İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Cehâlet / cehl; lugatte “bilmemek” anlamına gelen bir kavramdır. Cehl kişinin inanç, söz veya davranışları konusundaki bilgisizliğini, cehâlet ise kendi dışında kalan durumlara ilişkin bilinmezliği ifade eder. (Diyanet İslâm Ansiklopedisi, Cehalet kavramı)
Istılâhi manasına ise; Molla Husrev Mir’âtu’l Usûl’de şöyle tarif eder: ‘’Bilinebilecek durumda olan dini esasları bilmemektir.’’ (Molla Husrev, Mir'âtu'l-Usûl, Sf: 632, İstanbul. 1312; İbn-i Nuceym. Fethu'l-Gaffar bi Şerhi'l-Menâr, lll. 102. Mısır, 1936)
Ali Haydar Efendi ise Usûl-u Fıkıh Dersleri'nde cehli: "Bilebilecek kabiliyette olan bir kimsenin bilgisizliği." şeklinde tarif etmektedir. (Ali Haydar, Uslûl-i Fıkh Dersleri, Sf: 530, İstanbul 1336. Ayrıca benzer meseleler: El-Kâdî Abdunnebi b. AbdirrasuI el-Ahmed en-Nekeri, Câmiu'l-Ulûm fi lstılâhâti'l-Funûn (Dustûru'l-Ulemâ) I, 420; Beyrut, 1975; Mahmud Esad, Telhîs-ı Usûl-ı Fıkh, Sf: 486, İzmir. I 312; Bilmen, Ömer Nasûhi Hukuk-ı İslâmiye ve İstılahat-ı Fıkkiyye Kamusu, ı, 233, İstanbul, 1967; Karaman, Hayreddin, Fıkıh Usulü, Sf: 203; İstanbul, 1971 Atar, Fahreddin, Fıkıh Usulü,Sf: 152, İstanbul, 1988)
İmam Şafii (r.aleyh) şöyle ifade eder: “Eğer câhil cehaletinden dolayı mazur olmuş olsaydı, cehalet ilimden daha hayırlı olurdu. Çünkü kuldan teklif yükünü kaldırmış ve kalbini sıkıntı türlerinden rahatlatmış olurdu.” (El-Mensur fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, C. 2, Sf: 15, 17)
Büyük Şirk'te Cehâlet Mâzeret midir?
Büyük şirk (şirk-i ekber), kişinin Allah’a ait olan hakları başkasına vermesi, O’na ortak koşması veya O’na ibadet edilmesi gereken bir şeyi başka bir varlığa yönlendirmesi durumudur. Büyük şirk, Kur'an ve Sünnet’te açıkça Allah’ın bağışlamayacağını bildirdiği bir günahtır. "Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun dışında dilediği kimseyi bağışlar." (Nisâ, 48)
Büyük şirk konusunda cehalet bâzı alimlere ve bâzı durumlara (şartlara) göre mazeret olabilir, ancak bu durum kişinin yaşadığı ortam, bilgiye erişim (cehâlet) durumu ve kendisine tebliğ ulaşma şartlarına bağlıdır.
"(Ey muşrikler!) "Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa (Yahudi ve Hristiyanlara) indirildi, biz ise Onların ders gördüklerinden habersizlerdik" deyip (bahane üretmemeniz); Yahud: "Bize de kitab indirilseydi, elbette Onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz (için), işte size Rabb'inizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet (olarak Kur’an-ı Kerim) gelmiştir. Allah’ın ayetlerini tekzib edenden ve (insanları) Ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? (Kullarımızı) Ayetlerimizden alıkoyup - çevirenlere, bu ’engelleme ve çevirmelerinden’ dolayı azabın en kötüsüyle karşılık vereceğiz." (En’am, 156 - 157)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır bu ayetlerin tefsirinde şöyle demektedir: “Bu bilgisizlikleri Onlar için bir mazeret değildir. Dolayısıyla bu ayet-i kerime, Kur’an’ın inişi işitildikten sonra onu öğrenme ile meşgul olmayıp hükümlerinden habersiz kalmanın bir mazeret teşkil etmeyeceğini kesin olarak anlatmak gibi bir hikmeti de ihtiva etmektedir.”
"Biz Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Biz Ona iki de yol gösterdik." (Beled 9 - 10)
Fahreddin Râzi, Beled Sûresi’nde geçen ayet-i kerimeyi tefsir ederken bu iki yolun açıkça gösterilmesi sonucu cehaletin ortadan kalktığı ve hiçbir mazeretin kabul görmediği yönündeki görüşleri şöyledir: “Bu manaya göre ayet, tıpkı, İnsan Suresi'ndeki, "Biz Onu iki yola sevk ettik. İster şükredici olur, ister nankör." İnsan 2) ayeti gibi olmuş olur. Binâenaleyh deliller böylesine netken, buna iltifat etmeyenin ne mazereti olabilir. Allah'ın nimetleri böylesine çok iken, inkâr edenin, ne delili ne de mazereti olabilir. (Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, C. 23, Sf: 151-152)
"Doğrusu biz, insanı (kudretimizi gösterelim ve teklifimizle) imtihan edelim diye karışmış bir nutfeden yarattık da Onu (insanı) işiten ve gören bir varlık yaptık. Şubhesiz Biz Ona, doğru yolu gösterdik. İster şükredici olur(kulluğunun gereğini yapar), isterse nankör." (İnsan, 2-3)
İmam Kurtubi, tefsirinde meseleyi şöyle izah eder: "Gerçekten Biz ona yolu gösterdik." Ona hidayet ve sapıklık yollarını, hayrı ve şerri peygamberleri göndermek suretiyle açıkladık ve tanıttık, O bakımdan O ya iman etti ya da küfre saptı. Biz Ona gerekli açıklamaları yapmış bulunuyoruz. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz, Ona doğru yolu gösterdik. Yani bu hususa dair delilleri ortaya koymak suretiyle Ona tevhid yolunu açıkladık.."(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları, C. 18, Sf: 252-28)
Aynı ayeti Vehbe Zuhayli ise şöyle açıklar: “Biz ona anlama, kavrama, idrak etme güçlerini verdik. Böylelikle ilahi teklifin mesajı yüklenebilsin, sınavı başarıyla bitirebilsin, ayetleri dinleyip, kâinattaki deliller üzerinde, bir ve tek yaratıcının varlığına delâlet eden belgeler üzerinde tefekkür edip düşünsün. Yüce Allah (c.c) insanı doğru yola iletmiş, kurtuluş yolunu izlemenin sonucu ile helâke götüren yolun akıbetini ona bildirmiş, hidayete götüren yol ile sapıklığa götüren yolu Ona açık seçik göstermiştir. Yolun gösterilmesinden maksad, delillerin yaratılması, doğru yola ileten aklın yaratılması, peygamberlerin gönderilmesi ve kitabların indirilmesidir." (Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları, C. 15, Sf: 269-270)
“Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, ancak gerçek üzere ve belirli bir süre için yarattık; inkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.” (Ahkaf 3)
Üstteki ayet-i kerimede vahiyden ve uyarılarından yüz çevirerek bilmeyi reddeden ve cehaleti seçen muşrikler tanıtılmaktadır. Onlar, peşin bir hükümle Kur'an'a sırt çevirdikleri, Kur’an’ın lafzını dinledikleri halde mânâ, hüküm ve uyarılarını dikkate almadıkları için Kur'an'dan nâsiblerini alamamışlardır. Bazı tefsirlerde 3. ayetteki "bilen bir topluluk" ifadesinden ‘bilen’ ifadesiyle Kur'an’a muhatab olan herkesin kastedildiği belirtilir. (Taberî, XXIV, 91; İbn Atiyye, V, 4)
Burada aklî melekeleri ve duyu organları tastamam yaratılmış ve bu özellikleri ile dünyaya dair her şeyi anlayabilen toplulukların, yaratılışında fıtratına yerleştirilmiş olan tevhid inancını anlamaması mazeret görülmemiş ve bu kimseler Kur’an tarafından "yüz çevirenler" olarak tanımlanmıştır.
"Sonra meleklere: "Âdem için secde edin." dedik. İblis hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kâfirlerdendi." (Bakara 34)
Binaenaleyh kitlelerin hür iradeleri ile gündeme getirdikleri bu tercihleri sebebiyle akibetlerine direkt etki eden bu cehaletlerini “Mazeret mi yoksa yüz çevirmek mi?” diye analiz etmek gerekir. Zira meselenin özü ve irdelenmesi gereken aslî yönü bu sualdir. Çünkü Kur’an’ın beyanıyla ‘cahiliyye toplumu’ diye tarif olunan bu kitlelerin mazeretli olarak nitelendirilebilinmesi için bu kişilere bilginin ulaşmamış veya ulaşmışsa bile bu bilgileri idrak edecek duyu organlarından mahrum kalmış olmaları gerekir. Oysa hem Kur’an’da hem de günümüzde şirk itikadı veya şirk ameli üzere yaşayan kitlelerin bilgiden mahrum bırakılmış olmaları yönünde bir görüş hakikatten çok uzaktır. Çünkü Allah Teâlâ rıdası doğrultusunda yaşamaları ve azabdan korunmaları için gerekli bilgileri kullarına iletmiş ve onların cehaletlerini gidermiştir. Çünkü imtihana tabi tutulan insanın imtihanda sorulacak sorulardan habersiz olması Allah Teâlâ’nın adalet sıfatına ve sünnetullaha aykırıdır.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “İlim taleb etmek (öğrenmek) her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 179
İmam Serahsi (r.aleyh), ilmin önemini veciz bir uslub ile ifade etmiş ve şu tesbitte bulunmuştur: “Şubhesiz ki Allah'a imandan sonra, en kuvvetli farzlardan birisi ilim öğrenmektir.” (İmam Serahsi, Mebsut. Beyrut, C.1, Sf: 2)
Hanefi fukahasından İbn-i Abidin (r.aleyh) ise: "Küfre sebep olacak sözleri öğrenmek de farzdır. Yemin ederim ki şu zamanda bunlar en mühim şeylerdendir. Zira birçok defa avamın, küfre varan sözler söylediğini işitirsin. Halbuki onlar bundan gafildirler." diye belirterek özellikle akideye taalluk eden meselelerde ilim öğrenmenin zarureti hakkında dikkatleri çekmiştir.(İbn-i Abidin, Reddu'l Muhtar Ale'd Durri' Muhtar, C.1, Sf: 41)
Dinin Aslında Cehâlet Mâzeret midir?
Şeyhu'l İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Allahu Teala, yalanlayarak olsun veya olmasın, ayetlerinden yüz çevirenlere en ağır cezayı vereceğini belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeyenler kâfirdir. Bunun yalanlama, büyüklenme, hevaya uyma veya getirilen şeylerden şubhe etme sebebi ile meydana gelmesi arasında fark yoktur. Peygamberin getirdiği şeyleri yalanlayan herkes kâfirdir. Yalanlamasa bile, iman etmediği sürece yine kâfir olur.” (Şeyh'ul İslam Mecmu'ul-Fetava, C. 3, Sf: 196) Dinin bazı meseleleri, açıklama yapmayı gerektirir. Bu meseleleri, Tevhid ve zıddı olan şirk gibi veya dinden zorunlu olarak bilinen ve meşhur olan şeyler gibi değerlendirmek doğru olmaz.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalâlete düştüğü ve kendisine huccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Onun ile gönderildiği ve Ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teala’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teala’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.” (Şeyh'ul İslam Mecmu'ul-Fetava, C. 4, Sf: 37)
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:
“Dinin asılları, (Bu ve daha önce söylediklerinden anlaşılmaktadır ki dini, inkar edildiği zaman küfre götüren temellere (usul) ve inkar edildiği zaman küfre götürmeyen furu’a taksim edenleri eleştirmesinden maksat, yukarıda belirtilen bu ayırımı reddetmek veya ibtal etmek değildir. Zaten kendisi kişinin cehaletinin açık olan meselelerde değil, usûl veya furû’dan olan kapalı meselelerde mazeret olduğunu el-Fetava’nın birçok yerinde tekrar tekrar belirtmektedir. Bundan maksadı, Ehl-i Sünnet’e muhalefet olarak yanlış temellere göre dini usul ve furu’ diye ikiye taksim eden Mutezile ve benzerlerini eleştirmektir. Nitekim O, el-Feteva 23/196 de buna işaret etmiş ve 3/191’de bunu açıklayarak şöyle demiştir: “Cevher, ard ve cisim hakkında konuşan kelamcıları (Mutezile’yi) kötüleyen ve bid’atçı sayan selef ve imamların sözleri, o kişilerin dinin usulü ile ilgili bu lafızlarla kastettikleri manaları, dinin delillerine, usüllerine ve ispat veya red meselesine karıştıranları kötülemektedir.” Başka bir yerde de şöyle der: “Kelamcılardan bir grup koydukları ölçülerine dinin usulü adını vermektedir. Halbuki bu bu büyük bir isimdir ve bu ismi verdikleri ölçülerinde çok fazla bozukluklar bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet, onların bu bozuk ölçülerine karşı çıktığında ise, dinin usulünü inkar etmekle suçlarlar. Halbuki Ehl-i Sünnet, dinin usulü adını almaya layık olan meseleleri değil, sadece bunların dinin usulü diye isimlendirdikleri bozuk ölçülerini kabul etmemektedir. Bunlar, Allahu Teala’nın indirmediği, sadece kendilerinin ve yollarını takip ettikleri kişilerin verdikleri isimlerdir. Din, Allahu Teala’nın ve Rasulü’nün teşri ettiğidir. Onun usulu ve furu’u da açıklanmıştır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinin furu’unu açıkladığı halde usulünü açıklamamış olması mümkün değildir.” (El-Fetava, 4/38) İbn-i Teymiye’nin, dinin usûl ve furû’ olarak iki kısma ayrılmasının Mutezile ve benzeri bid’at ehlinin yaptığı bir taksim olduğunu, Cehmiyye ve Murcie çevrelerinden birçoklarının bu taksime can simidi gibi sarılmasını, ilim ve davete mensub değerli bazı kişilerin de onların bu taksimlerine kapıldığını belirttiği sözlerinden maksat, ilke olarak böyle bir taksime karşı çıkmak değil, sadece Mutezile ve benzerlerinin bu konuda oynadıkları oyuna karşı çıkmaktır.) Tevhid, Allahu Teala’nın sıfatları, kader, nubuvvet, ahiret veya bunlara delalet eden meseleler gibi ya sözle veya hem söz hem de amel ile inanılması gereken şeylerdir..
Birinci kısım; Allahu Teala, insanların bilmeleri, inanmaları ve tasdik etmeleri gereken her meseleyi, özürlü kalınmasına mahal bırakmamak için açık olarak ve yeterince açıklamıştır. Çünkü bunlar, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara tebliğ ettiği ve açıkladığı en büyük ve en önemli şeylerdir. Yine bunlar, Allahu Teala’nın, bütün bunları açıklayan rasuller ile huccetini kulları üzerine ikame ettiği en önemli meselelerdir.
Allahu Teala’nın Kitab’ı ve Rasulu’nun Sallallahu Aleyhi ve Selem sünneti gerek bunlardan ve gerekse de vâcib ve mustehablardan yeterli olduğu kadar içermektedir. Kitab ve Sünnet’in bunları içermediğini, ancak, aklı ve işitmesi yetersiz olanlar ile ayette geçtiği gibi, ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi)şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık’(Mulk 10) diyen cehennemlikler iddia edebilir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/184, özet olarak)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda şöyle der:
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Selem ummetinden içtihad edip yanılan kişinin tekfir edilmemesi ve yanılmasının bağışlanması doğru olandır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiği kendisine açıklandıktan sonra, ona düşmanlık yapıp mûminlerin yolundan başka bir yol izleyenler kâfirdirler. Hevasına uyarak, hakkı aramada kusurlu ve eksik davranan ve bilmeden konuşanlar ise günahkar ve masiyet sahibidirler. Kişi fâsık veya günahları iyiliklerinden daha ağır gelenlerden de olabilir. Dolayısıyla tekfir, kişinin durumuna göre değişir. Her hata eden, bid’at işleyen, cahil olan, dalalet ehlinden olan ve hatta fasık veya masiyet sahibi olan kişi kafir değildir. Özellikle Kur’an’ın mahlûk olup olmadığı meselesi gibi konularda, insanların durumlarına bakmak daha da önceliklidir. Çünkü, insanların nazarında ilim ve din ehli olarak tanınmış olan cemaatlerin imamlarından birçok kişi bile, bu meselede işi karıştırmıştır.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/99)
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda yine şöyle der:
“Tekfir etmek, Allahu Teala’nın bir hakkıdır. Ancak Allahu Teala ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem, tekfir ettiği kişiler tekfir edilir. Muayyen bir kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesinin câiz olması, muhalefet eden kişinin kafir olacağı nebevi hüccetin kendisine ulaşmasına bağlıdır. Değilse, dinden bir mesele hakkında cahil olan herkes kafir olmaz... Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: ‘Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kafir olurum. Çünkü söylediğinizin küfür olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.” (Ahmed bin İbrahim bin İsa, bunu ondan, İbnu’l-Kayyim’in Nuniyye kasidesine yaptığı şerhinde naklederek şöyle der: “Bana göre” demesi, onların tekfir edilmemeleri meselesinin üzerinde icma bulunmadığını, sadece kendi tercihinin o şekilde olduğunu belirtir. Onun bu meselede söylediği söz, İmam Ahmed’in mezhebinin meşhur görüşüne aykırıdır. İmam Ahmed’in mezhebinde sahih olan görüş, Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın görülmesini ve benzeri şeyleri kabul etmeyen kişinin kafir olduğu ve mukallidin ise fasık olduğu yönündedir. Tekfir ettiğimiz her bid’at sahibini taklit edenler de fasıktır. Kur’an’ın mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın ilminin mahluk olduğunu, Allahu Teala’nın isimlerinin mahluk olduğunu, ahirette Allahu Teala’nın görülmeyeceğini söyleyen veya dinlerinden dolayı sahabeye söven ya da imanın sırf kalb ile tasdik etmekten ibaret olduğunu söyleyen ve ona davet eden, onun için tartışan kişi kafir kabul edilir. İmam Ahmed Rahimehullah bunu değişik yerlerde belirtmiştir.” Cehaletlerine rağmen haklarında nasıl küfür hükmünün verildiğine dikkat etmek gerekir. İbn-i Teymiye ise, bunların kafir değil, fasık olduklarını söylemektedir. 2/409-410)
Ebu Hurayra Radıyallahu Anhu Allah Rasûlu’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölüm anında oğullarına şöyle demişti:
‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin, sonra denize saçın. VAllahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse, hiç kimseye azab etmediği şekilde bana azab eder.’
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: “Oğulları bu isteğini yaptılar” Allahu Teala yeryüzüne şöyle dedi: “Aldığını geri ver.” O an adam dirildi ve kalktı. Allahu Teala ona şöyle dedi: “Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir?” Adam; “Senden korkumdur Ya Rabbi!” dedi. Bu söylediğinden dolayı Allahu Teala onu affetti.” (Buhari , Muslim)
İbn Abd’il- Birr derki: Alimler Bu hadisin anlamında ihtilafa düştüler; bazı âlimler bu adam Allah’ın bazı sıfatlarını bilmeyen biridir, o sıfat’ta “Kudret sıfatıdır.” Allah’ın kuvvetinin her şeye yettiğini bilmiyordu, dolayısıyla her kim Allah’ın bir sıfatından cahil olurda diğer tüm sıfatlara iman eder ve bilirse, bilmediği bazı sıfatlarından dolayı kâfir olmaz ve derler ki: Kâfir onu tanımayan değil, hakka inat edendir. İşte bu ilk nesil ve onlara sonradan katılan âlimlerin görüşüdür. (Ebu Ömer Yusuf b. Abdullah İbn Abdulber En Nemeri El Kurtubi, Et-Temhîd lima fil-Muwatta minel-Meanî wel Esanîd, C. 18, Sf: 42)
Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye Rahimehullah derki: İşte bu adam öldükten sonra tekrar dirilemeyeceğini,Allah’ın kudretinde şüphe etmiştir, hata bir daha dirilemeyeceğini inanmıştır, bu da şubhesiz küfürdür. Ancak adam câhil olduğundan bunun küfür olduğunu bilmiyordu, Allah’ın kendisini cezalandırmaktan korkan bir mümin idi, bunun için de Allah onun günahını af etti. (İbn Teymiyye, Mecmuat’l Fetava, C. 3, Sf: 231)
Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şubheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir. Müslümanların ittifakıyla bu küfürdür. Ancak cahil olduğu için bunu bilmiyordu ve Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkan bir mûmindi. Bundan dolayı Allahu Teala onu afv etti. İçtihad ehlinden olup, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem uymaya özen gösteren ve bununla birlikte hatalı te’vilde bulunanlar, elbetteki bağışlanmaya evleviyatla bu adamdan daha çok layıktır.” (Mecmuu’l-Fetava, C. 3, Sf: 147-148)
Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah, hadiste sözü edilen kişi hakkındaki, “Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şubheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir” sözüne dikkat etmek gerekir. Bu kişi ahiret gününü ve dirilmeyi mutlak olarak inkar etmemiştir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, başka bir yerde bu kişi hakkında şöyle der: “Genel olarak Allahu Teala’ya ve ahirat gününe iman ediyordu. Ölümden sonra Allahu Teala’nın ceza ve mükafat vereceğine inanması bunu göstermektedir.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/263)
Günahlarından dolayı Allahu Teala’nın kendisini cezalandırma korkusu ve ölüm anında karşılaşacağı dehşet korkusu, bu kişiyi, yukarıda aktardığımız vasiyeti yapmaya sevk etmiştir. Bu kişinin cehaleti, Allahu Teala’nın her zerreyi toplayıp diriltmeye kadir olduğu konusunda olmuştur. Buna benzer ayrıntılı bilgiler ise ancak risalet huccetinin kişiye ulaşması ile bilinebilir.
Bu nedenle, hadiste geçen adam da olduğu gibi, kendisinde imanın aslı bulunan kişi, bunları bilmemesi veya hata etmesi ya da Allahu Teala’nın isim ve sıfatları konusunda bazı ayrıntıları bilmemesi halinde mazur olarak kabul edilir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bu adamın olayını el-Fetava’nın başka bir yerinde de belirterek şöyle der:
“Adam bu şekilde kül olup dağıldıktan sonra, Allahu Teala, onu tekrar diriltmeye güç yetiremez, tekrar eski haline döndüremez zannetti.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224)
“Bu kişi Allah’ın sıfatlarının hepsini tam olarak bilmediği için O’nun “Kadir olma” sıfatını da bilmiyordu. Müminlerden çoğu da bu kimse gibi, Allah’ın sıfatlarını bilmemektedir. Bundan dolayı onlar kafir olmazlar.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/225)
Daha sonra ise, Aişe’nin Radıyallahu Anha geceleyin Baki’ mezarlığına çıkan Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem farkında olmadan izlemesi ve farkına varınca ise Aişe’ye Radıyallahu Anha; “Allah’ın sana ve Rasulü’ne haksızlık yapacağını mı sandın?” demesi, Aişe’nin de O’na “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye sorması üzerine, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Evet” diye cevab verdiği hadisi (Muslim) aktararak şöyle der:
“Mûminlerin annesi olan Aişe Radıyallahu Anha, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye soruyor, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem “Evet” diye cevab veriyor. Bu, Aişe’nin Radıyallahu Anha bunu bilmediğini ve insanların gizledikleri her şeyi Allahu Teala’nın bildiğine dair gerekli bilgiye sahib olmadan önce kafir olmadığını gösterir.
Halbuki bu, huccet ikame olunduktan sonra kabul edilmesi gereken imanın asıllarındandır ve Allahu Teala’nın her şeyi bildiğini inkar etmek, O’nun her şeye gücünün yettiğini inkar etmek gibidir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bunları aktardıktan sonra asıl soruya (“Kişinin kendisini yetiştirmeye (Riyadat) devam ederek cevher olması halinde, kendisinden emir ve yasaklar kalkar mı?” şeklindeki soru.) cevab olarak şöyle demektedir:
“Böylece anlaşılmaktadır ki bu söz, küfürdür. Ancak sahibinin kâfir olması için, terk edenin küfre gireceği huccetin kendisine ulaşması ve açıklanması gerekir.”(Mecmuu’l-Fetava, 11/224-226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, el-Akidetu’l-Vasıtiyye’de kullanmış olduğu “Bu, Fırkatu’n-Naciyye’nin akidesidir” ifadesine itiraz eden ve bu ifadesinin, kendisine itiraz eden herkesi, Fırkatu’n-Naciyye’nin dışında gördüğü manasına geldiğini söyleyen kişiye şöyle demiştir: “Bu akidenin herhangi bir yönüne muhalefet eden her kişinin helak olacak olanlardan olması gerekmez. Bu kişi muctehid olup hata edebilir ve Allahu Teala onun hatasını bağışlar. Veya kendisine huccetin ulaşmamış olması sebebi ile cahil kalan kişilerden de olabilir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/116)
"Eğer câhil ısrar ederse, büyüklenirse, sapıklığında ve dalaletinde kararlıysa, körlüğü hidayete seçmişse ve içerisine düşüp kendisi hakkında cedelleştiği şey, kendisini işleyen şahsı Müslümanlar fırkasından muşrikler zumresine çıkaran büyük şirk kapsamındansa, bu durumda adil hüküm, kılıçtır!"(İmam Eş Şevkani , el-Feth'ur Rabbânî min Fetâvâ, C. 1, Sf: 185)
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE 27. RİSALE : AÇIK OLMAYAN MESELELERDE, CEHALET ÖZRÜNÜ MUTEBER OLARAK SAYMAMAK Tekfir konusunda yapılan hatalardan biri de, kapalı olup açıklamayı gerektiren veya ancak peygamberler yolu ile bilinebilen meselelerde, cehaletinden dolayı kişiyi...
www.islam-tr.org
Şeyh Makdisi : Tekfirin Şartları, Engelleri ve Sebebleri
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE TEKFİRİN ŞARTLARI, ENGELLERİ VE SEBEPLERİ Allahu Teala bize ve sana rahmet etsin. Bilinmelidir ki, tekfirin şartları, engelleri ve sebepleri bulunmaktadır. Bunları öğrenip riayet etmek gerekir. Bazıları bunları öğrenmede, anlamada ve...
Ahi şimdi kişi Allah'ın hükmü ile hükmedilmesi gerektiğini yani şeriatın gerekli olduğunu biliyor ancak Türkiye gibi tağuti rejimlerin tağut olduğunu bilmiyor ve bunu araştırma imkanı olmasına rağmen araştırmıyor ise cehaleti mazeret olur mu?
Yani kişinin herhangi bir meseleyi araştırma imkanı var ise ancak bunun ile meşgul olmak yerine dünyevi meseleler ile meşgul oluyor ise cehalet mazeret oluyor mu?
Cehâletin mâzeret olabileceği durumlar vardır ki o da Dinin aslından (ki dinin asıllarının neler olduğu noktasında ihtilaf da vardır. İmanın şartlarıdır diyen ilim ehli olduğu gibi, en az olarak Allah'tan başka ilah olmadığı ve Rasulullah'ın O'nun kulu ve rasulu olduğudur) olsa da veya öğrenme fırsatına sahib olmamışsa veya yeni öğrenmeye başlıyorsa, Dine yeni girmiş ise işte o zaman cehâlet mazeret olarak kabul edilebilir. Normal şartlarda sınırlı cehalet haricinde mazeret de olmaz. Ancak bu, kişinin samimi olarak öğrenmeye çaba gösterdiği bir durum olmalıdır.
"Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğramışlarınkine ve sapmışlarınkine değil." (Fatiha, 6 - 7)
***
Dinin aslından olan meselelerde Cehâlet mazeret değildir. "Yaratan Rabb'inin adıyla oku, O ki insanı bir alaktan yarattı. Oku, Rabb'in en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle yazmayı öğretti, insana bilmediğini öğretti." (Alak, 1 - 5)
فِي الْزَوَائِدِ: إِسْنَادُهُ ضَعِيْف، لضعف حَفْص بْن سليمان. وَقَالَ السيوطي: سئل الشيخ محي الدين النوويّ رحمه اللّه تعالى عَن هَذَا الحديث، فقَالَ: اَنَّهُ ضَعِيْف، أَي سندا. وإن كَانَ صحيحا، أَي معَنْى. وَقَالَ تلميذه جمال الدين المزي: هَذَا الحديث روى من طرق تبلغ رتبة الحسن. وَهُوَ كَمَا قَالَ. فإني رَأَيْت لَهُ خمسين طريقا وقد جمعتها فِي جزء. كلم الإمام السيوطيّ.
Enes bin Malik (r.anh)’den, rivayet edildiğine göre;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ''İlim aramak her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan insanların yanına ilim bırakan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan adama benzer. '' (İbn Mâce, İlim, Bab 17, Hadis no: 224)
Not: Zevaid yazarı, Hadis’in senedindeki ravilerden Hafs bin Suleymanın zayıflığı nedeniyle isnadın zayıf olduğunu bildirmiştir. İmam Suyuti: ‘’Muslim şarihi Nevevi’ye Bu hadis sorulmuş, İmam Necevi: Bu Hadis sened bakımından zayıf ve mana olarak ise sahihtir.’’ Diye cevab vermiştir. Nevevinin öğrencisi Cemaluddin el-Mizzi de: Bu Hadis hasen mertebesine ulaşacak kadar yollarla rivayet edilmiş. Demiştir. Hakikaten dediği gibidir. Zira ben bu hadis’ e aid elli rivayet gördüm ve bu rivayetleri bir fasikul de topladım, demiştir.
Abdullah b. Mubârak'ten bu hadisin açıklamasını istemişler. Kendisi: Hadisin manası halkın sandığı gibi değildir. Maksad şudur:, Kişinin dini bir mesele hakkında müşkilatı olduğu zaman bunu halletmek için soruşturması ve öğrenmesi farzdır, demiştir. Beydavi de: Buradaki ilimden murad, kainatın yaratıcısını tanımak, O'nun tekliğini ve Rasulullah'ın peygamberliğini bilmek ve namazın nasıl ve ne gibi hükümler çerçevesinde kılınacağına dair bilgilerdir, demiştir. Sufyan-ı Sevri ise: Bu ilimden maksad; Bilmemesi halinde kulun mazur sayılmadığı bilgilerdir' demiştir. Beyhaki de: Erginlik çağına varıp akıllı olan kişinin normal olarak bilmesi beklenen ve bilmemesi düşünülemeyen genel dini bilgiler burada kasdedilmiş olabilir. Yahud da faydalı olan ve ihtiyaç duyulan ilimlerin hepsi kasdedilmiş olabilir. Her ilim dalında müslümanların ihtiyacını karşılıyabilecek bir kadro temini ve farz-ı kifayenin ifasının sağlanması sorumluluğu bu hadiste bütün müslümanlara veriliyor. Herkes bu mes'uliyet altındadır. Ancak işaret edilen kadro ve hizmetlerin ifası sağlanınca diğerlerinden farziyet ve sorumluluk kalkmış olur, demiştir. Bazı alimler; helal rızık talebi herkese farz olduğu için helal ve haramı öğrenmek burada farz kılınmış, diye yorumlarken, bazıları da: İslamın şartları ile ilgili bilgiler, şeklinde yorum yapmıştır. Bir kısmı da burada akaid ilminin murad olduğunu söylemiştir.
İlim ile batın ilmi kasdedilmiş, diyenler de vardır. Çünkü batın ilmi ile kulun imanı kuvvetlenir. Bu ilim, salihler, veliler ve Allah'a yakın kullarla iş birliği yapmak, onların sohbetlerinde bulunmak ve sıkı temas yapmakla kazanılır.
Hadisteki: «Her müslümana ... » tabirinden maksad, çocuk ve deli olmayan mükelleflerdir. Mükellef, erkek olabildiği gibi kadın da olabilir. Sehavi demiştir ki: Bazı musannifler hadisin sonuna «Muslime = müslüman kadın» kelimesini eklemişler, bu ilave mana yönünden sahih ise de hadisin hiç bir rivayetinde bu ek yoktur.