Bir Devletin Ölüm Mimarlığı : İsrail

Voice of Ibn Taymiyyah Çevrimdışı

Voice of Ibn Taymiyyah

Voice of Ibn Taymiyyah
İslam-TR Üyesi
İsrail'in Ortadoğu’da yürüttüğü politika, yalnızca bir devletin güvenliğini sağlama iddiasıyla açıklanamayacak denli kudurgan, ölçüsüz ve vicdansızdır. Varlığını sürekli bir tehdit algısı üzerine inşa eden bu devlet, her fırsatta kendisini mazlum göstermekten geri durmazken, aynı anda zalimliğin en rafine biçimlerini sergilemekten utanmamaktadır. İnsan hakları ihlalleri, savaş suçları, kolektif cezalandırmalar ve sistematik bir etnik temizlik pratiğiyle şekillenen bu devlet aklı, dünyanın gözü önünde adım adım bir soykırım yürütmekte, ama bunu diplomatik söylemlerle cilalayarak meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Sivil hedeflere yönelik bombalamalar, çocuk bedenlerini lime lime eden hava saldırıları, uluslararası hukuku hiçe sayan yerleşim politikaları ve Filistin halkının yaşam alanlarını birer toplama kampına çeviren ablukalar; İsrail’in güya savunma adı altında gerçekleştirdiği kıyımın parçalarıdır. Bu, yalnızca askeri değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel bir yıkımdır. Filistinli olmak, İsrail’in gözünde neredeyse bir suç statüsündedir ve bu suçun cezası, doğuştan itibaren infazdır.

Bu kudurganlık, devlet terörünün en rafine halidir; çünkü askeri gücün, istihbarat aygıtlarının ve küresel medya destekli propagandanın kusursuz uyumu ile işlenmektedir. İsrail, kendi sınırlarının çok ötesinde, bölgesel bir istikrarsızlık ve korku makinesi olarak çalışmaktadır. Lübnan’da, Suriye’de, İran’da veya Gazze’de yürüttüğü her operasyon, yalnızca hedef alınan halklara değil, aynı zamanda tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Kendisine yöneltilen her eleştiriyi antisemitizmle yaftalayarak susturmaya çalışan bu ikiyüzlü devlet, Yahudiliği bir kalkan gibi kullanarak kendi zulmünü mutlaklaştırmakta, dinin ahlaki özünü pervasız bir militarizme kurban etmektedir. Dünya, bu pervasızlığa ya sessiz kalmakta ya da stratejik çıkarlar uğruna bu kana susamışlığı görmezden gelmektedir.

ABD ve Batı dünyasının koşulsuz desteğiyle büyüyen bu kibirli cezasızlık hali, İsrail’i insanlık normlarının dışına itmekle kalmamış, onu tamamen başka bir etik evrenin içinde yaşayan, gerçekliğe yabancılaşmış, saldırgan bir makineye dönüştürmüştür. Diplomatik platformlarda barış çağrıları yapan aynı ağızlar, gece yarısı sessizliğinde atılan füzelerin sorumluluğundan kaçmakta, sivil ölümleri istatistiksel sapma olarak sunarak ahlaki çöküşlerini gizlemeye çalışmaktadır. Bu, sadece Filistin halkının değil, tüm insanlığın vicdanında derin yaralar açan bir barbarlıktır ve adına uygarlık denmesi, tarihe atılan en büyük yalandır. İsrail’in vahşeti karşısında tarafsızlık, işbirliğidir; susmak, onaylamaktır; diplomatik denge, ahlaki çürümedir. Özgürlük, adalet ve insanlık adına konuşmak gerekiyorsa, en önce bu kudurganlığı adını koyarak mahkûm etmek gerekir.

Sadece Filistin’in değil, tüm dünyanın onurunu ayaklar altına alan bu saldırgan zihniyet, insan yaşamını hiçe sayan yapısıyla artık yalnızca bölgesel bir tehdit değil, küresel bir faşizmdir. İsrail’in yürüttüğü bu ölüm politikası, ne güvenlik kaygısıyla ne tarihsel travmalarla ne de dini meşruiyetle aklanabilir. Bu, düpedüz bir yok etme arzusudur; yıkıcı, saldırgan, acımasız ve sınır tanımaz bir güç gösterisidir. Gerçek şu ki, Filistin halkı yalnızca topraklarını değil, çocuklarını, evlerini, hafızalarını ve geleceklerini kaybediyor; ve bu kaybın failini tanımlamaktan çekinmek, dilin ve düşüncenin yozlaşmasıdır. İsrail, kendi güvenliğini başkalarının ölümünde kuran bir ölüm mimarlığıdır ve bu mimarlık, tarihin en karanlık rejimlerinin mirasını bugün taşıyan en tehlikeli yapılardan biridir. Bu düzenin devam etmesine izin vermek, yalnızca Filistin’in değil, insan olmanın da intiharıdır.​
 
Üst