Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

«"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"»

farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'ın, Adem'in zürriyyetini konuşturup kendi Rabbliği konusunda şahit tutması konusuna gelince, bu, sabit hadislerde görülmemiştir. A'râf süresindeki 172. ayeti buna delil olarak ileri sürmeye gelince, önce de açıkladığımız gibi bunun üzerinde tartışılabilir.

Şimdi de gelelim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise. Hüseyin b. Muhammed, Cerir (yani İbn Hazım) den, o da Kelsum b. Cebr'den, o da Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylediler: «Allah, arefe gününde Adem'in belinde (ki zürriyetinden) söz aldı. Onları Adem'in belinden çıkarıp dan taneleri gibi önüne saçtı; Sonra onlarla konuşarak şöyle dedi:

«"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet şahidiniz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?" dersiniz diyedir.» (A’raf, 172-173.}

Bu, Müslim'in şartı üzerine kuvvetli ve güzel bir senedle rivayet edilen bir hadistir. Bunu Neseî ve İbn Cerir ile "Müstedrek" adlı eserinde Hakim, Hüseyin b. Muhammed el- Mervezin'in hadisinden rivayet etmişlerdir. Halâm, bunun sahih senedli olduğunu söylemiştir. Ancak Buharî ile Müslim, bu hadisi tahric etmemişlerdir. Şu kadar var İd, hadisin rivayet senedinde adı geçen Velsum b. Cebr üzerinde ihtilaf edilmiştir. Bu hadis, ondan merfu ve mevkuf olarak rivayet edilmiştir." [12]

Bezm-i Elest'te Adem zürriyetinden Allah'ın birliği konusundan söz alındığı görüşünde olanlar -İd bunlar, cumhur-u ulemadır- İmam Ahmed b. Hanbel'in şu kavlini dayanak olarak ileri sürmüşlerdir: Haccac, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:«Cehennemliklerden bir adama kıyamet gününde sorulur: "Yeryüzündeki her şey senin olsaydı (kendini kurtarman için) fidye olarak verir miydin?" cevap olarak "Evet" diyecek. Allah (c.c.) ise, şu karşılığı verecektir: "Bundan daha kolay olanı senden istemiştim. Adem'in belinde (henüz tohum iken) bana hiç bir şeyi ortak koşmayacağına dair senden söz almıştım. Sen bu sözüne uymadın illa da bana ortak koştun!.» [13]

«Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu devam ettirmiş.» (el-A'râf,172.)

Ebu Cafer er-Razî, Ubeyy b. Kaab'm yukarıdaki ayet-i kerimeyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: «O günde Cenâb-ı Allah, Adem'in zürriyetinden kıyamete dek doğacak olanları huzurunda topladı. Onları yaratıp şekillendirdi, sonra da konuşturdu. Onlar da konuştular. Onlardan söz aldı ve verdikleri bu söze, yine onları şahid tuttu. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet, şahidiz." dediler." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: Kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk/' demiyesiniz diye, şimdi vermiş olduğunuz bu sözünüze yedi kat gök ve yedi kat yer ile babanız Adem'i şahit tutuyorum. Bilesiniz ki benden başka ilah, benden başka Rab yoktur. Hiç bir şeyi bana ortak koşmayın. Bana verdiğiniz bu sözü hatırlatarak uyarıcılık yapacak olan peygamberlerimi size göndereceğim, kitabımı size indireceğim." Onlar da dediler ki: "Senin, bizim Rabbimiz ve ilahımız olduğuna tanıklık ederiz. Bizim için senden başka Rab, senden başka ilah yoktur."»

Böyle diyerek o gün, Allah'a itaat edeceklerini ikrar ettiler. Bundan sonra babaları Adem, yerinden biraz yükseğe kaldırıldı, onlara baktı; aralarında zengin ile yoksul, güzel ile çirkin bulunduğunu gördü. "Ey Rabbim! Kullarını eşit kılsaydın keşke." deyince yüce Allah: "Diledim ki bana şükredilsin." cevabım verdi. Adem (a.s.), zürriyeti arasında, üzerinde nur bulunan kandiller misali peygamberler gördü. Bunlar, risalet ve nübüvvet gibi başka bir ahid ve misak vererek özellenmişlerdi. Bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur.

«Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.» (ei-Ahzâb, 7.)

«Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur.» («er-Rum,30.)

«İşte ilk uyaranlar gibi bu Muhammed de bir uyarandır.» (en-Necm,56.)

«Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk.» (el-A'râf, 102.)



Kaynak;
(El Bidaye Ven Nihaye- İbn Kesir Cilt 1, (Adem (a.s.)in Yaratılışıyla İlgili Hadisler)
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
why not Çevrimdışı

why not

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Herkes bu hadise yi yaşamış kıyamette itiraz edemeyelim diye hepimize sormuş ve hepimizden cevap almış. Benim sorum şu ben kendi şansıma böyle bir hadiseyi hatırlamıyorum. Yasanmıs olmasının bana suan hiçbir etkisi yok. Biz bu olayı hatırlayamayacağız madem
1 bu olayın yaşanmasında nasıl bir hikmet var.
2 hiç kimsenin hatirlayamadığı bir hadiseyle neye itiraz etme hakkımızı kaybettik.
3 hatirlayamayacaksak itiraz hakkını neden kaybetmiş olduk?
Allah razı olsun.
 
hebbit kerrih Çevrimdışı

hebbit kerrih

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
Allahi rab olarak kabul etmedikten sonra istersen o gunku yeminini hatirla istersen hatirlama gideceğin yer cehennem. Yani kafir ve müşrik icin bi onemi yok bu olayın Allah o sözu o gun kafir ya da musrike hatirlatsa da cehennem hatirlatmasa da. Yani demek istedigim o gunku sozu hatirlayip hatirlamamasindan değil kafir olduğundan cehennemi boylayacak. Muminler de o gunku sozunu su an hatirlamiyor ama o gun hatirlatilirsa hatirlatildigindan dolayi deil mumin olduklari icin cennete gidecekler ve Olayın guzel yanı sadık bir mumine o sozunun hatirlatilmasidir. Soze sadakatin verdigi sevincle cennete girmek.
 
A Çevrimdışı

ayse.622

Misafir
kimse o sözü hatırlamıyor ama Rabbimizin böyle bir söz vermiş olduğumuzu söylemesi bizim için yeterli. madem O (c.c) söyledi, demek ki biz söz verdik. madem ki söz verdik öyleyse sözümüzde durmalıyız. yani hatırlamasak da artık burdan yola çıkarak verdiğimiz sözü bildik, kabul ettik. kabul ettiğimiz gibi sorumlu da olduk.

ayrıca Rabbimiz bizi, bu unutmuş olduğumuz sözleşmeyle bırakmamış ki. her insan tabiat olarak islam fıtratı üzerine yaratılmış ve doğruya çağıran elçilerle desteklenmiş. yani sadece verdiğimizi unuttuğumuz bir sözle değil, tüm bu şartlarla sorumluluk altındayız.
 
why not Çevrimdışı

why not

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
kimse o sözü hatırlamıyor ama Rabbimizin böyle bir söz vermiş olduğumuzu söylemesi bizim için yeterli. madem O (c.c) söyledi, demek ki biz söz verdik. madem ki söz verdik öyleyse sözümüzde durmalıyız. yani hatırlamasak da artık burdan yola çıkarak verdiğimiz sözü bildik, kabul ettik. kabul ettiğimiz gibi sorumlu da olduk.

ayrıca Rabbimiz bizi, bu unutmuş olduğumuz sözleşmeyle bırakmamış ki. her insan tabiat olarak islam fıtratı üzerine yaratılmış ve doğruya çağıran elçilerle desteklenmiş. yani sadece verdiğimizi unuttuğumuz bir sözle değil, tüm bu şartlarla sorumluluk altındayız.
Dünya üzerinde 7 milyar insan var çoğu müslümanların terörist olarak görüldüğü yerlerde büyüyüp yetistirilmiş. Kendi dininin en doğru din olduğunu düşünüyor bizim gibi. O insanın müslüman olması bizim müslüman olmamız kadar kolay değil. Yani senin gibi hatirlamasam da inanıyorum diyemiyor malesef :(
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
kimse o sözü hatırlamıyor ama Rabbimizin böyle bir söz vermiş olduğumuzu söylemesi bizim için yeterli. madem O (c.c) söyledi, demek ki biz söz verdik. madem ki söz verdik öyleyse sözümüzde durmalıyız. yani hatırlamasak da artık burdan yola çıkarak verdiğimiz sözü bildik, kabul ettik. kabul ettiğimiz gibi sorumlu da olduk.

ayrıca Rabbimiz bizi, bu unutmuş olduğumuz sözleşmeyle bırakmamış ki. her insan tabiat olarak islam fıtratı üzerine yaratılmış ve doğruya çağıran elçilerle desteklenmiş. yani sadece verdiğimizi unuttuğumuz bir sözle değil, tüm bu şartlarla sorumluluk altındayız.
Dünya üzerinde 7 milyar insan var çoğu müslümanların terörist olarak görüldüğü yerlerde büyüyüp yetistirilmiş. Kendi dininin en doğru din olduğunu düşünüyor bizim gibi. O insanın müslüman olması bizim müslüman olmamız kadar kolay değil. Yani senin gibi hatirlamasam da inanıyorum diyemiyor malesef :(

Bunu şuna benzetebilirsiniz.
Rabbimiz bizi hiç yoktan var etti.
Önce ruhumuzu yarattı, sonra anne karnını vesile ederek bedenimizi, Biz anne karnındayken ne oldu, koskoca dokuz ay nasıl geçti...vs hiçbirşey hatırlayamıyoruz. Hatırladığını iddia eden var mı?Elbetteki hayır. Bizim hatırlayamamız bir zamanlar anne karnında bulunmuş olmamız gerçeğini değiştirir mi peki? Elbetteki hayır, eğer bir doğan çocuk görmeseydik anne karnında bulunmuş olamamız gerçeğini Annemizin söylemesine rağmen"oğlum bak etme işte ben seni dokuz ay karnımda taşıdım" belkide nankörlükle redderdik. İşte Rabbimize verdiğimiz sözde böyle... Her ne kadar hatırlayamasakta biz O'na bir söz verdik, ve Allah bize, verdiğimiz bu sözü hatırlattı. Eğer onun apaçık delilleri olmasaydı, gönderdiği elçileri, bu ihtişamlı düzen ona şahit olmasaydı, biz ona söz vermiş olmamız gerçeğini nankörlükle redderdik, sapıtırdık nitekim yusuf(a.s) kıssasında geçer "Yusuf 24.Ayet: Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer RABBİNİN DELİLİNİ görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı". Eğer yüce Allah'ın apaçık delileri olmasaydı o bile sapıtacaktı ... Bizi Yaratan bize soruyor "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Ve biz hiçkimseye danışmadan, anne babamıza bile sormadan kendi ifadelerimizle kesinkes şöyle dedik"Evet, sen bizim Rabbimizsin". Bunun en bariz örneği İbrahim(a.s)'dır.hani deriz ya kitap olmadan verdiğimiz sözü nasıl biliriz? Verdiğimiz sözü içimizdeki bu ilahi güç, ilahi işaretler hatırlatıyor bize, doğa,evren güneş herşey hatırlatıyor, İbrahim(a.s) işte o bütün bunların farkındaydı unutmadı düşündü, kafasını çalıştırdı Rabbine verdiği sözü unutmadı, O'na şirk koşmadı, o aklını kullandı sonunda doğru yolu buldu ve Allah onu dost edindi. hiçbir peygamber yokken daha mucize yokken, kitap yokken! Demekki oluyormuş, Çünkü tüm evren O'nun varlığına şahittir! Eğer yüce Allah kitabında ona verdiğimiz sözü hatırlatmasaydı biz, çok azımız müstesna ona verdiğimiz sözü bozardık, redderdik. Rabbim hepimizi verdiği sözde duran kullarından eylesin.amin
 
İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
Dünya üzerinde 7 milyar insan var çoğu müslümanların terörist olarak görüldüğü yerlerde büyüyüp yetistirilmiş. Kendi dininin en doğru din olduğunu düşünüyor bizim gibi. O insanın müslüman olması bizim müslüman olmamız kadar kolay değil. Yani senin gibi hatirlamasam da inanıyorum diyemiyor malesef :(

Ahki şüphesi Hak olanı hiç bir şey örtemeyeceği gibi bu da örtemez. Bize düşen tebliğdir. ve yine Şüphesiz ki Kalpleri evirip çeviren Allah (cc)' tır.

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۖ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَبِهِمْ سُرَادِقُهَاۚ وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْمُرْتَفَقًا

"Ey Muhammed, de ki: (Benim size getirdiklerim) rabbiniz nezdinden indirilmiş bir hak ve gerçektir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin". Şüphesiz biz zalimlere, çevrelerini surlarıyla kuşatan korkunç bir ateş hazirlamışizdır. (Susuzluktan kavrulup) yardım istediklerinde, onlara erimiş maden gibi bir su verilir ki, yüzleri haşlar. O ne kötü bir içecektir. O cehennem ne kötü bir yerdir." (Kefh, 29)

Müfessirler bu âyet-i Kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Taberi´nin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, kalbleri bizi anmaktan gafil olan ve kendi heva ve heveslerine uyan şu insanlara de ki: "Ey insanlar, hak, rabbinin katından gelendir. Basan ve başarısızlık ondandır. Hidayete erdirmek ve sapıklığa düşürmek onun elindedir. Sizden, dilediğini doğru yola iletir ve onlar böylece iman etmiş olurlar. Dilediğini de saptırır onlar da inkâr etmiş olurlar. Bu hususta benim herhangi bir güç ve kuvvetim yoktur. Ancak ben sizin heva ve heveslerinize uyarak Allah´a ve onun gönderdiklerine iman edenleri huzurumdan kovamam. Sizler de dilerseniz iman edin dilerseniz inkâr edin. Şayet inkâr edecek olursanız iyi bilin ki rabbiniz, inkârınıza karşı size cehennem azabını hazırlamıştır. O cehennemin kalın surları sizi çepeçevre kuşatacaktır. Sizin gibi zalimler cehennemin şiddetli ateşinden dolayı susuzluk hissedip su isteyince sizlere, yüzleri haşlayıp etleri dökecek olan erimiş maden gibi içecekler verilecektir. O ne kötü bir içecektir. Cehennem de ne kötü bir varılacak yerdir".

Âyet-i Kerimede "Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin" Duyurulmaktadır. Bu ifade kâfirleri tehdit mahiyetindedir. Yoksa iman edip etmemeyi onların keyfine bırakma anlamına gelmemektedir. Zira onlar iman etmek zorundadırlar.
 
M Çevrimdışı

Mutedil Olun

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Dünya üzerinde 7 milyar insan var çoğu müslümanların terörist olarak görüldüğü yerlerde büyüyüp yetistirilmiş. Kendi dininin en doğru din olduğunu düşünüyor bizim gibi. O insanın müslüman olması bizim müslüman olmamız kadar kolay değil. Yani senin gibi hatirlamasam da inanıyorum diyemiyor malesef :(

Kur'an-ı Kerim'de şu an yeryüzünde din olarak savunulan her şeye elhamdulillah mantıki reddiyeler vardır. Ve Rabbimiz sürekli delilden hüccetten bahseder. Çünkü insan fıtri olarak delilsiz, hüccettsiz bir inanca, bir görüşe mutmain olmaz. bu sebeple yarın mahşer gününde, bugün buda heykeline tapan ahmaklara Rabbimiz soracaak, deliliniz neydi? elinizle yontttuğunuz, sizinle konuşamayan sizi anlayamayan, sizden yapıca daha zelil konumda olan bir şeyi nasıl ilah edindiniz? size biz akıl vermedik mi? vb. Aynı şekilde evrim teorisi diye bir şeyin peşine düşenlere de... malum onlar milyonlarca sene önce evrim olaylarının gerçekleştiğini iddia ediyorlar. fakat delilleri ne? ellerinde hiçbir delil yok bu sebeple zaten ''teori'' diyoruz. Kur'an deyimiyle ''ZAN''. Onlar zannediyorlar. Yahudi ve hristiyanların akıbeti ise zaten apaçık ortada. Yüzlerce incili ancak 4'e indirebildiler. Hiçbir dinin birbiriyle derin çelişkileri bulunuan 4 tane kutsal kitabı olur mu, akıl bunu kabul etmez. yahudilik ise ırkçı faşist bir hal aldı, Rabbim onları kahretsin.

Şunu da unutmamak lazım, Rabbimiz delilini akılla, tefekkürle kullarına gösterebileceği gibi, olağanüstü hallerle, rüyalarla vs. bir şekilde gösterebilir. Biz iman ediyoruz ki Rabbimiz asla kullarına zulm etmez ve mutlak adildir. bizim O'nun işlerine aklımız ermez. Bu terazi bu sikleti çekmez. Biz işimize bakalım, dinimizi öğrenelim, elimizden geldiğince tebliğ yapalım.

“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin. Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.” (Ali İmran - 8,9)

Bunlarda delil ve hüccet ile ilgili birkaç ayet:

De ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!” (Ahkaf - 4)

De ki: Bize karşı yanınızda ortaya koyabileceğiniz bir bilgi var mı? Siz, ancak zanna uyuyorsunuz ve siz, sadece yalanlar atıyorsunuz.
(En'am - 148)
İnsanlardan öyleleri vardır ki; bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah hakkında tartışmaya girer. (Hacc - 8)
 
A Çevrimdışı

ayse.622

Misafir
Dünya üzerinde 7 milyar insan var çoğu müslümanların terörist olarak görüldüğü yerlerde büyüyüp yetistirilmiş. Kendi dininin en doğru din olduğunu düşünüyor bizim gibi. O insanın müslüman olması bizim müslüman olmamız kadar kolay değil. Yani senin gibi hatirlamasam da inanıyorum diyemiyor malesef :(
1463952_1440572976170544_605240866_n.jpg


özellikle aramadım, az önce internette karşıma çıktı. düşünebilme yetisi, tek fark bu bence.

ALLAH hidayeti kime vereceğini çok iyi bilir.
 
A Çevrimdışı

ayse.622

Misafir
Evet Allah hidayeti kime vereceğini biliyor. O yüzden Furkana laf yok.

Allahu alem anlamadığınız husus kader konusu. aşağıda alıntıladığım yazıyı dikkatle okuyun:


B - Kulun kudreti hakkındaki deliller :


“ O halde, Allah’tan gücünüzün yettiği kadar sakının. Dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğiniz için, Allah yolunda infak edin……”


TEGÂBUN : 16.


“…….. Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklemez. Kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir…… ”


BAKARA : 286


Vâkıa olarakta şu bir gerçektir ki her insan kendisinin bir meşieti ile bir kudretinin olduğunu, bunlarla istediğini yapıp yine bunlarla istemediğini yapmadığını bilmektedir.


Fakat unutulmaması gerekir ki, kulun meşîeti ve kudreti ancak Allah’ın meşîeti ve kudreti ile ortaya çıkar. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır :


“ İçinizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için ……….. Şu da bir gerçektir ki, Alemlerin rabbi olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. ”


TEKVİR .28 –29


Bununla beraber yine bilinmesi gereken en önemli bir hususta şu ki ; Bu kâinat her şeyi ile yüce Allah’ın mülküdür, dolayısıyle O’nun gücü kuvveti, ilmi ve meşieti olmaksızın hiçbir şey O’nun mülkünde meydana gelmez.


İşte açıklanan şekliyle kadere iman etmek, hiçbir zaman emirlerin terk edilmesi ve nehiylerin işlenmesi hususunda insanın eline bir delil vermiş olmaz. Yani, yüce Allah’ın emrettiği farzları yerine getirmeyip, nehyettiği şeyleri de irtikab ederek ; Ne yapayım benim kaderim buymuş, diyemez bir insan. Kulun bu şekilde hareket ederek kaderi delil göstermesi, bir çok açıdan tutarsız ve geçersizdir.


Allah kendisinden razı olsun - Muhammed bin Salih el Ûseymin, Şerhu Selâsetil Usûl kitabında bu konuyu birkaç açıdan izah etmektedir ;


1- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :


“ Müşrikler : Allah dileseydi , biz de babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki : Yanınızda bize çıkartıp, gösterebileceğiniz herhangi bir bilgi - delil - var mı ? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. “


EN’AM.148


Zikredilen bu Ayeti kerime gereğince Eğer kader bunların lehine bir delil teşkil etmiş olsaydı, Allah Azze ve Celle bunların iddialarını yalanlayıp onlara azab etmezdi.


2 - Yüce Allah Kerim kitabında yine şöyle buyurmaktadır :


“ …. İnsanların, Allah’a karşı - özür olarak ileri sürebilecekleri - bir delilleri bulunmaması için müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdik. Allah, Azizdir, Hakimdir. “

NİSA : 165.


Şayet peygamberlere aykırı davrananlar lehine kader bir delil teşkil etseydi, peygamberlerin gönderilmesiyle bu delilin ortadan kalkması gerekirdi.


Çünkü peygamberlerin gönderilmesinden sonra onların peygamberlere aykırı davranmaları da yüce Allah’ın kaderiyledir.


3 - Lafız Buhari’nin olmak üzere Buhari ve Müslim’in Ali b. Ebî Talib r.a’dan rivayetlerine göre :


“ … Peygamber s.a.v şöyle buyurmaktadır : Cennet ya da Cehennemden kalacağı yer yazılmamış hiçbir kimse yoktur. Orada bulunanlardan birisi :

- O halde biz amel işlemeyelim, dedi. Allah resûlü :

- Hayır, sizler amel edin, çünki herkes için kolaylık sağlanmıştır. Daha sonra şu ayetleri okudu :

Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ammâ kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa biz de ona en güç olanı hazırlarız.” LEYL : 5 – 10


BUHARİ.14.6495.S - MÜSLİM.8.2647.N


Burada da görüldüğü gibi Allah resûlü s.a.v, insanlara amel işlemelerini emrederek onların, kadere bel bağlamalarını yasaklamıştır.


4 - Yüce Allah kullarına emir ve nehiylerde bulunmuş ve onları ancak güç yetirebilecekleri şeylerle mükellef tutmuştur. O :


“ O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun……”


TEGABÜN. 16


diye buyurduğu gibi : “ Allah, hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyi yüklemez ……”


BAKARA.286.


diye de buyurmaktadır.


Şâyet kul fiillerini işlemeye mecbur olsaydı, o takdirde kendisi için kurtulması mümkün olmayan ve gücünün de yetiremeyeceği şeylerle mükellef tutulmuş olurdu.


Böyle bir şey ise batıldır. Bundan dolayı kul bilmeden, unutarak ya da zorlandığı için herhangi bir kötülük işleyecek olursa, mazur sayılmayacağından ötürü onun için günah söz konusu olacaktı.


5 - Bizler insanların dünya işlerinde kendilerine uygun düşen işlere yöneldiklerini, onları elde etmeye çalıştıklarını, onları bir kenara bırakarak uygun olmayan işlere yönelmediklerini, uygun işlere yönelmelerine karşılıkta kaderi delil göstermediklerini görüyoruz.


Peki aynı insan niçin dini ile ilgili hususlarda kendisine fayda veren şeyleri bırakıp zararlı olan şeylere yöneliyor, sonra da kaderi delil gösteriyor ? Her iki işin durumu da aynı değimlidir ?


Şimdi bu hususu bir örnekle açıklayalım :


“ Bir insanın önünde iki yol bulunsa ve bunlardan birisini başından sonuna kadar anarşi, öldürme, talan, namus ve şereflerin ayaklar altına alındığı, korku ve açlığın egemen olduğu bir ülkeye ulaşırken, diğeri ise başından sonuna kadar güvenli bir düzen, rahat bir geçim, namus, şeref, ve haysiyete önemin verildiği, mala mülke saygının egemen olduğu bir ülkeye gidiyor ise, acaba insan bu iki yolun hangisini izler ?


Elbetteki düzenin ve güvenliğin egemen olduğu ülkeye götüren ikinci yolu izleyecektir.


Hiçbir zaman akıllı ve şuurlu olan bir insanın, anarşinin ve korkunun egemen olduğu ülkeye götüren yolu izleyeceği ve bunun için de kaderi delil göstereceği düşünülemez. O halde ahiret ile ilgili hususlarda ne diye cennet’e değil de cehenneme götüren yolu izlemektedir insan ? ”


İkinci bir örnek : “ Hastaya ilaç içmesi emredildiğinde canı istememekle birlikte bu ilacı içtiğini, kendisine zarar veren yemekten alıkonduğunda canı çekmekle birlikte o yemeyi terk ettiğini görüyoruz. Bütün bunları şifa bulmak ve esenliğe kavuşmak isteğiyle yapar insan. İlacı içmeyip, kendisine zarar veren yemeği yiyerek kaderi delil göstermesi mümkün değildir. Peki insan ne diye Allah ve Resûlünün emrettiğini terk etmekte ya da Allah ve Resûlünün yasakladıklarını işlemekte, sonra da kaderi delil göstermektedir ?.”


6 - Terkettiği farzlara yahut işlediği ma’siyetlere karşılık kaderi delil gösteren bir kimseye, herhangi bir kimse bir haksızlıkta bulunup malını alacak ya da herhangi bir hakkını çiğneyecek olupta ona karşı kaderi delil gösterir ve : “ Sakın beni kınama, çünkü benim sana bu haksızlığım Allah’ın kaderinin bir gereğidir…” diyecek olsa, onun böyle bir gerekçesini kabul etmeyecektir.


Peki başkasının kendisine yaptığı haksızlıklarda kaderin delil gösterilmesini kabul etmezken, yüce Allah’ın haklarını çiğnemesi halinde kaderi kendi lehine nasıl delil olarak gösterebilir ?


Nakledildiğine göre mü’minlerin emiri Ömer b.Hattab’ın huzuruna el kesme cezasını hak etmiş bir hırsız getirilir. O da elinin kesilmesini emredince hırsız : Ağır ol ey müminlerin emiri der, çünkü ben Allah’ın kaderinin bir gereği olarak hırsızlık yaptım, deyince, Ömer r.a da : Bizler de ancak Allah’ın kaderinin gereği olarak senin elini kesebiliriz, diye cevap vermiştir.


ŞERH’U SELASETİL ÛSUL : 131-132.S


İNSAN ANCAK YAPTIĞININ KARŞILIĞINI GÖRÜR


İnsanın, kadere iman konusunda bilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de ;Ceza ve mukafat kulun kendi eliyle kazandığı şeyler yüzündendir.


Yani, bu konuda sapıklığa düşen cebriye’nin dediginin tam tersi, “ Kul amelini işlemeye mecbur kılınmamış ” ona ihtiyar etme - yani tercih etme hakkı - ve buna da güç yetirebilme imkanı verilmiştir.


Dolayısıyle, - delilleriyle de gördüğümüz gibi - iman eden de küfreden de kendi iradesi ile hareket etmektedir.

Başka bir ifadeyle, gördüğü ceza ve mukâfat, ancak kendi kazandığının karşılığıdır.


Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır :


“……. Her kişi kendi kazandığı ile tutulur.”


TÛR : 21


“ İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”


NECM : 39


“ Cehennem ateşine itilerek atıldıkları gün, onlara denecektir ki : İşte bu , sizin yalanlamış olduğunuz ateş. Bu bir sihir midir, yoksa siz mi görmüyorsunuz ? Oraya girin bakalım. İster sabredin, ister etmeyin ; sizin için birdir. Fakat sadece dünyada yapmış olduklarınızla cezalandırılacaksınız.


Allah’tan sakınanlarda, Rablerinin kendilerine verdikleriyle ve kendilerini cehennem azabından koruması sebebiyle sevinçli bir halde cennetlerde ve nimetler içindedirler.


Onlara da denir ki : Dünyada işlemiş olduklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş olan sedirlere dayanmış olduğunuz halde âfiyetle yeyin ve için ” Ayrıca onları hur-ı iyn ile evlendiriniz.”


TÛR. 13-14.15.16.17….20


“ Bunlar,Cennet ehli olup, yapmış olduklarına mûkafat olarak,orada ebedi kalacaklardır.”


AHKAF.14 - NAHL.32.


“ Bu ceza, ellerinizin yapıp öne sürmüş olduğu şeyler dolayısıyledir. Yoksa Allah, elbette kullarına zulmedici değildir.”


ENFAL.51


Görüldüğü gibi cennet ve cehennem, kulun kendi iradesi ile hareket ederek kazanmaya çalıştığı yerlerdir.


Ancak şunu kesinlikle unutmamak gerekir ki ; Eğer Allah’u Azze ve Celle’nin kuluna yardımı, onun günahlarının çoğunu affetmesi ve az iyiliklerine karşılık çok çok mûkafat vermesi söz konusu olmazsa kul, paçasını zor kurtarır.


Yani, kul gücünün yettiği ölçüde Allah’ın emirlerine sarılıp nehiylerinden de uzak duracak, ama, hiçbir zaman yapmış olduğu bu cılız amellerine güvenmeyip Allah’ın affına,merhametine ve az amellerine karşılık çok vermesine güvenecektir.


“ … Peygamber s.a.v şöyle buyurmaktadır : Ameli kendisini cennete sokacak hiçbir kimse yoktur. Sende mi ey Allah’ın resülû ? diye sorulunca o :

- Evet ! Eğer Rabbimin rahmeti olmasa ben dahi “


BUHARİ : 14.C.6395.S - MÜSLİM : 8.2816.N.



Vel hamdu lillahi rabbil alemin - TACÛDDİN EL- BAYBURDİ
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Evet Allah hidayeti kime vereceğini biliyor. O yüzden Furkana laf yok.
Kardeş niyetin hangi anlamı kastetti, düşündüğünü dilinle ifade edemedin mi, yoksa amacın furkan'ı temize çıkarmak mı? Niyetini söyler misin?
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Bu konuda geçenlerde inanmayan birisine bir reddiye yazmıştım:

"Bu soruyu sormanız gayet normal zaten hemen her müslüman bunu merak edip sormuştur birilerine öncelikle konuyu açalım. Yüce Allah ruhumuzu yarattı ve bize sordu" ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Biz de dedik ki "evet sen bizim Rabbimizsin" dedik, zaten asla itiraz edemezdik gücümüz buna yetmezdi, eğer itiraz etseydik ya cehennemde olurduk ya da yok olurduk yani bundan şunu anlıyoruz ki Allah ruhumuza bu soruyu sormuş ve biz onu Rab kabul etmişiz eğer kabul etmeseydik zaten burada olmazdık yani bu sözü hatırlayamamızdan daha doğal birşey yok ki, biz 9 ay anne karnında kaldık anne karnındayken o uzun sürenin bir saniyesini bile hatırlayabiliyor muyuz? Elbetteki hayır, peki bunu hatırlayamamız bir zamanlar anne karnında olduğumuz gerçeğini değiştirir mi peki? Elbetteki hayır. Demekki bizim bilmememiz birşeyi yapmadığımız anlamına gelmez dikkat etmemiz gereken diğer husus ise şudur zaten yüce Allah'ın bize o soruyu sorduğu ve bizimde o soruyu cevapladığımız anı hatırlasaydık imtihan diye birşey olmazdı imtihanın sırrına aykırıdır bu, eğer bunu hatırlasaydık emin ol ne peygambere ihtiyaç kalırdı nede imtihana nede cihada herkes müslüman olurdu ve imtihanın sırrı diye birşey kalmazdı İşte bu hayatın ve ölümün amacına aykırıdır.
Kesinlikle her peygamber Rabbimize verdiğimiz o sözü bize hatırlatmaktadır

7.59 - Andolsun, Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum" dedi.

7.73 - Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte size bir mucize olarak Allah'ın şu devesi.. Bırakın onu da Allah'ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap yakalar."

7.85 - Medyen halkına da kardeşleri Şu'ayb'ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır."

11.50 - Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz."

Daha birçok ayet vardır bununla ilgili

67.2 - O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

76.2 - Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

İşte hayatın amacı budur, Yüce Allah bizi sınamaktadır, öyleyse seni Allah hakkında ne aldatmaktadir?

82.6 - (6-8) Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?

35.37 - Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.
Şunuda söyleyeyim bazılarının bu kur'anı inkar etmesi bile(Allah bizi korusun.amin) onun doğruluğuna önemli bir delildir
7.101 - İşte memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.

25.44 - Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.(aşagıdırlar).


12.(103-106) - Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir.
Hâlbuki sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. O (Kur'an) âlemler içinde ancak bir öğüttür.
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.
Onların çoğu Allah'a ancak ortak koşarak inanırlar.

Kendi yaratılışına bak ellerini yüzünü, kulaklarını, gözlerini vücudunu bir incele ne kadarda üstün bir ilim tarafından
yaratıldığına kesin olarak şahit olacaksın veyahut yeryüzüne bir bak ne kadarda ihtişamlı bir güç tarafından hiç yoktan var edildiğine kesinkes şahit olacaksın

45.4 - Sizin yaratılışınızda ve Allah'ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.

51.(20-21) - Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?

Bu evreni sen mi yarattın(haşa), ya da sen, kendi kendini mi yarattın(haşa)?
Ya da o kahrolası, bilimi ideolojilerine alet eden profesörler mi yarattı(haşa)?
Bütün kibirlerine ve herşeyi çözmüş gibi bilgiçlik taslamalarına rağmen onlar bir sineği bile yaratamazlar

22.73 - Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.

Allah sapıklara meydan okuyor adeta, gelin sapıklar gelin bu örneğe kulak verin , bu konuda başka söze gerek yok, devam edelim inşeallah

bizim hiçbir bahemiz yoktur Allah insanlara tarih boyunca elçiler göndermiştir, kutsal kitaplar inidirmiştir

10.2 - İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?

Ama inanmayan kafirler, oranın ileri gelenleri, varlıklı ve zengin bir kısım kimseler tarafından peygamberler birçok mucize gösterdiği halde Allah'a itaat etmemişler.

27.14 - Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

daha sonra kitapları değiştirmişler, dini bozmuşlar tarih boyunca bu böyle olmuş

3.78 - Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab'dan olmadığı hâlde Kitab'dan sanasınız diye (okudukları) Kitap'tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, "Bu, Allah katındandır" derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

3.65 - Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?

2.75 - Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah'ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.

2.79 - Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab'ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, "Bu, Allah'ın katındandır" derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!


bizim Allah'a karşı hiçbir bahanemiz olamaz hak ve batıl bize gösterildi, Elhamdülillah.

4.165 - Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

90.8 - (8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

76.3 - Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.

10.32 - İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Hak'tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak'tan) döndürülüyorsunuz?

Hidayet Allah'tandır hidayeti veren Allah'tır, Aklınızı kullanın Allah aşkına!

10.100 - Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.

Kardeşim gel iman et ben seni vallahi sapıklığa çağırmıyorum, ben seni vallahi kötü bir yola çağırmıyor um.

12.108 - De ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar basiretle Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim."

2.147 - Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!

3.51 - Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur.

13.18 - Rablerinin emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!

65.11 - İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.

46.17 - Anne ve babasına, "Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?" diyen kimseye, onlar Allah'a sığınarak, "Yazıklar olsun sana! İman et, Allah'ın va'di gerçektir" diyorlar, o da, "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyordu.

14.22 - (Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: «Şüphesiz Allah size gerçek olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim.» Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.

Allah'tan(cc) başka ilah yoktur ve muhammed(s.a.v) onun elçisidir!"
 
why not Çevrimdışı

why not

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu konuda geçenlerde inanmayan birisine bir reddiye yazmıştım:

"Bu soruyu sormanız gayet normal zaten hemen her müslüman bunu merak edip sormuştur birilerine öncelikle konuyu açalım. Yüce Allah ruhumuzu yarattı ve bize sordu" ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Biz de dedik ki "evet sen bizim Rabbimizsin" dedik, zaten asla itiraz edemezdik gücümüz buna yetmezdi, eğer itiraz etseydik ya cehennemde olurduk ya da yok olurduk yani bundan şunu anlıyoruz ki Allah ruhumuza bu soruyu sormuş ve biz onu Rab kabul etmişiz eğer kabul etmeseydik zaten burada olmazdık yani bu sözü hatırlayamamızdan daha doğal birşey yok ki, biz 9 ay anne karnında kaldık anne karnındayken o uzun sürenin bir saniyesini bile hatırlayabiliyor muyuz? Elbetteki hayır, peki bunu hatırlayamamız bir zamanlar anne karnında olduğumuz gerçeğini değiştirir mi peki? Elbetteki hayır. Demekki bizim bilmememiz birşeyi yapmadığımız anlamına gelmez dikkat etmemiz gereken diğer husus ise şudur zaten yüce Allah'ın bize o soruyu sorduğu ve bizimde o soruyu cevapladığımız anı hatırlasaydık imtihan diye birşey olmazdı imtihanın sırrına aykırıdır bu, eğer bunu hatırlasaydık emin ol ne peygambere ihtiyaç kalırdı nede imtihana nede cihada herkes müslüman olurdu ve imtihanın sırrı diye birşey kalmazdı İşte bu hayatın ve ölümün amacına aykırıdır.

Bu çıkarımı nasıl yaptığınızı merak ediyorum. Kalu bela yı hatırlasak da yine inanmayabilirdik. İmtihan sırrı falan kalkmazdı.

(En'am-111:Onlara melekler indirseydik, ölüler dirilip onlarla konuşsaydı, her şeyi toplayıp önlerine koysaydık gene Allah dilemedikçe inanmazlardı, fakat çoğu bilmez.)
demek ki imtihan sırrının kalkması o kadar da kolay değil. Gördüğünüz üzere inanıp inanmamamız ne bazı şeyleri hatırlamaya ne mucizeler görmeye ne de başka şeylere bağlı değil.


burada anahtar sözcük Allah dilemedikçe. Allah dilemezse biz inanamıyoruz.

Bu ayetin 20den fazla çevirisini okudum hepsinde bu anlam çıkıyor.
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Bu çıkarımı nasıl yaptığınızı merak ediyorum. Kalu bela yı hatırlasak da yine inanmayabilirdik. İmtihan sırrı falan kalkmazdı.

(En'am-111:Onlara melekler indirseydik, ölüler dirilip onlarla konuşsaydı, her şeyi toplayıp önlerine koysaydık gene Allah dilemedikçe inanmazlardı, fakat çoğu bilmez.)
demek ki imtihan sırrının kalkması o kadar da kolay değil. Gördüğünüz üzere inanıp inanmamamız ne bazı şeyleri hatırlamaya ne mucizeler görmeye ne de başka şeylere bağlı değil.

burada anahtar sözcük Allah dilemedikçe. Allah dilemezse biz inanamıyoruz.

Bu ayetin 20den fazla çevirisini okudum hepsinde bu anlam çıkıyor.


Öncelikle bahsettiğiniz ayeti inceleyelim,

En'am -111- "Gerçek şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında-78 yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlardı."

78. Yani, "Bâtıl'ı reddedip, özgür ve bilinçli bir seçimle Hakk'ı kabul etmeyeceklerinden kendilerine Hakk'ı izletmek için kalan tek seçenek Allah'ın zorlamasıdır. Bunun için de, yaptıklarından sorumlu olmayan diğer türler gibi, kendilerini düşünce ve eylem özgürlüğünden yoksun bırakacak şekilde Allah'ın mahiyetlerini değiştirmesi gerekmektedir. Fakat bu, insanın yaratılışına aykırıdır. Bu nedenle, Allah'ın olağandışı bir müdahaleyle onları mümin yapmasını beklemememiz gerekir."
Kynk:Mevdudi tefsiri

birde kısaca sizin takıldığız yerle alakali seyyid kutub tefsirine bakalım

" ...-Allah'ın dilemesi hariç- Fakat yüce Allah, inanmalarını dilemiyor. Çünkü onlar, yüce Allah'ın kendilerini doğru yola iletmesi için, Allah uğrunda çaba sarfetmiyorlar."

Allah kullarına asla zulmetmez, şüphesiz ki Allah kullarının iman etmesini ister

28.64 - Onlara, "Haydi ortaklarınızı çağırın!" denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.

Fazla söze gerek yok, şimdi ruhumuzun yüce Allah'a verdiği söz konusuna bakalım

Şunu da belirteyim ben bu reddiyeyi inançsız birisine yazmıştım ve o yazdığım bu reddiyeye hiçbir şekilde itiraz edemedi( bilmiyorum belki de o da bana reddiye yaziyor olabilir Allahu alem).

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için 3-4 örnekle akla uygun benzetmeler yapmıştım, ve sizin sorununuz son yaptığım benzetmeyle ilğili

Biricisi sınavlarda imtihanın kurallarını öğrenciler ya da kantin görevlileri belirlemez, öğrencilerini imtihana tabi tutan öğretmen belirler.
Aynı şekilde insanların imtihanınlarını da yüce Allah belirler,
Yüce Allah bizden verdiği en büyük nimetlerden birisi olan "Aklımızı" kullanmamızı istiyor ve aklını kullanmayanın azaba ugrayacagını söylüyor

Yunus-100-Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.

Ayni şekilde aklını kullandıktan(akıl erdirdikten) sonra sapıtanlarda vardır

Bakara.75 - Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah'ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.

Benim bu konudaki(Kalu Bela) kanaatim şu yöndedir
Yüce Allah bu soruyu bize mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde sormuştur, yani bizim düşündüğümüz gibi sesli heceli şekilde degil Allahu alem,
Bu soruyu yüce Allah ruhumuza da yöneltmiş olabilir Allahu alem

17.85 - Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir."

Ruh hakkında bizim fazla bir bilgimiz olmadığı için bu konuda konuşmayacağım
Neyse meselenin ihtilaflı tarafını bırakıp asıl önemli olan burada önemli olan bizim yüce Allah'ın Rabliğini kabul etmemizdir.

Şimdi inanıp inanmama meselesine gelelim öncelikle Allah bizden aklımızı kullanmamızı istiyor, akıl neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiği halde neden hala inkar eder ?
Sorununu cevabını alemlerin Rabbi veriyor

27.14 - Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

Zalimlik ve kibirleri, büyüklük taslamaları yüzünden, hatta o kadar kibirliler ki Hz.Nuh(a.s)'a söylediklerine bir bakın:

Hud 27.Ayet: Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.

Hud 28.Ayet: Nûh dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”

Hud 29.Ayet: “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”

Hud 30.Ayet: “Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?”

Bu onların ne derecede kibirli olduklarını gösterir.

Akıl doğruyu ve gerçeği kavrar neyin doğru neyin yanlış olduğunuda bilir buna kalbi ve vicdanıda kanaat getirir ama sırf kibir,zalimlik, inat ve nefs den kabul etmez mesela Hz.İsa(a.s) Allah'ın izniyle ölüleri diriltiği halde kavminin bazılarını ona inanmaması, Hz.Salih(a.s)'mı Allah'ın izniyle kayanın içerisinden devenin cıktığı halde kavminin bazılarının inanmaması... bu konuda örnek çoktur.
Çoğu bu mucizelere" sihir" deyip geçiştirmistir. Halbuki onlar sihirin ne olduğunu bile bilmiyorlar bu konuda işin ehli olmuş birisi bunun sihir olmadığını hemen anlar

7.(120-121-122) - Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
- Âlemlerin Rabbine iman ettik dediler.
- Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine.

İnkarda aşırı gitmiş bazı kafirler, müşrikler vardır bunlara melekleri gösterseniz bile inanmazlar, zaten birçoğu mucizeleri inanmak için değil inkar edip alay etmek için istiyor
Yine buna bu büyüdür, sihirdir derler gene geçiştirebilirler.

15.14 - (14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine "Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz" derlerdi.

6.111 - Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar

7.132 - Dediler ki: "Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."

7.146 - Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.

6.124 - Onlara bir âyet geldiği zaman, "Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız" derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.

4.153 - Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ'dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve "Allah'ı bize açıkça göster" demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ'ya apaçık bir güç ve yetki verdik.

Görüldüğü gibi yüce Allah onların kalplerini biliyor. Bu ayetler onların ne derece inkarda ileri gittiklerine delalet eder, çünkü melekler mucize için inmezler onlar azab için helak için ve hak ve hikmete uygun olarak inerler ayrıca bu imtihanın sırrına aykırıdır Allahu alem

6.8 - Bir de dediler ki: "Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!" Eğer (öyle) bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı. (Hemen helâk edilirlerdi.)


8.50 - Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve "haydi tadın yangın azabını" diyerek canlarını alırken bir görseydin.


9.26 - Sonra Allah, Resûlü ile mü'minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır.


15.8 - Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez.

16.33 - (O kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.




Görüldüğü gibi onlar imtihanın sırrına aykırı büyük mucizeleri istiyorlar ancak yüce Allah imtihanın sınırlarını çizmiştir, çünkü burası kusursuz bir imtihan merkezidir.Burayı fazla uzatmadan geçelim inşeallah

İbn-i Abbas diyor ki, "Yüce Allah Adem'in belini sıvazladı. Bunun sonunda kıyamete kadar yaratacağı ruhlar ortaya çıktı. Onlardan söz aldı. Ve onları kendilerine şahit tuttu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sordu. Onlar da "Evet" dediler. (Bu rivayeti İbn-i Cerir ve başkaları Ravi zinciri ile beraber olarak verirler. Bu hadis Peygamber sözü olarak da İbn-i Abbas'ın sözü olarak da rivayet edilmiştir. İbn-i Kesir der ki: İbn-i Abbas'ın sözü olduğunu söyleyen rivayetler daha çok ve daha sağlamdır.)(Fizilal kur'an tefsirinden alıntıdır)

"Bizler bundan önce dünya hayatı yaşamadık bu islam inancına terstir. Ama ruhlar dünyaya gelmeden önce yaratıldığı için ruhlar aleminde yaşamıştır.

MİSAK: “Anlaşma. Sözleşme. Güçlendirme.”
MİSAK-I EZELÎ: “Cenâb-ı Hakk’ın ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ sorusuna, ruhların ‘evet, sen bizim Rabbimizsin’ diye cevap vermeleri.”

Misak; “güçlendirme, anlaşma, sözleşme,” gibi mânâlara geliyor. Ve “Misak-i Ezelî,” Cenab-ı Hakk’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, ruhların “evet, sen bizim Rabbimizsin” diye cevap vermeleriyle tahakkuk etmiş oluyor.
Misakla ilgili âyet-i kerimede şöyle buyurulur:

“Hem de Rabbin, Ademoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp ta, onları kendi nefislerine şahit tutarak ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?,’ (dedi). Onlar da, ’Evet Rabbimizsin, şahit olduk ‘ dediler.” A’raf Suresi, 172

Tefsir âlimleri, âyet-i kerimede geçen, “Âdemoğulları” ve “bellerindeki zürriyetleri” ifadelerinden hareketle, her fert için müstakil bir misakın söz konusu olduğunu beyan etmişlerdir.

Müfessirlerin bir kısmı, misakın başlangıcını “insanın baba sülbündeki ilk teşekkülü” olarak kabul ederler. Bir diğer gurup ise misak başlangıcının “büluğ çağına giriş” olduğunu söylerler. Her iki görüş sahipleri de azınlıkta kalırlar ve büyük çoğunluk, “misakın ana rahminde başladığını ve orada icra edilen İlâhî terbiyenin belli bir safhasında, bedene ruh ilka edildiğini, malûm soru ve cevabın işte bu safhada gerçekleştiğini” ifade ederler.

Allah’ın zamandan münezzeh olduğu dikkate alındığında bu mânâyı kavramak kolay olur. Değişik zamanlarda yaratılan insanlar, birbirlerine göre önce ve sonra gelmiş olsalar bile, Allah’ın ezelî ilminde hepsi hazırdırlar ve bu soruya birlikte muhatap olmuşlardır.
Ezel konusunda, Nur Külliyatından Kader Risalesinde yer alan, şu tespiti, bu vesileyle, aktarmak isterim:

“Ezel; mazi silsilesinin bir ucu değil...
Ezel; mazi ve hâl ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir.” Sözler

O halde misak-ı ezelî denilince, belli bir zaman diliminde yapılan anlaşma değil, ezelî olan Allah’a verilen söz anlaşılmalıdır.

Bazı müfessirler, misakın “temsil” ve “istiare” yoluyla bir İlâhî irşat olduğunu söyleyerek şöyle derler:
“Bu bir benzetmedir. İnsanların, Allah’ın Rububiyetini tanımaya muktedir bir kabiliyette yaratılmış olmaları, bir bakıma, şahit tutulmaları olarak değerlendirilmiştir.”
Tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu ise, hem İlâhî hitabın, hem de ruhun verdiği cevabın sembolik değil, hakiki olduğu görüşündedirler. Bu görüşü son asrın müfessirlerinden Mehmed Vehbi efendi şöyle dile getirir:
“Akıl ve hayat vermeksizin lisan-ı hâlle cevap vermek ihtimalleri varsa da, esah olan (daha doğru olanı), akıl, hayat ve nutuk verdi, halikiyetine ve rububiyetine delalet edecek delilleri gösterdi... Onlar da suali fehmedip (anlayıp), akılları idrak ederek lisanlarıyla söylemek suretiyle cevap verdiler.”

Konunun tahliline girmeden önce, bir noktayı önemle belirtmek isterim:
Misak hâdisesi âyetle sabittir. Bir insan, misakın gerçek mânâda tahakkuk ettiğine akıl erdiremiyorsa, azınlıkta kalan âlimlerin görüşünü benimseyerek, bunun bir teşbih ve temsil olduğunu kabul edebilir. Böylece kendisini şeytanın vesveselerinden kurtarmış ve nefsinin ileri-geri konuşmalarına fırsat vermemiş olur. Âyetin inkârı başka, tevil ve tefsirlerden birini uygun bularak, diğerini kabul etmemek daha başkadır.

Şekli ve mahiyeti ne olursa olsun, İlâhî Fermanın haber verdiği bu misaktan alacağımız en önemli ders şu olsa gerek:
“İnsanı Allah terbiye etmiştir. Bedenindeki her organı, her hücreyi ve ruhundaki her duyguyu, her hissi terbiye eden Odur. Ve insan, buna inanmakla ve bu inancını yaşamakla yükümlüdür.”
Gerçek şu ki, insan, böyle bir misaka muhatap olacak bir yaratılışa sahiptir; fıtratı, kabiliyeti, istidadı buna müsaittir.
Bu konuda, Nur Külliyatından birkaç tespiti takdim etmek isterim:

“Fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır.” Lem’alar

Böyle bir fıtratla dünyaya ayak basan insan, çevresinin sonsuz güzelliklerle, harika sanat mucizeleriyle ve nihayetsiz nimetlerle kuşatılmış olduğunu görür. İşte bu tablo, onun vicdanına iman yolunu gösterir.

“Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin enva’ıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır. Esma-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikî ile itminan edebilir.” Mesnevî-i Nuriye

“Her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in barigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.” Sözler

Her vicdan, insana, “sonsuz derecede aciz ve fakir olduğunu” durmadan hatırlatır. Gözünden güneşe, saçından meyveye kadar her şeye muhtaç olan ve bunların hiçbirini yapacak güce sahip bulunmayan insanoğluna, vicdanı şu dersi verir:
“Bütün bu işleri yapan sonsuz bir rahmet ve kudret sahibi var. Bütün ihtiyaçların için Ondan medet dilemeli ve güç yetiremediğin her hâdise için de ancak Ona sığınmalı, Ona güvenmelisin.”
Demek ki, insan için asıl ve önemli olan, misak-ı ezelîyi hatırlaması değil, yaratılışına bu kabiliyetin konulmuş bulunmasıdır.
Allah Resûlü(a.s.m.) şu hadis-i şerifleriyle bu gerçeği çok net biçimde ortaya koymuş bulunuyor:

“Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzere dünyaya gelir.”

İşte bu dünyaya o temiz fıtratla gelen insan, vicdanının sesine kulak vererek ve aklını doğru kullanarak İlâhî bir terbiyeden geçtiğinin şuuruna erer ve Rabbine ibadet eder.
Nur Külliyatından harika bir tespit:

“Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a’lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir.” Sözler

Bu cümlede misakın mânâsını ve hakikatini görür gibi oluruz. Demek ki, biz Rabbimizin Rububiyetine, yani bizi terbiye etmesine karşılık, Ona kulluk yapmakla görevliyiz. Bu kulluğun gereği, madde ve mânâ âlemimizin tümünü Rabbimizin razı olduğu biçimde şekillendirmemiz, Onun emir ve yasaklarına göre tanzim etmemizdir.

Konunun bir başka yönü:
Misakı hatırlasın veya hatırlaması, insanın fıtratı, istidat ve kabiliyeti onu sorumlu kılmaya yeter. Nitekim, itikat imamlarımızdan Maturudî Hazretleri, “ıssız bir yerde kendisine hiç tebliğ ulaşmamış bir insanın da Allah’a imanla mükellef olduğunu,” söylerken bu fıtratı esas alır. Diğer itikat imamımız Eşari Hazretleri de aynı görüştedir. Ancak buyururlar ki, “böyle bir insan, Rabbinin Allah olduğunu bilemeyebilir. Bir yaratıcısı olduğunu tasdik etse de herhangi bir varlığa tapsa yine ehl-i necattır, kurtulur.”

Üzerinde önemle durulması gereken bir başka husus:
Tefsir âlimlerimiz ruhlara yapılan bu hitabın “kelamî” olmadığında yani Kur’an ve diğer semavî kitaplarda olduğu gibi bir hitap olmadığında ittifak etmişlerdir. Elmalılı Hamdi Efendi, bunun, meleklere verilen emirler gibi olduğunu ve “kelam-ı lâfzi” ile olmadığını vurgular ve şöyle buyurur:
“Bunda (da) mânâ-yı marufiyle (bizim anladığımız mânâda) bir işhad (şahit tutmak) ve sual ü cevap, hakiki mânâsıyla bir mukavele düşünmek lazım değildir.”
Buna göre, ruhlara sorulan mezkûr soru, harfsiz ve kelimesiz bir hitaptır; ilham şeklindedir.
Cenab-ı Hak, Şems Suresinde, Güneşten başlayarak birtakım mahlûklarına kasem eder. Bunlardan birisi de “nefistir.” Ve âyette, mealen, şöyle buyurulur:
“Nefse (kişiye) ve onu şekillendirene, sonra da ona kötülüğü ve takvayı ilham edene (andolsun ki...)”
Bu âyette, insan vicdanına iyi ile kötüyü birbirinden ayırma kabiliyetinin konulduğu beyan buyurulmuş, ona bu kabiliyetin verilmesi ise “ilham” olarak ifade edilmiştir. İşte “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu da böyle bir ilham olarak tahakkuk etmiştir.
Nitekim, Nahl Suresinde de, şöyle buyrulur:

“Rabbin bal arısına da dağlardan, ağaçlardan ve kovanlardan evler edinmesini vahy etti ( ilham etti)” Nahl Suresi, 68

Akıl nimetinden mahrum olan arı ruhu, aldığı bu ilhama “fiilen” cevap vermiş ve evler edinmiştir. Akıl sahibi olan ve konuşma sıfatına mâlik bulunan insan ruhu ise kendisine, yine ilhamla sorulan mezkur soruya, “kelam” ile cevap vermiştir. Ama bu konuşma, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bizim anladığımız mânâda, sesli, harfli, heceli bir konuşma değildir. Zaten o anda, beden tam teşekkül etmiş de değildir. O halde, bu konuşmayı ruhun kelamı olarak anlamamız gerekir.
Biz bu hitabın ve cevabın mahiyetini bilmekten aciziz ve bundan sorumlu da değiliz. Ancak bazı itirazcı nefisler için şu kadarını söylemek isterim:
Sadık rüyada, bir müminin kalbine ulvî bir mânâ akıtılır. Ve rüyasında o mânâ istikametinde hareket etmeye karar verir. Sabahleyin uyandığında, Rabbinin onunla ilham yoluyla konuştuğunu anlar ve kalbine ilka edilen mânânın gereğini yerine getirmeye başlar. Rüyada Rabbinin onunla konuşması ve kendisinin de o ilhama göre hareket etmeye karar vermesi, uyanık âlemdeki konuşmalara ve kararlara hiç mi hiç benzemez. Zaten, uyanık âlemle rüya arasındaki farklılık da bunu gerektirir. Öyle ise, bu dünyadaki konuşmaları ölçü tutarak, ana rahmine henüz ilka edilmiş bir ruha yapılan tebliği ve onun verdiği cevabı anlamaya kalkışmamız, bizi sadece yorar ve daha kötüsü, nice bâtıl hayallere götürür. Başta da belirttiğimiz gibi, bu misakta esas olan, insanın İlâhî bir terbiyeden geçtiğinin kendisine bildirilmiş olması, onun da bunu tasdik etmesidir.

Bakıyorum da, insanoğlu terbiyenin bir yönü üzerinde dikkatle duruyor, o konuda bir isyanı göze çarpmıyor.
Şöyle ki:
Göz, bir terbiyeden geçerek görür hale gelmiş. İnsan bunun farkında ve gözünü sadece görme işinde kullanıyor; başka şeylere sokup kör etmiyor.
El, tutacak biçimde terbiye görmüş, ayak da yürüyecek şekilde. İnsanoğlu da bu terbiyenin hakkını tam veriyor, ayağıyla tutmaya, eliyle yürümeye kalkışmıyor.
Bütün organlarını, aynı şekilde yerli yerince kullanıyor.

Ruhu hakkında da, belli bir ölçüde, aynı şeyi yapıyor. Bir şeyi anlamak istiyorsa aklını yoruyor, hatırlamak istiyorsa hafızasını kurcalıyor. Sevgi, korku, endişe, merak gibi binlerce hissini hep yerli yerince kullanıyor. Yani, severken korku hissini, endişe ederken de sevgi hissini kullanmıyor. Bu haliyle, misakın bir yönünü yerine getirmiş oluyor: “Beni ruhumla ve bedenimle en güzel şekilde terbiye eden sensin. Ben de senin terbiye ettiğin organlarımı ve duygularımı vazifelerinde kullanıyorum.”

Bunlar güzel şeyler ve bunlara bir dediğimiz yok. Şu var ki, bu kâinatı ve içindeki varlıkları bizim için ve bize göre yaratan Rabbimiz, ruhumuzun terakkisi ve ebedî saadete ermesi için de birtakım kanunlar koymuş ve bu kanunlara uyup uymamakta bizi serbest bırakmış.

İşte misak-i ezelî gereği, bu emir ve yasaklara da harfiyen uymak durumundayız. Bunları, “iman, salih amel, takva ve güzel ahlâk” şeklinde özetleyebiliriz.

Misak konusunda iki ayrı soruya muhatap oluyoruz. Birincisi “bu misakı niçin hatırlamıyoruz”, diğeri ise “bu hatırlamayış bizi sorumluluktan kurtarmaz mı?”
Önce, birinci soru üzerinde duralım:

İnsanoğlu ana rahmine dört aylıkken, bedenine ruh ilka ediliyor. O ruh, beş ay kadar misafir kalacağı bu beden hakkında hiç bir bilgiye sahip değil. Ondan öte, kendisinin ruh olduğundan, görme, işitme gibi nice hislerle, akıl, hafıza, hayal gibi manevî sermayelerle donatıldığından da habersiz. Dünyaya geldiğinde de dünyayı tanımıyor. Çocukluk devrini geçiyor, büyüyor, genç oluyor. Aklını çalıştıran, kendini ve içinde yaşadığı âlemi değerlendiren, iç âleminde birtakım sorular üreten ve bunlara cevap arayan müstesna bir varlık haline geliyor. Bu haliyle bile, bebekliğini ve hele ana rahimde geçirdiği safhaları hatırlayamıyor. Sonra kalkıyor, “ben misak-ı ezelîyi niçin hatırlamıyorum,” diye soruyor.

Soruya iki yönden yaklaşmak istiyorum.
Birincisi:
Rabbimiz, bu dünyada, bizi çok şeylerle sınırlamış ve bunların tamamından fayda görüyoruz. Meselâ, görmemizi sınırlamış, bu yüzden her şeyi göremiyoruz. Eşyaya baktığımızda atomların o baş döndüren hareketlerini görebilseydik dengemizi kaybederdik, belki de dünyada yaşamamız mümkün olmazdı. Bastığımız topraktaki bütün bakterileri görebilseydik rahatça yürüyemezdik.

İşitme duygumuzda öyle. Kırda otururken bütün böceklerin ayak seslerini işitseydik, dinlenemezdik. Çok yüksek sesleri duyabilseydik rahatsız olur, belki de işitme duygumuzu kaybederdik. Biz sadece belli frekanslar arasını işitiyoruz ve bizim için en faydalı olanı da böylesi.

Bu sınırlamaları yapan Rabbimiz, hafızamıza da sınırlar koymuş. Bebekliğimizi, o safhada başımıza gelenleri ve daha öncesini, yani rahimde geçen devreleri hiç hatırlamıyoruz. İşte, rahim safhasında muhatap olduğumuz, ama sonradan hatırlayamadığımız hâdiselerden biri de “misak meselesi”. Misakı hatırlayabilseydik, bu dünyada herkes Allah’a iman ederdi ve imtihan olmamızın da bir mânâsı kalmazdı.

Diğer yönü ise şöyle:
Peygamber mucizelerinde çokça okuruz: Bir hayvan, mucize olarak konuşur ve Allah Resûlünün(a.s.m.) peygamberliğini tasdik eder. Daha sona yine eski hâline döner, hiç bir şeyden habersiz, sürdürür hayatını.

Ağaçların konuşmasıyla ilgili mucizeler de öyle.
Cenab-ı Hak, elma ağacına biran için şuur verse ve ona “seni elma verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” deseydi, yahut bal arısına, “seni bal verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” diye sorsaydı, bütün bu ve benzeri soruların cevabı, “evet bizi terbiye eden sensin” şeklinde olacaktı.

Aynı soru insan ruhuna da sorulabilir:
“Seni, insan ruhu olarak terbiye eden, maddî ve manevî sermayelerle donatarak nice ilimlere ve marifetlere kabiliyetli kılan ve ben değil miyim?”
İnsan ruhu da bu sorunun cevabını, “evet beni terbiye eden sensin,” diye verecektir.
Nitekim, ruhlara bu soru sorulmuş, onlar da bu İlâhî hitaba, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” diye cevap vermişlerdir.

“Misakı hatırlamayışımız bizi sorumluluktan kurtarır mı?” sorusuna gelince, bu soruya İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri şöyle cevap veriyor:
“Allah, peygamberleri gönderdiğinde onlara bu ahdi haber verdi. Onlar (insanlar) hatırlamasalar bile peygamberlerin sözü, aleyhlerinde delil olmuştur. Çünkü, bilirsin ki,bir insan namazından bir rekât terk etse ve bunu unutsa, ardından güvenilir kimseler bunu kendisine hatırlatsalar, onların sözü aleyhinde delil olur.”
Dünyaya geldikten sonra, nefis ve şeytana uyarak misak-ı ezelînin aksine hareket eden ruhlar, kendilerini tabiata, maddeye, evrime yahut putlara isnat ederek tatmin olmaya çalışıyorlar ve yaratılış konusundaki bütün tartışmalar da, bir bakıma, misak üzerinde merkezleşiyor.

O halde, “misak-ı ezelîyi niçin hatırlamıyoruz,” diye vakit geçireceğimize, gerek kendi nefsimizde, gerek dış âlemde icra edilen terbiye fiillerine ibretle nazar edelim.
Manevî kurtuluşumuz buna bağlı

Bir mümin, namazın her rekatında, “âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” etmekle bir bakıma, misakını yeniler. Çevresini kuşatan ve onun yardımına koşan bütün varlıkların, İlâhî bir terbiyeden geçtiklerini düşünerek Rabbine şükreder. Sonra bu kâinatın bir küçük misâli olan kendi varlığına nazar eder. Ondaki bütün terbiye fiillerinin de yine onun menfaatine en uygun şekilde icra edildiğini görür.
İşte insanın, kendisini içten ve dıştan kuşatan bu terbiye fiillerini düşünmesi, onu ibadete sevk eder.

Surenin devamında, “ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” diyerek misakını yenilemiş olur. “Rabbimiz sensin, ibadetimiz ancak sanadır ve senden başkasından da yardım dilemeyiz” der ve “sırat-ı müstakim” üzere yürür. “Mağdup” ve “dallîn” denilen şer cephelerinin her ikisinden de uzak kalarak, hayır üzere yaşar ve kendini ebedî saadet mahalli olan cennete hazırlar.
Geliniz, misakı hatırlayacağız diye hayalen maziye gidip oyalanacağımıza, namazın hakikatine nazar edelim ve kula yaraşır bir ömür sürelim.

Prof. Dr. Alaaddin Başar.""1

1: Sorularlaislamiyet andorid programından alıntıdır.
 
Son düzenleme:
why not Çevrimdışı

why not

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi



Öncelikle bahsettiğiniz ayeti inceleyelim,

En'am -111- "Gerçek şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında-78 yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlardı."

78. Yani, "Bâtıl'ı reddedip, özgür ve bilinçli bir seçimle Hakk'ı kabul etmeyeceklerinden kendilerine Hakk'ı izletmek için kalan tek seçenek Allah'ın zorlamasıdır. Bunun için de, yaptıklarından sorumlu olmayan diğer türler gibi, kendilerini düşünce ve eylem özgürlüğünden yoksun bırakacak şekilde Allah'ın mahiyetlerini değiştirmesi gerekmektedir. Fakat bu, insanın yaratılışına aykırıdır. Bu nedenle, Allah'ın olağandışı bir müdahaleyle onları mümin yapmasını beklemememiz gerekir."
Kynk:Mevdudi tefsiri

Allah razı olsun açıklamalarınızdan dolayı.
yalnız sanki zorlama bir tefsir olmuş.


yalnız o ayet de değil
Tekvir 29
Ve isteyemezsiniz, âlemlerin Rabbi Allah istemedikçe.
Insan 30
Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

Bu Ayetlerde de aynı mana var.
birde açıklamaları biraz daha kısa tutabilirsen daha faydalı olabilir.
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun açıklamalarınızdan dolayı.
yalnız sanki zorlama bir tefsir olmuş.


yalnız o ayet de değil
Tekvir 29
Ve isteyemezsiniz, âlemlerin Rabbi Allah istemedikçe.
Insan 30
Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

Bu Ayetlerde de aynı mana var.
birde açıklamaları biraz daha kısa tutabilirsen daha faydalı olabilir.

Kardeşim kusura bakma bir hata oldu önceki yazımı eksik yazmışım, kalın yazdığım yerleri yeni ekledim inşeallah orası biraz önemli
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun açıklamalarınızdan dolayı.
yalnız sanki zorlama bir tefsir olmuş.


yalnız o ayet de değil
Tekvir 29
Ve isteyemezsiniz, âlemlerin Rabbi Allah istemedikçe.
Insan 30
Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

Bu Ayetlerde de aynı mana var.
birde açıklamaları biraz daha kısa tutabilirsen daha faydalı olabilir.

Müddesir.56 Allah dilemedikçe,(41) onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (42)(onu kabul etmeye ehli olan) O'dur, mağfiretin sahibi(43) (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.

AÇIKLAMA

41. Yani, bir kimsenin hidayeti yalnız onun kendi iradesine bağlı değildir. Ancak Allah eğer ona bunu nasip ederse olur. Diğer bir ifade ile burada şu gerçek vurgulanmaktadır: Kulun hiçbir eylemi yalnız onun kendi iradesiyle meydana gelmez. Ancak o fiil Allah'ın iradesi ile tevafuk ederse gerçekleşir. Bu çok nazik bir meseledir. Bu hususu doğru düzgün anlamamak yüzünden birçok insana her istediği şeyi gerçekleştirebilme gücü verilseydi, o zaman bu dünyanın nizamı alt üst olmaz mıydı? Bu nizam, Allah'ın iradesi diğer bütün iradelerin üzerinde galip olduğu için ayaktadır. Bir insan bir şeyi, ancak Allah o şeye izin verdiği zaman yapabilir. Aynı şey hidayet ve dalâlet için de geçerlidir. Sadece bir kimsenin hidayet isteği ile o kimsenin hidayete ermesi yeterli olamaz. Ona hidayet, ancak Allah'ın, onun dilediğini yerine getirmeye karar vermesinden sonra olur. Öte taraftan dalâlet için de aynı şey geçerlidir. Bir kimsenin dalâlete düşmek istemesi salt yeterli olmamaktadır. Ancak Allah onun bu sapıtma ve dalâlete düşme isteğine izin verirse, onun sapık bir yolda ilerlemesi mümkün olur ve o da türlü türlü yollara sapar. Meselâ bir kimse hırsız olmak isterse, bir eve girerek istediği şeyi çalması için sırf bu temenni yeterli değildir. Ancak Allah'ın büyük hizmetleri ve onun maslahatına göre bu isteğe ne vakit, ne kadar ve ne şekilde yapılacağı fırsatı tanınırsa, hırsızlık eylemi gerçekleşir.

42. Yani, Allah'ın hoşnut olmayacağı şeylerden sakınmanız tavsiyesinde bulunulmaktadır. Bu, Allah ona muhtaç olduğu için değildir. Siz böyle yapmadığınız zaman O bir zarar görecek değildir. Aslında bu nasihat, Allah'ın rızasını aramanın ve O'nun emirlerine karşı gelmemenin, kulları üzerinde Allah'ın hakkı olduğu içindir.

43. Yani, bir kimse ne kadar isyankarlıkta bulunmuş ve ne kadar günah işlemiş olursa olsun, bunlardan vazgeçerek Allah'ın rahmetine sığındığı an, Allah onu bağışlar. Bu günahları hiçbir şekilde affetmeyerek onu cezalandırma gibi bir intikam duygusu taşımaması, ancak ve ancak büyük şan sahibi Allah'a yakışır.

29 Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.

İnsan.30 - Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.(33) Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.


AÇIKLAMA

33. Bu ayetlerde şu üç nokta vardır: Birincisi, isteyen Rabbinin yolunu tutar. İkincisi, Allah istemedikten sonra senin istemenle hiçbir şey olmaz. Üçüncüsü, Allah büyük hikmet ve ilim sahibidir. Eğer bu üç noktayı düşünürsek o zaman, insanın irade serbestliği ile Allah'ın dilemesi arasındaki ilişkiyi anlayabiliriz. Bu konuda ne kadar zannımız varsa gider.

Birinci ayetten şu anlaşılmaktadır: Bu dünyada insana verilen irade, onun çeşitli yollardan hangisini isterse seçmeye kadir olabileceği kadardır. Bu, Allah'ın verdiği seçme hürriyetidir. (Freedom of choice) Mesela bir kimsenin geçimi için çeşitli yollar vardır. Bunların bazıları helal ve caizdir; işçilik, memurluk, ticaret, sanat, ziraat vs. Bazıları ise haramdır: Hırsızlık, yol kesme, haydutluk, yan kesicilik, fuhuş, tefecilik, faiz, kumar, rüşvet ve haram kategorisine giren memuriyetler ve ticaret. İnsan hangisiyle geçimini sağlamak isterse bunlardan birini seçer.

Çünkü ahlâklar çeşitlidir. Bir yanda dindarlık, eminlik, şereflik, insaf, merhamet, başkasının derdine ilgi duyma, ismet ve iffet gibi özellikler vardır. Diğer yanda alçaklık, kötülük, zulüm, imansızlık, başıboşluk ve terbiyesizlik gibi rezil tavırlar vardır. İnsan, hürriyeti olduğu için bunlardan dilediğini seçer ve bu yolu takip eder.

Aynı hürriyet din ve mezheb hakkında da geçerlidir. Bunlardan dilediğini kendisi için seçer. İsterse ilhadı, Allah'ı inkarı, şirk, putperestlik, şirk ve tevhid karmasını; isterse de Kur'an'ın bildirdiği halis tevhidi seçer.

Bunlar hakkında da dilediğini seçme iradesi verilmiştir. Allah onu mecbur etmemiştir. Helal geçim kazanmak isterse Allah onu zorla harama mecbur etmez. Ya da Kur'an'ın talimatına uymak isterse Allah onu cebren mülhid, müşrik ve kafir yapmaz. Eğer o, iyi ve salih bir insan olmak isterse Allah onu kötü olmaya zorlamaz.

Seçme hürriyetinden sonra fiilen de onu yapmak istemesi ancak Allah'ın dilemesi, izni ve tevfikine bağlıdır. İnsan bir işi gerçekleştirmeyi isteyip onu irade etmişse o, ancak Allah izin verdiği kadar gerçekleşebilir. Allah'ın izni ve dilemesi olmadan insan ne yaparsa yapsın istediği gerçekleşemez. Aynı şey ikinci ayet için de geçerlidir. Şu şekilde düşünebiliriz: Allah bu dünyada insana irade ve yetki verip onu istedikleriyle başbaşa bırakmış olsaydı dünya nizamı alt üst olurdu. Sözgelimi bir katilin dünyadaki bütün insanları öldürmesi için bu yeterli olurdu. Bir yankesici, dünyada soyulmadık insan bırakmazdı. Bir hırsızdan kimse malını kurtaramazdı. Bir zaniden hiçbir kadın iffetini koruyamazdı. Bir yolkesiciden hiçkimse kurtulamazdı. Eğer herkesin kendi dilediğini gerçekleştirme yetkisi olsaydı bu gibi olumsuzlukların önüne geçilemeyecekti. Bir insan doğru ya da yanlış herhangi bir yolu seçerse onun gerçekleşmesine izin verir veya vermez. Doğru bir yol takip edene de fiilen Allah'ın dilemesi ve tevfiki nasip olur. Ancak dalalate dalarak doğru yolu kaybetmemesi şartıyla. Nasıl ki bir hırsız veya mülhid olmak için zorlama yoksa aynı şekilde mü'min olmak için de zorlama yoktur.

Daha sonra üçüncü ayet Allah'ın dilemesinin mantıksız olmadığını belirterek bu konudaki yanlış düşünceyi düzeltir. Bu nedenle Allah'ın Alim ve Hakim olduğu bildirilmiştir. Yani onun yaptığı, ilim ve hikmete dayanır. Onun için Allah'ın kararlarında yanılmasının imkanı yoktur. O, kime ne kadar yardım edileceği, nereye kadar izin verileceği konusunda ilim ve hikmetle karar verir. Bir kişiye bir işi yapmasında ne kadar izin verdiyse bununla orantılı olarak onun imkanlarını da sağlar. Kişinin yaptığı iş iyi ya da kötü de olsa, ancak Allah'ın sağladığı imkanlar çerçevesinde cereyan eder. Hidayette bundan müstesna değildir. Allah ilmi ve hikmetiyle kimin hidayete layık ve müstehak olduğunu ve kimin olmadığını bilir.

Bakara.6 - Şüphesiz, küfredenleri uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da, onlar için farketmez; iman etmezler.

Bakara.7 - Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır.(10) Ve büyük azab onlarındır.

10. Bu, onların Hakk'ı reddetme nedeninin, kendi hataları olmadığı ve sadece Allah'ın dilemesi ile olduğu anlamına gelmez. Onlar kabul etmezler; çünkü, Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar Hakk'ı dinlemezler; çünkü, Allah onların gözlerini perdelemiştir. Fakat onların kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesi, Hakk'ı kabul edememelerinin nedeni değil, bilâkis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur. Kur'an basit bir tabiat kanunundan söz eder: Eğer bir kimse bir şey hakkında aleyhte önyargı sahibi olur ve sürekli bu önyargısını beslerse, o şeyde ne iyi bir yan görebilir, ne iyi bir şey işitebilir, ne de tarafsızca değerlendirmek için ona kalbini açabilir. Bu bir tabiat kanunu, aynı zamanda Allah'ın kanunu olduğu için kalpleri, kulakları mühürlemek ve gözleri perdelemek özellikleri O'na atfedilmiştir.

Alıntı yapılan yerler: Mevdudi - Tefhimu'l Kur'an
 
Üst Ana Sayfa Alt