418: Bedelli Askerliğin Hükmü
SORU:
Es selamu Aleykum değerli hocam nasılsınız. Allah azze ve celle ilminizi arttırsın. Hocam şuan bedelli askerlik meselesi çoğu insanın kafasını karıştırmış durumda. Yapmaya niyetli olan Kardeşlerin sayısı oldukça fazla ve cevaz da aldıklarını söylüyorlar. Siz daha önce cevap vermiştiniz ama bu sefer kapsamlı bir yazı olmasını istiyorum ki kafadaki şüpheleri gidersin... Allah'ın izniyle. Bedelli askerlik yapmak isteyenlerin savundukları konular şunlardır;
1- Şu an mevcut sistem yöneticileri bundan sonra bedelli askerliğin yürürlükten kalkacağını söylüyorlar ve askerlik sisteminin komple değisecegini söylüyorlar. Kafalarındaki sistem şöyle zorunlu askerlik 3 ay olacak ondan sonra 6 ay isteğe bağlı askerlik olacak yapmak isteyen 6 ay asgari ücret alıp askerlik yapacak. Yapmak istemeyen evine gidip 6 ay boyunca devlete asgari ücret ödeyecek.
İşte bu sebepten dolayı bedelli askerlikten sonra hala askere gitmeyenleri zorla askere götürebilirler düşüncesi var bazı insanlarda. Çünkü bedelli askerlik çıkma ihtimali varken kontrol noktalarında yakalanıldıgında çok sorun olmuyordu. Para cezası, bazen mahkemeye gidiliyordu. Yoklama kaçaklarını zorla askere götürmeleri nadir olarak yaşanıyordu. Bundan sonra zorla götürülme olasılığı yüksek. Zorla götürülüp savaş ortamına gireceğime sadece eğitim alırım daha iyi diyorlar...
2- 21 günlük askerlikte savaşma ihtimali yok. Tağutun bir gücüde olmuyorsun. Sadece eğitim aliyorsun, yemin törenine toplu olarak katılıyorsun o yüzden törende başka şeyler de söyleyebilirsin.
3- Asker kaçağı olanlar her yerde çalışamıyor. Şuan Türkiye'de sigorta yapma zorunluluğu var iş yerlerinde ve asker kaçaklarını genelde almıyorlar. Yurt genelinde kontrol noktaları çoğaldığı için bulunduğu yerin pek dışına çıkamıyorlar. Bu ve buna benzer sebepler nedeniyle cevaz verenler var.
(Gücünüz yettiği miktarda Allah'tan korkun... Al-i İmran)
4- Kesilmiş para cezaları var askerlikten dolayı, devam eden mahkemeler var. Bedelli askerlik yapıldığında bunlar da iptal oluyor.
5- Zararı az olan musibetle zararı çok olanı def etme...
(Fethul bari enbiyalar bölümünde ibrahim aleyhisselam kissasinda zalim kral ibrahim aleyhisselama sara annemizin kim olduğunu sorduğunda O da onun Kız kardeşi olduğunu söylemiştir.... İbni hacer zararı az olan musibetle zararı çok olanı def etme kuralından bahsetmektedir...) Burada 21 günlük eğitimle içerisinde savaşma ihtimalinin de bulunduğu ve 1 yıl olan askerliği bertaraf etme imkanı var.
Şimdi hocam bizim sormak istediğimiz meseleler şunlardır;
1- 21 gün eğitim almak ta tağuta normal askerlik yapmak gibi açik bir şekilde küfür bir amelmidir yoksa bizatihi küfür olmayan ancak içerisinde haram olan veya yapıldığında veya söylendiğinde küfür olan ameller barındıran bir amelmidir. Yani gitmekte ruhsatın olduğu gitmemenin ise azimet olduğu bir amelmidir.
2- Bu mesele ictihada açık bir meselemidir. Açık bir mesele ise farklı fetvalarla amel edilebilir. İctihada açık değilse ehil olmayan kimselerin fetvalariyla amel eden insanların durumu ne olur?
CEVAP:
Ve aleykumusselam ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur.
Muhterem kardeşim, zamanımızda İslam ümmetine hayatının her alanında isabet eden değişik musibetlere baktığın zaman hepsinin aynı tek sebebe döndüğünü göreceksin… İslam şuurunun ve bu şuuru şekillendiren İslam şeriatının Müslümanların hayatından çıkması ve çıktığı ölçüde Cahiliyenin Müslümanların her alanda hayatına hâkim olması. Müslümanlar İslam şeriatından uzaklaştıkça Cahiliyenin sunduğu çözüm yollarına daha da çok yöneliyorlar ve kurtuluşu bu yolları yürümekte zannediyorlar. Bu tercihin cezası olarak dünya hayatında korku, sıkıntı, darlık ve huzursuzluk yaşıyorlar. Kişinin zahir dünya hayatı nimetler içinde geçse de, açlık, fakirlik ve evsizlik nedir bilmese de kalbi darda ve huzursuzluk içinde oluyor. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Her kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, gerçekten ona dar bir geçim vardır ve onu Kıyamet Günü kör olarak haşrederiz.” (Taha 124)
Ve musibetlerin düşmesi kişinin kendi eliyle yaptığından başka nedir?
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onlar hakka dönerler.” (Er-Rum 41)
وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ
“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Eş-Şura 30)
Daha önce defalarca yazdığım gibi İslam şeriatının ikamesi ve tahkimi, bunun için çalışmak ve yaşamak Müslümanın kendi ihtiyarına kalmış bir nafile değildir. Bilakis Müslümanın varlığında ve hayatında en önemli ve esasi iştir. Çünkü İslam şeriatının varlığı İslam’ın varlığı, İslam şeriatının hâkimiyeti İslam’ın hâkimiyeti, İslam şeriatının yokluğu İslam’ın yokluğu ve İslam şeriatının zayıflığı İslam’ın zayıflığı demektir. Hayatın her alanında. Bilakis biz İslam şeriatını hâkim kılmak için yaratıldık. Zira Rabbimize Onun dilediği gibi kulluk edebilmemiz ancak İslam şeriatıyla mümkündür. O ise kendisiyle beraber gayrısını asla kabul etmez.
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Yoksa cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Yakîn sahibi bir toplum için kimin hükmü Allah’ın hükmün daha güzel olabilir?” (El-Maide 50)
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ. إِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ. هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Sonra seni dinde apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma. Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiçbir faydaları olamaz. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisi, dostlarıdır. Allah ise muttakilerin velisidir. Bu insanlara yol gösteren, yakîn sahibi toplum için de hidayet ve rahmettir.” (
El-Casiye 18-20)
فَذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
“İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Artık haktan sonra delaletten başka ne vardır? O halde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz?” (Yunus 32)
Her Müslüman gücü ve imkânları dâhilinde dinin ikâmesi ve tahkimi için çalışma zorundadır. Dediğim gibi bu bir nafile, bir farza ziyade fazilet değildir. Bilakis farzların en önemlisi ve en acilidir.
Değerli kardeşlerim! İslam ümmeti küfrün büyük bir saldırısı karşısındadır. Asrımızın marekesi burada vaki oluyor. Allah’ın orduları ve şeytanın orduları zamanımızın bu melhemesinde karşılaşıyorlar. Bir taraf, Allah’ın dostları, Allah celle ve ala’nın Rasulüne
(sallallahu aleyhi vesellem)’e inzal buyurduğu masum ve kâmil İslam şeriatını hâkim kılmak için, adaleti ve marufu yeryüzüne yaymak ve tahkim etmek için savaşıyorlar, öldürüyorlar ve öldürülüyorlar. Diğer taraf, şeytanın dostları, cahiliye nizamını ikame etmek, küfür kanunlarını tahkim etmek ve insanları her türlü fesat ve münkere düşürmek için, bütün dünya halkını dini ve ahlaki bütün değerlerden soyutlanmış ibahî bir topluma çevirmek için bütün güçlerini ve imkânlarını kullanıyorlar. Bunun için zulmediyorlar, eziyorlar, savaşıyorlar, öldürüyorlar ve öldürülüyorlar.
الَّذِينَ آمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.” (En-Nisa 76)
Şimdi, değerli kardeşim sen bana tağutun yolunda savaşan bir ordunun bedelli askeri olmanın caiz olup olmadığını soruyorsun. Allah şahittir ki Türkiye’deki bütün Müslüman kardeşlerimi Allah için seviyorum. Size söylediğim bazı sözleri sizi üzmek için, sizi küçümsemek ve değersiz yapmak için söylemiyorum. Bilakis din kardeşi olduğumuz için, size değer verdiğim için ve üzerimde çok haklarınızın olduğunu itiraf ettiğim için söylüyorum. İyiliğe iyilikle karşılık vermek için, size teşekkürümü ifade etmek için ve tüm hayırların tek rehberi olan Muhammed
(sallallahu aleyhi vesellem)’in
“Din nasihattır” buyruğuna dâhil olmak için söylüyorum. Beni dostunuz olarak kabul edin ve
“Dost acı söyler”sözünü benim için kabul edin.
Türkiye’deki değerli Müslüman kardeşlerim! Askerden kaçmanın büyük sıkıntı verdiğini ve birçok cihetten sizi darlığa soktuğunun farkındayım. Bundan ötürü gerçekten bir zorluk içindesiniz. Her kolaylığı beyan etmiş olan İslam şeriatının mümkün kıldığı kolaylıkları hep arıyoruz. Müslümanlar için şeriatın itibar ettiği her kolaylığı değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu mevzuda da kâmil dinimizin sunduğu bir kolaylık varsa beyan etmek ve Müslümanlara sunmak istiyoruz. Ama kapınızı çalan musibetin farkında olun! Siz de biliyorsunuz, bütün kâfir milletler tevhid ve şeriat için mücadele veren mucahitlere karşı İdlip’te birleştiler. Yeryüzünde dünya Müslümanlarına kapı açan, hicret imkânı sağlayan, geriye kalmış tek toprak parçasını necis bedenleriyle kirletmek istiyorlar. Burada devam eden ve büyük yarınlara bakan İslam mücadelesinin önünü kesmek istiyorlar. Bu habis emellerini boşa çıkarmak için, küfrü ve Rabbimize karşı azgınlıklarını durdurmak için, dünya Müslümanlarına güvende olacakları bir yuva sağlayabilmek için mucahitler kalkmış ve savaş için yerlerini alıyorlar. Siz de bizim yanımızda olmanız gerekmez mi? Hususen size o kadar ihtiyaç duyduğumuz şu zamanda. Bunu daha önce de çok söyledim. Kiminiz bundan ötürü bana kızdı, kiminiz kötüledi ve kiminiz çizdi. Kiminiz Tarık Suriye’de olmayan herkese fasık diyor dedi ve kiminiz dedi ve dedi. İşte yine diyorum. Kardeşlerim, Suriye’de cihad etmek üzerinize farzdır. Size ihtiyacımız var. Şeri mazereti olmayan her mükellef erkek Müslüman Rabbine isyandadır. Allah için! Kendinize gelin! Mübarek Şam topraklarında ümmetin yiğitleri büyük melhame için yerlerini alırken kâfir, mürted Türk ordusunda asker olmak da nedir?
Ve varsayalım ki İslam şeriatı bu münkere ikdam etmeye
(TSK’da bedelli asker olmaya) ruhsat veriyor… Ne için? Ne için ilahi tahfiften istifade edeceksiniz? Türkiye’ye daha da derin çakılmak için mi? Bugüne kadar tadamadığınız dünya zevklerini tatmak için mi? Türkiye’de daha rahat dolaşabilmek için mi? Bugüne kadar çalışamadığınız işlerde çalışmak için ve alamadıklarınızı almak için mi? Hâlbuki ruhsatlar Allah celle ve ala’nın kullarına merhameti ve şefkatidir. İlahi emre itaati kolaylaştırmak için verilmiştir. Allah’ın şefkatini emrini terk etmek için kullanmaktan çekinmeyecek misiniz? Allah subhanehu ve Teâlâ’nın merhametini su istimal etmek cezayı müstahak kılmayacak mı? Allah’ın emrini ne uğruna terk ettiyseniz onunla cezalandırmaktan korkmayacak mısınız?
Bakın size bir örneğini hemen vereyim. TSK Suriye’de ilk gözlem noktalarını kurmaya başladığında bazı kardeşler
“Biz türk askerleriyle beraber ribat tutmaya gelmedik. Burada cihad bitti. Sahayı sattılar”demeye başladılar. Bu kardeşlere böyle bir durumun asla olmadığını demiş olsak da, bugüne kadar hiçbir yerde bir mucahid dahi bir türk askeriyle bir noktada beraber durmamıştır demiş olsak da, bilakis TSK’nın gözlem noktaları hepsi mucahitlerin ribat noktalarından çok uzak ve arkasında olduğunu demiş olsak da, bu kardeşler türk askeriyle sözde beraber olmamak için cihadı terk ettiler ve Türkiye’ye döndüler. Şimdi aynı kardeşlerin bedelli askerlik için fetva sorduklarını görüyoruz. Dün kilometrelerce uzaklıkta olan TSK noktalarına tahammül etmeyi itikadî bozukluk olarak kabul eden ve bunun için cihadı ve mucahitleri yüz üstü bırakanlar bugün TSK’nın askeri olmak için fetva sormaktan utanmıyorlar.
Değerli kardeşlerim, nasıl bir musibetle ve imtihanla karşı karşıya olduğunuzu görün! Mübarek Şam cihadını ve yiğit mucahitlerini her bir fırsatta kötüleyen, hazırda cihadı gayri meşru ve bir fesat olarak gören, Erdoğan ve laik, demokrat hareketini desteklemeyi tek çözüm olarak kabul eden ve telkin eden, velasını ve berasını buna bina etmiş olan din tüccarlarının peşine mi takılacaksınız artık? Onların tek derdi kendi şahsi çıkarlarını korumak ve sizden gelen maddi yardımların devamını güvence altına almaktır. Allah için bakın! Bedelli askerlik için size fetva veren bu hocalar Türkiye’de tevhidin ve şeriatın tahkimi için ne yapıyorlar? Askerlikten kaçmayı kastederek sizi mücadeleden hapseden bu kelepçeyi açın ve sökün atın derken sizi Türkiye’de Müslümanların temkinini oluşturmak için istidada mı çağırıyorlar yoksa Türkiye’de daha kolay ve rahat bir hayat yaşayabilmenin şartlarını oluşturmaya mı çağırıyorlar? Dilin kemiği yoktur. Yaldızlı sözlerinin ve vaatlerinin arkasında gizlenen gerçek eylemlerine bakın!
Evet! Türkiye’deki değerli Müslüman kardeşlerim. Dediğim gibi
“Dost acı söyler”. Bu sözleri dostunuz olan, dünyanızdan evvel ahiretinizi dert edinmiş olan bir dostunuzdan gelen nasihat ve samimi bir ikaz olarak kabul edin. Allah cümlemizi korusun, muhabbetini ve rızasını kazandıracak amellere koşmaya ve öfkesini ve uzaklığını kazandıracak amellerden içtinap etmeye hidayet etsin. Amin
Sonra, sualin cevabına gelince, önemli bir konu olduğu için bazı ayrıntılara girmemiz kaçınılmaz olacak. Cevabı mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalışacağım ama cevabın anlaşılması için gerekli olan yerleri tafsili izah etmem lazım gelecektir. Böyle olmayan yerleri zikretmekle yetineceğim. Dileyenler bu yerlerle alakalı tafsilatı hocalarından sual etsinler. Soruda sual edilen her konuya cevap vermeye çalışacağım inşallah. Ayrıca konuların daha kolay anlaşılması için konuyu adım adım ve soru cevap şeklinde izah edeceğim inşallah. Hidayet ve tevfik yalnız Allah’tandır. Rabbim hakka muvaffak kılsın. Amin
Birinci mesele: Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)’nin hükmü nedir?
İslam şeriatında eşyaya hüküm iki kısımdır: Zatında hüküm alan ve gayrisinden ötürü hüküm alan. İlkine Şâri iptidaen ve asaleten hüküm vermiştir. İkincisine Şâri iptidaen ve asaleten değil haricinden o eşyaya dâhil olan ârizî bir sebepten ötürü hüküm vermiştir.
Birkaç misal ile maksud vazıh olur:
Domuz eti da haramdır ve ölü koyun eti de haramdır. Lakin domuz eti li zatihi haramdır. Ölü koyun eti ise li gayrihi haramdır. Yani domuzu Şâri zatında haram kılmıştır. Dolayısıyla her halde haramdır. Ancak zaruret domuz etini mubah kılar. Ama koyunu Şâri zatında haram kılmamıştır. Ölü koyunun haram olmasının sebebi zatında var olan kabihlikten değil mesela muşrikin kesmiş olması gibi veya Allah’ın adı anılmadan kesilmiş olması gibi haricinden dâhil olan ârizî kabihlikten ötürüdür.
Veya hayız kanı da necistir idrarın galip geldiği su da necistir. Lakin hayız kanı zatında necistir ama su aslen necis değildir. Ona karışmış ve galip gelmiş idrar sebebiyle necis olmuştur.
Veya mürtedi öldürmek zatında meşrudur. Ama asli kâfiri asaleten değil Müslümanlara dilinden veya elinden gelen zarar sebebiyle öldürmek meşru olur. Ama dilinden veya elinden zarar gelmiyorsa öldürülmesi aslen meşru değildir.
Konumuz olan TSK’ya gelince bir ordudur, yani silahlı bir kuvvettir. Ordu mefhumunun kendisine Şâri hüküm vermemiştir. Yani bir ordunun hükmü domuzun hükmü gibi değildir. Lakin ordunun hakikatini oluşturan, ondan ayrılmayan cüzünü, sıfatını Şâri beyan etmiştir. Bu manada Şâri ordunun zatına hüküm vermiştir. Yani bu sıfat ordunun hükmünü belirleyici vasıftır demiştir.
Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَ ظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنا لا يُرْجَعُونَ.فَأَخَذْناهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْناهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كانَ عاقِبَةُ الظَّالِمِينَ
“O ve ordusu yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!” (El-Kasas 39,40)
Allame ibni Aşur rahimehullah ayetin tefsirinde şöyle diyor:
“جُنُودُهُ (cunuduhu, ordusu) yani tabileri. Firavunun büyüklük taslaması asıldır. Onların büyüklük taslamaları onun büyüklük taslamasına tabidir. Çünkü onlar ona tabi oluyorlar ve inançlarını ondan alıyorlar.” (Et-Tahriru ve’t-Tenvir, el-Kasas 39.ayetin tefsirinde)
O halde bir ordunun hükmünü belirleyen zati sıfat hizmet ettiği, koruduğu ve egemenliğini infaz ettiği tarafa hükümde tabi olmasıdır.
TSK yaptırım gücünü Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından alan, Başkomutanı Türkiye Büyük Millet Meclisi adına cumhurbaşkanı tarafından temsil edilen, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumakla görevli olan, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Bakanlar Kuruluna karşı sorumlu olan askeri kuvvettir.
(www.tsk.tr,TSK hakkında,Görevi kısmına bak)
Binaen aleyh Türk Silahlı Kuvvetleri hizmet ettiği, koruduğu ve egemenliğini infaz ettiği laik Türkiye Cumhuriyeti Devletine hükümde tabidir. Yani kâfir, mürted bir ordudur.
Bu hükmü şeyhimiz Ebu Katade
(hafizahullah)’da Fırat Kalkanı’yla alakalı fetvasında tasrih etmiştir. Şöyle diyor:
“Türk ordusu laik bir ordudur. Ve Türkiye’nin yöneticisi Erdoğan laik bir yöneticidir.”
Ve şöyle diyor:
“Türk ordusu laik bir ordudur. Kendi ülkesinde olduğu gibi bu şirk dininin yani laikliğin hükümlerini ikame ediyor. Bu dinin küfür ve şirk olduğunda Müslüman şüphe etmez.”
Ve şöyle diyor:
“Doğruluğuna itikat ettiğim hüküm ve insanların icma ettiği hüküm şu ki, kim laik, mürted Türk ordusunun sancağı altında savaşmak için Fırat Kalkanına katılırsa hükümde Türk ordusunun misli kâfir mürted olur. Ve kim başka şerî bir amaç için katılırsa o amacına göre hüküm alır. Fırat Kalkanına katılanların halleri farklı olduğu için herkese aynı hükmü vermeyiz.”
İkinci mesele: TSK’nın hükmünde müessir vasıf nedir? Veya TSK’ya hükümde illet nedir?
TSK için küfür hükmünü iktiza eden illetler birden fazladır. Bunlardan bazıları zatî sıfatından tevellüt eden ve ayrılmaz sıfatlardır. Bazıları haricinden dâhil olmuş ârizî ve zatında küfür olan sıfatlardır. Bazıları da haricinden dâhil olmuş ârizî ve küfre vasıl sıfatlardır. Racih görüşe göre bir hükmün dayandığı illetler müteaddid olabilir. Mesela İmam Ahmed rahimehullah’ın ölü domuz için “bu iki cihetten haram olmuştur” demesi gibi. Bir cihetten domuz olduğu için haramdır ve diğer cihetten meyte olduğu için haramdır. Bunun gibi TSK birçok cihetten kâfir olan bir ordudur.
Bir: Zatî sıfatından tevellüt eden lazimî illetler: Tağutun yolunu tashih ve ikrar etmesi, Tağuta dost olması, Tağutu Müslümanlara karşı müdafaa etmesi, Tağuta itaate mucbir olması, laik olması
İki: Haricinden dâhil olmuş zatında küfür olan ârizî illetler: Teşri etmesi, kendi teşri ettiğine itaate icbar etmesi, Tağut yolunda savaşması
Üçüncü mesele: TSK’da asker olmanın hükmü nedir?
TSK’da asker olmanın hükmünü birkaç cihetten izah etmek mümkündür:
Birinci cihet: TSK’da asker olmak asıl itibariyle haramdır. Zira kişinin küfre ikdam etmesi haramdır. Velev ki kişi TSK’da mevcut olan bütün küfürlerden imtina edebilse de yine TSK’da asker olması haramdır. Çünkü TSK bünyesinde mevcut olan ve uygulanan bütün küfür ve haramlara kendisini bilerek arz etmiş olur. Bu haramdır. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ
“Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (el-Bakara 195)
Ama TSK’yı tashih ederek, tasvib ederek ve ihtiyar ve kabul ile asker olmak küfürdür. Çünkü küfrü tashih etmek, razı olmak küfürdür. Ayrıca TSK saflarında savaşçı olmak küfürdür. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ
“Kâfir olanlar tağut yolunda savaşırlar” (en-Nisa 76)
İkinci cihet: TSK şeriattan mumteni bir fırka olma hasebiyle fırka itibariyle kâfirdir. Fertlere ulaşma imkânımız olmadığından dolayı fertlerin hallerini araştırmakla mükellef değiliz. İmam ibni Teymiyye rahimehullah
“Mümteni olana istitabe yapılmaz. İstitabe sadece makdurun aleyh olana (güç yetirilene) yapılır” der. Bunun için TSK askerlerinde asıl olan kâfir olmalarıdır.
Üçüncü cihet: İslam şeriatında hüküm zahire göredir. Dolayısıyla TSK’ya mensup bütün askerler zahiren kâfirdir. Lakin hallerini bildiğimiz bazı fertlerden küfür hükmünü engelleyecek ve varlığından haberdar olduğumuz şeran muteber maniler varsa bunları işletmek şeran vaciptir. Zira zahirle hüküm zannı galiptir. Ama yakinî bilginin yanında zanna iltifat edilmez. Zanla yakîn zail olmaz. Ama zatında küfür sahibi olanlar zahiren ve batinen kâfirdir. Mesela TSK da askerliği ihtiyaren yapanlar, TSK’yı tasvib ve ikrar edenler, TSK’da uygulanan küfürleri ihtiyaren icra edenler, itaat edenler, namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar vb. terki küfür veya irtikâbı küfür olan söz veya fiiller işleyenler veya savaşanlar gibi. Bu askerlerde küfür hükmü sırf zahiren değil batinen de mevcuttur.
Dördüncü mesele: 3 Ağustos 2018 de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan bedelli askerliğin mahiyeti nedir?
Evvela şu bilinmelidir ki her bedelli askerliğin şartları farklı olabilir. Bugüne dek beş bedelli askerlik çıkmıştır. Her birinin şartları diğerinden farklı olmuştur. Bizim mevzubahis ettiğimiz bedelli askerlik 2018 tarihli güncel olanıdır. Bu yazıda bedelli askerlik için söylediklerim sadece bu bedelli askerlik için geçerlidir.
3 Ağustos 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7146 nolu kanun, Madde 2 altında
“Geçici Madde 55” de şöyle diyor:
“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte her ne sebeple olursa olsun henüz fiilî askerlik hizmetine başlamamış ve 1 Ocak 1994 tarihinden (bu tarih dâhil) önce doğan 1076 sayılı Kanun ile bu Kanuna tabi yükümlüler; istekleri hâlinde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde askerlik şubelerine veya yurt dışı temsilciliklerine başvurmaları, 15.000 Türk lirası veya Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuruna göre ödeme tarihindeki karşılığı kadar konvertibl yabancı ülke parasını defaten ödemeleri ve 21 gün temel askerlik eğitimini yerine getirmeleri şartıyla askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılırlar.”
Ve İHA’nın haberinde şöyle deniliyor:
“Bedelliden yararlanacakların alacağı eğitime ilişkin de askeri kaynaklardan, “Askerlik hizmetini yapan bütün gençlerimizin aldığı temel eğitimleri alacaklar. Normalde bu eğitimin süresi 28 gündür. Bedelliden yararlanacaklar için bu süre 21 olarak belirlendi. Eğitim süresindeki bir haftalık eksiklik hızlandırılmış bir eğitimi gündeme getirecektir. Temel olarak aynı eğitim programı uygulanacak. Ancak sürenin kısalığı nedeniyle eğitimin bazı uygulamaları kapsam dışında tutulacak” bilgisi verildi. Eğitimin içeriğine ilişkin, “Normal eğitim programında olan yat-kalk da dahil yürüyüş ve sporla selamlama eğitimleri, atış da dahil silah eğitimi, rütbeleri tanıma ile milli güvenlik de dahil normal askeri eğitimi programında yer alan teorik dersler” bilgisi aktarılırken, silah eğitiminde silahı söküp takmak ve hedefe üç atışın yer alacağı belirtildi.”
Beşinci mesele: Mevzubahis olan bedelli askerlik TSK’da askerlik yapmaktan sayılır mı?
Evet! Yukarıda anlatılan bedelli askerlik TSK’da askerlik yapmaktır. Kanun maddesinde geçtiği gibi 21 gün temel askerlik eğitimini yerine getirenler askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılacaklar. Bu temel askerlik eğitimi aslında 28 gündür. Fakat bedelli askerlikte 21 güne düşürülmüştür. Ve askeri kaynağın dediği gibi
“Askerlik hizmetini yapan bütün gençlerimizin aldığı temel eğitimleri alacaklar… Temel olarak aynı eğitim programı uygulanacak. Ancak sürenin kısalığı nedeniyle eğitimin bazı uygulamaları kapsam dışında tutulacak.”
Dolayısıyla bedelli askerlik yapacak olanlar fiilen askerlik yapacaklar. Ancak bedelli askerliğin bazı vasıfları uzun dönem askerlikten farklı olacak.
Altıncı mesele: Uzun dönem askerlikle bedelli askerlik arasında farklar hükümde etkili midir?
Kanun maddesinden ve açıklamalardan anlaşıldığına göre uzun dönem askerlikle bedelli askerlik arasında tek kayda değer fark bedelli askerin 21 günlük temel eğitimden ve yemin töreninden sonra silahaltına alınmayacağıdır. Bilakis 21 günlük temel eğitim ve yemin töreninden sonra terhis edeceğidir. Bedelli askerin celbi ve askeriyeye teslim oluşu uzun dönem askerden farksız sayılır. Askeri hizmetini yerine getirirken de umumen geçerli olan askerlik kurallarına tabidir.
Yukarıda dediğim gibi Şâri askerliğin kendisine hüküm vermemiştir. Onu hükümde hizmet ettiği tarafa bağlamıştır ve muttasıf olduğu ârizî sıfatlara göre hüküm vermiştir. TSK’nın saflarında savaşçı olmak
(yani nöbet tutmak, askeri faaliyetlere, hareketlere, operasyonlara vs. iştirak etmek) zatında küfür olan ârizî bir sıfattır. Bu sıfatın bedelli askerlikte bulunmamasının elbette etkisi olacak.
Yedinci mesele: Bedelli askerliğin hükmü nedir?
Bedelli askerlik aynı uzun dönem askerlik gibi zahiri küfür olan bir eylemdir. Temel eğitim süresinin kısaltılmış olması ve bedelli askerin silahaltına girmemesi bu hususta etkili değildir. Yukarıda dediğim gibi bir hükmün illetleri birden fazla olabilir. Hükmü iktiza eden müteaddit illetlerden birisinin veya bir kaçının bulunmaması hükmü etkilemez. Zire mevcut olan diğer illet(ler) hükmü iktiza eder(ler). Bedelli askerlikte aynı uzun dönem askerlik gibi TSK’ya asker olmaktır. Dolayısıyla TSK’nin bir ferdi olarak hüküm alır ve TSK’ya hükümde tabidir.
Sekizinci mesele: Bedelli askerlik yapmanın hükmü nedir?
Tenbih: Benim burada hükmünden bahsedeceğim kişi askere gitmeyi ihtiyaren irade etmeyen, TSK ve hizmet ettiği Türkiye Cumhuriyetini ve devletini münker ve küfür olarak inkâr eden, temel eğitim sürecinde her türlü küfürden imtina eden, namaz ve oruç gibi ibadetlerinden taviz vermeyen, yemin töreninde ant içmeyen Müslümandır. Böylesi için derim ki:
Bedelli askerliğe başvurması haramdır. Gittiği takdirde zahiri küfürdür. Ancak hallerini bildiklerimiz için İslam’ı ispat ederiz.
Hükmün izahı:
(Bedelli askerliğe başvurması haramdır): Çünkü Müslümanın kendisini ihtiyaren münkere arz etmesi haramdır. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ
“Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (el-Bakara 195)
Şüphesiz ki askerlikte birçok haramlar ve küfürler işlenilmektedir. Hatta bunların birçoğunu işlemeye icbar vardır. Terk veya itiraz edildiği takdirde askeri mahkemenin belirlediği ve askeri infaz kollarının infaz ettikleri cezalar vardır. Bunlar meçhul ve vehmi şeyler değildir bilakis yakinen bilinen gerçeklerdir. Dolayısıyla bir Müslümanın kendisini dininde fitneye düşürecek böyle bir ortama sokması caiz değil haramdır.
(Gittiği takdirde zahiri küfürdür): Yani bedelli askerliğe başvurdu ve askeriyeye teslim olduğu takdirde zahiri küfürdür. Velev ki askere gitmeyi kendi ihtiyarıyla kast etmemiş olsa da ve temel eğitim sürecinde her türlü küfürden imtina etse de ve yemin töreninde ant içmese de ve TSK’nın bir savaşçısı olmasa da ve TSK’yı ve koruduğu sistemi inkâr etse de onların arasında bulunduğu sürece zahiren onlardandır. İki illetten ötürü:
Birinci illet: Kâfirlere benzemesi. İmam Ebu Davud rahimehullah’ın ibni Ömer radıyallahu anhuma’dan tahriç ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kim bir topluma benzerse onlardandır.”
Yukarıda geçtiği gibi TSK askerinde asıl olan küfürdür. Bu küfür taifesini
(TSK’yı) belirleyen ve TSK taifesinden olmayanlardan temyiz eden, Türk ordu mensuplarına mahsus olan davranışları ve kıyafetleri vardır. Davranışlarında ve kıyafetlerinde zahiren onlara benzemeleri onlara ilhakını gerektirir. Zira varlıkta benzeri hükümde benzerinden ayırmak caiz değildir. Benzerlik mutlak, tam olabilir veya kısmi olabilir. Mutlak benzerlikte hükümde mutlak olur. Kısmi benzerlikte hükümde benzerlik olduğu kadar olur. Bizim konumuzda zaruretten bedelli asker olanla ihtiyaren bedelli asker olan veya uzun dönem asker olan her cihetten benzer değildir elbette, fakat zahiren benzerdirler. Dolayısıyla zahiren hükümde aynılar.
El-Azimabadî rahimehullah Ebu Davud şerhinde şöyle diyor:
“El-Munavi ve el-Alkami şöyle demişlerdir: Kim zahirinde (dış görünümünde) onların ziynetleriyle ziynetleşirse ve giyimlerinde ve bazı fiillerinde onların yolunu izlerse (onlardandır). Ve el-Kari şöyle demiştir: Yani kim kendisini mesela giyimde ve başka şeylerde kâfirlere veya fasıklara veya facirlere veya tasavvuf ehline veya salihlere benzetirse (o onlardandır) yani günahta ve hayırda. El-Alkami şöyle demiştir: ”Salihlere benzeyene onlar gibi ihtiram edilir. Fasıklara benzeyene ihtiram edilmez. Ve saygınların alametini taşıyana ihtiram edilir velev ki gerçekte saygınlık onda bulunmasa da.” (Avnu’l-Mabud, 9/1036)
Ve İmam ibni Teymiyye rahimehullah şöyle diyor:
“Bu hadis (ibni Ömer hadisini kast ediyor) onlara benzemenin en azından haram olduğunu gerektirir. Bununla beraber hadis aslında onlara benzeyenin zahiren küfrünü gerektiriyor. Bu aynı Allahu Teâlâ’nın “sizden kim onları veli edinirse onlardandır” kavlinde olduğu gibidir. Ve Abdullah ibni Amr’ın sözü de bunun bir benzeridir. O şöyle demiştir: “Kim müşriklerin diyarına yerleşir, Nevruz’larını ve Mihrican’larını yaparsa (kutlarsa) ve onlara benzerse ve bu hal üzere ölürse Kıyamet Günü onlarla haşrolunur”. Bu sözü mutlak benzerliğe hamletmek mümkündür. Bu durumda sahibinin küfrünü ve benzerliğin her cüzünün haramlığını gerektirir. Veya benzerliğin olduğu kadarıyla hükümde beraberliğe hamletmek mümkündür. Benzerlik küfürde ise küfür hükmünü alır, masiyette ise masiyet, şiarda ise şiar hükmünü alır. Her halde benzemenin haramlığını gerektirir. Hükmün illeti de benzemektir. Benzemek şu iki hali de kapsar: Birincisi, onlar yaptığı için o şeyi yapan kişi. Bu nadirdir. İkincisi, diğerin yaptığına bir gayeden ötürü tabi olan kişi. (Bu durum da şeran nehyedilmiş olan benzemeye dâhildir) Çünkü fiilin aslı o diğerden alınmadır. Ama kişi bir şey yapar ve diğeri de aynı şeyi yaparsa ve ikisi de yaptıklarını diğerinden almadıysa o zaman bunun “benzemek” oluşunda nazar vardır. Bununla beraber bu hal de benzemeye vasıl olmaması için ve muhalefet etmek için nehyedilmesi mümkündür.” (İktidau’s-Sırati’l-Mustakim, 270,271)
İkinci illet: Hali, küfrü irade etmesine alamet olması.
İslam şeriatı hükümde alamete itibar etmiştir. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ. وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ. فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
“(Yusuf) “Kendisi benden yararlanmak istedi” dedi. Onun (kadının) ehlinden biri de şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir ve bu yalancılardandır. Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmış ise kadın yalan söylemiştir ve bu doğru söyleyenlerdendir.” (Kocası) gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce ”Bu iş, siz kadınların hilesindendir. Gerçekten de sizin hileniz çok büyüktür” dedi.” (Yusuf, 26-28)
Emareler ve karinelerle hükme varmanın sahabenin yolu olduğunu ispat ettiği
“et-Turuku’l-Hukmiyye” adlı değerli kitabında İmam ibni Kayyim rahimehullah şöyle diyor:
“Ebu’l-Vefa ibni Akil’e bu mesele soruldu (yani emarelerle istidlal caiz mi?) ve şöyle cevap verdi: Şeriatı teemmül ettiğinizde buna itimat etmeğe cevaz verdiğini göreceksiniz. Malik’te bir kadı’nın gördükleriyle ikrara vasıl olmasına cevaz vermiştir. Bu mevzuda dayanak Allahu Teâlâ’nın “gömleği önden yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir…”kavlidir.” (Et-Turuku’l-Hukmiyye, 3,4)
Bizim bahsimize gelince, kişinin kâfir, mürted TSK’ya asker olması, saç sakalını kesip asker üniforması giymesi, sıradan bir TSK askeri gibi askeri eğitim faaliyetlerine iştirak etmesi, sıradan bir TSK askeri gibi bayrağa, üst rütbeye selam vs. gibi askeri adetleri uygulaması, velev ki fiilen ant içmese de yemin törenine katılması, sırf zahiren de olsa türk bayrağına saygı duruşunda bulunması ve buna benzer başka söz ve fiilleri işlemesi TSK’nın ve askeri hizmetin delalet ettiği küfrü irade ettiğine alamettir. Yani dışarıdan bu söz ve amelleri işleyenleri gören bir kişinin ilk akla gelen bu yaptıklarını isteyerek ve razı olarak yapıyor olmasıdır. Zahir olan budur. Dolayısıyla o amellerin zahiren delalet ettiği hükmü alırlar.
(Ancak hallerini bildiklerimiz için İslam’ı ispat ederiz): Yani hallerini bildiğimiz Müslümanlar, yani zaruret durumunu zannederek onlara benzemeyi kabul ettiklerini ve küfür irade etmediklerini bildiğimiz Müslümanlar için zahiren küfür hükmü vermeyiz. Zira mesela TSK ve kolladığı tağut nizamı tasvip etmesi veya desteklemesi gibi veya tağut yolunda savaşması gibi veya namazı terk etmesi gibi zatında küfür olan veya ant içmesi gibi küfre vasıl olan bir söz veya fiil sahibi değiller. Küfür hükmü kendilerinden zahir olan hallerine taalluk ediyor. Bu zahir küfür hükmünü iktiza eden iki illettir: Küfrü irade etme illeti ki yukarıda tarif ettiğim surette halini bildiğimiz Müslümanda madumdur, çünkü küfür irade etmediklerini yakinen biliyoruz. Ve zanla yakîn zail olmaz. Diğer illet kâfirlere benzeme illetidir ki mevcuttur lakin zaruret tevili küfür hükmünü inzal etmeye manidir.
Binaen aleyh iki sebepten ötürü hallerini bildiğimiz Müslümanlar için İslam’ı ispat ederiz:
Birinci sebep: Vardığımız zahir hüküm zannı galiptir. Lakin hallerini bildiğimiz Müslümanların zaruret durumunu zannederek onlara benzemeyi kabul ettiklerini ve küfür irade etmediklerini yakinen biliyoruz. Şu halde yakinî bilgiye sahip olmamıza rağmen zannı galiple hüküm vermemiz caiz olmaz. Zira sabit olan yakînin zanla zail olmamasıdır.
İkinci sebep: Zatında küfür olan veya küfre vasıl olan söz ve fiilleri yoktur. Yoksa bunlar zahir hallerinden bağımsız onların küfre ilhak edilmelerini gerektirirdi.
Dokuzuncu mesele: Bedelli askerlik yapan Müslüman tekfir edilir mi?
Yukarıda tenbih ettim, hatta kalın yazdım. Ama yinede tekrardan tenbihleme zorunluluğunu görüyorum. Benim burada hükmünden bahsettiğim kişi askere gitmeyi ihtiyaren irade etmeyen, TSK ve hizmet ettiği Türkiye Cumhuriyetini ve devletini münker ve küfür olarak inkâr eden, temel eğitim sürecinde her türlü küfürden imtina eden, namaz ve oruç gibi ibadetlerinden taviz vermeyen, yemin töreninde ant içmeyen kişi, yani kısaca Müslüman olandır. Ne kadar garip bir zamanda yaşıyoruz. Her şeyi tekrar tekrar dile getirmen gerekiyor. Allah celle ve ala Müslümanlara ifrat ve tefritten arınmış saf bir İslam şuuru ve Kuran ve Sünnetin teşkil ettiği kusursuz bir İslam ahlakı nasip etsin. Amin. Amin. Amin
Hayır! Bedelli askerlik yapan Müslüman tekfir edilmez. Hallerini bildiğimiz ve tanıdığımız Müslümanlar için zahir hükmü ispat etmiyoruz. Bunun izahı yukarıda geçti. Buna ilaveten bedelli askerlik yapan Müslümandan tekfir hükmünü engelleyecek maniler vardır:
- İkrah küfrü mubah kılar şüphesi. Bedelli askerliği küfür olarak ikrar etmek lakin ikrah ruhsatının kendisi için sabit olduğunu zannetmek.
- Zaruret muhzuru mubah kılar şüphesi. Bedelli askerliği mahzurata dâhil etmek ve zaruretin kendisi için sabit olduğunu zannetmek.
- İki mefsedet tearuz ettiği zaman hafifini irtikâp ederek büyüğünü def etmek şüphesi. Bedelli askerliği daha sonra yasalaşacak bedelli veya uzun dönem askerlikten ehven görüp, hafif zararı işleyerek büyüğünü def etmeyi vacip görmek.
- Bedelli askerliğin mahiyetinde cahil olmak. Bedelli askerliği eğitimden ibaret olduğunu zannetmek.
- Dinde görüşlerine itimat edilen hocalara soruldu ve cevaz verdiler şüphesi.
Bütün bu durumlar tekfir hükmünü engelleyen şeran muteber manilerdir. Tevil ve taklit mazereti bu konuda
(yani bedelli askerlik konusunda) işler. Çünkü dinen açık beyan edilmiş bir mesele değildir. Bilakis nazildir ve içtihada kabildir.
Onuncu mesele: Tanıdığımız ve halini bildiğimiz Müslümanla bilmediğimiz Müslüman arasında hükümde fark nedir?
TSK askeri olup bilmediğimiz herkese zahiren küfür hükmünü veririz. Buna tanımadığımız, Müslüman olduğunu bilmediğimiz kişiler de dâhildir. Çünkü zahiren diğer TSK askerlerinden bir farkı yoktur. Hakikati zahir olduğunda ona göre hüküm alır.
On birinci mesele: Bu mesele ictihada açık bir meselemidir. Açık bir mesele ise farklı fetvalarla amel edilebilir mi?
Askerlik meselesi bir yönüyle açık, bir yönüyle kapalıdır. Bunun izahını
“Askerliğin hükmü” ve başka cevaplarda yaptım. Oraya müracaat edebilirsin. Ama bizim bu yazıya konu olan bedelli askerlik açık bir mesele değildir. Bilakis nazil bir meseledir. Ulemanın örfünde nazile daha evvel vaki olmamış ve hakkında şeri hükmün beyanı için içtihada muhtaç olan hâdisedir. İmam ibni Abdulber rahimehullah nazilelerden bahsederken
“Nazile vaki olduğu zaman nassın yokluğu sebebiyle asıllara bağlı kalarak içtihat etme babı” der. (Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi, 2/55)
Yani her nazil mesele içtihattır. İçtihad sahibinin hakka isabet etmesi mümkün olduğu gibi hata etmesi de mümkündür. Eğer içtihada salih ve ehil ise isabet ederse ona iki ecir hata ederse bir ecir vardır. Lakin salih ve ehil değilse her halde, yani hakka isabet etse de günahkârdır. Çünkü hakka ilimle isabet etmemiştir bilakis tesadüf etmiştir. Ve Rabbinin emrine asi olmuştur. Çünkü ona vacip olan ilim ehline sormaktır.
Sonra, bu sorunun cevabı Allah subhanehu ve Teâlâ’nın şu kavlindedir.
فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
“Bilmiyorsanız zikir ehline sorun” (en-Nahl 43 ve el-Enbiya 7)
Bilmeyen Müslümana vacip olan bilen Müslümana sormaktır. Eğer fetva sorabilecek derecede ilim sahibi zannettiğin o Müslüman görüşlerini bizzat Kuran ve nebevi Sünnetten istinbat ve istihlas edebiliyorsa, ulemanın sözlerine müracaat edebiliyor ve muradlarını anlayabiliyorsa, bunun için kifayet edecek derecede lügat ilmine sahipse ve ilmine benzerleri tarafından itimat ediliyor ve şahitlik ediliyorsa ve dinen adalet sahibiyse o zaman ondan fetva sorman ve fetvasıyla amel etmen caizdir.
Ama fetvası delaleti açık bir ayeti kerimeye veya delaleti açık ve senin indinde sabit olan bir sünnete muhalif olursa o zaman fetvasıyla amel etmen caiz değildir. Fetvayı veren kim olursa olsun. Bilakis delaleti açık olan ayeti kerimeyle veya delaleti açık ve senin indinde sabit olan sünnetle amel etmen vacip olur. Terkinde mazeretin olmaz.
On ikinci mesele: İçtihada açık değilse ehil olmayan kimselerin fetvalarıyla amel eden insanların durumu ne olur?
Bedelli askerlik meselesi nazil bir meseledir ve içtihada açıktır. Ama ehil olmayan kimselerin fetvalarıyla amel etmek mesele açık olsun kapalı olsun caiz değil haramdır. Çünkü Allah subhanehu ve Teâlâ’nın emrine muhalefettir. Allah celle ve ala zikir ehline sormayı emretmiştir. Zikir ehli ulemadır. Ulemanın vasıfları da malumdur.
On üçüncü mesele: Soruda zikri geçen şüphelere kısaca nasıl cevap veririsin?
Türkiye’de askerden kaçmak şüphesiz bir meşakkattir, hatta bazıları için büyük bir meşakkattir. İslam şeriatı kullara isabet eden meşakkatlere itibar etmiştir. Bu durum muhtelif nasslarda o kadar çok tekerrür eder ki İslam uleması nasslardan şu kaideleri istihlas etmişlerdir:
“Meşakkat teysiri celp eder”. Ve
“zarar izale edilir”. Ve
“durum darlaştığında genişletilir ve genişlediğinde daraltılır”. Ve
“zarurat mahzuratı mubah kılar”. Ve
“daha büyük olan zarar daha hafif olanı işleyerek def edilir”.
Lakin önemli olan şu ki İslam şeriatı her meşakkati aynı değerlendirmemiştir. Hafif ve tahammüle kabil olan meşakkatler vardır, ağır ve tahammüle kabil olmayan ve çok ağır, helak edici meşakkatler vardır. Her birini şeriat farklı değerlendirmiştir. Her bir meşakkat halinin acizliği farklıdır ve dolayısıyla şeriatın sunduğu teysir ve tahfif her bir halde farklıdır.
Küfür söz veya fiili işlemeyi mubah kılan zaruret ve zaruretin sağladığı ibahet sınırları kendine mahsus acizlik haline münhasırdır.
Haram söz veya fiili işlemeyi mubah kılan zaruret ve zaruretin sağladığı ibahet sınırları kendine mahsus acizlik haline münhasırdır.
Buna ilaveten Şâri’nin has delil ile tahsis ettiği zaruret halleri vardır. Bu mahsus ruhsatları
(tahfifleri) Şâri’nin tahsis ettiği mahallinden naklederek başka mahallere kıyas etmek caiz değildir.
Bu bir meseledir. Diğer bir mesele her meşakkat şeriatın mubih olarak itibar ettiği zaruret midir? Yani zaruretin şeri ölçüleri yok mu? Elbette var! Bu bahsin izahı çok uzayacak. Bunun için burada girmiyorum. Ama hocalarınıza sorun! Burada zaruret var demeleriyle bırakmayın! Nedir bu zaruret? Bu zaruretin o muayyen vakada muteber olduğunu kim söylemiş? Bu hususta muhalif olan görüş
(ler) var mı? Varsa dayanakları nedir? İmam eş-Şafii rahimehullah Rey Ehli’yle tartıştığı meselelerden birisinde şöyle demiştir:
“Onlardan birisi bana şöyle dedi: “Kuran’da Arapça ve acemce vardır.” Dedim ki: “Kuran onda Arapçadan gayri bir dilin olmadığına delildir. Bu sözü söyleyenden bu sözü kabul edenler onu taklid ederek kabul etmişlerdir. Ona bu sözün hüccetini ve bu meselede ona muhalif olanın varlığını sormadan taklid etmişlerdir. Ve taklid sebebiyle gaflete düşmüşlerdir. Allah bize de onlara da mağfiret etsin.” (er-Risale, 17)
İkrah ve zaruret bahsi çok önemli ve maalesef ulema arasında çok ihtilafın düştüğü bir bahistir. Bu mevzuya burada girmiyorum. Ama Türkiyeli Müslümanların geneli için mevcut şartlarda mevzubahis olan bedelli askerliği mubah kılacak ikrah veya zaruret halinin var olduğunu görmüyorum. Muhakkak bazı istisnalar vardır. Ama hüküm az olana değil çok olana tabidir. O istisnai haller kendi mahallinde değerlendirilir. Ama genel itibariyle Türkiyeli Müslümanlar için ikrah veya zaruret hali söz konusu değildir. Allahu Alem.
Niçin? Başlıca iki sebepten ötürü. Başka sebepler de var. Ama usuli ihtilaflara girmeden şu iki sebebi zikretmekle iktifa edeceğim.
Birinci sebep: Küfrü veya haramı mubah kılacak zaruret tek çare olma zorundadır. Yani zararı izale edecek başka mubah vesileler olmaması lazımdır. Lakin zaruret zannedilen söz veya fiilin tahammüle kabil mubah seçeneği varsa zaruret zannedilene ikdam etmek caiz değildir. Zira zaruretten ötürü yapılan aslen küfür veya haramdır. Başka bir çare bulunmadığından ötürü mubah oldu. Ama o küfür veya haram olanı işlemeden zararı def etmek mümkünse o zaman küfrü veya haramı işlemek elbette caiz olmaz. Özellikle bu seçenek veya seçenekler aslen şeriat tarafından talep edilen söz ve fiiller ise. Bu durumda asıl itibariyle zaruret yoktur. Bilakis aslen Şâri’nin talep ettiği terk edildiğinden ötürü masiyet hali vardır.
Bu din kimsenin malı değildir. Kimse kusura bakmasın. Allah celle ve ala her şeyi Rasulü Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in diliyle beyan etmiştir. Onun talebeleri olan sahabe radıyallahu anhum beyanı ondan sallahu aleyhi vesellem’den olduğu gibi aldılar ve olduğu gibi ümmete aktardılar. Sahabenin yolunu izleyen İslam uleması bu esastan intikal ederek İslam ümmetine isabet eden her meseleye ışık tutmuşlardır. Geriye sadece sürekli yenilenen ve bunun için sürekli yeniden içtihada muhtaç olan nazil meseleler kalmıştır.
Şimdi, Türkiye’de aslen şeran vacip olan mürted idareye karşı kıyam etmektir. Buna Müslümanların gücü yetmiyor. Bu takdirde vacip olan kıyamı hazırlamaktır. Bundan da aciz olanlar için vacip olan hicret etmektir. Hafız ibni Hacer rahimehullah ibnu’t-Tin rahimehullah’ın şöyle dediğini nakleder:
“Küfre veya bidate çağırdığı zaman halifeye karşı kıyam edileceğine dair (ulema) icma etmişlerdir.” Bunun akabinde ibni Hacer rahimehullah şöyle diyor: “Bidate çağırdığı zaman halifeye karşı kıyam edileceği yönde iddia ettiği icma merduttur. Ancak bidati sarih küfre hamledersek (merdut) değildir.” (Fethu’l-Bari, 13/116)
Ve şöyle diyor:
“Meselenin özeti şudur: Halife icma ile küfrü sebebiyle azledilir ve her Müslümana ona karşı kıyam etmek vacip olur. Kim buna güç yetirirse ona sevabı vardır ve kim dalkavukluk yaparsa ona günahı vardır. Kimin de gücü yetmezse ona o yerden hicret etmek vacip olur.” (Fethu’l-Bari, 13/123)
Fukahanın ıstılahında hicret kişinin dininde fitneye düştüğü yerden dinini muhafaza edebileceği yere intikal etmesidir. Bulunduğu yerde kişi dinini izhar edemiyorsa, dinini izhar edebileceği bir yere intikal etmesi vacip olur. Bu hicrettir. Bununla beraber hicretin başka yönleri ve halleri de vardır. Bizim bahsimizde önemli olan iki halidir:
Bir hali ulemanın örfünde ilk derecede kast edilen kişinin küfür diyarından İslam diyarına, bidat diyarından sünnet diyarına, masiyet diyarından itaat diyarına intikal etmesidir. Daha geniş bir ifadeyle kişinin dininde fitneye düştüğü yerden fitneye düşmediği yere intikal etmesidir. Bu hicret seçeneği Türkiye’deki her Müslüman için mevcuttur. Mucahitlerin himayesi altında olan Suriye, İdlip bölgesi Allah ve Rasulüne hicret etmek isteyen için Allah ve Rasulüne hicret edebileceği bir yerdir. Bu seçeneğin varlığı ile beraber bedelli askerliği zaruret olarak iddia edip masiyete ikdam etmek caiz değildir. Ama mümkündür, belki bazı müslümanların değişik sebeplerden ötürü bu hicrete güçleri yetmeye bilir. Bu durumda ikinci hal hicretle mükellef olurlar. İmanını, dinini korumak için masiyetten kaçmak surette hicret etmek. Yani masiyetten itaate hicret etmek. Bu da hicretin bir türüdür. İmam Ahmed rahimehullah’ın Muaviye, Abdurrahman bin Avf ve Abdullah bin Amr radıyallahu anhum’dan tahriç ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem şöyle buyuruyor:
إِنَّ الْهِجْرَةَ خَصْلَتَانِ : إِحْدَاهُمَا أَنْ تَهْجُرَ السَّيِّئَاتِ، وَالْأُخْرَى أَنْ تُهَاجِرَ إِلَى اللهِ وَرَسُولِهِ
“Hicretin iki hasleti vardır: Biri kötülüklerden hicret etmendir ve ikincisi Allah ve Rasulüne hicret etmendir.”
Türkiye’de askerden kaçmak hala tahammülü mümkün olan gerçek bir seçenektir. İmanı korumak için masiyetten kaçmak şeran vaciptir. Bu mümkün olduğu sürece askerlik mevzusunda zaruret yoktur.
İkinci sebep: Bedelli askerlikte iddia edilen zaruret vehmidir. Şeriatın itibar ettiği zaruret, insanın dünya ve ahiret maslahatlarını elde edip koruyabilmesi için zorunlu olan beş zarureti veya birisini koruyabilmek için nas ile men edilmiş olan bir şeyi yapma mecburiyetinde kalmasıdır. Yani aslen men edilmiş olanı yapmazsa şeriatın varlığını maksat edinmiş olduğu beş esaslardan birisi veya bazısı veya hepsi zail olacak. Bu zarurettir. Şeriatın maksat edindiği beş esas din, can, akıl, namus ve maldır. Bu beş esasın korunmasını şeriat zorunlu gördüğü için bu beş esasa beş zarurat denilir. Bütün şeri ahkâm bu beş zaruratı korumak için teşri edilmiştir. Mesela hırsızlık haram kılınmıştır malı korumak için. Ve zina haram kılınmıştır namusu ve nesli korumak için. Ve içki haram kılınmıştır aklı korumak için. Ve haksız yere öldürmek haram kılınmıştır masum canı korumak için. Ve şirk ve küfür haram kılınmıştır dini korumak için.
Şimdi, bedelli askerlikteki zaruret nedir? Bu beş maksattan hangisini korumak için zorunlu olarak men edilmiş olanı yapmak mecburiyetindeyiz? Yani bedelli asker olmadığımız takdirde bu beş zaruretten hangisi zorunlu olarak zail olacak? Mal denilirse, derim ki mal kesp etmek şeriatın maksat edindiği bir zaruret değildir. Var olan malı korumak şeriatın maksat edindiği bir zarurettir. Ama kim askerden kaçmak için bütün malını kaybetmiş? Veya devlet askere gitmeyenlerin bütün veya ekser mal varlıklarına el mi koyuyor? Dinen fesada düşeceğiz denilirse, derim ki bu kesin değildir. Çünkü yukarıda dediğim gibi kaçma seçeneği mevcuttur. Artı, diyelim ki kaçan yakalandı ve zorla askere alındı küfre düşmemek için diretebilir, silahaltına girmemekte ısrar edebilir. Bu bağlamda yaşayacağı meşakkat tahammüle kabildir. Mevcut misaller buna şahittir. Artı, askerden kaçma imkânı vardır. Bütün bu güçlü ihtimaller varken nasıl kesinlikle küfre gireceğiz denilebilir. Bu iddiayı ne yakînle ve ne de zannı galiple desteklemek mümkün değildir. Hâlbuki zaruretin ilk şartı zararın yakinen veya zannı galiple hâsıl olmasıdır.
Ama asıl sorun, askerde küfre düşmemek için verilecek olan mücadelenin tahammülü mümkün olmayan şiddette olması değildir. Askere kaçarak gidilmediği takdirde veya celp edildikten sonra askerden kaçıldığı takdirde dünya hayatının sıkıntıya girmesidir. Ama rahat bir dünya hayatı yaşamak şeriatın zorunlu kıldığı şerî maksatlardan mıdır? Rahat bir dünya hayatı yaşamak şeran men edilmiş, hatta küfür olan bir eylemi mubah kılan zaruret midir?
Belki bazı kardeşlerim bana şöyle diyecekler: Sana konuşmak kolay hoca. Nasıl olsa sen burada değilsin, sıkıntıları çekmiyorsun. Oradan rahat rahat konuşuyorsun işte.
Evet, güzel kardeşim, bu dünya hayatı tercihlerden ibarettir. Ben tercihimi yaptım. Sen de yapmışsın. Ben savaş bölgesinde yaşıyorum. 24 saat elektriğim yok, doğalgaz, musluğu açtığın zaman akan sıcak suyum yok. Nefsimin her arzuladığını bitişikteki dükkândan alamıyorum. Gidecek Alışveriş merkezler, satın alabileceğim daire, dükkân, arazi vs. mülkler yok. Yarınım ne olacak bilmiyorum. Herkes tercihine göre bedelini ödeme mecburiyetindedir. Ben hangi bedeli ne için ödediğimin farkındayım. Sen ne için bedel ödediğin farkında mısın?
Yukarıda dediğim gibi bu sözlerimi dosttan gelen bir nasihat olarak kabul edin. Değer verirsiniz veya vermezsiniz. Bu sizin tercihinizdir. Ama ben size değer veren bir kardeşiniz olarak Allah için nasihat ediyorum.
Bu bedelli askerlik meselesinde söyleyeceklerim bundan ibarettir. Çok şeyi az sayfalara sıkıştırdığımın farkındayım. Aslında yazılacak ve uyarılacak çok şey var. Ama hem cevabın aciliyeti ve hem benim yetersizliğim sadece bu kadarına izin veriyor.
Türkiye’deki muhterem Müslüman kardeşlerim! Bitirmeden evvel tekrar söylüyorum: Nasıl bir musibetle karşı karşıya olduğunuzun farkında olun. Bu meseleyi hafife almayın. Sizi Türkiye’de rahat bir hayat yaşayabilmek için bedelini ödemiş sakallı, namazlı uysal vatandaşlara dönüştürmek istiyorlar. Seçim ve oy fitnesiyle fikri darbeyi vurdular. Şimdi sizi tecnid etme
(kendilerine asker yapma) yolundalar. Uyanık olma mecburiyetindesiniz yoksa marekeyi kaybedebilirsiniz. Gevşemeyin. Vallahi zaferimiz yakındır. Allah sizi ve bizi korusun. Amin
Tarık Ebu Abdullah
7 Eylül, 2018
https://ilimvecihad.net/fetva/1398/418-bedelli-askerligin-hukmu.html