundan sebep, özellikle Şam diyarında kapalı alanlarda recim işlemi gerçekleştirilir. Afganistan da ise insanların çok gözü önün de olmayan yerlerde bu ceza tatbik edilir.
-Zalim Yönetimler
Burada yine boyundan büyük laflar ediyor ve haddini aşıyor. Hisbe gibi İslami bir teşkilatı, diktatörlerin kendilerini halka hatırlatmak için diktiği heykellere benzetiyor ve daha da iğrenç pek çok yakıştırmada bulunuyor.
"İslam'ın saltanat tarihini okuyan insanlar, şunu açık bir şekilde görürler, bu adamların şeriat diye bir derdi yok. Kundakta bebek öldüren, içki içip gelip sabah namazını 4 rekat kıldıran, peygamberin ailesini susuz bırakıp katleden, Abdullah ibni Zubeyr'i katledip Mekke'yi yakıp yıkıp ondan sonra cesedini teşhir eden bu anlayışın şeriatla ne tür bir işi olabilir ki"
Merak ediyorum bir kişi gelse dese ki "Ben içki içiyorum ve içkiyi de bırakamıyorum, benim namazla ne tür bir işim olabilirki" Bu zat o kişiye ne der.
Verdiği örnekleri tek tek inceleyelim, ilk örnekte kastettiği Sultan Muhammed Fatih olmalıdır. Evvela Fatih'in(r.aleyh) bunu yaptığı tartışılan bir hikayedir zira Şehzade Ahmet diye birisi hiç doğmamıştır diyenlerde vardır.
Ama bu olayı doğru kabul etsek bile evet bu ciddi bir cürümdür ama Rasulullah'ın müjdesine mazhar olmakta büyük bir lütüftur. Kimse hatasız değildir, Sultan Fatih'te kendi kardeşini can sıkıntısından öldürmediği gibi tövbe edip etmediğini de bilmiyoruz. Hüsnü zannımız, sahabeye bile nasib olmayan bir fetih ona nasib olduğu ve bütün balkan coğrafyasını fethettiği ve koskocaman bir Bosna halkı onun eli ile hidayet bulduğu için Allah'ın onu affetmesidir.
Bunun dışında Sultan Fatih'in, kendi halkına ne kadar adaletli davrandığı, Rumların bile hakkını koruduğu tarih bilen herkesin malumudur. Uzun Hasan'a gönderdiği mektupta "Memleket yakmak padişahlık değildir" demesi, kendi aleyhine hüküm veren kadıya "Eğer ben padişahım diye lehime hükmetseydin kelleni alırdım" demesi ona dair bazı fikirler sunacaktır.
İçkili şekilde namaza gelip, namazı 4 rekat kıldırma ise Şia uydurması olan bir rivayettir. Müslümanlığı geçtim, Boris Yeltsin dışında şeddeli kafir olan ülkelerin devlet başkanlarını bile hiç içkili halde gördünüz mü?
Abdullah bin Zübeyir olayında ise bir kısım çarpıtmalar vardır, şöyle ki:
Mekke'yi yakıp yıkma, savaştan sonra değil savaş sırasında olmuş bir şeydir. Bunun kaynağı İslam düşmanlığı değil pragmatizmdir. İkinci olarak ortada "Ben Halifeyim" diyen iki kişi arasındaki savaş vardır. Ve Abdullah bin Zübeyir(r.anh) savaş sırasında ölmüştür. Hilafet iddia etmediği halde Zübeyr ve Talha'da(r.anhuma) böyle bir savaşta ölmüştür. Şimdi İmam Ali(r.anh) için ne düşünelim?
Haccac elbette ki zalim bir insandır, ancak bununla beraber öldürülen tek bir Müslüman kadın için koskoca bir ordu göndermiş ve Hindistan'ın çeyreğini fethetmiştir. Bu günkü Pakistan halkı onun vesilesi ile Müslüman olmuştur.
Aynı şekilde Kuteybe bin Muslim (r.anh) komutasındaki ordular onun emri ile Türkistan'ı fethetmiş ve Türkler, İslam'a hızla girmeye başlamıştır. Ve şu muhakkaktır ki onun zulmü ile nam saldığı Irakta bu gün onun gibi bir idareci "Taleal Bedru Aleyna" türküsü ile karşılanacaktır, tıpkı Zulmü ile nam salan 4. Muradın bu gün Türkiye de karşılanacağı gibi...
Kebela olayı ise çok uzun ve tafsilatlı bir konu ama hem bu mesele hem de bununla ilintili olarak Hüseyin Gökalp (Allah selamet versin) hocanın Emeviler ve Endülüs ile alakalı yaptığı birer programın izlenmesini ve "Irak'ın Fethi ve İslamlaşma süreci" eserini okunmasını tavsiye ederim. Ama şu kadarını zikredeyim ki Abdullah bin Ömer(r.anhuma), Yezide biat eden sahabiler arasındadır ve Kerbela'dan sora imkanı olduğu halde biat bozmayanlar arasındadır
Bunun dışında İslam tarihi ve saltanat dönemi bu kişilerden mi ibarettir de Hisbe teşkilatını kuran ümeranın rahatlıkla şeriat gibi bir derdinin olmamasından bahsedilebiliyor?
"Biz sizi kula kulluktan, Allah'a kulluğa davet ediyoruz" sloganı ile giden İslam komutanları -ki neredeyse tamamı Emeviler dönemidir-, Şah İsmail'e "Bize düşen senin zulmünü mazlumlar üzerinden kaldrımak ve padişahlık namsunu yerine getirmektir" diyen Yavuz Sultan Selim, Uzun Hasan'ı Yendiği halde "Biz Müslümanların saltanatını yıkmayı değil küffar ile cihad etmeyi arzuluyoruz" diye perşinden gitmeden geri dönen Muhammed Fatih nedir?
Sultan Alparslan, Malazgirt savaşı öncesi "Ya rabbi sadece senin yolunda cihad ediyorum, sözlerimde hilaf varsa beni kahret" diye mulaanede bulunmuş ve Adnani'nin aksine bu mulaane olumlu netice vermiş, Rum ordusu perişan olmuştu. Hem kendisinin de salihler den kabul ettiği Selahaddin Eyyubi ve Ömer bin Abdulaziz'de, hisbe teşkilatını bizim bildiğimiz şekilde uyguluyordu
Bu bahsi neden bu kadar uzattım, şunun için, bu insanlar hatası ile sevabı ile bu ümmetin emir sahipleriydiler ve pek çoğumuz bu gün bu insanların gayreti vesilesi ile Müslümanız. Şu halde "Bu adamların şeriat gibi bir derdi yoktu" diyen bir insana "Haddini bil" denilmelidir.
Aşırı Tekfir Hastası Ebu Hanzala'nın direk Taliban'ı tekfir ile sözü başlamamasının sebebi, onu az çok dinleyen belki de hakikatını bilmeyen insanları gocutmamak, Türkiye muhalefetine ve Muhafazakar kesime aynı anda şirin gözükmektir. Bunun için "Mazlum halk" edebiyatı ile tekfirde etmeden, tebrikte etmeden kendi kısa aklınca siyasi bir cevap vermiştir. Yukarıda da zikrettiğim gibi, Mursi için "Hak ettiğini buldu" diyen insanın Ömer Faruk Gergerlioğlu'na çiçek göndermesi; Luoai Sakka hakkında ağzını hakaret ve iftira dışında açmayan kişinin DHKPC ve FETÖ davaları için ses yükseltmesi hayra alamet değildir. Şu muhakkak ki vasat menhec üzere olmayanların geleceği nokta ya FETÖ'nün geleceği nokta yada onun aynadaki ters yansıması olacaktır.
Vesselam