TEVESSUL
Tevessul : Vesile , sözlük anlamıyla , kendisiyle başkasına yaklaşılan, yol, vâsıta, sebeb, bahâne, fırsat, Taleb edilene yakın olmak ve ona arzuyla varmak anlamına da gelir Diğer bir anlamı da sultanın katındaki mevki , yakınlık derecesidir. “Vesîle” masdarından meydana gelmiş bir kelimedir.
«Vesile» sözlük anlamıyla, kendisiyle başkasına yakın olunan, taleb edilene içten bir yakınlık ve ona yol aramaktır.
Vesile: Kendisiyle bir şeye ulaşılan, ona yaklaşılan şey.
O’na (yaklaştıracak) bir vesile arayın / arzulayın. (Mâide, 35)
Vesile ayrıca hadîste geçtiği gibi cennetteki yüce makamın da adıdır.
«Benim için Allah’tan vesile’ye isteyin. Zira o, cennetteki bir menzildir.» (Muslim, K. Salât)
“Şer’i istılahta" ise , Allah katında yüksek bir derece elde etmek , bir fayda sağlamak veya bir zararı savmak suretiyle ihtiyaç gidermek veya dünya ve ahirette arzulanan bir şeyi elde etmek için Allah’a ve Rasulu’ne iteatte bulunub , Salih amel işlemek suretiyle Allah’a yakın olmaktır. Allah’a tevessülde bulunmak ancak onun çizdiği sınırlar içerisinde mümkündür.
TEVESSÜL ÇEŞİTLERİ
1) Meşru Tevessül 2) Bid’at Tevessül
1) Meşru Tevessül 2) Bid’at Tevessül
1) Meşru Tevessül ve Çeşitleri:
Tevessül şu üç şekilde vardır :
1- Salih ameller
2- Allahın isim ve sıfatlarıyla dua
3- Salih zâtın duası
Bunları biraz açacak olursak :
1) Güzel İsimleri ve Yüce Sıfatlarıyla Allah’a Tevessül:
Bunlarla tevessül en hayırlı tevessül çeşitlerinden olup, onların en yücesi ve en faydalısıdır. Bu tevessül türüne delil olarak şu ayeti verebiliriz.
“Güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duada bulunun” (A’raf, 180)
Ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’a isimlerinden veya sıfatlarından biriyle tevessülde bulunmak Allah’ın sevib hoşnut olduğu amellerdendir. Bu nedenle Allah Rasulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) bu tevessül türü ile tevessülde bulunmuştur. Bize düşen de Allah Rasulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in ashabının ve tabiûn’un dua ettiği gibi duada bulunmak, Allah’a yaklaşmaya, yakın olmaya çalışırken onları kendimize örnek almaktır. (Buhari , Muslim)
2) Salih Amelle Tevessül:
Bir müslümanın “Allahım! Sana olan imanım, Rasûlü’ne duyduğum sevgi ve inançla beni rahata erdirmeni senden dilerim” demesi bu türdendir. Kulun; namaz, oruç, cihad, Kur’an tilaveti, zikir, istiğfar, hayır işleyip haramdan sakınmak gibi salih amellerle Allah’a yakınlık aramasıdır. Buna delil olarak:
“Derler ki -Rabbimiz! İman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru...” (Âli-İmrân, 16) ayetini verebiliriz.
Sünnetten getirilecek delil ise mağara ashabının kıssasıdır. Bu kıssada geçmiş ümmetlerden üç kişi kötü hava koşullarında bir mağaraya sığınırlar. Derken bir kaya düşerek mağaranın girişini tıkar. Onlar da yapmış oldukları salih amellerle dua edip tevessülde bulunarak Allah’tan yardım dilerler. Allah da taşı aralayarak kurtulmalarını sağlar. (Buhari , Muslim)
ـ4995 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: >قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: انْطَلَقَ ثََثَةُ نَفَرَ مِمَّنْ كَانَ قَبْلَكُمْ حَتّى آوَاهُمُ الْمَبِيتُ الى غَارٍ، فَدَخَلُوا فيهِ، فَانْحَدَرَتْ صَخْرَةٌ مِنَ الْجَبَلِ، فَسَدَّتَ عَلَيْهِمُ الْغَار. فقَالُوا: إنَّهُ َ يُنْجِيكُمْ مِنْ هذِهِ الصَّخْرَةِ إَّ أنْ تَدْعُوا اللّهَ بِصَالِحِ أعْمَالِكُمْ. فقَالَ أحَدُهُمْ: إنَّهُ كَانَ لِي أبَوَانِ شَيْخَانِ كَبِيرَانِ، وَكُنْتُ أرْعَى عَلَيْهِمَا وََ أغْبَقُ قَبْلَهُمَا أهًْ وََ مَاً. إنَّهُ نَأى
بِي طَلَبُ الشَّجَر يَوْماً فَلَمْ أرُوحْ عَلَيْهِمَا حَتّى نَامَا فَحَلَبْتُ لَهُمَا غُبُوقَهُمَا. فَوَجَدْتُهُمَا قَدْ نَامَا، فَكَرِهْتُ أنْ أغْبُقَ قَبْلَهُمَا أهًْ وَمَاً، وَكَرِهْتُ أنْ أُوقِظهُمَا، وَالصِّبْيَةُ يَتَضَاغَوْنَ عِنْدَ قَدَمَيَّ، وَالْقَدَحُ عَلى يَدِي أنْتَظِرُ اسْتِيقََاظَهُمَا حَتّى بَرَقَ الْفَجْرُ: اللّهُمَّ إنْ كُنْتَ تَعْلمُ أنّي فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَفَرِّجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ مِنْ هذِهِ الصَّخْرَةِ. فَانْفَرَجَتْ شَيْئاً َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ؛ وَقَالَ اŒخَرُ: اللّهُمَّ إنَّهُ كَانَتْ لِي ابْنَةُ عَمٍّ هِيَ أحَبُّ النَّاسِ اليّ، فأرَدْتُهَا عَنْ نَفْسِهَا، فامْتَنَعَتْ مِنِّي حَتّى ألَمَتْ بِهَا سَنَةٌ مِنَ السِّنِينَ، فَجَاءَتْنِي، فأعْطَيْتُهَا مِائَةًَ وَعِشْرِينَ دِينَاراً عَلى أنْ تُخَلّي بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِهَا فَفَعَلَتْ حَتّى إذَا قَدَرْتُ عَلَيْهَا قَالَتْ: َ يَحِلُّ لَكَ أنْ تَفُضَّ الْخَاتَمَ إَّ بِحَقِّهِ. فَتَحَرَّجْتُ مِنَ الوُقُوعِ عَلَيْهَا فانْصَرَفْتُ عَنْهَا وَهيَ أحَبُّ النَّاسُ اليّ وَتَرَكْتُ الذّهَبَ؛ اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ. فَانْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، غَيْرُ أنّهُمْ َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ. فقَالَ الثّالِثُ: اللّهُمَّ إنِّى كُنْتُ اسْتَأجَرْتُ أُجَرَاءَ فأعْطَيْتُهُمْ أجْرَهُمْ غَيْرَ رَجُلٍ وَاحِدٍ تَرَكَ أجْرَهُ وَذَهَبَ، فَثَمَّرْتُهُ لَهُ حَتّى كَثُرَتْ مِنْهُ ا‘مْوَالُ، فَجَاءَنِي بَعْدَ حِينٍ فقَالَ: يَا عَبْدَ اللّهِ أدِّ اليّ أجْرِي. فَقُلْتُ: كُلُّ مَا تَرَى مِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ وَاِبِلِ وَالرَّقِيقِ أجْرُكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ. فقَالَ: يَا عَبْدَاللّهِ، َ تَسْتَهْزِئُ بِي فَقُلْتُ: إنِّي َ أسْتَهْزِئُ بِكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ فَأخَذَهُ كُلُّهُ. اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ فأنْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، فَخَرَجُوا يَمْشُونَ
أخرجه الشيخان وأبو داود .
الغَبوقُ« شرب آخر النهار.و»يتضاغون« يضجون ويصيحون من الجوع.ومعنى »أردتُها« راودتها وطلبت منها ان تمكنني من نفسها.و»ألمّتْ بها سنةُ« أي أصابها الجدب.و»فَضُّ الخاتمِ« كناية عن الجماع.و»التحرُّجُ« الهرب من الحرج وا“ثم والضيق
بِي طَلَبُ الشَّجَر يَوْماً فَلَمْ أرُوحْ عَلَيْهِمَا حَتّى نَامَا فَحَلَبْتُ لَهُمَا غُبُوقَهُمَا. فَوَجَدْتُهُمَا قَدْ نَامَا، فَكَرِهْتُ أنْ أغْبُقَ قَبْلَهُمَا أهًْ وَمَاً، وَكَرِهْتُ أنْ أُوقِظهُمَا، وَالصِّبْيَةُ يَتَضَاغَوْنَ عِنْدَ قَدَمَيَّ، وَالْقَدَحُ عَلى يَدِي أنْتَظِرُ اسْتِيقََاظَهُمَا حَتّى بَرَقَ الْفَجْرُ: اللّهُمَّ إنْ كُنْتَ تَعْلمُ أنّي فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَفَرِّجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ مِنْ هذِهِ الصَّخْرَةِ. فَانْفَرَجَتْ شَيْئاً َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ؛ وَقَالَ اŒخَرُ: اللّهُمَّ إنَّهُ كَانَتْ لِي ابْنَةُ عَمٍّ هِيَ أحَبُّ النَّاسِ اليّ، فأرَدْتُهَا عَنْ نَفْسِهَا، فامْتَنَعَتْ مِنِّي حَتّى ألَمَتْ بِهَا سَنَةٌ مِنَ السِّنِينَ، فَجَاءَتْنِي، فأعْطَيْتُهَا مِائَةًَ وَعِشْرِينَ دِينَاراً عَلى أنْ تُخَلّي بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِهَا فَفَعَلَتْ حَتّى إذَا قَدَرْتُ عَلَيْهَا قَالَتْ: َ يَحِلُّ لَكَ أنْ تَفُضَّ الْخَاتَمَ إَّ بِحَقِّهِ. فَتَحَرَّجْتُ مِنَ الوُقُوعِ عَلَيْهَا فانْصَرَفْتُ عَنْهَا وَهيَ أحَبُّ النَّاسُ اليّ وَتَرَكْتُ الذّهَبَ؛ اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ. فَانْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، غَيْرُ أنّهُمْ َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ. فقَالَ الثّالِثُ: اللّهُمَّ إنِّى كُنْتُ اسْتَأجَرْتُ أُجَرَاءَ فأعْطَيْتُهُمْ أجْرَهُمْ غَيْرَ رَجُلٍ وَاحِدٍ تَرَكَ أجْرَهُ وَذَهَبَ، فَثَمَّرْتُهُ لَهُ حَتّى كَثُرَتْ مِنْهُ ا‘مْوَالُ، فَجَاءَنِي بَعْدَ حِينٍ فقَالَ: يَا عَبْدَ اللّهِ أدِّ اليّ أجْرِي. فَقُلْتُ: كُلُّ مَا تَرَى مِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ وَاِبِلِ وَالرَّقِيقِ أجْرُكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ. فقَالَ: يَا عَبْدَاللّهِ، َ تَسْتَهْزِئُ بِي فَقُلْتُ: إنِّي َ أسْتَهْزِئُ بِكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ فَأخَذَهُ كُلُّهُ. اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ فأنْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، فَخَرَجُوا يَمْشُونَ
أخرجه الشيخان وأبو داود .
الغَبوقُ« شرب آخر النهار.و»يتضاغون« يضجون ويصيحون من الجوع.ومعنى »أردتُها« راودتها وطلبت منها ان تمكنني من نفسها.و»ألمّتْ بها سنةُ« أي أصابها الجدب.و»فَضُّ الخاتمِ« كناية عن الجماع.و»التحرُّجُ« الهرب من الحرج وا“ثم والضيق
İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı.
Aralarında: "Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler.
Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
" Ey Allah'ım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allah'ım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayrimeşru olarak bozman sana haramdır!" dedi.
Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah'ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletib kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve: "Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi.
Ben de: "Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim.
Adam: "Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi.
Ben tekrar: "Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim.
Adam hepsini aldı götürdü.
"Ey Allah'ım, eğer bunu senin rıdan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nâsib et!" dedi.
Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
(Buhârî, Enbiya 50, Buyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Muslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Buyû' 29, (3387)
3) Salih Kimselerin Dualarıyla Tevessul:
Kul dara düştüğünde kendini Allah’a karşı günahkar hissederek salih bir kimsenin duasını taleb edebilir. Ancak bu kimse itikadı düzgün, ilim ve takva sahibi bir kimse olmalıdır. Bu tevessül türüne delil olarak: “Rabb'imiz! Bizi ve imanda bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla!” (Haşr, 59/10) ayeti verilebilir. Ayrıca Allah Rasulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in: “Mûminin, müslüman bir kimsenin gıyabında kardeşi için yapmış olduğu dua kabul edilir” (Muslim) hadisi de bu tevessül türüne delildir.
أخبرنا أبو يعلى حدثنا محمد بن يزيد الرفاعي حدثنا بن فضيل حدثنا يونس بن عمرو عن أبي بردة عن أبي موسى قال أتى النبي صلى الله عليه وسلم أعرابيا فأكرمه فقال له ائتنا فأتاه فقال له رسول الله صلى الله عليه وسلم سل حاجتك قال ناقة نركبها وأعنز يحلبها أهلي فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم أعجزتم أن تكونوا مثل عجوز بني إسرائيل قالوا يا رسول الله وما عجوز بني إسرائيل قال إن موسى عليه السلام لما سار ببني إسرائيل من مصر ضلوا الطريق فقال ما هذا فقال علماؤهم إن يوسف عليه السلام لما حضره الموت أخذ علينا موثقا من الله أن لا نخرج من مصر حتى ننقل عظامه معنا قال فمن يعلم موضع قبره قال عجوز من بني إسرائيل فبعث إليها فأتته فقال دليني على قبر يوسف قالت حتى تعطيني حكمي قال وما حكمك قالت أكون معك في الجنة فكره أن يعطيها ذلك فأوحى الله إليه أن أعطها حكمها فانطلقت بهم إلى بحيرة موضع مستنقع ماء فقالت أنضبوا هذا الماء فأنضبوه فقالت احتفروا فاحتفروا فاستخرجوا عظام يوسف فلما أقلوها إلى الأرض وإذا الطريق مثل ضوء النهار
Ebu Musa el-Eşari (r.anh)'nın naklettiğine göre; "Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir bedevinin yanına gitti ve bu bedevi kişi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ikramda bulundu.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bedeviye: "Bize uğra" buyurdu.
Bir gün bu bedevi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e uğrayınca: "Ne ihtiyacın varsa iste" buyurdu.
Adam: "Bineceğimiz bir deve ve ailemin sağacağı birkaç keçi istiyorum" dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Siz İsrail oğullarından olan yaşlı (kadın) kadar olamıyor musunuz?" buyurdu.
Ashab: "Ey Allah'ın Rasulu! İsrail oğullarının yaşlısı da nedir?" diye sorduklarında,
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle anlattı: Musa, Mısır'dan İsrailoğullarıyla beraber çıkıp gittiğinde yolu kaybettiler. Musa: "Ne oldu?" diye sorunca,
âlimleri: "Yusuf vefat edeceği zaman bizden Allah'ın huzurunda söz almıştı. Kendisinin kemiklerini de beraber almadan Mısır'dan gitmeyecektik" dedi.
Musa: "Kim onun mezarının yerini bilir?" diye sorunca,
alim: "İsrailoğullarından bir yaşlı biliyor" cevabını verdi.
Ona haber gönderildi ve o yaşlı kadın geldi. Musa: "Beni Yusuf'un mezarına götür" deyince,
yaşlı kadın: "İstediğimi verirsen götürürüm" karşılığını verdi.
Musa: "İsteğin nedir?" diye sorunca:
yaşlı kadın: "Cennette senin yanında olmak istiyorum" cevabını verdi.
Musa Ona bu dileğini vermeyi istemedi. Ancak Allah Teala: "Ona isteğini ver" diye vahiy indirdi.
Bunun üzerine suyu kurumuş bir gölete gittiler.
Yaşlı kadın: "(Az kalan) suyu çekin ve kazın" deyince suyu çektiler ve dediği yeri kazıp Yusuf'un kemiklerini (cesedini) çıkardılar. Yusuf'un kemiklerini (tabutunu) yola koyduklarında yol gündüz ışığı gibi aydınlandı."
...
(Hadisi İbn Hibban, sahih, Kitabu'd Deavat, Bab 14 (723), Hadis no: 2435 İsnadı hasendir. ; Hakim (2/404,405), Ebu Ya'la 13/236, 237 (7254) ve Ebu Davud (1081) Bakın: İbn Kesir, Telsır (5/183, 184), Suyuti:, ed-Darru'l-Mensur (5/87, 88); Ebu Davud,1081; İbni Hibban, 723; Hakim, 2.404; Ebu Yâ’la.13.236; Yedi İmamdan Hadisler:239)
Yine Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu olay deliller cümlesindendir.
“Kıtlık zamanı Ömer (r.anh) , Abbas b. Abdulmuttalib (r.anhuma) ile yağmur duasına çıkarak şöyle dua etti:
-Allahım! Sana Peygamberimiz ile tevessülde bulunurduk sen de bize yağmur yağdırırdın. (Şimdi) Sana Peygamberimizin amcası ile tevessulde bulunuyoruz. Bize yağmur indir.
Ravi der ki- Yağmur inmiştir.” (Buhari)
Ömer (r.anh)’in Sözünün Anlamı :
Biz peygamber (s.a.v.) den bizim için dua etmesini , böylece onun duasıyla Allah’a yakın olmayı kastediyorduk. Şimdiyse O , Allah’ın rahmetine kavuştuğundan dolayı bizim için dua edemez. Bu nedenle bizim için dua etmesini amcasından istiyoruz .
Burada da gördüğümüz gibi Ömer (r.anhuma), Peygamberin kabrine gidip aracılık yapmıyor , HAYATTA olan peygamberin amcası Abbas ile BERABER Allah'a dua ediyorlar
2) Bid’at Tevessul ve Çeşitleri:
Allah’ın sevmediği ve hoşnut olmadığı söz, fiil ve inançlarla Allah’a yakınlık aramak bid’at tevessülün kapsamına girer. Bu tevessül çeşidi ile meşgul oluşları, bazı insanları Allah’ın göstermiş olduğu meşru tevessül şekillerinden gaflete düşürüb, onların bütün gayretlerinin boşa çıkıp husrana uğramalarına sebeb olmuştur.
Şimdi Müslümanları uyarmak ve İslam’ın bu konudaki gerçeğini ortaya koymak üzere bid’at tevessülün bazı türlerini açıklamaya çalışalım.
1) Allah’a Bir Kimsenin Hatırı veya Makamı - Mevkii ile Tevessul:
Bid’at tevessül türlerinden birisi Allah’tan bir kimsenin hatırı, makamı-mevkii ile istekte bulunmaktır. “Allah'ım! Peygamberinin veya kulun filancanın yüzü suyu hürmetine senden isterim” demek böyledir. Böyle bir tevessul anlayışı İslam dininde yoktur. Allahu Teâlâ’nın “Kitabta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (Enâm: 38) dediği Kur’an’da, veya Ebu Hureyre’nin “Allah Rasulu bize tuvalete girmek dahil her şeyi öğretti diyerek kapsamını ortaya koyduğu sünnette bu tür tevessüle delil yoktur." Aynı şekilde sahabenin yaşantısında da bu türden örneklere rastlamak mümkün değildir.
İslam'ın emrettiği, Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tevessülde bulunmaktır. Bu bid’at tevessul türünde şayet kişi Allah’ın sultanlar, krallar gibi aracılara ihtiyacı olduğu şeklinde bir inanca sahib olursa bu onu büyük şirk’e sokar. Çünkü bu yaratıcıyı yaratılana benzetmektir. Bu çok kötü bir kıyastır.
Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ yarattıklarına kıyas edilemez. Allah’ın bir kulundan hoşnut olması için aracı gerekmez. Bir kuluna gazab ettiğinde de hiçbir aracı fayda vermez. Melek, peygamber ya da her ne olursa olsun hiçbir mahluk Allah’a kıyas edilemez. Yaratılan herşey yaratana muhtaçtır. Yaratan ise ne aracıya ne de herhangi bir yaratılmışa muhtaç değildir.
“Onlar, Allah’tan başka, kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan hiç bir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere ibadet ediyorlar. İşte böylece siz de Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah her şeyi bilir. Halbuki siz bilmezsiniz.” (Nahl, 16/73-74)
İşte bu nedenle sahabe, vefatından sonra Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem ile tevessül etmeyi bırakıp dua etmesi için amcası Abbas’a yönelmiştir. Bu, onların Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun sağlığında “Allahım! Peygamberinin yüzü suyu hürmetine bize yağmur indir” dediklerini, O vefat ettikten sonra ise “Rasulullah’ın amcısı Abbas’ın hürmetine” demeye başladıklarını göstermez. Bu tür bid’at duaların ne Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ne de Allah’ın kitabında bir yeri olmadığını iyi bildikleri için böyle bir şeye başvurmamışlardır.
Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra, bir kimsenin hatırıyla tevessül caiz olsaydı onun hatırıyla tevessül öncelik kazanırdı. Bu tür tevessül Mekke muşriklerinin şirkiyle benzeşmektedir.
“Onlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zumer, 3)
Makamı-mevkii ne olursa olsun bir yaratılmış ile herhangi bir fayda sağlamak veya bir zararı başından savmak için güç yetirir olduğuna inanarak tevessulde bulunmak büyük şirktir. Allah korusun insanı dinden çıkarır.
2) Ölmüş Evliya ve Salihlere Seslenmek, Onlardan Yardım Dilemek, Adaklar Adamak:
Salih kimselere seslenerek, onları çağırmak, onlara adak adamak gibi fiiller Allah’ın dininden değildir. Bunlar tevhidi ortadan kaldıran, büyük şirk kapsamına giren fiillerdir. Bir kimsenin “Ey Seyyidim filan, ey şeyhim falan!... Elimden tut, şu hacetimi gider” türünden sözler sarf etmesi bu türün kapsamındandır. Ölmüş kimselere adak adamak da meşru bir tevessül türü değildir. Bir kimsenin “Ey efendim filan! Allah beni rızıklandırırsa... şu dileğim yerine gelirse... senin için şunları yapacağım, kurban keseceğim” vb. sözleri bu bağlamdadır. Bunların tümü ibadet türü olan dua ve adağı Allah’tan başkasına sarf etmektir ki İslam dini bu gibi şeylerden uzaktır.
“Ekinlerinden, hayvanlarından Allah’a pay ayırıp dediler ki -Bu Allah’ın (iddialarına göre) bu da ortak koştuklarımızındır. Ortak koştukları için olanlardan Allah’a pay düşmez. Allah için ayırdıklarından ise ortak koştuklarına da aktarırlar. Ne kadar kötü hüküm veriyorlar.” (Enâm, 6/136)
Allah’tan başkasına yönelmek, onlara duada bulunmak, onlar için türbeler yapıp içinde mum yakmak -ki günümüzde birçok cahil kimse bunları İslâm adına yapmaktadır.- ne peygamberimizin ne de Selefi Salih’in yapmadığı İslama zıt davranış biçimleridir. Çünkü onlar dua’nın sadece Allah’a edilmesi gerektiğine inanan kimselerdi. Şu ayetle emrolundukları gibi;
“Kullarım sana benden sorarlarsa bilsinler ki ben yakınım. Dua ettiğinde bana dua edene karşılık veririm. Öyleyse çağrıma karşılık versinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara, 186)
Ve Muvahhidlerin İmamı (sallAllahu aleyhi ve sellem)de onlara şunu öğretmiştir:
“Dua, ibadettir.” (Tirmizi)
Dua ibadet iken nasıl olur da Allah’a mahsus bir ibadet biçimi O’ndan başkasına sarf edilebilir?...
“Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevab veremezler. Kıyamet günü de sizin (onları Allah’a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah’tan) başka hiç kimse haber veremez.” (Fatır, 14)
Bil ki, bu amellerin bütünü tevhidle, peygamberlerin gönderiliş amacı ile çelişmektedir. Peygamberler, Allah’tan başkasına ibadeti ortadan kaldırıp, ibadeti yalnızca bir olan Allah’a yöneltmek için gönderilmişlerdir. Yine peygamberler, Allah’ın amelleri kabulü için şu iki şartın yerine gelmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Bu şartlar:
a) Amelin salih olması
b) Allah’ın şeriatine uygun olmasıdır.
Allah şirkten başka herşeyi bağışlar.
“Şubhesiz Allah, şirkten başka her şeyi dilediği kimsede bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse büyük bir iftirada bulunmuştur.” (Nisa, 48)
3) Velilerin Ruhlarına Kurban Kesmek ve Kâbirleri Etrafında Tâzimde Bulunmak:
Günümüzde cahillerin yaptığı işlerden bazıları, velilerin türbeleri önünde kurban kesmek, belirli zamanlarda etrafında toplanıp tâzimde bulunmak, şifa umuduyla hastaları onlara taşımak, oralarda geceleyip ölmüş olan velilerden şefaat istemek, onlara seslenip dua taleb etmek, onlardan meded ummak gibi şeylerdir. Bunların tümü Allah’ın şeriatinde bulunmayan cahiliyye işi sapıkça bid’atlerdir. Allah’a, ibadette başkalarını ortak koşmaktır. Allah, bu tür şirklerden kullarını sakındırmıştır.
“Allah’a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” (Nisa, 4/36)
“Bile bile Allah’a eşler koşmayın” (Bakara, 2/22)
Bu işleri yapanla, yapılmasına rıda gösteren hüküm açısından aynı konumdadır. Bu hüküm şirktir, iman ettikten sonra küfre sapmaktır. Allah cümlemizi bundan korusun...
Şaşırtıcı bir gerçektir ki, bu tür bid’at tevessüllere başvuran kimseler meşru tevessül çeşitlerini kullanmak yönünden pek zayıftırlar. Kur’an ve sünnet kaynaklı meşru tevessül çeşitlerini bırakıp kendi uydurdukları dualar ve bid’at tevessül çeşitleriyle Allah’a yakın olmayı ummaktadırlar. Oysa Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının uygulamaları bu konuda en hayırlı ve en faydalı olanıdır.
“Hayırlı olanı daha aşağısıyla mı değişiyorsunuz” (Bakara, 2/61)
İnkar edilmeleri din’de asıl olan, iftira yolu ile ona eklenmeye yeltenilen bu gibi bid’atleri ilk defa reddeden biz değiliz. Bilakis bu, Sahabe, Tabiûn ve Dört İmam ile kıyamete kadar onlara uyan kimselerin yoludur.
MÜSLÜMANLARIN TEVESSUL KONUSUNDA YANLIŞA DÜŞME SEBEBLERİ
1 ) En önemli sebeb takliddir. Taklid , bir kimsenin herhangi bir delile dayandırmadığı bir görüşünü , kabullenmektir. Bu şer’i açıdan yanlış bir tutumdur ve yasaktır. Mukallid , delilini bilmeden taklid ettiği kimsenin görüşünü aksi sabit olsa da bağnazca savunan kimsedir. Allah bir çok ayette bu tutumdan sakındırmıştır.
“ Onlara _ “Haydi , Allah’ın indirdiğine ve Rasule gelin “ dendiğinde derler ki _ “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter.” Ya babaları bir şey bilmeyen , doğru yola ermemiş kimseler idiyse?...”(Maide 104)
Selef alimleri ve muctehid imamlar aynı şekilde taklidden sakındırmışlardır. Zira taklid , çekişme , zayıflık ve saflarda bölünme sebebidir . Bu nedenle bütün meselelerde tek bir kişiyi taklid eden bir sahabiye rastlamak mümkün değildir. Dört imam da bu görüşlerinde bağnaz bir tutum içerisine girmeyip kendilerine Allah rasulunün (s.a.v.) sahih bir hadisi ulaştığında derhal görüşlerini terk etmişlerdir. Ayrıca kullandıkları delilleri bilmeksizin kendilerini taklit etmekten başkalarını sakındırmışlar , şu ayetin manasını hakkıyla anlamış olduklarını ortaya koymuşlardır :
“ Size indirilene uyun. Ondan başkasını dost edinip de uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz ! ..”(Araf 3)
2 ) Bir konuyu değerlendirirken ayet ve hadislerin bir kısmını alıp bir kısmını almamak. Bununla beraber , delil edindikleri ayet ve hadisler de , halbuki ne onların ispat etmek istediklerine delil olabilir , ne de görüşlerini destekler mahiyettedir. Ancak kesin olan şu ki ; onlar nasların delalet ettiği doğru tefsiri bilmiyorlar , ya da onları delalet ettiğinden çok uzak anlamlarla tevil ediyorlar. Şu ayette olduğu gibi :
“ Ey iman edenler ! Allah’tan sakının ve ona vesile arayın “ (Maide 35)
Bu ayette “vesile”den maksat , taat ve hoşnut olduğu amellerle Allah’a yakın olmaktır. Oysa bazı kimseler bu ayeti Allah’tan başkasından meded ummaya delil getirmektedirler. Bu , Allah’ın kelamını tahrif etmektir. Allah’ın emrettiği vesile, mufessirlerin ittifak ettiği gibi Salih ameller vasıtasıyla Allah’a yakın olma talebidir.
Yine hadislerden ise bazı kimselerin bahsi geçen “Yağmur Duası“ hadisinde Ömer’in Abbas’la (r.anhuma) yaptığı tevessulu , Allah rasulune (s.a.v.) yakınlığı nedeniyle zatiyle yapmış bir tevessül olarak değerlendirmeleri buna örnektir. Peki o zaman , Muaviye’nin ve diğer Müslümanların Yezid b. Esved el Curaşi ile yaptıkları tevessule ne buyrulur ? … Curaşi dua eder etmez yağmur yağmaya başlamıştır. Bu konuya örnek olarak “Âmâ” hadisini de verebiliriz.
Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman b. Huneyf el Ensari (r.anh)'ten sahih olarak rivayet edilen şu hadisi delil olarak göstermektedirler.
حدثنا محمود بن غيلان حدثنا عثمان بن عمر حدثنا شعبة عن أبي جعفر عن عمارة بن خزيمة بن ثابت عن عثمان بن حنيف أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال :
ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف
قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح
Hadiste râvi şöyle anlatmaktadır:ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف
قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح
Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca,
Adam: "Dua et" dedi.
Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allahım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabb'ime yöneldim. Allahım, O'nu benim için şefaatçi kıl"
(صحيح sahih hadis)
Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü)
el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No : 508 rivayetin merfu olan son bölümü)
Kabirsevici tasavvufçular, bu hadisin vefatından sonra Rasulullah (s.a.v.) araçılığıyla dua ve tevessülde bulunmaya dalalet ettiğini iddia etmektedirler.
1. ZULUM'E REDDİYE
Bu hadiste (Âmâ Hadisi) , vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'e seslenip dua etmenin ve kendisi ile tevessulde bulunmanın caiz olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.
Sebebi :
1- Hadiste ifade edilen Peygamber (s.a.v.)den istiğase değil bilakis Peygamber (s.a.v.) ile Allah'a yönelmektir. İsteme makamı Peygamber (s.a.v.) değil Allah'tır….
2- Hadiste anlatılan ama kimse Peygamber (s.a.v.)in zatı ile değil duası ve şefaati ile Allah'a yönelmektedir. Rasulullah'tan kendisi için dua etmesini istemiştir. Bu sebeble de O'nu benim için şefaatçi kıl" demiştir. Bu da Rasulullah'ın onun için şefaat yani (dua) ettiğini göstermektedir. Yoksa öncesinde Peygamber (s.a.v.)'den herhangi bir dua ve şefaat etme olmamış olsa "Onu benim için şefaatçi kıl" sözünün hiç bir anlamı olmazdı.
Ashabı Kiram'ın örfünde, onların bildiği şekliyle Peygamber (s.a.v.) ile tevessulde bulunmak bu biçimdedir. Yani sahabi Peygamber (s.a.v.)'e gelir, O'ndan kendisi için dua etmesini ister ve sonra duasının kabul olunmasını Allah'tan dilerdi.
Sahih-i Buhari'de sabit olan bir hadis bu konuya delil teşkil etmektedir.
Buna göre Ömer (r.anh) (23/644) kıtlık zamanında yağmur yağması için Abbas b.Abdulmuttalib (32/652) r.a. ile yani onun duası ile tevessülde bulunur ve "Allahım biz sana (Hayatta iken) peygamberin ile tevessül ederdik de yağmur yağdırırdın. Şimdi de peygamberinin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur nimetini bahşet"
(صحيح sahih hadis - Buhari (No: 1010, 3710) Enes b Malik r.anh'den) derdi ardından yağmura kavuşurlardı.
3- Eğer onların söylediği gibi Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile tevessül etmek caiz olsaydı ama zat Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gitmeye ihtiyaç duymaz, aksine kendi evinde Rasulullah (s.a.v.) ile tevessül etmek suretiyle dua ederdi.
Âmâ olan Sahabi, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, sadece kendisine dua etmesi için geldi. "Allah'a dua et de gözlerimi iyileştirsin" diye dua etmesi bunu gösteriyor.
Yani O, Allah Azze ve Celle'ye, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessülde bulunmuştu. Çünkü O kimse biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.)'in duası, diğerlerinin duasına nazaran daha çok kabule layıktı. Eğer âmânın amacı Rasulullah (s.a.v.)'in makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Rasulullah'ın yanına gelerek O'ndan dua istemezdi; buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup, "Allah'ım, Nebi'nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneliyorum. Sana yalvarıyor, bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum" diye dua ederdi. Fakat o bunu yapmadı. Neden ?
Çünkü O bir Arab'tı ve Arab dilinde tevessulun ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordu.
Biliyordu ki, bu duayı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessul ettiği insanın adını anar. Bu duanın aksine, kesin bir şekilde kendisinde Kitab ve Sünnet ilmi bulunan salih bir kimseye gidilip istenmesi gerekir.
İşte bu durum onun Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna sadece Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için dua etmesi gayesiyle gittiğini açıkça göstermektedir.
4- Vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in zatı ile tevessulde bulunmak caiz olsaydı, sahabe böyle bir uygulamada bulunurdu. Ashabın böyle bir uygulamayı güç yetirdikleri ve gereklilik bulunduğu halde terk etmiş olmaları bu tür bir tevessülün sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir.
Bu nedenden ötürü kıtlık zamanlarında sahabe-i kiram Abbas b. Abdulmuttalib (r.anh)'ın duası, Muaviye b. Ebi Sufyan ile ed-Dahhak b. Kays (r.anhuma) , Yezid b. el-Esved el-Cureşi'nin duasıyla tevessulde bulunmuşlardır.
Şubhe sahiplerinin biri çıkıp istidrakte bulunarak Beyhaki'nin aynı hadisi rivayet ettiğini ve bu hadiste Osman b. Huneyf (r.anh)'ın Osman b. Affan (r.anh) zamanında yani, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sözü geçen ama hadisine dayanarak bir adama bu şekilde dua etmesini emrettiği ifade edilmektedir ( ضعيف الإسناد Zayıf Eser- Taberani el Mu'cemu'l-Kebir (9/No:8311) El Muce's-Sağir (Er-Ravdu'd-Dani No: 508) Beyhaki Delailu'n Nubuvve (6/168) şeklinde bir itirazda bulunursa cevaben şöyle denir.
İlk olarak bu ziyade munkerdir, mahfuz değildir. Şebib b. Said el Habati adındaki bir ravi tarafından teferruden rivayet edilmiştir. Bu ravinin çok sayıda munker rivayeti bulunmaktadır. En düzgün hadisi oğlunun kendisinden Yunus b Yezid el Eyli nushasından Zuhri kanalıyla yapmış olduğu rivayettir. Konu edilen hadis ise bu nüshadan bile değildir.
Ayrıca işaret edilen ravi kendisinden daha sika olan Şu'be ve Hammad b. Seleme'ye muhalefet etmektedir. Çünkü bu iki ravi sözü edilen ziyadeyi zikretmemektedirler. Dolayısıyla bu ziyadenin Şebib b Sa'id el-Habati'nin munkerlerinden olduğu anlaşılmaktadır.
İkinci olarak bu gibi rivayetler, kıssa sahih olsa bile bu, şer'i bir hususun subutu için yeterli sayılmaz.
İbadet, ibaha, vucub veya tahrim ile alakalı bir şeyde sahabilerin birinden rivayet edilip de diğer sahabilerin muvafakat göstermediği ve Peygamber (s.a.v.)'den sabit olanın da ona muhalefet edip muvafakat etmediği durumda da aynısı geçerlidir.
Böyle bir uygulama Müslümanlar tarafından uyulması zorunlu olan bir sünnet kapsamında değerlendirilemez.
5- Rasulullah (Sallallhu Aleyhi ve Sellem), hem âmâya dua edeceğini vaadetmiş, hem de ona, nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
"Dilersen sana dua ederim, dilersen sabredersin ve bu senin için daha hayırlı olur."
Bu ikinci emir, Rasulullah (s.a.v.)'in, Rabb'inden rivayet ettiği bir hadistir:
"Ben kulumu iki sevgilisiyle (gözüyle) imtihan ettiğimde sabrederse, Cennet'te onun karşılığını ona veririm"
(Buhari, Enes'ten rivayet etmiştir. El-Ehadis es-Sahiha: 2010)
6- Âmânın ısrarla "bana dua et" demesi, Rasulullah (s.a.v.)'in ona dua ettiğini gösterir. Zira O, vaad edenlerin en hayırlısıdır.
Biraz Önce geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.) onun için dua edeceğine söz vermişti. Âmâ ise duada ısrar ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) de bu ısrar karşısında ona dua etti. Böylece âmânın muradı oldu.
AllahRasulu (s.a.v.) merhametinden ötürü âmâya yapması gerekeni ısrarla gösterdi ki, Allah Azze ve Celle onun duasını kabul etsin. Meşru olan ikinci tür tevessüle başvurmasını ona tavsiye etti. Bu ikinci tür tevessül, daha önce açıkladığımız gibi, salih amel ile tevessülde bulunmaktır.
Rasulullah (s.a.v.), bununla ona daha büyük bir hayrın ulaşmasını diliyordu. Bunun için de ona abdest almasını, iki rekat namaz kılarak kendisi için dua etmesini söyledi. Bu amellerin hepsi Allah Subhanehu ve Tealaya itaattir.
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua etmeden o bu ameli işliyor. Bu amel de "O'na vesileyi arayınız" hükmüne dahildir.
İşte böylece Rasulullah (s.a.v.) sadece âmâya dua etmekle yetinmedi, üstelik onu Allah Azze ve Celle'ye itaat ve yakınlık ifade eden amellerle meşgul etti.
Böylece mesele her yönüyle tamamlanarak, Allah Teala'nın rıdasına daha yakın olmasına çalışılmıştır. Böyle olunca da onların zannettiklerinin aksine, olayın tamamı "dua" etrafında dolaşmaktadır.
Hadisi çarpık itikad sahibi tasavvufçulara uygun hale getirmeye çalışan Şeyh el-Gimari ya gafildir, ya da gafil gibi davranmaya çalışıyor.
Çünkü el-Misbah adlı eserinde (sh. 24) şöyle diyor: "Dilersen dua ederim, dilersen senin edebileceğin bir duayı sana öğreteyim."
Bu tevil, hadisin başı ile sonunun uyuşması için gereklidir."
Ben de bu tevilin batıl olduğunu söylüyorum. Çünkü batıl oluşunun birçok yönü vardır.
Temiz Akıl sahibleri Dikkat edelim:
Âmâ kişi O'ndan kendisi için dua etmesini ister. Kendisine dua etmeyi öğretmesini değil!..
Rasulullah (s.a.v.) ona "dilersen sana dua ederim" dediğine göre, Rasulun Ona dua etmesi kesinlik kazanmış oluyor. Bu, hadisin sonuyla uyuşan bir anlamdır.
Yine görüyoruz ki, el-Gimari, hadisin sonundaki "Allah'ım! O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl!" sözüne hiç değinmiyor. Zira bu ifade daha önce de söylediğimiz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülün apaçık bir isbatıdır.
Rasulullah (s.a.v.) 'in âmâya öğrettiği dua : "Allah'ım! Onu benim için şefaatçi kıl." (Bu cümle Ahmed b. Hanbel'in Musned'indedir. El-Hakim de onu nakleder. İsnadı sahihtir.)
Bu ibareyi, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, makamına veya haklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü bu cümledeki anlam; "Allah'ım, benim hakkımda gözlerimin iyileşmesi için O'nun şefaat ve dualarını kabul et" şeklindedir.
Şefaat, lugatta dua demektir.
Bu da hem Rasulullah (s.a.v.), hem de diğer rasuller için kıyamet günü sabit olan şefaattir. Bu da bize göstermektedir ki, şefaatten daha özel bir şeydir.
Şefaat ise, ancak iki kimsenin olmasını gerektirir. Bu da, birisinin diğerinden, kendisine şefaatçi olması için dua etmesini istemesidir. Bu, başkasına şefaat etmeyen kimsenin haline benzer. Lisanu'l-Arab'da şöyle denir;
"Şefaat; şefaatçi olacak olanın, bir sultana veya padişaha, bir başkasının ihtiyacının görülmesi için aracılık etmesidir. Başkası için şefaat taleb eden kimse, bununla, istenen şeyin elde edilmesine vasıta olur. Denilir ki, falan kimse, falan için falancanın şefaatini diledi, o da ona şefaatte bulundu ve beni şefaatçi kıldı."
Bununla, Âmânın, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına değil, duasına tevessül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Rasulullah (s.a.v.)'in âmâya öğrettiği "beni de O'nun için şefaatçi kıl", yani "benim de O'nun hakkındaki şefaatimi kabul et" sözü (Bu cümle hadiste sahih olarak varid olmuştur. Ahmed ve el-Hakim bunu rivayet etmişler ve ez-Zehebi de sahih olduğuna muvafakat etmiştir. Bu, tek başına bile kesin bir hüccettir. Zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır. Ancak, bazı yazarlar son zamanlarda zat ile tevessüle cevaz verirler. Anlaşılan odur ki, onlar bu gerçeği bilmelerine rağmen, bu kanaati zikretmektedirler. Ayrıca onlar, hadiste bundan önceki "Allah'ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" cümlesini naklettiler. Bu da onların nakildeki güvenilirliklerinin delilidir. Onlar bu cümleyi zat ile tevessüle delil göstermektedirler. Ancak, okuyuculara bunun nasıl delil olduğunu açıklamaktan kaçınıyorlar.) "O'nun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et" demektir.
İşte böyle bir bir mana taşıdığından dolayı, bize muhalif olanların bu cümleye uzaktan veya yakından temas etmediklerini görürsünüz. Çünkü bu cümle, onların düşüncelerini temelden yıkmakta, kökünden sökmektedir.
Bunu onlara söylediğiniz zaman size bayılacakmış gibi bakarlar. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), âmâ hakkındaki şefaati anlaşılan bir şeydir; ancak âmânın Rasulullah hakkındaki şefaat; nasıl olur? Bu sorunun onların yanında asla cevabı yoktur.
Onların bu cümleyi anlamadıklarına dair delile ve onların batıl tevillerini anlamaya gelince; onların dualarında, "Allah'ım, Nebi'ni benim için şefaatçi kıl, beni de O'nun hakkında şefaatçi kıl" cümlesini söylemediklerini görürsünüz.
Sonra el-Gimari şöyle der:
"Allah Rasulu'nün âmâya dua ettiğini düşünsek bile bu, hadisin başkasına da genellenmesine engel değildir."
Bu apaçık bir saçmalıktır. Çünkü hadisin, dua halinde âmânın dışındaki kimseler için genellenmesine bir engel olmadığını inkar eden kimse yoktur.
Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'in, ölümünden sonra kendisine ihtiyaçları için tevessülde bulunanlar hakkında dua bilinmediği için, onlar bu şekilde doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessül etmiş olmamaktadırlar. Bundan dolayı, hükümde ihtilaf söz konusudur.
EI-Gimari'nin bunu söylemesi, onun aleyhinde bir huccettir.
7- Bu hadisi alimler, Rasulullah (s.a.v.)'in mucizelerinden olarak görürler.
Rasulullah (s.a.v.)'in kabul edilen bir duasını beyan eden hadis, Allah Azze ve Celle'nin, O'na duasıyla ne harikulade işlerin kolaylaşmasını ikram ettiğini de göstermektedir. İnsanların O'nun duasıyla hastalıklardan iyileşmesi gibi. Allah Teala, O'nun duasıyla âmânın gözlerini de iyileştirmiştir.
Bu nedenle "Delailu'n - Nubuvve" adlı kitabında el-Beyhaki ve diğer bazı alimler, bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu da âmânın şifa bulmasının sırrının, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğuna delildir.
Körlerden Allah Azze ve Celle'ye ihlasla dua ederek şifa isteyip de herhangi birinin şifa bulup bulmamasına bakılırsa, dediklerimizin doğruluğu anlaşılır. Bugün herhangi bir körün bu yöndeki bir duası kabul olmamaktadır. Bu da, hadiste geçen âmânın gözlerinin iyileşmesinin, Rasulullah (s.a.v.)in duasıyla olduğunu gösterir. Yoksa, âmânın gözlerinin iyileşmesindeki sır O'nun, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, Allah-Azze ve Celle katındaki makamına veya hakkına tevessül değildir. Eğer zata tevessülden dolayı iyileşmiş olsaydı, ondan başka körlerin de Rasulullah (s.a.v.)'in makamına, haklarına veya zatına tevessül etmelerinden dolayı gözlerinin iyileşmesi gerekirdi.
Böyle bir görüşü savunanlar kimi zaman da diğer bütün Peygamberlerin, velilerin, şehidlerin, salihlerin ve Allah Teala'nın katında bir makam ve değer sahibi olan herkesin, ayrıca meleklerin, insan ve cinlerin hepsine tevessülü de buna eklemektedirler.
Şimdiye kadar biz böyle bir şey bilemediğimiz gibi; herhangi bir kimsenin de Rasulullah (s.a.v.)in ölümünün üzerinden bunca asır geçmiş olmasına rağmen, böyle bir şeyin meydana geldiğini bildiğini zannetmiyoruz.
Eğer kıymetli araştırıcı kardeşler izah etmeye çalıştığımız âmâ hadisinin sadece Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülle ilgisi olduğu, kesinlikle zata tevessülle bir ilgisi olmadığı anlaşılırsa; âmânın, "Allah'ım, ben senden diliyorum ve senin Nebin Muhammed ile sana tevessülde bulunuyorum" sözünün anlamının ve maksadının da "sana Nebin Muhammed'in duasıyla tevessülde bulunuyorum" demek olduğu anlaşılacaktır.
Bu, kendisine izafe edilen cümlenin hafzı demek olup, Arap dilinde bilinen bir şeydir. Tıpkı, Kur'an'da geçen "istersen bulunduğun köye ve beraber olduğumuz kafileye sor" ayetinde olduğu gibi.
Yani, "köyün ahalisine" ve "kervanın sahiblerine" demektir.
Biz ve bize muhalif olanlar, cümlede "tamamlayan"ın kaldırılmış olduğunda hemfikiriz. Bu da tıpkı, Ömer (Radıyallahu Anh)'ın, Abbas (Radıyallahu Anh)'ın duasına tevessülü gibidir.
Ancak, bu hadisteki anlamın; "ben sana, Nebi'n Muhammed'in (makamı) ile yöneliyorum" veya "Ey Muhammed, ben senin zatın veya makamın ile Rabb'ime yöneliyorum" şeklinde yorumlanması yanlıştır.
Hadisteki anlamın, "Rabb'im, ben sana Nebi'n Muhammed'in duası ile yöneliyorum" veya "ey Muhammed, ben senin duan ile Rabb'ime yöneldim" sözlerinden birisi olduğunu, bu hadis veya bir başka hadisin delil oluşundan ötürü kabul etmemiz gerekir.
Zira, bu sözün siyakında Rasulullah (s.a.v.)'in makamına açıkça işaret eden veya buna delalet eden herhangi bir şey yoktur.
Onların "makam ile tevessül" şeklindeki düşünce ve yorumlarına ne Kuran'dan, ne Sünnet'ten ve ne de Sahabe'nin sözlerinden bir tek delil vardır. Böylece, onların tercih edilecek bir yeri olmayan takdir ve yorumların kendiliğinden sakıt olmaktadır.
Burada hatırlatılması gereken bir diğer mesele de; eğer o kör (ama) Sahabi hadisi, olduğu gibi zahirine hamledilse bile, ki bu da Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessüldür, bu ifade kendisinden sonra gelen "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de Ona şefaatçi kıl" cümlesini ibtal edip anlamsız kılar.
Bu da, bilindiği gibi caiz değildir. Öyleyse geriye, bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor.
Bu da olsa olsa, ancak tevessülün dua ile olduğunu ortaya koyar. Böyle bir durum, hadisten anlaşılan şeyin ne olduğunu bize İsbat etmiş olur. Dolayısıyla, hadisi zat ile tevessüle delil göstermeye çalışanların delillendirmeleri geçersiz kalmış olur.
Buna rağmen diyorum ki, âma'nın Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessül etmesi sahih olsa bile, bu ancak O'nun zatına özgü bir hüküm olmuş olur. Ne Peygamberlerden, ne de salihlerden hiç kimse, Onun bu durumuna ortak olamaz.
Onları AllahRasulü(s.a.v.)'in hükmüne dahil etmeyi, doğru ve sağlıklı olan bir düşünce kabul etmez. Çünkü O, onların seyyidi ve en faziletlilerindendir.
Birçok salih haberde bize geldiği gibi, bu Özellik, Allah Subhanehu ve Teala'nın, Rasulullah (s.a.v.)'i diğer Peygamberlere karşı faziletli kıldığı birşey olabilir ilgili meselelere kıyas müdahale edemez.
Kim körün Rasulullah (s.a.v.)in zatı ile Allah Azze ve Celle'ye tevessül ettiğini söylüyorsa, yapması gereken, orada durmaktır.
İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam'dan da benzeri sözler nakledilmiştir.
İşte bu, bilimsel araştırmanın insafla beraber gerektirdiği şeydir. Doğruya eriştiren Allah Azze ve Celle'dir.
Bir Uyarı
Âmâ hadisiyle ilgili olarak bazı rivayet yollarında iki ziyade vardır. Bu ziyadelerin zayıflığını ve garibliğini açıklamak bir zorunluluktur. Ta ki okuyan kimse bu iki ziyade hakkında bilgi sahibi olsun ve bununla gerçeğin ve doğrunun aleyhine delil getirmek isteyenlere aldanmasın.
Hadisteki 1. Fazlalık:
Hammad b. Seleme'nin ziyadesidir.
Hammad b, Seleme diyor ki; "Ebu Cafer el-Hatmi bunu bize rivayet etti."
Tıpkı Şu'be'nin rivayetine benzer bir şekilde isnadından söz etti. Hakeza metin de böyledir. Ancak o kısmen de olsa metni kısaltmıştır. Hadisin sonundaki "Nebini gözümün bana geri verilmesinde şefaatçi kıl" lafzından sonra ziyade olarak, "eğer herhangi bir İhtiyaç olursa bunun gibi yap" lafzı vardır. Bunu Ebi Bekir b. Hayseme "Tarih"inde rivayet eder. Bunu kendisine Muslim b. İbrahim'in, ona da Hammad b. Seleme'nin söylediğini yazar.
Şeyhulislam İbn-i Teymiyye, "el-Kaidetu'l-Celiyye"de (sh. 102) bu ziyadenin illetli olduğunu söyler. Sebebi de, Hammad b. Seleme'nin bu hadisi tek başına rivayet etmesi ve Şu'be'nin rivayetine de muhalif olmasıdır. Şu'be ise, bu hadisi rivayet eden ravilerin en güvenilirlerindendir. Hadisteki bu illetin tesbiti hadis kaidelerine uygun olup, kesinlikle aykırı değildir.
El-Gimari'nin "eI-Misbah"da (sf: 30) Hammad b. Seleme için "O Sahih'in ricalindendir. Sikadır. Sikanın hadiste zikrettiği ziyade makbuldür" demesi, ya onun hadis ıstılahında belirtilmiş olan şeyden gafil olmasından, veya kasıtlı olarak bilmiyor gibi davranmasmdandır. Zira hadis ıstılahında bilinen bir şart vardır, o da ravinin kabulü için, kendinden daha güvenilir raviye muhalefet etmemesi gerekir.
İbn-i Hacer "Nuhbetu'l-Fiker" adlı eserinde, "hadiste fazlalık, ravinin kendisinden daha güvenilir olanın rivayetine aykırı olmadığı zaman makbuldür. Daha tercih edilene aykırı olursa, tercih edilen, daha iyi korunan rivayettir. Bunun karşıtı da "söz" olur." der. İşte bu şart, burada sözü edilen ziyade için yoktur.
Çünkü Hammad b. Seleme, Müslim'in ricalinden olsa bile, onun hadis ezberinde Şu'be'den daha zayıf olduğunda şüphe yoktur. Bunu daha iyi anlamak için, alimlerin bu konuda yazdıkları kitablara bakmak yeter.
Birincisini ez-Zehebi, "el-Mizan"da zikretti.
Ez-Zehebi, ancak kendileri hakkında konuşulmuş olanları ve sika (güvenilir) oldukları halde rivayetlerinde evham bulunanları zikreder. Halbuki O, kitabında Şu'be'ye kesinlikle yer vermemiştir.
Öte yandan, Hammad ile Şu'be'nin hayatı hakkında İbn-i Hacer'in "eI-Takrib"de yazdıklarını iyice düşünenler, aradaki farkı daha iyi anlarlar.
O diyor ki; "Hammad b. Seleme güvenilir ve ibadet sahibi olan bir kişidir. Güvenilir olanların en güveniliridir. Hayatının sonunda hıfzı değişmiştir."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Şû'be İbnu'l-Haccac güvenilir, hafız ve hadisi çok iyi bilen bir insandır. Es-Sevri, O'na, "hadiste emiru'l-muminin" derdi. Irak'ta ilk kez hadis ricali hakkında araştırmada bulunan ve Sünnet'i savunan O'dur. İbadet ehli bir İnsandı."
Bu bilgilere sahib olduktan sonra anlarız ki, Hammad b. Seleme'nin bu hadiste Şû'be'nin aksine olarak zikrettiği ziyadesi makbul değildir. Çünkü onun bu rivayeti, kendisinden daha güvenilir olan ravinin rivayetine aykırıdır. Böylece bu, şaz bir rivayet olmaktadır. Tıpkı İbn-i Hacer'in biraz yukarıda işaret ettiği gibi. Olabilir ki, Hammad bu ziyade lafzı ezberinin zayıfladığı bir dönemde rivayet etmiştir. Dolayısıyla hataya düşmüştür.
Ahmed b. Hanbel de rivayetinde sanki bu fazlalığa değinmiş gibi. O bu hadisi Muemmel (İsmail) yoluyla Hammad'dan rivayet etmektedir.
Bunu Şû'be'nin rivayetinden sonra zikretmesine rağmen, hadisi lafzıyla ele almamıştır. Aksine, doğrudan doğruya Şû'be'nin rivayet ettiği lafzı esas alıyor.
Hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: "Muemmel'in Hammad'dan rivayetinde fazlalık olması muhtemeldir."
Bunun için İmam Ahmed de, diğer hafızların âdeti olduğu gibi, bu rivayeti diğerine havale ettiğinde, havale edilen rivayetteki fazlalığı belirttiği gibi, işaret etmedi.
Sözün Özü şudur:
Hadisteki ziyade şâz olduğundan dolayı sahih değildir. Olsa bile, Rasulullah (s.a.v.)'in doğrudan zatına tevessüle delil olamaz. Çünkü, "bunun gibi yap" sözünün anlamının, "hayatında iken yine çıkıp Rasulullah (s.a.v.)e gelmesi, O'ndan dua isteyip tevessül etmesi, sonra da abdest alıp Allah Rasulü (s.a.v.)'in kendisine emrettiği gibi namaz kılıp dua etmesi" şeklinde olması da muhtemeldir. Allah Subhanehu ve Teala daha iyi bilir.
Hadisdeki 2. Fazlalık :
Osman b. Afvan Radıyallahu Anh'a tevessül edip ihtiyacını gören bir kimsenin durumunu anlatan bu ziyadeyi Taberani "el-Mu'cemu's-Sağir"de (sh. 103-104) ve "el-Mûcemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir. Rivayet zinciri şöyledir: Tabera-ni, Abdullah b. Vehb'den, O Şebib b. Said el-meki'den, O Ruh İbnu'I-Kasım'dan, O Ebu Ca'fer el-Hatmi el-Medeni'den, O Ebu Umame b. Sehl b. Hanifden, o da amcası Osman b. Haniften rivayetle şöyle diyor:
Bir adam vardı. Sık sık Osman'a gelir, fakat Osman onun ihtiyacına bakmazdı. Adam, Osman b. Hanif'Ie karşılaşınca durumu O'na şikayet etti.
Osman b. Hanif O'na, abdest yerine gidib abdest almasını, sonra mescide gidip iki rekat namaz kılmasını, sonra da; "Allah'ım, ben seni diliyor ve senin Nebi'n, rahmet Nebi'siyle tevessülde bulunuyorum. Ey Muhammed, ben seninle, Rabb'im Azze ve Celle'ye ihtiyacını görmesi için yöneldim" diye dua ederek ihtiyacını zikretmesini söyledi.
Adam da bunu yerine getirdi.
Sonra O'na dedi ki; "benimle beraber gel, Osman'a gidelim." O adam da Osman b. Hanif'le beraber Osman b. Afvan'ın kapısına geldi.
O'nu gören kapıcı, geldi, elinden tutup Osman'ın yanına götürdü ve minderin üstüne oturttu.
Osman b. Afvan O'na, "ihtiyacın nedir?" diye sordu.
Adam da ihtiyacını O'na söyledi. Osman da onun ihtiyacını giderdi. Sonra adama, "bu ana kadar senin ihtiyacını görmeyi hatırlayamadım. Eğer bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel" dedi.
O adam Osman b. Afvan'ın yanından ayrılınca Osman b. Hanif'le karşılaştı. O'na, "Allah senden razı olsun! Sen O'nunla konuşuncaya kadar O bana hiç bakmıyor ve ne demek istediğimi anlamıyordu" dedi.
Osman b. Hanif, "vallahi ben O'nunla konuşmadım" dedi. Sonra şöyle devam etti:
- Ben Allah Rasulu zamanında O'na kör bir adamın gelip şikayetlendiğini, sonra da iyileştiğini gördüm.
Allah Rasulu sana dediğimi ona söyledi, o da bunu yaptı ve gözleri iyi oldu.
O adam Allah Rasulune, "ey Allah'ın Rasulu! Ben kör bir insanım. Elimden tutup bana yol gösterecek olan kimsem yok. Çok zorlanıyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.)de ona şöyle söyledi.
"Abdest alma yerine git, abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Sonra şu dualarını et."
Osman b. Hanif bu olayı anlatırken diyor ki; "vallahi biz daha oradan ayrılmamış ve aradan fazla vakit geçmemişti ki, o adam yanımıza sanki hiç kör değilmiş gibi çıkageldi."
Taberâni diyor ki: "Bunu Ruh İbnu'l-Kasım'dan Şebib b. Said, O'ndan da Ebu Said el-Mekki rivayet etmiştir. Güvenilirdir.
Ahmed b. Şebib ve babasından, Yunus b. Yezid el-Eyli'den hadis rivayet eden O'dur. Bu hadisi Ebu Ca'fer et-Hutami'den (adı Umeyr b. Yezid'dir) Şû'be rivayet etmektedir.
O güvenilirdir. Şube'den de bunu tek başına Osman b. Ömer b. Faris rivayet etmiştir. Hadis sahihtir."
Bu hadisin sahih olduğunda şek yoktur. Ancak burada söz konusu olan, et-Taberani'nin de dediği gibi, Şebib b. Said'in naklettiği kıssadır.
Şebib denen bu adam, hakkında konuşulmuş bir kimsedir. Özellikle İbn Vehb'in ondan rivayetinde... Ancak, onu Şebib yoluyla İsmail ve Ahmed (Şebib b. Said'in oğulları) tâkib etmişlerdir. Yalnız bu İsmail denen kimseyi tanımıyorum ve ondan söz eden bir kimseyi de görmedim. Hatta öyle ki, babasından hadis rivayet edenler arasında bile sayılmadı. Ancak onun kardeşi Ahmed doğru birisidir.
Babası Şebib'e gelince, onun hakkında söylenen sözün özü;
"O güvenilirdir, yalnız ezberinde zayıflık vardır." şeklindedir.
Sadece oğlu Ahmed'in ondan ve Yunus'tan rivayeti hüccettir. Ez-Zehebi "el-Mizan"da, "O saduktur, garib hadisler rivayet eder" der.
İbn-i Adiyy de el-Kamil'de; "Onun Yunus b. Yezid'den rivayet ettiği düzgün bir nüshadır. İbn Velid bazı münker rivayetlerin yanında ondan da hadis nakleder" der.
İbnu'l-Mediyni diyor ki; "Mısır'a ticaret için gidip gelmekteydi. Onun nüshası (kitabı) sahihtir, Onu oğlu Ahmed'den alarak yazdım."
İbn-i Adiyy de şöyle der: "Şebib hıfzından konuştuğu zaman hem karıştırıyor, hem de hata ediyordu. Dilerim ki bunu kasıtlı olarak yapmamıştır. Oğlu Ahmed, Yunusun hadislerini ondan rivayet ettiğinde, sanki Yunus'muş gibi güzelce rivayet eder."
Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib'in rivayeti iki şartla kabul edilir:
Birinci Şart: Rivayetin, oğlu Ahmed'in ondan yaptığı rivayet olması gerekir.
İkinci Şart: Şebib'in Yunus'tan yaptığı rivyet olmasıdır. Bunun sebebine de gelince; yanında Yunus b. Yezid'in kitaplarının bulunmasıydı.
İbn Ebi Hatim, "Ec-Cerhu ve't-Ta'dil" adlı kitaında onun babası için şunu söyler:
"O, kitaplarından hadis söylediğinde güzel hadis rivayet eder. İbn Adiyy'in dediği gibi, ezberinden konuştuğunda ise, İbn-i Vehb'in değil, oğlu Ahmed'in rivayeti olması şartıyla, rivayetinde herhangi bir sakınca yoktur."
İbn-i Hacer' de "et-Takrib" adlı eserinde onun hayatını anlatırken böyle söyler. Zira o tartışmalıdır. Çünkü o, oğlu Ahmed'in babasından hadis rivayetinde "kesinlikle bir sakınca olmadığı"nı söylemekle vehimde bulunmuştur. Aslı böyle değildir. Aksine, Ahmed'in böyle bir rivayetinin sahih olabilmesi için, mutlaka kendisinin bizzat Yunus'tan rivayet etmesi şartı vardır. Bu şartı, İbn-i Hacer'in işaretiyle anlıyoruz. Zira İbn-i Hacer, Şebib'i, Buhari'nin tenkid edilen ravileri arasında saymıştır.
(Fethu'l-Bari, Mukaddime, 5:133)
Daha sonra, İbn-i Adiyy'in de onun hakkındaki sözlerini naklederek, onun güvenilir olduğunu söylemiş ve Onu tenkitten kurtarmak istemiştir.
Diyor ki; "Buhari, oğlunun ondan ve Yunus'tan yaptığı rivayetleri kabul etmiştir. Ancak, Yunus'tan, başkasından rivayet ettiği hadislerini almadığı gibi, îbn-i Vehb'in de Ondan rivayetlerini almamıştır."
Bu şekilde onun tenkidi, Yunus'tan başkasından rivayet etmesi şartına bağlanmıştır. Velev ki oğlu Ahmed yoluyla gelmiş olsa da. Biraz önce değindiğimiz gibi, doğru olan da budur.
Bu noktada, İbn-i Hacer'in "et-Takrib"deki her iki sözünün arasındaki çelişkinin kaldırılması, bu sözlerin arasının bulunması gerekmektedir. Bundan da, hem bu kıssanın, hem de onu delil göstermenin zayıflığı ortaya çıkmış oluyor.
Bunun ardından, rivayet hakkında bir diğer illetle karşılaştım. O da, rivayet konusunda Ahmed'in de tartışılmasıdır.
İbnu's-Sunni bu rivayeti, "Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyf'de (sh. 202), el-Hakim "el-Mustedrak"te d/562), Şebib'in oğlu Ahmed'den üç yolla rivayet etmektedir.
Ayrıca Avn b. Umare el-Basri diyor ki, "İbnu'l-Kasım bunu bize rivayet etti." (El-Hakim rivayeti) Fakat Avn denen bu kişi zayıftır. Ancak rivayeti, Şû'be, Hammad b. Seleme ve Ebu Ca'fer el-Hutami yoluyla gelen riveyete uygun olması nedeniyle daha iyidir.
Sözün özü, bu kıssa gerçekten üç sebepten dolayı zayıf ve çirkindir:
1- Bu hadisi tek başına rivayet eden kimsenin zayıflığı,
2- O'nun hakkında ihtilaf edilmiş olması,
3- Hadisi rivayet edenlerin, güvenilir hadis râvilerinin rivayetlerine aykırı hadis rivayet edip, onun adını zikretmemeleri.
Bu nedenlerden bir tanesi bile, söz konusu rivayetin kabul edilmemesi için yeter.
Ne gârib bir taassub veya hataya uymaktır ki; Şeyh El-Gimari bu rivayetleri "el-Misbah" adlı eserinde (sh. 12,17) Beyhaki'nin "Delailu'n-Nubuve"sine ve et-Taberâni'ye atıfta bulunarak nakletmiştir. Daha sonra da bir kez olsun bu rivayetlerin sahihliği veya zayıflığı üzerinde tek bir söz bile söylememiştir. Nedeni gayet açık. Bu rivayetleri sahih göstermeye gelince, bunun imkanı yoktur. Ancak, rivayetlerin zayıflığını iptal mümkündür.
Ancak, "el-İsabe" (sh. 21-22) hakkında konuşanlar da bu rivayet hakkıda doğruyu bulamamışlardır. Buna rağmen, "bu hadis, et-Taberani, el-Mû'cemu's-Sağir ve el-Kebir'de sahihtir" diyebilmişlerdir. Bu söz önemsiz olmasına rağmen, birkaç yönden cehaletle doludur:
1-Taberani, bu hadis için "sahih" dememiştir. Aksine, sadece "es-Sağir"de böyle demiştir. Onlar hadis ilmini bilmedikleri için, vasıtalar aracılığıyla hadisi rivayet etmektedirler. Biz ise, hadisi doğrudan doğruya kaynağından aldık. "Kim denize ulaşırsa, su çeken dolaplara muhtaç olmaz."
2- Taberani bu kıssaya değil, sadece hadise "sahih" demiştir. Daha önce buna değinmiştik. "Şû'be de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadis sahihtir" sözüyle, Şû'be'nin hadisini kastetmiştir. Şû'be ise bu kıssayı rivayet etmemiştir. Öyleyse et-Taberani kıssayı sahih görmemiştir. Bu nedenle hüccet olamaz.
3- Osman b. Hanifin kıssası sabit olsa bile, Osman b. Hanif o adama kıssadan anlaşıldığı kadarıyla nasıl dua edeceğini tam olarak öğretmemiştir. Zira O duadan, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" sözünü çıkarmıştır.
Zira o, Arabca bilgisi gereği biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.), o duayı yalnız o kör adam için yapmıştı. Bu adam için aynı dua söz konusu olmadığına göre, bu cümleyi zikretmedi.
Şeyhulislam İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle diyor:
"Bilinen bir şeydir ki, bir kimse Allah Rasulunün ölümünden sonra, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" dese bile, Rasulullah bu kimse için herhangi bir duada bulunmamıştır. Öyleyse, onların sözleri batıldır.
Osman b. Hanif o kimseye Allah Rasulü'nden birşey istemesini söylemediği gibi, "O'nu buna şefaatçi kıl" demesini de istememiştir. Daha doğrusu, bu rivayet edilen duayı olduğu gibi okumasını ona söylememiştir. Ancak bu duanın sadece bir kısmını okumasını söylemiştir.
Burada Nebi'den ne bir şefaat söz konusudur ve ne de şefaat zannedilen bir şey vardır. Velev ki o, "O'nu bana şefaatçi kıl" dese bile, bunun bir anlamı yoktur. Bunun için Osman, bunu emretmedi. Onun o adama söylediği dua, Allah Rasulunden gelen dua değildir. Böyle şeylerle Şer'i olan bir amel kanıtlanamaz. Tıpkı bazı Sahabilerden gelen, ancak diğer Sahabilerin muvafakat etmedikleri, ibadetlerin güzelliği, mubah, vacib veya haram olan ameller hakkındaki haberler gibi."
Bu da yine, Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet edilenlere aykırı olan bir haber olması şartına bağlıdır. Böyle olunca da bu şekilde bir davranış, müslümanların hepsinin uyması gereken bir amel değil, aksine gayesi ictihad olan ve ummetin üzerinde tartıştığı bir şeydir. Bunun da Allah Azze ve Celle'ye Ve Rasulullah (s.a.v.)'e götürülmesi gerekir.
Biz de biliyoruz ki, Ömer Radıyallahu Anh ve Sahabenin büyükleri, hayattayken kendisine tevessül ettikleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi vessellem'e öldükten sonra tevessulde bulunmadılar. O ölünce O'na tevessül etmediler. Bilakis kuraklık yılında kıtlık çok şiddetli bir şekilde bastırınca Ömer Radıyallahu Anh, tüm ilim ehlinin de bildiği gibi ve Ensar ve Muhacirin'in de şahid olmasıyla, insanların eline yiyecek birşeyler geçinceye kadar yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etmiştir. Sonra da "istiska"da bulunmak için Abbas (Radıyallahu Anh)'a başvurunca şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım! Biz kuraklık gördüğümüzde senin Nebi'n ile sana tevessulde bulunuyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi ise senin Nebi'nin amcası Abbas ile sana tevessulde bulunuyoruz. Bize yağmur ver!"
Allah Teala da onlara yağmur göndermiştir. Bütün Sahabenin kabul ettiği ve meşhur olması nedeniyle hiçbirisinin inkar etmediği dua budur. Bu, icma edilen konuların en meşhurlanndandır.
Muaviye b. Ebu Sufyan da Hilafeti döneminde böyle dua etmiştir. Eğer onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in ölümünden sonra tevessül etmek hayattayken tevessül etmek gibi olsaydı, "nasıl olur da Abbas ve Yezid İbnu'l Esved'e ve başkalanna tevessülde bulunuyoruz da insanların en faziletlisi olan Rasulullah (s.a.v.)'e tevessulu terkediyoruz? Halbuki O'na tevessul, tevessullerin en faziletlisi ve en büyüğüdür." diyerek Sahabe bunu icra ederdi. Ancak, bu sözü onlardan hiç kimse demediği ve hayattayken Rasulullah (s.a.v.)'in duasına ve şefaatına tevessul edildiği gibi, O öldükten sonra O'ndan başkasının duasına ve şefaatına tevessül ettikleri bilindiğine göre; onlar nezdinde meşru olan tevessulun kişinin zatıyla değil, duasıyla olan tevessül olduğu da bilinmiş olur.
Bununla beraber bu kıssada, düşünen akıllı bir insanın rahatlıkla görebileceği gibi, Osman (Radıyallahu Anh) gibi bir Halife'nin faziletine gölge düşüren bir cümle vardır. O da, Raşid Halife'nin, ihtiyacı olan bir adama hiç yüz vermemesidir. Bu İfade, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisinden meleklerin bile haya ettiğini söylediği ve özellikle yumuşaklığı, iyiliği ve insanlara karşı hoşgörülülüğü ile tanınmış Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakıyla uyuşmamaktadır. İşte bu durum, kıssanın sıhhatli olması ihtimalini tamamen uzak görmemize neden olmaktadır. Zira bu, Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakına ters düşen bir zulumdur.
3) Aslı astarı olmayan hatta bazen dinin asıllarıyla çelişen uydurma hadislerle ve Allah rasulune (s.a.v.) nisbeti kesinlik kazanmamış zayıf hadislerle amel etmek. Örnek olması sebebiyle birkaç tanesini buradaki ortama aktaralım.
“ Makamımla tevessulde bulunun. Şubhesiz Allah katında makamım büyüktür “
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) bu mevzu/uydurma hadis hakkında şunları söyledi:
"Bu hadis yalandır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah katındaki makamı, bütün peygamberlerin makamından daha büyük olmasına rağmen, hadiscilerin itimat ettikleri müslümanların kitablarından hiçbirinde böyle bir şey yoktur ve hadis ilmini bilen hiç kimse de bunu zikretmemiştir." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve,l-Vesileti, s: 252)
Kitabı tahkik eden Rabi b. Hâdi el-Medhali dedi ki : İyice araştırdım ama bunu hiçbir kaynakta bulamadım.
Muhaddis Muhammed Nasıruddin el-Elbânî şunları söyledi:
"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah katındaki makamının büyüklüğü konusunda hiçbir şubhe yoktur. Allah Teala, Musa'yı anlatırken şöyle demişti: "O, Allah katında itibarlı/seçkin bir kişi idi" (Ahzab 69) Mâlumdur ki bizim Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Musa'dan (aleyhisselam) daha faziletlidir. Bu sebeble şubhesiz ki Rabbi katında Musa'dan daha itibarlıdır. Fakat bu başka bir şeydir, onun makamıyla tevessul etmek başka bir şeydir. Bazılarının yaptığı gibi bu ikisini birbirine karıştırmak doğru değildir. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in makamı ile tevessul eden bir kimse bununla duasının kabulü için daha fazla ümitli olmayı kastetmektedir. Bu, akılla anlaşılabilecek bir durum değildir. Çünkü bu, aklın kavrayamayacağı gaybi meselelerden birisidir. Bu konuda delil olarak kullanılmaya elverişli sahih bir naklin bulunması gerekir. Böyle bir delile ulaşılmadığı da kesindir. Zira Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul konusunda geçen hadisler sahih ve zayıf hadisler diye iki kısma ayrılır.
Sahih olan hadislere gelince, yağmur yağmasını isterken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul etmeleri ve âmâ kişinin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul etmesi gibi bunlar kesinlikle onların iddia ettikleri şeyin delili değildir. Çünkü bunlar Peygamber'in zatıyla ve makamıyla değil, onun duasıyla tevessulun örnekleridir. Onun ahirate intikalinden sonra duasıyla tevessul etmek imkansız olunca, vefatından sonra onunla tevessul de imkansız hale gelir ve câiz olmaz. Tevessul hadislerinden ikinci kısma gelince bunlar zayıf hadislerdir ve zahiri anlamlarıyla bid'at tevessule delâlet ederler." (Silsiletu'l-Ehadisi'd-Daifeti ve'l-Mevdua, No:22)
عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : " لَمَّا اقْتَرَفَ آدَمُ
الْخَطِيئَةَ ، قَالَ : يَا رَبِّ أَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ أَلَا غَفَرْتَ لِي ، فَقَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى : فَكَيْفَ عَرَفْتَ مُحَمَّدًا وَلَمْ أَخْلَقْهُ بَعْدُ ؟ قَالَ : يَا رَبِّ ، لِأَنَّكَ لَمَّا خَلَقْتَنِي بِيَدِكَ ، وَنَفَخْتَ فِي مِنْ رُوحِكَ ، رَفَعْتُ رَأْسِي فَرَأَيْتُ عَلَى قَوَائِمِ الْعَرْشِ مَكْتُوبًا : لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ ، فَعَلِمْتُ أَنَّكَ لَمْ تَضِفْ إِلَى اسْمِكَ إِلَّا أَحَبَّ الْخَلْقِ إِلَيْكَ ، فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى : صَدَقْتَ يَا آدَمُ ، إِنَّهُ لَأَحَبُّ الْخَلْقِ إِلَيَّ ، وَإِذْ سَأَلْتَنِي بِحَقِّهِ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ ، وَلَوْلَا مُحَمَّدٌ مَا خَلَقْتُكَ "
“_Adem günah işleyince dedi ki _ Ya Rabb ! Muahmmed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim.
Bunun üzerine Allah Teala _ Ey Adem ! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun? diye sordu?
Adem _ Ya Rabb ! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm : La ilahe illAllah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın.
Allah da şöyle buyurdu._ Seni bağışladım , Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.”
(Hâkim, el-Mustedrak, Kitâbu't Tarih, C: 2, S: 615; Beyhakî, Delâilu’n-Nubuvve, C: 5, S: 488, 499; Tabarânî, el-Mu’cemu’s-Sağir, 2/82-83; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/253)
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Abdurrahm an b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.
Zehebi, bu hadis hakkında: ''Hadis uydurmadır. Abdurrahman yalancıdır. Ve Abdullah İbni Meslem el-Fahri'nin kim olduğunu bilmiyorum'' demektedir.
Mizan'ul-İtidal'de bu hadis için ''batıl bir haberdir'' denilmektedir.
Beyhaki Delail Nübüvve'de ''Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem zayıf ravilerdendir'' der.
El-Elbani bu hadisi aktardıktan sonra '' Sonuç olarak ben derim ki: Bu hadisin Peygamber (s.a.v.)'den aslı yoktur. Bu hadise iki muhterem hafız -Askalani ve Zehebi- batıl hükmü vermiştir. (Zayıf Hadisler Silsilesi 1/hadis no 25) diyerek hadisi eleştirmektedir.
Şeyhul İslam İbni Teymiyye (rahimehullah): ''Hakim bu rivayeti sahihi sakimden (zayıf) ayırma babının girişinde aktarmakta ve Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayet ettiği hadisler uydurmadır'' demektedir.
İlgili rivayete sahih diyen Hakim hakkında :
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) dedi ki:
"el-Hâkim'in bu hadisle ilgili rivayeti, onun rededilme nedenlerinden biridir. Çünkü bizzat kendisi "el-Medhal ile Ma'rifeti's-Sahihi mine's-Sakim" isimli eserinde -hadisin ravilerinden- Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in babasından mevzu -yani uydurma- hadisler rivayet etiğini söyler! Bu işin erbabından düşünebilen bir kimse için böyle bir rivayetin kabul edilemez olduğu aşikardır. Ben derim ki, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem, hadiscilerin ittifakınca zayıf bir adamdır ve söylediği şeyleri çokça karıştırır. Ahmed b. Hanbel, Ebû Zur'a, Ebû Hatim, Nesâî ve Darâkutnî ve daha başkaları onun zayıf olduğunu söylediler.
Ebû Hatim İbn Hıbban dedi ki: Farkında olmadan haberleri öyle ters yüz ediyordu ki rivayetlerinin çoğunda murselleri merfu, mevkufları musned haline getiriyordu. Bu sebeble onun rivayetleri terkedilmeyi hak etmişlerdir." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve-l-Vesile, s: 168 - 169)
Muhaddis Muhammed Nasıruddin el-Elbânî dedi ki:
"Sözün özü, bu hadisin aslı yoktur. Çünkü iki büyük hadis alimi Zehebî ve Askalânî bunun geçersizliğine kesinlikle hükmetmişlerdir. Nitekim yukarıda onlardan bu husus nakledildi." (Silsiletu,l-Ehadisi'd- Daifeti ve'l-Mevdua, no : 25; et-Tevessul envauhu ve ahkamuhu s: 115)
El-Sagani “uydurulmuş” dedi. (El-Sagani El-Hadis El-Mevzuat sy.7) Elbani de aynı şeyi söylemiştir. (Silsile el-Zayif 1/450 no 282)
El Acluni Uydurma olduğunu söylemiştir (el-Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, II, 214.)
Şeyh Molla Aliyyul Kari "Zayıftır ama anlamı doğrudur… ” (Aliyyu'l Kari El-Esrar El-Merfuat sy 67-68)der ve şu iki hadisi bu görüşüne delil getirir:
a. İbn Esakir tarafından nakledilen hadis ”sen olmasaydın dünya yaratılmazdı.” İbni Cevzi bunu nakletti ve şöyle dedi: ”uydurulmuştur” (İbni Cevzi El-Mevzuat 1/288) ve Suyuti’de aynı şeyi söylemiştir. (Suyuti El-Laai 1/272)
b. Deylemi’den nakledilen bir hadis ”Ya Muhammed! Sen olmasaydın Bahce (cennet) yaratılmış olmazdı ve Sen olmasaydın ateş (cehennem) yaratılmış olmazdı.”
El Bâni derki ”Deylemi’den hadisin sahih olduğunu ortaya koymadan gerçekliğini onaylamak doğru olmaz ki Hiç bir alimin bu konu üzerinde durmuş olmasına rastlamış değilim… Deylemi’nin bunu aktaran tek kişi olması benim için bu hadisin zayıf olduğuna inanmak için yeterlidir, dahası Musned’inde (Deylemi, Musned 1/41/2) rastladığımda zayıf olduğuna inandım. (El Elbani Silsile El-Zayıf 1/451 no.282)
Yukarıdaki sözün uydurma olduğuna bir delil de yine başka bir rivayetten ! Akıl sahiplerini çelişkiyi görmeye davet ediyorum :
Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.v.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmesinden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:
حديث موقوف: أَخْبَرَنَا أَخْبَرَنَا أَبُو الْحَسَنِ الْفَقِيهُ ، نا عَبْدُ الْعَزِيزِ الْكَتَّانِيُّ ، أنا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ طَلْحَةَ بْنِ هَارُونَ الْمَعْرُوفُ بِابْنِ الْمُنَقِّي الْوَاعِظُ ، نا أَحْمَدُ بْنُ سَلْمَانَ النَّجَّادُ ، نا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سُلَيْمَانَ ، ناعَلِيُّ بْنُ بَهْرَامَ الْكُوفِيُّ ، نا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ أَبِي كَرِيمَةَ ، عَنْ عَمْرِو بْنِ قَيْسٍ ، عَنْ عَطَاءٍ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : " نَزَلَ آدَمُ بِالْهِنْدِ ، وَاسْتَوْحَشَ ، فَنَزَلَ جِبْرِيلُ فَنَادَى بِالْأَذَانِ : اللَّهُ أَكْبَرُ ، اللَّهُ أَكْبَرُ ، أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ مَرَّتَيْنِ ، أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ مَرَّتَيْنِ ، قَالَ آدَمُ : مَنْ مُحَمَّدٌ ؟ قَالَ : آخِرُ وَلَدِكَ مِنَ الْأَنْبِيَاءِ صلى الله عليه وسلم
Adem (a.s.) Hindistan'a iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Rasulullâh (iki defa) deyip ezan okur.Adem şöyle der: «Muhammed de kim»?
Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.
(İbn Asâkir, Tarihu Dimeşk, 1 - 2 /323/2, Hadis no : 5591; Kenzu'l Ummâl, 11 / 616, Hadis no: 32139)
Elbâni, bu rivayet hakkında "zayıf" hükmünü vermiştir. (Husâmeddin, Fetava Yes'elunek, 7/215;Siltiletu Ehadisi Dâife, no: 403)
Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Suleyman aynı şekilde bilinmemektedir.
Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.v.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.v.)’i tanımamıştır.
Bununla birlikte Allah (c.c.) Her şeyi bilmiyormuş gibi Adem’in Muhammed (s.a.v) adını nerden gördüğünü bilmiyor da yarattığı Adem’e sorarak cehaletini gideriyor (haşa! Summe haşa)
Son Olarak :
Muvahhid bir kula düşen , kişiyi büyük şirke , küçük şirke veya haram olan bid’ate düşüren bid’at tevessul türlerinden sakınmaktır . Zira bu , duada haddi aşmaktır , ve duanın karşılıksız kalmasını gerektirir. Çünkü Allah azze ve celle ancak şer’i ölçüler içerisindeki duaları kabul eder. Ayrıca mu’min kul ,dualarını Kur’an ve sünnetten seçmeye özen göstermelidir. Zira bu kabul edilme açısından daha güvenilirdir ve de kişiye sevab kazandırır.
Bir hadiste _ “haramlar bellidir , helaller bellidir. Birde ikisi arasında şüpheli şeyler vardır . Bunlardan sakınmayan tehlikeye girer “ manasındaki hadisi şerife göre bile en azından hareket etmenizi , görüyorsunuz ki Bid’at olan tevessulleri en azından ben bunlardan beriyim diyerek reddetmenizi bekleriz.
Allah’ım ! Güzel isimlerin yüce sıfatların ; sana olan imanımız , Rasulüne duyduğumuz sevgi ve sünnetine olan bağlılığımız ; ancak senin rızanı gözettiğimiz Salih amellerimiz ve içimizden Salih kimselerin duasıyla sana yakınlık umar ; bizleri yolunda çaba gösteren , yoluna çağıran Peygamberinin (s.a.v.) sünnetine bağlı , haktan ayrılmayan muvahhid kimseler kılmanı , bizi düşmanlarımıza galip getirp aziz dinin İslam’ı yüceltmeyi bizlere nasib etmeni Senden dileriz
Allah'tan (c.c.) değil , Veliden Yardım İsterseniz, Daha Çabuk yardım Gelir Diyenlere TOKAT
Tasavvuf ehlinden çoğu defa duymuş, kitablarından okumuşsunuzdur ki; bir sıkıntı anında Allahtan istemeyin, bir Allah dostunu, tasavvuf şeyhini, veliden isteyip, dua ederseniz, yardım daha çabuk gelir. Sapık sofiye böyle inanır ve sıkıntı anında Allah c.c. yi bırakıp, yaratılmışlardan yardım ister.
Şimdi Kur'an-ı Kerim'den, Yusuf suresinde, Yusuf (a.s.)'ın zindandan çıkmak için Allah (c.c.) den direk istemek yerine, iki arkadaşından kendilerini kralın yanında anmasını istemiş, Bu sebeble Allah c.c., Yusuf (a.s.)ın zindanını uzatmış, O arkadaşlarına, Kralın yanında Yusuf (a.s.) anmayı geciktirmiştir.
MUŞRİKÇE DUA!
ALLAH'A DEĞİL , ŞEYHE DUA EDİN
Allah'a Yalvarırsan Yardım gelmez, Şeyh'ten Yardım istersen olur
Prof Vehbe Zuhayli : Yardım Sadece Allah'tan İstenir
YUSUF (a.s.)'dan Sofilere REDDİYE
Kalbten Geçeni Bildiğine İnanılan Soytarılara, Hadis İle TOKAT
ŞİRK OLAN TEVESSULE KENDİ AĞIZLARINDAN ÖRNEKLERALLAH'A DEĞİL , ŞEYHE DUA EDİN
Allah'a Yalvarırsan Yardım gelmez, Şeyh'ten Yardım istersen olur
YUSUF (a.s.)'dan Sofilere REDDİYE
Ölüden Yardım İsteyenlere Örnekler
1- Said Nursî Örneği
Nurcular şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığını iddia ederler:
“Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olursa olsun yetişirim imdada ”
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)
Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar . (İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.)
İspat için, cifr denen hayali şeylere dayanır ve şiirde, Abdulkadir Geylânî’nin şu anlamı sakladığını söylerler:
“Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bidatçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada ALLAH’ın izni ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.”
Yardımın nasıl gerçekleştiği de şöyle anlatılıyor:
“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir ."
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)
Risale-i Nur Enstitüsü | Risale-i Nur Külliyatı
Risale-i Nur Enstitüsü | Risale-i Nur Külliyatı
Bu inancın Kur’ân’a aykırılığını gösteren âyetler daha önce okunmuştu. Bir âyet de şöyledir:
“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? ALLAH ile beraber başka bir ALLAH mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 62)
Güç yetirilemeyen konularda başkasından yardım alınabilirse artık kim ALLAH’a sığınır? ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, ALLAH’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (İsrâ 56-57)
“ALLAH neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
ALLAH’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)
“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “ALLAH” diyeceklerdir. De ki: “ALLAH’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? ALLAH bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da ALLAH bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “ALLAH bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zumer 38)
HafazanAllah , Allah'ım aklıma mukayyet ol .
Bunu bir kısım insanların bediuzzaman sıfatı verilen , kitaplarına Kuran-ı kerim'in urvet'ul Vuska ve hablullahHaşa sıfatlarını veren İnsan söylüyor !!
http://www.risaleinurenstitusu.org/i%20ndex.asp?Section=Kulliyat&Book=SikkeiTasdikiGaybi&%20Page=128
Bu inancın üzerine ne söylenebilir ki ?
Hiç bu zihniyet ve itikadi benimseyenlere islam dini gelmiş de cahiliyye devrinden kurtulmuş denilir mi ?
Allahım müslümanları böyle sakatlardan ve anlayışlarından halas eyle .
2- Fethullah GÜLEN Örneği
Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:
Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...
Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi... .
( Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca
http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.h tml ; (30/11/2003)
Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:
“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.
İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
“İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır . (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859. )
Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)
“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)
“Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)
Hamza gibi şehidlerin ölmediğini isbat için şu ayete dayanılıyor:
“Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154)
Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dediğine göre bize söz düşmez. Onlardaki canlılık, insanın fark edebileceği cinsten olsaydı, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nın ölümüne pek fazla üzülmezdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cesedinin başında durdu ve sesli olarak, hıçkıra hıçkıra ağladı” (Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, Sf: 255-256.)
Konu ile ilgili diğer âyetler şöyledir:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayır, onlar diridirler, Rabbleri katında rızıklanırlar. Onların içleri açılır; çünkü Onlara Allah, kendi ikramından vermiştir. Arkadan gelip kendilerine henüz katılmamış olanlar adına da sevinirler. Çünkü onları korkutacak veya üzülmelerine sebeb olacak bir şey yoktur.
Allah’ın nimeti ve ikramı sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.” (Al-i İmran 169-171)
Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmadığını ve iyi müminlerin onların farkına vardığını düşünelim. Bu durumda fark edilecek tek şey, içinde bulundukları nimetler olur. Bu, onların insanlara yardım edeceğine delil olmaz. Onlardan yardım isteyenlerin durumu, şu ayette açıklanandan başkası değildir:
“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevab veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)
Mekke muşrikleri de tanrılarında var saydıkları gücü Allah’ın verdiğine inanırlardı. Kâbe’yi tavaf ederken şöyle derlerdi:
“Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”
Bu, delilsiz bir iddiaydı. Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki, onlar “Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.” dediklerinde Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle derdi: “Yazıklar olsun; burada kesin, burada kesin. ”
(Muslim, Hacc, 22, Hadis no: 1185)
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Desen ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?’ Onlar: ‘Allah’tır!’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabb'iniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 31-32)
Hamza’yı, Abdulkadir Geylânî’yi veya başkasını yardıma çağıranlarla zaman zaman şöyle konuşmalar yaparız:
- Onlar sizi tanıyor mu?
- Allah tanıtamaz mı?
- Onlar sizi duyabilirler mi?
- Allah duyuramaz mı?
- Onlar sizin konuştuğunuz dili bilirler mi?
- Allah öğretemez mi?
Peki onlar ölmemişler midir?
- Onlar ölmezler, desem okuduğun ayetlere göre bunun bir faydası yoktur.
- Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanıtacak, sesinizi duyuracak, dilinizi öğretecek ve sizi anlamasını sağlayacak; sonra da sizin lehinize aracılık yapmasına, kendine karşısında sizi savunmasına müsaade edecek. Size göre aynı anda on binlerce kişi onlara baş vurmakta ve yardım istemektedir. Bunların her birini anlaması ve sıraya koyması da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir!
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevab versinler bakalım.
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.”
“Çünkü benim velim Kitab’ı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder.”
“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (Araf 191-197)
KORKUT ÖZAL, UÇAK HAVADA SALLANINCA RABITA YAPMIŞ!
Uçakta rabıta yapmış
Nakşibendi tarikatı şeyhi Mehmet Zahit Kotku ile ABD seyahati dönüşü uçakta çok sallanınca rabıta yaptığını anlatan Korkut Özal, ‘Bu bir manevi bağdır’ dedi. Özal, Kotku ile talebelik ilişkisi kuranların böyle hatıraları olduğunu söyledi.
Emekli Mimar Prof. İsmail Tuncay Uslu’nun rüyasında gördüğü Nakşibendi tarikatı şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun emirlerini Başbakan Tayyip Erdoğan’a göndermesiyle patlak veren tartışma sürerken, Korkut Özal da, bir Amerika seyahati dönüşü uçakta, Kotku ile rabıta (TDK sözlüğüne göre ‘Tarikatlarda müridin şeyhi aracılığıyla kalbini Allah’a bağlaması’ geliyor.) yaptığını anlattı.
Korkut Özal, geçen pazar Fenerbahçe Camii’nde kıldığı sabah namazının ardından, aralarında Kadıköy Müftüsü’nün de bulunduğu cemaatle paylaştığı Şeyh Zahid Kotku ile ilgili anısını Hürriyet’e şöyle anlattı:
‘Amerika’dan gelirken teyyarede bana gelen bir durum oldu. Teyyare çok fazla sallandı. Rahmetli Mehmet Zahit Efendi bizim şeyhimizdir. Teyyare sallanınca, ona bir rabıta yaptım. Bu bir nevi manevi bağdır yani. Seyahatten döndükten iki gün sonraydı. Hocaefendinin Ankara’da olduğunu ve bir yerde yemek yediğini söylediler, oraya gittik. Salona girdiğimizde, koltukta oturuyordu Hocaefendi. Yanına gittim, eğildim elini öptüm. Eğildi, kulağıma, ‘Ne o, teyyare çok mu salladı?’ dedi. Böyle çok hatıram var. Hocaefendiyle, talebelik münasebetleri olanların bu gibi hatıraları var. Fenerbahçe Camii’nde anlattığım olay budur.’
Tarikatın en önemli kollarından İskender Paşa Cemaati’nin şeyhliğini yapan Mehmet Zahit Kotku’nun müritleri arasında Necmettin Erbakan ve Turgut Özal gibi isimler bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın da yakın olduğu İskender Paşa Cemaati, Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Esat Coşan döneminde Erbakan ve Milli Görüş’le yollarını ayırmıştı.
13 Kasım 1980’de ölen Kotku, Süleymaniye Camii avlusuna, Kenan Evren’in izniyle defnedilmişti.
ERDOĞAN’A: ÇANKAYA’YA ÇIKMA
Başbakan Erdoğan’la yakın dostluğu olduğunu, zaman zaman kamuoyu aracılığıyla görüşlerini dile getirdiğini, kendisine sorulduğunda Başbakan’a fikrini söylediğini belirten Korkut Özal, ağabeyi 7. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ı örnek göstererek, ‘Çankaya için erken!’ uyarısında bulundu. Kimin cumhurbaşkanı olacağını tartışmanın çok erken olduğunu, seçimin Mayıs 2007’de olacağını fakat hangi parlamentonun yapacağı konusunun henüz belli olmadığını savunan Özal, şunları söyledi:
‘Bana sorsa Tayyip Bey’e şunu söylerim: ‘Sen tekrar başbakan olarak Türkiye’ye hizmet etmeyi, oraya gitmeye tercih et.’ Örneği var. Benim ağabeyim aynı şeyi yaptı. Başbakanlıktan Cumhurbaşkanı oldu. Onun deneyimleri bana, öyle bir gidişin, zamansız olursa, faydadan çok zararı olacağını söylüyor. Ağabeyim Çankaya’da çok sıkıntılı günler geçirdi. Orası dışarıdan göründüğü gibi değil.’
53 yıllık evlilik
İLGİNÇ açıklamalarla dikkat çeken Korkut Özal, evliliklerinde 53 yılı geride bıraktığı eşi Müjgan Özal’ı katıldığı toplantılarda yanından ayırmıyor. Özal çifti, 1986’da kurdukları Abdurrahman Korkut Özal Vakfı (AKÖZ) aracılığıyla yoksul öğrencilere burs verip, okul ve cami yapımında bağışta bulunuyor.
9 kişinin hayatını kaybettiği kazanın nedeni belli oldu! 98.7 km hıza ulaşmış...
Mersin’in Aydıncık ilçesinde sürücüsünün kontrolünden çıkan yolcu otobüsünün devrilmesiyle 9 kişi hayatını kaybetmiş, 31 kişi de yaralanmıştı. Ulaştırma ve...
www.hurriyet.com.tr
AÇIKLAMA :
Yunus 22: Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'tır. Bir gemide olduğunuzu, hoş bir meltemin yolcuları götürdüğünü ve herkesin bunun hazzını yaşadığını düşününüz. Tam o sırada geminin bir kasırga ile karşılaştığını yolcuların her taraftan dalgalarla sarıldıklarını ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları zaman, sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir bağlılıkla O'na şöyle yalvarırlar; «Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden olacağız.»
23 : Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır kurtarmaz hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara dalarlar. Ey insanlar, yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir, bu yolla geçici dünyanın yararını elde edersiniz, ancak sonra bize dönersiniz, biz de yaptıklarınızı size bir bir haber veririz.»
Ayette de gördüğümüz gibi Müşriklerin dahi bir tehlike anında Dini Allaha halis kılarak samimi , içten şekilde bütün aracıları yok ederek Allaha yalvarıp dua ettiklerini bildirmektedir. Allah c.c. ise bu şekilde aracısız Rabbe istiğase edilmesini doğru bulmaktadır . Fakat sonraki ayette ise onların tehlikeden kurtulup sağ salim karaya çıkan , ölüm tehlikesini atlatan insanların tekrar müşrik inançlarına geri döndüklerini , şirk koşarak küfür işlediklerini bildirmektedir. Bunun ise sahiplerinin felaketi olduğunu bildirerek iman edenleri bu tür ikiyüzlü hareketlerden uzak olması gerektiğinin ikazını yapmaktadır.
Yukarıda ismi geçen şahıs ve kendisiyle inanç ikizindeki kimselerin , cahili anlayış müntesiplerinden bile betercesine , onlardan daha adice tehlike anında dahi dini Allaha halis kılmamakta , Şah damarıyla arasına aracılar sokma halet-i ruhiyeti içerisindedirler. Üstelik inançalarına göre bu aracıların ölü olması Aracılık vazifesinde daha etkili olmasına etkendir !
Bu tür sapkın ve cahiliyyeden daha beter akide anlayışlarından Allaha sığınırız.
Bu tür kimselere Rabbimizin buyruğu üzere : Ey insanlar, yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir ikazımızı yapmaktayız.
***
Şirk-i Ekber İstiğase
Dua sadece Allah'a yapılır. Allah'tan başkasından yardım istemek Şirktir.
İsmailağa Tarikatının Hocasından Şirk-i Ekber İstiğase Savunması ve Reddiyemiz!
Prof Vehbe Zuhayli : Yardım Sadece Allahtan İstenir
Şirk-i Ekber İstiğase
Dua sadece Allah'a yapılır. Allah'tan başkasından yardım istemek Şirktir.
Prof Vehbe Zuhayli : Yardım Sadece Allahtan İstenir