T
Çevrimdışı
Camilerin Yanında Ramazan Eğlenceleri
Türkiye’nin değişim, dönüşüm geçirdiği doğru.
Bunu dini hayatta da görüyoruz.
Nasıl mı?
Şu günlerde öne çıkan reklamlarda, afiş ve ilan panolarında!
Belediye’lerin öncülüğünde yapılan Ramazan programlarında!
Ve sokaklardaki iftar yemeklerinde gördüğümüz manzaralarda!
Dışarıda bakıldığında “muhteşem bir Ramazan atmosferi yaşanıyor” diyorsunuz belki.
Ama muhtevaya bakınca “acaba öyle mi?” diyorsunuz.
Bu manzaralar, gerçekten Ramazan’ın manevi atmosferine ve İslam dininin ilke ve kurallarına uygun mu?
***
Hani bir senaryo vardı, deniyordu ki:
“Şimdi Rasûlüllah (as) bize gelse, aramıza girse, onu hiç telaşsız rahat ve gönül huzuru içinde misafir edebilecek miyiz, bu halimiz ve görüntümüz onu memnun edecek mi?”
Elbette, ne Hz.Peygamber bize gelecek, ne de onu misafir edip evimizde ağırlayacağız!
Bize gelmesi gereken, evimizde ve sokaklarımızda ağırlamamız gereken kendisi değil, onun mirasıdır.
Rasûlüllah’ın bize bıraktığı miras; Allah’ın Kitabı Kur’an ve onun uygulama alanı olan sünnetidir.
Bu gerçeği unutup, hâlâ Peygamber gelip de bizi kurtaracakmış gibi ona kasideler düzmek, ilahiler sunmak; en iyimser ifadeyle onu ve onun mirasını anlamamaktır.
Evet, Hz.Peygamber vefat etti.
Hz.Ömer de, bu ayrılığı kabullenmekte zorlananlardandı.
Evet, Hz.Peygamber Efendimiz vefat etmişti ama geriye dosdoğru bir yol haritası olarak Kur’an’ı ve bu yolun nasıl kat edileceğini gösteren uygulamalı sünnetini bırakmıştı.
Peki, bu bize yetmiyor mu şimdi?
Başka şeylerin peşinde koşarak geri dönmeye (cahiliyeye) mi talip oluyoruz yoksa?!
***
Ramazanda fakirlere yemek ikramı tamam, takdire şayan bir hizmet.
Çocuklarla birlikte, aileleri sahur ve iftar programlarında buluşturmak da fevkalade!
Uzmanlara dini sohbetler yaptırarak halkı bilgilendirmek de çok güzel.
Lakin, camilerin yanı başında konserler düzenlemek neyin nesi?
Lafza-i Celal ve Allah’ın güzel isimlerini çalgı aletlerine alet etmek yakışır mı?
Ramazan gecelerini müzik festivaline çevirmek, hangi anlayışın ürünüdür?
Oruç ayını “ibadet ayı” değil de sanki “eğlence ayı” gibi görerek “Ramazan konsepti” oluşturmak hangi dini düşünce ile bağdaşır?
Palyaçolu, müzikli eğlencelerin çığlıkları ve çalgı sesleri oradaki dirileri belki rahatsız etmiyor olabilir.
Ama hemen yanı başındaki mevtalara, yatırlara ve mezardakilere bari saygı gösterilmez mi?
Bir de kadın ve kızlarımızın görüntüleri ve kıyafet manzaraları var ki, şaşkınlığımız acıya dönüşüyor!
Ramazan iftarında değil sanki sahil lokantasındasınız.
Askılı kıyafetleri, yırtmaçlı etekleri, açık dekolte görüntüleriyle kendinizi iftar sofrasında değil, kıyafet defilesinde veya Alanya sahil yolunda gibi hissediyorsunuz.
***
Bu kardeşlerimizin tuttukları oruçları elbette bir yandan takdir ve tebrik ederken, bir yandan da şöyle düşünüyorsunuz.
Acaba bu bacılarımız bu görüntülerinin mi farkında değiller, yoksa bu ayın ve tuttukları orucun mu farkında değiller!?
Bu farklılığı onlara fark ettiremediysek eğer, öncelikle ailemiz, toplumumuz, diyanetimiz, milli eğitimimiz, velhasıl hepimiz, en az onlar kadar sorumlu ve suçlu değil miyiz?
M. Emin Parlaktürk
Türkiye’nin değişim, dönüşüm geçirdiği doğru.
Bunu dini hayatta da görüyoruz.
Nasıl mı?
Şu günlerde öne çıkan reklamlarda, afiş ve ilan panolarında!
Belediye’lerin öncülüğünde yapılan Ramazan programlarında!
Ve sokaklardaki iftar yemeklerinde gördüğümüz manzaralarda!
Dışarıda bakıldığında “muhteşem bir Ramazan atmosferi yaşanıyor” diyorsunuz belki.
Ama muhtevaya bakınca “acaba öyle mi?” diyorsunuz.
Bu manzaralar, gerçekten Ramazan’ın manevi atmosferine ve İslam dininin ilke ve kurallarına uygun mu?
***
Hani bir senaryo vardı, deniyordu ki:
“Şimdi Rasûlüllah (as) bize gelse, aramıza girse, onu hiç telaşsız rahat ve gönül huzuru içinde misafir edebilecek miyiz, bu halimiz ve görüntümüz onu memnun edecek mi?”
Elbette, ne Hz.Peygamber bize gelecek, ne de onu misafir edip evimizde ağırlayacağız!
Bize gelmesi gereken, evimizde ve sokaklarımızda ağırlamamız gereken kendisi değil, onun mirasıdır.
Rasûlüllah’ın bize bıraktığı miras; Allah’ın Kitabı Kur’an ve onun uygulama alanı olan sünnetidir.
Bu gerçeği unutup, hâlâ Peygamber gelip de bizi kurtaracakmış gibi ona kasideler düzmek, ilahiler sunmak; en iyimser ifadeyle onu ve onun mirasını anlamamaktır.
Evet, Hz.Peygamber vefat etti.
Hz.Ömer de, bu ayrılığı kabullenmekte zorlananlardandı.
Evet, Hz.Peygamber Efendimiz vefat etmişti ama geriye dosdoğru bir yol haritası olarak Kur’an’ı ve bu yolun nasıl kat edileceğini gösteren uygulamalı sünnetini bırakmıştı.
Peki, bu bize yetmiyor mu şimdi?
Başka şeylerin peşinde koşarak geri dönmeye (cahiliyeye) mi talip oluyoruz yoksa?!
***
Ramazanda fakirlere yemek ikramı tamam, takdire şayan bir hizmet.
Çocuklarla birlikte, aileleri sahur ve iftar programlarında buluşturmak da fevkalade!
Uzmanlara dini sohbetler yaptırarak halkı bilgilendirmek de çok güzel.
Lakin, camilerin yanı başında konserler düzenlemek neyin nesi?
Lafza-i Celal ve Allah’ın güzel isimlerini çalgı aletlerine alet etmek yakışır mı?
Ramazan gecelerini müzik festivaline çevirmek, hangi anlayışın ürünüdür?
Oruç ayını “ibadet ayı” değil de sanki “eğlence ayı” gibi görerek “Ramazan konsepti” oluşturmak hangi dini düşünce ile bağdaşır?
Palyaçolu, müzikli eğlencelerin çığlıkları ve çalgı sesleri oradaki dirileri belki rahatsız etmiyor olabilir.
Ama hemen yanı başındaki mevtalara, yatırlara ve mezardakilere bari saygı gösterilmez mi?
Bir de kadın ve kızlarımızın görüntüleri ve kıyafet manzaraları var ki, şaşkınlığımız acıya dönüşüyor!
Ramazan iftarında değil sanki sahil lokantasındasınız.
Askılı kıyafetleri, yırtmaçlı etekleri, açık dekolte görüntüleriyle kendinizi iftar sofrasında değil, kıyafet defilesinde veya Alanya sahil yolunda gibi hissediyorsunuz.
***
Bu kardeşlerimizin tuttukları oruçları elbette bir yandan takdir ve tebrik ederken, bir yandan da şöyle düşünüyorsunuz.
Acaba bu bacılarımız bu görüntülerinin mi farkında değiller, yoksa bu ayın ve tuttukları orucun mu farkında değiller!?
Bu farklılığı onlara fark ettiremediysek eğer, öncelikle ailemiz, toplumumuz, diyanetimiz, milli eğitimimiz, velhasıl hepimiz, en az onlar kadar sorumlu ve suçlu değil miyiz?
M. Emin Parlaktürk