Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Bir Kafire Teşekkür Amacıyla Eyvallah Demek Küfür müdür?

Komutan Talut Çevrimdışı

Komutan Talut

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kafir bir kimseden iyilik görünce teşekkür etmek amaçlı eyvallah demek küfür müdür ?
 
Bin Yusuf Çevrimdışı

Bin Yusuf

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleyküm,
bu sorunun cevabı için, evvela eyvallah kelimesinin anlamını bilmek gerekir diye düşünüyorum.
İrdelersek (ﺍﻳﻮﺍﻟﻠّﻪ) ünl. (Ar. iy “evet” ve va’llāhi ile iyva’llāhi’den) yani yaklaşık olarak vallahi öyledir anlamı çıkar. ‘Ey’ veya ‘-iy’, ‘evet, tabii’ gibi manalara gelir. Bilhassa vav’la beraber kullanıldığında, dilimizdeki ifadesiyle ‘aynen öyle, tastamam’ gibi manaları içine almaktadır. Biraz uydurma bir kelime gibi duruyor tam muhtevasını bilmiyorum ama şunu söylemek isterim ki küfre düşüren haller açık olur. Bu hususta bir ayet, hadis veya icma bulamadım. Yine de en iyisini Allah bilir.
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Benim de merak ettiğim, acaba kafire Allah razı olsun demenin hükmü nedir?

Aklıma bu konuda ölmüş kafire merhamet dilemenin hükmü geliyor, ölmüş kafire rahmet dilemek küfür değil ittifakla haramdır, bu durumda küfür ve şirkine rıza göstermeden ölmüş kafir hakkında Allah hatalarını bağışlasın, azaptan korusun/kurtarsın manasında Allah ondan razı olsun demek de aynı hükme girer mi ki?

Ve henüz ölmemiş kafire güzel bir amelinden veya sözünden sonra, tövbe edip müslüman olarak Allah'ı razı edecek duruma gelsin manasında yani geleceğe yönelik, Allah razı olsun demenin hükmü nedir? Bu sözü bu niyetle söylemek haram olmaktan çıkarır mı?
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Benim de merak ettiğim, acaba kafire Allah razı olsun demenin hükmü nedir?

Aklıma bu konuda ölmüş kafire merhamet dilemenin hükmü geliyor, ölmüş kafire rahmet dilemek küfür değil ittifakla haramdır, bu durumda küfür ve şirkine rıza göstermeden ölmüş kafir hakkında Allah hatalarını bağışlasın, azaptan korusun/kurtarsın manasında Allah ondan razı olsun demek de aynı hükme girer mi ki?

Ve henüz ölmemiş kafire güzel bir amelinden veya sözünden sonra, tövbe edip müslüman olarak Allah'ı razı edecek duruma gelsin manasında yani geleceğe yönelik, Allah razı olsun demenin hükmü nedir? Bu sözü bu niyetle söylemek haram olmaktan çıkarır mı?

Beyyine suresinde Allah'ın rızası müminlere tahsis ediliyor, kafirler ise cehennem ile tehdit ediliyor. "Allah razı olsun" demenin zahirde ne ifade ettiği malum ve böyle söylemenin mahzuru kafirin küfrünü ikrar etmesine binaen olmakla, hüküm her türlü zahire bakar, çünkü mümin hangi niyetle söylerse söylesin, kafirin bundan anlayacağı üzerinde bulunduğu küfrün kabüllenebilirliğidir. Vallahu a'lem.

Evyallah kelimesi teşekkür ifade ediyor Türkçe'de. Mümtehine 8. ayetince teşekkürde bir mahzur yoktur fukahanın ifade ettiği üzere.

Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı (teberruhum) ve onlara adaletli davranmanızı (tuksitu ileyhim) yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever. ﴾8﴿ Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir. ﴾9﴿
 
Bin Yusuf Çevrimdışı

Bin Yusuf

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi

Tevbe 96.Ayet: Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.
 
Son düzenleme:
ez-Zehebî Çevrimdışı

ez-Zehebî

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Eğer itikad ederek Allah razı olsun denirse, yani Allah'ın razı olabileceğine itikad ederse küfür olur. Ama ağız alışkanlığından dolayı denirse bu lağva girer. Tıpkı istemsiz olarak vallahi billahi demek gibi. Ama dikkatli olmak lazım.
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Allah kafirlerden razı olmaz abi biliyorum ama acaba Allah razı olmaz diye bir kafire "Allah razı olsun" demek küfür müdür. Mesela ölmüş kafir için bağışlanma dilemek de ayetle yasaklanmış, kafirlerin ebedi cehennemde olduğu ve Allah şirki affetmeyeceği, islamdan başka bir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği ayetlerle bildirilmiş, buna rağmen alimler buna küfür değil ittifakla haram diyor (küfür olduğu görüşü şazdır), buna küfür değil de ittifakla haram demelerinin sebebi Vaad ile vaid meselesi, Allah'ın vaadinden dönmesi mümkün değildir ama kafirlere vaidinden (tehdidinden) dönmesi şer'an mümkün olmasa da aklen mümkündür ve araplarda tehdit ettiğini gerçekleştirmemek bir utanç, noksanlık değil kerem ve fazilettir. Bende bundan sordum acaba Allah razı olsun demek de ölmüş kafir için Allah rahmet etsin demekle aynı hükümde midir mi diye.

Ebu Amr bin A'la'nın yanına (Mutezileden) Amr bin Ubeyd gelmiş ve şöyle demiştir: "Ey Ebu Amr, Allah va'dinden döner mi?" O, buna "Hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Amr, şöyle devam etti: "Peki söyler misin, Allah ceza tehdidinde bulunduğu bir kimse hakkındaki va'dinden döner mi?" Ebu Amr bin A'la buna cevap olarak şöyle dedi: (…) Va'd, vaid (yani tehdid) gibi değildir. Araplar, kişinin bir kötülük va'dedip de bunu yapmamasını bir ar, utanç olarak görmezler. Bilakis bunu bir kerem ve fazilet olarak görürler. Ancak hayır vadedip de onu yerine getirmeyen kişi sözünden dönmekle suçlanabilir. Amr: Bana Araplardan buna dair delil göster, deyince Ebu Amr şöyle dedi: "Sen yoksa şu beyitleri duymadın mı?

"Gerçek şu ki, ben ne zaman onu tehdit eder veya ona vaadde bulunursam,
Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat verdiğim sözü yerine getiririm "

Diyelim ki bu iki cümle farklı değerlendirilir peki "razı olsun" demek illa şu an ki durumunla razı olsun demek değil yani razı olsun demekle geleceği kastetmen ihtimal dahilinde değil midir, her ne kadar örfen bu cümleden şimdiki zaman kastedilse de? Tamam örf kabul edilerek caiz değildir desek bile acaba lügatteki ihtimalden dolayı bu cümleye küfür demek ne kadar isabetli?
 
E Çevrimdışı

Ehli Takva

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Faydalı olur sanıyorum.

Allah radı olsun, İnşeAllah; kelimesi kişinin imanından emin olmadığından dolayı "inşeAllah : Allah dilerse" anlamında söylenmek istenmiştir ki bu uygun değildir.
Aynı mananın benzeri olan fakat hem câiz hemde ihtilafsız olan "CezakAllahu Hayr(an) kesira): Allah hakkında cezanı / karşılığını (çokca) versin" dir. Yani kişiden görülen en ufak bir iyilikten dolayı onun akidesindeki sakat olan durumları bilip düşünmeden "Allah senden radı olsun" demenin sakıncasıyla birlikte uygun olmadığıdır. Çünkü Allah (c.c.) kâfir, muşrikten nasıl radı olabilir?
Böyle kişilere "Cezakallahu Hayr : Allah karşılığını versin" denmeli ki; kişi mûmin ise de kâfir ise de ona göre karşılığını, hak ettiğini vermeli.


 
A Çevrimdışı

Asddllr

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Benim de merak ettiğim, acaba kafire Allah razı olsun demenin hükmü nedir?

Aklıma bu konuda ölmüş kafire merhamet dilemenin hükmü geliyor, ölmüş kafire rahmet dilemek küfür değil ittifakla haramdır, bu durumda küfür ve şirkine rıza göstermeden ölmüş kafir hakkında Allah hatalarını bağışlasın, azaptan korusun/kurtarsın manasında Allah ondan razı olsun demek de aynı hükme girer mi ki?

Ve henüz ölmemiş kafire güzel bir amelinden veya sözünden sonra, tövbe edip müslüman olarak Allah'ı razı edecek duruma gelsin manasında yani geleceğe yönelik, Allah razı olsun demenin hükmü nedir? Bu sözü bu niyetle söylemek haram olmaktan çıkarır mı?

Ölmüş kâfire rahmet dilemek küfür değildir demişsin . Delil nedir ?
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Ölmüş kâfire rahmet dilemek küfür değildir demişsin . Delil nedir ?

Yazı alıntıdır:

KAFİRLERE İSTİĞFAR (BAĞIŞLANMA) DİLEMENİN VE CENAZELERİNİ KILMANIN HÜKMÜ

DÖRT MEZHEBE MENSUP ÂLİMLERDEN BU AMELLERİN HARAM OLDUĞUNA DAİR NAKİLLER

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu konuyla alakalı dört mezhebe mensup çeşitli alimlerin görüşlerini nakletmek istiyoruz. Yapacağımız nakillerde alimlerin konuyla alakalı sözlerine delil getirdikleri Kuran ve Sünnet nassları da zikredilmektedir.

HANBELİLER:

Şeyhulislam İbn Teymiyye (vefatı h. 728/m.1328) kafirlere mağfiret dileme konusunu şu şekilde açıklamaktadır:

Nebinin (sallallahu aleyhi ve sellem) Dua ve şefaatiyle tevessül, ancak ona imanla fayda sağlar. Kâfir ve münafıklara kıyamet gününde hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecektir. İşte bu nedenle Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem), amcasına, babasına ve diğer kâfir ve münafıklara mağfiret dilemekten nehyedilmiştir.

Bu konuda şöyle buyuruluyor: "Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık olan bir kavme hidayet vermez." (63 Münâfikûn 6)

Lâkin nasıl iman ehli iman hususunda derece derece ise, kâfirler de küfürde derece derecedir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Nesi'(Haram aylardaki savaş yasağını başka aylara aktarmak, ertelemek) kâfirlikte daha ileri gitmektir. Kâfirler bu yolla sapıklığa sürüklenirler. Onlar Allah'ın haram kıldığı ayları sayıca denk getirmek için bu ertelemeyi bir yıl helâl sayarlarken, bir sonraki yıl haram kabul ederler. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl saymış olurlar. Yaptıkları çirkin işler kendilerine güzel gösterildi. Allah kâfirler güruhunu kesinlikle doğru yola iletmez." (9 Tevbe 37)

Kâfirler içinde, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yardımcı ve destek olmaları nedeniyle küfrü hafifleyen kimseye, azabının hafifletilmesi hususunda Peygamberin şefaati fayda verir. Lâkin azabını tümden kaldırmaz.

Nitekim Müslim'in Sahih'inde Abbas b. Abdilmuttalib'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ya Resûlâllah, Ebû Talib'e herhangi bir yararın dokundu mu? Çünkü o seni koruyor ve sana zarar vermeye kalkışanlara karşı koyuyordu, dedim.

ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem) :"Evet, o ateşin sığ bir yerindedir. Ben olmasaydım, ateşin en dibinde olurdu" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 40, Edeb 115; Müslim, iman,357) buyurdu.

Rivayetin diğer bir varyantı şöyledir: "Ebû Tâlib seni koruyor, yardım ediyor ve sana zarar vermek isteyenlere karşı koyuyordu" dedim. "Evet, onu büyük alevler içerisinde buldum ve sığ bir yere çıkardım" buyurdu. Yine Ebû Tâlib'le ilgili olarak Ebû Said'den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir: ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanında amcası Ebû Tâlib'ten söz edildi ve bunun üzerine ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Umulur ki, kıyamet günü şefaatimin ona bir yararı olur. Ateşin, ayaklarının topuklarına ulaştığı sığ bir yerine konur. (Ama yine de) hararetinden beyni kaynayacaktır" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 40, Rikâk 51; Müslim, İman 360)

Yine şöyle buyurmuştur: "Cehennem ehli içinde azabı en hafif olan, Ebû Talib'tir. O, ateşten iki takunya giyecektir ki ondan beyni kaynayacaktır" (Müslim, İman 332; Ahmed İbn Hanbel III / 27, 78)

Aynı şekilde henüz dünyadayken azaba uğramamaları konusunda da duasının onlara yararı olur. Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Peygamberlerden birinin, kavmi tarafından dövülürken: "Allah'ım, kavmimi affet, onlar bilmiyorlar" diye dua ettiğini nakletmiştir. O peygamberin duasında: "Allah'ım, onları affet, henüz dünyadayken onları azaplandırma" dediği de rivayet edilmiştir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah, kazanmakta oldukları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir." (35 Fâtır 45)

Yine kâfirlerden kimisine, Allah'ın onu hidâyete erdirmesi, ya da rızık vermesi için dua edebilir. Nitekim Ebû Hureyre'nin annesine dua etmiş ve nihayet Allah onu hidâyete kavuşturmuştur. Yine, Devs kabilesine dua etmiş ve: "Allah'ım, Devs'i hidâyete kavuştur ve onları müslüman kıl" buyurmuştur. Ebû Dâvud'un bir rivayetine göre de, müşriklerden bazısı, yağmur yağması için dua etmesini istemişler ve kendisi de onlar için yağmur duasında bulunmuştur. Aslında bu, onlara bir ihsandır ve böylece kalblerini İslama ısındırmak istiyordu. Nitekim başka şeylerle de bunu sağlamaya çalışıyordu. Müslümanlar, Allah katında yaratıkların itibarca en üstününün Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğu konusunda birleşmişlerdir. Allah katında, ondan daha itibarlı hiç kimse yoktur. Fakat peygamberlerin duası ve şefaatleri, onlara iman ve ibadet etmek gibi değildir, Çünkü onlara iman ve ibadet, âhiret mutluluğunu ve hem mutlak, hem de genel olarak azaptan kurtulmayı gerektirir. Her kim Allah'a ve Resulüne inanarak ve onlara itaat ederek ölürse, kesinlikle mutluluğa ulaşmışlardır. Kim de Resûlullah'ın getirdiğini inkâr ederek ölürse, kesinlikle cehennemliktir. Şefaat ve duaya gelince, kulların ondan yararlanmaları birtakım şartlara bağlıdır. Birtakım engelleri de vardır.

Küfür üzere ölen kâfirlere cehennemden kurtulmaları için şefaat etmenin ve günahlarının bağışlanması için dua etmenin onlara bir yararı olmayacaktır. -İsterse şefaatçi, itibarca en büyük olan olsun- Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den daha büyük şefaatçi yoktur. Onun arkasından Hz. İbrahim gelir "Kıyamet günü İbrahim, babası Âzer ile karşılaşacaktır. Babasının yüzü simsiyah toz, toprak içindedir.

İbrahim ona:

"Bana âsî olma dememiş miydim?"
diye soracak ve babası da:

"İşte bugün sana âsi olmayacağım" diyecektir. O zaman İbrahim:

"Rabbim, insanlar yeniden diriltildiğinde beni zelil ve rüsvay etmeyeceğini vâdetmiştin Şimdi (Allah'ın rahmetinden) uzak olan babamın durumundan daha rüsvaylık ne olabilir?" diyecektir.

Bunun üzerine Allah Azze ve Celle:

"Ben cennetimi kâfirlere haram kıldım" buyuracaktır. Daha sonra İbrahim'e:

"Ayaklarının altına bak, altlarında ne var?" denilecektir. İbrahim bakınca bir de ne görsün, ayakları altında kana bulanmış bir sırtlan (babasının sureti). Ardından o sırtlan, ayaklarından yakalanıp cehenneme atılacaktır" (Buhârî, Enbiyâ 8, Tefsiru Sûre 26/1)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim ona mağfiret dilemiş, ama müşrik olarak öldüğünden dolayı mağfiret dilemesinin bir yararı olmamıştır. Oysa Hz. İbrahim'in Allah katında itibarı çok büyüktür. Yüce Allah, mü'minlere hitaben şöyle buyurmaktadır:"İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Sizi reddettik. Siz, bir tek Allah'a iman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedi olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.' İbrahim'in, babasına söylediği 'senin için Allah'tan mutlaka mağfiret dileyeceğim; fakat Allah'tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü müstesna. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik. Dönüş Sanadır." (60 Mümtehine 4)

Hz. İbrahim, kendi babası için dua etmiş ve ona mağfiret dilemiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, ondan söz ederek şöyle buyurmaktadır :"Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla." (14 İbrahim 41)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de Hz, İbrahim'e uyarak Ebû Tâlib'in bağışlanması için mağfiret dilemek istemişti. Yine bazı müslümanlar kimi akrabalarına mağfiret dilemek istiyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indi:

"Akraba bile olsalar cehennemlik oldukları belli olduktan sonra müşrikler için mağfiret dilemek ne Peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iştir" (9 Tevbe 118.)

Allah, daha sonra Hz. İbrahim'in mazeretini belirterek şöyle buyurmaktadır:

"İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, ona yalnızca verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu." "Bir topluluğa, Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir." (9 Tevbe 114-115)

Buhârî'nin Sahih'inde, Ebu Hureyre'den naklettiği bir rivayette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu aktarılmaktadır: Yüce Allah mü'minlere, Hz. İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim" sözü hariç onu ve onunla beraber olanları örnek edinmelerini emretmiştir. Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez.

Şefaatçilerin en büyüğü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in durumu da öyle. Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den yapılan bir rivayete göre Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi" (Müslim, Cenâiz 105, 108; Ebû Dâvud, Cenâiz 77)

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
"Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır" (Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)[2]

Şeyhulislam İbn Teymiye'nin sözlerinden kafirlere ölümlerinden sonra bağışlama dilemenin caiz olmadığı, ancak sağlıklarında dünya azabının kendilerinden kaldırılması için ve de hidayetleri için dua etmenin caiz olacağı anlaşılmaktadır.


Muvaffakuddin İbn Kudame el- Makdisi (vefatı h. 620 / m. 1223) "El- Kafi fi Fıkh'il İmam Ahmed" adlı eserinde şöyle diyor:

فصل:
ولا تجوز الصلاة على كافر، لقول الله تعالى: {وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ} [التوبة: 84] ، وقال الله تعالى: {مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى} [التوبة: 113] . ومن حكمنا بكفره من أهل البدع لم يصل عليه، قال أحمد: لا أشهد الجهمي ولا الرافضي، ويشهدهما من أحب


Kafirin üstüne (cenaze) namaz kılmak caiz değildir. Zira Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Keza bidat ehlinden de küfrüne hükmettiklerimizin cenazesi kılınmaz. Ahmed, şöyle demiştir: Ne Cehmi'nin ne Rafızi'nin cenazelerine iştirak etmem. Bunların cenazesine sevenler katılır.[3]

İbn Kudame (rh.a)'ın sözlerinden kafirlere istiğfar dilemenin ve cenaze namazlarını kılmanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır.

Necd ulemasından, Muhammed bin Abdilvehhab'ın torunu Abdurrahman bin Hasen Al'uş Şeyh (vefatı h. 1285/m. 1869) "Fethul Mecid li Şerhi Kitab'it Tevhid" adlı eserinde şöyle diyor:

Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:

"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Bu ayetin açıklamasında şunları söylüyor:

وفيه تحريم الاستغفار للمشركين وموالاتهم ومحبتهم; لأنه إذا حرم الاستغفار لهم فموالاتهم ومحبتهم أولى.

Burada müşrikler için mağfiret dilemenin, onlara dostluk göstermenin, onları sevmenin haramlılığı görülmektedir. Onlar için mağfiret dilemek bile haram olunca onlara dostluk ve sevgi göstermenin haramlığı daha evla olarak ortaya çıkar. [4]

Şeyh (rh.a) bu surette müşrikler hakkında istiğfarda bulunmanın haramlığını ifade ediyor ve bunun vela yani dostluk kapsamı içerisindeki bir fiil olduğunu beyan ediyor. Dostluğun bir çeşidi olan bağışlanma talebi nehyedilince bundan daha şedid olan dostluk fiillerinin nehyedilmiş olması daha evladır.
[1] Bu çalışmada eski dönemlere ve yakın dönemlere ait çeşitli kitaplardan nakil yapılacaktır. Nakil yapılan müellifler arasında özellikle müteahhirundan- selefi salihin akidesine muhalif kelami ve tasavvufi görüşlere sahip olanlar olabilir. Bunlardan nakil yapmamızın amacı intisap ettikleri mezheplerin görüşlerini ortaya çıkarmaktır. Yoksa bu, alıntı yaptığımız her müellifin akidesini onayladığımız manasına gelmez.
[2] Mecmuul fetava 1/142- 145
[3] El- Kafi fi Fıkh'il İmam Ahmed, İbn Kudame, Cilt 1 sayfa 368, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut, 1414/1994
[4] "Fethul Mecid li Şerhi Kitab'it Tevhid", Kasas 56 ayetiyle alakalı bölüm, sf 217, Matbaat'us Sunnet'il Muhammediyye, Kahire 1377/1957


ŞAFİİLER

İmam Nevevi (vefatı h. 676/ m. 1278) şöyle diyor:

(وَأَمَّا) الصَّلَاةُ عَلَى الْكَافِرِ وَالدُّعَاءُ لَهُ بِالْمَغْفِرَةِ فَحَرَامٌ بِنَصِّ الْقُرْآنِ وَالْإِجْمَاعِ

Kafirin üstüne namaz kılmaya ve onun için mağfiret istemeye gelince; bu, Kur'an nassı ve icma ile haramdır. [5]

İmam Nevevi
böylece, kafirin cenazesini kılmanın ve onun hakkında bağışlanma talebinde bulunmanın haram olduğunu belirterek, bunun nassın yanı sıra icma ile de sabit olduğunu beyan etmektedir. İmam Nevevi'nin kavlinin zahiri bu fiillere bundan aşağı (mekruh vb) veya bundan yukarı (küfür gibi) bir hüküm vermenin icmaya muhalif olduğuna delalet etmektedir.

Ebu İshak eş-Şirazi (vefatı h. 476/m. 1083) şöyle demektedir:

فصل: وإن مات كافر لم يصل عليه لقوله عز وجل {وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَداً وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ} [التوبة:84] ولأن الصلاة لطلب المغفرة والكافر لا يغفر له فلا معنى للصلاة عليه ويجوز غسله وتكفينه لأن النبي صلى الله عليه وسلم أمر علياً عليه السلام أن يغسل أباه وأعطى قميصه ليكفن به عبد الله بن أبي سلول

Kafir öldüğünde cenazesi kılınmaz, zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

Namaz, mağfiret talebi içindir, kafir ise mağfiret olunmayacaktır. Şu halde kafir için namaz kılmanın bir manası yoktur. Yıkanması ve kefenlenmesi ise caizdir, zira Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali (ra)'a babası Ebu Talib'i yıkamasını emretmiştir, Abdullah bin Selül öldüğünde ise kefenlenmesi için gömleğini vermiştir.[6]

Böylece kafirlerin cenazesini kılmanın haram oluş hikmeti de ortaya çıkmaktadır. Zira kafirlere bağışlanma talebinde bulunmak haram olunca, ölü için dua etme manasına gelen cenaze namazı da haram kılınmış olmaktadır. Yıkanması ve kefenlenmesinde ise böyle bir mana olmadığı için bunlar caizdir.
[5] El Mecmu'u Şerh'il Muhezzeb 5/144, Ebu Zekeriya Yahya bin Şeref en-Nevevi, Dar'ul Fikr, (Subki ve el-Mu'ti'nin tekmilesi ile birlikte)
[6] El-Muhezzeb fi Fikh'il İmam eş-Şafii, 1/250, Ebu İshak eş-Şirazi, Dar'ul Kutub'il İlmiyye


MALİKİLER

Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:
"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Ebu Abdillah el-Kurtubi (vefatı h. 671/m.1273) söz konusu ayetin tefsirinde şunları söylemektedir:

هَذِهِ الْآيَةُ تَضَمَّنَتْ قَطْعَ مُوَالَاةِ الْكُفَّارِ حَيِّهِمْ وَمَيِّتِهِمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَمْ يَجْعَلْ لِلْمُؤْمِنِينَ أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ فَطَلَبُ الْغُفْرَانِ لِلْمُشْرِكِ مِمَّا لَا يَجُوزُ

Bu âyet-i kerime, hayatta olanlarıyla, ölmüşleriyle kâfirler ile dostluk ilişkilerinin kesilmesi gereğini ihtiva etmektedir. Çünkü yüce Allah, mü'minlere, müşrikler için mağfiret dileme hakkını vermemektedir. Buna göre müşrik bir kimseye mağfiret talebinde bulunmak caiz olmayan şeylerdendir. [7]

Kurtubi'nin kavlinden, -yukarda Şeyh Abdurrahman bin Hasen'in de belirttiği gibi- ölmüş kafirler için mağfiret talebinde bulunmanın vela kapsamında bir amel olduğu neticesi ortaya çıkmaktadır. İslam'ın değil hayatta olan kafirlerle, ölmüş olan kafirlerle dahi dostluğu nehyetmesi vela-bera mefhumunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Şihabuddin en-Nefravi (vefatı h. 1126/m.1714) Kayravani risalesini şerh ederken bir yerde şöyle demektedir:

وَالْحَاصِلُ أَنَّ حُرْمَةَ الِاسْتِغْفَارِ لِلْكَافِرِ بَعْدَ مَوْتِهِ مُجْمَعٌ عَلَيْهَا وَلَوْ لِلْأَبَوَيْنِ، وَإِنَّمَا وَقَعَ خِلَافٌ فِي اسْتِغْفَارِهِ لِلْأَبَوَيْنِ حَالَ حَيَاتِهِمَا إذْ قَدْ يُسْلِمَانِ.

Velhasıl; anne baba bile olsalar kafirlere ölümlerinden sonra mağfiret dilemenin haramlığında icma edilmiştir. Ancak belki müslüman olurlar diye hayatlarında onlar için istiğfar dilemenin cevazında ihtilaf vardır.[8]

Böylece bu alim de ölmüş olan kafirler için mağfiret talebinin haram olduğu hususundaki icmayı ifade etmektedir. Sağ olan kafir için dünya azabının kaldırılması noktasında bağışlanma talebinin cevazında ise ihtilaf sözkonusudur.

[7] Ebu Abdillah el-Kurtubi, el-Cami'u li Ahkam'il Kur'an, 8/273, Dar'ul Kutub'il Mısriyye, Kahire 1384/ 1964
[8] Şihabuddin en-Nefravi, Fevakih'ud Dani ala Risaleti İbn Zeyd el-Kayravani, 2/291, Dar'ul Fikr 1415/ 1995


HANEFİLER

Burhanuddin İbnu Mazeh el-Buhari (vefatı h. 616/m. 1219) "el-Muhit'ul Burhani" adlı eserinde şöyle demektedir:

فنقول: لا يصلى على الكافر لقوله تعالى: {وَلاَ تُصَلّ عَلَى أَحَدٍ مّنْهُم مَّاتَ أَبَداً وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَسِقُونَ} (التوبة: 84) ، وروي أنه لما مات أبو طالب جاء علي رضي الله عنه إلى رسول الله عليه السلام وقال: إن عمك الضال قد مات فقال عليه السلام: «اغسله وكفنه وادفنه وما تحدث به حدثاً حتى تلقاني» ، أي: لا تصلِ عليه؛ ولأن الصلاة على الميت دعاء واستغفار له، والاستغفار للكافر حرام قال الله تعالى: {اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ذلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاللَّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَسِقِينَ} (التوبة: 80)


Deriz ki: Kafir için cenaze namazı kılınmaz. Zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

Rivayet olunduğuna göre Ebu Talib öldüğü zaman Ali (ra) Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelmiş ve "Dalaletteki amcanız öldü" demiştir. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Onu yıka, kefenle ve defnet ve de benim yanıma gelinceye kadar onun hakkında hiçbir şey konuşma" buyurmuştur. Bunun manası: "Namazını kılma" demektir. Zira cenaze namazı kılmak, ölü için dua etmek ve bağışlanma talebinde bulunmak (istiğfar) manasına gelir. Kafir için mağfiret dilemek ise haramdır. Zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme! Onlar için yetmiş defa mağfiret dilesen de yine Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Bunun sebebi, Allah ve Rasulünü inkâr etmeleridir. Şüphesiz Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 80)[9]

Bu alim de aynı şekilde ölen kafirlerin arkasından rahmet ve mağfiret dilemenin ve de cenaze namazının haram olduğunu ifade etmiştir. Ali (ra) olayı ise -bunları yaparken başka bir harama bulaşmayacaksa ve müslüman muamelesi yapmayacaksa- kafirleri yıkayıp kefenleyerek defnetmenin asıl itibariyle caiz olduğunu göstermektedir.
[9] Burhanuddin İbnu Maze el-Buhari, el-Muhit'ul Burhani, 2/184, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut 1424/ 2004


KAFİRLER İÇİN İSTİĞFAR DİLEMENİN KÜFÜR OLDUĞUNU SÖYLEYENLER

Maliki usulcülerden Şihabuddin el-Karafi (vefatı h. 684/ m.1285) "el- Furuk" adlı eserinde 272. Fark olarak "Küfür olan ve küfür olmayan dua çeşitleri arasındaki fark" başlığını attıktan sonra küfür olan duayı 4 kısma ayırıyor. Bunlardan birinci kısım Kitab ve Sünnetten kati olan sem'i delillerin nefyetmiş olduğu şeyleri Allah'tan taleb etmektir. Bu birinci kısma üç tane misal vermiş. Bu misallerden birincisi istiğfarla alakalıdır:

الْقِسْمُ الْأَوَّلُ ) أَنْ يَطْلُبَ الدَّاعِي نَفْيَ مَا دَلَّ السَّمْعُ الْقَاطِعُ مِنْ الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ عَلَى ثُبُوتِهِ وَلَهُ أَمْثِلَةٌ : ( الْأَوَّلُ ) أَنْ يَقُولَ اللَّهُمَّ لَا تُعَذِّبْ مَنْ كَفَرَ بِك أَوْ اغْفِرْ لَهُ ، وَقَدْ دَلَّتْ الْقَوَاطِعُ السَّمْعِيَّةُ عَلَى تَعْذِيبِ كُلِّ وَاحِدٍ مِمَّنْ مَاتَ كَافِرًا بِاَللَّهِ تَعَالَى لِقَوْلِهِ تَعَالَى { إنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ } وَغَيْرُ ذَلِكَ مِنْ النُّصُوصِ فَيَكُونُ ذَلِكَ كُفْرًا ؛ لِأَنَّهُ طَلَبٌ لِتَكْذِيبِ اللَّهِ تَعَالَى فِيمَا أَخْبَرَ بِهِ وَطَلَبُ ذَلِكَ كُفْرٌ فَهَذَا الدُّعَاءُ كُفْرٌ .

Birinci misal: "Allahım şu kafire azab etme, onu bağışla" demektir. Halbuki kafir olarak ölen her bir ferdin azab göreceğine dair "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz" (Nisa: 48, 116) ayetleri gibi kati sem'i deliller varid olduğundan dolayı bu küfür olur. Zira böyle bir dua, Allah'ın haber verdiği hususlarda yalancı çıkmasını taleb etmek manasına gelir. Dolayısıyla bu, küfür olan bir duadır.

Müteahhir Hanefilerden İbn Abidin (vefatı h.1252/m.1836) Alauddin el-Haskafi'nin "Durr'ul Muhtar" adlı eserine yaptığı "Reddul Muhtar" adlı şerhte şöyle diyor:

METİN
Haskafi'nin Durr'ul Muhtar'daki sözü:

Hak olan, kafire mağfiret dilemenin haram olmasıdır. Müminlerin hepsi için mağfiret dilemek ise böyle değildir. (Haram değildir.) Bahr. (Yani İbn Nuceym'in Bahr'ur Raik kitabına atıf yapıyor.)

İZAH
«Şârih'in hak olan ilh...» sözleri imam Karâfî ile ona tâbi olanlara red cevabıdır. Karâfî şöyle demiştir: «Kâfire mağfiret duasında bulunmak küfürdür. Çünkü haber verdiği şeyler hususunda Allah Teâlâ'yı yalancı çıkarmak istemiş olur. Bütün mü'minlerin bütün günahlarının afv edilmesine dua etmek de haramdır. Çünkü bunda da mü'minlerden bir taifesinin günahları sebebiyle mutlaka cehennemde azâp göreceklerinin ve ondan ya şefaatla yahud başka bir sebeple çıkacaklarını açıklayan sahih hadisleri yalanlamak vardır. Ama bu küfür değildir. Çünkü haber-ı vahidle kat'iyi yalanlamak arasında fark vardır.

Karâfî'ye birinci kavli hususunda Hılye sahibi İbn-i Emiri Hâcc muvafakat etmiş. İkinci kavlinde ise kendisine muhalefette bulunmuştur. O bunu tahkik ederek meşhur bir mesele üzerine kurulduğunu bildirmiştir. Mesele şudur: Acaba tehditten dönmek AIIah Teâla hakkında câizmidir değil midir? Mevâkıf ve Mekâsıttan anlaşıldığına göre Eşariler câiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu bir noksanlık sayılmaz bil'akis cömertlik ve keremdir.

Taftazâni ile başkalarının açıkladıklarına göre muhakkık ulema bunun câiz olmayacağına kaildirler. Yani sahih kavlin bu olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu, AIIah Teâlâ için müstehildir. (imkansızdır) AIIah Teâlâ: «Ben size önceden tehdid göndermiştim. Bende söz değişmez bir olur.» Başka bir âyette «Allah aslâ vaadinden dönmez.» buyurmuştur.Buradaki vaadden murad tehdittir. En münasibi hassaten müslümanlar hakkındaki tehditten dönmenin câiz olduğunu, kâfirler hakkındaki tehditten dönmenin câiz olmadığını tercih etmektir. Câiz değildir diyenlerin delilleriyle câizdir diyenlerin delilleri, bu suretle birleştirilmiş olur.

Câizdir diyenlerin en açık delili: «Şübhesiz Allah kendisine şirk koşulmasını afv etmez. Ama bundan aşağısını; dilediğine afv eder.» Âyeti kerimesi ile İbrahim aleyhisselâmdan naklen: «Yarab beni, annemle babamı ve mü'minleri hesap gününde bağışla.» âyetidir. Allah Teâlâ: bunu bizim Peygamberimize de: «Günahından dolayı istiğfar et! Mü'minlerle mü'minelere de istiğfarda bulun.» âyeti kerimesi ile emir buyurmuştur. İbn-i Hıbbân'ın sahihinde beyân edildiği vecihle bunu Peygamber (s. a.v.) fiilen dahi yapmış: «Yarabbi Âişe'nin gelmiş geçmiş gizli ve âşikâra bütün günahlarını afv et!» diye dua etmiş sonra «her namazda ümmetim için benim duam budur.» buyurmuştur.

Bu kavlin hulâsası şudur: Tahsisi câizdir. Çünkü lafız lügat itibariyle tehdit delillerinde umuma delâlet eder. Bu sahih delillerde mü'minlerin bazılarının cehenneme girerek günahlarından dolayı azâp edileceğini bildirmesine aykırı değildir. Çünkü maksat bütün mü'minlerin bütün günahlarının afvı câiz olmasıdır. Bütün mü'minlere bunun yapılacağını; katiyetle hüküm vermek değildir.

Böyle duanın câiz olması vukuunun câiz olmasına mebnidir. Yoksa vukuuna kat'i olarak hüküm vermeğe mebni değildir. Hılye'deki uzun sözün kısası budur. Hâsılı şudur ki tehditten dönmenin câiz olmadığını bildiren deliller mü'minlerden başkasına mahsustur. Mü'minler hakkında ise aklen bu câizdir. Binaenaleyh mağfiretin bütün mü'minlere şâmil olmasına dua etmek caizdir; velev ki vâki olmasın. Çünkü sahih deliller mü'minlerden bir taifenin mutlaka azap edileceğini bildirmektedir. Duanın câiz olması aklî cevaza ibtina eder. Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir:. Açık nâslarla sabit olan bir şeyin şer'an yokluğu câiz değildir.

Lekânî, Übbî ile Nevevî'den âsilerden bir cemaat hakkında tehdîdin mutlaka geçerli olacağına icmâ-i ümmet bulunduğunu nakletmiştir. Hal böyle olunca bu duayı yapmak, yarabbi bize orucu ve namazı farz kılma dememize benzer. Bir de bundan kâfir olarak ölen kimseye de mağfiret duasında bulunmanın câiz olması lazım gelir. Meğer ki: Mü'minlere bununla dua etmek ancak din kardeşlerine fazla müşfik olduğunu göstermek için câizdir. Kâfirler böyle değildir. Bize orucu farz kılma diye dua etmek böyle değildir; denile! Çünkü AIIah ve Rasûlünun düşmanlarına dua etmek çirkindir.

Tâattan bıkkınlık göstermek de çirkindir. Ama bununla o kimse âsi olur. Bahır sahibinin tercihine göre kâfir olmaz. Bahır sahibi hak budur demiş şârih de ona tabi olmuştur. Lâkin bu söz şirki afvın aklen câiz olduğuna mebnidir. Tehditten dönmek câizdir sözü de buna mebnidir, gördük ki sahih olan bunun hilâfıdır. Binaenaleyh kâfire dua küfürdür. Çünkü aklen ve şer'an câiz değildir. Bir de kat'î delilleri tekzip etmiş olacağı için câiz değildir. Mü'minler için dua etmek böyle değildir.

Binaenaleyh hak olan Hılye'dekidir. Fakat bizim naklettiğimiz vecihledir. Halebî'nin naklettiği vecihle değildir. [11]

Şimdi burada görüldüğü üzere Karafi, kafirlerin bağışlanmayacağına delalet eden nassları yalanlama manasına geldiği gerekçesiyle kafirler için bağışlanma dilemenin küfür olduğunu iddia etmekte, ondan sonra gelen İbn Emir'il Hacc, İbn Abidin gibi Hanefi alimleri de bu hususta ona muvafakat etmektedir. Lakin İbn Abidin'in şerh ettiği metnin sahibi olan Haskafi, bu kanaatte değildir ve istiğfarı küfür değil, haram olarak görmektedir. Aşağıda geleceği üzere Hanefilerden İbn Nuceym de bu kanaattedir ve Karafi'yi reddetmektedir. Hatta Karafi'nin Furuk adlı eserine haşiye yazan İbn'uş Şat da Karafi'nin bu sözünü reddetmiş ve bunu 'meal yoluyla tekfir' olarak değerlendirmiştir. Yani bu, kişinin sözlerini tefsir ederek yapılmış bir tekfirdir, bu ise batıldır. İstiğfar dileyen kişinin mutlaka sözkonusu nassları yalanlamış olması gerekmez. Bu, istiğfar dileyen kişiye başkalarının atfettiği bir düşüncedir yoksa şahıs bu ayetleri yalanlamış değildir.

Karafi'nin dile getirdiği kafirler için istiğfar dilemek (ve dolayısıyla cenaze namazı kılmak) küfürdür fikrini selef ulemasından söyleyen herhangi bir kimse yoktur. Bizim bu hususta söz söyleyenler arasında tesbit edebildiğimiz en eskisi, akidede Mutezile olmakla beraber Hanefi fakihlerinden olan el-Cessas'tır. (vefatı h. 370) Cessas bu husustaki rivayetlerin bir kısmını inkar ederken bir kısmını uzak tevillerle tevil etmiş, Kuran nassıyla sabit olan İbrahim (as)'ın babasına mağfiret dilemesi olayını ise babasının iman izhar etmesine bağlamıştır!! (Misaller için bkz. Cessas, Ahkam'ul Kuran, 3/185 ve 583, Thk: Şahin)

El-Fusul adlı eserinin bir yerinde ise şöyle diyor:

وَأَمَّا مَا حَكَاهُ عَنْ أَبِي عُبَيْدٍ «فِي قَوْله تَعَالَى {إنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ} [التوبة: 80] وَأَنَّ النَّبِيَّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - قَالَ لَأَزِيدَنَّ عَلَى السَّبْعِينَ» رِوَايَةٌ بَاطِلَةٌ لَا يَصِحُّ عَنْ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - وَلَا يَجُوزُ ذَلِكَ عَلَيْهِ، وَفِي تَجْوِيزِهِ انْسِلَاخٌ مِنْ الدَّيْنِ وَذَلِكَ أَنَّهُ مَعْلُومٌ أَنَّهُ قَدْ كَانَ مِنْ دِينِ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - مِنْ أَوَّلِ مَا بَعَثَهُ اللَّهُ تَعَالَى إلَى (أَنْ) تَوَفَّاهُ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَنَّهُ دَعَا النَّاسَ إلَى اعْتِقَادِ تَخْلِيدِ الْكَافِرِ فِي النَّارِ وَأَنَّهُ لَمْ يُجَوِّزْ قَطُّ غُفْرَانَ الْكُفْرِ فَمَنْ جَوَّزَ عَلَى النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - جَوَازَ الِاسْتِغْفَارِ لِلْكَافِرِ فَهُوَ خَارِجٌ عَنْ الْمِلَّةِ.

"70 defa da bağışlanma dilesen Allah onları affetmeyecektir" (Tevbe: 80) Ayeti hakkında Ebu Ubeyd'den naklettikleri söze göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) "Ben 70'den fazla mağfiret dileyeceğim" demiştir. Bu rivayet batıldır, Rasulullah'tan sahih bir yolla gelmemiştir. Ve böyle bir şey Onun hakkında caiz olmaz. Buna cevaz vermek dinden çıkmaktır. Zira Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in insanları kafirlerin cehennemde ebedi kalacağına inanmaya davet ettiği hususu gönderildiği ilk günden vefat ettiği güne kadar onun dininden olduğu malum olan bir meseledir. Küfrün asla bağışlanmayacağı da böyle kesindir. Kim Peygamber (as)'ın kafirlere mağfiret dilemesini mümkün görürse o kimse İslam milletinden çıkmıştır." (Cessas, el-Fusul fi'l Usul, 1/308-310)

Ardından açıklamaları uzayıp gidiyor. Açıklamaları arasında İbrahim as'ın babası için mağfiret dileme sebebinin babasının İslam izhar etmesi olduğu iddiası da var. Böylece o, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kafirler için bağışlanma dilediğini söyleyenleri tekfir etmeye yeltenmiş ve bu surette ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra hiç kimsenin söylemediği şeyleri ihdas etmiştir. Bu hususta da kafirlerin ebedi cehennemlik oluşunun bütün Rasullerin baştan sona davet ettiği bir şey olduğunu ve Rasullerin buna muhalif bir istekte bulunmasının mümkün olmadığını gerekçe göstermiştir. Öyle zannediyoruz ki bunu Mutezile'nin Allah vaadinden de vaidinden de dönmez şeklindeki batıl prensibinden etkilenerek yapmıştır. Nakli bırakarak her meseleyi akılla izah etmenin varacağı nokta ancak bu şekilde ümmeti tekfir edecek görüşler ihdas etmektir. Asarı bırakıp hevaya tabi olmaktan Allaha sığınırız! Sözkonusu vaad-vaid meselesini aşağıda İbn Nuceym'in sözlerinden hareketle izah edeceğiz inşallah. Bu nakillerdeki diğer mesele olan bütün müminlerin bağışlanması için dua etmenin haram olduğu iddiası ise bundan daha batıl bir iddiadır. Bu da aynı tehdidden dönmek Allah hakkında caiz midir meselesine dayandığı için bu mesele hakkıyla anlaşıldığında bunun da batıllığı tıpkı istiğfarın küfür olduğu iddiasının batıllığı gibi ortaya çıkacaktır inşaallah.

[11]İbn Abidin, Reddul Muhtar ale'd Durr'il Muhtar, 1/523, Dar'ul Fikr, Beyrut, 1412/ 1992


KAFİRLERE İSTİĞFAR DİLEMENİN KÜFÜR OLDUĞUNU SÖYLEYENLERE VERİLEN CEVAPLAR
Hanefilerden İbn Nuceym el-Mısri (vefatı h. 970/ m. 1563) , "Bahr'ur Raik" adlı eserinde kişinin ancak mümin olan anne babası için mağfiret dileyebileceğini söyledikten sonra şöyle diyor:

قَالَ فِي مُنْيَةِ الْمُصَلِّي وَيَسْتَغْفِرُ لِنَفْسِهِ وَلِوَالِدَيْهِ إنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ وَلِجَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ، وَإِنَّمَا قَيَّدَ بِإِيمَانِهِمَا؛ لِأَنَّهُ لَا يَجُوزُ الدُّعَاءُ بِالْمَغْفِرَةِ لِلْمُشْرِكِ وَلَقَدْ بَالَغَ الْقَرَافِيُّ الْمَالِكِيُّ كَمَا نَقَلَهُ فِي شَرْحِ مُنْيَةِ الْمُصَلِّي بِأَنْ قَالَ إنَّ الدُّعَاءَ بِالْمَغْفِرَةِ لِلْكَافِرِ كُفْرٌ لِطَلَبِهِ تَكْذِيبَ اللَّهِ تَعَالَى فِيمَا أَخْبَرَ بِهِ،

Zira Müşriğin bağışlanması için dua etmek caiz değildir. Hatta Munyet'ul Musalli'de nakledildiği üzere Malikilerden Karafi, mübalağa ederek kafirin bağışlanması için dua etmenin küfür olduğunu söylemiştir. Çünkü onun bu talebi Allah'ın verdiği haberi yalanlamak anlamına gelir.

Ardından Karafi'nin Furuk'ta geçen malum görüşlerini zikrediyor, yani kafire istiğfar dileyenin açık nassı tekzib ettiğinden dolayı kafir olacağı, bütün müminlerin bağışlanması için dua edenin ise ahad haberi tekzib ettiğinden dolayı günahkar olacağını, kafir olmayacağı yönündeki görüşünü ele alıp değerlendirmesini yaptıktan sonra şöyle diyor:

وَالْحَقُّ أَنَّهُ يَكُونُ عَاصِيًا بِالدُّعَاءِ لِلْكَافِرِ بِالْمَغْفِرَةِ غَيْرَ عَاصٍ بِالدُّعَاءِ بِالْمَغْفِرَةِ لِجَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَ؛ لِأَنَّ الْعُلَمَاءَ اخْتَلَفُوا فِي جَوَازِ الْعَفْوِ عَنْ الْمُشْرِكِ عَقْلًا، قِيلَ بِالْجَوَازِ؛ لِأَنَّ الْخُلْفَ فِي الْوَعِيدِ كَرَمٌ فَيَجُوزُ مِنْ اللَّهِ تَعَالَى، وَإِنْ كَانَ الْمُحَقِّقُونَ عَلَى خِلَافِهِ كَمَا ذَكَرَهُ التَّفْتَازَانِيُّ فِي شَرْحِ الْعَقَائِدِ،

İşin doğrusu yani hak olan ise şudur: Kafirin bağışlanması için dua eden günahkar, asi olur; bütün müminlerin bağışlanması için dua eden ise günahkar sayılmaz. Zira alimler, müşriğin bağışlanmasının aklen caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf ettiler. Taftazani'nin Şerh'ul akaid'de belirttiği üzere muhakkikler, tahkik ehli bunun zıddını söyleseler de bunun caiz olduğu söylenmiştir; zira vaidden yani tehditten dönmek bir keremdir, lutuftur; bu ise Allah hakkında mümkündür. [12]

İbn Nuceym ve diğerlerinin kafirlere mağfiret dilemenin küfür olmamasının illeti olarak açıkladıkları "Allah'ın vaidinden dönmesinin caiz oluşu" hususunda Vahidi (vefatı h. 468/ m. 1076) "el-Vasit" adlı tefsirinin Nisa: 93 ayetiyle alakalı bölümünde şunları zikrediyor:

وروى عاصم بن أبي النجود، عن ابن عباس في قوله: فجزاؤه جهنم قال: هي جزاؤه، فإن شاء عذبه، وإن شاء غفر له.

Asım bin Ebi'l Cunud, "Onun cezası cehennemdir" (Nisa: 93) kavli hakkında İbn Abbas'tan şunu rivayet eder: Aslında katilin cezası budur, fakat Allah dilerse ona azab eder dilerse de onu bağışlar.

وبهذا قال عون بن عبد الله، وبكر بن عبد الله، وأبو صالح: وقد يقول الإنسان لمن يزجره عن أمر: إن فعلته فجزاؤك القتل والضرب، ثم إن لم يجازه بذلك لم يكن ذلك منه كذبا.

Avn bin Abdillah, Bekr bin Abdillah ve Ebu Salih de böyle demişlerdir. Şöyle ki bir insan bir meseleden dolayı kınayacağı kişiye şöyle der: "Eğer bunu yaptıysan (veya yaparsan) senin cezan öldürülmek ve dövülmektir." Sonra eğer ki cezalandırmazsa bu onun yalan söylediği manasına gelmez.

والأصل في هذا: أن الله تعالى يجوز أن يخلف الوعيد، وإن كان لا يجوز أن يخلف الوعد، بهذا وردت السنة عن رسول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فيما:

Bu meselenin aslı şudur: Allahu teala'nın vaidinden yani tehdidinden dönmesi caizdir (mümkündür), fakat va'dinden dönmesi sözkonusu değildir. Bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle bir sünnet varid olmuştur:

246 - أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدٍ الأَصْبَهَانِيُّ، أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ الأَصْبَهَانِيُّ، حَدَّثَنَا زَكَرِيَّا بْنُ يَحْيَى السَّاجِيُّ، وَأَبُو حَفْصٍ السُّلَمِيُّ، وَأَبُو يَعْلَى الْمَوْصِلِيُّ، قَالُوا: حَدَّثَنَا هُدْبَةُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا سُهَيْلُ بْنُ أَبِي حَزْمٍ، حَدَّثَنَا ثَابِتٌ الْبُنَانِيُّ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «مَنْ وَعَدَهُ اللَّهُ عَلَى عَمَلِهِ ثَوَابًا فَهُوَ مُنْجِزُهُ لَهُ، وَمَنْ أَوْعَدَهُ عَلَى عَمَلِهِ عِقَابًا فَهُوَ بِالْخِيَارِ»


(Hadisin senedini verdikten sonra) Enes (ra)'dan Allah rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah bir kula ameli karşılığında sevap vâdedecek olursa onu yerine getirir. Eğer ona ameline karşılık ceza tehdidinde bulunacak olursa, bu Allah'ın dilemesine (meşîetine) bağlıdır."[13]

أخبرنا أبو بكر، أخبرنا عبد الله، أخبرنا محمد بن حمزة، حدثنا أحمد بن الخليل، حدثنا الأصمعي، قال: جاء عمرو بن عبيد إلى أبي عمرو بن العلاء، فقال: يا أبا عمرو، يخلف الله ما وعد؟ قال: لا.
قال:
أفرأيت مَن أوعده الله على عمل عقابا، أيخلف الله وعده فيه؟ فقال أبو عمرو بن العلاء من العجمة: أتيت يا أبا عثمان؟ إن الوعد غير الوعيد، إن العرب لا تعد عارا ولا خلفا أن تعد شرا ثم لا تفعله، ترى ذلك كرما وفضلا، وإنما الخلف أن تعد خيرا ثم لا تفعله.
قال: فأوجدني هذا في العرب.
قال: أما سمعت قول الأول:
وإني وإن أوعدته أو وعدته ... لمخلف ايعادي ومنجز موعدي


(Haberin senedini zikrettikten sonra) Ebu Amr bin A'la'nın[14] yanına (Mutezileden) Amr bin Ubeyd gelmiş ve şöyle demiştir: "Ey Ebu Amr, Allah va'dinden döner mi?" O, buna "Hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Amr, şöyle devam etti: "Peki söyler misin, Allah ceza tehdidinde bulunduğu bir kimse hakkındaki va'dinden döner mi?" Ebu Amr bin A'la buna cevap olarak şöyle dedi: (…) Va'd, vaid (yani tehdid) gibi değildir. Araplar, kişinin bir kötülük va'dedip de bunu yapmamasını bir ar, utanç olarak görmezler. Bilakis bunu bir kerem ve fazilet olarak görürler. Ancak hayır vadedip de onu yerine getirmeyen kişi sözünden dönmekle suçlanabilir. Amr: Bana Araplardan buna dair delil göster, deyince Ebu Amr şöyle dedi: "Sen yoksa şu beyitleri duymadın mı?

"Gerçek şu ki, ben ne zaman onu tehdit eder veya ona vaadde bulunursam,
Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat verdiğim sözü yerine getiririm "


والذي ذكره أبو عمرو بن العلاء رحمه الله مذهب الكرام، ويستحسن عند كل أحد خلف الوعيد كما قال السري الموصلي:
إذا وعد السر أنجز وعده ... وإن أوعد الشر فالعفو مانعه



Ebu Amr bin A'la'nın (rh.a) zikrettiği şey kerem sahiplerinin mezhebidir. Tehdidden dönmek herkesin nezdinde güzel görülür. Tıpkı Sırrı el-Mavsili'nin dediği gibi:

Bir müjde vadettiğinde vadini yerine getirir
Bir kötülük vadettiğinde ise affetmek ona engel olur.

وأحسن يحيى بن معاذ في هذا الفصل حيث قال: الوعد والوعيد حق، فالوعد حق العباد على الله، ضمن لهم إذا فعلوا كذا أن يعطيهم كذا، ومن أولى بالوفاء من الله؟ والوعيد حقه على العباد، قال: لا تفعلوا كذا فأعذبكم ففعلوا فإن شاء عفا وإن شاء أخذ، لأنه حقه، وأولاهما بربنا الكرم والعفو إنه غفور رحيم.


Yahya bin Muaz bu konu hakkında ne güzel söylemiştir: Va'd de vaid de haktır. Va'd kulların Allah üzerindeki hakkıdır; onlara eğer şöyle yaparlarsa şunu şunu vereceğini vadetmiştir. Allahdan daha vefalı kim vardır? Vaid ise Onun kulları üzerindeki hakkıdır. O (azze ve celle) demiştir ki: Şunu yapmayın yoksa size azab ederim. Onlar o işi yaptıklarında dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Zira bu Onun hakkıdır. Rabbimiz için evla olan ise ikram ve afvdır. Zira O, Gafur ve Rahim'dir.[15]

[12] İbn Nuceym, Bahr'ur Raik Şerh'u Kunuz'id Dekaik (Haşiyeleriyle birlikte), 1/350, Dar'ul Kitab'il İslami, Baskı tarihi ve yeri yok.
[13] Heysemi, Mecma'uz zevaid'de (10/211)'de hadisi rivayet ettikten sonra şöyle diyor: Bu hadisi, Ebu Yala ve Taberani Evsatta rivayet etmiştir. Senedde yer alan Suheyl bin Ebi Hazm zaafına rağmen sika addedilmiştir. Kalan ricali ise sahih ricalindendir. Beyhaki, el-Ba's ve'n Nuşur adlı eserinde bu hadisi rivayet ettikten sonra şu ziyadeyi kaydeder: "Dilerse onu cezalandırır, dilerse onu affeder." Bu ziyade hakkında şu açıklamayı yapıyor: "Bunu rivayet etme hususunda Suheyl tek kalmıştır ve o kavi değildir." Kurtubi de Nisa 93'ün tefsirinde hadisi bu şekilde rivayet etmiştir.
[14]Nahivci, 154'te vefat etti. Sika. (İbn Hacer, Takrib 261)
[15] Et-Tefsir'ul Vasit, Ebu'l Hasen el- Vahidi en-Nisaburi eş-Şafii, 2/101, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut, 1415/ 1994 Kurtubi tefsirine de bakılabilir. Nisa: 93.ayet

Görüldüğü üzere kafir için bağışlanma dilemek küfür değil, haramdır. Çünkü kafirin azap görmesi Allahın bir vaidi yani tehdididir, Allahın tehdidinden dönmesini talep etmek ise caizdir. Rasullerin kafirler için bağışlanma dilemesi de buradan kaynaklanır. Halbuki onlar kafirlerle alakalı tehdid nasslarını bilmekteydiler, buna rağmen Allahın bu tehdidinden döneceğini umdular. Lakin Allahu Teala çeşitli hikmetlerden dolayı kafirlere istiğfar dilemeyi nehyetti ve bu haram kılındı. Çünkü Tevbe suresinden önce nazil olan ayetlerde –ki Nisa suresi daha öncedir- şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ

"Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bunun aşağısındakini dilediğine bağışlar." (Nisa: 48)

Tevbe suresinde ise şöyle diyor:

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ

"Müşrikler için bağışlanma dilemek ne Peygambere ne de müminlere yaraşmaz." (Tevbe: 113)

Açıkça görülüyor ki Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminler bu ayetten önce müşrikler için istiğfar/bağışlanma diliyorlardı. Halbuki bu, ilk bakışta Nisa: 48. Ayete muhalif gözükmektedir, çünkü Allahu Teala Tevbe: 113 inmeden önce de bu ayette müşriklerin bağışlanmayacağını –aynı gafera kökünden gelen bir fiille la yağfiru diyerek- zaten bildirmişti. İşte bundan dolayı kelamcıların tesirindeki halef alimlerinden bir çoğu birbirinden uzak tevillerle bu ayetleri uzlaştırmaya çalışmışlardır ama bunların hiç birine gerek yoktur. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onların bağışlanmayacağını biliyordu ancak Allahu Teala'nın vaidinden, tehdidinden dönmesi mümkün olduğundan dolayı ta ki nehyedilene kadar istiğfar talebini sürdürdü, mesele bundan ibarettir. Yani Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in haşa Nisa: 48'e ve müşriklerin cehenneme gideceğini beyan eden diğer ayetlere bir muhalefeti sözkonusu değildir. Bu ayetler vaid/tehdid ayetleridir; Allah'ın bu tehdidlerinden dönmesi için Onun hakkında bir eksiklik değil bilakis bir kerem ve lutuftur o yüzden Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de Allahu Teala'nın vaidinden döneceğini umuyordu, mevzu budur. Ehli sünnet menhecine göre bütün bunların uzlaştırması bu şekildedir.

Münafıkların başı Abdullah bin Selül'ün cenazesinin kılınması hakkında Buhari, Hadis no: 4672'de şunları rivayet etmektedir:

عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، أَنَّهُ قَالَ: لَمَّا تُوُفِّيَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَيٍّ، جَاءَ ابْنُهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَعْطَاهُ قَمِيصَهُ، وَأَمَرَهُ أَنْ يُكَفِّنَهُ فِيهِ، ثُمَّ قَامَ يُصَلِّي عَلَيْهِ فَأَخَذَ عُمَرُ بْنُ الخَطَّابِ بِثَوْبِهِ، فَقَالَ: تُصَلِّي عَلَيْهِ وَهُوَ مُنَافِقٌ، وَقَدْ نَهَاكَ اللَّهُ أَنْ تَسْتَغْفِرَ لَهُمْ؟ قَالَ: " إِنَّمَا خَيَّرَنِي اللَّهُ - أَوْ أَخْبَرَنِي اللَّهُ - فَقَالَ: {اسْتَغْفِرْ لَهُمْ، أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ، إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ} [التوبة: 80] فَقَالَ سَأَزِيدُهُ عَلَى سَبْعِينَ " قَالَ: فَصَلَّى عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَصَلَّيْنَا مَعَهُ، ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ: {وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا، وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ} [التوبة: 84]

İbn Ömer (ra)'dan nakledildiğine göre şöyle demiştir: Abdullah bin Übeyy, öldüğünde oğlu Abdullah bin Abdullah Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelmiş, O da gömleğini ona vermiş ve de o gömleğin içinde kefenlenmesini emretmişti. Sonra ona namaz kılmak üzere kalktı, o esnada Ömer bin Hattab (ra) elbisesinden tutarak ‘O bir münafık olduğu halde namazını mı kılacaksın? Allah seni onlara bağışlama dilemekten nehyetmedi mi? ' dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Allah beni muhayyer bırakarak –yahut bana haber vererek- şöyle buyurmuştur: ‘Onlar için bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir, onlar için yetmiş defa da bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır.' (Tevbe: 80) Sonra dedi ki: Ben, yetmişten fazla istiğfar dileyeceğim. (İbn Ömer diyor ki) Ardından Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun namazını kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra Allah ona şu ayeti indirdi: ‘Onlardan ölen hiç birinin namazını asla kılma, kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe:84)

Buhari, başka bir yerde ise (no: 1366) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ömer (ra)'a verdiği cevabı şu şekilde nakletmektedir:

«إِنِّي خُيِّرْتُ فَاخْتَرْتُ، لَوْ أَعْلَمُ أَنِّي إِنْ زِدْتُ عَلَى السَّبْعِينَ يُغْفَرُ لَهُ لَزِدْتُ عَلَيْهَا»

"Ben muhayyer bırakıldım ve (bunu) tercih ettim. Eğer, yetmişten daha fazla yaptığımda bağışlanacağını bilsem fazlasını yapardım."

Bazı alimler bu hadislere birtakım teviller getirmeye çalışsalar da alimlerin bir çoğu hadisin zahiri üzere olduğunu ve Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gerçekten İbn Selül'ün bağışlanmasını umduğunu beyan etmişlerdir. Nitekim İbn Hacer de Fethul Bari 4672 numarada konu hakkında bilgi vermektedir ve bu görüşte olan alimlerden –kendisi bu yorumu çok benimsemese de- bunu şu şekilde nakletmektedir:

فَكَأَنَّهُ جَوَّزَ أَنَّ الْمَغْفِرَةَ تَحْصُلُ بِالزِّيَادَةِ عَلَى السَّبْعِينَ لَا أَنَّهُ جَازِمٌ بِذَلِكَ

"Böylece O (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu kesin görmemekle beraber 70'den fazla mağfiret dilediği takdirde mağfiretin/bağışlamanın gerçekleşmesini mümkün görmüştür."

Bu görüşte olan alimlerden birisi de Zerkeşi'dir. O, şöyle demektedir:

لَعَلَّهُ قَالَهُ رَجَاءَ حُصُولِ الْمَغْفِرَةِ بِنَاءً عَلَى بَقَاءِ حُكْمِ الْأَصْلِ، فَإِنَّ رَجَاءَهَا كَانَ ثَابِتًا قَبْلَ نُزُولِ الْآيَةِ

"Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü mağfiretin gerçekleşeceğini ümid ederek söylemesi muhtemeldir. Bu da asıl hükme binaendir. Zira bu ayet inmeden önce Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu (mağfiretin gerçekleşeceğini) ümid ettiği sabittir."

Zerkeşi, ardından hadisi müşkil görerek sıhhatine tan eden bazı alimleri tenkid etmektedir. Ardından kendi görüşünde olan alimlerden nakil yapmaktadır. Onun naklettiğine göre İbn Furek şöyle demiştir:

لَا مَعْنَى لِتَوْهِينِ الْحَدِيثِ، لِأَنَّهُ قَدْ صَحَّ، وَلَيْسَ بِمُنْكَرٍ اسْتِغْفَارُهُ - عَلَيْهِ السَّلَامُ -، لِأَنَّهَا لَا تَسْتَحِيلُ عَقْلًا، وَالْإِجَابَةُ مُمْكِنَةٌ

"Hadisi zayıf addetmeye gerek yoktur. Çünkü o sahihtir. Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) istiğfar dilemesi de münker bir iş değildir. Zira bu (yani kafirlerin bağışlanması) aklen imkansız değildir, buna icabet edilmesi de mümkündür." (Zerkeşi, Bahr'ul Muhit, 5/173-174)

İbn Furek burada kafirlerin bağışlanmasının aklen caiz olduğunu ifade ederek Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bunun mümkün olması hasebiyle istiğfar talebinde bulunduğunu söylemektedir.

İbrahim (as) hakkında zikredilen hadis de aynı şeye delalet etmektedir:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: " يَلْقَى إِبْرَاهِيمُ أَبَاهُ آزَرَ يَوْمَ القِيَامَةِ، وَعَلَى وَجْهِ آزَرَ قَتَرَةٌ وَغَبَرَةٌ، فَيَقُولُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ: أَلَمْ أَقُلْ لَكَ لاَ تَعْصِنِي، فَيَقُولُ أَبُوهُ: فَاليَوْمَ لاَ أَعْصِيكَ، فَيَقُولُ إِبْرَاهِيمُ: يَا رَبِّ إِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لاَ تُخْزِيَنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ، فَأَيُّ خِزْيٍ أَخْزَى مِنْ أَبِي الأَبْعَدِ؟ فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى: " إِنِّي حَرَّمْتُ الجَنَّةَ عَلَى الكَافِرِينَ، ثُمَّ يُقَالُ: يَا إِبْرَاهِيمُ، مَا تَحْتَ رِجْلَيْكَ؟ فَيَنْظُرُ، فَإِذَا هُوَ بِذِيخٍ مُلْتَطِخٍ، فَيُؤْخَذُ بِقَوَائِمِهِ فَيُلْقَى فِي النَّارِ

Ebû Hureyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Kıyamet gününde, İbrahim Aleyhisselâm, babası Azer'in yüzü toz-toprak içinde olduğu halde onunla karşılaşacak. İbrahim ona diyecek ki:
— Dünyada ben sana, bana isyan etme, dememiş miydim? Babası ona şöyle cevab verecek:
— Bugün sana isyan etmeyeceğim, sözünü dinleyeceğim. İbrahîm Aleyhisselâm:
~ Ey Rabbim! Beni mahşer, gününde utandırmayacağını va'detmiştin. Rahmetinden uzak kalan babamın çirkin durumundan daha utandırıcı ne olabilir? diyecek. Allah Tealâ şöyle buyuracak:
— Ben cenneti kâfirlere haram kıldım. Sonra denilecek ki:
— Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var? İbrahim, bakacak ve birden, kâna bulaşmış bir erkek sırtlan görecektir. Sonra o sırtlan ayaklarından tutulup cehenneme atılacak." (Buhari, 3350)

Görüldüğü üzere İbrahim (as) babasının bağışlanacağı, hatta cennete gireceği yönünde ümide kapılmış lakin Allahu Teala bunun mümkün olmadığını Ona beyan etmiştir. Bu husus Hakim'in Müstedrek'te yaptığı rivayette daha açık olarak gelmiştir.

أَيُّ ابْنٍ كُنْتُ لَكَ؟ فَيَقُولُ: خَيْرُ ابْنٍ، فَيَقُولُ: هَلْ أَنْتَ مُطِيعِيَّ الْيَوْمَ؟ فَيَقُولُ: نَعَمْ، فَيَقُولُ: خُذْ بِأُزْرَتِي، فَيَأْخُذُ بِأُزْرَتِهِ، ثُمَّ يَنْطَلِقُ حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَهُوَ يَعْرِضُ الْخَلْقَ، فَيَقُولُ: يَا عَبْدِي ادْخُلْ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتَ، فَيَقُولُ: أَيْ رَبِّ وَأَبِي مَعِي، فَإِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لَا تُخْزِيَنِي، قَالَ: فَيَمْسَخُ اللَّهُ أَبَاهُ ضَبُعًا فَيُعْرِضُ عَنْهُ فَيَهْوِي فِي النَّارِ فَيَأْخُذُ بِأَنْفِهِ، فَيَقُولُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى: يَا عَبْدِي أَبُوكَ هُوَ؟ فَيَقُولُ: لَا وَعِزَّتِكَ

"Kıyamet günü bir adam babasıyla karşılaşır ve ona: Ey babacığım ben sana nasıl bir evladım? O der ki: En hayırlı bir evlatsın. Bunun üzerine der ki: Peki, bugün bana itaat edecek misin? Baba da evet, der. Bunun üzerine o zat: Elbisemden tut, der. O da oğlunun elbisesinden tutar. Böyle devam ederlerken nihayet Allah Tebareke ve Teala halka kendisini arz eder ve der ki: Ey kulum, cennetin dilediğin kapısından gir. O da bunun üzerine der ki: Ey Rabbim, babam yanımdadır ve Sen bana, beni mahcub etmeyeceğini vad etmiştin. (Ravi) dedi ki: Allah onun babasını bir sırtlana çevirir de o da ondan yüz çevirir, o da burnu üzere ateşe düşer. Allah Tebareke ve Teala, der ki: Ey kulum, senin baban o mudur? O da : İzzetine yemin olsun ki hayır, der." [Müstedrek no: 8750, Hakim, hadisin Müslim'in şartına uygun olduğunu söylemiş Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Heysemi de (Mecma', 1/118) Bezzar'ın rivayetini aktarmış ve ricalinin güvenilir olduğunu haber vermiştir.]

Hafız Münziri ise hadisin Buhari'de de yer aldığını söyleyerek yukardaki hadise işaret etmiştir.(Tergib, 4/232) Bu rivayet, İbrahim'in babasından teberi etmesinin kıyamet günü olduğunu söyleyenlerin görüşünü desteklemektedir.

Görüldüğü üzere bu hadis, Buhari'dekinin aynısıdır ve hadiste bahsedilen zat İbrahim as'dır. Böylece İbrahim as'ın babasının cennete girmesini umduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı hadis bazı alimlere müşkil gelmiştir ve Hafız İsmaili gibi bir kısım alimler hadisi reddetmiş, bir kısmı da epey uzak olan teviller zikretmişlerdir. Alusi, Tefsirinde bu yorumlardan bazılarını zikrederek tenkid etmiş ve ardından Hakim'in hadisini zikrederek şöyle demiştir:

يفهم من ذلك أن الرجل في حديث الحاكم هو إبراهيم عليه الصلاة والسلام وطلبه المغفرة لأبيه فيه وإدخاله الجنة أظهر منهما في حديث البخاري وما ذكره الزمخشري مخالفا على ما قيل: لما شاع عن المعتزلة أن امتناع جواز الاستغفار للكافر إنما علم بالوحي لا بالعقل لأن العقل يجوز أن يغفر الله تعالى للكافر، ألا ترى إلى
قوله صلّى الله عليه وسلم لأبي طالب: لأستغفرن لك ما لم أنه

"Bundan, Hakim hadisinde bahsedilen zatın İbrahim as olduğu ve hadiste babası için bağışlanma talebinde bulunduğu ve onu cennete sokmak istediği hususu Buhari'nin hadisinden daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Zemahşeri'nin zikrettiği şey ise söylenilen şeylere muhaliftir. Nitekim Mutezile'nin meşhur görüşü, kafir için bağışlanma talep etmenin caiz olması mümkün değildir, şeklindedir. Halbuki, bu husus akılla değil ancak vahiyle bilinir. Zira akıl Allahu Teala'nın kafiri bağışlamasını mümkün görür. Sen (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ebu Talib'e söylediği ‘Nehy edilmedikçe senin için bağışlanma dileyeceğim' sözünü görmez misin?' (Ruh'ul Meani, 6/36)

Alusi'nin sözlerinden de anlaşılacağı üzere kafirlerin bağışlanmasının aklen asla mümkün olmayacağını, bunun Allahın adaletine uygun olmadığını ileri sürenler Mutezile ve onun etkisi altındaki gruplardır. Bundan dolayıdır ki fıkıhta Hanefi olmakla beraber itikadda Mutezile olan alimlerden Cessas, peygamberlerin kafirler için bağışlanma talep ettiğine dair bütün rivayetleri reddetmiş, hatta bunun küfür olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Öyle zannediyoruz ki bunun Mutezile'nin vaad-vaid diye sistemleştirdiği Allah va'dinden de vaidinden de dönmez şeklindeki prensiple alakası vardır. Bu batıl esastan dolayı onlar Kurandaki bütün vaid (tehdid) nasslarının aynen cari olacağını ve günahından tevbe etmeyen herkesin –müslüman bile olsa- kendisi hakkında zikredilen azabı muhakkak çekeceğini ve de cehennemde ebedi kalacağını savunmuşlar, bunun için de ayrıca menzile beynel menzileteyn teorisini geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, Kur'an'ın ifadesiyle ‘zulümat üzerine zulümat'tır. Bu sapıklıkların hepsine Kurandaki vaid nasslarını olduğu gibi kabul etmeleri ve Allah'ın tehdidinden caymasının Onun için bir eksiklik olması bir yana bilakis rahmetinin kemalinden kaynaklanan bir şey olacağı hususunu göz ardı etmeleri sebeb olmuştur.

Karafi'nin sözlerini reddeden alimler daha önce de naklettiğimiz üzere bu hususta şu açıdan meseleyi izah etmişlerdir: Neticede Allahın kafirleri bağışlamaması bir vaid yani tehdid nassıdır. Mükafat vadinden dönmek Allah için sözkonusu olmaz zira bu bir eksikliktir; lakin tehdidden dönmek bir eksiklik değil bilakis şereftir. Bu yüzdendir ki Allahın kafirleri bağışlamayacağını yönündeki tehdidinden vazgeçebileceğine ihtimal veren bir kimse Allahı yalanlıyor veya ona eksiklik nisbet ediyor anlamına gelmez. Daha önce de beyan ettiğimiz gibi Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) davetinin ilk gününden beri kafirlerin cehennemde azap göreceği kendisine bildirilmiş olduğu halde ta ki nehyedilene kadar kafirler için bağışlanma dilemeye devam etmiştir. O ve ashabı hiç şüphe yok ki Allahın tehdidini yalanlıyor değildi, fakat Allahın kerem ve lütuf sahibi olmasından hareketle bu tehdidinden vazgeçeceğini umarak bunu yapıyorlardı. İşte bu va'd ve vaid meselesi çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır bunu anlayan kişi hem istiğfar meselesini hem de diğer meseleleri çözer. Ehli sünnetle Mutezile ve Hariciler arasındaki en büyük ihtilaf noktalarından birisi de vaid/tehdid nasslarının anlaşılması noktasındadır. Bidat ehli "şunu yapan cehennemdedir" vb tehdid nasslarını zahirleri üzere alarak günahkarların affedilmeyeceğini ve kesinlikle cehenneme gideceklerini sanmışlardır. Ehli sünneti de bu vaid nasslarını inkar etmekle suçlamışlardır. Zira bu mantığa göre "Yetim malı yiyenler karınlarına ateş doldurmuşlardır" (Nisa: 10) ayeti yetim malı yiyenin kesinlikle cehenneme gideceğini gösterir. Ehli sünnete göre ise bu Allahın bir tehdididir O dilerse tehdidinden cayar. Bu tartışma her ne kadar Müslümanların günahkarları ile alakalı olsa da neticede genel manada Allahın tehdidinden cayacağını düşünmenin Onun hakkında bir eksiklik olmadığı ortaya çıktığından dolayı kafirlerle alakalı tehdidinden cayacağını düşünenlere de tatbik edilmesinde bir mahsur olmadığı ortadadır. Her ne kadar kafirlerin bağışlanmayacağı hususu özel olarak teyid edilse de bunu Allah hakkında mümkün gören kimsenin onu yalanlamış sayılmayacağı ortaya çıktığı için sözü batıl da olsa bu batıllık Allahı inkar ve Ona noksanlık isnadı boyutuna ulaşmaz. Yukarda sözlerini naklettiğimiz alimlerin Allahın tehdidinden caymasının aklen caiz olduğundan hareketle istiğfara küfür diyen Karafi'yi tenkid etmeleri de alimler nezdinde meselenin bu şekilde ele alındığını göstermektedir. Cessas ve sonrakiler gibi Mutezile etkisindeki bazı alimler ise bu ince noktayı görmedikleri için Allah Rasulu ve diğer peygamberlerin kafirlere bağışlanma dilemesi hususunda gelen haberler karşısında hayrete düşmüşlerdir. Halbuki Ehli sünnetin vaad-vaid meselesindeki menheci iyice anlaşıldığı takdirde hiçbir müşkilat olmadığı ortaya çıkacaktır inşallah. Vallahu a'lem.
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

Üye
İslam-TR Üyesi
Az önce bir şeyler yazdım ama silindi.

Nerde ADALET?
Nerde İNSAF?

Yazı alıntıdır:

KAFİRLERE İSTİĞFAR (BAĞIŞLANMA) DİLEMENİN VE CENAZELERİNİ KILMANIN HÜKMÜ

DÖRT MEZHEBE MENSUP ÂLİMLERDEN BU AMELLERİN HARAM OLDUĞUNA DAİR NAKİLLER

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu konuyla alakalı dört mezhebe mensup çeşitli alimlerin görüşlerini nakletmek istiyoruz. Yapacağımız nakillerde alimlerin konuyla alakalı sözlerine delil getirdikleri Kuran ve Sünnet nassları da zikredilmektedir.

HANBELİLER:

Şeyhulislam İbn Teymiyye (vefatı h. 728/m.1328) kafirlere mağfiret dileme konusunu şu şekilde açıklamaktadır:

Nebinin (sallallahu aleyhi ve sellem) Dua ve şefaatiyle tevessül, ancak ona imanla fayda sağlar. Kâfir ve münafıklara kıyamet gününde hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecektir. İşte bu nedenle Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem), amcasına, babasına ve diğer kâfir ve münafıklara mağfiret dilemekten nehyedilmiştir.

Bu konuda şöyle buyuruluyor: "Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık olan bir kavme hidayet vermez." (63 Münâfikûn 6)

Lâkin nasıl iman ehli iman hususunda derece derece ise, kâfirler de küfürde derece derecedir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Nesi'(Haram aylardaki savaş yasağını başka aylara aktarmak, ertelemek) kâfirlikte daha ileri gitmektir. Kâfirler bu yolla sapıklığa sürüklenirler. Onlar Allah'ın haram kıldığı ayları sayıca denk getirmek için bu ertelemeyi bir yıl helâl sayarlarken, bir sonraki yıl haram kabul ederler. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl saymış olurlar. Yaptıkları çirkin işler kendilerine güzel gösterildi. Allah kâfirler güruhunu kesinlikle doğru yola iletmez." (9 Tevbe 37)

Kâfirler içinde, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yardımcı ve destek olmaları nedeniyle küfrü hafifleyen kimseye, azabının hafifletilmesi hususunda Peygamberin şefaati fayda verir. Lâkin azabını tümden kaldırmaz.

Nitekim Müslim'in Sahih'inde Abbas b. Abdilmuttalib'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ya Resûlâllah, Ebû Talib'e herhangi bir yararın dokundu mu? Çünkü o seni koruyor ve sana zarar vermeye kalkışanlara karşı koyuyordu, dedim.

ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem) :"Evet, o ateşin sığ bir yerindedir. Ben olmasaydım, ateşin en dibinde olurdu" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 40, Edeb 115; Müslim, iman,357) buyurdu.

Rivayetin diğer bir varyantı şöyledir: "Ebû Tâlib seni koruyor, yardım ediyor ve sana zarar vermek isteyenlere karşı koyuyordu" dedim. "Evet, onu büyük alevler içerisinde buldum ve sığ bir yere çıkardım" buyurdu. Yine Ebû Tâlib'le ilgili olarak Ebû Said'den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir: ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanında amcası Ebû Tâlib'ten söz edildi ve bunun üzerine ResûluIIah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Umulur ki, kıyamet günü şefaatimin ona bir yararı olur. Ateşin, ayaklarının topuklarına ulaştığı sığ bir yerine konur. (Ama yine de) hararetinden beyni kaynayacaktır" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 40, Rikâk 51; Müslim, İman 360)

Yine şöyle buyurmuştur: "Cehennem ehli içinde azabı en hafif olan, Ebû Talib'tir. O, ateşten iki takunya giyecektir ki ondan beyni kaynayacaktır" (Müslim, İman 332; Ahmed İbn Hanbel III / 27, 78)

Aynı şekilde henüz dünyadayken azaba uğramamaları konusunda da duasının onlara yararı olur. Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Peygamberlerden birinin, kavmi tarafından dövülürken: "Allah'ım, kavmimi affet, onlar bilmiyorlar" diye dua ettiğini nakletmiştir. O peygamberin duasında: "Allah'ım, onları affet, henüz dünyadayken onları azaplandırma" dediği de rivayet edilmiştir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah, kazanmakta oldukları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir." (35 Fâtır 45)

Yine kâfirlerden kimisine, Allah'ın onu hidâyete erdirmesi, ya da rızık vermesi için dua edebilir. Nitekim Ebû Hureyre'nin annesine dua etmiş ve nihayet Allah onu hidâyete kavuşturmuştur. Yine, Devs kabilesine dua etmiş ve: "Allah'ım, Devs'i hidâyete kavuştur ve onları müslüman kıl" buyurmuştur. Ebû Dâvud'un bir rivayetine göre de, müşriklerden bazısı, yağmur yağması için dua etmesini istemişler ve kendisi de onlar için yağmur duasında bulunmuştur. Aslında bu, onlara bir ihsandır ve böylece kalblerini İslama ısındırmak istiyordu. Nitekim başka şeylerle de bunu sağlamaya çalışıyordu. Müslümanlar, Allah katında yaratıkların itibarca en üstününün Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğu konusunda birleşmişlerdir. Allah katında, ondan daha itibarlı hiç kimse yoktur. Fakat peygamberlerin duası ve şefaatleri, onlara iman ve ibadet etmek gibi değildir, Çünkü onlara iman ve ibadet, âhiret mutluluğunu ve hem mutlak, hem de genel olarak azaptan kurtulmayı gerektirir. Her kim Allah'a ve Resulüne inanarak ve onlara itaat ederek ölürse, kesinlikle mutluluğa ulaşmışlardır. Kim de Resûlullah'ın getirdiğini inkâr ederek ölürse, kesinlikle cehennemliktir. Şefaat ve duaya gelince, kulların ondan yararlanmaları birtakım şartlara bağlıdır. Birtakım engelleri de vardır.

Küfür üzere ölen kâfirlere cehennemden kurtulmaları için şefaat etmenin ve günahlarının bağışlanması için dua etmenin onlara bir yararı olmayacaktır. -İsterse şefaatçi, itibarca en büyük olan olsun- Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den daha büyük şefaatçi yoktur. Onun arkasından Hz. İbrahim gelir "Kıyamet günü İbrahim, babası Âzer ile karşılaşacaktır. Babasının yüzü simsiyah toz, toprak içindedir.

İbrahim ona:

"Bana âsî olma dememiş miydim?"
diye soracak ve babası da:

"İşte bugün sana âsi olmayacağım" diyecektir. O zaman İbrahim:

"Rabbim, insanlar yeniden diriltildiğinde beni zelil ve rüsvay etmeyeceğini vâdetmiştin Şimdi (Allah'ın rahmetinden) uzak olan babamın durumundan daha rüsvaylık ne olabilir?" diyecektir.

Bunun üzerine Allah Azze ve Celle:

"Ben cennetimi kâfirlere haram kıldım" buyuracaktır. Daha sonra İbrahim'e:

"Ayaklarının altına bak, altlarında ne var?" denilecektir. İbrahim bakınca bir de ne görsün, ayakları altında kana bulanmış bir sırtlan (babasının sureti). Ardından o sırtlan, ayaklarından yakalanıp cehenneme atılacaktır" (Buhârî, Enbiyâ 8, Tefsiru Sûre 26/1)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim ona mağfiret dilemiş, ama müşrik olarak öldüğünden dolayı mağfiret dilemesinin bir yararı olmamıştır. Oysa Hz. İbrahim'in Allah katında itibarı çok büyüktür. Yüce Allah, mü'minlere hitaben şöyle buyurmaktadır:"İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Sizi reddettik. Siz, bir tek Allah'a iman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedi olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.' İbrahim'in, babasına söylediği 'senin için Allah'tan mutlaka mağfiret dileyeceğim; fakat Allah'tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü müstesna. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik. Dönüş Sanadır." (60 Mümtehine 4)

Hz. İbrahim, kendi babası için dua etmiş ve ona mağfiret dilemiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, ondan söz ederek şöyle buyurmaktadır :"Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla." (14 İbrahim 41)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de Hz, İbrahim'e uyarak Ebû Tâlib'in bağışlanması için mağfiret dilemek istemişti. Yine bazı müslümanlar kimi akrabalarına mağfiret dilemek istiyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indi:

"Akraba bile olsalar cehennemlik oldukları belli olduktan sonra müşrikler için mağfiret dilemek ne Peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iştir" (9 Tevbe 118.)

Allah, daha sonra Hz. İbrahim'in mazeretini belirterek şöyle buyurmaktadır:

"İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, ona yalnızca verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu." "Bir topluluğa, Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir." (9 Tevbe 114-115)

Buhârî'nin Sahih'inde, Ebu Hureyre'den naklettiği bir rivayette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu aktarılmaktadır: Yüce Allah mü'minlere, Hz. İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim" sözü hariç onu ve onunla beraber olanları örnek edinmelerini emretmiştir. Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez.

Şefaatçilerin en büyüğü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in durumu da öyle. Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den yapılan bir rivayete göre Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi" (Müslim, Cenâiz 105, 108; Ebû Dâvud, Cenâiz 77)

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
"Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır" (Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)[2]

Şeyhulislam İbn Teymiye'nin sözlerinden kafirlere ölümlerinden sonra bağışlama dilemenin caiz olmadığı, ancak sağlıklarında dünya azabının kendilerinden kaldırılması için ve de hidayetleri için dua etmenin caiz olacağı anlaşılmaktadır.


Muvaffakuddin İbn Kudame el- Makdisi (vefatı h. 620 / m. 1223) "El- Kafi fi Fıkh'il İmam Ahmed" adlı eserinde şöyle diyor:

فصل:
ولا تجوز الصلاة على كافر، لقول الله تعالى: {وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ} [التوبة: 84] ، وقال الله تعالى: {مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى} [التوبة: 113] . ومن حكمنا بكفره من أهل البدع لم يصل عليه، قال أحمد: لا أشهد الجهمي ولا الرافضي، ويشهدهما من أحب


Kafirin üstüne (cenaze) namaz kılmak caiz değildir. Zira Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Keza bidat ehlinden de küfrüne hükmettiklerimizin cenazesi kılınmaz. Ahmed, şöyle demiştir: Ne Cehmi'nin ne Rafızi'nin cenazelerine iştirak etmem. Bunların cenazesine sevenler katılır.[3]

İbn Kudame (rh.a)'ın sözlerinden kafirlere istiğfar dilemenin ve cenaze namazlarını kılmanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır.

Necd ulemasından, Muhammed bin Abdilvehhab'ın torunu Abdurrahman bin Hasen Al'uş Şeyh (vefatı h. 1285/m. 1869) "Fethul Mecid li Şerhi Kitab'it Tevhid" adlı eserinde şöyle diyor:

Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:

"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Bu ayetin açıklamasında şunları söylüyor:

وفيه تحريم الاستغفار للمشركين وموالاتهم ومحبتهم; لأنه إذا حرم الاستغفار لهم فموالاتهم ومحبتهم أولى.

Burada müşrikler için mağfiret dilemenin, onlara dostluk göstermenin, onları sevmenin haramlılığı görülmektedir. Onlar için mağfiret dilemek bile haram olunca onlara dostluk ve sevgi göstermenin haramlığı daha evla olarak ortaya çıkar. [4]

Şeyh (rh.a) bu surette müşrikler hakkında istiğfarda bulunmanın haramlığını ifade ediyor ve bunun vela yani dostluk kapsamı içerisindeki bir fiil olduğunu beyan ediyor. Dostluğun bir çeşidi olan bağışlanma talebi nehyedilince bundan daha şedid olan dostluk fiillerinin nehyedilmiş olması daha evladır.
[1] Bu çalışmada eski dönemlere ve yakın dönemlere ait çeşitli kitaplardan nakil yapılacaktır. Nakil yapılan müellifler arasında özellikle müteahhirundan- selefi salihin akidesine muhalif kelami ve tasavvufi görüşlere sahip olanlar olabilir. Bunlardan nakil yapmamızın amacı intisap ettikleri mezheplerin görüşlerini ortaya çıkarmaktır. Yoksa bu, alıntı yaptığımız her müellifin akidesini onayladığımız manasına gelmez.
[2] Mecmuul fetava 1/142- 145
[3] El- Kafi fi Fıkh'il İmam Ahmed, İbn Kudame, Cilt 1 sayfa 368, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut, 1414/1994
[4] "Fethul Mecid li Şerhi Kitab'it Tevhid", Kasas 56 ayetiyle alakalı bölüm, sf 217, Matbaat'us Sunnet'il Muhammediyye, Kahire 1377/1957


ŞAFİİLER

İmam Nevevi (vefatı h. 676/ m. 1278) şöyle diyor:

(وَأَمَّا) الصَّلَاةُ عَلَى الْكَافِرِ وَالدُّعَاءُ لَهُ بِالْمَغْفِرَةِ فَحَرَامٌ بِنَصِّ الْقُرْآنِ وَالْإِجْمَاعِ

Kafirin üstüne namaz kılmaya ve onun için mağfiret istemeye gelince; bu, Kur'an nassı ve icma ile haramdır. [5]

İmam Nevevi
böylece, kafirin cenazesini kılmanın ve onun hakkında bağışlanma talebinde bulunmanın haram olduğunu belirterek, bunun nassın yanı sıra icma ile de sabit olduğunu beyan etmektedir. İmam Nevevi'nin kavlinin zahiri bu fiillere bundan aşağı (mekruh vb) veya bundan yukarı (küfür gibi) bir hüküm vermenin icmaya muhalif olduğuna delalet etmektedir.

Ebu İshak eş-Şirazi (vefatı h. 476/m. 1083) şöyle demektedir:

فصل: وإن مات كافر لم يصل عليه لقوله عز وجل {وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَداً وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ} [التوبة:84] ولأن الصلاة لطلب المغفرة والكافر لا يغفر له فلا معنى للصلاة عليه ويجوز غسله وتكفينه لأن النبي صلى الله عليه وسلم أمر علياً عليه السلام أن يغسل أباه وأعطى قميصه ليكفن به عبد الله بن أبي سلول

Kafir öldüğünde cenazesi kılınmaz, zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

Namaz, mağfiret talebi içindir, kafir ise mağfiret olunmayacaktır. Şu halde kafir için namaz kılmanın bir manası yoktur. Yıkanması ve kefenlenmesi ise caizdir, zira Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali (ra)'a babası Ebu Talib'i yıkamasını emretmiştir, Abdullah bin Selül öldüğünde ise kefenlenmesi için gömleğini vermiştir.[6]

Böylece kafirlerin cenazesini kılmanın haram oluş hikmeti de ortaya çıkmaktadır. Zira kafirlere bağışlanma talebinde bulunmak haram olunca, ölü için dua etme manasına gelen cenaze namazı da haram kılınmış olmaktadır. Yıkanması ve kefenlenmesinde ise böyle bir mana olmadığı için bunlar caizdir.
[5] El Mecmu'u Şerh'il Muhezzeb 5/144, Ebu Zekeriya Yahya bin Şeref en-Nevevi, Dar'ul Fikr, (Subki ve el-Mu'ti'nin tekmilesi ile birlikte)
[6] El-Muhezzeb fi Fikh'il İmam eş-Şafii, 1/250, Ebu İshak eş-Şirazi, Dar'ul Kutub'il İlmiyye


MALİKİLER

Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:
"Ne Nebinin, ne de müminlerin, (şirk üzere ölüp) cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsalar, müşrikler hakkında mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz." (Tevbe: 9/113)

Ebu Abdillah el-Kurtubi (vefatı h. 671/m.1273) söz konusu ayetin tefsirinde şunları söylemektedir:

هَذِهِ الْآيَةُ تَضَمَّنَتْ قَطْعَ مُوَالَاةِ الْكُفَّارِ حَيِّهِمْ وَمَيِّتِهِمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَمْ يَجْعَلْ لِلْمُؤْمِنِينَ أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ فَطَلَبُ الْغُفْرَانِ لِلْمُشْرِكِ مِمَّا لَا يَجُوزُ

Bu âyet-i kerime, hayatta olanlarıyla, ölmüşleriyle kâfirler ile dostluk ilişkilerinin kesilmesi gereğini ihtiva etmektedir. Çünkü yüce Allah, mü'minlere, müşrikler için mağfiret dileme hakkını vermemektedir. Buna göre müşrik bir kimseye mağfiret talebinde bulunmak caiz olmayan şeylerdendir. [7]

Kurtubi'nin kavlinden, -yukarda Şeyh Abdurrahman bin Hasen'in de belirttiği gibi- ölmüş kafirler için mağfiret talebinde bulunmanın vela kapsamında bir amel olduğu neticesi ortaya çıkmaktadır. İslam'ın değil hayatta olan kafirlerle, ölmüş olan kafirlerle dahi dostluğu nehyetmesi vela-bera mefhumunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Şihabuddin en-Nefravi (vefatı h. 1126/m.1714) Kayravani risalesini şerh ederken bir yerde şöyle demektedir:

وَالْحَاصِلُ أَنَّ حُرْمَةَ الِاسْتِغْفَارِ لِلْكَافِرِ بَعْدَ مَوْتِهِ مُجْمَعٌ عَلَيْهَا وَلَوْ لِلْأَبَوَيْنِ، وَإِنَّمَا وَقَعَ خِلَافٌ فِي اسْتِغْفَارِهِ لِلْأَبَوَيْنِ حَالَ حَيَاتِهِمَا إذْ قَدْ يُسْلِمَانِ.

Velhasıl; anne baba bile olsalar kafirlere ölümlerinden sonra mağfiret dilemenin haramlığında icma edilmiştir. Ancak belki müslüman olurlar diye hayatlarında onlar için istiğfar dilemenin cevazında ihtilaf vardır.[8]

Böylece bu alim de ölmüş olan kafirler için mağfiret talebinin haram olduğu hususundaki icmayı ifade etmektedir. Sağ olan kafir için dünya azabının kaldırılması noktasında bağışlanma talebinin cevazında ise ihtilaf sözkonusudur.

[7] Ebu Abdillah el-Kurtubi, el-Cami'u li Ahkam'il Kur'an, 8/273, Dar'ul Kutub'il Mısriyye, Kahire 1384/ 1964
[8] Şihabuddin en-Nefravi, Fevakih'ud Dani ala Risaleti İbn Zeyd el-Kayravani, 2/291, Dar'ul Fikr 1415/ 1995


HANEFİLER

Burhanuddin İbnu Mazeh el-Buhari (vefatı h. 616/m. 1219) "el-Muhit'ul Burhani" adlı eserinde şöyle demektedir:

فنقول: لا يصلى على الكافر لقوله تعالى: {وَلاَ تُصَلّ عَلَى أَحَدٍ مّنْهُم مَّاتَ أَبَداً وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَسِقُونَ} (التوبة: 84) ، وروي أنه لما مات أبو طالب جاء علي رضي الله عنه إلى رسول الله عليه السلام وقال: إن عمك الضال قد مات فقال عليه السلام: «اغسله وكفنه وادفنه وما تحدث به حدثاً حتى تلقاني» ، أي: لا تصلِ عليه؛ ولأن الصلاة على الميت دعاء واستغفار له، والاستغفار للكافر حرام قال الله تعالى: {اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ذلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاللَّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَسِقِينَ} (التوبة: 80)


Deriz ki: Kafir için cenaze namazı kılınmaz. Zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü İnkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe: 84)

Rivayet olunduğuna göre Ebu Talib öldüğü zaman Ali (ra) Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelmiş ve "Dalaletteki amcanız öldü" demiştir. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Onu yıka, kefenle ve defnet ve de benim yanıma gelinceye kadar onun hakkında hiçbir şey konuşma" buyurmuştur. Bunun manası: "Namazını kılma" demektir. Zira cenaze namazı kılmak, ölü için dua etmek ve bağışlanma talebinde bulunmak (istiğfar) manasına gelir. Kafir için mağfiret dilemek ise haramdır. Zira Allahu teala şöyle buyurmuştur:

"Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme! Onlar için yetmiş defa mağfiret dilesen de yine Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Bunun sebebi, Allah ve Rasulünü inkâr etmeleridir. Şüphesiz Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 80)[9]

Bu alim de aynı şekilde ölen kafirlerin arkasından rahmet ve mağfiret dilemenin ve de cenaze namazının haram olduğunu ifade etmiştir. Ali (ra) olayı ise -bunları yaparken başka bir harama bulaşmayacaksa ve müslüman muamelesi yapmayacaksa- kafirleri yıkayıp kefenleyerek defnetmenin asıl itibariyle caiz olduğunu göstermektedir.
[9] Burhanuddin İbnu Maze el-Buhari, el-Muhit'ul Burhani, 2/184, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut 1424/ 2004


KAFİRLER İÇİN İSTİĞFAR DİLEMENİN KÜFÜR OLDUĞUNU SÖYLEYENLER

Maliki usulcülerden Şihabuddin el-Karafi (vefatı h. 684/ m.1285) "el- Furuk" adlı eserinde 272. Fark olarak "Küfür olan ve küfür olmayan dua çeşitleri arasındaki fark" başlığını attıktan sonra küfür olan duayı 4 kısma ayırıyor. Bunlardan birinci kısım Kitab ve Sünnetten kati olan sem'i delillerin nefyetmiş olduğu şeyleri Allah'tan taleb etmektir. Bu birinci kısma üç tane misal vermiş. Bu misallerden birincisi istiğfarla alakalıdır:

الْقِسْمُ الْأَوَّلُ ) أَنْ يَطْلُبَ الدَّاعِي نَفْيَ مَا دَلَّ السَّمْعُ الْقَاطِعُ مِنْ الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ عَلَى ثُبُوتِهِ وَلَهُ أَمْثِلَةٌ : ( الْأَوَّلُ ) أَنْ يَقُولَ اللَّهُمَّ لَا تُعَذِّبْ مَنْ كَفَرَ بِك أَوْ اغْفِرْ لَهُ ، وَقَدْ دَلَّتْ الْقَوَاطِعُ السَّمْعِيَّةُ عَلَى تَعْذِيبِ كُلِّ وَاحِدٍ مِمَّنْ مَاتَ كَافِرًا بِاَللَّهِ تَعَالَى لِقَوْلِهِ تَعَالَى { إنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ } وَغَيْرُ ذَلِكَ مِنْ النُّصُوصِ فَيَكُونُ ذَلِكَ كُفْرًا ؛ لِأَنَّهُ طَلَبٌ لِتَكْذِيبِ اللَّهِ تَعَالَى فِيمَا أَخْبَرَ بِهِ وَطَلَبُ ذَلِكَ كُفْرٌ فَهَذَا الدُّعَاءُ كُفْرٌ .

Birinci misal: "Allahım şu kafire azab etme, onu bağışla" demektir. Halbuki kafir olarak ölen her bir ferdin azab göreceğine dair "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz" (Nisa: 48, 116) ayetleri gibi kati sem'i deliller varid olduğundan dolayı bu küfür olur. Zira böyle bir dua, Allah'ın haber verdiği hususlarda yalancı çıkmasını taleb etmek manasına gelir. Dolayısıyla bu, küfür olan bir duadır.

Müteahhir Hanefilerden İbn Abidin (vefatı h.1252/m.1836) Alauddin el-Haskafi'nin "Durr'ul Muhtar" adlı eserine yaptığı "Reddul Muhtar" adlı şerhte şöyle diyor:

METİN
Haskafi'nin Durr'ul Muhtar'daki sözü:

Hak olan, kafire mağfiret dilemenin haram olmasıdır. Müminlerin hepsi için mağfiret dilemek ise böyle değildir. (Haram değildir.) Bahr. (Yani İbn Nuceym'in Bahr'ur Raik kitabına atıf yapıyor.)

İZAH
«Şârih'in hak olan ilh...» sözleri imam Karâfî ile ona tâbi olanlara red cevabıdır. Karâfî şöyle demiştir: «Kâfire mağfiret duasında bulunmak küfürdür. Çünkü haber verdiği şeyler hususunda Allah Teâlâ'yı yalancı çıkarmak istemiş olur. Bütün mü'minlerin bütün günahlarının afv edilmesine dua etmek de haramdır. Çünkü bunda da mü'minlerden bir taifesinin günahları sebebiyle mutlaka cehennemde azâp göreceklerinin ve ondan ya şefaatla yahud başka bir sebeple çıkacaklarını açıklayan sahih hadisleri yalanlamak vardır. Ama bu küfür değildir. Çünkü haber-ı vahidle kat'iyi yalanlamak arasında fark vardır.

Karâfî'ye birinci kavli hususunda Hılye sahibi İbn-i Emiri Hâcc muvafakat etmiş. İkinci kavlinde ise kendisine muhalefette bulunmuştur. O bunu tahkik ederek meşhur bir mesele üzerine kurulduğunu bildirmiştir. Mesele şudur: Acaba tehditten dönmek AIIah Teâla hakkında câizmidir değil midir? Mevâkıf ve Mekâsıttan anlaşıldığına göre Eşariler câiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu bir noksanlık sayılmaz bil'akis cömertlik ve keremdir.

Taftazâni ile başkalarının açıkladıklarına göre muhakkık ulema bunun câiz olmayacağına kaildirler. Yani sahih kavlin bu olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu, AIIah Teâlâ için müstehildir. (imkansızdır) AIIah Teâlâ: «Ben size önceden tehdid göndermiştim. Bende söz değişmez bir olur.» Başka bir âyette «Allah aslâ vaadinden dönmez.» buyurmuştur.Buradaki vaadden murad tehdittir. En münasibi hassaten müslümanlar hakkındaki tehditten dönmenin câiz olduğunu, kâfirler hakkındaki tehditten dönmenin câiz olmadığını tercih etmektir. Câiz değildir diyenlerin delilleriyle câizdir diyenlerin delilleri, bu suretle birleştirilmiş olur.

Câizdir diyenlerin en açık delili: «Şübhesiz Allah kendisine şirk koşulmasını afv etmez. Ama bundan aşağısını; dilediğine afv eder.» Âyeti kerimesi ile İbrahim aleyhisselâmdan naklen: «Yarab beni, annemle babamı ve mü'minleri hesap gününde bağışla.» âyetidir. Allah Teâlâ: bunu bizim Peygamberimize de: «Günahından dolayı istiğfar et! Mü'minlerle mü'minelere de istiğfarda bulun.» âyeti kerimesi ile emir buyurmuştur. İbn-i Hıbbân'ın sahihinde beyân edildiği vecihle bunu Peygamber (s. a.v.) fiilen dahi yapmış: «Yarabbi Âişe'nin gelmiş geçmiş gizli ve âşikâra bütün günahlarını afv et!» diye dua etmiş sonra «her namazda ümmetim için benim duam budur.» buyurmuştur.

Bu kavlin hulâsası şudur: Tahsisi câizdir. Çünkü lafız lügat itibariyle tehdit delillerinde umuma delâlet eder. Bu sahih delillerde mü'minlerin bazılarının cehenneme girerek günahlarından dolayı azâp edileceğini bildirmesine aykırı değildir. Çünkü maksat bütün mü'minlerin bütün günahlarının afvı câiz olmasıdır. Bütün mü'minlere bunun yapılacağını; katiyetle hüküm vermek değildir.

Böyle duanın câiz olması vukuunun câiz olmasına mebnidir. Yoksa vukuuna kat'i olarak hüküm vermeğe mebni değildir. Hılye'deki uzun sözün kısası budur. Hâsılı şudur ki tehditten dönmenin câiz olmadığını bildiren deliller mü'minlerden başkasına mahsustur. Mü'minler hakkında ise aklen bu câizdir. Binaenaleyh mağfiretin bütün mü'minlere şâmil olmasına dua etmek caizdir; velev ki vâki olmasın. Çünkü sahih deliller mü'minlerden bir taifenin mutlaka azap edileceğini bildirmektedir. Duanın câiz olması aklî cevaza ibtina eder. Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir:. Açık nâslarla sabit olan bir şeyin şer'an yokluğu câiz değildir.

Lekânî, Übbî ile Nevevî'den âsilerden bir cemaat hakkında tehdîdin mutlaka geçerli olacağına icmâ-i ümmet bulunduğunu nakletmiştir. Hal böyle olunca bu duayı yapmak, yarabbi bize orucu ve namazı farz kılma dememize benzer. Bir de bundan kâfir olarak ölen kimseye de mağfiret duasında bulunmanın câiz olması lazım gelir. Meğer ki: Mü'minlere bununla dua etmek ancak din kardeşlerine fazla müşfik olduğunu göstermek için câizdir. Kâfirler böyle değildir. Bize orucu farz kılma diye dua etmek böyle değildir; denile! Çünkü AIIah ve Rasûlünun düşmanlarına dua etmek çirkindir.

Tâattan bıkkınlık göstermek de çirkindir. Ama bununla o kimse âsi olur. Bahır sahibinin tercihine göre kâfir olmaz. Bahır sahibi hak budur demiş şârih de ona tabi olmuştur. Lâkin bu söz şirki afvın aklen câiz olduğuna mebnidir. Tehditten dönmek câizdir sözü de buna mebnidir, gördük ki sahih olan bunun hilâfıdır. Binaenaleyh kâfire dua küfürdür. Çünkü aklen ve şer'an câiz değildir. Bir de kat'î delilleri tekzip etmiş olacağı için câiz değildir. Mü'minler için dua etmek böyle değildir.

Binaenaleyh hak olan Hılye'dekidir. Fakat bizim naklettiğimiz vecihledir. Halebî'nin naklettiği vecihle değildir. [11]

Şimdi burada görüldüğü üzere Karafi, kafirlerin bağışlanmayacağına delalet eden nassları yalanlama manasına geldiği gerekçesiyle kafirler için bağışlanma dilemenin küfür olduğunu iddia etmekte, ondan sonra gelen İbn Emir'il Hacc, İbn Abidin gibi Hanefi alimleri de bu hususta ona muvafakat etmektedir. Lakin İbn Abidin'in şerh ettiği metnin sahibi olan Haskafi, bu kanaatte değildir ve istiğfarı küfür değil, haram olarak görmektedir. Aşağıda geleceği üzere Hanefilerden İbn Nuceym de bu kanaattedir ve Karafi'yi reddetmektedir. Hatta Karafi'nin Furuk adlı eserine haşiye yazan İbn'uş Şat da Karafi'nin bu sözünü reddetmiş ve bunu 'meal yoluyla tekfir' olarak değerlendirmiştir. Yani bu, kişinin sözlerini tefsir ederek yapılmış bir tekfirdir, bu ise batıldır. İstiğfar dileyen kişinin mutlaka sözkonusu nassları yalanlamış olması gerekmez. Bu, istiğfar dileyen kişiye başkalarının atfettiği bir düşüncedir yoksa şahıs bu ayetleri yalanlamış değildir.

Karafi'nin dile getirdiği kafirler için istiğfar dilemek (ve dolayısıyla cenaze namazı kılmak) küfürdür fikrini selef ulemasından söyleyen herhangi bir kimse yoktur. Bizim bu hususta söz söyleyenler arasında tesbit edebildiğimiz en eskisi, akidede Mutezile olmakla beraber Hanefi fakihlerinden olan el-Cessas'tır. (vefatı h. 370) Cessas bu husustaki rivayetlerin bir kısmını inkar ederken bir kısmını uzak tevillerle tevil etmiş, Kuran nassıyla sabit olan İbrahim (as)'ın babasına mağfiret dilemesi olayını ise babasının iman izhar etmesine bağlamıştır!! (Misaller için bkz. Cessas, Ahkam'ul Kuran, 3/185 ve 583, Thk: Şahin)

El-Fusul adlı eserinin bir yerinde ise şöyle diyor:

وَأَمَّا مَا حَكَاهُ عَنْ أَبِي عُبَيْدٍ «فِي قَوْله تَعَالَى {إنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ} [التوبة: 80] وَأَنَّ النَّبِيَّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - قَالَ لَأَزِيدَنَّ عَلَى السَّبْعِينَ» رِوَايَةٌ بَاطِلَةٌ لَا يَصِحُّ عَنْ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - وَلَا يَجُوزُ ذَلِكَ عَلَيْهِ، وَفِي تَجْوِيزِهِ انْسِلَاخٌ مِنْ الدَّيْنِ وَذَلِكَ أَنَّهُ مَعْلُومٌ أَنَّهُ قَدْ كَانَ مِنْ دِينِ النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - مِنْ أَوَّلِ مَا بَعَثَهُ اللَّهُ تَعَالَى إلَى (أَنْ) تَوَفَّاهُ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَنَّهُ دَعَا النَّاسَ إلَى اعْتِقَادِ تَخْلِيدِ الْكَافِرِ فِي النَّارِ وَأَنَّهُ لَمْ يُجَوِّزْ قَطُّ غُفْرَانَ الْكُفْرِ فَمَنْ جَوَّزَ عَلَى النَّبِيِّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - جَوَازَ الِاسْتِغْفَارِ لِلْكَافِرِ فَهُوَ خَارِجٌ عَنْ الْمِلَّةِ.

"70 defa da bağışlanma dilesen Allah onları affetmeyecektir" (Tevbe: 80) Ayeti hakkında Ebu Ubeyd'den naklettikleri söze göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) "Ben 70'den fazla mağfiret dileyeceğim" demiştir. Bu rivayet batıldır, Rasulullah'tan sahih bir yolla gelmemiştir. Ve böyle bir şey Onun hakkında caiz olmaz. Buna cevaz vermek dinden çıkmaktır. Zira Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in insanları kafirlerin cehennemde ebedi kalacağına inanmaya davet ettiği hususu gönderildiği ilk günden vefat ettiği güne kadar onun dininden olduğu malum olan bir meseledir. Küfrün asla bağışlanmayacağı da böyle kesindir. Kim Peygamber (as)'ın kafirlere mağfiret dilemesini mümkün görürse o kimse İslam milletinden çıkmıştır." (Cessas, el-Fusul fi'l Usul, 1/308-310)

Ardından açıklamaları uzayıp gidiyor. Açıklamaları arasında İbrahim as'ın babası için mağfiret dileme sebebinin babasının İslam izhar etmesi olduğu iddiası da var. Böylece o, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kafirler için bağışlanma dilediğini söyleyenleri tekfir etmeye yeltenmiş ve bu surette ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra hiç kimsenin söylemediği şeyleri ihdas etmiştir. Bu hususta da kafirlerin ebedi cehennemlik oluşunun bütün Rasullerin baştan sona davet ettiği bir şey olduğunu ve Rasullerin buna muhalif bir istekte bulunmasının mümkün olmadığını gerekçe göstermiştir. Öyle zannediyoruz ki bunu Mutezile'nin Allah vaadinden de vaidinden de dönmez şeklindeki batıl prensibinden etkilenerek yapmıştır. Nakli bırakarak her meseleyi akılla izah etmenin varacağı nokta ancak bu şekilde ümmeti tekfir edecek görüşler ihdas etmektir. Asarı bırakıp hevaya tabi olmaktan Allaha sığınırız! Sözkonusu vaad-vaid meselesini aşağıda İbn Nuceym'in sözlerinden hareketle izah edeceğiz inşallah. Bu nakillerdeki diğer mesele olan bütün müminlerin bağışlanması için dua etmenin haram olduğu iddiası ise bundan daha batıl bir iddiadır. Bu da aynı tehdidden dönmek Allah hakkında caiz midir meselesine dayandığı için bu mesele hakkıyla anlaşıldığında bunun da batıllığı tıpkı istiğfarın küfür olduğu iddiasının batıllığı gibi ortaya çıkacaktır inşaallah.

[11]İbn Abidin, Reddul Muhtar ale'd Durr'il Muhtar, 1/523, Dar'ul Fikr, Beyrut, 1412/ 1992


KAFİRLERE İSTİĞFAR DİLEMENİN KÜFÜR OLDUĞUNU SÖYLEYENLERE VERİLEN CEVAPLAR
Hanefilerden İbn Nuceym el-Mısri (vefatı h. 970/ m. 1563) , "Bahr'ur Raik" adlı eserinde kişinin ancak mümin olan anne babası için mağfiret dileyebileceğini söyledikten sonra şöyle diyor:

قَالَ فِي مُنْيَةِ الْمُصَلِّي وَيَسْتَغْفِرُ لِنَفْسِهِ وَلِوَالِدَيْهِ إنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ وَلِجَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ، وَإِنَّمَا قَيَّدَ بِإِيمَانِهِمَا؛ لِأَنَّهُ لَا يَجُوزُ الدُّعَاءُ بِالْمَغْفِرَةِ لِلْمُشْرِكِ وَلَقَدْ بَالَغَ الْقَرَافِيُّ الْمَالِكِيُّ كَمَا نَقَلَهُ فِي شَرْحِ مُنْيَةِ الْمُصَلِّي بِأَنْ قَالَ إنَّ الدُّعَاءَ بِالْمَغْفِرَةِ لِلْكَافِرِ كُفْرٌ لِطَلَبِهِ تَكْذِيبَ اللَّهِ تَعَالَى فِيمَا أَخْبَرَ بِهِ،

Zira Müşriğin bağışlanması için dua etmek caiz değildir. Hatta Munyet'ul Musalli'de nakledildiği üzere Malikilerden Karafi, mübalağa ederek kafirin bağışlanması için dua etmenin küfür olduğunu söylemiştir. Çünkü onun bu talebi Allah'ın verdiği haberi yalanlamak anlamına gelir.

Ardından Karafi'nin Furuk'ta geçen malum görüşlerini zikrediyor, yani kafire istiğfar dileyenin açık nassı tekzib ettiğinden dolayı kafir olacağı, bütün müminlerin bağışlanması için dua edenin ise ahad haberi tekzib ettiğinden dolayı günahkar olacağını, kafir olmayacağı yönündeki görüşünü ele alıp değerlendirmesini yaptıktan sonra şöyle diyor:

وَالْحَقُّ أَنَّهُ يَكُونُ عَاصِيًا بِالدُّعَاءِ لِلْكَافِرِ بِالْمَغْفِرَةِ غَيْرَ عَاصٍ بِالدُّعَاءِ بِالْمَغْفِرَةِ لِجَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَ؛ لِأَنَّ الْعُلَمَاءَ اخْتَلَفُوا فِي جَوَازِ الْعَفْوِ عَنْ الْمُشْرِكِ عَقْلًا، قِيلَ بِالْجَوَازِ؛ لِأَنَّ الْخُلْفَ فِي الْوَعِيدِ كَرَمٌ فَيَجُوزُ مِنْ اللَّهِ تَعَالَى، وَإِنْ كَانَ الْمُحَقِّقُونَ عَلَى خِلَافِهِ كَمَا ذَكَرَهُ التَّفْتَازَانِيُّ فِي شَرْحِ الْعَقَائِدِ،

İşin doğrusu yani hak olan ise şudur: Kafirin bağışlanması için dua eden günahkar, asi olur; bütün müminlerin bağışlanması için dua eden ise günahkar sayılmaz. Zira alimler, müşriğin bağışlanmasının aklen caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf ettiler. Taftazani'nin Şerh'ul akaid'de belirttiği üzere muhakkikler, tahkik ehli bunun zıddını söyleseler de bunun caiz olduğu söylenmiştir; zira vaidden yani tehditten dönmek bir keremdir, lutuftur; bu ise Allah hakkında mümkündür. [12]

İbn Nuceym ve diğerlerinin kafirlere mağfiret dilemenin küfür olmamasının illeti olarak açıkladıkları "Allah'ın vaidinden dönmesinin caiz oluşu" hususunda Vahidi (vefatı h. 468/ m. 1076) "el-Vasit" adlı tefsirinin Nisa: 93 ayetiyle alakalı bölümünde şunları zikrediyor:

وروى عاصم بن أبي النجود، عن ابن عباس في قوله: فجزاؤه جهنم قال: هي جزاؤه، فإن شاء عذبه، وإن شاء غفر له.

Asım bin Ebi'l Cunud, "Onun cezası cehennemdir" (Nisa: 93) kavli hakkında İbn Abbas'tan şunu rivayet eder: Aslında katilin cezası budur, fakat Allah dilerse ona azab eder dilerse de onu bağışlar.

وبهذا قال عون بن عبد الله، وبكر بن عبد الله، وأبو صالح: وقد يقول الإنسان لمن يزجره عن أمر: إن فعلته فجزاؤك القتل والضرب، ثم إن لم يجازه بذلك لم يكن ذلك منه كذبا.

Avn bin Abdillah, Bekr bin Abdillah ve Ebu Salih de böyle demişlerdir. Şöyle ki bir insan bir meseleden dolayı kınayacağı kişiye şöyle der: "Eğer bunu yaptıysan (veya yaparsan) senin cezan öldürülmek ve dövülmektir." Sonra eğer ki cezalandırmazsa bu onun yalan söylediği manasına gelmez.

والأصل في هذا: أن الله تعالى يجوز أن يخلف الوعيد، وإن كان لا يجوز أن يخلف الوعد، بهذا وردت السنة عن رسول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فيما:

Bu meselenin aslı şudur: Allahu teala'nın vaidinden yani tehdidinden dönmesi caizdir (mümkündür), fakat va'dinden dönmesi sözkonusu değildir. Bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle bir sünnet varid olmuştur:

246 - أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدٍ الأَصْبَهَانِيُّ، أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ الأَصْبَهَانِيُّ، حَدَّثَنَا زَكَرِيَّا بْنُ يَحْيَى السَّاجِيُّ، وَأَبُو حَفْصٍ السُّلَمِيُّ، وَأَبُو يَعْلَى الْمَوْصِلِيُّ، قَالُوا: حَدَّثَنَا هُدْبَةُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا سُهَيْلُ بْنُ أَبِي حَزْمٍ، حَدَّثَنَا ثَابِتٌ الْبُنَانِيُّ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «مَنْ وَعَدَهُ اللَّهُ عَلَى عَمَلِهِ ثَوَابًا فَهُوَ مُنْجِزُهُ لَهُ، وَمَنْ أَوْعَدَهُ عَلَى عَمَلِهِ عِقَابًا فَهُوَ بِالْخِيَارِ»


(Hadisin senedini verdikten sonra) Enes (ra)'dan Allah rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah bir kula ameli karşılığında sevap vâdedecek olursa onu yerine getirir. Eğer ona ameline karşılık ceza tehdidinde bulunacak olursa, bu Allah'ın dilemesine (meşîetine) bağlıdır."[13]

أخبرنا أبو بكر، أخبرنا عبد الله، أخبرنا محمد بن حمزة، حدثنا أحمد بن الخليل، حدثنا الأصمعي، قال: جاء عمرو بن عبيد إلى أبي عمرو بن العلاء، فقال: يا أبا عمرو، يخلف الله ما وعد؟ قال: لا.
قال:
أفرأيت مَن أوعده الله على عمل عقابا، أيخلف الله وعده فيه؟ فقال أبو عمرو بن العلاء من العجمة: أتيت يا أبا عثمان؟ إن الوعد غير الوعيد، إن العرب لا تعد عارا ولا خلفا أن تعد شرا ثم لا تفعله، ترى ذلك كرما وفضلا، وإنما الخلف أن تعد خيرا ثم لا تفعله.
قال: فأوجدني هذا في العرب.
قال: أما سمعت قول الأول:
وإني وإن أوعدته أو وعدته ... لمخلف ايعادي ومنجز موعدي


(Haberin senedini zikrettikten sonra) Ebu Amr bin A'la'nın[14] yanına (Mutezileden) Amr bin Ubeyd gelmiş ve şöyle demiştir: "Ey Ebu Amr, Allah va'dinden döner mi?" O, buna "Hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Amr, şöyle devam etti: "Peki söyler misin, Allah ceza tehdidinde bulunduğu bir kimse hakkındaki va'dinden döner mi?" Ebu Amr bin A'la buna cevap olarak şöyle dedi: (…) Va'd, vaid (yani tehdid) gibi değildir. Araplar, kişinin bir kötülük va'dedip de bunu yapmamasını bir ar, utanç olarak görmezler. Bilakis bunu bir kerem ve fazilet olarak görürler. Ancak hayır vadedip de onu yerine getirmeyen kişi sözünden dönmekle suçlanabilir. Amr: Bana Araplardan buna dair delil göster, deyince Ebu Amr şöyle dedi: "Sen yoksa şu beyitleri duymadın mı?

"Gerçek şu ki, ben ne zaman onu tehdit eder veya ona vaadde bulunursam,
Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat verdiğim sözü yerine getiririm "


والذي ذكره أبو عمرو بن العلاء رحمه الله مذهب الكرام، ويستحسن عند كل أحد خلف الوعيد كما قال السري الموصلي:
إذا وعد السر أنجز وعده ... وإن أوعد الشر فالعفو مانعه



Ebu Amr bin A'la'nın (rh.a) zikrettiği şey kerem sahiplerinin mezhebidir. Tehdidden dönmek herkesin nezdinde güzel görülür. Tıpkı Sırrı el-Mavsili'nin dediği gibi:

Bir müjde vadettiğinde vadini yerine getirir
Bir kötülük vadettiğinde ise affetmek ona engel olur.

وأحسن يحيى بن معاذ في هذا الفصل حيث قال: الوعد والوعيد حق، فالوعد حق العباد على الله، ضمن لهم إذا فعلوا كذا أن يعطيهم كذا، ومن أولى بالوفاء من الله؟ والوعيد حقه على العباد، قال: لا تفعلوا كذا فأعذبكم ففعلوا فإن شاء عفا وإن شاء أخذ، لأنه حقه، وأولاهما بربنا الكرم والعفو إنه غفور رحيم.


Yahya bin Muaz bu konu hakkında ne güzel söylemiştir: Va'd de vaid de haktır. Va'd kulların Allah üzerindeki hakkıdır; onlara eğer şöyle yaparlarsa şunu şunu vereceğini vadetmiştir. Allahdan daha vefalı kim vardır? Vaid ise Onun kulları üzerindeki hakkıdır. O (azze ve celle) demiştir ki: Şunu yapmayın yoksa size azab ederim. Onlar o işi yaptıklarında dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Zira bu Onun hakkıdır. Rabbimiz için evla olan ise ikram ve afvdır. Zira O, Gafur ve Rahim'dir.[15]

[12] İbn Nuceym, Bahr'ur Raik Şerh'u Kunuz'id Dekaik (Haşiyeleriyle birlikte), 1/350, Dar'ul Kitab'il İslami, Baskı tarihi ve yeri yok.
[13] Heysemi, Mecma'uz zevaid'de (10/211)'de hadisi rivayet ettikten sonra şöyle diyor: Bu hadisi, Ebu Yala ve Taberani Evsatta rivayet etmiştir. Senedde yer alan Suheyl bin Ebi Hazm zaafına rağmen sika addedilmiştir. Kalan ricali ise sahih ricalindendir. Beyhaki, el-Ba's ve'n Nuşur adlı eserinde bu hadisi rivayet ettikten sonra şu ziyadeyi kaydeder: "Dilerse onu cezalandırır, dilerse onu affeder." Bu ziyade hakkında şu açıklamayı yapıyor: "Bunu rivayet etme hususunda Suheyl tek kalmıştır ve o kavi değildir." Kurtubi de Nisa 93'ün tefsirinde hadisi bu şekilde rivayet etmiştir.
[14]Nahivci, 154'te vefat etti. Sika. (İbn Hacer, Takrib 261)
[15] Et-Tefsir'ul Vasit, Ebu'l Hasen el- Vahidi en-Nisaburi eş-Şafii, 2/101, Dar'ul Kutub'il İlmiyye, Beyrut, 1415/ 1994 Kurtubi tefsirine de bakılabilir. Nisa: 93.ayet

Görüldüğü üzere kafir için bağışlanma dilemek küfür değil, haramdır. Çünkü kafirin azap görmesi Allahın bir vaidi yani tehdididir, Allahın tehdidinden dönmesini talep etmek ise caizdir. Rasullerin kafirler için bağışlanma dilemesi de buradan kaynaklanır. Halbuki onlar kafirlerle alakalı tehdid nasslarını bilmekteydiler, buna rağmen Allahın bu tehdidinden döneceğini umdular. Lakin Allahu Teala çeşitli hikmetlerden dolayı kafirlere istiğfar dilemeyi nehyetti ve bu haram kılındı. Çünkü Tevbe suresinden önce nazil olan ayetlerde –ki Nisa suresi daha öncedir- şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ

"Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bunun aşağısındakini dilediğine bağışlar." (Nisa: 48)

Tevbe suresinde ise şöyle diyor:

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ

"Müşrikler için bağışlanma dilemek ne Peygambere ne de müminlere yaraşmaz." (Tevbe: 113)

Açıkça görülüyor ki Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminler bu ayetten önce müşrikler için istiğfar/bağışlanma diliyorlardı. Halbuki bu, ilk bakışta Nisa: 48. Ayete muhalif gözükmektedir, çünkü Allahu Teala Tevbe: 113 inmeden önce de bu ayette müşriklerin bağışlanmayacağını –aynı gafera kökünden gelen bir fiille la yağfiru diyerek- zaten bildirmişti. İşte bundan dolayı kelamcıların tesirindeki halef alimlerinden bir çoğu birbirinden uzak tevillerle bu ayetleri uzlaştırmaya çalışmışlardır ama bunların hiç birine gerek yoktur. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onların bağışlanmayacağını biliyordu ancak Allahu Teala'nın vaidinden, tehdidinden dönmesi mümkün olduğundan dolayı ta ki nehyedilene kadar istiğfar talebini sürdürdü, mesele bundan ibarettir. Yani Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in haşa Nisa: 48'e ve müşriklerin cehenneme gideceğini beyan eden diğer ayetlere bir muhalefeti sözkonusu değildir. Bu ayetler vaid/tehdid ayetleridir; Allah'ın bu tehdidlerinden dönmesi için Onun hakkında bir eksiklik değil bilakis bir kerem ve lutuftur o yüzden Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de Allahu Teala'nın vaidinden döneceğini umuyordu, mevzu budur. Ehli sünnet menhecine göre bütün bunların uzlaştırması bu şekildedir.

Münafıkların başı Abdullah bin Selül'ün cenazesinin kılınması hakkında Buhari, Hadis no: 4672'de şunları rivayet etmektedir:

عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، أَنَّهُ قَالَ: لَمَّا تُوُفِّيَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَيٍّ، جَاءَ ابْنُهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَعْطَاهُ قَمِيصَهُ، وَأَمَرَهُ أَنْ يُكَفِّنَهُ فِيهِ، ثُمَّ قَامَ يُصَلِّي عَلَيْهِ فَأَخَذَ عُمَرُ بْنُ الخَطَّابِ بِثَوْبِهِ، فَقَالَ: تُصَلِّي عَلَيْهِ وَهُوَ مُنَافِقٌ، وَقَدْ نَهَاكَ اللَّهُ أَنْ تَسْتَغْفِرَ لَهُمْ؟ قَالَ: " إِنَّمَا خَيَّرَنِي اللَّهُ - أَوْ أَخْبَرَنِي اللَّهُ - فَقَالَ: {اسْتَغْفِرْ لَهُمْ، أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ، إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ} [التوبة: 80] فَقَالَ سَأَزِيدُهُ عَلَى سَبْعِينَ " قَالَ: فَصَلَّى عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَصَلَّيْنَا مَعَهُ، ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ: {وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا، وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ} [التوبة: 84]

İbn Ömer (ra)'dan nakledildiğine göre şöyle demiştir: Abdullah bin Übeyy, öldüğünde oğlu Abdullah bin Abdullah Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelmiş, O da gömleğini ona vermiş ve de o gömleğin içinde kefenlenmesini emretmişti. Sonra ona namaz kılmak üzere kalktı, o esnada Ömer bin Hattab (ra) elbisesinden tutarak ‘O bir münafık olduğu halde namazını mı kılacaksın? Allah seni onlara bağışlama dilemekten nehyetmedi mi? ' dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Allah beni muhayyer bırakarak –yahut bana haber vererek- şöyle buyurmuştur: ‘Onlar için bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir, onlar için yetmiş defa da bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır.' (Tevbe: 80) Sonra dedi ki: Ben, yetmişten fazla istiğfar dileyeceğim. (İbn Ömer diyor ki) Ardından Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun namazını kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra Allah ona şu ayeti indirdi: ‘Onlardan ölen hiç birinin namazını asla kılma, kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler." (Tevbe:84)

Buhari, başka bir yerde ise (no: 1366) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ömer (ra)'a verdiği cevabı şu şekilde nakletmektedir:

«إِنِّي خُيِّرْتُ فَاخْتَرْتُ، لَوْ أَعْلَمُ أَنِّي إِنْ زِدْتُ عَلَى السَّبْعِينَ يُغْفَرُ لَهُ لَزِدْتُ عَلَيْهَا»

"Ben muhayyer bırakıldım ve (bunu) tercih ettim. Eğer, yetmişten daha fazla yaptığımda bağışlanacağını bilsem fazlasını yapardım."

Bazı alimler bu hadislere birtakım teviller getirmeye çalışsalar da alimlerin bir çoğu hadisin zahiri üzere olduğunu ve Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gerçekten İbn Selül'ün bağışlanmasını umduğunu beyan etmişlerdir. Nitekim İbn Hacer de Fethul Bari 4672 numarada konu hakkında bilgi vermektedir ve bu görüşte olan alimlerden –kendisi bu yorumu çok benimsemese de- bunu şu şekilde nakletmektedir:

فَكَأَنَّهُ جَوَّزَ أَنَّ الْمَغْفِرَةَ تَحْصُلُ بِالزِّيَادَةِ عَلَى السَّبْعِينَ لَا أَنَّهُ جَازِمٌ بِذَلِكَ

"Böylece O (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu kesin görmemekle beraber 70'den fazla mağfiret dilediği takdirde mağfiretin/bağışlamanın gerçekleşmesini mümkün görmüştür."

Bu görüşte olan alimlerden birisi de Zerkeşi'dir. O, şöyle demektedir:

لَعَلَّهُ قَالَهُ رَجَاءَ حُصُولِ الْمَغْفِرَةِ بِنَاءً عَلَى بَقَاءِ حُكْمِ الْأَصْلِ، فَإِنَّ رَجَاءَهَا كَانَ ثَابِتًا قَبْلَ نُزُولِ الْآيَةِ

"Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü mağfiretin gerçekleşeceğini ümid ederek söylemesi muhtemeldir. Bu da asıl hükme binaendir. Zira bu ayet inmeden önce Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu (mağfiretin gerçekleşeceğini) ümid ettiği sabittir."

Zerkeşi, ardından hadisi müşkil görerek sıhhatine tan eden bazı alimleri tenkid etmektedir. Ardından kendi görüşünde olan alimlerden nakil yapmaktadır. Onun naklettiğine göre İbn Furek şöyle demiştir:

لَا مَعْنَى لِتَوْهِينِ الْحَدِيثِ، لِأَنَّهُ قَدْ صَحَّ، وَلَيْسَ بِمُنْكَرٍ اسْتِغْفَارُهُ - عَلَيْهِ السَّلَامُ -، لِأَنَّهَا لَا تَسْتَحِيلُ عَقْلًا، وَالْإِجَابَةُ مُمْكِنَةٌ

"Hadisi zayıf addetmeye gerek yoktur. Çünkü o sahihtir. Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) istiğfar dilemesi de münker bir iş değildir. Zira bu (yani kafirlerin bağışlanması) aklen imkansız değildir, buna icabet edilmesi de mümkündür." (Zerkeşi, Bahr'ul Muhit, 5/173-174)

İbn Furek burada kafirlerin bağışlanmasının aklen caiz olduğunu ifade ederek Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bunun mümkün olması hasebiyle istiğfar talebinde bulunduğunu söylemektedir.

İbrahim (as) hakkında zikredilen hadis de aynı şeye delalet etmektedir:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: " يَلْقَى إِبْرَاهِيمُ أَبَاهُ آزَرَ يَوْمَ القِيَامَةِ، وَعَلَى وَجْهِ آزَرَ قَتَرَةٌ وَغَبَرَةٌ، فَيَقُولُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ: أَلَمْ أَقُلْ لَكَ لاَ تَعْصِنِي، فَيَقُولُ أَبُوهُ: فَاليَوْمَ لاَ أَعْصِيكَ، فَيَقُولُ إِبْرَاهِيمُ: يَا رَبِّ إِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لاَ تُخْزِيَنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ، فَأَيُّ خِزْيٍ أَخْزَى مِنْ أَبِي الأَبْعَدِ؟ فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى: " إِنِّي حَرَّمْتُ الجَنَّةَ عَلَى الكَافِرِينَ، ثُمَّ يُقَالُ: يَا إِبْرَاهِيمُ، مَا تَحْتَ رِجْلَيْكَ؟ فَيَنْظُرُ، فَإِذَا هُوَ بِذِيخٍ مُلْتَطِخٍ، فَيُؤْخَذُ بِقَوَائِمِهِ فَيُلْقَى فِي النَّارِ

Ebû Hureyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Kıyamet gününde, İbrahim Aleyhisselâm, babası Azer'in yüzü toz-toprak içinde olduğu halde onunla karşılaşacak. İbrahim ona diyecek ki:
— Dünyada ben sana, bana isyan etme, dememiş miydim? Babası ona şöyle cevab verecek:
— Bugün sana isyan etmeyeceğim, sözünü dinleyeceğim. İbrahîm Aleyhisselâm:
~ Ey Rabbim! Beni mahşer, gününde utandırmayacağını va'detmiştin. Rahmetinden uzak kalan babamın çirkin durumundan daha utandırıcı ne olabilir? diyecek. Allah Tealâ şöyle buyuracak:
— Ben cenneti kâfirlere haram kıldım. Sonra denilecek ki:
— Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var? İbrahim, bakacak ve birden, kâna bulaşmış bir erkek sırtlan görecektir. Sonra o sırtlan ayaklarından tutulup cehenneme atılacak." (Buhari, 3350)

Görüldüğü üzere İbrahim (as) babasının bağışlanacağı, hatta cennete gireceği yönünde ümide kapılmış lakin Allahu Teala bunun mümkün olmadığını Ona beyan etmiştir. Bu husus Hakim'in Müstedrek'te yaptığı rivayette daha açık olarak gelmiştir.

أَيُّ ابْنٍ كُنْتُ لَكَ؟ فَيَقُولُ: خَيْرُ ابْنٍ، فَيَقُولُ: هَلْ أَنْتَ مُطِيعِيَّ الْيَوْمَ؟ فَيَقُولُ: نَعَمْ، فَيَقُولُ: خُذْ بِأُزْرَتِي، فَيَأْخُذُ بِأُزْرَتِهِ، ثُمَّ يَنْطَلِقُ حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَهُوَ يَعْرِضُ الْخَلْقَ، فَيَقُولُ: يَا عَبْدِي ادْخُلْ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتَ، فَيَقُولُ: أَيْ رَبِّ وَأَبِي مَعِي، فَإِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لَا تُخْزِيَنِي، قَالَ: فَيَمْسَخُ اللَّهُ أَبَاهُ ضَبُعًا فَيُعْرِضُ عَنْهُ فَيَهْوِي فِي النَّارِ فَيَأْخُذُ بِأَنْفِهِ، فَيَقُولُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى: يَا عَبْدِي أَبُوكَ هُوَ؟ فَيَقُولُ: لَا وَعِزَّتِكَ

"Kıyamet günü bir adam babasıyla karşılaşır ve ona: Ey babacığım ben sana nasıl bir evladım? O der ki: En hayırlı bir evlatsın. Bunun üzerine der ki: Peki, bugün bana itaat edecek misin? Baba da evet, der. Bunun üzerine o zat: Elbisemden tut, der. O da oğlunun elbisesinden tutar. Böyle devam ederlerken nihayet Allah Tebareke ve Teala halka kendisini arz eder ve der ki: Ey kulum, cennetin dilediğin kapısından gir. O da bunun üzerine der ki: Ey Rabbim, babam yanımdadır ve Sen bana, beni mahcub etmeyeceğini vad etmiştin. (Ravi) dedi ki: Allah onun babasını bir sırtlana çevirir de o da ondan yüz çevirir, o da burnu üzere ateşe düşer. Allah Tebareke ve Teala, der ki: Ey kulum, senin baban o mudur? O da : İzzetine yemin olsun ki hayır, der." [Müstedrek no: 8750, Hakim, hadisin Müslim'in şartına uygun olduğunu söylemiş Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Heysemi de (Mecma', 1/118) Bezzar'ın rivayetini aktarmış ve ricalinin güvenilir olduğunu haber vermiştir.]

Hafız Münziri ise hadisin Buhari'de de yer aldığını söyleyerek yukardaki hadise işaret etmiştir.(Tergib, 4/232) Bu rivayet, İbrahim'in babasından teberi etmesinin kıyamet günü olduğunu söyleyenlerin görüşünü desteklemektedir.

Görüldüğü üzere bu hadis, Buhari'dekinin aynısıdır ve hadiste bahsedilen zat İbrahim as'dır. Böylece İbrahim as'ın babasının cennete girmesini umduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı hadis bazı alimlere müşkil gelmiştir ve Hafız İsmaili gibi bir kısım alimler hadisi reddetmiş, bir kısmı da epey uzak olan teviller zikretmişlerdir. Alusi, Tefsirinde bu yorumlardan bazılarını zikrederek tenkid etmiş ve ardından Hakim'in hadisini zikrederek şöyle demiştir:

يفهم من ذلك أن الرجل في حديث الحاكم هو إبراهيم عليه الصلاة والسلام وطلبه المغفرة لأبيه فيه وإدخاله الجنة أظهر منهما في حديث البخاري وما ذكره الزمخشري مخالفا على ما قيل: لما شاع عن المعتزلة أن امتناع جواز الاستغفار للكافر إنما علم بالوحي لا بالعقل لأن العقل يجوز أن يغفر الله تعالى للكافر، ألا ترى إلى
قوله صلّى الله عليه وسلم لأبي طالب: لأستغفرن لك ما لم أنه

"Bundan, Hakim hadisinde bahsedilen zatın İbrahim as olduğu ve hadiste babası için bağışlanma talebinde bulunduğu ve onu cennete sokmak istediği hususu Buhari'nin hadisinden daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Zemahşeri'nin zikrettiği şey ise söylenilen şeylere muhaliftir. Nitekim Mutezile'nin meşhur görüşü, kafir için bağışlanma talep etmenin caiz olması mümkün değildir, şeklindedir. Halbuki, bu husus akılla değil ancak vahiyle bilinir. Zira akıl Allahu Teala'nın kafiri bağışlamasını mümkün görür. Sen (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ebu Talib'e söylediği ‘Nehy edilmedikçe senin için bağışlanma dileyeceğim' sözünü görmez misin?' (Ruh'ul Meani, 6/36)

Alusi'nin sözlerinden de anlaşılacağı üzere kafirlerin bağışlanmasının aklen asla mümkün olmayacağını, bunun Allahın adaletine uygun olmadığını ileri sürenler Mutezile ve onun etkisi altındaki gruplardır. Bundan dolayıdır ki fıkıhta Hanefi olmakla beraber itikadda Mutezile olan alimlerden Cessas, peygamberlerin kafirler için bağışlanma talep ettiğine dair bütün rivayetleri reddetmiş, hatta bunun küfür olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Öyle zannediyoruz ki bunun Mutezile'nin vaad-vaid diye sistemleştirdiği Allah va'dinden de vaidinden de dönmez şeklindeki prensiple alakası vardır. Bu batıl esastan dolayı onlar Kurandaki bütün vaid (tehdid) nasslarının aynen cari olacağını ve günahından tevbe etmeyen herkesin –müslüman bile olsa- kendisi hakkında zikredilen azabı muhakkak çekeceğini ve de cehennemde ebedi kalacağını savunmuşlar, bunun için de ayrıca menzile beynel menzileteyn teorisini geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, Kur'an'ın ifadesiyle ‘zulümat üzerine zulümat'tır. Bu sapıklıkların hepsine Kurandaki vaid nasslarını olduğu gibi kabul etmeleri ve Allah'ın tehdidinden caymasının Onun için bir eksiklik olması bir yana bilakis rahmetinin kemalinden kaynaklanan bir şey olacağı hususunu göz ardı etmeleri sebeb olmuştur.

Karafi'nin sözlerini reddeden alimler daha önce de naklettiğimiz üzere bu hususta şu açıdan meseleyi izah etmişlerdir: Neticede Allahın kafirleri bağışlamaması bir vaid yani tehdid nassıdır. Mükafat vadinden dönmek Allah için sözkonusu olmaz zira bu bir eksikliktir; lakin tehdidden dönmek bir eksiklik değil bilakis şereftir. Bu yüzdendir ki Allahın kafirleri bağışlamayacağını yönündeki tehdidinden vazgeçebileceğine ihtimal veren bir kimse Allahı yalanlıyor veya ona eksiklik nisbet ediyor anlamına gelmez. Daha önce de beyan ettiğimiz gibi Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) davetinin ilk gününden beri kafirlerin cehennemde azap göreceği kendisine bildirilmiş olduğu halde ta ki nehyedilene kadar kafirler için bağışlanma dilemeye devam etmiştir. O ve ashabı hiç şüphe yok ki Allahın tehdidini yalanlıyor değildi, fakat Allahın kerem ve lütuf sahibi olmasından hareketle bu tehdidinden vazgeçeceğini umarak bunu yapıyorlardı. İşte bu va'd ve vaid meselesi çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır bunu anlayan kişi hem istiğfar meselesini hem de diğer meseleleri çözer. Ehli sünnetle Mutezile ve Hariciler arasındaki en büyük ihtilaf noktalarından birisi de vaid/tehdid nasslarının anlaşılması noktasındadır. Bidat ehli "şunu yapan cehennemdedir" vb tehdid nasslarını zahirleri üzere alarak günahkarların affedilmeyeceğini ve kesinlikle cehenneme gideceklerini sanmışlardır. Ehli sünneti de bu vaid nasslarını inkar etmekle suçlamışlardır. Zira bu mantığa göre "Yetim malı yiyenler karınlarına ateş doldurmuşlardır" (Nisa: 10) ayeti yetim malı yiyenin kesinlikle cehenneme gideceğini gösterir. Ehli sünnete göre ise bu Allahın bir tehdididir O dilerse tehdidinden cayar. Bu tartışma her ne kadar Müslümanların günahkarları ile alakalı olsa da neticede genel manada Allahın tehdidinden cayacağını düşünmenin Onun hakkında bir eksiklik olmadığı ortaya çıktığından dolayı kafirlerle alakalı tehdidinden cayacağını düşünenlere de tatbik edilmesinde bir mahsur olmadığı ortadadır. Her ne kadar kafirlerin bağışlanmayacağı hususu özel olarak teyid edilse de bunu Allah hakkında mümkün gören kimsenin onu yalanlamış sayılmayacağı ortaya çıktığı için sözü batıl da olsa bu batıllık Allahı inkar ve Ona noksanlık isnadı boyutuna ulaşmaz. Yukarda sözlerini naklettiğimiz alimlerin Allahın tehdidinden caymasının aklen caiz olduğundan hareketle istiğfara küfür diyen Karafi'yi tenkid etmeleri de alimler nezdinde meselenin bu şekilde ele alındığını göstermektedir. Cessas ve sonrakiler gibi Mutezile etkisindeki bazı alimler ise bu ince noktayı görmedikleri için Allah Rasulu ve diğer peygamberlerin kafirlere bağışlanma dilemesi hususunda gelen haberler karşısında hayrete düşmüşlerdir. Halbuki Ehli sünnetin vaad-vaid meselesindeki menheci iyice anlaşıldığı takdirde hiçbir müşkilat olmadığı ortaya çıkacaktır inşallah. Vallahu a'lem.

Makaleyi almışsında orası belli ama nedense nerden aldığını yazmamışsın. Neden peki?
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

Üye
İslam-TR Üyesi
Sapıkların, Haricilerin reklamını yaptırmadığımızdan da olabilir.

Eğer birilerinin reklam olunmasını istemiyorsunuzsa o zaman birilerine ait bir sayfadan bir şeyler alıp ta paylaşmayın (kim paylaşıyorsa). Yok illa paylaşılacaksa o zaman kaynak gösterilmesi lazım. Benim öğrendiğim bildiğim dinde (İslam) böyle.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Eğer birilerinin reklam olunmasını istemiyorsunuzsa o zaman birilerine ait bir sayfadan bir şeyler alıp ta paylaşmayın (kim paylaşıyorsa). Yok illa paylaşılacaksa o zaman kaynak gösterilmesi lazım. Benim öğrendiğim bildiğim dinde (İslam) böyle.
Ehl-i sunnet forumlarda hariciler yasaklanıyor!
 
Üst Ana Sayfa Alt