Selamun Aleyküm Çalışmalarınızdan dolayı Allah razı olsun aşağıdaki yazının ve sonundaki soruların bizi doğruya daha çok yaklaştıracağını umuyorum:
İMAM-I AZAM'ın
3. Siyasî Görüş ve Tutumları:
A) Siyasî Düşüncesinin Oluşumu
Ebu Hanife'nin ömrünün 52 yılı Emevîler, 18 yılı Abbasîler döneminde geçti. Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan'dan (685-705) başlayarak, son halife II. Mervan zamanına (744-750) kadar geçen bütün olaylara tanık oldu. Ayrıca hilafetin Emevîlerden Abbasîlere geçişini ve Abbasî halifelerinden Ebu'l-Abbas el-Seffâh (750-754) ile Ebu Ca'fer el-Mansur (754-775) zamanında gelişen olayları da yakından gördü.[51] Bütün bu olaylara yakından tanık oldu ve pekçok siyasî çalkantının gerçekleştiği Kûfe'deki halkın psikolojisini iyi tanıyordu. Ayrıca Küfe, pekçok siyasî anlayışın canlı bir biçimde yer aldığı ve hem birbirleriyle, hem de merkezî ikti¬darla çetin bir mücadele içinde olan bir yerleşim merkeziydi. Ebu Hanife, böyle bir ortamda uzlaştırıcı ve ortayolcu bir siyasî anlayışın temsilcisi oldu.
Ebu Hanife'nin siyasî anlayışı "temekkün" olarak ifade edilir. Temekkün; teslimiyet, sabır ve gökten çözüm beklemek'ile ölçüp biçilmemiş ayaklanma ve devrim arasında ayırıcı bir sınırdır.[52]
B) Halife Seçimi
Ebu Hanife'ye göre, halifenin genel seçimi, iktidarı ele geçirmesinden önce olmalıdır.[53] Yaşadığı devirde fâsık (günahkâr) ve zâlimin imameti konusunda iki görüş çatışıyordu: 1) Haricîlere ve Şia'ya göre, zâlimin ve fâsıkın imameti asla caiz değildir, bunun gölgesinde müslümanların hiçbir cemaat işi yapmaları caiz olmaz. 2) Mürcie'ye göre ise, zâlim ve fâsıkın imameti devam ettiği sürece bu işler sahih olarak kalır. Ebu Hanife bu iki görüş arasında ortayolcu bir görüşü savundu: "İyi veya günahkâr her müslümanın arkasında namaz kılmak caizdir. Müslümanların iyi veya günahkâr ulu'l-emriyle (başkanıyla) beraberce hac ve cihad kıyamete kadar devam eder, hiçbir şey onları iptal edemez ve bozamaz."[54]
Ebu Hanife hak (âdil) imam ile fiilî imam arasında bir ayrım yapar. Yaşadığı kaygan siyasî zeminde, hak imamın
bulunmaması durumunda müslümanların cemaat işlerinin, fiilî imamın imameti meşru olmasa bile, şer'î biçimde devam ettiğini savunmuştur.[55]
Arap kökenli olmayan Ebu Hanife, halifenin Kureyş'ten olması şartını aramaz.[56]
C) Muhalefet Hürriyeti ve Direnme Hakkı
Ebu Hanife'ye göre, düşünce ve muhalefet hürriyeti, müslümanlar için hem garanti edilmiş bir haktır, hem de görevdir. Bu, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma durumunda olur. Mürcie'nin, yöneticilerin risk ve zulümlerine muhalefet ruhunu söndürmesine de, iktidarın muhalefeti susturma ve bastırma yoluna başvurmasına da karşı çıkan Ebu Hanife, muhalefet ruhunu diriltmek ve sınırlarını açıklamak üzere, sözü ve eylemiyle ortaya çıkmıştır.[57]
Ebu Hanife'ye göre, meşru halifeye ve onun meşru ve âdil hükümetine karşı çıkmak, çağının imamını kınamak, hatta fiilen silahlı ayaklanmaya girişmedikçe ve ülkede korku ve üzüntü salmadıkça, öldüreceğini açıklamaktan dolayı muhalif bir kişiyi hapsetmek veya cezalandırmak caiz değildir.[58]
Ebu Hanife, zâlimin imametinin sadece bâtıl olmadığı, ona karşı ayaklanmanın (direnme hakkının) caiz, hatta gerekli olduğu görüşündedir. Ama bu, zâlim-fâsıkın yerine âdü-sâlihin geleceği şekilde başarı sebeplerinin bulunması, bunun yanısıra kuvvetlerin dağıtılması ve canların kaybedilmesi dışında bir sonucun doğmaması şartıyla yapılabilir.[59]
Ebu Hanife, muhalefet ve direnme hakkı konusundaki görüşlerini sadece savunmakla yetinmedi, ayrıca uygulamaya da koydu. Bu tutumunu, hem Emevîler, hem de Abbasîler döneminde sürdürdü.
Emevîler döneminde meydana gelen iki büyük isyanda Ebu Hanife, isyancılar yanında yer almıştır. Bunlardan birincisi, Zeyd bin Ali'nin 121/739 yılında Hişam bin Abdilmelik'e karşı ayaklanmasıdır. Burada önemli olan, ayaklanmaya karşı Ebu Hanife'nin takındığı tutumdur. Çünkü Ebu Hanife'nin insanlara nasihat etmesinin ve yanında yer almalarını emretmesinin yanısıra, Zeyd'e malıyla da yardım ettiğini görüyoruz. Hatta Ebu Hanife, Zeyd'in bu ayaklanmasını, hakkın yanında olması açısından, Hz. Peygamber'in (sa) Bedir'e çıkışma benzetmiştir. Ancak, Zeyd bin Ali'nin kendisiyle birlikte ayaklanmasını isteyen mektubu gelince, elçiye şöyle dedi: "Şayet insanların onu yardımsız bırakmayacağını ve gerçekten onunla birlikte olacaklarını bilsem, ona uyar ve ve kendisine muhalefet edenlere karşı birlikte savaşırdım. Çünkü hak imam odur. Ama korkarım ki atası (Hz. Hüseyin) gibi onu da yardımsız bırakacaklardır. Fakat malımla ona yardım ediyorum ki bununla kendisine muhalefet edene karşı güçlensin."[60]O, Zeyd bin Ali ayaklandığında, Şia'nın Kûfe'deki tarihini biliyor, daha önce Hz. Ali'yi yardımsız bırakan bu insanların psikolojisini yakından tanıyordu. Bunun doğrulayıcısı olarak şu olayı görüyoruz: ( İbnu'l-Abbas'ın torunu) Davud bin Ali, Zeyd bin Ali'yi o sıradaki Küfe halkının mazeret uydurmasından sakındırıyor ve ayaklanmasını önlemeye çalışıyordu. Ebu Hanife, Küfe halkına da güvenmezdi. Ayaklanmayı Küfe halkına mahsus görüyor, hazırlıkları yeterli bulmuyordu, çünkü bunun için altı aydan daha fazla bir hazırlık yapılmamıştı. Bu seseple, bu ayaklanmanın başarılı olmayacağını düşünüyordu. Çünkü güçlü olarak doğmak için yeterli hazırlık yapılmamıştı. Böylelikle de "temekkün" şartını taşlıyordu.[61] Bu ayaklanma 122/740'ta Zeyd'in öldürülmesiyle sona erdi. Daha sonra oğlu Yahya, 125/743'te Horasan'da ayaklanmış, o da öldürülmüştür.
Ebu Hanife'nin tanık olduğu ikinci ayaklanma, en-Nef-su z-Zekiyye denilen, Muhammed bin Abdullah'ın Medine'de, kardeşi Ibinrahim'in Irak'ta ayaklanmalarıdır. Bu ikisi Hz. Hasan in torunlarındandır. Ayaklanmaları 145/762'de olmuştur. Bu sırada Ebu Hanife ilmî otoritesinin, konumunun ve etkisinin doruğundaydı. Ayrıca bu hareket, önceki gibi bir kaç aylık bir ürün değildi. Bilakis Emevîler devrinden beri devam ediyordu. Hatta bizzat Mansur bile en-Nefsu'z-Zekiy-yeye bey'at etmişti. Emevîlere karşı ayaklanma isteğindeki-lerin de pekçoğu böyle yapmıştı. Abbasî devleti kurulunca, bunlar gizlice çalışmaya devam ettiler ve Horasan, Rey, Arap yarımadası, Yemen ve Kuzey Afrika'da gizli propagandaya başladılar. en-Nefsu'z-Zekiyye, Hicaz'da ve Kûfe'de kendisine birer merkez edindi. Emri altında kendisini korumak amacıyla 100.000 kılıç vardı. Mansur onların gücünü yakından biliyordu. Çünkü o Abbasî devletinin kuruluşuna yol açan Abbasî propagandasını temsil ediyordu. Bu yüzden bu hareketi ezmek için kendisini birkaç yıl tutuverdi. Bu yolda en acımasız sertliklere baş vuruyordu. en-Nefsu'z-Zekiyye'nin ayaklanması fiilen 145/762 Recep ayında başladı. O sırada Mansur, Bağdat'ın kuruluşunu bırakarak devletin temellerinin sarsılacağı endişesiyle Kûfe'ye gitti. Ebu Hani-ie nın, burada Önceki ayaklanmaya göre daha kuvvetli bir tutum aldığı görülür. Bu tutum, teorik olarak savunduğuyla tam bir uygunluk gösterir. Mansur, Kûfe'deyken bu harekete açıktan destek verdi, hatta Ebu Hanife'nin öğrencileri hepsinin kökünü kazıyacağından endişe ediyordu. Ebu Hanife insanları en-Nefsu'z-Zekiyye'nin kardeşi İbrahim'le birlikte ayaklanma yapmak ve ona bey'at etmek üzere cesaretlendirmeye ve teşvik etmeye başladı, hatta onunla birlikte ayaklanmanın elli veya yetmiş defa hac yapmaktan daha üstün olduğu fetvasını verdi.[62]
Ebu Hanife bu ayaklanmada önemli rol oynamıştır. Bu, el-Mansur'un en yüksek komutanı, güvendiği ve danıştığı kişilerden biri olan el-Hasan bin Kahtaba'yı, en-Nefsu'z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim'le savaşmaktan alıkoyması sıra¬sında olmuştur.[63]
Böylelikle Ebu Hanife her iki ayaklanmada da, devrim ve ayaklanma (direnme hakkı) konusunda söyledikleriyle tam bir tutarlılık içindeydi. Çünkü, temekkün şartı bulununca, bu şartı taşıyan meşru ayaklanmaya katılmaktan geri durmadı. Böylelikle, Ebu Hanife'nin bu şartı nazarî olarak ifade ettiğini ve pratik olarak uyguladığını görüyoruz. Bu¬nun sonucunda da onun görüşü, kendisini temekkün ekolüne mensup kılan belirgin bir karakteri olmuştur.
Hz. Ali'nin torunlarından Zeyd'in ve oğlu Yahya'nın Emevîlerce öldürülmesi, âlimlerin Emevî hilafetine güvenlerini sarsmış, açıktan eleştirmeye yol açmış ve sonuçta hilâfet sarsılıp yıkılmıştır. Son Emevî halifesi 2. Mervan, gönüllerini almak ve yönetime karşı muhalefetlerini yumuşatmak için Irak valisi İbn Hubeyre aracılığıyla birçok âlime görev¬ler önermiştir. Ebu Hanife'ye Küfe kadılığı veya Beytülmal eminliği önerilmiş, bütün baskılara rağmen kabul etmeyince hapsedilmiş ve dövülmüştür. 130/747 yılındaki bu olayda, sağlığı bozulduğu için Ebu Hanife hapisten çıkarılınca, Mekke'ye gitmiş ve Abbasîler işbaşına geçinceye kadar orada kalmıştır.[64] Bu sırada Zeyd bin Ali'nin Tâlibu'l-Hak denilen torunu Abdullah bin Yahya, Yemende 130/748 de ayaklanmış, 2. Mervan'ın gönderdiği ordu onu da şehit etmişti.[65]
D) Abbasî İktidarıyla İlişkileri
Emevîler dönemindeki bu acı olaylardan sonra Ebu Hanife, Hz. Ali evladının haklarını koruyacağını söyleyen Abbasilerden ümitvar clduğu için Kûfe'ye dönerek, çevresindekilerle birlikte Ebu'l-Abbas el-Seffah'a bey'at etmiştir. Ancak Irak'taki karışıklığın sürmekte olduğunu gördüğü için, yeniden Mekke'ye gitmiştir. Abbasî halifesi Mansur zamanında, ortalık yatışınca, Kûfe'ye dönmüş ve derslerini sürdürmüştür.[66]
Ebu Hanife'nin Abbasîlere karşı takındığı ılımlı tutumu, yukarıda belirtilen en-Nefsu'z-Zekiyye ile kardeşi İbrahim'in ayaklanıp öldürülmelerine, 140/758'den beri hapiste olan babalarının 145/762 'de hapisteyken Ölmesine kadar sürmüştür. Bu zamana kadar derslerinde Abbasîlerin bazı yanlış tutumlarım eleştirirken, bu olaylarda isyancıları desteklemek gerektiğini açıkça savunmuştur.[67]
Horasan fukahasınm meşhurlarından biri olan İbrahim es-Sâig'in iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın farz olup olmadığı sorusuna Ebu Hanife, "Şehidlerin en üstünü Hz. Hamza ve zâlim imama karşı iyiliği emredip kötülükten alıkoyduğundan dolayı katledilen adamdır." şeklindeki Hz. Peygamber'in (sa) hadisini okuyarak cevap vermiştir. Ebu Hanife'nin bu sözü, İbrahim es-Sâig'de büyük bir etki yaptı. Horasan'a dönünce, Abbasî Devletinin kurucusu Ebu Müslim el-Horasânî'nin (ö. 136/754) zulmünü ve haksız yere kan dökmesini açıktan tenkit ederek bunlardan alıkoymaya devam etti, sonunda Ebu Müslim onu katletti.[68]
149/765'te Musul halkı isyan etmişti. Abbasî halifesi Mansur, daha önceki ayaklanmalarında ikinci kez isyan ederlerse kanlarının ve mallarının kendisine helal olacağına dair kendilerinden söz almıştı. İkinci defa ayaklanınca Mansur, içlerinde Ebu Hanifenin de bulunduğu büyük fukahayı çağırdı ve bu anlaşmaya göre kanlarının ve mallarının kendisine helal olup olmadığına dair fetva istedi. Mevcut bütün fukaha anlaşmaya dayanarak,"Affedersen, sen affedicisin, cezalandırır san hak ettiklerinden dolayıdır." dediler, Ebu Hanife ise ona, "Musul halkından elini çek, onların kanları sana helal değildir." dedi. Mansur bundan hoşnut olmadı.[69]
Yaşadığı siyasî olayları çok iyi gözleyen ve kavrayan Ebu Hanife,Emevî iktidarına olduğu gibi, Abbasî iktidarına karşı da çekingen bir tutum takınmıştır.[70]
[51] M.Uzunpostalci, age, s. 133; M.Ebu Zehra,. Ebu Hanife, s.37, 101; M.Ebu Zehra, Fıkhi Mezhepler, s.229-230, 232.
[52] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Dört Mezhep İmamı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstannbnul 1999: 34-35.
[53] Nevin A. Mustafa, age, s.285; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.195.
[54] Nevin A. Mustafa, age, s.285-286.
[55] Nevin A. Mustafa, age, s.286-287.
[56] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Dört Mezhep İmamı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstannbnul 1999: 35-36.
[57] Nevin A. Mustafa, age, s.287-288.
[58] Nevin A. Mustafa, age, s.288-289.
[59] Nevin A. Mustafa, age, s.289; Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, c.l, s.81.
[60] Nevin A. Mustafa, age, s.290-291; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.37-38.
[61] Nevin A. Mustafa, age, s.291; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.37-38.
[62] Cessas, age, c.l, s.81; İbn-i Hacer Heytemî, age, s.131; Nevin A. Mustafa, age, s.291-292.
[63] Nevin A. Mustafa, age,s.292; M.Ebu Zehra, Fıkhı Mezhepler, s.233-234; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.47 (Bezzazı, Menakıb, 2/22'den)
[64] İbn-j Hacer Heytemî, age, s.124-125; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.38-40
[65] M.Uzunpostalcı, age, s.133. Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Dört Mezhep İmamı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstannbnul 1999: 36-40.
[66] M. Uzunpostalcı, age, s.133; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.43-44; M.Ebu Zehra, Fıkhı Mezhepler, s.232.
[67] M. Uzunpostalcı, age, s.133; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.45-46; M.Ebu Zehra, Fıkhı Mezhepler, s.232.
[68] Nevin A. Mustafa, age, s.288, 290; Cessas,a£e, c.l, s.81.
[69] İbnu'1-Esir, Kâmil, c.5, s.25; Nevin A. Mustafa, age, s.288; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.50-52; M.Ebu Zehra, Fıkhî Mez¬hepler, s.234-235.
[70] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Dört Mezhep İmamı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstannbnul 1999: 40-41.
[71] M. Uzunpostalcı, age, s.134; M.Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.243,251.
Dört Mezhep İmamı, Vecdi Akyüz, İFAV Yayınları
Görüldüğü gibi İmam-ı Azam, İslam hükümlerinin sözde uygulandığı Emeviler ve Abbasilerin ilk devirlerinde bile isyan hareketlerine destek vermiş isyanın daha hayırlı olduğu fetvasını vermiştir (Ebu Hanife, zâlimin imametinin sadece bâtıl olmadığı, ona karşı ayaklanmanın (direnme hakkının) caiz, hatta gerekli olduğu görüşündedir. Ama bu, zâlim-fâsıkın yerine âdü-sâlihin geleceği şekilde başarı sebeplerinin bulunması, bunun yanısıra kuvvetlerin dağıtılması ve canların kaybedilmesi dışında bir sonucun doğmaması şartıyla yapılabilir.). Ayrıca hiçbir şekilde devlet görevlerini kabul etmemiştir. Neticesinde çok ağır ceza ve işkence görmüştür.
Bütün bunları İslamın altına gizlenerek zulüm yapan Devlete ve idarecilerine karşı yapmıştır. Emeviler devleti yıkılıp Abbasiler kurulduğu halde yine Zulüm bitmediği için isyanları desteklemiştir. İslam'ın gerçekten uygulandığı gerçek bir İslam devletinde asla zulüm olmaz, haksızlık olmaz. Olmamalıdır. Varsa; düzeltilmesi gereken bir şeyler var demektir. Ya kılıçla veya kalemle...
Ayrıca Türkiye gibi veya Arabistan gibi devletlerin durumu Dar'un-Nifak olarak açıkalanabilir mi? Dar'un-Nifak diye bir tanım duymadım belki de yok ama acaba eklenmeli mi? Dar'un-Nifak fıkhı da yazılmalı mı?
Tabi ki bunları doğruyu arayıp bulmak yöneticileri ve yönetimi doğrultmak için araştırıp yazmalıyız. İnsanları isyana değil yöneticileri İslama, doğruya ve adalete çağırmak için. Yazdıklarımızın %100 doğru olduğu iddiasında olmamalıyız. Yanılıyor olabiliriz. Nerelerde yanıldığımız ilmi ve bilimsel olarak açıklandığında ise inat etmeyip hatamızdan mutlaka dönmeliyiz.
Arap Baharı (direnişinin) tartışıldığı konuşulduğu şu günlerde, direnişçiler haklı mı haksız mı düşünceleri kafaları karıştırırken İmam-ı Azamın da yaptığı gibi zalime karşı direnenlere (zalim müslümanda olsa) yardım etmeliyiz. Destek olmalıyız. Özellikle İslam alimleri İmam-ı Azamı örnek alarak bu direnişlerin İslami bir direniş olmasını sağlamaları ve başarıya ulaşması için fikri ve ilmi öncülük etmeleri gerekmektedir.