Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ben Kulumu Sevince Onun İşiten Kulağı, Gören Gözü, Tutan Eli Olurum Hadisi

M Çevrimdışı

m.muvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
Değerli kardeşlerim şu Hadis ile ilgili görüşlerinizi merak ediyorum bir sofi şu hadisi Aşağıdaki gibi yorumladı ve şeyhinin Allah'ın veli kulu olduğunu ve herşeyi Allah'ın bildirmesi ile yapabileceğini görebileceğini ve duyabileceğini söyledi.. Siz nasıl yorumlarsınız..Vesselam


hadis:

Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki:
“Rabbimiz ben bir kulunu seversem onun gören gözü olurum, onun tutan eli olurum, onun yürüyen ayağı olurum, onun konuşan dili olurum, onun işiten kulağı olurum.Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt
Sahih-i Buhari Tecrîd-i Sarih, Cild 12, Hadis No: 2042; Ramuzu'l-Ehadis, Hadis No: 4094; Berika, Cild 1, Sayfa: 31


sofinin yorumu:


KARDEŞİM MEVLA BEN BİR KULŞUMU SEVERSME DİYOT R GÖREN GÖZ OLURM

UZAK BİR MESAFEYİ GÖRMESİDİR

İŞİTEN KULAGI OLURM DEMESİ UZAK BİR YERDEKİ SESİ DUYMASIDIR

YÜRÜGEN AYAGI DEMESİ BİR YERDNE BİR YERE ANINDA GİDMESİDİR


birde şunu eklemiş
“Allah içinizden iman edenleri yüceltir. Bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise kat kat derecelerle yükseltir.” (Mücadele: 11)

AYET NEDİYOR KARDŞEİM

KENDİLERİNE İLİM VERLİMİŞ BU İLİM NE İLMİDİR SENCE
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullahi we berakatuhu

Bahsettiğiniz hadis ve ayetler, Sofi's dediği gibi değildir. Fasid zorlama, alakasız tevilleridir ki, hakikatla alakası yoktur.

Rasulullah (s.a.v.)'in aktardığı bir kudsi hadis-i şerifte Allah Teâlâ buyurdu ki:

إِنَّ اللهَ قَالَ: مَنْ عَادَى لِي وَلِيًّا فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْـحَرْبِ، وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْدِي بِشَيْءٍ أَحَبَّ إِلَيَّ مِـمَّـا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي يَسْمَعُ بِهِ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ، وَيَدَهُ الَّتِي يَبْطِشُ بِهَا، وَرِجْلَهُ الَّتِي يَمْشِي بِهَا، وَإِنْ سَأَلَنِي لَأُعْطِيَنَّهُ وَلَئِنِ اسْتَعَاذَنِي لَأُعِيذَنَّهُ، وَمَا تَرَدَّدْتُ عَنْ شَيْءٍ أَنَا فَاعِلُهُ تَرَدُّدِي عَنْ نَفْسِ الْـمُؤْمِنِ يَكْرَهُ الْـمَوْتَ وَأَنَا أَكْرَهُ مَسَاءَتَهُ
[رواه البخاري]
Kulumun, farz kıldığım şeylerle bana yaklaşmasından iyisi yoktur. Kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder. Öyle olur ki artık onu severim. Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm. Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.”
(Buhari, Rikâk, 38)



89-.......Ebû Hurayra (r.anh) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah şöyle buyurdu: Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harb i'lân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibâdetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum (ve bu organlarıyla meydana gelmesini arzu ettiği bütün dileklerini veririm). Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum. Ben yapmasını dilediğim hiç birşey hakkında, mu'minin ölümü karşısındaki tereddudum gibi tereddut etmedim. Fakat bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu, ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum "
(Buhari, Rikâk, Bab 38 / 89 ; Fethu'l Bâri, C. 12, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, sf: 618 - 623)
(Bu Ebû Hurayra hadîsi, mecazî ve temsîlî ifâdeler ihtiva etmektedir. Başlığa uygunluğu hakkında el-Kirmânî: Nafile ibâdetlerle Rabb'e yaklaşmak ancak tevazu' ve tezellulun en son derecesiyle olur... demiştir...
Mu'minin hayâtının son demindeki tereddud tâbîrini sarihler, ölüm meleğinin tereddudu ile tevîl etmişlerdir. Nitekim Ölüm Meleği, Musa'nın ruhunu almaya memûr olup geldiğinde, Mûsâ Peygamber Ölüm Meleğini (Azrail)'i tokatlamıştı. Bunun üzeri ne bu melek birkaç defa gidip gelmişti. Ölüm meleğinin bu tereddunu Yüce Allah kendisine izafe buyurmuştur.
Hadis-i şerifteki "artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum" ifadesinin anlamı; yani görmesi, işitmesi, tutması ve yürümesinde hep Benimledir ve Benim rıdamı düşünür" anlamındadır.)


Hattabi şöyle demiştir: Bütün bunlar temsili anlatımdır. Manası, Allah'ın kulunu bu organlarla yapmaya başladığı amellerinde başarılı kılması ve kendi sevgisini ona kolay kılmasıdır. Yücü Allah, bunu kulun organlarını koruyarak ve onu çirkin gördüğü şeylere düşmekten muhafaza ederek yapar. Kulun kulağıyla eğlenceyi dinlemesi, gözü ile Allah'ın yasak ettiği şeye bakması, dokunulmasını haram kıldığı şeyleri eliyle tutması ve ayağıyla batıla yürümesi, korunmanın söz konusu olduğu anlardır. Davudi de bu görüşe meyletmiştir. Kelâbâzi'nin yaklaşımı da böyledir. Yüce Allah şunu söylemektedir:
"O kulumu korurum ve sadece beni sevenlerle birlikte munasebette bulunur. Çünkü kul, Allah'ı sevdi mi, onun hoş görmediği hususlarda tasarrufta bulunmak hoşuna gitmez.
(Fethu'l Bâri, C. 12, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, sf: 618 - 623)



"Ey iman edenler, toplantı yerlerinde size "Yer açın" denince yer açın ki Allah da size genişlik versin "Kalkın" denince de hemen kalkın ki, Allah sizden, samimiyetle iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yüceltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Mucadele 11)


Ey, Allah ve peygamberini tasdik eden mûminler, sizlere, bulunduğunuz sohbet meclislerinde veya savaş için saf olduğunuz meclislerde "Gelenlere yer verin" denildiği zaman onlara yer verin ki Allah da cennette sizin yerinizi genişletsin. Sizlere, düşmanla savaşmak veya namaz kılmak yahut hayırlı bir amel işlemek için "Kalkın bu işe girişin" dendiği zaman yahut "Kalkın Rasulullah'ın yanına gidin" dendiği zaman kalkın ve söyleneni yapın. Böylece Allah sizden iman edenlerin derecelerini ve ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Âyet-i kerimede zikredilen "Toplantı yerleri"nden maksad, Mucahid, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre özellikle Rasulullah'ın bulunduğu meclislerdir. Zira sahabiler Rasulullah'a çok yakın olmayı arzuladıklarından, sonradan meclise gelenlere yer verme hususundan cimri davranıyorlardı. Bunun üzerine âyet-i kerime nâzil oldu ve meclise gelenlere yer verilmesini ve oradan kalkarak başkalarına yer vermeleri istenenlerin bu emri yerine getirmelerini emretti.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-i Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyette zikredilen "Toplantı yerlerinden maksat, savaş alanlarındaki içtima yerleridir.
Âyet-i kerimede, toplanan mûminlerin diğer kardeşlerine yer vermeleri ve bunlara "Kalkıp savaşa gidin." dendiğinde kalkıp gitmemeleri emredilmektedir. Taberi âyet-i kerimenin genel ifadesinin, zikredilen her iki tür meclisi de kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. "Kalkın" ifadesinden de, "Düşmanla savaşmaya kalkın" veya "Namaz kılmaya kalkın" yahud "Hayırlı bir iş işlemeye kalkın" ya da "Rasulullah'ın yanından kalkıp gidin." şeklindeki bütün izahlara uygun olduğunu söylemiştir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde
"Sizden biriniz, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da onun yerine oturmasın." (Tirmizî, ICel-Udeh, bab: 9, Hadis no: 2749, 2750) buyurmuştur.


Abdullah b. Ömer diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) kişinin, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da oraya oturmasını yasakladı."
İbn-i Cureyc diyor ki: "Ben, hadisi rivayet eden Nafıa dedim ki: "Bu, Cumua günü müdür?"

Nafi dedi ki: "Cumua da böyledir Cumua'nın dışında da böyledir.

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur:
"Bir kimse başka birini kaldırıp da onun yerine oturmasın. Fakat birbirinize yer verin. Gelenlere yer açın."

(Ahmed b. Hanhel, Musned, C. 2, Sf: 17)

Meclise sonradan gelen bir kişi için ayağa kalkma hususunda üç görüş zikredilmektedir. Bir kısım âlimler bunun câiz olduğunu söylemişler ve delil olarak şu hadis-i şerifi zikretmişlerdir. Ebu Said el-Hudri diyor ki:
"Yahudilerden (Hendek savaşında muşriklerle anlaşarak Rasulullah'a ihanet eden) Kurayza oğullan (aynı savaşta yaralanmış olan) Sâ'd b. Muaz'ın hakemliğini kabul ettiler.
Bunun üzerine Rasulullah, Sâ'd b. Muaz'a bir kimse gönderip çağırdı. Sâ'd (Bir merkebe binmiş olarak) geldi.
Sâ'd, Rasulullah'ın mescidine yaklaşınca Rasulullah (s.a.v.) Ensar'a "Efendinize veya hayırlınıza ayağa kalkın." buyurdu.

Sâ'd (r.anh), Rasulullah'ın (s.a.v.) yanma oturdu.
Rasulullah O'na "Şunlar senin hakemliğini kabul ettiler." dedi.

Sâ'd "Ben onların, seninle savaşanlarını öldürmene, aile ve çocuklarını da esir etmene hükmediyorum." dedi.
Bunun üzerine Rasulullah: "Sen, Allanın hükmüyle hüküm verdin." dedi.
(Buhari K. el-İslizaıı, hah: 26 / Muslim, K.el-Cihad ve Siyer, bab: 46, Hadis no: 1768, Ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2755)

Diğer bir kısım âlimler ise dışarıdan meclise gelen bir kişiye karşı ayağa kalkmanın caiz olmadığını söylemişler ve bu hususta şu hadis-i şerifleri rivayet etmişlerdir:
"Peygamber efendimiz buyurmaktadır ki:
"Kim, insanların kendi önünden kalkıp dikilmelerini sevecek olursa cehennem ateşinde yerini hazırlasın.

(Eu Davud, K.el-Edeb, bab: 165, Hadis no: 5229/ Tirmizi, K.el-Edeb, Uıb: 13, Hadis no: 2755)

Ebu Umame el-Bahili diyor ki:
"Bir gün Rasulullah, âsâsma basarak yanımıza geldi. Biz ona ayağa kalktık ve o bize şöyle buyurdu: "Acemlerin birbirlerine tazim etmek için ayağa kalktıkları gibi ayağa kalkmayın."

(Ebu Davud, K.ei-Ecleb, bab: 165, Hadis no: 5230 / tbıı-i Mace, K. ed-Duab, 2, Hadis no: 3836)

Enes b. Malik diyor ki:
"Sahabilere, Rasulullah'tan daha sevimli hiçbir kimse yoktu. Onlar Rasulullah'ı gördüklerinde ayağa kalkmıyorlardı. Çünkü onlar, Rasulullah'ın bundan hoşlanmadığını biliyorlardı." (Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2754)


Diğer bir kısım âlimler ise yolculuktan gelen kimse için veya hüküm vereeceği yerde hakim için ayağa kalkmanın caiz olduğunu söylemişler Sâ'd b. Muaz olayını da buna örnek vermişlerdir. Buna mukabil her gelene ayağa kalkmanın Acemlerin âdetlerinden olduğunu söylemişler ve son olarak zikredilen hadis-i şerifi de buna delil göstermişlerdir.
(Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/212-216.)




Tayy-i Mekan Safsatası : Uçmaya Kaçmaya - Işınlanmaya Klonlanmaya Son
https://www.islam-tr.org/konu/tayy-...aya-kacmaya-isinlanmaya-klonlanmaya-son.7145/
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
ALLAH razı olsun akhi

bu gerekeni izah etmiş Elhamdulillah


Hattabi şöyle demiştir: Bütün bunlar temsili anlatımdır. Manası, Allah'ın kulunu bu organlarla yapmaya başladığı amellerinde başarılı kılması ve kendi sevgisini ona kolay kılmasıdır. Yücü Allah, bunukulun organlarını koruyarak ve onu çirkin gördüğü şeylere düşmekten muhafaza ederek yapar. Kulun kulağıyla eğlenceyi dinlemesi, gözü ile Allah'ın yasak ettiği şeye bakması, dokunulmasını haram kıldığı şeyleri eliyle tutması ve ayağıyla batıla yürümesi, korunmanın söz konusu olduğu anlardır. Davudi de bu görüşe meyletmiştir. Kelâbâzi'nin yaklaşımı da böyledir. Yüce Allah şunu söylemektedir:
"O kulumu korurum ve sadece beni sevenlerlebirlikte munasevette bulunur. Çünkü kul, Allah'ı sevdi mi, onun hoş görmediği hususlarda tasarrufta bulunmak hoşuna gitmez.
(Fethu'l Bâri, C. 12, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, s. 618 - 623)

RABBİM,cümlemizi o hadise nail eylesin amin
 
M Çevrimdışı

m.muvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun

Şimdide Bu rivayette Hz.ömerin kerameti ile velilerin ve şeyhlerinde bu şekilde ALLAH BİLDİRİRSE keramet gösterebileceğini söylemektedir.. Sofi diyor ki siz Hz.Ömer'e de ilâhmı diyorsunuz..


Hazreti Ömer radıyallahu anh’a Medinede hutbe verirken birden binlerce kilometre uzaklıktaki İran’ın Nihavent bölgesinde düşmanlarla savaşan İslâm askerlerini ve askerlerden komutanı Sâriye’yi görmüş, düşmanın arkadan çevirdiğini bildirmek için “Sâriye dağa, dağa!” diye nida etmiştir. “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip uzaktan orduya komuta etmiştir. O komutan bu sesi 2000 kilometre uzaklıktan duymuştur.

“Benim ümmetimin içinde muhaddes ve mükellemler vardır. Ömer b. el-Hattâb bunlardan biridir.”

Burda görüleceği üzere orda hazır olmıyan bir insana diğer insanlara uzaktan yardım etme gücü verebilir .

Selefiler ve Vahhabiler Gücü olan hay/yaşayan ve hazır/yanında bulunan kimselerden bir istekte bulunmanın şirk olmadığını söylüyorlardı. İşte hazreti Ömer hay ve 2000 kilometre uzakta ruhen hazır olarak Allah ın kendisine verdiği o ilimle ve güçle Müslümanlara yardım edebiliyo.


Allah cc insanlara faydalı olmaları için görevlendirdiği ölüleri dirilten Hazreti İsa gibi, Hazreti Süleyman’ın istediği cin ve insan gibi Allah cc Hz. Ömer e uzaktan yardım edebilme gücü verdiğine şahit olan o komutan başka bir zaman Hz. Ömere insanlara faydalı olması için izin verilen o güçten istifade etmek için yetiş ya Ömer dese bu şirk olmaz. Allah ın bir sıfatını Allah tan alıp Ömere vermiş olmaz. Allah cc bir sıfatının çok az bir kısmını insanlara faydalı olmaları için meleklere cinlere verip görevlendirdiğini ve hazreti ömerin uzaktan yardım ettiği bu ilimle bu görevle görevlendirilen bir görevliden istemek ten başka bir şey deyildir.

el-Beyhakî, Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe, II, 3; İbn Kesîr, Tefsir Bidâye, VII, 131.
Buhârî, Fezâil: 16.
 
Üst Ana Sayfa Alt