I
Çevrimdışı
DANONE YOĞURTLARI
Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr.
İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1.
Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken
çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı. Evinin
bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip
eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone
koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu.
27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar
açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe
dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir
gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini
saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna
yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan
34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı
seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci
konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan,
kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine
kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu
vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne
eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu,
heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi Cevat Bey'den
öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü
sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel
Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin
Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle
görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet
sizi istemiyor." Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela
gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi.
Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane
konuştu: "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını
bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden
başkasını bulamadılar mı?" Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi
(Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in
uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü)
hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip
Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği
bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden
birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir
Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II.
Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk
öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret
edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün
yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına
geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te
kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini
sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi.
Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta
Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı.
Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle
oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki
döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı,
Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı
temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire
locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa
(eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey
(avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör,
filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel
Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar
(tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili,
vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan
perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin
Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye
toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü
olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin
almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk
parladı. Uzatmayalım. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de
İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat
Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım
ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve
Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından
sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el
konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti. Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi.
Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile
yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: "İkinci Meşrutiyet'in ileri
simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934."
Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.
O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı
Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel
Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp
öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu.
Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan
Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal
edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa
yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre
sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam
420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç
ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan
çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce
adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso.
Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek
için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da
çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin
mi! bir ses yankılandı belleğinde: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı
yoğurtlarım var." İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi
kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. "Tabii ya" dedi,
"Tabii ya." Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt
kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt
yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun
nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu
hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten
topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919.
Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin
ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna
yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti.
Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a
dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin
Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl
anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve
Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda
etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek
kavrayamayacaktı. "İlaç" tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl
etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca
patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı;
neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları
Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da
"Daniel'cik"in karşılığı çok hoştu doğrusu: "Danon!" Ancak bu özel ad
olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir "e" ekledi.
Hoşgeldin "Danone" yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın
asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun "tahsili" ni yapmaya
gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü
babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te
18'inci bölgedeki bir dükkanda "Danone Yoğurtları Paris Şirketi"
kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi.
Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki,
o 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin
kişi çalıştırıyor. - Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede
(Türkiye dahil) 48 fabrikası var. - Şişe suyunda dünya ikincisi: 13
ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı
ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var. İmparatorluğa
-babasının sayesinde- adını verilen Daniel Carasso, Daniel'cik, Danone
hala hayatta. 99 yaşında. Barselona'da yaşıyor. Uzun yaşamasının sırrı
mı? Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kase yoğurt! Ve
Daniel'in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun
evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor: "Yoğurtçu geldi.
Kaymaklı yoğurtlarım var..."
Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr.
İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1.
Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken
çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı. Evinin
bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip
eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone
koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu.
27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar
açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe
dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir
gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini
saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna
yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan
34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı
seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci
konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan,
kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine
kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu
vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne
eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu,
heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi Cevat Bey'den
öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü
sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel
Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin
Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle
görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet
sizi istemiyor." Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela
gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi.
Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane
konuştu: "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını
bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden
başkasını bulamadılar mı?" Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi
(Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in
uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü)
hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip
Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği
bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden
birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir
Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II.
Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk
öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret
edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün
yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına
geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te
kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini
sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi.
Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta
Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı.
Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle
oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki
döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı,
Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı
temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire
locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa
(eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey
(avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör,
filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel
Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar
(tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili,
vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan
perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin
Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye
toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü
olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin
almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk
parladı. Uzatmayalım. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de
İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat
Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım
ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve
Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından
sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el
konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti. Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi.
Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile
yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: "İkinci Meşrutiyet'in ileri
simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934."
Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.
O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı
Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel
Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp
öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu.
Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan
Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal
edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa
yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre
sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam
420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç
ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan
çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce
adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso.
Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek
için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da
çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin
mi! bir ses yankılandı belleğinde: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı
yoğurtlarım var." İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi
kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. "Tabii ya" dedi,
"Tabii ya." Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt
kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt
yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun
nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu
hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten
topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919.
Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin
ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna
yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti.
Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a
dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin
Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl
anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve
Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda
etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek
kavrayamayacaktı. "İlaç" tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl
etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca
patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı;
neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları
Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da
"Daniel'cik"in karşılığı çok hoştu doğrusu: "Danon!" Ancak bu özel ad
olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir "e" ekledi.
Hoşgeldin "Danone" yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın
asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun "tahsili" ni yapmaya
gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü
babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te
18'inci bölgedeki bir dükkanda "Danone Yoğurtları Paris Şirketi"
kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi.
Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki,
o 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin
kişi çalıştırıyor. - Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede
(Türkiye dahil) 48 fabrikası var. - Şişe suyunda dünya ikincisi: 13
ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı
ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var. İmparatorluğa
-babasının sayesinde- adını verilen Daniel Carasso, Daniel'cik, Danone
hala hayatta. 99 yaşında. Barselona'da yaşıyor. Uzun yaşamasının sırrı
mı? Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kase yoğurt! Ve
Daniel'in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun
evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor: "Yoğurtçu geldi.
Kaymaklı yoğurtlarım var..."