Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Cevşen Şia Bidatidir, Uydurulduğu Katidir

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
CEVŞEN ŞİA BİD’AT’İDİR , UYDURULDUĞU KAT’İDİR
images

Cevşenin Farisi kökenli olduğu , ehl-i sünnet itikadına şia’dan sızdığı aşikar bir gerçektir. Özellikle Türk tasavvufunda yer bulması zaten şia mahrecinin bir gizli nişanesidir. Tasavvuf ekolü her ne kadar şia’ya karşıymış gibi görünse de , Tasavvuf içindeki ve hayat dinamiklerindeki şia patentli dini sembolleri çıkardığımızda ortada ne tasavvuf ne de İslam’dan bir eser kalır !

Cevşen; Farsça kökenli bir kelime olub lugat olarak “zırh , zırhlı gömlek” anlamındadır. Laik Demokratik Türkiye’nin kontrolünde bulunan “dırar”larından biri olan diyanetin ansiklopedisinde bile Cevşen maddesinde özetle diyor ki: Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, "zırh, savaş elbisesi" anlamına gelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Peygambere isnad edilib, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir denilen iki duanın ortak adıdır.

Cevşen-i Kebir (cevşen): Rivayete göre Uhud’da savaşın şiddetlendiği bir sırada, Peygamber ellerini açarak ALLAH’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve; "
Ya Rasulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır" demiştir.

Bu olayla ilgili Şii kaynaklarında Musâ el-Kâzım - Ca’fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Huseyin ve Ali tarîkıyle Peygamber’e isnâd edilir : "ALLAH c.c. Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi ALLAH ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile ALLAH’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mumin ise azab görmez. Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün mûminlerinki kadar sevab kazanır, asla Cehenneme girmez."(!)

Cebrail, Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mûmin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiş. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek mustakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır.
Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.
Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.
Cevşen-i Kebîr, her biri ALLAH’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtivâ eden yüz bölümden ibaret uzunca bir duâdır. Her bölümün sonunda "Subhâneke yâ lâ ilâhe illâ ente’l-emâne’l-emân hallisnâ / ecirnâ / neccinâ mine’n-nâr" (Subhânsın yâ Rab! Sen’den başka yoktur ilâh! Emân diliyoruz Sen’den, Koru bizi Cehennem’den!) ibaresi tekrarlanmaktadır.

Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı cahil mirasyedi Sunni çevreler arasında da ilgiyle karşılanmıştır. Duayı, Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin, tarikatla ilgili “Mecmuatu'l-ahzab” adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından mustakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.
Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazım’dan itibaren imamlar yoluyla Peygambere nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir.
Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki “Kutub-i erbea”da da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitablarda mevcud olması da bu görüşü desteklemektedir.

Cevşen sahih olamaz

Cevşen’in faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, ALLAH’ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve ahiratin bütün kötülüklerinden korunub mutluluğa erişmesi, İslamiyet açısından, hatta bütün semavi dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kutsi duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki, Cebrail bu konuda Peygamberi uyarmış olsun. Kaldı ki bu dua, herkesin vakıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen imkansızdır. (Diyanet ans. Cevşen maddesi, sf: 462-464)

Diyanet Ansiklopedisi’ndeki bu bilgiye göre, Cevşen duasının Ehl-i sünnet kaynaklarında bulunmaması ve fazileti ile ilgili rivayetlerin İslamiyet ve ehli sünnet inançlarına aykırı bulunması, Şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i erbea’da bulunmaması da, bunun sahih olmadığını göstermektedir.
Bu duayı üstünde taşıyanın asla Cehenneme girmemesi de, ilim ile bağdaşmayan bir ifadedir. Çünkü hepsinden kıymetli olan Mushaf’ı (Kur’an-ı kerimi) bile üstünde taşıyan kâfir, Cehennemden kurtulamaz.
Şiiler, Cevşeni savaşlarda kullanmışlarsa da, bir faydasını görmemişlerdir. Mesela Irak-İran harbinde ölen Irak'lı Şii askerlerle, İran'lı Şii askerlerin üstlerinde cevşen duası bulunmuştur. Ayrıca üzerinde cevşen olduğu halde kaza geçiren çok kimse görülmüştür.

Güya Cevşenü'l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir.
Cebrail gelerek Muhammed'e (s.a.v.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır." demiş(!).
Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ummete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Ya Rasulullah, bu duâ Cenab-ı ALLAH'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını ALLAH'tan başka kimse takdir edemez."
(Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin , Mecmuatu'l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.)

Davut Aydüz der ki; "Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen’in faziletine dair hadis, ehl-i sünnet’in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, "Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur, Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez, Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez"... gibi. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle -ehl-i beyt imamları kanalıyla geldiği için- bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir…"


Cevşen vesilesiyle düşülen bir şirk şöyle anlatılıyor;
"Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Said Nursi , el-Cevşenü’l-Kebîr’i okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder: "Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar..."
[Risale-i Nur Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I)]

Şia ve nurcular, cevşen duasının ehlibeyt imamları vasıtasıyla geldiğini iddia ederek tenakkuza düşmüşlerdir. Zira zehirlendiği rivayet edilen Hasan (r.anh) ve diğer ehlibeyt imamları, Kerbela şehidi Hüseyin (r.anh) ve etrafındakiler cevşen’in bu faziletinden neden istifade edemediler ? Düşündürücüdür ! Tabi temiz akıl sahibleri düşünür.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) mağarada Ebu Bekir'e (r.anh) hafi zikir talim buyurduğu gibi Cevşen de büyük kutubların ve güvenilir evliyanın uhdesinde mevsuk bir şekilde bulunmakta ve tâlim edilmekte olduğundan, ayrıca rivayet edilmesine ve meşhur kitaplara alınmasına ihtiyaç duyulmamıştır zırva savunumuyla senetsiz ve uydurma olduğunu itirafına rağmen meşruiyet kazandırılmaya çalışılması ancak cahillerin kabulleneceği işlerdir.

Cevşen hakkında Fikret Şanlı'nın yazısı da şu şekilde;
"Cevşen- i Kebir ve Cevşeni Sagir olmak üzere iki dua vardır. Uhud harbi esnasında Efendimizi öldürme teşebbüsleri çoğalıb havanın da sıcak olması hasebiyle zırhında yük yaptığı bir ortamda Cebrail (a.s.) gelir ve : “Ey Muhammed! Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır.
[ İslam Ansiklopedisi Cevşen bölümünde güzel mülahazalar vardır. Konuyu daha derin araştırmak isteyenlere tavsiye olunur. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 7, sf: 462-3-4]
(Bu veya buna benzer metinler cevşen satılırken ufak bir kağıtla beraber verilir.)

İşte yaklaşık 15 sayfa olan bu dua bize böyle gönderilmiştir. O günden bu güne kim onu üzerinde taşırsa başına musibet gelmez. Evinde olursa evi yanmaz. Çocuğunda olursa başına bir şey gelmez. Dini kasko olsa olsa budur herhalde !

Bu konu hakkındaki ilmi mutalaalardan şu sonuçlar çıkmıştır:

1- Peygamber Efendimiz Uhud’da zırhını çıkarmamıştır. Hatta üzerinde iki zırh birden vardı.
[İslam Tarihi Mustafa Asım Köksal, c. 3, s. 172]

Rasulullah’ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilâkis, Peygamber’in şöyle buyurduğu sabittir:
"Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Tealâ hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz."
(Hadisin tahrici: İbn Hişam, 2/63, 66; İbn İshak’tan, o da Zuhrî ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir. Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir. Dârimî (2/129, 130) ise mevsul olarak İbn Zubeyr yoluyla Cabir’den aktarmıştır, ravileri sikadır. Bu hadisin İbn Abbas’tan rivayet edilen şahidini ise Hâkim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hâkim isnadı sahih görmüş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.-
İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, çev. Şükrü Özen, İklim Yayınları, İstanbul 1988, 3/240.)


Üstelik Cebrail (a.s.), Peygamber’e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Hendek Harbi’nde kâfirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine’ye dönüp silâhlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah’a gelmiş ve "Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silâhı bırakmadılar. Allah Tealâ, sana Benî Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum." demişti. (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/3886. Muslim, Cihâd ve’s-Siyer, 22/65; 23/69)

Savaşta zırhı çıkarmak şöyle dursun, Peygamber (s.a.v.) Uhud Günü iki zırhı üst üste giymiştir. (İbn Mâce, Cihâd, 18/2806. Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhārî’nin şartı üzere sahihtir)
Yine aynı savaşta Rasulullah’ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhārî, Megāzî, 26/113; Muslim, Cihâd, 37/101)
Rasulullah’ın savaşlarda kullanmak üzere 9 kılıcı, 7 zırhı, 6 yayı, 2 kalkanı, 5 mızrağı, 2 miğferi vb. silâh ve teçhizatı vardı. (İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/120-121)

Herhâlde, bu Cevşen’den sonra hepsini kaldırıp atmıştır!... (Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Biz ona (Davud’a), sizin için, sizi savaşın şiddetinden korumak için, giyecek (zırh) yapma sanatını da öğretmiştik. Şimdi siz, şükreden kimseler misiniz?" (Enbiyâ, 21 / 80.)
Katâde der ki: "İlk zırh yapan kimse, Dâvud (a.s.)’dur. Çünkü, zırhın yapıldığı o malzeme, daha evvel geniş levhalar hâlindeydi. Binaenaleyh, onu delib de ören ve böylece bedene giyilecek hâle getiren ilk kişi, odur."
(...) ("Sizi savaşın şiddetinden korumak için"in) manası, "Sizi yaralanmaktan, öldürülmekten, kılıçtan, oktan, mızraktan korusun diye..." demektir. (...) Allah, "Şimdi siz, şükredenler misiniz?" buyurmuştur. Yani, "Bu sanatı size muyesser kılmasından ötürü, Allah’a şükrediniz..." demektir. (Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 16/193-194.)
Bu zırh çıkarma uydurması, hem Hz. Dâvud (a.s.)’a bir küfran-ı nimet, hem de Allah’a şükredilmesi gereken bir konunun Hz. Peygamber için iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.)

2- Cevşen’in Sunnî kaynaklarda bulunmaması, Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki “Kutub-i erbea”da da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitablarda mevcud olması bunun uydurma olduğunu gösterir.

Cevşen ile ilgili rivâyetlerin, hadîs usûlünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadîsin kabulünü gerektiren mutevâtir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen’in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musâ el-Kâzım - Câfer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeyn'el âbidîn - Huseyin ve Ali tarîkıyle Peygamber’e isnâd edilmesi, yani hep Şiâ’nın sahib çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sunnî alimlerin ve toplumunun bu rivayeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.
Cevşen’in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve musbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı, Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini
(sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü âlimi, cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir. Her ne kadar sofiye ehlince hadis usulü diye bir şey olmasa da (onlara göre hadisin sahihliği şeyhlerine evliyalarının kalbine ALLAH tarafından hadisin keşfolunmasıdır. Ehl-i sünnet ne kadar uydurma olduğunu ilmi olarak ispat etse de tasavvufun şeyhleri okeylemişse o neredeyse Ayet mesabesindedir.) ehl-i sünnete göre vardır.

Şimdi buraya diyalogsever Fethullah Gülen’in kendi yazısından konuyla ilgili itikatlerini deşifre edeceğim :

Bazen hadîs kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadîs alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbânî der ki: "Ben, İbn Mes’ûd’dan, Muavvizeteyn’in (felak ve nas sureleri) Kur’an’dan olmadığına dair rivâyetini görünce bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’an’dan olduğuna dair ihtâr aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım".
Bazılarının bizim kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’an’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbânî’den bir misâl diyor ki: "Ben bazı hususlarda İmam Şâfiî’yi taklîd ediyordum. Ancak bana İmam Ebû Hanîfe’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsâs edildi. Ben de Ebû Hanîfe’ye iktida ettim...".
Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu katagoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar "Keşfen aldık" dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadîs krıterleri içinde tahlîl etmek imkansızdır. Onun için de, hadîsçiler bu tür ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı manasına da gelmez. Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen manası itibariyle Efendimize ilhâm veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır. (işte senet (!))

Bu hususlara şunu da ilâve etmek faydalı olur kanaatindeyim. Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bedîüzzaman gibi bir sahip-kıran, Cevşen’i kabullenip onun vird edinmişlerdir. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhân olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır. “
(M. Fethullah Gülen, Prizma-1, İzmir 1995, s.119-122.)

55450_2.jpg
Hatadan munezzeh önderleri ve kalabalık yığınların bu senetsiz metni güzele kapılmalarını şantaj olarak göstererek ehli sünnete uygun şekilde hadis usulüne uymamızı kınıyor ve aba altından tehdit ediyor. Bu bid'atçilere sözümüz “hadi ordan sende” olacaktır .

3- “Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur", "Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez" veya "Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez ...v.b." akideye muhalif inançlar cevşenin ne olduğu hakkında bırakın Sünni kesimi , Kendileri daha da sapık olmasına rağmen ehl-i kitaba bile tebessüm ettirecek boyuttadır.

4- 15 sayfalık metnin sahih olması çok zor görünmektedir. Çünkü bu metin, bilinen bir vakıayı, bir kıssayı veya tarihî bir olayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zabtedilib tekrarlanması, Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi uzun ve çok zor denecek kadar güçtür"

5- Madem bu dua Peygamber Efendimizi koruyacaktı da Efendimiz , Uhud harbinde niye yaralandı?

Ebu Said el Hudri der ki:
Rasulullah’ın yüzüne baktım. Her iki şakağında gümüş para yerini andırır iz, alnında saçının dibinde de bir yara vardı. Alt dudağı yarılmış, sağ yanındaki rebaiye dişinden birisi de kırılmıştı... Yardım edilmedikçe attan inemedi... Her iki Sade (Sa’d b. Ubade ile Sa’d b Muaz'a) dayanarak evine girdi.”
[İslam Tarihi Mustafa Asım Köksal, c. 3, sf: 233]

Hani bu dua zırhtan daha iyiydi ?
Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu?
Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi?
70 kadar sahabi neden şehid oldu ?


6- Cevşeni takarak güvende olma itikadi İslam’ın tevekkül mantığına ters. O halde bu hadis nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay ehl-i sünnetin ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitablarında. Peki bu uydurma şey bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız:
Bu duanın aslı cevşen kelimesinde saklı. Cevşen Farsça
(şia) bir kelimedir. Zırh demektir. İran kaynaklarına göre Cevşen-i Kebir ile ALLAH’a müracaatta bulunan kimseye Bedir Şehidleri derecesinde 900.000 şehid sevabı verilir. Bu duayı kefenin üzerine yazan mü’min azap görmez onu okuyan kimse dört semavi kitabı okumuş gibi olur... v.s, v.s....
Cevşen baskılı kefenlerin ehl-i sünnet cenaze işleri müdürlüğünde bulunması an meselesidir .
Hakikaten buna inanılır mı derdim ama inanılıyor. İran’da binlerce cevşenli kefen var bizde de cahil ve tasavvuf tıyniyetli binlerce insan.
Her dönemde dinini bilmeyen insanları istismar etmek için birileri çıkıp din adına bir şeyler uydurup onunla menfaat sağlamak isteyen insanlar çıkmıştır. Hristiyanlar da cennetten arsa satmadılar mı?
Yıllar önce Fethullah Gülen’in Zaman gazetesinin ikinci sayfasında cevşen adı altında üç gün boyunca tam sayfa yazısı çıkmıştı. Sonuç olarak şu kanıya ulaşılıyordu:
"Evet! Bu olay ehli sünnetin hadis kitaplarında yok.

Evet! Bu olayın silsilesi şia silsilesi.
Evet! Bu olayın aslı olmayabilir. Ama bu duayı üstadın okuması bizim için yeterlidir."

Bundan sonra iki konunun izah edilmesi gerektiği kanısındayım.

1- Mesele: Madem bu olayın aslı yok zira "din isnaddır.” buyuruluyor. Peki niye halen cevşen satılırken bu kayıtlar veriliyor. Bu tip insanlara ancak şu ayet mealini söyleyebiliriz: “ALLAH’ın ayetlerini az bir paraya satmayın.”
Az bir paraya satmayın, yani dini istismar edip dinin sırtından zengin olmaya kalkarsanız ne kazanırsanız kazanın o az bir para olacaktır, haberiniz olsun.
Nur Cemaatinin ayrılmasının sebeplerinden ve Risalelerdeki ebcet hesabı hatalarından bahseden bir kitapta [İşaratı Gaybiye ve Ayniye, Yazan M. Ali Nebioğlu, 1964, Ankara] bu sebeblerin başında Risalelerin kârının kimde kalacağında anlaşılamamasıdır der.

2. Mesele: Aslında bu en önemli meseledir. İnsanların cevşeni takarken bu inançta olmalarıdır. Kendilerini bu kağıdın koruyacağını zannederler ve kağıdı asarak yardım beklerler ki bu insanları cahiliyyedeki puta tapanlar gibi putperestliğe alıştırma gibidir. Oysa ALLAH istemedikçe dünya ve içindekiler ne isterse istesinler onlara bir şey olmaz.
Kuvvet ve kudret sahibi olan ALLAH’tır ki insanlara bunun ilahi bir yönünün olmadığı söylense ve sadece bunda ALLAH’ın güzel isimleri, dualar, Bedir ashabının ismi var denseydi cevşen bu kadar yayılır mıydı?"
Ezcümle ; İsnad olarak sabit olmayan Cevşen duasının –savunanların da kabullendiği gibi - şia uydurması olduğu sabittir.

[Şia'nın dua kitaplarından el Kummî'nin Mefatihul Cinan adlı eserinde, el Kef'ami'nin Beledul Emin adlı eserinde kopuk bir isnad ile zikredilmiştir.]

Nurcular; "Şiilerin rivayetlerinde de sahih şeyler bulunabilir, Ehli Sünnet alimleri şiadan hadis almaktan çekindikleri için pek çok doğru şeyden mahrum kalabiliriz" bahanesiyle cevşen'e meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Bu sözleri ilimden nasibsizlerin sözüne benzemektedir. Zira ALLAH Teala itikadı sahih olsa bile fasık (günahkar) birinin getirdiği habere itibar edilmemesi beyan ederken, yalan söylemeyi dinen vacib olarak gören Şiilerin anlattıklarına nasıl itibar ederiz?
Ehl-i sünnet alimlerinin şia'dan hiçbir rivayette bulunmadıkları yolundaki iddia da çok su götürür. Ehli Sünnet muhaddisleri bidat fırkalarından rivayet hususunda hassas kriterler koymuşlardır. Bunlardan bazıları; rivayette bulunan kişinin kendi fırkasının davetçilerinden olmaması, yalanı caiz gören fırkalardan birine mensup olmaması gibi hususlardır. Bu ve benzeri şartların haricinde kalanların rivayetleri Ehli Sünnet kaynaklarda mevcuttur. Dolayısıyla Rafızilikte aşırı olmayan Ali bin Zeyd bin Cüdan, Cerir Bin Abdilhamid, Atiyyetul Avfi gibi pek çok şii raviler kütübü sitte ricali arasında yer bulmuştur.
Şii ravilerin rivayet ettiği hadislerden sahihi, zayıfı ve uydurma olanları Ehl-i Sünnet kaynaklarda mevcut olup, cevşen ile ilgili rivayete asla itibar edilmemiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevi'nin nakletmesine gelince, bilindiği gibi o, sufidir.

Sufiyye ise özellikle son dönem sufileri, Ehli Sünnete pek çok hususta muhalefet ederek Batınîlik ve Şia'ya meyillidirler. İsmail Hakkı Bursevi gibi pek çok sufi, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e isnad edilen rivayetin sahih yada uydurma olmasına aldırmadan amel etme gereğine inanmışlardır.


Halbuki ALLAH Azze ve Celle dünyevî hususlarda bile zanna tabi olmayı yasaklamıştır. Kaldı ki dini hususta zan bile ifade etmeyen, uydurma oluşu alenen ortada olan bir hikaye ile nasıl amel edilebilir?
Cevşenin isnadının sağlamlığından dem vuranlar, rivayetin isnadını Musa Kazım r.a. ile başlayarak zikrederler ve sahihmiş gibi bir görüntü vermeye çalışırlar. Fakat Musa el Kazım'dan bunu rivayet ettiği söylenen şii ravilerden bahsedilmez!
Muhtevası hakkında ise; "Bu duanın içeriğinde sakıncalı bir husus yok, esma-ul Husna ve ayetler içeriyor" denilerek aklen güzel görülerek savunulmaktadır. Bir amelin makbul olabilmesi için iki şartın birlikte olması zorunludur; ihlas ve sünnete uygunluk.


Fudayl Bin İyad (r.h.) der ki; "Bir amel ALLAH için halis olub da, doğru olmazsa kabul edilmez. Yine bir amel doğru olub da ALLAH'a has kılınmazsa yine kabul edilmez. Amelin halis olması; yalnız ALLAH rızası gözetilerek yapılmasıdır. Doğru olması ise; sünnete uygun olmasıdır."
[Ebu Nuaym, Hilye, (8/95)]

Bidatlerin çirkinliğinden Daha önceki yazılarımızda bahsederek delillendirmiştik.

Ebu Zerr (r.anh)'ın rivayet ettiği sahih hadiste Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve selem; "Sizi cennete yaklaştıracak olan ve cehennemden uzaklaştıracak olan her şeyi açıkladım" [Taberani, Mucemu'l Kebir(1647) buyurmuştur.
O halde neden ayetlerle ve sahih hadislerle sabit olan dualar bırakılıb tavsiye edilmeyen bir dua metni ile nesiller boyu meşgul olunur?

İmam Malik de şöyle der;
"Kim güzel bularak bidat çıkarırsa, Muhammed s.a.v.'in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira ALLAH Teala; "Bu gün dininizi kemale erdirdim"(Maide 3) buyurmuştur. O gün dinde olmayan bir şey bu gün de dinden olamaz."
[Şatıbi, el-İtisam(1/64)]

Nafi (r.h.) anlatıyor;
İbni Ömer (r.anhuma)'nın yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselamu ala Rasulullah” = ALLAH’a hamd Rasûlune selam olsun dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Ben elhamdulillah vesselamu ala Rasulullah mı diyorum Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala kulli hal” = Her zamanda ve her zeminde ALLAH’a hamdolsun dememizi öğretti.”

[Tirmizi, (2738); Hakim, (4/265) isnadı hasendir]

Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer (r.anhuma) tarafından tepkiyle karşılanmıştır.


Abdullah Bin Mugaffel (r.anh) oğlunun; “ALLAH’ım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca;
“Peygamber Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ummette duada haddi aşanlar olacaktır.”

[sahihtir. Ebu Davud (96,1480); Deylemi (3440); Ahmed (1/172); İbni Hibban (15/166); Hakim (1/267); Beyhaki (1/196); Abd Bin Humeyd, Musned (1/180); Huseyni El Beyan Vet Tarif (2/181); Tuhfetul Ahvezi (1/157); Neylu'l Evtar (1/215) ; Tayalisi (1/28); Feyzul Kadir (4775); İbni Mace (3864); Kenz (3295) benzerini; Cem’ul Fevaid’de(9252) Rudani nakleder.]

Berâ b. Âzib (r.anh)’den rivâyete göre, Peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıb şöyle de;
ALLAH’ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkub seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıb kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.”
Bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun
”;
Berâ diyor ki:
Ben gönderdiğin Rasûle dedim…” Bunun üzerine Peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem göğsüme vurdu ve; “Gönderdiğin peygambere de ” buyurdu.

[Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Muslim (2710) Tirmizi (3391) Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048)]

Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilk yapılması caiz görülmemişken, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?
Rasulullah s.a.v.’in sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma-ul Husna’dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşeni çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.
Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu islami bir usül değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere sahib olmasıdır.
İslam’da gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir. Mehdilik iddiasıyla birkaçı ortalıkta dolaşarak kendilerinin bir takım füyuzata ve keşiflere muhatap olduklarını, Mehdilik görevinin kendilerine verildiğini söylemektedirler. Bunlardan birisi İsa (a.s.)’ın manen nuzul ettiğini ve kendisinin arkasında namaz kıldığını söylerken, diğeri de çıkardığı ebced hesaplarıyla kendisinin Mehdi ve oğlunun da aslında İsa a.s. olduğunu söylüyordu. Belki iyi bir niyetle işe başlamışlardı ama sünnetten sapmak onları bu şekilde mecnunlar haline getirmişti.


İmam Muslim, Sahih’in Mukaddimesinde "İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Bab" açar ve şöyle der:
"Bu babta, rivayetin ancak mevsuk ravilerden kabul edilmesi lâzım geldiği; ravilerde bulunan kusurlar sebebiyle onları cerh etmenin caiz, hatta vacib olduğu; bunun haram olan gıybet değil, bilâkis şer'-i şerifi müdafaa manasına geldiği görülecektir."

(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)

Muhammed b. Sirin demiştir ki: "Şubhesiz ki bu ilim (isnad) dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!"
Abdullah b. el-Mubârak de şöyle demiştir: "
İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, muhakkak her isteyen istediğini söylerdi."
(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)

ALLAH ummeti (ehl-i sünneti) İslam’ın iki kaynağı olan Kuran ve sahih sünnete uygun şekilde amel ve ibadet eden muvahhid Müslümanlardan eylesin .


وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
Sen ölümsüz ve daima diri olan ALLAH’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak o yeter. [Furkan suresi 58. ayet]

وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“İnanlar ancak ALLAH’a güvensinler” [Al-i İmran 160. ayet]




 
J Çevrimdışı

jadederail

Üye
İslam-TR Üyesi
ben ilim sahibi değilim ama şia veya sünni hiç fark etmez ve hatta vahhabiliği bile red etmiyorum .. yukarıda ki yazının çok uzun olması itibarı ile okuyamadım tamamını ama kötü bir yanının olmadığını sanıyorum

halbu ki isterdim ki bu güzel bilgilendirme daha kısa bölümler halinde verilseydi daha dikkatli okunur ve mesele anlaşılırdı çünkü bunca emek verilmiş bir şey etkisizleşince fayda sağlamıyor ve emeği geçenin emeği boşa çıkıyor ..keşke böyle olmasaydı... emeği geçen arkadaşa genede teşekkürü bir borç. bilirim.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
kardeş tavsiyeniz için tsk ederiz ancak nasıl bir şey düşünürdünüz onuda yazarsanız daha isabetli olur.
 
J Çevrimdışı

jadederail

Üye
İslam-TR Üyesi
amacım tenkit asla değil. hani bunca ilmi konunun daha kısa ksa bölümler halinde olsa daha faydalı olacağını sanıyorum... mesela ben sırf bu şekli ile sıkıcı bulduğum için mesela okuyup faydalanamadım ve demem o dur ki amaç hasıl olsun.
 
hayalet Çevrimdışı

hayalet

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
kardesim Rabbim sizlerden insaAllah razi olsun ve hepsini okudum cok guzel bir anlatim ve Rabbim ogrendiklerimizle amel etmeyi nasib etsin insaAllah ....
Bilmedigimiz cok seyler var ...............

birde anlamadigim birsey daha insanlar yani bizler Guzel O en Guzel Kitabimiz Kurani Kerim varken ve arastirilabilecek bir suru hadis vs kitaplar var iken neden bunlari arastirmayiz neden ogrenmeyiz
bazi seyleri anladikca aslinda ne kadar buyuk yanlislar icerisinde oldugumuzu anladim bir de cevsen i hayatimda bir defa dahi okumadim ne olduguna bilmiyordum bu zamana kadar ve sahsi tercihim bu benim oturup bir sure veya ayet okurum ve bunu anlamaya calisirim

burda gercekten Rabbim tum kardeslerimden insaAllah razi olsun diyorum cunku cok sey ogrettiniz sahsima, arastirma en basta oyle koru korune degil , okuma , anlamaya calismak

Vesselam
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ben ilim sahibi değilim ama şia veya sünni hiç fark etmez ve hatta vahhabiliği bile red etmiyorum .. yukarıda ki yazının çok uzun olması itibarı ile okuyamadım tamamını ama kötü bir yanının olmadığını sanıyorum

halbu ki isterdim ki bu güzel bilgilendirme daha kısa bölümler halinde verilseydi daha dikkatli okunur ve mesele anlaşılırdı çünkü bunca emek verilmiş bir şey etkisizleşince fayda sağlamıyor ve emeği geçenin emeği boşa çıkıyor ..keşke böyle olmasaydı... emeği geçen arkadaşa genede teşekkürü bir borç. bilirim.

Jadederail kardeşim evvela yapıcı tenkidin için teşekkür ederim ;
Şimdi yazında geçen görüşlerine değineyim inşeallah :

Söze Ali'nin (r.anh) veciz bir sözüyle başlamayı uygun görüyorum , şöyle demiştir : "Hakkı bilirsen, Hakkın ehlinide bilirsin."
Bizler Hak olanı öğrenmeden önce toplumun bize dayattğı kişi , örfi adet ve inanışları doğru olarak bilinçaltımızda doğru kabul ettiğimizden gerçek doğruları Kuran ve sünnetle belgelense bile kabullenmekte zorlanıyor , hatta karşı çıkanlara bile rastlayabiliyoruz. Bu kadar insan , hoca, kişi bilmiyor mu, herkes yanlış bir sen mi doğru gibi söylemlerle delillere itiraz ettiğini sanmaktadırlar. Halbuki bu İslami bir tavır değildir . Zaten Rasullara da böyle söylemlerle karşı çıkılıb reddedilmişti.
Bakara
170- Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?

Birbirine zıt itikatleri yanlış görmemek , hepsini doğru görmek ilimsizliğin , cehaletin belirtilerindendir. (üstüne alınmayasın) .
İslama uygun olduğu iddia edilen ya da dinden olduğu sanılan inançların Kuran veya sünnet ile delili olması elzemdir. Aksi taktirde heva ve hevese dayandığı ortadadır. Rasulullahın ve sahabenin yapmadığı ibadet ve inançlar nasıl dinden sayılabilir ki ? Üstelik şirk ürünü ve anlayışları içeriyor ise...

Yazının uzun olmasına gelince ; evet gerçekten yazının boyutu bizim gibi okuma yazmayı yamyamın sudan ürküğü gibi gören toplumlarda sıkıcı gelebilir ama , toplumda oldukça yaygın bir anlayışın zıttına bir inancı içeren yazı , üstelik itikade dayanan ,şirk tevhid konusunu içeren bir mesele, belki bu konuda en iddialı , en doyurucu şekilde düzenlenmiş bir yazıyı hayatlarında bir defalığına da olsa okumaya değer görülmesi gereken bir önemde diye yazının bütünlüğünün bölünmemesi açısından tek parça halinde yayınladım.
Yazının tamamını okuyanlar için eksik ve hatalı anlamanın önüne geçmiş olacağımı da umuyorum. Bundan sonrası kişin aklı ve hür iradesine kalmıştır.
Hala daha sıkılıb okuyamam diyen var ise yazıyı çıkartıb bir arkadaşına okutub kendisi dinleyebilir. Bu vesile ile diğer arkadaşı da istifade etmiş olabilir.

Selametle
 
A Çevrimdışı

ahmetdamar

Üye
İslam-TR Üyesi
Cevşen'i hiç okudunuz mu? Ne kadar külli bir dua olduğunu biliyor musunuz? Son asrın sahibi Bediüzzaman Said Nursi'nin Cevşen'i (hatta içinde diğer duaların da bulunduğu büyük Cevşen'i) vird olarak her gece okuduğunu biliyor musunuz? Ben büyük Cevşen'i defalarca okudum. Daha külli bir dua kitabına rastlamadım. Lütfen zihinleri bulandırmayın. Her konuda, Kur'an hakkında da, Peygamberimiz A.S.M hakkında da nahoş görüşler, iddialar var. Bunların yayılmasına alet olmamak lazım. Saygılarımla...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Cevşen'i hiç okudunuz mu? Ne kadar külli bir dua olduğunu biliyor musunuz? Son asrın sahibi Bediüzzaman Said Nursi'nin Cevşen'i (hatta içinde diğer duaların da bulunduğu büyük Cevşen'i) vird olarak her gece okuduğunu biliyor musunuz? Ben büyük Cevşen'i defalarca okudum. Daha külli bir dua kitabına rastlamadım. Lütfen zihinleri bulandırmayın. Her konuda, Kur'an hakkında da, Peygamberimiz A.S.M hakkında da nahoş görüşler, iddialar var. Bunların yayılmasına alet olmamak lazım. Saygılarımla...

ahmetdamar ;
Kuran , sünnet ; okumak için yetiyor. Oralarda istediğim dualar var .

Said nursi din demek değildir. Said nursinin yaptığından değil Rasulullahın yaptıklarından sorulacak(ız)sın! Üstelik said Nursinin daha başka kitaplarından da yanlışlıkları deşifre etmişiz. Eğer sabırlı olur , aklını kullanırsan gerçeklerle yüzleşmiş olacaksın.
Sana tavsiyem bu yazıyı baştan sona oku ve bu konuda fikir sahibi olmaya çalış , sonra kuranla , sünnetle istiyorsan delil getir. Körü körüne atalar izinde değil , Hakkın izinde gitmeye çalışırsan , azmedersen Allah sana hidayete ulaştıracaktır.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Ahmetdamar ;

Kuranda o kadar dua ayetleri var sanırım kuranı okumanızı tavsiye ederim. Zira bizi yaratan Rabbimiz bize nasıl dua edineceği bize kitab ve sünnetine öğretmiştir o yüzden insanların dualarından önce Rabbimizin bize vahy ile bildirdikleri gelir.

Eleştiri yaparken nefislerimize dikka edelim sözlerle imtihan olup Allah muhafaza dinden bile çıkabiliriz. Bu konuda da açık şekilde kuran ve sünnet yolu kapandıda bir başkasının kitabından örnek almamız anlamsız olur. Elbette insanlar güzel dua ederler ancak en güzel duaları bize Resulullah sav kendisi bizzat öğretmiştir. Lütfen eleştiri yaparken konuyu tam okuyarak yapın körü körüne bir eleştiri ne yapıcı olur nede eleştirel olur.
 
A Çevrimdışı

ahmetdamar

Üye
İslam-TR Üyesi
Kur'an'ı herkes yeterince anlayacak olsaydı, Peygambere ihtiyaç olmazdı. Hadisler'i herkes yeterince anlayacak olsaydı, müfessirlere, her yüz senede bir gelecek müçtehitlere ihtiyaç olmazdı. Herşeyde yanlış aramaya harcadığınız zamanı biraz da nelerden bahsediyor diye anlamaya çalışsanız iyi edersiniz. Badiüzzaman'a ihsan edilen Risale-i Nur'lar bugün bütün dünyada milyonlarca insanlar tarafından iştiyakla okunuyor. El-Ezher Üniversitesi'nde vs ders kitabı olarak okutuluyor. Ben de dahil çok sayıda insan aklındaki şüpheleri bu eserler sayesinde gideriyor, iman sahibi oluyor veya imanını kuvvetlendiriyor. Sizin insanların aklını bulandıran yayınlarınız acaba kimin imanını kurtarıyor. Ben pdf formatında Cevşen ararken Google'da bu siteye rastladım ve üye oldum. Yazılanları görünce üzüldüm. Elhamdülillah ben de az çok araştırmacı biriyim, profesörüm. Körü körüne birilerinin peşinde giden biri olsaydım bugün bu sitede yazıyor olmaz, çok daha farklı yerlerde olurdum. Elhamdüllillah Risale-i Nur'lar sayesinde hidayetteyim. Risale-i Nur'lar Kur'ana, Hadislere perde değil ayinedir. Ben Risale-i Nur'lar sayesinde Kur'an'ı ve hadisleri anlıyorum, okuyorum. Risale-i Nur'ları sanki Kur'ana, Hadisler'e rakip gibi göstermeyin. Yıkıcı değil, yapıcı olmaya çalışın. Kazançlı çıkarsınız. Yoksa mesuliyetiniz büyüktür, haberiniz olsun.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Hala Kurandan başkalarını ,okulları, ve kitapları hatasız ve vahy gibi görmekte inat ediyorsun. bu said nursinin risalelerine atfettiği gibi vahy demesinden kaynaklanıyor olsa gerek .
Kurandan sünnetten delil getireceğine nefsinden itiraz ederek delil sunduğunu sanıyorsun .
Kuran ve sünnetle delil getirmediğin sürece hevandan konuşmana müsade edilmeyecektir.

"Kur'an'ı herkes anlamaz" demek, bizzat Kur'an'ın hassasiyetle gündeme getirdiği en büyük gerçeğe ters düşmek anlamına gelir.
Allah pek çok ayetinde "Biz Kur'an'ı kolaylaştırdık; yok mu düşünüp anlamak isteyen?" deyip dururken, bunun aksine bir söylemi gündeme getirerek, neredeyse Kur'an'ın beyanını geçersiz kılma anlamına gelebilecek söylemler içine girmek, altından kalkılması güç bir vebali yüklenmektir..

MERYEM 97- (Ey Muhammed!) Biz Kur'ân'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın.

DUHAN 58- Biz Kur'ân'ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar öğüt alırlar.
KAMER17. Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

KAMER 22. Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

KAMER 32. Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

KAMER 40. Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
 
A Çevrimdışı

ahmetdamar

Üye
İslam-TR Üyesi
Herşeyi Kur'an ve Hadislere rakip gibi göstermek ne kadar kolay değil mi? Haklısınız. Kur'an ve Hadisleri iyi anladığını zanneden siz müfessir! ve müçdehitlerle! görüşmek faydasız. Benim de boşa harcayacak vaktim yok zaten. Allah selamet versin.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kur'an'ı herkes yeterince anlayacak olsaydı, Peygambere ihtiyaç olmazdı. Hadisler'i herkes yeterince anlayacak olsaydı, müfessirlere, her yüz senede bir gelecek müçtehitlere ihtiyaç olmazdı. .

sayın hocam bu giriş güzel olmuş. Profösör'üm dediniz ona binaen size samimiyetle bir soru soracağım. En azından aldığınız eğitim ve birikimler karşılıklı konuşmayı sağlayacak kadardır.

Size sormak istiyorum cevşen hakkında..

Ya Rasulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır..

Böyle bir rivayeti ben şahsen sunni kaynakların hiç birinde görmedim. Bana Allah için tek bir kaynak söyler misiniz. Ancak söyleyebileceğinizi sanmıyorum. Zaman istiyorsanız size 3 sene musade edebilirim.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Herşeyi Kur'an ve Hadislere rakip gibi göstermek ne kadar kolay değil mi? Haklısınız. Kur'an ve Hadisleri iyi anladığını zanneden siz müfessir! ve müçdehitlerle! görüşmek faydasız. Benim de boşa harcayacak vaktim yok zaten. Allah selamet versin.

Her şeyi değil , Kuran ve sünnete aykırı , uydurma hadis ve itikatleri , şirk küfür üzerine olanları reddediyoruz. Yoksa ehli sünnet alimleri ve eserleri başımızın üstünde yeri var.

Kurana ve sünnete uyduğunu söyleyen bir kişi , savunduğu inandığı davaya bir tek delil sunamadan gidiyorsa hevasından itiraz ettiğinin resmiidir.
Gerçekleri görmek için uyardığımız halde hakikatlerle yüzleşmekten korktun .
Bir duanın sahih olması ayrı şey , içeriği anlamı güzel olup da uydurma batıl olması ayrı şeydir .
Rasulullaha kimin iftira attığını , iftiranın da karşılığını umarım biliyorsundur .



Şahid ol ya rab , şahid ol ya rab , şahid ol ya rab .
 
A Çevrimdışı

ahmetdamar

Üye
İslam-TR Üyesi
Sadece araştıran, körü körüne giden biri olmadığımı belirtmek için onu yazdım. Yoksa ilahiyat değil Tıp-Fizyoloji profesörüyüm. Göz önüne bırakılan bir kıl arkadaki bir dağı göstermez. Cevşen hakkındaki rivayet dediğiniz şey doğru ya da yanlış çok mu önemli. Cevşen'de yanlış birşey varsa onu söyleyin. Ben o rivayetin doğruluğunu 3 yıl araştıracak kadar aptal değilim. O üç yılı Kur'an, Hadisler ve Cevşen'i anlamaya çalışırım. Rivayetin doğru ya da yanlışlığı hiç önemli değil. Rivayet yanlış olsa, Cevşen islam dışı mı olmuş oluyor? Birçok hadis hakkında da rivayetler zayıf diye reddetmek mi gerek. Neden kendimizi herşeyi en iyi bilen alim gibi görüyoruz. Gelmiş geçmiş yüzlerce alimin, müfessirin, müçtehidin hiçbir anlamı yok mu? Ben haddimi bilirim. Kendi alanımda iddialı konuşabilirim ama Cevşen'in değerini o konunun uzmanlarına bırakırım. Bu zamanın önemli bir hastalığı enaniyettir. "Herşeyi en iyi ben bilirim" mantığı şeytanın bir aldatmacasıdır. Bir doktor mühendislik alanında, ya da bir mühendis tıp alanında iddialı konuşamaz. Ama konu din, Kur'an, Hadis olunca herkes alim kesiliyor. Ben son olarak tekrar sorayım: Kur'anı herkes yeterince anlayabilecekse, Peygambere, müfessirlere, binlerce cilt tefsirlere ne gerek var. Kur'an bir cilt ama külli bir kitap. Cenab-ı Hak mealen "yaş ve kuru ne varsa içinde var" diyor. Demekki binlerce cilt tefsirler bunları bulup çıkarmaya çalışıyor. Yoksa Kur'ana rakip olmuş değiller. Ben açık söyleyim, Risale-i Nur'lar olmasa ben bugün belki de hiç Kur'an okumayı bilmeyen biri olarak yaşıyor olacaktım. Ancak Risale-i Nur'ları tanıdıktan onra Kur'an okumayı öğrendim. Onu okuyorum, anlamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilen biri olarak sadece Kur'an okuyarak Kur'anı anlamanın mümkün olmadığını gayet iyi biliyorum. İslam aleminin belki de en önemli problemi bu gibi. Çünkü yapılan yanlışlar yüzünden bugün haşa islam=terörizm gibi bir hava oluşturuldu. Kur'an yeterince anlaşılsa, böyle olmaması gerekirdi.
 
A Çevrimdışı

ahmetdamar

Üye
İslam-TR Üyesi
Her şeyi değil , Kuran ve sünnete aykırı , uydurma hadis ve itikatleri , şirk küfür üzerine olanları reddediyoruz. Yoksa ehli sünnet alimleri ve eserleri başımızın üstünde yeri var.

Kurana ve sünnete uyduğunu söyleyen bir kişi , savunduğu inandığı davaya bir tek delil sunamadan gidiyorsa hevasından itiraz ettiğinin resmiidir.
Gerçekleri görmek için uyardığımız halde hakikatlerle yüzleşmekten korktun .
Bir duanın sahih olması ayrı şey , içeriği anlamı güzel olup da uydurma batıl olması ayrı şeydir .
Rasulullaha kimin iftira attığını , iftiranın da karşılığını umarım biliyorsundur .



Şahid ol ya rab , şahid ol ya rab , şahid ol ya rab .

Uydurma olanı olmayanı nasıl da en iyi siz biliyorsunuz değil mi? Bediüzzaman Hazretleri bile sizin talebeniz sayılır! degil mi? Elhamdülillah Risale-i Nur'lar sayesinde imanımı kuvvetlendirdim. İslamı yaşamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilmesem, iyi kötü namaz kılıyor bile olsam sizin yazılarınızla sanırım onu da bırakırdım. İnsanları islama yaklaştırıyor musunuz yoksa kaçırıyor musunuz? Neye hizmet ettiğinizi artık siz düşünün. Evet "Şahid ol ya Rab". Aynen katılıyorum.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Sadece araştıran, körü körüne giden biri olmadığımı belirtmek için onu yazdım. Yoksa ilahiyat değil Tıp-Fizyoloji profesörüyüm. Göz önüne bırakılan bir kıl arkadaki bir dağı göstermez. Cevşen hakkındaki rivayet dediğiniz şey doğru ya da yanlış çok mu önemli. Cevşen'de yanlış birşey varsa onu söyleyin. Ben o rivayetin doğruluğunu 3 yıl araştıracak kadar aptal değilim. O üç yılı Kur'an, Hadisler ve Cevşen'i anlamaya çalışırım. Rivayetin doğru ya da yanlışlığı hiç önemli değil. Rivayet yanlış olsa, Cevşen islam dışı mı olmuş oluyor? Birçok hadis hakkında da rivayetler zayıf diye reddetmek mi gerek. Neden kendimizi herşeyi en iyi bilen alim gibi görüyoruz. Gelmiş geçmiş yüzlerce alimin, müfessirin, müçtehidin hiçbir anlamı yok mu? Ben haddimi bilirim. Kendi alanımda iddialı konuşabilirim ama Cevşen'in değerini o konunun uzmanlarına bırakırım. Bu zamanın önemli bir hastalığı enaniyettir. "Herşeyi en iyi ben bilirim" mantığı şeytanın bir aldatmacasıdır. Bir doktor mühendislik alanında, ya da bir mühendis tıp alanında iddialı konuşamaz. Ama konu din, Kur'an, Hadis olunca herkes alim kesiliyor. Ben son olarak tekrar sorayım: Kur'anı herkes yeterince anlayabilecekse, Peygambere, müfessirlere, binlerce cilt tefsirlere ne gerek var. Kur'an bir cilt ama külli bir kitap. Cenab-ı Hak mealen "yaş ve kuru ne varsa içinde var" diyor. Demekki binlerce cilt tefsirler bunları bulup çıkarmaya çalışıyor. Yoksa Kur'ana rakip olmuş değiller. Ben açık söyleyim, Risale-i Nur'lar olmasa ben bugün belki de hiç Kur'an okumayı bilmeyen biri olarak yaşıyor olacaktım. Ancak Risale-i Nur'ları tanıdıktan onra Kur'an okumayı öğrendim. Onu okuyorum, anlamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilen biri olarak sadece Kur'an okuyarak Kur'anı anlamanın mümkün olmadığını gayet iyi biliyorum. İslam aleminin belki de en önemli problemi bu gibi. Çünkü yapılan yanlışlar yüzünden bugün haşa islam=terörizm gibi bir hava oluşturuldu. Kur'an yeterince anlaşılsa, böyle olmaması gerekirdi.

Sen önce uydurma olan , RasulullahIn ağzından O'na iftira atılan sözlere iman ederek benimsemenin hükmünü bir araştır.
İçindeki veya anlamı güzel diye udurma hadisleri alırsan piyasada uydurma hadis bırakmazsın .
İslamda Hadis usulü diye bir ilim dalı oluşmuş ise bir sebebi vardır . Ki sebebi de bu dini Rasulullahın bize aktardığı gibi saf , katışıksız ve tahrif edilmemiş halinin muhafazası içindir.
Kuranı kerimi normal akıllı herkes anlar. Onun bazı konularda açıklama , izahat isteyen meseleleri vardır ki bunda da yine Rabbimiz bize bilenlere sorun diye yol göstermiştir. Biz de bu konuda bu minhac ile hareket eden alimlerimize uyarız.
Cevşen hakkında 1400 senedir İslam aleminde binlerce alim gelmiş geçmiştir , ehli sünnette buna delil bulub doğrudur diyen bir tane alim yoktur.
Delilsiz , mesnedsiz sapık fırkalardan dalalet ehli şia buna inanıyor diye Said Nursi buna sarılmış diye dine eklemeler yapacak değiliz ! Çünkü bizlerin ölçüsü Kuran ve sünnettir . Kuran ve sünnete uymayan , ters düşen her şey sapık fırkaların işleridir. Ehli sünnette yeri yoktur.
Ehli sünnetin alimlerin yazdığı yüzlerce kitaplarda da böyle sapıklıklar için delil ve yol bulamazsınız.

Hem din alimi olmadığını itiraf etmene rağmen hala bu konuda delilsiz hevandan fetva vermeye çalışman , duygusal yaklaşımlarda bulunman özrünün kabahatinden büyük olduğunu gösteriyor.
Sana diyoruz ki , beğendiğin alimlerden bu konuda delillerini al gel ispatla , bizde inceleyelim hak ise hatamızdan dönelim , eğer bizim dediğimiz doğru ise sen de Gurur ve kibir yapmadan hatandan dönesin.

Ali (r.anh) şu sözünü hatırlatmayı uygun görüyorum :
Sen şahısları hak ile tanı, hakkı şahıslarla tanıma. Yeter ki sen hakkı tanı, onun ehlini de tanırsın!

(Kâsmî, Muhammed Cemâleddîn, Kavâidü’t-tahdîs min funûni mustalahi’l-hadîs (thk. Muhammed Behcet el-Baytâr),Beyrut 1407/1987, sf: 291)
Sende önce Kuran ve sünnetle tanışıp ehli sünnet akidesine sahib olsaydın böyle düşünmezdin . Sen İslam diye Risale-i nur ve Said nursi ile tanışınca sana ayet de söylesek tınmıyorsun, yazık .

Cevşen hakkındaki ilk yazıyı öfkeni frenleyerek insaf ile okursan Rabbim sana inşeallah hakkında hayırlı bir anlayışı verecektir.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Bu iftiraların hesabını nasıl vereceksiniz bakalım.

İftiara atan kimdir gör bakalım . Şeytanın fısıldamalarını Allahın fısıldaması zannedenin ispatı :

https://www.islam-tr.org/konu/risale-i-nurlarda-tezat-ve-yanlisliklar-kitap.7125/

YAZDIRILDI!

Bu Onuncu Meseleye Bir Hâtime Olarak İki Hâşiye
Birincisi
Bundan on iki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı sû-i kastını, tercümesiyle yapmaya başlamış. Ve demiş ki: "Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, lüzumsuz tekrarâtı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.
Fakat Risâle-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri katî ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakîki tercümesi kàbil değil. Ve lisân-ı nahvî olan lisân-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisân muhâfaza edemez. Ve herbir harfi on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mu’cizâne ve cemiyetli tâbirlerinin yerinde beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz, diye Risâle-i Nur her tarafta intişârıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı.
Fakat, o zındıktan ders alan münâfıklar, yine şeytan hesâbına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye, ahmak çocuklar gibi, ahmakàne ve dîvânecesine çalışmaları sebebiyle, bana gàyet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalar ile görüşemediğim için hakîkat-i hâli bilmiyorum

Risale-i Nur Külliyatı Sözler 11. Şua sayfa 425
Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 11 Şua Onuncu mesele » Sayfa: 227

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...ozler&Page=425



İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebî fünununa sarf eden ihtiyar kardeşlerim! Kur’ân’ın lisanındaki mütemadiyen Lâ ilâhe illâ Hû ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tagayyür etmez kudsî bir rükn-ü imanîyi anlayınız ki, nasıl bütün mânevî zulümatı dağıtır ve mânevî yaraları tedavi eder!
Bu uzun macerayı, ihtiyarlığımın rica kapıları içinde derci, adeta ihtiyarımla olmadı. İstemiyordum, belki usandıracak diye çekiniyordum. Fakat bana yazdırıldı diyebilirim. Her neyse, sadede dönüyorum.

Risale-i Nur Külliyatı » Lem'alar » Altıncı lema Sayfa: 242

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...malar&Page=242


O kadar geniş bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, on sekiz sene zarfındaki mektup ve kitaplar dahi hakikat-i imaniyeden ve Kur’âniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalışmaktan başka birşey bulmadılar. Plânlarını gizlemek için gayet âdi bahaneleri aramaya başladılar. Fakat hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı, güneş gibi zâhir ve şüphe bırakmaz ve dağ gibi metin, sarsılmaz olan Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum.
Said Nursî
Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 13. Şua » Sayfa: 275
Risale-i Nur Külliyatı » Tarihçe-i Hayat » Sayfa: 376

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...ualar&Page=275
http://www.risaleinurenstitusu.org/i...Hayat&Page=376


Bu Yedinci Şuâ, bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mesele-i mühimmeyi, Birinci Makamı, Ayet-i Kübrâ’nın tefsirinden Arabî kısmını, İkinci Makamı onun bürhanlarını ve tercümesini ve meâlini beyan ederler.
Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler.
Said Nursî
Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 7. Şua » Sayfa: 92

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...Sualar&Page=92


Hem kâinatı baştan başa aynalar hükmünde tecellîyat-ı esmâya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey huzura mâni olmuyor. Ehl-i tarikat ve hakikat gibi huzur-u daimi kazanmak için kâinatı ya nefyetmek veya unutmak daha hatıra getirmemek değil, belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve daimi kâinat vüs’atinde bir ubudiyet dairesini açtığını gördüm.
Daha var; fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.
Risale-i Nur Külliyatı » Kastamonu Lahikası 149. mektup » Sayfa: 180

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...ikasi&Page=180


Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin’in suali ve ilhahlarıyla bazı biçarelerin imanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu meseleye dair yalnız bir, iki, üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık, kusura bakmayınız.
Risale-i Nur Külliyatı » Kastamonu Lahikası 51 . mektup » Sayfa: 54

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...hikasi&Page=54


Yirmi Altıncı Lem'a - s.713

İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebî fünununa sarf eden ihtiyar kardeşlerim! Kur'ân'ın lisanındaki mütemadiyen Lâ ilâhe illâ Hû ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tagayyür etmez kudsî bir rükn-ü imanîyi anlayınız ki, nasıl bütün mânevî zulümatı dağıtır ve mânevî yaraları tedavi eder!
Bu uzun macerayı, ihtiyarlığımın rica kapıları içinde derci, adeta ihtiyarımla olmadı. İstemiyordum, belki usandıracak diye çekiniyordum. Fakat bana yazdırıldı diyebilirim. Her neyse, sadede dönüyorum



ŞUALAR
Yedinci Şua
Beşincisi: Ben Ramazan'ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.
Medar-ı kusur ve işkâl olan bu beş sebeple beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki, İmam-ı Ali (r.a.) kerâmât-ı gaybiyesinde bu risaleye, "Âyet-i Kübrâ" ve "Asâ-yı Mûsâ" namlarını vermiş Risale-i Nur'un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş.HAŞİYE El-Âyetü'l-Kübrâ'nın bir hakikî tefsiri olan bu Âyetü'l-Kübrâ Risalesi, Hazret-i İmam'ın (r.a.) tâbirince, "Asâ-yı Mûsâ" nâmında Yedinci Şuâ kitabıdır.
Bu Yedinci Şuâ, bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mesele-i mühimmeyi, Birinci Makamı, Âyet-i Kübrâ'nın tefsirinden Arabî kısmını, İkinci Makamı onun burhanlarını ve tercümesini ve meâlini beyan ederler.
Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler



Sirâcü'n-Nûr - s.2301
Üçüncü sehiv: Yanlış mânâ vermekle raporda: "Said bazen kerametler yazar. 'Yazmak istemezdim; bana yazdırıldı.' Hem bazen: 'Bu cevap mânevi cânibden geldi. Ve hakikat âleminden bildirildi.' Hem bazen: 'Kudsi bir müjde veriyor.' 'Her yüz senede bir müceddid gelir.' fikriyle kendisinin zamanın müceddidi olduğu fikrini uyandırıyor" demişler.
Elcevap: Hâşâ bin defa hâşâ. Benim haddim değil ki, o kerametleri benliğime mal edeyim. Belki benim pek çok kusurlarımla beraber Risale-i Nur ile iman hizmetinde çalışmamıza bir ikram-ı İlâhi ve o hizmetin makbuliyetine dair bereketten gelen bir emareyi göstermek ve "Ne ile yaşıyor, nasıl geçiniyor?" diyenlere karşı da, bereket-i İlâhiye, bu hizmetimizi dünya maişetine âlet etmeye mecbur etmiyor demektir.
Hem bu yazdığımız hakikatlar benim fikrim, malım değil; belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i şeytanî ve vesveseci bulunduğu gibi, bir lümme-i ilham ve melekî bulunduğuna ehl-i hakikat ve diyaneti hükümlerine binâen, benim kalbimde dahi herkes gibi, bazen ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde hatırıma bir hakikat hutur eder. Yani, Kur'ân'dan mânevi bir cânibde bir nev'i ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir demektir.
Ve hiç hatırıma gelmiyor ki, Yeni Said zamanında ve nefsin şerrinden ve benliğinden çok korkan ve belasını çeken şahsıma böyle bir mevki verdiğimi veya vermek istediğimi tahattur etmiyorum. Belki, Risale-i Nurda ispat edilmiş ki: Bu zaman cemaat zamanıdır. Şahs-ı mânevi hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dâhi-i hidayet çıkardı. Şimdi ise cemaat şeklinde bir şahs-ı manevi olmasından, onu karşısında ancak bir şahs-ı mânevi mukabele edebilir.
Yalnız eskidenberi ehl-i hakikat mabeyninde câri ve üstadına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-ü zanları ta'dil etmek ve nimet-i İlâhiyeye karşı küfran ve inkâr etmemek niyetiyle, "müceddidlik" vazifesi olabilir. Fakat benim değil, Risale-i Nurundur. Belki, bu zamana bakan Kur'ân'ın bir cilve-i hakikatıdır. Risale-i Nur onu temsil eder. Ben neci oluyorum ki, kendime dâvâ edeyim.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Uydurma olanı olmayanı nasıl da en iyi siz biliyorsunuz değil mi? Bediüzzaman Hazretleri bile sizin talebeniz sayılır! degil mi? Elhamdülillah Risale-i Nur'lar sayesinde imanımı kuvvetlendirdim. İslamı yaşamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilmesem, iyi kötü namaz kılıyor bile olsam sizin yazılarınızla sanırım onu da bırakırdım. İnsanları islama yaklaştırıyor musunuz yoksa kaçırıyor musunuz? Neye hizmet ettiğinizi artık siz düşünün. Evet "Şahid ol ya Rab". Aynen katılıyorum.

Bizler ehli sünnet alimlerini rehber ediniriz. Kalabalık yığınların isimlerinin başlarına bediuzzaman , üstad , şeyh , abi , efendi gibi yakıştırma tamlamalara bakarak veli edinmeyiz.
Kişileri Kurana ve sünnete ittibasına göre uyar , örnek alırız.

Yine müslüman birilerinin yazılarına bakarak namazı terk edebilirdim diyebiliyorsa o zaten kendi imanında şüphede olan sapıktır.
Kuranı sünnete anlamak yerine defolu akide sahiplerine bakarak islamı anladığını sananlar için ne söylesek az gelir. Allahın ayetleri bile etkilemiyor !
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt