Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Casusluğun Hukmu Nedir?

S Çevrimdışı

salihmusab

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
dinlediğim bir derste : "müslümanlara karşı kafirler lehine casusluk yapan kişinin yaptığı iş dört mezhebe göre haramdır" deniyor. Bu söylenen doğru mudur? Lütfen dört mezheb imamının görüşü çerçevesinde cevap veriniz...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
S Çevrimdışı

salihmusab

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
verdiğiniz linkten:
"Haklarında casusluk yapılanların değişmesi ile hükmü de değişir. Eğer casusluk, müslümanlar aleyhinde ya da müslümanlar gibi tebaa olan zımmiler aleyhinde olursa haramdır, caiz olmaz."
O halde hangi hallerde Müslümanlara karşı kafirlere yardım etmek küfür olur? Çünkü tabir doğruysa Müslümanlara karşı kafirlere yardımın en kallavisini yapan casustur, Müslümanlara en büyük zararı veren yine casustur, yani kafirlere yapılabilecek en büyük dostluğu ve Müslümanlara gösterilecek en büyük düşmanlığı gösteren casustur. Casus bu fiiliyle kafir olmuyorsa, hangi durumda (vela-bera akidesi gereği) kişi kafir olur? Ya da kişinin fiili küfür olur?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Müslümanlar Aleyhine Casusluk Yapmanın Hükmü

İslâm alimleri adetleri gereği, cihad bölümünde, casusluk konularını kitaplarında işlemişlerdir. Bunun ise çok önemli bir hikmeti bulunmaktadır. Zira casusluk olayı, müslümanların durumlarını, düşmanına karşı en açık bir şekilde ortaya konulma konusunu içermektedir. Özellikle de tam savaşın kızıştığı bir anda böyle bir hareket daha büyük bir önem kazanmaktadır. Bunun içindir ki, İslâm alimleri cihad bahsinde, casusluk konusunu da dile getirmişler, bu konuda hükümleri açıklamışlardır. İşte ben de onların bu metodlarını izleyerek, bu konuyu cihad bölümünde ele aldım.

Tecessus bir şeyi gözetleyip, onun içyüzünü ortaya dökme olayıdır. Dolayısıyla bir müslümanın başka bir müslüman aleyhinde mutecessis hareketlerde bulunması çirkin bir ihanettir ve büyük günahlardan biridir. Çünkü böyle bir davranış kâfirlere gösterilen dostluğun bir başka şeklidir. Zira böyle bir durumda hüküm, kişiyi dinden çıkaracak noktaya kadar vardırır. Evet, şayet yapıîan casusluk, kâfirlere olan sevgi, dostluk sebebi ile yapılıyor, bunların müslümanlara karşı üstün gelip zafer kazanmaları arzu ve inancından doğuyorsa böyle bir hareket, kişiyi dinden çıkarır. Şayet böyle değil de, herhangi bir dünyalık için, kişisel bir çıkar uğruna bir makam veya benzeri bir gaye hedeflenerek casusluk yapıyorsa, bu takdirde o kimse büyük günah işlemiş olur.

Allah (c.c), Hatıb b. Ebî Beltea kıssasında görüldüğü gibi, uyarı ve ikazda bulunmuştur. Rabbim Hatıb (r.anh) olayıyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

(Hatıb b. Ebû el-Lahmî, Kurayşlilerin andlaşmah ve sözleşmelisi bulunan bir zat idi. Bir rivayete göre de bu zat, Zubeyr b. Avvam'ın sözleşmelisiydi. Bedir ve Hudeybiye'de bulunmuştur. Medine-i Munevvere'de 65 yaşında iken vefat etmiştir. Medine'ye gelişinin otuzuncu yılında ölmüştür. Osman -Allah hepsinden razı olsun- cenaze namazını kıldirmıştır. Allah (cc), Mumtehine sûresinde, Hatıb'ın imanlı olduğuna şehadette bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.) hicretin altıncı yılında Mısır ve İskenderiye kralı Mukavkıs'a onu elçi olarak göndermiştir. Mukavkıs kendisini birçok hediyelerle yollamıştır. Mısır'lı Mariye de bu hediyeler arasında idi. İstîab, 1/348, İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyizi's-sahâbe, 1/300)

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi (yüzünden peygamberin ve mu'minlerin maksadını) ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar, size hak olarak gelen Kur'an'ı inkâr etmişler; Rasûlu de, sizi de, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı yurdunuzdan çıkarmışlardır. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıkıp hicret etmiş senin, onlara sevgiyle (nasıl) sır veriyorsunuz? Ey kullarım oysa ben, gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak düz yoldan sapmış olur." (Mumtehine, 1)

Taberî bu âyeti yorumlarken tefsirinde diyor ki:

"Yakınlarınız, akrabanız, çocuklarınız, sizi Allah'ı inkâra sevketmesin. Böylece gidip Allah düşmanlarına sevgi kucağı açmak suretiyle dostluk kurmayasınız. Çünkü kıyamet gününde, Allah nezdinde, hiçbir yakınınız akrabanız ve çocuğunuz size yarar ve menfaat sağlamayacaktır. Allah'a itaat edenler cennete girecekler ve masiyet ehli ile küfür ehli ise cehennem ateşine girenlerden olacaklardır." (Taberî Tefsiri, 28/61)

İmam Buhari, "Sahih" adlı kitabında, senedi Ali (r.anh)'a varan şöyle bir rivayette bulunuyor:

Ali (r.anh.), diyor ki: Peygamber (s.a.v.), Beni, Zubeyr ve Mikdad b. Esved'i göndermek üzere (çağırdı) ve buyurdu ki: "Hemen Hâh bostanına kadar varın. Orada mahfe içinde yolcu bir kadın bulunmaktadır. Yanında bir mektup taşımaktadır. Hemen o mektubu onun elinden alıp getirin."
Biz hemen harekete geçtik. Atlarımızı koşturarak denilen bostana ulaştık. Bir de gördük ki, gerçekten orada mahfe içinde bir kadın bulunmaktadır.
Bunun üzerine kendisine: "
Hemen yanındaki mektubu çıkar ver" dedik.
Kadın,
bende herhangi bir mektub falan yoktur cevabını verdi.
Bu defa kendisine şöyle söyledik: "
Ya yanındaki mektubu çıkarır bize verirsin veya biz senin üzerindeki elbiselerini soyar çıkarırız."
Kadın hemen mektubu başındaki saç örgülerinin arasından çıkarıp teslim etti. Biz de onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'a götürdük.
Mektubta şöyle yazılıydı:

- Hatıb b. Ebî Beltea'dan, Mekke halkının muşrik insanlarına!
Rasûlullah (s.a.v.) bunu görünce: "Ey Hatib! Nedir bu?" diye sordular.
Hatib dedi ki:
Ey Allah'ın Rasûlu, benim hakkımda acele davranma. Ben, Kurayş ile bağlantısı (andlaşması) bulunan bir kimseyim. Ben bizzat Kurayş'ten biri değilim. Halbuki muhacirlerden yanında olanların Mekke'de yakınları ve akrabası bulunmaktadır. Muhacirler bu sayede Mekke' de kalmış bulunan çocuklarının himaye ve korunmasını sağlamış bulunmaktalar. Malları da aynı şekildedir. Halbuki benim Mekke'lilere soy bakımından herhangi bir yakınlığım yoktur. Bu bakımdan ben, yakınlarımın himayesine bir vesile olur diye, yanlarında bir iyiliğim olsun istedim. Yoksa ben, herhangi bir küfür ve dinden dönme gibi bir sebeble böyle hareket etmediğim gibi, İslâm'dan sonra küfre rıza gösterme anlamında bir şey sebebiyle de bu yola tevessül etmedim.
Rasûlullah (s.a.v.): Gerçekten Hatıb size doğruyu söyledi.
Fakat bu durum karşısında Ömer (r.anh) dedi ki:
Ey Allah'ın Rasûlü, beni bırak da bu münafıkın boynunu vurayım.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "
Hatıb, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne bilirsin, Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dilediğinizi yapın, ben sizi bağışladım."


İşte bunun üzerine Rabbimiz yukarıda mealini verdiğimiz Mumtehine sûresinin birinci âyetini indirdi.

(Buhari, Cihad, Meğazî, Hadis no: 4890; Muslim, Fedailu's sahabe, 161)

Allâme İbn Kayyım (rahimehullah), bu kıssaya dayanarak, casus müslüman da olsa, öldürülmesinin câiz olduğunu söylemekte gerekçe olarak şunu göstermektedir:

Ömer (r.anh), Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Hatıb b. Ebî Beltea'nın öldürülmesini istemişlerdir. Peygamber (s.a.v.), Ömer'in isteğine, "Bu adam müslümandır, dolayısıyla öldürülmesi helâl ve caiz değildir" diye cevab vermeyip, şöyle buyurmuşlardır: "Ne bilirsin, Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dilediğinizi yapın..."

Peygamber (s.a.v.), cevab verirken, burada şu noktaya dikkat çekmektedir:
Hatıb'm öldürülmesi hususunda bir engel vardır, engel de, onun Bedir halkından olmuş olmasıdır. İşte Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle cevab vermiş olması, sanki casusluk yapan kimsenin öldürülebileceğine dair bir cevaz gibi anlaşılmaktadır. Burada olduğu gibi, bir engelin olmaması halinde câiz görülmektedir. Bu, İmam Mâlik'in mezhebidir. Aynı şekilde, Ahmed b. Hanbel'in iki görüşünden biri de bu merkezdedir. Her iki grup da, bu hususta Hatıb kıssasını delil olarak getirmektedirler.

Bu hususta en doğru olan durum şudur:

Bu gibi hallerde iş, devlet başkanına, İmama kalmıştır. Şayet İmam (devlet başkanı), casusun öldürülmesinde müslümanlar için bir maslahat ve yarar görürse, öldürtür. Eğer öldürülmeyip bırakılmasında hayır umuyorsa, bu takdirde öldürtmeyip bırakır. En iyisini bilen Allah'dır. (İbn Kayyım, Zadu'1-Mead, 3/422)

Allâme İbn Kayyım (rahimehullah) der ki: Bu kıssadan yine şu hususları da yararlanarak çıkarabilmekteyiz:
Derece itibariyle şirkten aşağı bulunan büyük günahlar, bazan o derecede bir iyiliğin yapılmasıyla silinebilir. Nitekim, Hatıb'ın casusluğu, kendisinin Bedir halkından olmasıyla bağışlanmıştır. Çünkü böyle büyük bir iyiliği kapsamış bulunması, bir maslahattır. Bu, aynı zamanda Allah sevgisini ve rızasını içinde bulunduran ve bununla da sevinip övünen bir haldir. Zira melekler böyle bir fiili işleyeni övmüşlerdir. Dolayısıyla buradaki casusluk sebebiyle doğabilecek olan bir seyyie ve kötülükten daha önemli ve büyük şeyleri kapsamaktadır. Gerçi burada aynı zamanda Allah'ın gazabı da söz konusudur. Ancak bununla birlikte en kuvvetli olan zayıfa tercih edilmiş oldu. Durum böyle olunca ona yapılması gereken şeyi izale etti ve muktezasını geçersiz kıldı.

İşte durumun bu şekilde değerlendirilip ele alınması Allah'ın bir hikmeti gereğidir. Yani iyilik ve güzelliklerden doğan sıhhat ve sağlık, kötülüklerden doğan hastalık sebebiyle Allah'ın bir hikmeti gereği olmaktadır. Kalbin sıhhat ve sağhğıhı veya hastalığım neticelendiren bir gerekçenin sonucu olmaktadır. Zira Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak ki iyilik (ve güzellik)ler kötülükleri (küçük hata ve günahları) giderir." (Hud, 1114)

Bir başka âyette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Eğer yasak edildiğiniz (günah ve hatalardın büyüklerin)den kaçınırsanız, sizin diğer kusurlarınızı örteriz." (Nisa, 31)

Daha sonra İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle devam ediyor:
"Hatıb'ın imanını bir düşün hele. Bu iman, kendisini Bedir'de savaşmaya kadar götürmüştür. Bizzat kendisi Peygamberle birlikte bu uğurda hayatını ortaya koymuştur. Allah'ı ve Rasûlunu kavmine, yakınlarına, akrabasına tercih etmiş, onların hepsini düşmanın ortasında ve ülkesinde bırakıb hicret etmiştir. Hiçbir zaman bu hal, Hatıb'ın azminden bir şey kırmamıştır. İmanına bir zarar vermemiştir. Ailesinin ve yakınlarının, arasında bulundukları düşmana karşı çıkıp onlarla savaşmasına engel olamamıştır.

Ancak casusluk yapmak bir tür hastalıktır. İşte Hatıb'ta da bu hastalık tezahur edince buhran yani kriz başgöstermiş olmaktadır. (Tıb otoriteleri böyle, bir defa başgösterip kriz ve buhran halini alan hastaları böyle değerlendiriyorlar. Zadu'l- Mead, 3/425. (Haşiye=dipnot).

Hastalık patlak verince, hasta sanki kendisinde hiçbir rahatsızlık ve yorgunluk yokmuş gibi bir patlama gösterir. Ancak tabib (hekim veya doktor) onun imanının kuvvet derecesini görünce, bu iman derecesi, casusluk hastalığının çok çok üstündedir ve onu kahredebilecek güçtedir. Bu durumda ondan kan almayı veya onu ikiye ayırmayı isteyen kimseye, şöyle diyor:
"Bu hastalık kan aldırmayı gerektirmez. Ne bilirsin ki Allah (c.c), Bedir ehline muttalidir, onları bilmektedir. Çünkü onlar için şöyle buyurmuşlardır:
Dilediğinizi işleyin, ben sizi bağışladım."


Bunun tam aksi de Temimli Zulhaveysıra'dır.

(Temimli Zulhuvaysır: îbn Esîr onu, ondan öncekilere ek olarak "es-Sahabe"de zikretmektedir. Bunun tercemesinde, Buharî'nin el-Menakıb kitabında 6/617 (H.3610) ve Muslim'in Zekat bahsinde 2/740 (H.1063) de irade ettiğinin dışında bir şey yazmamıştır. Bu da Ebû Said hadisinden alınmıştır ki, Ebû Said şöyle diyor: "Biz Ra-sûlullah'ın yanında idik, kendisi ganimet paylaştırıyordu.
TemimoğuIIanndan Zul-huvaysıra adındaki bîr adam: "Ey Allah'ın Rasûlu, adil ol" dedi. İşte bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Yazıklar olsun sana, ben adil olmazsam, kim adil olacaktır?" İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyizi's-sahâbe, 1/485)


Bu ve Haricilerden benzerlerinin durumlarıdır. Sahabe bunların namaz, oruç ve Kur'an okumaktaki gayret ve üstünlüklerini gördüklerinde, kendi amellerini ve yaptıklarını adeta küçümsemişlerdir. Halbuki bunlar hakkında şu hadis gelmiştir:

"Şayet, onlara erişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi onları öldürürdüm."
(Muslim, Zekat, Hadis no: 1064)

Yine şöyle buyurmuşlardır:

"Öldürün onları. Çünkü onların öldürülmesinde, öldürenler için Allah nezdinde ecir vardır
(Buhari, Menakıb, Nubuvvet alametleri bahsi, 6/618; Muslim, Zekat, 2/746, Hadis no: 1066; Buhari , Hadis no: 3611)


Gerçekten aklı ve düşüncesi olan kimse, bu meseleyi gerçek anlamı ile değerlendirebilir. Çünkü buna fazlasıyla muhtaçtır, bundan faydalanmak durumundadır. Bu sâyede herşeyden yüce ve munezzeh olan Allah'ın yaratması, emri, sevab vermesi ve cezalandırması konularındaki hikmetini ve mârifetinin kapılarını, hem de büyük, kapılarından birini aralamış olabilirsin. Dengeleme hükümlerini ve bu konudaki mertebelerin farklı farklı oluşunu sezebilirsin. Bunları öğrenebilmen, işi, sebeblerine bağlamanla sağlanabilir ki, bunlar her bir nefsin kazandığı şey ile kaim olmaktadır." (İbn Kayyim, Zadu'1-Mead, C. 3, Sf: 424-427'den özetlenerek)

"Gerçi en iyisini Allah bilir. Fakat benim kanaatim de şudur ki, İmam Malik'in ve Ahmed b. Hanbel'in ashabından İbn Akîl'in ve bu ikisi dışındakilerin şu husustaki görüşleri bence de uygun olanıdır. Buna göre, müs-lüman casus, öldürülmelidir. Zira Hâtıb olayındaki gerekçe gözönünde tutulursa, bu gerekçe Hatıb'ın öldürülmesini engellemektedir. Başkası konusunda ise herhangi bir gerekçe kabul edilmemektedir. Hatıb'ın özel bir durumu vardır. Yoksa öldürülmesine, onun müslüman olması bir gerekçe olmamaktadır. Eğer müslüman olması, casusun öldürülmesine bir engel teşkil etseydi, bu takdirde bundan daha özel bir gerekçe (Bedir ehli olma gerekçesi) getirilmezdi. Zira bir hüküm için genel olan bir şey, gevrekçe kabul edilirse, artık özel durumların bunda bir etkenliği olamaz. İşte bu çok daha kuvvetlidir. Yine de en iyisini bilen Allah'dır." (İbn Kayyim, Zadu'1-Mead, C. 3, Sf: 114 ; İbn Ferac el-Malikî, Akdiyetu'r-Rasûl, sf: 25)

Kur'an'ın iniş hitabı bakınız şöyledir:

"Ey îman edenler, benim de düşmanım sîzin de düşmanınız olanları dost edinmeyin (veliler olarak edinmeyin)." (Mumtehine, 1)

Bu ayete göre, Hatıb mu'min ismine sahibdir, bu vasfı taşımaya da haklıdır. Aynı zamanda âyet genel hatlarıyla yasaklamayı ve nehyi içermektedir. Ancak burada Hatıb'ın durumunu gösteren özel bir sebeb vardır. Gerçi ayet, Hatıb'ın yaptığı iş, bir tür muvalat yani onları dost edinmedir ve bu, meveddet (sevgi besleme) ile de daha aşırı gidildiği gösterilmiş olmaktadır. Gerçekten bunu işleyen kimse orta yolu kaybetmiştir, sapıtmıştır. Ancak Peygamber (s.a.v.)'in onun hakkındaki: "Size doğruyu söylüyor, firakın yolunu" ifadeleri, onun kâfir olmadığını bildirmektedir. Kişi Allah ve Rasûlune karşı şubhesiz bir imanla iman etmiş ve fakat bunu dünyevî bir amaçla yapmış ise, kafir olmaz. Şayet kafir olmuş olsaydı, Peygamber (s.a.v.), onun için şöyle buyurmazdı: "Bırakın yolunu." (Şeyh Suleyman b. Sehman, İrşadu't-Talib, s:15)

Eğer casusluk yapan kimse kâfir biri ise, bu kimse öldürülür ve öldürülmesi de gereklidir, vâcibdir. Çünkü Peygamber (s.a.v,) muşriklerden bir casusu öldürtmüştür.
İyas b. Seleme b. Evka rivayet ediyor. Bu zâtın babasından rivayetine göre, babası şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) bir seferde bulunuyorken, yanına muşriklerden bir casus geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabının yanında oturdu, bir şeyler konuştu. Daha sonra ayrılıp gitti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), 'onu arayın ve öldürün' buyurdu.
(Ebu Seleme) onu buldu ve öldürdü", o casusun üzerinde ne varsa, Rasûlullah (s.a.v.) tümünü onu öldürene verdi."

(Buhari, Cihad, 6/168, Hadis no: 3051; Ebû Davud, Cihad, 3/112, Hadis no: 2653)

(Sâid el Kâhtani, İslam'a Göre Dost ve Düşman, C.2, Bölüm 3, Allah Yolunda Cihad Başlığı)





Casusun Hukmu:

Küfür diyarının kâfir casusu; öldürülür. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır. Hattâ Nesaî'nin rivayetinde Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına bu adamı arayıp öldürmelerini emir buyurduğu bildirilmektedir.

Casus muâhed (yâni pasaportlu kâfir) veya zimmî (Musluman teb'ası olan kâfir) olursa; İmam Mâlik ile Evzâî'ye göre ahdini bozmuş sayılır. İstenilirse köle yapılır; öldürülmesi de caizdir. Cumhûr-u ulemâ ise muâhedin casusluk sebebi ile ahdi bozulmadığına kail olmuşlardır; meğer ki casusluk yapmaması vakti ile şart koşulmuş olsun!

Casus müslümansa; Düşman hesabına casusluk yaptığı tesbit edilen bir müslümanın öldürülmesi câiz değildir. Böyle bir casusun ölüm cezasının dışında bir ceza ile cezalandırılıb cezalandırılmayacağı hususu ulema arasında ihtilaflıdır.
Rey taraftarlarına göre eğer bu kimse müslümanların sırlarını düşmana bildirmişse şiddetli bir şekilde dövülür ve uzun zaman hapsedilir.

İmam Âzam, Şafiî, Evzâî ve bazı Mâlikîler'le cumhura göre öldürülmez. Hükümet ona munasib göreceği dayak ve hapis gibi cezalar verir ki, buna ta'zîr denir.

İmam Mâlik: «Böylesi hakkında hükümet reisi ictihâd eder.» demiş; fakat bu ictihadı tefsir etmemiştir.

Kaadî Iyâz: «Mâliki'yyenin büyükleri öldürüleceğini söylemişlerdir.» diyor.

Buhâri, 'düşman diyarından emansız ve izinsiz olarak gelen bir harbî, islam memleketine girdiğinde bunun hükmü'nün ne olabileceğine dâir açtığı bir babında rivayet etmiştir.

Fakat Buhâri: "Bu harbi öldürülür mü, öldürülmez mi? Bu konuda nefyen ve isbâten hiç hüküm bildirilmemiştir. Sebebi de meselenin âlimler arasında ihtilaflı olmasındandır.

İmam Mâlik, İslam diyarına izinsiz gelen harbî hakkında tayin edilecek cezâyı devlet reisinin ve hükümetin re'yine bırakmıştır ve bu makule harbînin (ictihadla cezalandırılması gerektiğine inandığını ifade) hükmü, diğer muhariblerin tabi oldukları hüküm gibidir," demiştir.

Evzâî ile Îmam Şâfıî; "Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî, elçilikle ve düşman tarafından siyâsi bir vazife ile geldiğini iddia ederse bu iddiası kabul olunur," demişlerdir.

İmam Evzai'ye göre, eğer bu casus müslüman ise, devlet reisi veya onun vekîli bu casusu ibret teşkil edecek şekilde cezalandırır ve onu sürgün eder. Eğer zımmî ise müslümanlarla olan andlaşması bozulmuş olur.

İmam Şafiî'ye göre ise, eğer bu casus müslümanlara hizmet etmiş ve hizmetiyle onların güvenini kazanmış biri olursa ve bu suçu yanlışlıkla yaptığı anlaşılırsa ona ceza verilmez. Eğer bu özellikleri taşımıyorsa ta'zir cezasıyla cezalandırılır.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yûsuf ve Ahmed İbn Hanbel; "Harbî'nin bu tür bir iddiası kabul olunmaz. Bu, müslümanlar için fey'dir, kendisi esir ve selebi ganimettendir," demişlerdir.

Ebu Yûsuf, İslâm devletinin tebası olsun veya olmasın gayri muslim casuslara ölüm cezası ve islam dininde olanlara da hapis ve bedenî işkence cezaları verilmesi fikrindedir. Muasırı eş-Şeybâni, casusluğu hırsızlıktan daha hafif görür ve İslam devletinin tebaasının casusluktan dolayı boyunlarının vurulmaması mutalaasında bulunur. Yabancılara gelince onlara karşı hiç merhameti yoktur.

İmam Muhammed, "Harbî ve malları, onu yakalayan gaziye aittir," demiştir.
Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî casus olursa mevzumuz olan İbni Ekvâ hadisinden istifâde edilen hükme göre bu casus öldürülür. Bu babda ulemânın icmâı vardır.
Casus harbi olmaz da, muâhid bir devlete mensub, yahut zımmî veya haraca bağlanmış birisi olursa, Mâlik'le Evzâi'ye göre bu casus, ahdini bozmuş sayılır. Devlet isterse onu köle yapar, dilerse katleder, katli câizdir; demişlerdir. Fakat ulemânın cumhuruna göre bu kimsenin ahdi bozulmuş olmaz. Fakat ahidnâmede taraflardan birinin casusluk yapması halinde ahdinin bozulacağı zikredilmişse o zaman ahdi bozulur.

Ceza bahis konusu olunca erkek ile kadın arasında hiç bir fark gözetilmez. Bununla beraber İslam hukukşinasları, ruşde varmamış bir kimsenin hiç bir şekilde ölüm cezasına çarptırılamayacağını söylerler. (M. Hamidullah, İslamda Devlet İdaresi, s. 189 - 190)
 
Üst Ana Sayfa Alt