Bu yazı, 12 Eylül günü yapılacak olan anayasa oylamasında kendini taraf olarak gören ve ilaveten ‘evet’ oyu vereceğini beyan eden, ‘evet’ oyu vermeye de davet eden Müslümanlara hitap etmektedir. Dolayısıyla böyle bir ‘sorun’u olmayan Müslümanların -vakit kaybı olmaması için- okumaları tavsiye olunmaz.
Değerli Müslüman kardeşim!
İçinde yaşadığımız ülkede bize hükmeden Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiçbir anayasasını biz yapmadık; yapmayı da istemedik. Bu devletin hiçbir anayasası, biz Müslümanların görüşü alınarak da yapılmadı; görüşümüzün sorulmasını da istemedik. Zaten uzun yıllar, görüşümüz önemsenecek bir sıkletin sahibi de olmadık. Şimdilerde artık şartlar biraz değişti. Herkes hangi duvarı niçin yıktığını da, hangi duvarı niçin yaptığını da (tıpkı Musa’ya rehberlik eden alim kul misali) bilmektedir. Fakat bizim duvarlarımızı yıkanlar, yıkmaya da devam edenler, sanki hiçbir şey olmamış gibi, sessiz ve derinden operasyonlarla, tamir etmek istedikleri, anayasasını revize etmek istedikleri sistemlerine bizi de ortak etmek istemektedirler. Böylece Müslüman, koskoca bir Din’i ve ondan neş’et etmiş koskoca bir medeniyeti tarumar eden ve yeryüzünün en aşağı metaıymış muamelesine tabi tutan bölgesel veya küresel bir şebekenin cürmüne ortak edilmiş olacaktır.
Eğer Müslümanlar olarak bizi, bir enkazın kaldırılmasına, sokakların temizliğine, patlayan lağım şebekesinin onarılmasına ortak ederlerse, İslam'la kavgalı bir sistem görüntüsü bitecek, sistemin İslam'la barıştığı kanaati, kent’in en görünür burçlarından çok mahir bir ikiyüzlülükle afişe edilecektir.
Sen de çok iyi bilirsin ki, yeryüzünde İslam'dan daha güçlü bir hayat nizamı yoktur. İslam bir hayat nizamıdır, dünya görüşüdür, siyaset projesidir. İslam bir ideoloji değildir ama bir dünya görüşü, bir hayat nizamı olarak onunla hiçbir ideoloji boy ölçüşemez. Zaten İslam’dan başka bütün ideolojiler de batıldır, hiçbir geçerliliğe sahip değildir. Kısacası İslam sonsuzca azizdir, güçlüdür, kuşatıcıdır, kapsayıcıdır. Ama İslam bir o kadar da ayırt edicidir, tefrik edicidir, bölücüdür, dışlayıcıdır. İslam, Allah'a itaat edenle etmeyen arasında, mü'minle müşrik arasında, Müslümanla kâfir arasında ayrım yapar. Bir aileyi bile akidevî açıdan unsurlara ayırır.
Değerli Müslüman kardeşim!
Demek istiyorum ki, İslam evet çok güçlüdür ve bu sebeple Müslüman da güçlüdür! Müslüman, kendisini yeryüzünün bütün kâfirlerinden daha aziz ve şerefli bilmek zorundadır. Değilse, onun Müslümanlığında hayır yoktur. Dünyanın en kararlı, en sağlam karakterli insanı Müslüman olmalıdır. Bunu sen de bilirsin, unuttuğunu sanmıyorum; sadece, son zamanlarda ağzına fazlaca aldığın özgürlük, insan hakları, çok kültürlülük gibi birtakım ithal kavramlar biraz zihin sağlığını bozdu o kadar…
Eğer İslam'ın ve Müslümanın güçlü/aziz olduğunda hemfikirsek, bir şeyi daha düşünmeni isterim: öncelikle ‘samed’ kelimesini hatırla! Hani Allah'ı ‘samed’ olarak tanımlayan İhlas suremiz var ya… Samed’in anlamı, kendisi hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan ama her şeyin/herkesin kendisine muhtaç olduğu demektir ya, bir Din (yaşam tarzı) olarak İslam da aynen böyle ‘samed’dir. Bütün ideolojilerin bağlıları İslam'a muhtaçtırlar. İslam (dolayısıyla Müslüman) ise onlara hiç muhtaç değildir. Biz sadece cesarete, İslam gibi bir değerin farkında olmaya, imanımızı dilden kalbe indirmeye, harekete, aksiyona, tahammüle, sabra, mangal gibi bir yüreğe muhtacız. Dolayısıyla kâfir bir sistemin şu veya bu işleticilerinin İslam'a, dolayısıyla Müslümana her zaman ihtiyacı vardır ama İslam'ın ve Müslümanın küfür sistemlerine hiçbir zaman ihtiyacı yoktur.
Anayasa oylamasında evet oyu vereceğini beyan etmekle kalmayıp, bütün dindarları da evet demeye davet eden ve -şu anda benim yaptığım gibi- aykırı(!) bir davette bulunan Müslümanları da sivri bir dille inciten ve tahrik eden Müslüman! Bu sesin sana ait olduğuna bir türlü inanamıyorum! İnanamıyorum, çünkü bizler aynı mahallenin insanlarıyız; aynı Kitab’ı okuyoruz, aynı Rasul’ü takip ediyoruz, aynı İslam'ı din olarak seçmişiz. Yıllarca hayatı tevhid-şirk ikileminde değerlendirdik, kalbimizi ve zihnimizi aynı besinle beslemeye çalıştık. Öyleyse sen, anayasa oylamasında nebevî bir duruş gösteren müminleri rencide edecek sözler sarf edemezsin; sen de bu kervana katılamazsın, bu sen olamazsın!
Bir şey ya İslam’dır ya da küfürdür. Bunun ortası olamaz, ben öyle biliyorum… İslamî olmayan sistemler bütün ideolojileri denediler, olmadı. İslam’la ideolojileri uzlaştırmak istediler olmadı. Şu anda elde sadece liberalizm kaldı. Bundan böyle biraz da biz Müslümanları liberalizm fitnesiyle aymazlaştırmak, uyuzlaştırmak istiyorlar. Sen bütün bunları görmüyor olabilir misin?
‘Evet’çilerden bazılarının dediğine göre, anayasa oylamasında evet oyu vermek, sistemin tamamına taraf olmak anlamına gelmezmiş! Sistem bilinçleri yine yerindeymiş ama bu oylamayla mevzi kazanacaklarmış! Buna da Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hılfu’l-fudûl cemiyetine üye olması, Hudeybiye antlaşması gibi faaliyetlerini örnek veriyorlar. Bu ne yaman çelişki böyle kardeşler! Bu nebevî tasarrufları bugüne kadar birçok ılımlı, uzlaşmacı, diyalogcu, Allah’tan çok reel-politiklerden korkan, Allah’tan ziyade, güçlü devletleri memnun etmeyi ilke edinmiş kişi ve cemaatler sakız gibi çiğnediler, hem de hiç Allah’tan korkmadan, hiçbir ilmîlik, tutarlılık ölçüsü aramadan. Şimdi onların eskittikleri için tükürdükleri bu sakızları siz mi çiğneyeceksiniz? Bir zamanlar, zikri geçen ılımlıların bu ciddiyetsizliklerine siz de muhaliftiniz. Onları bu kadar geriden takip etmek hem biraz ayıp kaçmıyor mu?
Değerli kardeşler!
Bazı arkadaşlar, bizim gibi, oylamayı gündemine hiç almayan kimseleri, kimlerle aynı safta olacaklarına dair uyarılarda bulunarak güya içinde bulunduğumuz aymazlığı(!) hatırlatmak suretiyle bizi utandırmaya çalışmaktadırlar. Gerçekten yazık! Hadi diyelim ki ben, CHP ile, Ergenekon ile, belli oranda BDP ile aynı kefeye düştüm, peki siz kendinizi hiç düşünmüyor musunuz? Eğer meseleyi, kimlerle aynı safa düştüğümüz kriteri ile çözeceksek, ben R. Ozan Kütahyalı’nın yalancısıyım, siz de Hülya Avşar’la aynı kefeye düşeceksiniz! Şunu da ben ekliyorum: cinsellik alanında burada daha açık yazamayacağım tercihleri savunan kimi liberal bayan yazarlarla aynı kefeye düşeceksiniz! Ama tek tek saymaya gerek yok, yarıdan fazla çıkacağı tahmin edilen evet oylarının sahipleriyle aynı akideyi mi paylaşıyorsunuz? Sizler, sizinle beraber ‘evet’ oyu verecek olan %50’yi geçeceği tahmin edilen yelpazeyi bir düşünün! Kimler var orada!
Oysa bizler, haksızca itham ettiğiniz gibi, zikri geçen partilerle asla aynı kefeye konamayız çünkü onlar ‘hayır’cılar cephesidir. Biz ise inancının gereği böyle bir oylamayı hiç gündemine almayan müslümanlarız. Eğer illa birileriyle birilerini demokrasinin kefelerinde buluşturacaksak, evet ve hayırcıların buluşması daha makuldür çünkü ortak paydaları demokrasidir. Demokrasiyi kökten reddedenlerle ‘hayır’ oylarıyla onu koruma iddiasında olanlar nasıl aynı kefeye konabilirler? Hasılı, Ergenekona, cuntaya tepki göstereceğim derken Müslümanlar akidevî savrulmalara maruz kalmamalıdırlar.
Aklıma şu takıldı: demek Muhammed (sav) şu an muasırımız olsaydı ve Türkiye'de yaşıyor olsaydı sandık başına gidecek, evet oyu verecekti öyle mi, sırf mevzi kazanmak adına? Eğer Mekke’de, Medine’de yaşıyor olsaydı da, basın-yayın yoluyla bize mesaj gönderecekti ve evet oyu verin diyecekti öyle mi? Vâ esefâ…
Değerli kardeşler!
Tamir edilmiş anayasa kabul gördüğünde Türkiye'de ne değişecek? Değişecek olanı bir de ben söyleyeyim sizlere: TC devletinin görece bir ‘özgürleşme’ye ihtiyacı vardır. Bu, çok acil ve kesinkes hayati önemde bir değişmedir. İnanın ki sizlerin oylarınız sisteme taze kan olacaktır. Rejim, Müslümanların ‘kan’ vermesine muhtaçtır. Zaten bu hep böyle olagelmiştir. Rejimin tıkanan damarlarını açmaya, astımını tedavi etmeye, kabızlığını gidermeye ihtiyaç var ve bu ihtiyacı da en iyi dindar halkın gidereceğini biliyorlar. Sistemin atar ve toplar damarları olan laiklik ve demokrasiyi en iyi ‘dindarlar’ korurlar. Halkına, ayının yavrusunu sevdiği gibi davranan laikçi politikalar artık tutmamaktadır. Artık namaz kılan (ehli kıble) halk, yumuşak, ılımlı laikliği, kent dindarlığını istemektedir. DP, AP, ANAP, RP ve AKP gibi sağcı-muhafazakar partilerin yaptığı hep budur. Rejim ne zaman halkın nazarında meşruiyet tartışması yaşasa, derhal imdadına dindar toplum yetiş(tiril)mektedir. 12 Eylül’de yapılacak olan, bugüne kadar olanların en ileri seviyesidir. Yani rejim gerçek anlamda Müslüman-demokrat kimliğini bulmaya doğru gitmektedir. Bu yapılanların sisteme, Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinden ve Bahçeli’nin MHP’sinden çok çok fazla yararı vardır ve bunu bilenler bilmektedirler. Kısacası, vereceğiniz her (evet) oyu, kent dindarlığına verilmiş güven oyu olacaktır, bilesiniz.
Müslümanların katkılarıyla ve neo-nurcuların, sair ılımlıların başrol oyunculuklarıyla Türkiye'de insan merkezli (antroposentrik) siyaset ve ahlak felsefesi daha güçlü ve kalıcı hale getirilecektir. Türkiye'de liberal demokrasinin kökleşmesi istenmektedir. Bunun İslam'la bir alakasının olmadığını Müslümanlar nasıl göremezler?! Cuntacı, oligarşik düzen belki törpülenecek, haydi diyelim ki sıfırlanacak ama hâkimiyet kayıtsız şartsız halka ait olacak, “Allah'ın hâkimiyeti” mefhumu üzerine, ifna edilen cuntacı oligarşik yapı cesametinde beton dökülecektir. Müslümanlar olarak tevhidî ilkeleri değil de birtakım pratik kaygıları öncelersek, neo-nurcu ve sair ılımlı grupların akıbetine uğramamız kaçınılmazdır.
Kardeşler!
Rabbimizin bir uyarısı var ya, “Hani sizler bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oraya düşmekten sizi O kurtarmıştı” diye. “Birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birbirine ısındırmıştı, O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz” diyordu. “Öyleyse şimdi hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca yapışın ve sakın tefrikaya düşmeyin!” diye müminleri uyarmaktaydı Rabbimiz. Bizler de bu ayetin muhatapları değil miyiz? Bir zamanlar her birimiz cahilî değer yargılarının kirlettiği zihinlere sahip değil miydik? Allah'ın nimeti sayesinde Kur'an’la, İslam’la, Peygamberle tanışmadık mı? Çok ilahlı, çok hurafeli, çok sapık bir çağın girift şirkleriyle malul zihinlere sahip değil miydik? Bizleri geleneksel ve modern şirklerden kurtarıp, saf İslam'la tanıştırdığı için hep birlikte Rabbimize hamd etmedik mi? Bu gerekçeyle, canını Allah yolunda feda etmiş nice müslümanı hep birlikte hayırla yad etmedik mi? Onların isimlerini çocuklarımıza koymadık mı?
Bunun için miydi kardeşler, birbirimizi böylesine suçlayabilmek, birbirimize kulplar takmak için mi yapmıştık bütün bunları? Daha dün bizler, Medine vesikası ve benzeri konuları Muaviye’nin askerleri gibi mızraklarının (kalemlerinin) ucuna takarak bizleri ‘sivil’leştirmeye çalışan kimseleri birlikte eleştirmiyor muyduk? Şimdi neden aynı kavramları mızraklarımızın ucuna biz takıyoruz?
Sözlerimi bitirirken bir küçük hatırlatmada daha bulunmak istiyorum. Taraf gazetesi yazarı Lale Kemal’in “Asker Vuruşarak Kışlasına Çekiliyor” yazısı (Taraf, 11.08.2010), tam da “oligarşiyi geriletme”nin nasıl bir şey olduğunu işleyen harika tespitler içeriyor. Oligarşiyi geriletmek isteyenlerin okuması elzem bir yazı. Lakin aynı yazar, AKP’ye güya güvenemeyen derin devletin AKP’nin şeriat getirme tehlikesi var gibi bir gerekçenin ardına sığınmasının saçmalığını şu tek cümleyle özetlemiş: “Bu ülkeye şeriatı getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez.” Şimdi anayasaya evet demeye davet eden ‘İslamcı’ cepheden, yeni anayasa, AKP ve ona destek veren muhafazakâr gruplar bağlamında bu cümleyi çürütecek bir açıklama yapılabilir mi?
Son söz: Müslümanlar olarak başımızı döndürecek, aklımızı tutacak denli bir gelişme yaşanmamaktadır. Bu kadar telaşa gerek yok. İhtilafımızı Allah’a ve Rasulü’ne döndürmenin tam zamanıdır.
Mehmet DURMUŞ
İKTİBAS DERGİSİ
Değerli Müslüman kardeşim!
İçinde yaşadığımız ülkede bize hükmeden Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiçbir anayasasını biz yapmadık; yapmayı da istemedik. Bu devletin hiçbir anayasası, biz Müslümanların görüşü alınarak da yapılmadı; görüşümüzün sorulmasını da istemedik. Zaten uzun yıllar, görüşümüz önemsenecek bir sıkletin sahibi de olmadık. Şimdilerde artık şartlar biraz değişti. Herkes hangi duvarı niçin yıktığını da, hangi duvarı niçin yaptığını da (tıpkı Musa’ya rehberlik eden alim kul misali) bilmektedir. Fakat bizim duvarlarımızı yıkanlar, yıkmaya da devam edenler, sanki hiçbir şey olmamış gibi, sessiz ve derinden operasyonlarla, tamir etmek istedikleri, anayasasını revize etmek istedikleri sistemlerine bizi de ortak etmek istemektedirler. Böylece Müslüman, koskoca bir Din’i ve ondan neş’et etmiş koskoca bir medeniyeti tarumar eden ve yeryüzünün en aşağı metaıymış muamelesine tabi tutan bölgesel veya küresel bir şebekenin cürmüne ortak edilmiş olacaktır.
Eğer Müslümanlar olarak bizi, bir enkazın kaldırılmasına, sokakların temizliğine, patlayan lağım şebekesinin onarılmasına ortak ederlerse, İslam'la kavgalı bir sistem görüntüsü bitecek, sistemin İslam'la barıştığı kanaati, kent’in en görünür burçlarından çok mahir bir ikiyüzlülükle afişe edilecektir.
Sen de çok iyi bilirsin ki, yeryüzünde İslam'dan daha güçlü bir hayat nizamı yoktur. İslam bir hayat nizamıdır, dünya görüşüdür, siyaset projesidir. İslam bir ideoloji değildir ama bir dünya görüşü, bir hayat nizamı olarak onunla hiçbir ideoloji boy ölçüşemez. Zaten İslam’dan başka bütün ideolojiler de batıldır, hiçbir geçerliliğe sahip değildir. Kısacası İslam sonsuzca azizdir, güçlüdür, kuşatıcıdır, kapsayıcıdır. Ama İslam bir o kadar da ayırt edicidir, tefrik edicidir, bölücüdür, dışlayıcıdır. İslam, Allah'a itaat edenle etmeyen arasında, mü'minle müşrik arasında, Müslümanla kâfir arasında ayrım yapar. Bir aileyi bile akidevî açıdan unsurlara ayırır.
Değerli Müslüman kardeşim!
Demek istiyorum ki, İslam evet çok güçlüdür ve bu sebeple Müslüman da güçlüdür! Müslüman, kendisini yeryüzünün bütün kâfirlerinden daha aziz ve şerefli bilmek zorundadır. Değilse, onun Müslümanlığında hayır yoktur. Dünyanın en kararlı, en sağlam karakterli insanı Müslüman olmalıdır. Bunu sen de bilirsin, unuttuğunu sanmıyorum; sadece, son zamanlarda ağzına fazlaca aldığın özgürlük, insan hakları, çok kültürlülük gibi birtakım ithal kavramlar biraz zihin sağlığını bozdu o kadar…
Eğer İslam'ın ve Müslümanın güçlü/aziz olduğunda hemfikirsek, bir şeyi daha düşünmeni isterim: öncelikle ‘samed’ kelimesini hatırla! Hani Allah'ı ‘samed’ olarak tanımlayan İhlas suremiz var ya… Samed’in anlamı, kendisi hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan ama her şeyin/herkesin kendisine muhtaç olduğu demektir ya, bir Din (yaşam tarzı) olarak İslam da aynen böyle ‘samed’dir. Bütün ideolojilerin bağlıları İslam'a muhtaçtırlar. İslam (dolayısıyla Müslüman) ise onlara hiç muhtaç değildir. Biz sadece cesarete, İslam gibi bir değerin farkında olmaya, imanımızı dilden kalbe indirmeye, harekete, aksiyona, tahammüle, sabra, mangal gibi bir yüreğe muhtacız. Dolayısıyla kâfir bir sistemin şu veya bu işleticilerinin İslam'a, dolayısıyla Müslümana her zaman ihtiyacı vardır ama İslam'ın ve Müslümanın küfür sistemlerine hiçbir zaman ihtiyacı yoktur.
Anayasa oylamasında evet oyu vereceğini beyan etmekle kalmayıp, bütün dindarları da evet demeye davet eden ve -şu anda benim yaptığım gibi- aykırı(!) bir davette bulunan Müslümanları da sivri bir dille inciten ve tahrik eden Müslüman! Bu sesin sana ait olduğuna bir türlü inanamıyorum! İnanamıyorum, çünkü bizler aynı mahallenin insanlarıyız; aynı Kitab’ı okuyoruz, aynı Rasul’ü takip ediyoruz, aynı İslam'ı din olarak seçmişiz. Yıllarca hayatı tevhid-şirk ikileminde değerlendirdik, kalbimizi ve zihnimizi aynı besinle beslemeye çalıştık. Öyleyse sen, anayasa oylamasında nebevî bir duruş gösteren müminleri rencide edecek sözler sarf edemezsin; sen de bu kervana katılamazsın, bu sen olamazsın!
Bir şey ya İslam’dır ya da küfürdür. Bunun ortası olamaz, ben öyle biliyorum… İslamî olmayan sistemler bütün ideolojileri denediler, olmadı. İslam’la ideolojileri uzlaştırmak istediler olmadı. Şu anda elde sadece liberalizm kaldı. Bundan böyle biraz da biz Müslümanları liberalizm fitnesiyle aymazlaştırmak, uyuzlaştırmak istiyorlar. Sen bütün bunları görmüyor olabilir misin?
‘Evet’çilerden bazılarının dediğine göre, anayasa oylamasında evet oyu vermek, sistemin tamamına taraf olmak anlamına gelmezmiş! Sistem bilinçleri yine yerindeymiş ama bu oylamayla mevzi kazanacaklarmış! Buna da Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hılfu’l-fudûl cemiyetine üye olması, Hudeybiye antlaşması gibi faaliyetlerini örnek veriyorlar. Bu ne yaman çelişki böyle kardeşler! Bu nebevî tasarrufları bugüne kadar birçok ılımlı, uzlaşmacı, diyalogcu, Allah’tan çok reel-politiklerden korkan, Allah’tan ziyade, güçlü devletleri memnun etmeyi ilke edinmiş kişi ve cemaatler sakız gibi çiğnediler, hem de hiç Allah’tan korkmadan, hiçbir ilmîlik, tutarlılık ölçüsü aramadan. Şimdi onların eskittikleri için tükürdükleri bu sakızları siz mi çiğneyeceksiniz? Bir zamanlar, zikri geçen ılımlıların bu ciddiyetsizliklerine siz de muhaliftiniz. Onları bu kadar geriden takip etmek hem biraz ayıp kaçmıyor mu?
Değerli kardeşler!
Bazı arkadaşlar, bizim gibi, oylamayı gündemine hiç almayan kimseleri, kimlerle aynı safta olacaklarına dair uyarılarda bulunarak güya içinde bulunduğumuz aymazlığı(!) hatırlatmak suretiyle bizi utandırmaya çalışmaktadırlar. Gerçekten yazık! Hadi diyelim ki ben, CHP ile, Ergenekon ile, belli oranda BDP ile aynı kefeye düştüm, peki siz kendinizi hiç düşünmüyor musunuz? Eğer meseleyi, kimlerle aynı safa düştüğümüz kriteri ile çözeceksek, ben R. Ozan Kütahyalı’nın yalancısıyım, siz de Hülya Avşar’la aynı kefeye düşeceksiniz! Şunu da ben ekliyorum: cinsellik alanında burada daha açık yazamayacağım tercihleri savunan kimi liberal bayan yazarlarla aynı kefeye düşeceksiniz! Ama tek tek saymaya gerek yok, yarıdan fazla çıkacağı tahmin edilen evet oylarının sahipleriyle aynı akideyi mi paylaşıyorsunuz? Sizler, sizinle beraber ‘evet’ oyu verecek olan %50’yi geçeceği tahmin edilen yelpazeyi bir düşünün! Kimler var orada!
Oysa bizler, haksızca itham ettiğiniz gibi, zikri geçen partilerle asla aynı kefeye konamayız çünkü onlar ‘hayır’cılar cephesidir. Biz ise inancının gereği böyle bir oylamayı hiç gündemine almayan müslümanlarız. Eğer illa birileriyle birilerini demokrasinin kefelerinde buluşturacaksak, evet ve hayırcıların buluşması daha makuldür çünkü ortak paydaları demokrasidir. Demokrasiyi kökten reddedenlerle ‘hayır’ oylarıyla onu koruma iddiasında olanlar nasıl aynı kefeye konabilirler? Hasılı, Ergenekona, cuntaya tepki göstereceğim derken Müslümanlar akidevî savrulmalara maruz kalmamalıdırlar.
Aklıma şu takıldı: demek Muhammed (sav) şu an muasırımız olsaydı ve Türkiye'de yaşıyor olsaydı sandık başına gidecek, evet oyu verecekti öyle mi, sırf mevzi kazanmak adına? Eğer Mekke’de, Medine’de yaşıyor olsaydı da, basın-yayın yoluyla bize mesaj gönderecekti ve evet oyu verin diyecekti öyle mi? Vâ esefâ…
Değerli kardeşler!
Tamir edilmiş anayasa kabul gördüğünde Türkiye'de ne değişecek? Değişecek olanı bir de ben söyleyeyim sizlere: TC devletinin görece bir ‘özgürleşme’ye ihtiyacı vardır. Bu, çok acil ve kesinkes hayati önemde bir değişmedir. İnanın ki sizlerin oylarınız sisteme taze kan olacaktır. Rejim, Müslümanların ‘kan’ vermesine muhtaçtır. Zaten bu hep böyle olagelmiştir. Rejimin tıkanan damarlarını açmaya, astımını tedavi etmeye, kabızlığını gidermeye ihtiyaç var ve bu ihtiyacı da en iyi dindar halkın gidereceğini biliyorlar. Sistemin atar ve toplar damarları olan laiklik ve demokrasiyi en iyi ‘dindarlar’ korurlar. Halkına, ayının yavrusunu sevdiği gibi davranan laikçi politikalar artık tutmamaktadır. Artık namaz kılan (ehli kıble) halk, yumuşak, ılımlı laikliği, kent dindarlığını istemektedir. DP, AP, ANAP, RP ve AKP gibi sağcı-muhafazakar partilerin yaptığı hep budur. Rejim ne zaman halkın nazarında meşruiyet tartışması yaşasa, derhal imdadına dindar toplum yetiş(tiril)mektedir. 12 Eylül’de yapılacak olan, bugüne kadar olanların en ileri seviyesidir. Yani rejim gerçek anlamda Müslüman-demokrat kimliğini bulmaya doğru gitmektedir. Bu yapılanların sisteme, Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinden ve Bahçeli’nin MHP’sinden çok çok fazla yararı vardır ve bunu bilenler bilmektedirler. Kısacası, vereceğiniz her (evet) oyu, kent dindarlığına verilmiş güven oyu olacaktır, bilesiniz.
Müslümanların katkılarıyla ve neo-nurcuların, sair ılımlıların başrol oyunculuklarıyla Türkiye'de insan merkezli (antroposentrik) siyaset ve ahlak felsefesi daha güçlü ve kalıcı hale getirilecektir. Türkiye'de liberal demokrasinin kökleşmesi istenmektedir. Bunun İslam'la bir alakasının olmadığını Müslümanlar nasıl göremezler?! Cuntacı, oligarşik düzen belki törpülenecek, haydi diyelim ki sıfırlanacak ama hâkimiyet kayıtsız şartsız halka ait olacak, “Allah'ın hâkimiyeti” mefhumu üzerine, ifna edilen cuntacı oligarşik yapı cesametinde beton dökülecektir. Müslümanlar olarak tevhidî ilkeleri değil de birtakım pratik kaygıları öncelersek, neo-nurcu ve sair ılımlı grupların akıbetine uğramamız kaçınılmazdır.
Kardeşler!
Rabbimizin bir uyarısı var ya, “Hani sizler bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oraya düşmekten sizi O kurtarmıştı” diye. “Birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birbirine ısındırmıştı, O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz” diyordu. “Öyleyse şimdi hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca yapışın ve sakın tefrikaya düşmeyin!” diye müminleri uyarmaktaydı Rabbimiz. Bizler de bu ayetin muhatapları değil miyiz? Bir zamanlar her birimiz cahilî değer yargılarının kirlettiği zihinlere sahip değil miydik? Allah'ın nimeti sayesinde Kur'an’la, İslam’la, Peygamberle tanışmadık mı? Çok ilahlı, çok hurafeli, çok sapık bir çağın girift şirkleriyle malul zihinlere sahip değil miydik? Bizleri geleneksel ve modern şirklerden kurtarıp, saf İslam'la tanıştırdığı için hep birlikte Rabbimize hamd etmedik mi? Bu gerekçeyle, canını Allah yolunda feda etmiş nice müslümanı hep birlikte hayırla yad etmedik mi? Onların isimlerini çocuklarımıza koymadık mı?
Bunun için miydi kardeşler, birbirimizi böylesine suçlayabilmek, birbirimize kulplar takmak için mi yapmıştık bütün bunları? Daha dün bizler, Medine vesikası ve benzeri konuları Muaviye’nin askerleri gibi mızraklarının (kalemlerinin) ucuna takarak bizleri ‘sivil’leştirmeye çalışan kimseleri birlikte eleştirmiyor muyduk? Şimdi neden aynı kavramları mızraklarımızın ucuna biz takıyoruz?
Sözlerimi bitirirken bir küçük hatırlatmada daha bulunmak istiyorum. Taraf gazetesi yazarı Lale Kemal’in “Asker Vuruşarak Kışlasına Çekiliyor” yazısı (Taraf, 11.08.2010), tam da “oligarşiyi geriletme”nin nasıl bir şey olduğunu işleyen harika tespitler içeriyor. Oligarşiyi geriletmek isteyenlerin okuması elzem bir yazı. Lakin aynı yazar, AKP’ye güya güvenemeyen derin devletin AKP’nin şeriat getirme tehlikesi var gibi bir gerekçenin ardına sığınmasının saçmalığını şu tek cümleyle özetlemiş: “Bu ülkeye şeriatı getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez.” Şimdi anayasaya evet demeye davet eden ‘İslamcı’ cepheden, yeni anayasa, AKP ve ona destek veren muhafazakâr gruplar bağlamında bu cümleyi çürütecek bir açıklama yapılabilir mi?
Son söz: Müslümanlar olarak başımızı döndürecek, aklımızı tutacak denli bir gelişme yaşanmamaktadır. Bu kadar telaşa gerek yok. İhtilafımızı Allah’a ve Rasulü’ne döndürmenin tam zamanıdır.
Mehmet DURMUŞ
İKTİBAS DERGİSİ