M
Çevrimdışı
Bismillah, elhamdulillah, essalatu vesselamu ala rasulillah.
Es selamu aleykum ve rahmetullah kıymetli kardeşlerim. Öncelikle ben bir alim değilim hatta gününün büyük bir bölümünü ilme vakfedebilmiş bir ilim talebesi olduğum da söylenemez. Fakat bu başlıktaki konu hakkında birkaç kelam edecek bir birikimim olduğunu düşünüyorum. Ve bu konuda selefi menhecini takip eden gençlerin, bilhassa bir ilim halkasına dahil olmamış, temel meselelerde dahi bilgi eksikliği bulunan, okuduğu birkaç risalenin, hadisin önemi ile ilgili izlediği 10-15 dakikalik videoların etkisiyle, mezheblerin gereksiz olduğunu, müslümanları böldüğünü, hadislerle amel etmenin ehli sünnet vel cemaate bağlılık olduğunu sanan kardeşlerime nasihat etmek için böyle bir konu açıyorum. Rabbim hayırlara vesile kılsın.
Kardeşler öncelikle şunu çok iyi bilmeliyiz ki günümüze kadar gelen, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliğ ettiği Şeriat'ından taviz vermeyen, felsefeden ve diğer batıl fırkalardan etkilenmeyen, Ashab'ı Kiram'a (radıyallahu anhum cemian) en yakın dönemlerde yaşamış müctehid alimlerin mezhebleri diyerek tabir edebileceğimiz, halk arasında 4 hak mezhep olarak bilinen mezheplerin tamamı da Kur'an ve Sünnet'i esas almıştır. Bu 4 mezhebin yanında birçok hak mezhep de vardı fakat Allah Teala bu 4 büyük imamımızın adının kıyamete kadar baki kalmasını murad etti.
Peki bazı meselelerde görüyoruz ki bu imamlarımız Buhari'deki bir hadise aykırı bir fetva veriyor. Oysa tüm imamlarımızın ortak görüşüdür: ''sahihi hadis varsa bizim mezhebimiz odur.''
İşte burada İbni Teymiye (rahimehullah)'ın ref'ul melam risalesinin kıymeti ortaya çıkıyor. Allah Teala rahmetiyle muamele buyursun, sahih hadise aykırı gibi görünen imamların hükümlerinin sebebini çok güzel açıklamış. Bu sebepleri şöyle özetleyebilirim:
- Sahih hadis kendisine ulaşan imam bu sözü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in söylediğine inanmıyor olabilir. Yani bu hadisin sahih olmadığını düşünüyor olabilir. (akıl yürüterek değil tabiki, ravi zincirinde sıkıntılı olduğunu düşündüğü kimselerden dolayı) not: o devirde kütübü sitte diye bildiğimiz sahih hadis kaynakları telif edilmemişti. belki İmam Malik'in muvattası gibi tek tük hadis kitapları vardı.
- Bu hadisi şerifin üzerinde durduğu konuyu kastetmemiş olduğunu düşünebilir. Yani mecazi bir anlatım olduğunu, başka bir şeyi kastettiğini düşünebilir.
- Bu hadisi şerifteki hükmün mensuh olduğunu düşünüyor olabilir.
- Sahih hadise aykırı bir fetva veren imama bu hadisi şerifin ulaşmamış olma ihtimali olabilir. Böyle bir durumda ya ayetle ya da başka bir hadisle kıyas ederek ictihad eder. Bu durumda Hadisle çelişen bir ictihad da olabilir, hadise uygun bir hüküm de belirtmiş olabilir.
Hiçbir Allah kuluna Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tüm hadislerinin kamil manada ulaşmamıştır.
Sahabelerde bile bunun örneği vardır. Mesela Ömer (radıyallahu anh) mecusilerden cizye alınması gerektiğini bilmiyordu, fakat hadis vardı. Ebu Bekir (radıyallahı anh) büyükanne mirası konusunu bilememişti, fakat o konu hakkında hadis vardı.
Bunlar sebepler. Burada şunu bilmekte fayda var, Kütübü sitte diye bildiğimiz hadis kaynaklarının TÜM SAHİH HADİSLERİ içerdiğini söylemek abes olur. Elbette atladıkları, onlara ulaşamayan, zayıf gördükleri fakat aslında sahih olan hadisler de vardır. Belki diğer kaynaklarımızda yer almış olabilir. İşte imamlarda bizim sahih kaynaklarımıza giremeyen fakat aslında sahih olan bu hadislerle bir hükme varmış olabilir.
Diğer bir mesele ise, bu imamlarımız bu yolu tek başlarına tamamlamadılar. Yüzlerce belki binlerce talebe yetiştirdiler. Aralarında çok kıymetli müctehidler çıktı. Keza onlardan sonra gelenler arasında da aynı ilmi seviyeye ulaşanlar oldu. İlk imamın fıkıh mirası detaylı bir şekilde incelendi. Sonraları hadisler de kitaplaştığı için kontrol edildi. Hatalılar ayıklandı. Doğrusu belirlendi. Hülasa, her asırda mezheplerimizin özellikle de bu 4 mezhebimizin görüşleri didik didik incelendi. Akıl almaz ilmi çalışmalar yapıldı. Işıkların, adam akıllı kağıt kalemin olmadığı dönemlerde onbinlerce cilt eserler yazıldı. Hatta ilmi olan kuyudan bile ilmini yaymaya devam etti. İmam Serahsi'nin Mebsut'u meşhurdur. Hani kuyudan yazdırdığı şu 30 ciltilik dev eser.
Allah Teala hepsinden razı olsun. Şimdi bu kadar müctehid, fakih, muhaddis süzgecinden geçmiş ve elimize ulaşmış fıkıh deryasına 3-5 kitap okuyarak dalarsak, maalesef yanlış yanlış konuşabiliriz. Mezhepleri kaldıralım, ihtilafları bitirelim vs vs. Bunlar çok komik iddialar. İnsanın olduğu her yerde ihtilaf olur. Hele hele feri meselelerde ihtilaf olması o kadar tabiidir ki. Çok meşhur bir örnek zikredelim ki konu iyice anlaşılsın. Hani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına Beni Kurayza'ya varmadan kimse ikindi namazını kılmasın demişti. Yolda namaz vaktinin çıkma tehlikesiyle karşılaşınca ashabtan bazıları namazı yolda kıldı. Bazıları da Beni Kurayza'da kaza etti. Bu konuda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbirini kınamadı.
Meseleleri böyle anlamak gerekiyor. Namazda eli biri göbek altına bağlamış biri göğüs üstüne koymuş. Ne var yani bunda. Demek ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün öyle kılmış bir gün böyle. Bir imam, göğüs üzerine koyalım demiş, bir imam göbek altına. Birisi diğerinin hadisini zayıf bulmuş, birisi de diğerinin. Belki birisi, bu olayı nesh kapsamında değerlendirmiş olabilir. Ya da gerçekten de iki farklı uygulamada Sünnet olarak uygulanagelmiş ve bazı sahabeler namazlarına elleri göğüs üzerindeyken devam etmiş, bazıları göbek altındayken.
Bu meseleler bin yılı aşkındır incelenen meseleler. Eğer bir görüş kökten batıl olsa idi, emin olun o imamların talebeleri ne pahasına olursa olsun bunu dile getirir, bu hükmün düzeltilmesi konusunda canla başla mücadele ederdi. İmamlar elbette hata edebilir, fakat dedik ya yüzlerce talebe bin yılı aşkındır bu fıkıh okyanusunda yüzmekte, birbirlerinin yanlışlarını kapatmakta.
Şimdi bize düşen görev, bu dini kimden öğrendiysek, onun mezhebini takip etmek olacaktır. Baban mı öğretti sana İslam'ı, baban da Şafii mi, devam et o yoldan, korkma, İmam Şafii'nin talebeleri sana bir bid'atı, batıl bir şeyi yaptırmaz Allah'ın izni ile. Tabi bu takip işini de, temel meselelerinin delillerini öğrenerek yapmak gerekiyor. Aç bir şafii ilmihalini yada fıkıh kitabını, bak bu hükme nereden varmışlar. Böylelikle kalbin mutmain olsun.
Eğer böyle yapmazsan, bir ondan bir bundan alırsan, doğru bir iş yapmış olmazsın. Bu işler usül bilmeden, ömür çürütmeden olacak işler değil. Sen sanarsın ki ben Sünnet'e uyuyorum halbuki 4 mezhebin haram dediği telfike düşersin. Nefsin sana hep kolayı almanı fısıldar. Bu bir laubaliliğe, sululuğa dönüşebilir maazallah. İlim bu değildir. İbni Teymiye (rahimehullah) kendine bir mezhep, fıkıh ekolü kurmadı. Zaten hiçbir imamın böyle bir iddiası da olmadı. Talebeleri bu işi sistemleştirdi. İbni Teymiye (rahimehullah) 17-18 yaşlarına kadar kütübü sitte'yi, 30 ciltik taberi'yi vs. birçok kaynağı ezber biliyordu ezber. Bir ilim deryası idi. Müctehiddi. Bu sebeple de ictihad etti. Bazen oldu ki 4 mezhebe aykırı ictihad etti. Fakat ictihadda budur zaten, hak bildiğini söylemek. Fakat hiçbir zaman, mezhepleri ortadan kaldıralım, tek bir yolda birleşelim gibi uygulanması imkansız, şeytana kapı açan bir şey söylemedi. Bu tür fıkhın ince meseleleri bizim gibi gününün büyük bir bölümü okulda, işte geçen, ailesiyle uğraşmak zorunda kalan ve daha da önemli meseleleri olan insanlar için beyhudedir. Elimizde müthiş bir miras var. Bunu didiklemenin bir anlamı yok.
Seyyid Kutub (rahimehullah)'ın tefsirinde fıkıh meselelerine değinmeme sebebinden birisi de bu fıkhı pratik olarak uygulayabileceğimiz bir yer olmamasından kaynaklanmaktadır. Şu an bu fıkıh inceliklerine dalarsak, asıl meseleyi, davamızı unutur, Allah Teala'nın Şeriat'ının tekrar hakim olması için safredeceğimiz gayretleri boşa kullanmış oluruz. Ve bizde takva ve ihlas gibi kavramlar askıda kaldığı için de en küçük bir meselede birbirimize gireriz.
Hasan el Benna'dan Allah razı olsun, ihvanı kurduğunda hiç bu meselelere girmedi. Sufiymiş, selefiymiş, hadismiş, ictihadmış, kıyasmış hiç bu meselelere girmedi. Çünkü onun acil meseleleri vardı. Bir öncelik listesi vardı. Bizim de artık bu şuurda olmamız gerkeiyor. Basiretli olmak zorundayız. Bölünmemeliyiz, parçalanmamalıyız. Yarın bize ihtilaflı meselelerde mezhebimizi takip ettiğimiz için bir sual sorulmaz. Belki bu ilim adamları düzeyinde bir iştir. Ama bize sokakta dolaşan çıplak bir kızdan, namaz kılmayan kardeşlerimizden, demokrasi aşığı müslüman olduğunu söyleyen komşumuzdan, felsefeye dalmış, mutezile değirmenine girmiş hadis inkarcısı arkadaşlarımızdan sorulabilir. Bizim çok kalın kalın meselelerimiz var. İncelerle uğraşacak vaktimiz yok. Allah Teala bizden bu ince meselelerle uğraşmamızı da istemiyor. Onlarla uğraşacak olanları Allah Teala çoooook uzun süre uğraştırdı. Bize ilim deryası olarak getirtti...
Es selamu aleykum ve rahmetullah kıymetli kardeşlerim. Öncelikle ben bir alim değilim hatta gününün büyük bir bölümünü ilme vakfedebilmiş bir ilim talebesi olduğum da söylenemez. Fakat bu başlıktaki konu hakkında birkaç kelam edecek bir birikimim olduğunu düşünüyorum. Ve bu konuda selefi menhecini takip eden gençlerin, bilhassa bir ilim halkasına dahil olmamış, temel meselelerde dahi bilgi eksikliği bulunan, okuduğu birkaç risalenin, hadisin önemi ile ilgili izlediği 10-15 dakikalik videoların etkisiyle, mezheblerin gereksiz olduğunu, müslümanları böldüğünü, hadislerle amel etmenin ehli sünnet vel cemaate bağlılık olduğunu sanan kardeşlerime nasihat etmek için böyle bir konu açıyorum. Rabbim hayırlara vesile kılsın.
Kardeşler öncelikle şunu çok iyi bilmeliyiz ki günümüze kadar gelen, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliğ ettiği Şeriat'ından taviz vermeyen, felsefeden ve diğer batıl fırkalardan etkilenmeyen, Ashab'ı Kiram'a (radıyallahu anhum cemian) en yakın dönemlerde yaşamış müctehid alimlerin mezhebleri diyerek tabir edebileceğimiz, halk arasında 4 hak mezhep olarak bilinen mezheplerin tamamı da Kur'an ve Sünnet'i esas almıştır. Bu 4 mezhebin yanında birçok hak mezhep de vardı fakat Allah Teala bu 4 büyük imamımızın adının kıyamete kadar baki kalmasını murad etti.
Peki bazı meselelerde görüyoruz ki bu imamlarımız Buhari'deki bir hadise aykırı bir fetva veriyor. Oysa tüm imamlarımızın ortak görüşüdür: ''sahihi hadis varsa bizim mezhebimiz odur.''
İşte burada İbni Teymiye (rahimehullah)'ın ref'ul melam risalesinin kıymeti ortaya çıkıyor. Allah Teala rahmetiyle muamele buyursun, sahih hadise aykırı gibi görünen imamların hükümlerinin sebebini çok güzel açıklamış. Bu sebepleri şöyle özetleyebilirim:
- Sahih hadis kendisine ulaşan imam bu sözü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in söylediğine inanmıyor olabilir. Yani bu hadisin sahih olmadığını düşünüyor olabilir. (akıl yürüterek değil tabiki, ravi zincirinde sıkıntılı olduğunu düşündüğü kimselerden dolayı) not: o devirde kütübü sitte diye bildiğimiz sahih hadis kaynakları telif edilmemişti. belki İmam Malik'in muvattası gibi tek tük hadis kitapları vardı.
- Bu hadisi şerifin üzerinde durduğu konuyu kastetmemiş olduğunu düşünebilir. Yani mecazi bir anlatım olduğunu, başka bir şeyi kastettiğini düşünebilir.
- Bu hadisi şerifteki hükmün mensuh olduğunu düşünüyor olabilir.
- Sahih hadise aykırı bir fetva veren imama bu hadisi şerifin ulaşmamış olma ihtimali olabilir. Böyle bir durumda ya ayetle ya da başka bir hadisle kıyas ederek ictihad eder. Bu durumda Hadisle çelişen bir ictihad da olabilir, hadise uygun bir hüküm de belirtmiş olabilir.
Hiçbir Allah kuluna Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tüm hadislerinin kamil manada ulaşmamıştır.
Sahabelerde bile bunun örneği vardır. Mesela Ömer (radıyallahu anh) mecusilerden cizye alınması gerektiğini bilmiyordu, fakat hadis vardı. Ebu Bekir (radıyallahı anh) büyükanne mirası konusunu bilememişti, fakat o konu hakkında hadis vardı.
Bunlar sebepler. Burada şunu bilmekte fayda var, Kütübü sitte diye bildiğimiz hadis kaynaklarının TÜM SAHİH HADİSLERİ içerdiğini söylemek abes olur. Elbette atladıkları, onlara ulaşamayan, zayıf gördükleri fakat aslında sahih olan hadisler de vardır. Belki diğer kaynaklarımızda yer almış olabilir. İşte imamlarda bizim sahih kaynaklarımıza giremeyen fakat aslında sahih olan bu hadislerle bir hükme varmış olabilir.
Diğer bir mesele ise, bu imamlarımız bu yolu tek başlarına tamamlamadılar. Yüzlerce belki binlerce talebe yetiştirdiler. Aralarında çok kıymetli müctehidler çıktı. Keza onlardan sonra gelenler arasında da aynı ilmi seviyeye ulaşanlar oldu. İlk imamın fıkıh mirası detaylı bir şekilde incelendi. Sonraları hadisler de kitaplaştığı için kontrol edildi. Hatalılar ayıklandı. Doğrusu belirlendi. Hülasa, her asırda mezheplerimizin özellikle de bu 4 mezhebimizin görüşleri didik didik incelendi. Akıl almaz ilmi çalışmalar yapıldı. Işıkların, adam akıllı kağıt kalemin olmadığı dönemlerde onbinlerce cilt eserler yazıldı. Hatta ilmi olan kuyudan bile ilmini yaymaya devam etti. İmam Serahsi'nin Mebsut'u meşhurdur. Hani kuyudan yazdırdığı şu 30 ciltilik dev eser.
Allah Teala hepsinden razı olsun. Şimdi bu kadar müctehid, fakih, muhaddis süzgecinden geçmiş ve elimize ulaşmış fıkıh deryasına 3-5 kitap okuyarak dalarsak, maalesef yanlış yanlış konuşabiliriz. Mezhepleri kaldıralım, ihtilafları bitirelim vs vs. Bunlar çok komik iddialar. İnsanın olduğu her yerde ihtilaf olur. Hele hele feri meselelerde ihtilaf olması o kadar tabiidir ki. Çok meşhur bir örnek zikredelim ki konu iyice anlaşılsın. Hani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına Beni Kurayza'ya varmadan kimse ikindi namazını kılmasın demişti. Yolda namaz vaktinin çıkma tehlikesiyle karşılaşınca ashabtan bazıları namazı yolda kıldı. Bazıları da Beni Kurayza'da kaza etti. Bu konuda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbirini kınamadı.
Meseleleri böyle anlamak gerekiyor. Namazda eli biri göbek altına bağlamış biri göğüs üstüne koymuş. Ne var yani bunda. Demek ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün öyle kılmış bir gün böyle. Bir imam, göğüs üzerine koyalım demiş, bir imam göbek altına. Birisi diğerinin hadisini zayıf bulmuş, birisi de diğerinin. Belki birisi, bu olayı nesh kapsamında değerlendirmiş olabilir. Ya da gerçekten de iki farklı uygulamada Sünnet olarak uygulanagelmiş ve bazı sahabeler namazlarına elleri göğüs üzerindeyken devam etmiş, bazıları göbek altındayken.
Bu meseleler bin yılı aşkındır incelenen meseleler. Eğer bir görüş kökten batıl olsa idi, emin olun o imamların talebeleri ne pahasına olursa olsun bunu dile getirir, bu hükmün düzeltilmesi konusunda canla başla mücadele ederdi. İmamlar elbette hata edebilir, fakat dedik ya yüzlerce talebe bin yılı aşkındır bu fıkıh okyanusunda yüzmekte, birbirlerinin yanlışlarını kapatmakta.
Şimdi bize düşen görev, bu dini kimden öğrendiysek, onun mezhebini takip etmek olacaktır. Baban mı öğretti sana İslam'ı, baban da Şafii mi, devam et o yoldan, korkma, İmam Şafii'nin talebeleri sana bir bid'atı, batıl bir şeyi yaptırmaz Allah'ın izni ile. Tabi bu takip işini de, temel meselelerinin delillerini öğrenerek yapmak gerekiyor. Aç bir şafii ilmihalini yada fıkıh kitabını, bak bu hükme nereden varmışlar. Böylelikle kalbin mutmain olsun.
Eğer böyle yapmazsan, bir ondan bir bundan alırsan, doğru bir iş yapmış olmazsın. Bu işler usül bilmeden, ömür çürütmeden olacak işler değil. Sen sanarsın ki ben Sünnet'e uyuyorum halbuki 4 mezhebin haram dediği telfike düşersin. Nefsin sana hep kolayı almanı fısıldar. Bu bir laubaliliğe, sululuğa dönüşebilir maazallah. İlim bu değildir. İbni Teymiye (rahimehullah) kendine bir mezhep, fıkıh ekolü kurmadı. Zaten hiçbir imamın böyle bir iddiası da olmadı. Talebeleri bu işi sistemleştirdi. İbni Teymiye (rahimehullah) 17-18 yaşlarına kadar kütübü sitte'yi, 30 ciltik taberi'yi vs. birçok kaynağı ezber biliyordu ezber. Bir ilim deryası idi. Müctehiddi. Bu sebeple de ictihad etti. Bazen oldu ki 4 mezhebe aykırı ictihad etti. Fakat ictihadda budur zaten, hak bildiğini söylemek. Fakat hiçbir zaman, mezhepleri ortadan kaldıralım, tek bir yolda birleşelim gibi uygulanması imkansız, şeytana kapı açan bir şey söylemedi. Bu tür fıkhın ince meseleleri bizim gibi gününün büyük bir bölümü okulda, işte geçen, ailesiyle uğraşmak zorunda kalan ve daha da önemli meseleleri olan insanlar için beyhudedir. Elimizde müthiş bir miras var. Bunu didiklemenin bir anlamı yok.
Seyyid Kutub (rahimehullah)'ın tefsirinde fıkıh meselelerine değinmeme sebebinden birisi de bu fıkhı pratik olarak uygulayabileceğimiz bir yer olmamasından kaynaklanmaktadır. Şu an bu fıkıh inceliklerine dalarsak, asıl meseleyi, davamızı unutur, Allah Teala'nın Şeriat'ının tekrar hakim olması için safredeceğimiz gayretleri boşa kullanmış oluruz. Ve bizde takva ve ihlas gibi kavramlar askıda kaldığı için de en küçük bir meselede birbirimize gireriz.
Hasan el Benna'dan Allah razı olsun, ihvanı kurduğunda hiç bu meselelere girmedi. Sufiymiş, selefiymiş, hadismiş, ictihadmış, kıyasmış hiç bu meselelere girmedi. Çünkü onun acil meseleleri vardı. Bir öncelik listesi vardı. Bizim de artık bu şuurda olmamız gerkeiyor. Basiretli olmak zorundayız. Bölünmemeliyiz, parçalanmamalıyız. Yarın bize ihtilaflı meselelerde mezhebimizi takip ettiğimiz için bir sual sorulmaz. Belki bu ilim adamları düzeyinde bir iştir. Ama bize sokakta dolaşan çıplak bir kızdan, namaz kılmayan kardeşlerimizden, demokrasi aşığı müslüman olduğunu söyleyen komşumuzdan, felsefeye dalmış, mutezile değirmenine girmiş hadis inkarcısı arkadaşlarımızdan sorulabilir. Bizim çok kalın kalın meselelerimiz var. İncelerle uğraşacak vaktimiz yok. Allah Teala bizden bu ince meselelerle uğraşmamızı da istemiyor. Onlarla uğraşacak olanları Allah Teala çoooook uzun süre uğraştırdı. Bize ilim deryası olarak getirtti...