Cüppeli Şarlo Ekrandan Yine Bozuk Geleneksel Hurafelerini Kustu!

Ö Çevrimdışı

Ömer Hattab

Üyeliği İptal Edildi
Banned
cuppeli-ahmet.jpg



Bozuk geleneğin tortusunun furkanı anlaşılmaz kıldığını farketmeyen bu "şekli alimler" korunmuş kitabımızın ayetlerini mensuh(geçersiz) sayarak ayetleri inkar ettiklerinin farkındalar mı?


Din algısı amuda kalkınca, Kur'an'ın korunmuşluğu buharlaşınca, rivayetler mutlaklaştırılıp nassların üstünü çizilip Buhari'den ayetler okununca, Allah'ın ayetleri keyfi yorumlarla geçersiz sayılınca işte böyle garabet görüntülerle karşılaşıyoruz.
Bozuk geleneğin tortusunun furkanı anlaşılmaz kıldığını farketmeyen bu şekli alimler korunmuş kitabımızın ayetlerini mensuh(geçersiz) sayarak ayetleri inkar ettiklerinin farkındalar mı?
Kur'an'da "hükmü ve lafzı baki" Nur Suresi 2. ayete bakalım : "Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah'ın dini(ni uygulama)da sizi onlara karşı acıma duygusu tutmasın. Onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir grup da şahit olsun."
Allah, Kuran'ın asla değiştirilemeyeceğini, vahyin inişi esnasında da Kuran'ı koruduğunu ayetlerle bildirmiştir. "Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9)
"Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir." (En'am Suresi, 115)
Bu apaçık ayetlerin üzerine Cübbeli'nin bazı ayetlerin hükmünün nesh edildiğini iddia etmesi Kuran'a tamamen aykırıdır. Kuran'ın hükümleri vahyin inişiyle birlikte sabit olarak korunmuştur, Peygamberimize ezberletilmiştir.
Vahye değil rivayete sadık olanları, Allah'a karşı yalan uydurarak iftira atanları uyarıyoruz, televizyonlarda popüler kişiliğiyle bangır bangır şirk ve hurafe yayan hocalar, peşlerinden gidenlerin azabın artırılması duasına müstehak olacaklardır.

Şok!! cübbeli ahmet hoca! "ayetin hükmü kalktı" di Videosu En Çok İzlenen Videolar - Mynet Video

Not: video yu ekleyemedim buraya üstteki linkden görebilirsiniz.
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Cihad
(Bakara,191), (Bakara,193),(Bakara, 179),(Enfal, 39),(Nisa, 75)

Kafirleri dost edinmek
5:51, 3/28-, 4/144-,4/89-5/51,5/57-,58/22-,60/13-,60/9-,9/23-

Okumuyorlar, anca fitne çıkarıyorlar.
Noolur okuyalım okutalım
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
cübbeli orda 80 değnek cezasının nesh edildiğini mi söylüyor recm ayeti vardı lafzı neshedildi diyor ve bunu da kafasından uydurmuyor hadis diyor kaynağını da söylüyor siz hadisleri Peygamber Efendimizi kabul etmiyor musunuz onu kabul etmemek zaten dinsizliktir lütfen hocaya iftira atmayın Ayetlelre hadislerle alimlerin beyanlarıyla konuşuyor kaynaklı konuşuyor siz neye hurafe dediğinizin farkında mısınız.
Buhari'den ayetler okununca,
yazınızda böyle yazıyor buhariden ayetler ne demek ya hadisler olmasın o. alimler korunmuş kitabımızın ayetlerini mensuh(geçersiz) sayarak ayetleri inkar ettiklerinin farkındalar
mı?
asıl siz böyle yazarak ne yazdığınızın farkında mısınız. bu kadar İslam alimini küfürle mi itham ediyorsunuz yoksa siz yalnız Kur'an diyenlerden hadisleri kabul etmeyenlerden misiniz bazı ayetlerin neshedildiğini cübbeli "iddia" etmiyor delillerle ispat ediyor bunu söyleyen tek cübbeli değil ondan önce nice alimler gelmiş
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallidlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyan acaba ne olur?
Dört işlemi bilmeden yüksek matematiği öğrenmek imkansızdır. Bunun gibi akaid, fıkıh ve diğer lüzumlu ilimleri bilmeden tefsir okuyan elbette sapıtır.


Fıkıh ilmini öğrenmeden tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsir ile, vaaz, kıssa öğrenilir. Fıkıh ile, helal, haram öğrenilir. (Redd-ül-muhtar)




Tefsir okumak, emrolunmadı. Fıkıh okumak ise, emrolundu. (Berika s. 1297)




Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kur’andan kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir!) [Mektubat-ı Rabbani]






Yani kendiliğinden verdiği mana doğru olsa bile meşru yoldan çıkarmadığı için hata olur. Verdiği mana yanlış ise imanı gider.


Kur’an-ı kerim, hiçbir dile, hatta Arapçaya bile tercüme edilemez. Her hangi bir şiirin kendi diline bile tam olarak tercümesine imkan yoktur. Hadis-i şeriflerde de durum aynıdır. Hadis kitaplarından hadis nakletmek için hadis âlimlerinden icazet almak gerekir. (Berika c.1)


Hadis-i şerifleri ve âyet-i kerimeleri, hadis kitaplarından ve Kur’an-ı kerimden değil, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından nakletmelidir. Mesela, (İhya’daki hadis-i şerifte) veya (Mektubat’ta bildirilen âyet-i kerimede buyuruluyor ki...) diyerek nakletmek gerekir.


Peygamber efendimiz bir gün, bir âyetin manasını Hazret-i Ebu Bekir’e anlatırken, orada bulunan Hazret-i Ömer, yapılan izahtan hiçbir şey anlamamıştır. Halbuki hadis-i şerifte (Eğer benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu) buyuruldu. Böyle yüksek olduğu ve arabiyi çok iyi bildiği halde, Hazret-i Ömer Kur’an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadı. Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Hadis-i şerifler Kur’an-ı kerimi, mezhep imamları hadis-i şerifleri, İslam âlimleri de mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğu, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağı, zekat nisabı, orucun ve haccın farzları ile hukuk bilgileri açıkça bildirilmemiştir.




Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika)


Türkiye’de Kur’an tercümesi modası, Misak adında bir Ermeni tarafından başlatılmıştır. Gençlerin önüne Kur’an tercümelerini sürerek, “Öz Türkçe Kur’an okuyunuz, yabancı dil olan Arapça Kur’anı okumayınız!” demesi bu millete ihanetten başka bir şey değildir.


Kur’an-ı kerim Tercümeleri Sempozyumu’nda 1500’den fazla Kur’an-ı kerim tercümesi incelenmiş birbirini tutmayan hükümler görülmüştür. Bunun hakiki sebebi, naklin esas alınmayışıdır. Kur’an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır.




1986’da İstanbul’da yapılan Kur’an Tercümeleri Sempozyumunda 1500’den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur’an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!...


Diplomaya güvenenler
Diplomaya güvenerek, tefsir ilmine dalmaya kalkışan, aldanır, helak olur. Yüzme bilmeyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, cahilce, ahmakça iş olur.


Tefsir ilmini bilmeyenin hadis ve tefsir okumaya kalkışması, mide hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Halbuki, bu hastanın, önce perhiz yapması, sonra, kuvvetli yemesi gerekir. İşte bizim gibi, ana ilimleri okumayan, din öğrenmek için, Kur’an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsa, bunları kavrayamaz. Yanlış anlayarak, dinimizi, imanımızı da kaybederiz. Ana yuvasından almış olduğu imanını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep olan, zihinlerindeki şüphenin nasıl meydana geldiği sorulunca tefsir okudukları için böyle olduklarını bildirmişlerdir. Meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor. Tefsir ilimlerini bilmeden tefsir okumaya kalkışan, imanını kaybedebileceği için Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, tefsir yazmak isteyen halifesine engel olmuştur. (Makamat)


Türkçe tefsirlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, şahsi düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele İslam düşmanlarının, bid’at sahiplerinin, Kur’an-ı kerimin manasını bozmak için yaptıkları tefsir ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hasıl oluyor. Zaten, bizim gibilerin, İslamiyet’i öğrenmek için, tefsir ve hadis-i şerif okuması uygun değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Yalnız Arabi bilmekle, tefsir ve hadis anlaşılmaz. Her Arabi bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrut’ta ana dili Arabi olan çok papaz var. Fakat, hiçbiri İslamiyet’i bilmez.






Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur’an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir yazmışlardır. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslam âlimleri, tercüme değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği manalara Tefsir denir. Tefsir, ancak Fahr-i âlemin mübarek lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tâbiine ve Tebe-i tâbiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez.






(Bu âyet-i kerimenin mânâsı, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre şöyledir) demektir. Bunun için Kur’an tercümesi denilen kitaplardan, Kur’an-ı kerimin mânâsı anlaşılmaz. Kur’an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerimin hakiki mânâsını anlamak, öğrenmek isteyen, İslam âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını, yani bunlardan hazırlanmış, nakli esas alan bir ilmihal kitabını okumalıdır.


Kur’an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur’an tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün değildir. Kur’an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika)


Peygamber efendimiz, hadis-i şerifleriyle Kur’an-ı kerimi açıklamıştır. Bu açıklamalara tefsir denir. Bir âyet-i kerimenin mânâsını Peygamber efendimiz açıkça bildirmemişse, İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin mânâlarından dinimize uygun olanı seçerler. Buna tevil etmek ve bu seçilen manaya da meal denir. Piyasada meal, tercüme anlamında kullanılıyorsa da, tercüme demek değildir.















Sual: Meal okuyup da mezhebleri ve dinin bazı hükümlerini inkâr edenlere rastlıyoruz. Allah’ın kelamını okumakla insan niye sapıtır ki?
CEVAP
Meal piyasada yanlış olarak, tercüme anlamında kullanılıyor. Piyasadakiler genelde tercümedir, çok az, birkaç kelime açıklaması oluyor. Resulullahın bildirdiği manalara tefsir denir. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resulullah tarafından, açık bildirilmemiş manalarından, dine uygun olanı seçmeye tevil ve bu manaya meal denir. Âyet-i kerimeyi başka dile nakledince, tercümesi denir. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemez. İslam âlimleri, âyet-i kerimelerin tercümelerini değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir.


Kur’an tercümesi okuyan, murad-ı ilahiyi yani Allahü teâlânın muradının ne olduğunu öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı tercümeyi okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin, anladım sanarak, kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir.



Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur.


Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak, insanın imanını giderir. Rastgele yazılmış olan, meal denilen tercümeleri okuyan ve İslamiyet’in temel bilgilerine vakıf olmayan zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hâsıl olmaktadır. Birkaç örnek verelim:
1- Bir kadın, Kur’an-ı kerimin meal denilen tercümesini okuyunca, (Kur’anda kadınların örtünmesi emri yazılı olmadığı için, örtünmekten vazgeçtim) diyerek, başını açmıştır. Bu kadının Kur’an diye bahsettiği, bir tercümedir. Kur’an-ı kerimde kadınların örtünmesi emredilmiyor demek, Kur’an-ı kerime iftira olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]


Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak buyuruyor ki:
(Kadının yüz ve iki eli hariç bütün bedeni avrettir.) [Ebu Davud]


2- Bir genç, (Namazda okunan surelerin tercümelerine baktım, namazla hiç ilgisi yok, başka şeylerden bahsediyor. Ben de bunları bırakıp Türkçe dua okumaya başladım) demişti.


Böyle sözler, ibadetlerin ne demek olduğunu anlamamış olmayı gösterir; çünkü namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Resulüne bildirmiştir. Peygamber efendimiz de, bunları, Eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Din imamlarımız bunların hepsini Eshab-ı kiramdan görerek ve işiterek anlamışlar ve kitaplarına yazmışlardır. Bu derin âlimler bildiriyor ki, namazda okunacak Kur’anın, Allah kelamı olması lazımdır. Vazife, ancak böylece yapılmış olur. (F. Bilgiler)


3- Ölmüşleri için Yasin-i şerif okuyan bir genç, (Yasin’in tercümesini okuduktan sonra, bundan vazgeçtim. Çünkü Yasin suresinin ölülerle duayla bir ilgisi yok, tarihi olaylardan, kıyamette olacak şeylerden bahsediyor) demiş ve bundan sonra namazı da bırakmıştır.


Bu kimse, Kur’an tercümesi yerine İslam âlimlerinin kitaplarını okumuş olsaydı, Kur’an-ı kerimin her harfinin şifa ve dertlere deva olduğunu, bunu okumakla hâsıl olan sevabın ölülere ne kadar faydalı olacağını bilir, tarihi olaylardan bahsediyor demezdi.


Sual: Bir Müslümanı öldüren ebediyen Cehennemde kalacak diye biliyorum, bunu da mealden öğrenmiştim. En büyük günahın şirk olduğu, Allah’ın bunu asla affetmeyeceği, bunun dışındaki günahları isterse affedeceği de mealde yazıyor. Ben de bir Müslümanın ölümüne sebep olmuştum, şimdi ne yapayım?
CEVAP
Adam öldüren kâfir olmaz. Bir Müslümanı (niye Müslüman oldun) diye öldürmek küfürdür. Yoksa alacak davası yüzünden veya başka bir sebeple mesela parasını almak için öldürmek küfür olmaz. Hiçbir günah küfür yani kâfirlik değildir.


Müslüman olduğu için bile öldürülse, pişman olunca Allah bütün günahları affeder. En azılı kâfiri bile affeder, hatta bütün günahlarını sevaba çevirir. Kâfirliği de affeder, şirki de affeder, yeter ki tevbe edilsin. Tevbe edince anadan doğduğu gibi temiz Müslüman olur. Affetmem demek, ahirette kâfir olarak müşrik olarak öleni affetmem demektir. Yani kâfirler ahirette affa uğramayacaktır.


Din meallerden öğrenilmez, bu yanlış bilgileFâsık, kâfir demek değildir. Kur'an mealleriyle dini doğru öğrenmeniz mümkün olmaz. Birçok kelime, her ilimde, ayrı manada kullanılır. Mesela, zalim kelimesi tefsir ilminde, kâfir demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimse denir. O halde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki özel manalarını bilmek gerekir. İşte, birkaç sene Arapça öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp da, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan türedilerin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır.


Tevbe edip bir daha günah işlemeyen hemen fâsıklıktan kurtulur. Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de her çeşit günahı işlese, hatta Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse, Allahü teâlâ yine affeder.


Allah’ın dinine yardım
Sual: Bir Kur’an mealinde, Muhammed suresinin 7. âyetinde, (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder) deniyor. Allah’a nasıl yardım edilir ki?
CEVAP
Aynı anlamda birkaç âyet-i kerime daha vardır:
(Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Elbette Allah, güçlüdür, galiptir.) [Hac 40]


(Allah’a ve Peygamberine yardım edenler...) [Haşr 8]


Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allah’ın emrini aziz et, Allah da seni aziz etsin!) [Deylemi]


Kur'an tercümelerinden, meallerden, hadislerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir.


Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım demektir. Yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur. Kendi anlayışına göre yapılırsa, ekseriya fitne olur.


Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri ilmihalden öğrenmemiz gerekir.


Şeytanın da elçileri vardır
Sual: Bazı kimseler, kendilerine vahy geldiğini söylüyor. (Karıncaya, kargaya vahy geliyor da, bize niye gelmesin) diyorlar. Bir kısmı da, (Nebi gelmez ama Resul gelir, biz resulüz) diyorlar.
CEVAP
Vahy, haber demektir. Deyim olarak da, Allahü teâlânın Cebrail aleyhisselam vasıtası ile Peygamberlerine gönderdiği haber demektir.


Vahy, Peygamber efendimizin vefatı ile kesilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri (Peygamberlik sona ermiş ve vahy kesilmiş, sona ermiş ve din kemal bulmuş ve nimet tamam olmuştur) buyuruyor.


Kısas-ı enbiya kitabının 410. sayfasında diyor ki:
Resulullah hayatta iken, vahy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyor idi. Ondan sonra artık vahy kesildi, hiç kimseye vahy gelmek ihtimali kalmadı.




Mealden din öğrenmeye kalkan, Kur’an-ı kerimde hata var zanneder. Bunun için İslam âlimleri buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarından hazırladığı bir ilmihal okumalıdır. Böyle bir ilmihal, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış demektir. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur.






Her yapın denilen ifadenin hükmü farz değildir. Birkaç örnek verelim:
1- ([Namaz kılarken] Her secde edişinizde ziynetli [temiz, sevilen, güzel] elbiselerinizi giyinin!) [Araf 31] (Namazda güzel elbise giymek farz değildir.)


2- (Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit, onu yazın. Alışverişte şahit tutun!) [Bekara 282] (Borçlunun senet vermesi ve alışverişte şahit tutulması, farz değil, sünnettir.)


3- (Evlere girdiğiniz vakit, kendinize [mahrem olan, aileden sayılan ev halkına, kimse yoksa kendinize] selâm verin.) [Nur 61] (Selam vermek, farz değil, sünnettir.)


4- (Cuma namazı kılındıktan sonra, yeryüzüne dağılın!) [Cuma 10] (Dağılmak farz değildir. Dağılmayıp camide durmanın bir mahzuru olmaz. Namazı kılınca, artık gidebilirsiniz demektir.)


5- (Eğer, velisi olduğunuz yetim kızlarla evlenmekle, onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, helal olan başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenin! Şayet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız, bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz.) [Nisa 3] (Dörde kadar evlenmek, farz hatta mendub da değildir. Sadece zaruret halinde izin verilmiştir.) [Nimet-i İslam]
[Cahiliyet devrinde erkek vasisi olduğu yabancı yetim kızla, malına göz dikerek, evlenirdi. Bir kaç yetim kızla evlenen de olurdu. Yetim, kimsesiz olduğu için, kocası gerek mehirde, gerek evlilikten sonra kendisine çeşitli haksızlık ve eziyet yapardı. Hatta mirasına konmak için ölmesini beklerdi. Yetimlere haksızlık edilmemesi için bu âyet-i kerime inmiştir.]


6- (Kurban etinden kendiniz yiyin, yoksullara da verin.) [Hac 28] (Kurban etini kendimizin yemesi veya yoksullara verilmesi farz değildir. Üçte birini fakirlere vermek müstehabdır.)


7- (Sabahın beyaz ipliği [aydınlığı] siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyip için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın!) [Bekara 187] (İmsak vaktine kadar yiyip içmek, farz değildir. Sahurda da yemek, farz değildir. İmsak vaktine kadar yiyip içilebilir demektir.)


Görüldüğü gibi, bizim gibilerin meal okuyup hüküm çıkarması caiz olmaz.






Kur'an tercümelerinden, meallerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir. Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım, yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur.
Sual: Mealci bir yazar, (Meal yazanlar, kendi düşüncelerini katsalar da, âyetleri yanlış tevil etseler de, Kur’anı anlamak için meal okumak lazımdır, çünkü mealsiz Müslüman olmaz) diyor. Bir kimse ömründe hiç meal okumasa, dinine, imanına bir zararı olur mu?
CEVAP






Hayır, hiçbir zararı olmaz. Aksine, mealci yazarın da itiraf etmeye mecbur kaldığı gibi, mealler yanlış düşüncelerle doludur. Böyle mealleri okumak daha tehlikelidir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Kur’anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata etmiştir.) [Nesaî]


(Kur’ana ehliyeti olmadan mâna veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizî]


(Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbanî]


Meal okuyup da, (Kur’anda tesettür yok) diyenler olduğu gibi, (Namaz üç vakittir, tavuktan, balıktan kurban olur) diyenler de oluyor. (Kur’an köpek etini yasaklamamış) diyenler de türedi. Bu uydurma hükümlerin hepsi meallerden çıkarılıyor. Kur’an-ı kerimin hakiki mânasını öğrenmek isteyen bir kimse, meal değil, muteber bir ilmihâl okumalı. Kur’an ve hadislerde bildirilen, iman, fıkıh ve ahlak bilgilerinin hepsinin açıklamaları muteber ilmihâllerde mevcuttur. İlmihâl okuyan, eksik bir şey bırakmış olmaz.
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
cehalet başa bela:

Kuranı kerimi kabül etmem diyen biri, kuranı kerim dışında beşerlerin söylediklerini kabül etmekle hangi dine inanır.
Yukarıdaki yazıyı tüylerim diken diken olarak, yarıya kadar okuyabildim.


Yukarıdaki yazı apaçık şekilde Kuranı Kerime iftiralarla doludur, iftiranın sahibi ve bunu destekleyenleri ALLAH tan korkmaya çağırıyorum. Küfrünüzden tövbe edin

بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
26 / ŞUARÂ - 195


(Ey Muhammed!) Biz Kur'ân'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın.
(MERYEM/97)
İşte biz onu (Kur'ân'ı) böylece, apaçık âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
(HAC/16)
Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
(NUR/18)
Allah, size Kitab'ı (Kur'ân'ı) açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur'ân'ın, gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe edenlerden olma.
(EN'AM/114)


Elif-Lâm-Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır
(HUD/1)
Suçluların tuttuğu yol açığa çıksın diye, âyetleri işte böyle genişçe açıklıyoruz.
(EN'AM/55)
Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O'dur. Şüphesiz biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
(EN'AM/97)
De ki: "O'nun üstünüzden ve ayaklarınızın altından azab göndermeye, yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yeter". Bak, âyetlerimizi nasıl inceden inceye açıklıyoruz ki, onlar iyice anlasınlar.
(EN'AM/65)
İşte Rabbinin doğru yolu budur. Şüphesiz biz, hatırlayıp ibret alan bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
(EN'AM/126)
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem ta’lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr.

Bakara Suresi-106. Ayet-i Kerime




"TE'VİLÜL MUHTELİFUL EHADİS" adlı eserinde (Hadis Müdaafaası adıyla tab edildi) HANBELİ ALİMİMİZ İBNİ KUTEYBE RAHİMEHULLAH; Neshi ve Tevili red edenlere ve Mutezile ekolüne cevap verirken; bazı meselelerde AYETİN AYETİ, bazısında AYETİN HADİSİ, bazısında HADİSİN HADİSİ, ve bazısında da HADİSİN AYETİ nesh ettiğini "örneklerle" anlatır.. Yine, bazı ayetlerin LAFZININ kalıp hükmünün nesh edildiğini, bazısının da HÜKMÜNÜN kalıp lafzının nesh edildiğini, bazısının ise HEM LAFZI HEM HÜKMÜNÜN nesh edildiğini vs meseleye dair bir çok şeyi yazar.. Yine, bazı hükümlerin -nefse zor gelip-gelmemek cihetinden- AĞIRLAŞTIRILDIĞINI, bazısının MİSLİ İLE bazısının da HAFİFİ ile nesh edildiğini izah ederken Bakara Suresi-106. Ayette'ki "bi hayrin minhâ ev mislihâ" (daha hayırlısını) sözünü ilginç bir şekilde tefsir eder; hem dünyevi hem de uhrevi hayrı-faideyi şamil bir teville meseleyi izah eder..



TEFSİRi 'EL CAMİ'DE MALİKİ ALİMİMİZ İMAM KURTUBİ RAHİMEHULLAH; İbni Kuteybe'nin dediklerine mutabık şeyleri söyler ve yanlış hatırlamıyorsam eğer; Asrı Saadet'in ilk senelerinde bazı surelerin daha uzun olduklarını ve bazı sahabilerin PEYGAMBER ALEYHİSSELAM'a gelip "falan sureyi okuyamıyoruz dilimiz dönmüyor", dediklerinde "onlar nesh olan ayetlerdi" dediği gibi rivayetlerde bulunuyor; ve yine Hz ALİ RADIYALLAHUANH'ın mescidde din anlatan birisine "sen nasihi mensuhu bilir misin?" dediğini, ve adamın da hayır bilmem demesi üzerine adamı kovduğunu "kalk git bizim mescidimizde din anlatma" gibi bir sözle kovduğunu nakleder..



NESH VE TEVİL meselesini bilmeyenin Müderris-Muallim-Mürşid olması düşünülemez.. Bunlar bizim boyumuzu aşan şeyler.. Bu noktada akla ilk gelen evhamdan birisi şudur; sadece sahabe gördü de biz görmedik bazı ayetler sonradan lafzen de nesh edildi, sebebi nedir? İman edenler sebeb sorgulamaz, sebeb "Çünkü Allah Teala Böyle Murad Etti"dir.. İman eden biri için bu kafi bir sebebdir.. Lakin mealci ve felsefeci septisist-paranoyak zenadıka ehline izah içün demek babında söylemek gerekirse, belki bir hikmeti de şudur ki; malum Kuran ve Sünnet Sahabeyi doğrudan terbiye ediyordu biz ise dolaylı olarak terbiye oluyoruz, onlar direk Vahy Nüzulu çağında, Resulullah Aleyhisselam'ın yanında yaşadılar. Lakin, Ashab Radıyallahuanhumecmaiyn'in terbiyesi demek sonraki, bunlardan din devralacak olan ve Kıyamet'e dek gelecek tüm Ümmet'in de terbiyesi demektir. İyice düşünen bunu sezinleyecektir ne demek istediğimi.. Allahu A'lem..

Bizler Mealci Zındıklardan değiliz. Hiç bir ayet veya hadisi adeta cımbız-makas yoluyla münferiden alıp da sair, alakalı ayet, hadis ve selef ve halef sözlerine bakmadan hevamıza göre yorumlayamayız.. Bahsedilen Nesh meselelerinde, açıp bakılır, Ehli Sünnet'in varsa bir İCMA sı ona tabiyizdir, yok ise CUMHUR'a, o da yok ise DELİLİ SAHİH-KAVİ olana tabi oluruz.. Bencesi sencesi yok vesselam..
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cüppeliye gelince, bu konuşmasını dinlemiyorum bile.. Batılları diz boyu bir kimsedir.. Ben sadece Nesh meselesinde Ehli Sünnet Ulemamızdan bir iki bildiğimi nakledeyim dedim. Maassalamah..
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika)



Türkiye’de Kur’an tercümesi modası, Misak adında bir Ermeni tarafından başlatılmıştır. Gençlerin önüne Kur’an tercümelerini sürerek, “Öz Türkçe Kur’an okuyunuz, yabancı dil olan Arapça Kur’anı okumayınız!” demesi bu millete ihanetten başka bir şey değildir.




Kur’an-ı kerim Tercümeleri Sempozyumu’nda 1500’den fazla Kur’an-ı kerim tercümesi incelenmiş birbirini tutmayan hükümler görülmüştür. Bunun hakiki sebebi, naklin esas alınmayışıdır. Kur’an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır.








1986’da İstanbul’da yapılan Kur’an Tercümeleri Sempozyumunda 1500’den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur’an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!...
Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur.




Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak, insanın imanını giderir. Rastgele yazılmış olan, meal denilen tercümeleri okuyan ve İslamiyet’in temel bilgilerine vakıf olmayan zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hâsıl olmaktadır. Birkaç örnek verelim:
1- Bir kadın, Kur’an-ı kerimin meal denilen tercümesini okuyunca, (Kur’anda kadınların örtünmesi emri yazılı olmadığı için, örtünmekten vazgeçtim) diyerek, başını açmıştır. Bu kadının Kur’an diye bahsettiği, bir tercümedir. Kur’an-ı kerimde kadınların örtünmesi emredilmiyor demek, Kur’an-ı kerime iftira olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]




Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak buyuruyor ki:
(Kadının yüz ve iki eli hariç bütün bedeni avrettir.) [Ebu Davud]




2- Bir genç, (Namazda okunan surelerin tercümelerine baktım, namazla hiç ilgisi yok, başka şeylerden bahsediyor. Ben de bunları bırakıp Türkçe dua okumaya başladım) demişti.

Siz kısaca diyorsunuz ki şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.her müslüman kendine bir hoca tutmalı,hocası ile bir şeyhe tabi olmalı,o ne derse o olmalıdır.Hocalara para mı lazım.Din üzerinden para kazanmayı teşvik etmek mi lazım.Dini siyasi emellere(hevaya) alet etmek mi lazım.Şeyhlerin doğruluğuna inanıp,kuran ve sünneti terk etmek mi lazım.Bunların hiç biri lazım değil.Cennete şeyhlerin,gawsların sırtında değil,amellerin üstünde gidiliyor.

Kişi kuran okursa meal olarak anlamadığı hususu tercümesini ve tefsirini okuyarak anlayabilir.tefsirini anlamazsa hadislere bakabilir,hadisleri de anlamazsa fıkıh kitaplarına bakabilir.Fıkıh kitaplarını da anlamazsa alimlerin fetvaları,müctehid imamların görüşlerine bakabilir.Akıl yoluyla nakli en iyi şekilde anlamak için devamlı bir çaba içinde ve araştırmacı olmak zorunluluğu vardır.Bir de takip edilen kişilerin tevhid ve cihad üzerinde durmayan,korkak ve dünyaya meylettiren görüş ve düşünceleri olanları elemek merdivenleri hızlı çıkmaya sebep olur.Her şeyden önce her bulduğunu ve gördüğünün gerçek mahiyetini araştırmak için müslüman olan devamlı ilim üzerinde bulunması farzdır.
Kurandan ve sünnetten başlayıp en son müçtehid imamlara ve asrın alimlerine doğru ilerlemek,yolu kısaltır.Asrın alimlerinden kurana ulaşmaya kalkarsan,Allah korusun Kurana ulaşmadan şeytanlara esir düşülür.Allahualem.

örnek verdiğiniz meallere bakarak namazdan vazgeçen,başörtüsünden vazgeçen kişinin niyeti zaten namaz kılmak,başını örtmek değildi.Bunlar Allahtan korktukları için değil,sadece kendisini şeytanı bir niyet ve anlayış ile rahatlatmak tı.Kendi hevasına göre kuranı yorumladılar ve kafir oldular.Eğer bu kişiler gerçekten Allah korkusu ile namaz kılmak ve başını örtmek isteselerdi ta baştan hevalarını dine alet etmez,sapıkları da takip etmezlerdi.Ayette bununla ilgili Allah (swt);
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size Kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
yazıda Kur'anı Kerimi kabul etmem mi deniyor Kur'an dışında beşerlerin sözlerinden kasıt nedir Peygamberi kabul etmiyor musun sen eğer öyleyse zaten Kur'anı da kabul etmiyorsun demektir eğer herkes Kur'anı anlayabilirse her şey detaylarıyla apaçık açıklanmışsa neden peygamber geldi o zaman. Allah Kur'anı Kerimi Kâbenin damına da indirebilirdi açıklanmaya, birisinin anlatmaya ihtiyacı yoksa. herkes alsın okusun diye.




Kur'an-ı kerimi herkes anlayabiliyorsa, şu sorulara cevap yazar mısınız?
1- (Âyetleri açıklamak Allah’a aittir) ne demektir?
2- Resulullah, Kur'an-ı kerimi açıklamak için yüz binlerce hadis-i şerifi niye bildirdi?
3- Madem âyetleri açıklamak Allah'a aitse, Peygamber efendimiz hâşâ niye Allah'ın emrini dinlemeyip Kur'an-ı kerimde olmayan birçok haramları hadis-i şeriflerle açıklamıştır?
4- Eğer, Kur’an açık, herkes anlarsa, niye Allah, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) diyor? Niye (Yalnız Kur'ana uyun!) buyurmuyor?
5- Kur'an-ı kerimi anlamak kolaysa, dilleri Arapça olan Eshab-ı kiramın ileri gelenleri âyet-i kerimeleri niye Peygamber efendimize sual ettiler?
CEVAP
Bunları madde madde açıklayalım:
1- Hazret-i Katade, (Kur’anı açıklamak bize aittir) ifadesinin, (Onun muhtevasındaki helâlleri ve haramları açıklamak bize aittir) demek olduğunu bildirdi. Ayrıca, (Kur’an-ı kerimde yer alan vaatleri ve tehditleri açıklayıp, gerçekleştirmek bize aittir) anlamına geldiği ve Resulullah’a hitaben, (Senin dilinle açıklamak, bize aittir) demek olduğu bildirilmiştir. (Kurtubî tefsiri)


Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” beyan etmesi, onun diliyle Kur’anın açıklanması demektir. (Kur’anı insanlara beyan edesin diye sana indirdik) mealindeki âyette geçen beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et!) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel-âlemîn)


İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyuruyor ki: Resulullah’ın beyanı iki türlüdür:
a) Kitapta mücmel [özet, kısa, kapalı] olarak gelen ifadeleri açıklamaktır. Beş vakit namaz, vakitleri, secdeleri, rükûları, bozanları, mekruhları ve diğer hükümleri; zekâtın miktarı, vakti, hangi mallardan alınacağı; haccın nasıl yapılacağı gibi hususların açıklamasını Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yapmıştır. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Haccın nasıl yapılacağını benden öğrenin!) [Müslim, Ebu Davud]


(Namazı benim kıldığım gibi kılın!) [Buharî]


b) Resulullah'ın ikinci beyan şekli, Allah’ın kitabının hükmünden başka hüküm ortaya koymaktır. Bir kadının halası ve teyzesiyle birlikte nikâhlanmasının haram kılınması, evcil eşeklerin ve parçalayıcı azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesinin haram kılınması gibi hükümler buna örnektir. (Cami-ul-ahkâm)


Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) buyuruluyor. (Yalnız Kur'an) diyenler samimi olsaydı, Allah'ın emrine uyup Resulünün emirlerini de esas alırlar, (Yalnız Kur'an) demezlerdi.


2- Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın (Resulüme uyan, bana uymuş olur) emrine uyarak, âyet-i kerimeleri açıklamış, Kur'an-ı kerimde bulamadığımız binlerce hüküm bildirmiştir.
3- Peygamber efendimiz, hâşâ Allahü teâlânın emrine aykırı iş yapmaz. (Yapar) denirse, bu, Allah'ı suçlamak olur. Allahü teâlâya itaat etmeyen peygamber olur mu? Hâşâ Resulü yanlış iş yapar da, Allahü teâlâ düzeltmez mi?


4- Resulü de, Allahü teâlânın bildirdiğini bildireceği için (Resulüme uyun!) buyuruyor.


5- Elbette Kur’an-ı kerimi anlayamadıkları için sual ettiler. Anlayabilselerdi niye soracaklardı ki?


Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkese istidadına göre, Kur'an-ı kerimin manevî sırlarını açıklardı. [(Buharî)deki] hadis-i şerifte, (Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar) buyuruldu.


Bir gün Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir’e "radıyallahü anh", Kur'an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu.


Yanlarına Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" gelince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi.


Sonra Hazret-i Osman "radıyallahü anh" ve daha sonra da Hazret-i Ali "radıyallahü anh" geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı. (Mektubat-ı Masumiyye 1/59)


Hadis-i şeriflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu), (Osman’ın şefaatiyle, cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır) buyuruldu.


Her üçü de, bu derece üstün olduğu ve Arapçayı çok iyi bildiği hâlde, Kur'an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadılar. Çünkü Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkesin seviyesine göre konuşurdu.


Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hazret-i Ali "radıyallahü anh" gibi ilim deryası büyük bir zatın anlayamadığı tefsiri günümüzün mezhepsizleri nasıl anlayacak ki? O hâlde, Resulullah efendimizin açıkladığından farklı bir şekilde Kur'ana mânâ vermek yanlıştır.




Sual: Hâşâ (Hadisler çöpe atılmalı) diyen Ondokuzcu sapık, (Kur'anı herkes anlar) dedi, arkasından (Piyasadaki bütün Kur'an çevirileri yanlıştır) dedi. Madem herkes Kur'anı anlayabiliyordu, niye herkes yanlış tercüme ediyor? Demek ki anlaşılamıyor ki öyle farklılıklar oluyor. Bu kadar farklı gruplar olduğuna göre, bu kadar farklı anlayanlar vardır. Buna rağmen hâlâ, (Kur'anı herkes anlayabilir) iddiası nasıl yapılabiliyor?
CEVAP
Evet, Kur'an-ı kerimi yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık fırka meydana çıkmıştır. Eğer herkes aynı şeyi anlayabilseydi bu kadar sapık fırka meydana çıkmazdı. Herkes (Benim anladığım doğru) diyor. Peygamber efendimizinkinden farklı anlayanların anlayışları geçerli değildir. Onun için Kur'an-ı kerimi en iyi anlayan elbette Peygamber efendimizdir. Onun hadis-i şeriflerini de en iyi anlayan Onun vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uyan, Kur'an-ı kerimi en iyi anlamış olur.


Ondokuzcular, (Şiîler ve Vehhabiler, Kur'anı yanlış anladıkları gibi, Peygamber Muhammed de Kur'anı yanlış anlamış ve çöplüğe atılması gereken hadisler söylemiştir. Ehl-i sünnet âlimleri de bu hadislere göre hareket ettikleri için onların Kur'anı anlamaları da yanlıştır) diyorlar. Hâşâ bu dinin Peygamberi anlamadıysa, bu kâfirler nasıl anlayacaktır? Madem herkes anlayabiliyorsa, hâşâ Peygamber efendimiz niye anlayamamış?


Kendilerinin de açıkça itiraf ettikleri gibi, herkes âyetlerden aynı hükmü çıkaramıyor. Bu mesele, gün gibi açıkken yine, (Herkes Kur’andan anladığına uysun!) demek ne büyük rezalet ve felakettir. Allahü teâlâ, (Resulüme uyun, ona uyan bana uymuş olur) buyururken, Kur'an-ı kerimin (Resulümün emrine uyun!) emrinden insanları uzaklaştırmaktan daha büyük sapıklık olur mu?




Peygamber efendimiz, nasıl açıklamışsa, muhaddisler ve müfessirler, nasıl bildirmişse doğrusu odur. Bizim gibilerin âyetlere mânâ vermesi kesinlikle caiz olmaz. Birkaç hadis-i şerif:
(Sizden öncekileri helâk eden günah şu idi: Onlar, mevki sahibi biri hırsızlık edince, ceza vermezler, zayıf biri hırsızlık edince, ona ceza verirlerdi. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da, elini keserdim.) [Müslim]


(Hırsızın eli, çeyrek altın ve daha fazla çalarsa ancak o zaman kesilir.) [Buhârî]


İbni Ömer hazretleri anlatır:
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üç dirhem kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti. (Buhârî, Müslim, Muvatta, Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî)


O âyet-i kerimede, hırsızın elini kesmek gerektiği birçok hadis-i şerifle açıklanmıştır. Hırsızı cezalandırma işini ancak İslam devleti yapar.









Kur’an-ı kerimi tam olarak yalnız Resulullah anlamıştır. Çünkü muhatabı Odur. Kur’an Ona gelmiştir. Ondan başkası tam anlayamaz. Onun için Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İnsanlara açıkla diye Kur’anı sana indirdik.) [Nahl 44]


Açıklamak, âyet-i kerimeleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Bırakın bizleri, ümmetin âlimleri de, âyetleri anlayabilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, açıklamasını emretmezdi. Bu ve benzeri âyetlere rağmen, (Resulullah Kur’anı getirmekle işi bitmiştir, o bir postacı idi) diyen mezhepsiz türediler vardır. Eshab-ı kiram, ana dilleri Arapça olduğu halde, bazı âyetleri anlayamayıp, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullah, Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirmiştir. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir, yoruma değil, nakle dayanır.




Meal okuduğunu söyleyen bir okuyucu, (Yalnız senden yardım dileriz. Fatiha 5, Yalnız Allah’a güvenin, Maide 23, Yalnız benden korkun Bekara 40, âyetleri pek açıktır. Herkes anlar. Neresi açıklansın?) diye sordu.


(Yalnız senden yardım dileriz) dedikten sonra, birinden bir bardak su istesek bu âyete aykırı mıdır, değil midir? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz? Bunlar açık değildir.


(Yalnız Allah’a güvenin) buyuruluyor. Ne hususta Allah’a güveneceğiz? Bir doktora muayene olsak, ilaç verse, güvensek, bu âyete aykırı olur mu? Topkapı’dan Sirkeci’ye giden tramvaya binsek, (Bu tramvay, bizi Sirkeci’ye götürür) desek, Allah’tan başkasına mı güvenmiş olacağız? Demek ki güvenmenin izahı gerekir.


(Yalnız benden korkun) buyuruluyor. Başka bir âyet-i kerimede, (İnsanlardan korkmayın, benden korkun) buyuruluyor. (Maide 44) Hırsızdan, hainlerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Demek ki açıklaması gerekli.


(Namaz kılın, zekat verin) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56) Namazın nasıl, kaç rekat kılınacağı, zekatın nasıl, hangi mallardan verileceği açık değildir. Bütün bunlar, hadis-i şeriflerle ve âlimlerin açıklaması ile anlaşılmıştır.


Fetih suresinin, (Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir) mealindeki 10. ve Bekara suresinin, (Doğu da, batı da Allah’ındır, nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır) mealindeki 115. âyet-i kerimesinin tevile ihtiyacı vardır.


Yine mealen buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.) [Araf 155, İbrahim 4]


Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (Doğru yola getiren ve sapıttıran Allah olduğuna göre, beni de dinsiz yapan Odur. Benim bunda ne suçum var) diyebilir. Bu bakımdan hadis-i şeriflere ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç vardır.


Nitekim, âyetlerden anladığına uyup, (Hayır ve şer Allah’tan olduğuna göre, bize günah işleten de Allah’tır. Biz günahlardan mesul değiliz) diyenler çıkmıştır.


İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz, gerekli açıklamayı yapmıştır. Âlimler de bunları açıklamış, artık, bahane kalmamıştır. Kur’an-ı kerimi anlamak için açıklamaya ihtiyaç olduğunu bizzat Hak teâlâ bildiriyor:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]


(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]


(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]


(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]


(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33]


(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]


(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]






Kur’an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapça’ya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur’an-ı kerimin manası tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir.


Hangi tercüme olursa olsun, hiçbir Kur’an tercümesinden din öğrenilemez. Dinini öğrenmesi için bir kimsenin eline, en uygun tercümeyi vermek, okyanus ortasında bulunan insana bir tahta parçası vermekten daha kötüdür. Çünkü bu tahta parçası ile insan sahile çıkamayacağı için ölür, imanlı ise Cennete gider. Fakat tercüme ile din öğrenmeye kalkışan, imanını kaybedip Cehenneme düşebilir.




Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmeyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, Peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hazret-i Ebu Bekri Sıddık, (Kur’an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)


Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslam âlimleri yıllarca çalışarak, Kur’an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimal de olsa belki mümkün olabilir, fakat Kur’andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını “Tabu” olarak gösterenler, “Dini Kur’andan, tefsirden öğrenin” diyenler, eğer cahil değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.


Mezhep imamlarımız, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet-i kerime mucibince, Kur’an-ı kerimin manasını, Tâbiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)


Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. (Hadika s. 324)


İmam-ı Şarani hazretleri de buyuruyor ki:
Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıkladı. Diğer âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini açıkladı. Namazların kaç rekat olduğunu rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklaması olmadan Kur’an-ı kerimden anlamak mümkün değildir.


İmran bin Husayn hazretleri, (Bize yalnız Kur’andan söyle!) diyene, (Ey ahmak, Kur’an-ı kerimden her şeyi anlamak mümkün mü? Mesela namazların kaç rekat olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hazret-i Ömer’e de, (Farzlar seferde kaç rekat kılınır? Kur’anda bulamadık) dediler. Cevaben, (Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları, iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)


Kur’an-ı kerimde, Resulullaha ve âlimlere uymamız emrediliyor. (Al-i İmran 31, Haşr 7, Nahl 43)


Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi olun) buyuruyor. (Deylemi)


O halde, Allahü teâlânın emrine uyarak, âlimlere tâbi olmamız, uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]


(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyheki]


(Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [Maverdi]


(Allah, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhari]


(İbadet için fıkıh kâfidir.) [Beyheki]


Din nereden öğrenilir?
Dinimizi doğru olarak öğrenmek için Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği ile kabul ettikleri fıkıh kitaplarını okumak gerekir. Ehl-i sünnet âlimi olan hakiki din adamlarının kabul ve tasdik etmediği kitaplardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeye kalkışmamalıdır! Her din kitabına yahut âlim görünen ve din adamı denilen herkesin sözüne veya kitabına uyarak ibadet yapmak caiz değildir. Ehl-i sünnet olmayan din adamlarının kitaplarına ve sözlerine uymamalıdır! Muteber kitaplardan toplanmış, tercüme edilmiş İlmihali okumalıdır! Böyle tercüme edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihal kitaplarını ve uydurma tefsirleri okumak insanı dünya ve ahiret felaketlerine sürükler. (İslam Ahlakı)


Sual: Kur’anın bu kadar tercümeleri varken herkes niye Kur’anı anlayamasın?
CEVAP
Anayasa kitabı Türkçedir. Hukukçu olmayanlar okursa, farklı görüşler meydana çıkar. Hukukçular arasında bile farklı anlayışlar oluyor. Anayasa birçok konularda kanunlara havale eder. Kanunlar birçok hükmü tüzüklere, yönetmeliklere havale eder. Kanunu, tüzüğü, yönetmeliği bilmeden Anayasaya göre bu iş şöyledir demek çok yanlış olur. Dinimizde de Kur’an-ı kerimden başka hadis-i şerifler var, icma var, kıyas-ı fukaha var. Ancak bunları bilmekle Kur’an-ı kerim anlaşılabilir, tercümesini okumakla anlaşılmaz.


Köylüye ait bir kanunu hükümet, doğruca köylüye göndermez; çünkü köylü okuyabilse bile anlayamaz. Bu kanun önce valilere gönderilir. Valiler iyi anlayıp, açıklamasını ekleyerek kaymakamlara, bunlar da daha açıklayarak muhtarlara anlatır. Muhtar da ancak köylü diliyle köylüye söyler. İşte Kur’an-ı kerim de, ahkâm-ı ilahiyedir. Kanun-i rabbanidir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde kullarına saadet yolunu göstermiş ve kendi kelamını insanların en yükseğine göndermiştir. Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlar. Başka kimse tam anlayamaz. Eshab-ı kiram, ana dilleri olarak Arapça bildikleri, edip ve beliğ oldukları halde bazı âyetleri anlayamaz, bunların manasını Resulullaha sorarlardı. Hatta Cebrail aleyhisselam bile, Kur’an-ı kerimin manasını, esrarını, Resulullaha sorardı. (S. Ebediyye)


Sual: Meal okuyorum, Al-i İmran suresinin 8. âyetinde, (Rabbimiz kalblerimizi saptırma) ve İbrahim suresinin 4. âyetinde ise, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Allah insanın kalbini saptırır mı da böyle dua ediliyor? Allah insanı sapıklıkta bırakır mı? Meallerde mi yanlışlık var, yoksa benim bilmediğim bir husus mu var?
CEVAP
Meallerden din öğrenilmez. İşte böyle yanlış anlamalara sebep olur. Yetmiş iki sapık fırka, Kur'an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin âlimlerinin bildirdiği bilgileri esas almalıdır. Allahü teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ öyle olsa, âhirette, o kişi, (Ya Rabbi, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun) demez mi? Bu kaza kader meselesidir. İnsanlara irade-i cüz’iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab veya günah işler. İşlediğimiz günahları Allah'a yüklemek yanlış olur.
 
K Çevrimiçi

Kuşçu

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Tartışmanıza fazla girmeyeyim ama benim yukarıdaki yazınızdan anladığım en büyük şey, tasavvufçu şeyleriniz kuranı kerimin anlaşılmasından büyük bir korku duyuyorlar. Çünkü o anlaşılınca onların maskesi düşer.
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
eden öğrenilir?




Sual: İslam’a ve Kur’ana uymak ve dinimizi öğrenmek için, meal ve tefsir mi okumak gerekir?
CEVAP
İslam’a, Kur’ana uymak, dini öğrenmek, meal ve tefsir okumakla değil, ancak hak olan bir mezhebe uymak ve bu mezhebe ait hükümleri öğrenmekle olur. Bir kimse, Kur’an-ı kerimden, tefsirden anladığına uyarsa, İslam’a uymuş olmaz. Kur’an-ı kerimde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(De ki, “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun!”) [Al-i İmran 31]


(Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]


(Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]


İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kati ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, (Elbette muhakkak böyledir) buyurup, doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Yine Allahü teâlâ, (Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyorlar. İman ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azabını, çok acı azapları hazırladık) buyuruyor. [152. mektup]


Hadis-i şeriflerin önemi
Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz, İslam’a, Kur’ana tâbi olmak isteyenin bir âlime, bir mezhebe bağlanmasını emrediyor. (Âlimlere tâbi olun!) buyuruyor. (Deylemi)


Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, (Âlimlere sorun!) ve (Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından sakının!) buyuruyor. (Nahl 43, Haşr 7)


Ahmed Tahtavi hazretleri, (Kur’an-ı kerimdeki, (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, bildirdiklerine uyun!) demektir) buyurdu. (Dürr-ül-Muhtar haşiyesi)


Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilacını bilmeyen cahillerin hadis-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkansız gibidir. İslam âlimleri, kalb, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun ruh ilaçlarını, hadis-i şeriflerden seçerek bildirmişlerdir. Peygamber efendimiz dünya eczanesine yüzbinlerce ilaç hazırlayan baş tabib olup, evliya ve âlimler de, bu hazır ilaçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, yardımcı tabibler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilaçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadis-i şerif içinden, kendimize ilaç aramaya kalkarsak alerji hasıl olarak, cahilliğimizin cezasını çeker, fayda yerine zarar görürüz. Bunun için âlimlere uymamız gerekir. Âlimlere uymak, 4 mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta icma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]


(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler.) [İbni Mace]


Hadis-i şerifleri de, sahih veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek, sahih olsa bile, günah olur. Böyle kimsenin hadis-i şerif okuması caiz olmaz. Hadis kitaplarından, hadis nakletmek için, hadis âlimlerinden icazet almış olmak gerekir. Hadis-i şeriflerin de sahih olup olmadığını bilmeden, sahih bir hadis-i şerifi bile söylemek günah olur. Hadis-i şerifte, (Bilmediği sözü hadis olarak söyleyen, Cehennemde azap görür) buyuruldu. Onun için âlim olmayan kimsenin, hadis okuyup anladığı ile amel etmesi caiz olmaz. (Berika)


Kur’an-ı kerimi ancak Resulullah efendimiz anlamış, hadis-i şeriflerle açıklamıştır. Bu hadis-i şerifleri de, ancak Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına tâbi olmuşlardır.


Şu halde, Kur’andan, hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihallerden öğrenmelidir!


Fıkıh kitapları varken
Sual: Dinimizi hangi tefsir ve hadis kitabından öğrenmem daha kolay olur?
CEVAP
En kıymetli tefsir, Beydavi tefsiridir. En kıymetli hadis kitapları Kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabıdır. Fakat bizim gibilerin dinimizi bu kitaplardan öğrenmesi mümkün değildir. Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:


Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Kendi görüşü ile tefsir caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, hata etmiştir) buyuruldu. Hadisleri de, hadis kitaplarından değil, İslam âlimlerinin fıkıh, ahlak kitaplarından naklederek söylemek veya yazmak gerekir. (Berika)

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifler Kur’an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları hadis-i şerifleri açıklamıştır. Din âlimleri de, mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Tahareti, namazların kaç rekat olduklarını, rüku ve secdelerde okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını Kur’an-ı kerimden çıkarmak mümkün değildir.


İmran bin Husayn hazretleri, (bize yalnız Kur’andan söyle) diyene, (Ey ahmak, Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin) buyurdu. Hazret-i Ömer’e de, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde bulamadık, dediklerinde buyurdu ki:


Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız. (Mizan-ül-kübra)


Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Fıkıh bilgilerini derin âlimler, âyet-i kerimlerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır.


Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkanın âlimleri tefsirlerden yanlış mana anladıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca âlim olmayanların tefsir okuması felaket olur. Tefsir kitaplarını anlayabilmek için, kolları olan seksen ilimle birlikte yirmi ana ilmi öğrenmek gerekir.


Kur’an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okuması gerekir. (Hadika)


Nahl suresinin 44. âyetinde mealen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin) buyuruldu. Beyan etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.


Resulullah, Kur’an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Çok büyük âlim olan mezhep imamları da hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu âlimler, Resulullahın vârisleridir.


Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.




Müctehid olmayanın, mezhepler arasında ayrılıklar bulunduğunu görse de, hepsine iman ve tasdik etmesi gerekir. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatalı görmesi, o mezhebin hatalı olduğunu göstermez. O kimsenin, kendisinin hatalı olduğunu, anlayışının kıt olduğunu gösterir. (Mizan-ül-kübra)
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Bir “Cahil Âbid” ve “Fâcir Âlim” Örneği

Geçen gün bir vesile ile, Cübbeli Ahmed’in dergisi olarak bilinen “Kasr-ı ARİFAN” adlı derginin 22 sayısı geçti elime Mahmud Ustaosmanoğlu’nun; “Mevlana Halid’i ziyaret etmemiz gerek” sözü üzere tahakkuk eden Şam ziyaretine özel bir sayı imiş Dergide anlatılanlar o kadar akıcıydı(!) ki, bir solukta büyük bir bölümünü okudum.
Okuduğum bölümlerden de hayrete şayan noktaları, maddeler halinde sizlerle paylaşmak istiyorum.

1) Hadis ilmine olan ilgimden dolayı, dikkatimi ilk çeken, yaklaşık 60 sayfalık dergiye, onlarca mevzû/uydurma hadis koyma başarısını göstermiş olmalarıydı.


Zikredilen hadislerin birçoğunda kaynak yok.


Kaynak olanlarda ise, Kütüb-i Tis’a dediğimiz 9 muteber hadis kitabı değil, başta Abdulkadir Geylanî’ye(rha) nisbet edilen el-Gunye isimli eser olmak üzere, hadis için kaynak değeri taşımayacak eserler seçilmiş.


Ben sizlerle, sadece el-Gunye adlı eser hakkında bilgi paylaşmakla yetineceğim.


Böylece; hem diğer kaynak olarak seçilen eserlerin nasıl olabileceğini tahmin edebilecek, hem de el-Gunye adlı eserdeki rivayetlerin ne derece sahih ve muteber olduğunu müşahade edeceksiniz Yardım ve başarı Allah’tandır(cc)


Şeyh Geylanî’nin(rha), el-Gunye’de, kendilerinden rivayette bulunduğu isimler şunlardır:


11- Ebu’l Berakat Hibetullah b Mübarek el-Bağdadî el-Hanbelî es-Sekatî: Kendisi bir muhaddis olmasına rağmen, güvenilir bulunmamıştır. Birçok alim; onun isnadlar uydurduğunu, yalanının ortaya çıktığını, görmediği kimselerden işitmiş gibi rivayetlerde bulunduğunu belirtmişlerdir. Hafız İbn Hacer el-Askalânî(rha), bu zatın, Receb ayının faziletleri hakkındaki rivayetleri uydurduğunu belirtmiştir [1] El-Gunye’de, Şeyh Hibetullah’tan naklen 39 rivayet bulunmaktadır.


12- Ebu Nasr Muhammed b Ebu Ali Huseyn el-Bennâ: Meçhul bir kimsedir Abdulkadir Geylanî’nin(rha) ilim aldığı şeyhleri arasında da ismi geçmemektedir. Bu zatın da, el-Gunye’de 62 rivayeti yer almış olup, büyük çoğunluğu münker, munkatı’ ve uydurma rivayetlerdir [2].


Bu rivayetlerin, el-Gunye’ye daha sonradan eklenmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir .


En doğrusunu Allah(cc) bilir.


2) Dikkatten kaçması imkansız olan bir diğer nokta, Mahmud Ustaosmanoğlu’nu nitelemede kullanılan aşkın ifadelerdi.


Bu sıfatlardan birkaçına değinecek olursak:


21- Gavs-ı Âzam: Gavs tabiri, tasavvuf literatüründe, kendisinden manevî yardım istenilen kutb’un ünvanı olarak kullanılır. Kutub da, yeryüzünde her zaman Allah’ın(cc) nazargahı olup bütün varlıkların işlerinin, elinde meydana geldiği(!!) “TEK KİŞİ”ye denir Kutub, açık ve gizli yardımcılarıyla birlikte ruhun vücutta yayılması gibi, bütün kainata sirayet edip(!), ulvî ve suflî alem üzerine hayat ruhunu saçar(!).


Bu kavramı kabul ediyor olmak dahi, insanın Tevhid’ini silip götürmeye kâfîdir. Kabul edip, bir de iyi bir şeymiş gibi gerile gerile dillendirenlere de şunu sormadan geçemeyeceğiz:


Menzil’deki tarikata intisablı olanlar da şeyhlerini Gavs-ı Azam olarak nitelemektedirler. Oysa Gavs-ı Azam bir tane değil miydi? Hanginizin şeyhi Gavs-ı Azam’dır söyler misiniz? Ya hanginizin şeyhi, diğerinin şeyhini döver?? Kainatı, hiçbir yardımcıya ve ortağa muhtaç olmayacak şekilde idare eden Allah’ımız(cc), sizlere akıl ve iz’an ihsan eylesin.


22- Sâhibu’z-Zaman: Bu tabir de tasavvuf literatüründe sıkça rastlanan kavramlardandır “Zamanın sahibi” demek olan bu kavramla, Allah(cc) katında, zamanının en makbul insanı kastedilir


Zamanın ve mekanın yegane sahibi ve otoritesi Allah’tır(cc) Bir “KUL”, kendi nefsine dahi sahip çıkamazken, “Zamanın Sahibi” olarak nasıl nitelendirilebilir? Allah(cc) katındaki en makbul insanı, kim, nasıl bilebilir? Şeyhe kayıtsız-şartsız itaati(kulluğu), “trafo” örneğiyle açıklama gayreti sarfettiğiniz gibi, bu nitelemeyi hangi komik örnekle meşru göstermeye çalışmaktalar merak ediyorum.


“Allah, müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir Fakat Allah, “peygamberlerinden” dilediğini seçip (gaybı bildirir)” (Âl-i İmran/179)


23- Kalplerin Kıblesi: Hiç yoruma ve açıklamaya dahi gerek yok zaten… Zira; mü’minin bedenen de, ruhen de, kalben de yöneldiği tek kıblesi vardır ve bu kıblesi asla şaşmaz!


“Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun” (Bakara/145)


24- Asrın Müceddidi: Bilirsiniz müceddid, dini yenileyici, unutulan Sünnet’leri ihya edicidir Ve İmam Suyutî(rha); “Her asırda dinin müceddidi, müctehiddir” buyurur [3]


Peki sormak gerekir: Bu zatlar neyi tecdîd etmişlerdir? Hangi unutulan Sünnet’i ihyâ etmişlerdir? Bırakın ictihad etmeyi, ictihada karşı duran, ictihad kapısını kapatıp dini ve fıkhı donduran ve hayattan koparan bunlar değil midir? Tecdîd’den maksat, takva-zühd gibi kavramları yenileyip, lüks villalarda oturmak, lüks otolara binmekse, evet… Ben de haykırıyorum: Bereketli bir asırdayız mâşâe’llah. Zira asrın müceddidi bir değil, birçoktur!


“Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca, üzerlerine bütün nimetlerin kapılarını açıverdik” (En’am/44)


İhya ettikleri(!) tek Sünnet: Sarık, Şalvar, Cübbe… Sardıkları sarığı da Rasulullah(sas) gibi değil, kendi sünnetleri gereğince sarmaktalar. Zira, Rasulullah(sas), bir ucunu iki omzunun arasından sarkıtırdı. Bunun harici her sarma şekli de bid’attir [4] Şalvar da Rasulullah’ın(sas) değil, şeyhlerinin sünneti zaten. Peki geriye ne kaldı? Görüntü Müslümanlığının baş mimarları; bize ihyâ ettiğiniz tek Sünnet gösterin davanızda samimi iseniz.


Rabıta mıdır Sünnet ihyanız?


Yoksa küfr kokan Vahdet-i Vücud öğretileriniz mi?


Söyleyin; hangisi??


3) Cübbeli Ahmed’in kaleme aldığı yazı, zaten bir muhteşemdi(!)


Başlarında; bid’at ve dalalet ehli olarak nitelediği İslamoğlu’nu es geçmediği yazısından iktibaslar sunayım istiyorum.


Siz kardeşlerimden de sadece; “Rasulullah’ın(sas) ve ashabının zamanında bu anlayışın, böyle inançların yeri var mıydı?” sorusunu sorarak okumanızı rica ediyorum. Rasulullah’ın(sas) hayatında ve öğretilerinde olmayan bid’atleri insanlara pazarlayanların, önlerine çıkanı bid’at ehli olarak nitelemeleri, pek de şaşılası bir durum olmasa gerek.


Zira nefislerini Kur’an’a arzetmeyenler, kendilerinin ne olduğunu anlayamazlar [5]


İktibaslara geçelim:


“Risale-i Kudsiyye ve Risale-i Halidiyye gibi tarikatımızın kaynak eserleri; “Mürşide itiraz eden asla iflah olmaz(!)” derken… bu zatlar hakkında hayatları boyunca bir azil söz konusu değilken(?!) artık itirazcıların bu inkarlarına asla itibar edilmemeli ve sevgili Mürşidimizin zaman ve mekanı aşan(!!) irşadının cihanşumul oluşu(?) daha iyi değerlendirilmelidir” (s:10)


Fazlaca düşünmeye hiç gerek yok. Önümüzde İmam Ebu Yusuf(rha) ve İmam Muhammed(rha) örnekleri var. Bu iki İmam, hocaları İmam Azam’ın(rha) görüşlerinin üçte ikisine muhalefet etmişlerdir. Felaha ulaşamadılar mı dersiniz bu iki büyük İmam?


Asr-ı saadetten de birçok örnek sunabiliriz Peygamberimizin(sas) vahiy kaynaklı olmayan şahsî görüşlerine itiraz eden sahabeler de mi acaba iflah olamadılar dersiniz??


Devam edelim:


“Beni en çok üzen husus… Efendi Hazretlerimiz gibi bir Müceddidin(?!) ve Gavs-ı Azam’ın müridi olduklarını iddia eden bazı gafilleri; her sorduğumuza ayet ve hadisten cevaplar vermekte olan, bütün sıkıntılarımızı gideren(!) ve her darımıza yetişen(!!) Efendi Hazretleri gibi sıhhatli(?) ve vefalı bir zatı hastaymış gibi gösterme gayreti içerisinde görmemizdir” (s:10)


“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var? Ne kadar da az öğüt alıp düşünüyorsunuz!” (Neml/62)




“…Hz Mehdî hakkında varid olan; “O benim izime uyacak, hiç yanılmayacak” hadis-i şerifinin mazharlarından biri olan(!) Üstadımız Hazretleri…” (s:12)


Hiç yanılmıyorlarsa, onlar da Peygamberler gibi İsmet sıfatı mazharı olmalılar Haşâ! Şianın “masum İmam” anlayışına ne kadar da benzer bir itikat!


İmam el-Acurrî(rha), “ilimlerinin kendilerine fayda vermediği alimlerin vasıfları”ndan birinin de; “Zannî olan meselelerde kesin hükümlü, kesin olan meselelerde hakkı arıyormuş gibi tahkikatta bulunması” olduğunu söyler [6]


(Mahmud Ustaosmanoğlu dilinden aktarıyor) “…Efendi Babam derdi ki: “Yarın ahrette azap melekleri bir adamı yakalasalar, o da: “Ben Nakşi tarikatının Halidî kolundanım” dese, onu bırakırlar(!!!)” (s:13)


“Ben bile nasıl karşılanacağımı bilmiyorum” diyen bir Peygamber’e(sas), böylesi varis(!)ler Ne garip…


“…Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez…” (Lokman/34)




(Muhammed Halid Ziyâuddin Zülcenâheyn’in kabrini ziyaret esnasında, Mahmud Ustaosmanoğlu’nun, Cübbeli’den dua yapmasını istemesi üzerine…) “…Bu iki büyük müceddidin(!) ruhlar alemindeki sürekli mülakatlarına(!) izâfeten alem-i eşbahtaki ictima’larından hâsıl olan tecelliyâta tahammül edemeyen bazı erbab-ı hal, cezbeye kapılarak vecd ile cûş-u hurûşa geldiler, hatta bir kısmı min gayr-ı ihtiyâr feryad-ü figân ederek bu hali izhar ettiler” (s:15)


Katade(ra) şöyle dedi: “Çığlık atıp bayılmak, şuurların gitmesi ancak bid’at ehlinde bulunur ve şeytandandır” [7]


Enes b Malik’e(ra); Kur’an okuyup çığlık atarak bayılan bir kavim sorulunca dedi ki: “Bunu Hariciler yapar” [8]




“…bu büyük veliyi(Abdurrezzak Halebî’den bahsediyor), Efendi Hazretlerimizin elini öpmek için gayret sarfederken, Üstadımız Hazretlerini de onun elini kaldırıp öperken bir görecek olsaydınız, elbette çok büyük bir iş(!?) görmüş olurdunuz” (s:17)


Bunun neyi büyük bir iş olabilir? Dilberi görmeyen, resmine bayılır imiş. Rasulullah(sas) kaç kişiye el-etek öptürmüştü acaba? Sadece bir adet örnek gösterilebilir mi?


Süfyan es-Sevrî(rha) şöyle der: “Cahil Abidin ve facir alimin fitnesinden Allah’a(cc) sığının. Çünkü bu ikisinin fitnesi, tüm fitneye kapılanların fitnelerinin aslıdır” [9]




“Biz; Efendimiz, Şeyhimiz ve ruhumuzun Ruhu olan Mahmud Efendi Hazretlerinin emriyle, O’nun bazı faziletlerini tanıtma sadedinde sizlere birkaç kelime takdim edeceğiz Biz onu tariften aciziz(!)” (s:25)


Bizler ise, sadece Rabbimizi hamdden ve tariften aciziz. Bir “KUL”u tariften aciz olmak da ne demektir??




“Mevlanâ Halid bir sene Hacca gittiğinde Abdullah el-Mekkî el-Erzincanî’ye hitaben: “Ey Abdullah! Bu sene ben Hacca gelmedim, sırf seni ziyarete geldim” demiştir” (s:25)


O da, kalbinin kıblesine onu yerleştirmiş demek ki…




Ve daha neler neler… Vakit, elbette bu gibi saçmalıklarla uğraşılmaması gerektiği kadar kıymetlidir Bu bakımdan daha fazlasını, daha büyük bir zaman israfı olarak görüyor ve bu kadarı ile yetiniyorum.


Rabbimden, bu türlü ayak kaydırması muhtemel eserlerle beni bir daha imtihan etmemesini diliyor ve bu zaman israfımdan dolayı da affına sığınıyorum. Ve O Allah(cc) ki; bizim şer gördüklerimizde hayr halkedendir. Bu zaman israfımdan da, hayr halk eylemesini murad ediyorum


Cübbeli ve benzeri zevat, şunun-bunun “fıkhî/amelî” bozuklukları ile uğraşacaklarına, Barbie bebeklerden tahrik olmayı ve ekranlarda stand-up gösterileri sunmayı bırakıp, evvela kendi “itikadî” bozukluklarına bakmalılar. Ortalığı ifsada boğup ıslah süsü vererek, ancak tufeylileri aldatabilirler.


Bu gibi, cahil abid ve facir alimlerin fitnesinden Allah’a(cc) sığınırız…


Bu gibi zevatın izinden giden ve Allah’ı(cc) sever gibi onları sevenler için, müfessirlerin İmam’ı Taberî’nin(rha) tefsirinden şu iktibası sunmak istiyorum:


“Onlar arasında avam tabakasına mensup bazı kimseler vardır ki, Tevrat’ı bilmez ve ondaki ayetlerin manasını anlamazlar Batıl yolda oldukları halde, doğru yolda olduklarını zannederler. Onlar, ruhanî reislerinden ve alimlerinden duydukları bazı şeyleri Allah’ın(cc) Kitab’ındanmış gibi zannettiler. Onlar sadece büyüklerinin ve reislerinin kendilerine haber verdikleri şeylere uydular Cenab-ı Allah onları yalancılıkla nitelemiştir” [10]


Yahudilerin bu tavrı ile kendinizde bir benzerlik görüyorsanız, Yahudilerin başına gelen sizin de başınıza gelmeden, kendiniz için, kendinize gelmelisiniz. Unutmayın! Lanetlenen; Yahudi ırkı değil, Yahudi “MANTIĞI” idi.


O’nun(cc) muvahhid kulları, O’na(cc) ne birini denk koşarlar ve ne de O’nunla(cc) beraber bir başkasına kulluk/ibadet ederler. O’ndan(cc) başkasına tevekkül etmezler. O’ndan(cc) başkasına “hiçbir durumda” sığınmazlar. O’na(cc), “esma-u hüsnâ”sından gayrısıyla duada bulunmazlar ve O’na(cc) aracılarla ulaşmak istemezler [11]


“Allah’ım! Amelin hayırlısına engel olan emelden Sana sığınırım” [12]


Ve’s-Selam…
BiLaL HaTTaB
Dipnotlar:


[1]- İbn Hacer, Tebyinu’l Aceb Bima Verade fî Şehr-i Receb, s:5


[2]- Bkz: Abdulkadir Geylanî ve Kendi İsnadıyla Rivayet Ettiği Hadisler, s:24,25


[3]- Bkz: İmam Celaleddin Suyutî, Takriru’l İstinâd fî Tefsiri’l İctihâd


[4]- Bkz: İmam Rabbanî, Mektubât, 186 mektup


[5]- Hasan el-Basrî(rha) şöyle demiştir: “Kim kendisinin ne olduğunu anlamak istiyorsa, nefsini Kur’an’a arzetsin” [Abdullah İbnu’l Mübarek, Kitabü’z-Zühd, 1/37]


[6]- Bkz: İmam el-Acurrî, Ahlâku’l Ulemâ, s:121


[7]- Bkz: Abdurrezzak, Tefsir, 2/172


[8]- Ebu Ubeyd, Fezailu’l Kur’an, s:112


[9]- İmam el-Acurrî, Ahlâku’l Ulemâ, s:101


[10]- İmam Taberî, Tefsir, 1/66


[11]- İmam Muhammed b İsmail es-San’anî, Tathiru’l İtikad an Edrani’l İlhad, s:57


[12]- Maruf el-Kerhî’nin(rha) duası Bkz: Beyhakî, Zühd, s:195; Ebu Nuaym, Hilye, 8/363
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
"21- Gavs-ı Âzam: Gavs tabiri, tasavvuf literatüründe, kendisinden manevî yardım istenilen kutb’un ünvanı olarak kullanılır. Kutub da, yeryüzünde her zaman Allah’ın(cc) nazargahı olup bütün varlıkların işlerinin, elinde meydana geldiği(!!) “TEK KİŞİ”ye denir Kutub, açık ve gizli yardımcılarıyla birlikte ruhun vücutta yayılması gibi, bütün kainata sirayet edip(!), ulvî ve suflî alem üzerine hayat ruhunu saçar(!).


Bu kavramı kabul ediyor olmak dahi, insanın Tevhid’ini silip götürmeye kâfîdir. Kabul edip, bir de iyi bir şeymiş gibi gerile gerile dillendirenlere de şunu sormadan geçemeyeceğiz:


Menzil’deki tarikata intisablı olanlar da şeyhlerini Gavs-ı Azam olarak nitelemektedirler. Oysa Gavs-ı Azam bir tane değil miydi? Hanginizin şeyhi Gavs-ı Azam’dır söyler misiniz? Ya hanginizin şeyhi, diğerinin şeyhini döver?? Kainatı, hiçbir yardımcıya ve ortağa muhtaç olmayacak şekilde idare eden Allah’ımız(cc), sizlere akıl ve iz’an ihsan eylesin."

:D +10
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
“…Hz Mehdî hakkında varid olan; “O benim izime uyacak, hiç yanılmayacak” hadis-i şerifinin mazharlarından biri olan(!) Üstadımız
Hazretleri…” (s:12)Hiç yanılmıyorlarsa, onlar da Peygamberler gibi İsmet sıfatı mazharı olmalılar Haşâ! Şianın “masum İmam” anlayışına ne kadar da benzer
bir itikat
böyle yazmışsınız ama bunlar kendi kafalarından uydurmuyorlar bu itikadları. görüldüğü gibi yukarıda hadisi şerif var. Peygamber Efendimizin Aleyhissalatu Vesselam itikadıda mı itham ediliyor? hadisi şerif böyle diyorsa böyledir hadisi de kafasından uydurmuyor herhalde


(Mahmud Ustaosmanoğlu dilinden aktarıyor) “…Efendi Babam derdi ki: “Yarın
ahrette azap melekleri bir adamı yakalasalar, o da: “Ben Nakşi tarikatının Halidî kolundanım” dese, onu bırakırlar(!!!)” (s:13)“Ben bile nasıl karşılanacağımı
bilmiyorum” diyen bir Peygamber’e(sas), böylesi varis(!)ler Ne garip…“…Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez…” (Lokman/34)






peki siz şimdi aşere-i mübeşşirenin cennetlik olduğunu inkar ediyor musunuz.Ayetin manası nedir tefsiri nedir bilmeden ayeti delil getirmek doğru mudur.
ben bile nasıl karşılanacağımı bilmiyorum sözünün kaynağı nedir? cübbelinin uydurma hadisler söylediğini belirtip verdiği kaynakların da hadis açısından bir önem taşımadığını söylerken sizin böyle bir nitelikte bile olsa bir kaynak vermemeniz dikkatimi çekti.
ayrıca orada benim de anladığım mahmut ustaosmanoğlunun değil hacı ali haydar efendi hazretlerinin dilinden aktarma yapılıyor dipnot olarak belirtmek istedim.
cübbeli orada cezbeye gelmeden bahsediyor yani bunu bilerek, yapmacık şekilde kendilerini zorlayarak, iradeleriyle yapıyor değiller. siz bu olaya getirdiğiniz delille cezbe halini yaşayan diğer tüm velileri de itham etmiş olmuyor musunuz. bunlar yalnızca birkaç soru. hakkınızı helal edin


Bizler ise, sadece Rabbimizi hamdden ve tariften aciziz. Bir “KUL”u tariften aciz olmak da ne demektir??
yani siz Resulullah Efendimizi hakkıyla tarif edebiliyorsunuz öyle mi? nasıl başarıyorsunuz bunu, halbuki ilimde, Resulullaha sevgide aşkta muhabbette ittibada ve birçok fazilet, meziyet ve üstünlükte çok yüksek derecelerde bulunanlardan, onu methetmekten herkesin acizolduğunu, ne söylenirse söylenilsin asla tam anlamıyla methedilmiş olunamayacağını, onu tam anlamıyla methetmeye yalnızca Allahın kâdir olduğunu söyleyenler var. demek ki bir kulu tariften aciz olunabiliyor
kalbin kıblesi lafı üzerinde bariz olarak durulmuş. ben ilmi bir açıklama yapabilecek kadar bir malumata sahip değilim ancak şunu söylemeliyim ki bildiğiniz üzere mecaz, teşbih gibi "edebi sanat"lar vardır.bir kelime tek yerde ve tek anlamda kullanılmaz.kullanıldığı yere göre farklı anlamlar alır.




Cübbeli ve benzeri zevat, şunun-bunun “fıkhî/amelî” bozuklukları ile uğraşacaklarına,
cübbeli bir alimdir milletin itikadi fıkhi bozukluklarıyla uğraşmayıp ne yapacaktır?
Barbie bebeklerden
tahrik olmayı
buna tanık oldunuz mu diyeceğim ama cevabının hayır olduğunu bildiğimden sormuyor ve şunu söylemek istiyorum lütfen her duyduğunuza inanmayın, önyargıları bırakın, iftira büyük günahtır, birini sevmiyor olabilirsiniz ama aleyhinde duyduğunuz en ufak birşeye de hemen kanmayın
ekranlarda stand-up gösterileri sunmayı bırakıp,
cübbeliyi birine mi benzettiniz yoksa bu da kasıtlı bir başka laf mı. insanlara birşeyler vermek faydalı olmak için çalışan, itikadlarının düzelmesine uğraşan, 35-40 yıllık vaaz hayatı boyunca vaazlarından kendi ifadesiyle ne televizyon kanallarından ne başka bir yerden beş kuruş para almayan biri hakkında bu ifadenin söylenebilmesine şaşırmaktayım. adam hep ayet-hadis, ilmi konuşmalar yapmaktadır. insanların sıkılmaması, rağbetinin artması gibi çeşitli hikmetlere binaen söylediği nüktelere stand-up demenize hiçbir anlam veremiyorum. üstelik bu nükteler her nekadar güldürse de aynı zamanda düşündürmektedir. ciddiyet ve ilmîlikten, hikmetli olmaktan beri değildir. İslamda da meşru daire içinde şaka ve mizahın olduğu bir vakıadır. sanki her dakika espri yapıyor
evvela kendi “itikadî” bozukluklarına bakmalılar
"size göre" itikadi bozukluklar. rabıta, tevessül-teberrük, tasavvuf-tarikatla ilgili Kur'an ve sünnetten deliller getirerek görmek isteyene anlatan eserler mevcuttur bunları bir okumanızı da ben size tavsiye ederim.
ve O’na(cc) aracılarla ulaşmak istemezler


aracılardan kastınız nedir, "hürmetine", "hakkı için" diye dua etmek aracı koymaksa ve bu şirkse:
YALVARANLAR HAKKI İÇİN
İbni Mace’nin sahih senetle Ebu Said el-Hudri (Radıyallahu anh)den rivayet ettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Her kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken: ‘Ey Allah! Sana yalvaranlar hakkı için Sana yalvarıyorum, Sana yürümem hakkı için senden istiyorum. Ben ne bir kötülük, ne bir hakkı inkar edip insanları küçümsemek, ne bir riyakarlık, ne de bir şöhret maksadıyla dışarı çıkmış değilim.
Yalnız senin gazabından korunmak ve rızana kavuşmak maksadıyla çıktım. Senden, beni ateşten korumanı ve günahlarımı affetmeni istiyorum. Çünkü senden başka günahları affedici yoktur’ derse Allah bu duayı okuyana cemaliyle yönelir ve O’nun için yetmiş bin melek istiğfar eder.” (İbn-i Mace, Mesacid: 14, no: 778, 1/256)


Bu hadis-i şerifi Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) “el-Camiu’l-Kebir” adlı eserinde zikretmiştir, bir çok imam bu hadisi namaza giderken okunması sünnet dualar arasında rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifi, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in müezzini Bilal (Radıyallahu anh)den naklen sahihinde İbn-i Sunni rivayet etmiştir. Hafız Ebu Nuaym (Rahimehullah) ve Beyhaki (Rahimehullah) da rivayet etmişlerdir.


SANA YALVARANLAR HAKKI İÇİN!
Burada önemli olan husus Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in duada edene tavsiye ettiği “Sana yalvaranlar hakkı için” ifadesidir.


Bu ifadesinden Resulüllah’ın tevessül için emir buyurduğu gerçeği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İnkarcıların bu hususlar karşısında söyleyecekleri söz yoktur.


PEYGAMBERLERİN HAKKI İÇİN
Enes ibni Malik (Radıyallahu anh) derki: Hazreti Ali (Radıyallahu anh)ın anası olan Haşim oğlu Esed’in kızı Fatıma vefat ettiğinde Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i büyüttüğü için Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun yanına giderek başı ucunda durmuş: “Allah sana rahmet eylesin. Ey öz anamdan sonraki anacığım” demiştir.
Ardından onu özen sözler söyledikten sonra kendi bürdesiyle kefenlenmesini ve kabrinin kazılmasını emretmiş, lahde kadar kazılınca Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle kazmış ve toprakları dışarı çıkartmıştır.


Kazı işi bitince Resulüllah kabre girerek onu yere yatırmış ve şöyle duada bulunmuştur: “Ey dirilten ve öldüren, Kendisi hiç ölmeyen ve her zaman diri olan Allah! Anam Esed kızı Fatıma’yı bağışla. Peygamberinin ve benden önceki Peygamberler hakkı için onun mezarını genişlet. Çünkü sen acıyanların en merhametlisisin.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)


Bu hadis-i şerifi Taberani (Rahimehullah)ın “el-Kebir” ve “el-Evsat” adlı kitaplarında rivayet edilmiş olup, İbni Hibban ve el-Hakim (Rahimehullah)ın rivayet ettikleri uzun bir hadisin bir parçasıdır. (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)


Yine bu hadisi ibni Ebi Şeybe (Rahimehullah) Cabir (Radıyallahu anh)den, İbni Abdilber (Rahimehullah) ibni Abbas (Radıyallahu anh)den, Ebu Nuaym (Rahimehullah) da Enes (Radıyallahu anh) dan rivayet etmişlerdir.


Görüldüğü üzere bizzat Peygamberimiz “Peygamberler hakkı için” diyerek dua etmektedir.






daha fazlası için-inkarcıları susturan deliller:
TEVESSÜL, VESİLE EDİNMEK, HİMMET İSTEMEK | İhvanlar.net İsmailağa CEMAATİ'NİN SİTESİ – İsmailağa HUZURUN ADRESİ
TEVESSÜL (Vesile Edinmek) DELİLLERİ 2 | İhvanlar.net İsmailağa CEMAATİ'NİN SİTESİ – İsmailağa HUZURUN ADRESİ
-
ilmim yeterli olmadığından yazınızdaki diğer cümleler hakkında birşey beyan etmemem size hak verdiğim, onların yanlış olduğu anlamına gelmez.biraz insafla bakar ve araştırırsanız doğruyu siz de göreceksinizdir.
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
kuranı madem anlamıyorsun,niye kurana inanıyorsun,insanın anlamadığı kitaba inanmasının ne manası var?









siz Kur'an-ı Kerimden ne anlıyorsunuz söyleyebilir misiniz? size göre o zaman Arapça bilmeyen kafir mi oluyor(!). öyle ya Arapça bilmiyor, Kur'anı anlayamıyor, anlamadan nasıl iman edecek)!). ama bir dakika. size göre Kur'anı anlamak için Arapça bilmeye gerek yok herkes anlayabilir meal yeter öyle mi. öyleyse siz Kur'ana değil meale, mealcinin kendi anladığına mı iman ediyorsunuz. iman şartlarında Kur'anı anlamak diye bir şart var mı? bu mantıkla düşünecek olunursa şu an tevratın, incilin Allah katından gelmiş şekli mevcut değil. dolayısıyla anlamak söz konusu değil. onlara iman etmiyor musunuz o zaman. ediyorsanız anlamadan nasıl iman ediliyordu hani.




Nahl suresinin 44. âyetinde mealen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin) buyuruldu. Beyan etmek, Allahü teâlâdan gelen
âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi,
Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.Resulullah, Kur’an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı
ve mezhep imamları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Çok büyük âlim olan mezhep imamları da hadis-i şerifleri
açıklamıştır. Bu âlimler, Resulullahın vârisleridir.Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz
gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
cübbelinin orada mahmut efendiye mehdi demediğini amacı iftira olmayan herkes bir okuyuşta söyleyebilir. yazının devamını neden koymuyorsunuz orada ne demek istediği ortaya çıkacak ve cübbeliyi karalayamayacaksınız çünkü ondan olmasın. bağıra bağıra mehdinin alametlerini anlatan, bu yüzyılda gelmeyecek, başında bulut olacak, medinede doğacak, babasının adı Efendimizin babasının adı olacak, daha neler neler anlatıp insanları şuurlandırmaya çalışan bir adama, şeyhine mehdi dedi demeniz, iftirayla, karalama çabalarıyla açıklanabilir. bu hadisi şerifin mazharı derken kastetmiş olduğunun, "O benim izime uyacak" kısmı olduğu anlaşılmakla beraber, mahmut efendiye mehdi demekle uzaktan yakından alakası olmadığı kesin bir gerçektir.
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
siz şimdi şunu mu demek istiyorsunuz amel imandan cüzdür, Kur'anla amel etmeyen kafirdir. ehli sünnet itikadını doğru dürüst okuyup öğrenmelisiniz. hala anlamak ve amel etmek diyorsun, hadisler olmadan Kur'anı nasıl anlayacaksın, hadislerin açıklaması olmadan hadisleri nasıl anlayacaksın, o açıklamaların açıklamaları olmadan nasıl olacak? buna bir türlü cevap veremiyorsunuz. ve şuna da cevap veremiyorsunuz Arapça bilmeyen, meal hiç görmemiş bir adamın imanı muteber değil midir. mealden okumakla, Arapçayı bilmekle yeterli olunamayacağı, Kur'anı herkesin anlayamayacağı zaten malum. yok siz tersini savunmakta diretiyorsanız delilinizi beyan etmeli, Kur'anı herkes anlayabiliyorsa peygamberin neden gönderildiğini, Kur'anı açıklamasının neden emredildiğini, bu kadar hadisin neden varid olduğunu söylemelisiniz. imanın başı amel etmek anlamak diyorsunuz neye dayanarak. imanın şartlarında Kur'ana inanmak var, anlamak, amel etmek var mı. anlamak farklı, amel farklı, inanmak tamamen farklı şeylerdir. o zaman Arapça i
bilen her insan mümin mi oluyor size göre. Kur'anı anlıyor ya. Kur'anı anlıyorsanız söyler misiniz 5 vakit namazın nasıl kılınacağı, haccın yapılışı Kur'anda nasıl anlatılmaktadır. öğrenmek istiyorum
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
siz Kur'anı anlayana kadar meal okuyana kadar kafir miydiniz yani onu mu demek istiyorsunuz. meal okumak da anlamak olmuyor zaten o tamamen ayrı bir konu.
 
1 Çevrimdışı

15kasım

Üyeliği İptal Edildi
Banned
cihad edin emrini anlamayacak ne var diyorsunuz ama birbirinden farklı cihad anlayışları var eğer anlamak bu kadar kolay olsaydı herkes aynı şeyi anlasaydı 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. madem cihad edin emrini anlamak kolay, bir çocuğa gidin ve ayetin mealini okuyun muhtemelen birşey anlamayacaktır evet cihadın anlamını bilmeyen insanlar vardır bunlar kafir midir? cihad nasıl edilir ne ile edilir cihada çıkmak, ordu, ganimetler..... cihad edin'i anlamayacak ne var mı demiştiniz siz?(!)
sahih hadisler açıklıyor diyorsunuz namaz orucu, peki sahih hadisleri nasıl anlıyorsunuz, tüm hadisleri biliyor musunuz, hadisi nesheden başka bir hadis var mı, bu hadis hangi şartlar altında söylendi, hükümleri neler.
gıybet etmeyin ne demek bunu nereden öğrendiniz Kur'andan mı. gıybet ne demek nereden biliyorsunuz. Kur'an söylüyor mu gıybet bir Müslümanın veya zımminin arkasından hoşlanmayacağı bir şeyi söylemektir diye? bu kadar basitmiydi yani namazı orucu hadisler açıklıyor diğerlerini Kur'andan anlayabilirsin. müteşabih ayetleri anlıyor musun. madem diğerlerini anlıyorsun hadisler açıklamamış o zaman diğer ayetlerin tefsiriyle ilgili söylenen hadislerin anlamı ne. diğerlerini anlıyorsun da Kur'andan, namazı neden anlayamıyorsun. ya da şöyle sorayım. namazı anlayamıyorsun da diğerlerini nasıl anlıyorsun.
Nahl suresinin 44. âyetinde mealen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin) buyuruldu
 

Benzer konular

Üst