Kaynak: Ruh'ul-Furkan Tefsiri cilt 1 - Mahmud Ustaosmanoğlu, Sirac Kitabevi, İstanbul-1991,
“Bu tefsir Rasulullah’ın manevi işareti ve Meşayih-ı Kiram’ın yardımıyla başlamıştır.” Yalanı (S.9)
-
RUHU'L - FURKAN ismi verilen bu tefsire, başta Mevlâ Tealâ'nın büyük yardımı, Resulullah(sallallahu Aleyhi ve Sellem)in manevi işareti ve Meşayih-ı Kiram (Kaddesallahu Esrarehum) Hazeratının âli himmetleri (büyük yardımları) ile başlanmıştır. Ayrıca bu tefsir, Ehli Sünnet ulemasından zahir ve batın erba*bının (dil ve gönül ilimlerine sahip olan kişilerin) sözlerinden istifade edilerek her sınıf insanın anlayabileceği şekilde yazılmaya çalışılmıştır.
“Peygamber’in Allah’tan aldığı Nur Meşayih’a (hakiki mürşidlere) aksediyor.” İftirası (S.16)
-
"Allah-u Tealâ'nın ilk yarattığı, senin Peygamberinin nurudur ey Cabir." buyurmuştur.
(Manen rivayet edilen bu iki Hadîs-i Şerif için bak. El-Adunî, Keşfül Hafal/311)
O hâlde Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mevlâ'nın aynası "olması itibâriyle, Mevlâ'nın Cemalinin nurunu alıyor ve o nur, ona hakkıyla ittiba ve rabı*ta eden (uyan ve bağlanan) meşayiha (hakikî mürşitlere) aksediyor (parlıyor)
“Şeyh’te rabıta eden kimseler sırasıyla şeyhte, Rasulullah’ta ve sonra Allah’ta fani oluyorlar.” Yalanı (S.17)
-
İşte o meşayiha rabıta eden kimseler de, evvelâ Efendimiz (Sailallahu Aleyhi ve Sellem) den kendilerine nur aksetmiş olan o meşayihda fanî oluyorlar (eriyip gidiyorlar). Sonra, Mevlâdan kendisine nur aksetmiş olan Resulullah (Sailallahu Aleyhi ve Sellem) de fanî oluyorlar. Sonra da, göklerin ve yerlerin nuru olan Mev*lâ'da fanî oluyorlar, Nitekim Risale-i Kudsiye'de, Mustafa îsmet Garibullah (Büyük şeyh EfendiKuddise Sırruhu)
Hazretleri şöyle buyuruyor :
Manevî yolda ilerlemeye çalışan kişi, evvelâ şeyhinde fanî olur. Yani şeyh birinci kapıdır. Ondan sonra, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de fanî ol*ma devletine (şerefine) sahip olur ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ikinci kapıdır. Ondan sonra da, Mevlâ'da fanî olur.
Mahmud Efendi Levh-i Mahfuzu görme hususunda Allah’a iftira ediyor.(S.18)
-
Diğer bir tasavvufî tevile göre: Levh-i Mahfuz'a, ruhaniyeti (manevi ta*rafı) nefsanî kirlerden temizlenmiş olanlardan başkası vakıf (haberdar) olamaz. Ona ancak melekler ve melekânî (meleklere ait) sıfatları takınan büyük veliler muttalî olabilir.
Mahmud Efendi deriye yazılan Kuran-ı Kerim’i ateş yakmaz diye Allah’a ve resulüne iftira ediyor. (S.32)
-
Ukbetibni Amir (Radıyaliahu Anh) den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Kuran (-ı Kerim) bir deriye konsa (yazılsa) sonra, ateşe atılsa, yanmaz." buyurdu.
(Darimî: Fezaü-i Kuran:l, A. b. Hanbel: 1/151-155
“Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Ta’ha ve Yasin surelerini okudu.” Diyerek Allah’a ve Rasulune iftira etmesi (S.33)
-
Ebu Hureyre (Radıyaliahu Anh) dan rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : "Muhakkak Allah Tebareke ve Tealâ (Hazretleri) gökleri ve yeri yaratmadan bin sene evvel Tâ Ha ve Yâ Sîn surelerini okudu. Melekler Kuranı duyunca, bu surelerin ineceği ümmete müjdeler olsun, bu sureleri ezberleyen kalplere müjdeler olsun, bu surelerle konuşan (okuyan) dillere de müjdeler ol*sun dediler."buyurdu.(Darimî, Fezail-i Kuran :20, 2/456
anlaşılamadı. (S.34)
-
İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhuma) den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her kim Kuranın üçte birini okursa, muhakkak ona peygamberliğin üçte biri verilmiştir. Her kim Kuranın yarısını okursa, mu*hakkak peygamberliğin yarısı ona verilmiştir. Her kim üçte ikisini okursa, mu*hakkak peygamberliğin üçte ikisi kendisine verilmiştir. Her kim Kuranın ta*mamını okursa, muhakkak ona peygamberliğin tamamı verilmiş olur, ancak ona vahyedilmez. (peygamber olmuş olmaz, ancak onun manevî güzelliğinden son derece İstifade etmiş Olur)."
(Alaüddin el-Mmtekî, Kenzü'l-Ummal:ll524 No: 2348
“Fatiha, Ayet’ül kürsü sure-i Bakara’nın sonu Allah’ın tahtının altındaki hazinesinden indirilmiştir.” İftirası (S.65)
-
Ebu Umame (Radıyaiiahu Anh)den rivayet edildi ki, Efendimiz (Saiiaiiahu Aley*hi ve Seiiem) şöyle buyurdu: "Dört şey Arşu'r-Rahman (Allah-u Tealâ'nın bütün kâinatı kaplayan tahtın) m altındaki hazmeden indirilmiştir. Bunlarda Fatiha-i şerife, Ayetü'l-Kürsi, Sure-i Bakara'nın sonu ve Kevser süresidir.
(El-Muttekî. Kenzu 'l-Ummal:ll558. No:2504
“İnsan Allah’ın dinini öğrendikten sonra Nakşi tarikatiyle aşılanıp, seyru sülukle Allah’a yürümelidir.” Uydurması (S.94)
-
Nakşibendi Tarikatına mensup olan kişi, sülük eder."
Sülük: Tasavvuf yoluna intisap ederek (girerek), riyazetle iştigal edip, (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak gibi manevî vazifelerle meşgul ol*mak suretiyle) salik'in (Allah yolcusunun), Mevlâ ile kendi arasındaki perdele*ri aşmak için manevî bir yürüyüşle yürümesinden ibarettir.
“Süluk -tasavvuf yoluna- ederek (giderek) Mevla ile kendi arasındaki perdeleri aşmaktadır.” (S.116)
-
Nakşibendi Tarikatına mensup olan kişi, sülük eder."
Sülük: Tasavvuf yoluna intisap ederek (girerek), riyazetle iştigal edip, (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak gibi manevî vazifelerle meşgul ol*mak suretiyle) salik'in (Allah yolcusunun), Mevlâ ile kendi arasındaki perdele*ri aşmak için manevî bir yürüyüşle yürümesinden ibarettir.
“Eshab- ı Kiram ölünün yanında Bakara suresini okurlardı.” Yalanı (S.116)
-
Şa'bî(Radıyallallahu Anh) şöyle buyurdu: "Ensar-ı Kiram (Rıdvanullahı Aleyhim Ecmein) ölünün yanında Bakara suresini okur*lardı."(Suyutî,DMensur:l/54
Şeytan ve Sahbeyle ilgili bu hadise Allah’a Rasulune, Kur’an ve İslam’a açık iftiradır. (S.116-117)
-
İbn-i Mesut (Radıyallahu Anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı (adamları) ndan bir kişi yol*da giderken karşısına şeytan çıktı. Güreşe tutuştular, Resulullah'ın ashabından olan kişi şeytanı yere yıktı. Şeytan: "Bırak beni sana bir haber söyleyeceğim." de*di. O da bırakınca: "Hayır söylemeyeceğim." dedi. O ikinci defa şeytanı yakaladı, tutuştular,Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in ashabından olan zat onu yıktı. O yine: "Sal beni sana şaşıracağın bir haber vereceğim." dedi. O da saldı ve: "Haydi söyle." dedi. Şeytan yine: "Hayır." dedi. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ashabından olan o kişi üçüncü defa şeytanı tuttu yere vurdu. Sonra göğsü*nün üzerine oturup baş parmağını çiğnemeğe başladı şeytan yine: "Sal beni." dedi. O da: "Söylemeden seni salmam." dedi. O zaman şeytan: "Sure-i Bakara yok mu? Onün herhangi bir ayeti şeytanların ortasında okunsa, mutlaka dağılırlar. Veya herhangi bir evde okunsa o eve şeytan giremez." dedi. Bunun üzerine îbn-i Mesud (Radıyaliahu Anh)’a., Ey Abdurrahman'ın babası !: "O adam kimdi ?" diye soruldu. O da: "Ömer İbn-i Hattap'dan başka kim olabilir dersi*niz." buyurdu. (Suyutî, DMensur:l/52
“Sevenlerin arasında bir sır vardır, ki bu sırlar Resülullah’tan sonra onun vekilleri olan veliler bilir.” Yalanı (S.118)
-
"Sevenlerin arasında bir sır vardır ki, onu insanlara ne bir söz ifşa edebi*lir (açıklayabilir), ve nede hiç bir kalem hikâye edebilir (yazabilir). "
Resulullah (Saiiaiiahu Aleyhi ve Sellem) den sonra, bu ilimleri ancak onun va*ris (vekil) leri olan veliler bilebilir. Çünkü onlar bu ilimleri Mevlâdan alırlar ve harfler onlara içlerindeki manayı söylerler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in avucunda çakıl taşlan teşbih ettiği, sırtlan ve ceylân onunla konuştuğu gibi.
(Bak. Alusî Ruhu l-Meanil/100
“Cebrail, benim bilmediği sen nasıl bildin.” Yalanı (S.118)
-
İşte kul nafilelere devamla, Mevlâ'ya yakınlık ağacının meyvasından her kopardığında,göklerde ve yerlerde ilminden zerre bile kaybolmayan Allahu Te-alâ Hazretlerinin bildirmesiyle,bu harflerdeki incelikleri vedaha nicelerini bilir.
Allah-u Tealâ Hazretleri, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber hiçbir mukarreb (en yakın) meleğin ve gönderilen hiçbir Nebi (Peygamber) in bile yanaşamayacağı (araya giremiyeceği) bir vakitte, bu harfleri vaz ve tayin et*miştir. Hatta bu harfleri indiren Cibril-i Emin bile bunlarda bulunan sırlara ve hakikatlere vakıf olamamıştır.
Haberlerde rivayet edilen şu mesele bu manaya delâlet etmektedir : Cibril-i Emin (Aleyhisselam) Allah-u Tealâ'nın kavlini indirdiğin-
de : deyince, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bildim buyurdu.de*
yince bildim buyurdu. deyince bildim buyurdu.deyince bildim bu-
yurdu. deyince yine bildim buyurdu. Bunun üzerine Cibril-i Emin (Aley-
hisselam) şaşırarak, benim bilemediklerimi sen nasıl bilebildin dedi.
(îsmaü Hakla Bursevî, R.Beyan: 1/28
“Abdurrahman Bestami, peygamberler vahiy ile veliler keşif ile bu halleri bilirler.” Yalanı (S.119)
-
Abdurrahman Bestamî (Kuddise Sırruhu) Hazretleri Bahr-i Vukuf isimli kita*bında buyurdu ki, Peygamberlerden bazısı bu harflerin sırlarını vahy-i Rabbani ve ilka-i Samedanî (Mevlâ'nın vahyi ve kalplerine ilham etmesi) yle bildiler. Evliyanın bazısı da nuranî açık bir keşif, ruhanî yüce bir feyizle bildiler.
(İsmaüHakkı Bursevi R.Beyan: 1/29
Mahmud Efendi haller hususunda tenakuz içerisinde (S.119)
-
Ulemadan bazısı ise, nakl-i sahih ve akl-ı racih (doğru bir nakil ve üstün bir akıl) la büdiler. Ve onların her biri kendi ashabı (adamlan) na ya keşif ve müşahede tariki (manada görünme yolu) yla veya yazıp öğretme yoluyla bu harflerin bazı sırlarını haber verdiler. Doğru olan şudur ki, Allah-u Tealâ Haz*retleri bu harflerin sırlarının ilmini, ilâhî hikmetler (incelikler) ve Rabbanî maslahatlar (menfaatlar) dan dolayı ümmetin ekserisinden gizlemiştir. Büyük*lere de ancak bazı sırları yukarıda zikredilen şekillerle öğretmiştir
“İmam-ı Rabbani, bu halleri ilimde derinleşenler bilir.” (S.119)
-
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sırruhu) Hazretleri, Mektubat'ının birinci cildinin 298. sayfasında, Kuran-ı Kerim'in muhkemat ve müteşabihat'ını beyanla ule*ma ve kemalât'ım izah hakkında ki, 276. Mektubunda şöyle buyuruyor :
Ey Kardeş ! Muhakkak Allah-u Sübhanehu, Kitab-ı Mecid'ini (ulu kitabı*nı) iki kısma ayırmıştır. Bir kısmı muhkemat (kendinden kasdedilen manaya delâletleri kat'î, kesin) dir, bir kısmı ise, müteşabihat (birbirine benzeyen mana lara ihtimali olduğundan manalarına delâletleri kesin olmayan ayetler) dir.
Meselâ: Surelerin evvellerinde olan: gibi ve bazı ayetlerde geçen:
gibi, manaları hakkında kat'î karar verileme*yenler müteşabihattır. manası açık olan diğer ayetler de muhkemat'tır. Birinci kısım ayetler, şeriatların ve hükümlerin kaynağıdır, ikinci kısım ayetler ise, ha*kikatler ve sırlar (gerçekler ve gizlilikler) ilminin hazinesidir. Kuran-ı Kerim*de veya hadis-i şeriflerde (Allah hakkında) geçen el, yüz, ayak, parmaklar ve parmak uçları gibi bütün tabirler müteşabihattandır. Kuran-ı Kerim'in surele*rinin başlarında varit olan (gelen) huruf-u mukattaa (okunurken birbirine ek*lenmeyen harfler) de, ancak ulema-i rasihin (Allah-u Tealâ'nm kendilerine se*bat ve iktidar vermesiyle ilimde derinleşen kişiler) in muttali (vakıf) olabileceği müteşabih ayetler cümlesindendir.
“Bunların tevilleri en hususi kullar için keşfedilmemiş ve açılmış gizli sırlardır.” İddiası (S.119)
-
Bunların hakiki tevillerinin, eli, kudretle, yüzü zat la tabir etmek (açık*lamak) tan ibaret olduğu zannedilmesin, ancak bunların hakiki tevilleri, Ehas-su'1-Havas (en hususi kullar) için keşfedilmiş (açılmış) olan gizli sırlardandır
Kırk küp yağı döktü yalanı (S.127)
-
Risale-i Kuşeyriye'de şöyle yazılıdır (Bak. ı/348-349,.Takva bahsi): Muttaki, Ibn-i Şîrîn (Kuddise Sırruhu) Hazretleri gibi kimselerdir. O'nun kırk küp yağı vardı, kölesi küplerin birinden bir fare çıkardı, Ibn-i Şîrîn Hazretleri fareyi hangi küpten çıkarttığını ona sordu. O da, bilmiyorum devince, bütün küpleri döktü
“Bestami’nin nebati içerisinde çıkan karıncaları aldığı yere götürdü.” Hurafesi (S.127)
-
Ve muttaki Beyazid-ı Bestamî (Kuddise Sırruhu) gibi kişilerdir. Hemedan de*nen yerden bir nev'i nebatat aldı, Bestam'a gelince içinde iki karınca buldu, he*men döndü vekarıncaları aldığı yere bıraktı
Beyazıd-i Bestami İslam’la Alay ediyor. (S.127)
-
Yine nakledilmiştir ki; Beyazid-ı Bestamî (Kuddise Sırruhu) bir arkadaşıyla beraber sahrada elbisesini yıkadı. Arkadaşı ona dedi ki, "Elbiseyi duvara asalım da kurusun." O: "insanların duvarına çivi çakamayız." dedi. Arkadaşı: "Ağaca ta*kalım." dedi. O: "Dalları kırar." dedi. o zaman: "Yere döşeyelim." dedi. Bu sefer de: "Yerde hayvanların yiyeceği var onları örtemeyiz." dedi. sonra, elbiseyi sırtına koydu, bir tarafı kuruyunca öbür tarafını çevirdi, o tarafını da kuruttu