Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dar'ul Harb'te Polis Olmanın Hükmü Nedir?

S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu

Benim sormak istediğim soru şu: Tağutu koruma amacıyla polise, askere katılan kişi kafir olur. Peki mevcut sistemi korumak niyetiyle değilde haksızlık yapanları mevcut sistemle cezalandırmak büyük küfür mü, yoksa küçük küfür (zulüm ve fısk) mı? Mesela Şeriatı destekleyen bir polis, polis olduktan sonra hiç bir küfür işlemiyor, mücahidleri ve onu destekleyenleri hapsetmiyor bu durumdan bir türlü kaçabiliyor ve bunu da caiz görmüyor ancak bazı İslamda da yasaklanmış olan fiilleri işleyen kişileri yakalıyor (mesela hırsız gibi) ve kendisi Şeriatı uygulayamadığı için, onun mevcut cezalarla cezalandırılmasını istiyor (hapis gibi), bu istek küfür müdür yoksa küfür olan Allahın hükmünü beğenmemek mi? Bazıları, "Sayılarını çoğaltığı için kafir olur, polise katılmak bizatihi küfür" diyor ama bu bana pek doğru gelmiyor, o zaman kafirlerin ülkesinde yaşayan da ne niyetle olursa olsun kafir olur.

İmam İbni Teymiye: “Zahiren İslam’ını açıkladığı halde mürted olan tatarların ordusuna katılan, ancak ya bir münafık ya bir zındık veya facir olan bir fasıktır.” (Mecmu'ul Fetava c: 28 s: 535)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah we berakâtuh

Dar'ul harb'te Polis Olmak


Dar'ul harbte asker olunmayacağını, olmamak gerektiği, Firavn'u sistemler için Musa (a.s.) ve iman edenlerinin peşine düşülüp savaşılamayacağından bahsetmiştik.

Dar'ul harbde Polis olmaya gelince; her ne kadar subaylık / askerlik gibi tehlikeli seviyede olmasa da, Polis'liğin (emniyet teşkilatı) küfre düşen birimlerinin (terörle mucâdele, istihbarat birimi) çok fazla bulunmasıyla birlikte, küfürden hafif seviyede / haramlıkta çeşitli birim ve seviyeleri bulunmaktadır.
Emniyet Teşkilatında, 90'lı yıllarda, Muvahhid (radikal dedikleri) muslumanları, kendilerince tehlikeli bir organize hareketin içine girmeden önce etkisiz hale getirmek, tâkib etmek, yakalamak için İslami konularda 51 masa (birim) bulunmaktaydı. Bunların içinde İlahiyat ve imam hâtib mezunları, sivil polislerin sakallı , cubbeli ve belli seviyede İslami bilgiye sahib olarak çeşitli kişi ve cemaatlerin arasına sızdığı mâlumdur.

İslam Alimlerinin kafir ve zalimlere yardım etmeyle ilgili açıklamaları da şöyledir :


Musa, Rabb'im! Bana lütfettiğin nimetlere and olsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım, dedi.” ( Kasas 17)

İmam Alusi, bu ayetin tefsirinde şöyle der: “İlim ehli, bu ayete dayanarak zalimlere yardım ve hizmet etmeyi caiz görmemişlerdir.

İbn Ebi Hatim, Cabir bin Hanzala’dan şöyle dediğini nakletmiştir:
"Birisi Amr’a “Ben bir kâtibim. Gireni çıkanı yazarım. Bunun karşılığında da mahrum kalmamak için maaş alırım. Siz bu konuda ne dersiniz?” dedi.

Ebu Amr, “Dökülen kanı da yazar mısın?’ deyince adam, “hayır” dedi.
Zorla alınan malı da yazar mısın?” deyince adam, “hayır” dedi.
Ebu Amr adama, “Acaba sen Musa (aleyhisselam)’ın şu sözünü işitmedin mi? diyerek “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere and olsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım(Kasas 17) ayetini okudu.
Ayeti dinleyen bu kişi Ebu Amr’a “Vallahi çok güzel tebliğ ettin ya Ebu Amr! Bundan böyle ben bu kişilere bir satır bile yazmam” dedi.

Ebu Amr’da “Vallahi Allah (Subhanehu ve Tealâ) seni rızıksız bırakmaz” dedi. (Alusi, Ruhul Meanî (20/49)


Bugün Türkiye gibi İslam şeriatıyla yönetilmeyen Dar'ul Harb ülkelerde, devletin izni ve polislerin güvenliği altında kerhaneler, resmi fabrikalardır ve vergi verirler. Allah ve Rasulune harb açan böyle şerefsiz fuhuş evlerini bekleyen, kolluyan, kolluk kuvetlerinin ücretli köleleri, küfür içindeyken nasıl şerefli olabilir.


Terzinin biri alime Ben zalimlerin elbisesini dikiyorum. Acaba ben Kasas Suresi’nin 17. ayeti gereği zalimlere yardım edenlerden olur muyum?” diye sorar.
Alim şöyle cevab verir: “Hayır sen zalimlere yardım eden değilsin. Bilakis sana iğne satanlar zalimlere yardım edenlerdir. Sen ise bizzat zalim olmuşsun” diye cevab verir.
(Alusi, Ruhu'l Meanî (20/49)


Ebu Hurayra (r.anh), Allah Rasulu (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu aktarmıştır:
Ahir zamanda yalancı alimler (emirler) olacaktır. Kim onlara yetişirse onlara başkan, vergi toplama memuru, bekçi, polis olmasın..…"

(Mecmuu's Sağir, 398; Risalet-ul huruc-ul Mehdi, sf: 182)


Ebu Muhammed Âsı
m el-Makdisî; Dar'ul Harb olan ülkelerde Tağuti güçlere Asker ve Polis olmak hakkında şunları söyler :


"Tağutların askeri ve yardımcıları durumunda olanların kafir olduğunda şüphe yoktur. Çünkü bize göre bunlar, aksi ortaya çıkıncaya kadar asıl olarak kafirdirler. Bizim bu hükmümüz, beldenin hükmüne binaen verdiğimiz bir hüküm değil, nasslara ve zahire dayanan bir hükümdür. Zira tağutların askerleri, polisleri, istihbaratlar ve emniyet güçlerinde zahiren görünen şirkin ve muşriklerin dostları olduklarıdır.
Bunlar küfür kanunlarını gözetleyen gözlerdir. Tağutların tahtlarını korumakta, sağlamlaştırmakta ve tağutların küfrüne karşı çıkıp, Allahu Teala’nın şeriatının uygulanmasını isteyen insanları her türlü ceza ile cezalandırmaktadırlar.
Tağutlar, onların koruması altında İslam’ın hükümlerini devre dışı bırakmakta, küfür kanunlarını ortaya koymakta, uygulamakta, içki, faiz, zina, irtidat gibi haramları mubah saymaktadırlar. Bunların makamı, görevi ve yaptıkları iş budur. Bunların küfre girmelerinin açık olan iki sebebi, tağutların kanunlarının çıkarılması ve korunmasında görev almaları ve muvahhidlere karşı bu kanunların sahiblerini destekleyip onları korumaları olarak özetlenebilir.
Açık nasslar, bu iki uygulamanın da küfrün açık birer sebebi olduğunu göstermektedir. Bunları başka yerlerde açıkladık. Burada ise amacımız sadece buna dikkat çekmektir. Allahu Teala, kafirlerin evliyası ve dostları hakkında genel ve sağlam kuralı koymuştur.
Allahu Teala şöyle buyurur:
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kafirler ise tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şubhe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır” (Nisa 76)

Başka bir ayette ise Allahu Teala şöyle buyurur:

Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şubhesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”(Maide 51)
Dolayısıyla, kafirleri dost edinenler, onlara yardım edenler, tağut yolunda savaşanlar, dili veya eli ile onları destekleyenler, kafirlerden olurlar.

Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kafirlere, yardımcılarına ve yoldaşlarına karşı tavrı bu olmuştur. Müslüman olduğunu iddia etmesine rağmen, Bedir Savaşı’nda muşriklerin safında yer alıp esir düştüğünde Abbas’a yapılan muamele bilinmektedir. Bunun bir benzeri de Muslim’de rivayet edilmiştir.
Sakifoğulları kabilesinin işbirlikçisi Beni Ukayl’den bir adam Sakif kabilesiyle savaşa katılıp esir düşünce, Müslüman olduğunu söylemesine rağmen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu serbest bırakmayıp kendisine kafirlere uygulanan muameleyi uygulamış, devesini ganimet olarak almış ve onu iki Müslüman esir karşılığında serbest bırakmıştır.

Rasulullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sonra O’nun ashabı da (Radıyallahu Anhum), Allahu Teala’nın dinine karşı güç ve kuvvet ile karşı çıkan kişilere aynı muameleyi uygulamışlardır.

Museylemetu’l-Kezzab ve taraftarları hakkında ve yine Tuleyha ve taraftarları hakkında Ebu Bekr’in ve diğer Müslümanların tavrı bu olmuştur. Bunları tekfir ederek kendilerine murted muamelesini uygulamışlardır.
Bu nedenledir ki alimler, Müslümanlar ile savaşan kişilerin ve yardımcılarının mal ve canlarının mubah olduğunu söylerler. (El-Muğni, 8/297) (Çünkü düşman ancak destek ile Müslümanlara karşı savaşma imkanı bulabilmektedir)

İbn-i Kudame el-Hanbeli (Rahimehullah), “El-Muğni” isimli eserinde şu başlıkta bir bölüm açmıştır; “Müslümanlara karşı savaşırken esir düşen kişinin, Müslümanlığını iddia etmesi ancak muteber bir delil ile kabul edilir. Çünkü sergilediği haline aykırı bir durum iddia etmektedir.” (El-Muğni, 8/261)

İbn-i Kudame (Rahimehullah), kitabındaki bu bölümde, Bedir Savaşı’nda yer alan Sehl bin Beyza olayını örnek olarak belirtmektedir.
Ayrıca Abbas’ın (Radıyallahu Anhu) durumu da buna örnek niteliğindedir.
Bu nedenle bizim, şirk ve küfrü destekleyen kurumlara mensub olan kişiler hakkında verdiğimiz hüküm, kufürdür.

Bu kişilerin her biri hakkında küfür hükmünü vermekteyiz ve İslam’a mensub olduğunu kanıtlayan ve tekfirini engelleyen bir mani ortaya çıkmadıkça kendisinden sadır olan zahiri sebeblere binaen her birinin kafir olduğunu söylemekteyiz. İslam yönetimine karşı çıkan ve kendilerini savunanlar (dolayısıyla mumteni konumunda olanlar) hakkında engellerin araştırılmasının vâcib olmadığını daha önce belirtmiştik. Ancak bazıları hakkında böyle bir engel ortaya çıkarsa onu tekfir etmeyiz. Herhangi bir engel ortaya çıkmadıkça, bizim için asıl olan onların tekfir edilmeleridir. Onların batıni hallerini ise Allah'u Teala bilir. Biz sadece zâhire göre hüküm vermek ile emrolunmaktayız. İnsanların kalbini yarmak ve içinde gizlediklerini ortaya çıkarmak ile görevlendirilmedik. Aksi ortaya çıkıncaya kadar bu kurumların aslı ve zahiri İslam değildir. Halbuki aynı yönetimlerin başka kurumları için bunu söylememekteyiz. Çünkü ayrı olarak değerlendirdiğimiz kurumlarda asıl olan, şirki ve muşrikleri desteklemek ve korumak değildir.
Misal olarak aksi ortaya çıkmadıkça doktorlar da asıl olanın küfür olduğunu söylememekteyiz. Yine başka bir sebebden dolayı küfre girmedikçe, salt olarak öğretmenlik yapmanın da küfür olduğunu söylememekteyiz.

Bu görevler ile ilgili açıklamayı Allah’ın izni ile ileride yapacağız.
Bu görevlerin hakikati ve tabiatı şirki ve muşrikleri desteklemek değildir.
Evet, bu görevlerde çalışan kimileri şirki ve muşrikleri desteklemektedir.
Fakat bu, görevin hakikatinden ileri gelmemektedir. Nitekim bu tür kurumlarda görevli olmayıp şirki ve muşrikleri destekleyenler de bulunmaktadır.

Sonuç olarak, şirki ve muşrikleri desteklemek veya küfür anayasalarına uygun kanunlar yapmak gibi açıkça küfür sebebi olan işlerin küfür olduğunu ve bu işlerde görev alanların kafir olduklarını söyleriz. Durumu açık olmayan işlerin hükmünü ise Allahu Teala’ya bırakırız."

(Âsım el-Makdisî, Tekfirde Aşırılıktan Sakındırma, 2. Konu)


Bu konuda ez cumle;

Her ne kadar Şeyh ebu Muhammed Âsım el Makdisi , Dar'ul Harb'de Polis olanlar için ayırım yapmadan istisnasız kâfir olacağına hüküm vermiş olsa da Türkiye gibi halkından muslumanların da olduğu Dar'ul harb ülkelerde emniyet teşkilatında, "muslumanların aleyhine" kritik birimlerde (yukarıda zikrettiğimiz terörle mucadele , istihbarat vb. birimlerde muslumanların aleyhine görev yapan) "Küfür düzenlerin bekası" için görev alanların küfründe ittifak vardır.
Aynı şekilde polis olup da, kritik vazifede görev almayanların (trafik polisi, pasaport şubesi vb. birimler) her ne kadar küfür işlemiş olsalar da, muvahhid olmaları durumunda, müslümanların aleyhine küfür düzeninin bekası için çalışıp çabalayanlar gibi kâfir olmayacağına inanıyoruz.

 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Bazı kafir bayrak ve çeşitli sembolleriyle birlikte Türk Polis teşkilatının ambleminde de bulunan Çift başlı Kartalın manası:


Çift/tek başlı Kartal Türklerde ne anlama gelir?


Kartal figürünün kullanıldığı bazı alanlar, ülkeler vs..lerle başlayalım.

Bizans imparatorluğu, Anadolu Selçuklu devleti, Fener rum patrikhanesi, Selçuk üniversitesi, Konya büyükşehir belediyesi, Arnavutluk cumhuriyeti, Yeditepe Üniversitesi, Dicle üniversitesi, Diyarbakır büyükşehir belediyesi ambleminde, Diyarbakır surlarının çeşitli yerlerinde kabartmalar halinde, Atatürk üniversitesi, Erzurum'un ve Erzincan şehrinin simgesi olmuş halde, hatta bir rublenin arka tarafında da kendine yer bulmuştur.

Zümrüdü anka'yi sembolize ettiği de iddia edilmiş, tarih boyunca bir çok kavimle de ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.

Başka açıdan inceleyecek olur isek şu tezler de mevcuttur.

Anadolu Selçuklu Devleti, Doğu Roma İmparatorluğu ya da Roma Cumhuriyeti kurulmadan çok önce, Anadolu topraklarında kullanılan bir sembol olduğu iddiaları da dikkate alınacak olursa konu hakkında, M. Bernal'ın "Kara Athena" isimli çalışmasının bazı bölümlerinde de Mısır kültürüne vesile olan Ari kültürün ve kendini bu kültüre bağlayan Avrupa Medeniyetinin lehine geliştirilen, medeniyetin kökeni olarak Hindistan'ı gösteren anlatımlara rastlamak ta mümkündür.

Alacahöyük'teki Hitit kabartmalarında da rastladığımız kartal figürü birçok Asur mührünün de üzerinde rastlanıyor olması acaba neyi anlatır ya da ne anlamalıyız?

Bazı iddialarda Anadoluda da, nazilerin gamalı haçın da çift başlı kartal sembolü kullanıldığı dır.
Bütün bunlar 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Alman arkeologların Hitit kazılarına ilgi duymasına neden olmuştur.

Çift başlı kartal kabartma ve gamalı haç figürleri Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde ziyaretçilere açıktır.

Ayrıca başka detayla için de bakalım.
Arnavutluk bayrağındaki çift başlı kartal figürü de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan kaynaklandığı da söylenmektedir.

Hatta masonlukta kullanılan bir simge olarak ta ucu kıvrık bir kılıcın üstüne tünemiş, kanatlarını da her iki yana açmış olan ve iki başının ortasında üstte taç bulunan kartal simgesi, masonik egemenliğin doğudan batıya uzanışını simgelediği iddiaları da sıkça kullanılmaktadır.

Roma İmparatorluğunun hüküm sürdüğü tüm coğrafyalarda siyasi otoritelerin benimsediği figür Medlerin, Türklerin ve Kafkaslarda kullanılan çift başlı kartallar da Roma etkisinde kalarak Roma çift başlı kartalı halini aldığı yine başka yorumlarda rastlanmaktadır.

Çift başın üç izahı mevcud olmakla birlikte hangisinin daha gerçekçi olduğu tartışma konusu yapılmadan değerlendirilmelidir.
1-Geçmişten geleceğe ebedi varoluş.
2-Doğu ve batı üzerinde hükümranlık ve tanrısal güçten alınan meşruluk ve buna istinad edilen dünya/yaşam üzerinde belirleyici olma hakkı.
3-Bu oluşumların kartalda simgeleşen iktidarda birleşiyor olması..

Hristiyan, Pagan ya da Müslüman inançlarda kendini bulan tüm ilahi ve yaşamsal iktidarların güç simgesi haline gelmesine sebeb teşkil etmiştir.

Örnek olarak; Rus Çarlığı için doğu batı vurgusu önem kazanırken, Alman imparatorluğunda sonsuz gücü, Anadolu Selçuklularında ise hem maddi hem de uhrevi vurgu olarak görülmüştür.

Bir örnekle açacak olursak; Yeditepe Üniversitesi'nin girişindeki çift başlı Selçuklu Kartalı simgenin kökeni ise çift başlı Bizans Kartalı dır.
Rusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan, Arnavutluk, gibi taklitçileri de mevcuttur.
Zaten Anadolu Selçukluları kendilerine Rum Selçuklu demelerinde bunun da etkisi olmuştur.

İşin aslı Tek başlı kartal olup, bir yüzü doğu, bir yüzü batıya dönük kartal şeklinde tasvir edilmesinin arkasında ki sebeb ise, Roma İmparatorluğu'nun M.S 395'de,Doğu ve Batı olarak ayrılmasıyla çift başlı halde ifade edilir olmasından başka bir şey değildir.

Kartal başlarından soldaki Roma'ya (Batı'daki Pars Occidentalis) sağdaki ise Constantinopolis'e (Doğu'daki Pars Orientalis) bakar; yani tek başlı Roma Kartalı'nın çift başlı hale gelmesindeki asıl sebep, I.Theodosius'un M.S. 395'teki ölümünden sonra Roma İmparatorluğu'nun onun iki oğlu arasında ikiye bölünmesidir.
__ift_ba__l___1.jpg
 
E Çevrimdışı

ENSARİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Muvahhid Müslümanların küfür düzeni içerisindede olsa mutlak harp tekniği,silah eğitimi almaları lazımdırki bu safhalarda öğrenmek amaçlı girmelerinde mahsur olmamalıdır diye düşünürüm..zira Libyadaki kaddafi birliklerine karşı halkı eğiten,ama açıklanmayan özel hareket timlerinin çok faktörü olmuştur..
 
Muhammed Yusuf Çevrimdışı

Muhammed Yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ahi bu sayı max.10-20 olur ama bizimkilerin hepsi kendini dediğin gibi addediyor Allah inşeallah o kirli yerden kurtarsın onları
 
S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Eyyâmu'l-ficâri'l-evvel'in 4.süne amcalarıyla birlikte katıldığı ve o sıralarda Tercih edilen görüşe göre 10 yaşlarında idi . Musa bin Ukbe, siretinde Ficar savaşıyla Kabe'nin inşa edilmesi arasında 15 yıl olduğunu, Kabe'nin inşaası ile Rasulullah (s.a.v.) in peygamberlikle görevlendirilmesinden 15 yıl önce gerçekleştiğini ifade etmiştir. Sahih olan rivayete göre Rasulullahın (s.a.v.) peygamberlikle görevlendirilmesi 40 yaşında olduğu sırada olmuştur. Bu hesaba göre Rasulullahın (s.a.v.) Ficar savaşının olduğu sırasında 10 yaşlarında olmasıdır. (Beyhaki ; Delailu'n Nubuvve 2, 58 - 60)
Diğer daha zayıf rivayetelre göre 14 - 15 (İbn Hişâm, I, 184; Diyarbekrî, I, 259; Halebî, 1, 207), 14 (Ya'kubî, II, 15) veya 20 (Ya'kubî, II, 15 -16; İbnu'1-Esîr, I, 592; Diyarbekrî, I, 259) yaşlarında olduğu nakledilmektedir.
O'nun bu muharebede fiilen savaşıp savaşmadığı hususunda iki rivayet bulunmaktadır.
Birinci rivayette Kayslılar'la savaşmayıp amcalarına ait eşyaları koruduğu, atılan okları kalkanla karşılayıp toplayarak onlara vermekle yetindiği belirtilir. (İbn Hişâm Ma'a Ravdi'l Unuf, I, 195-198 - 210)
Abdurrahman es-Suheyîî de Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bu savaşa fiilen iştirak etmediğini, onun haram aylarda ve muşrikler arasında cereyan eden bir savaşa katılmasının mümkün olmadığını, Cenâb-ı Hakk'ın ancak i'lâyi kelimetullah için savaşa izin verdiğini söyleyerek bu görüşü destekler. (İbn Hişâm Ma'a Ravdi'l Unuf, I, 209) ; er-Rauzu'l-unuf, II, 229)

İkinci rivayete göre ise Hz. Muhammed amcaları ile birlikte katıldığı bu savaşta ok atmış ve bundan dolayı pişman olmadığını beyan etmiştir. (İbn Sa'd, I, 128)

Onun diğer ficâr savaşlarına katılıp katılmadığı bilinmemektedir. Nûreddin el-Halebî başka bir savaşa iştirak etmediğini (İnsânu't-'uyûn, I, 210), İbn Kesîr İse Şerib (Ukâz) Savaşı'na katıldığını söyler. (el-Bidâye, II, 290)
Zuhrî gibi bazı muellifler ise Hz. Muhammed'in Kureyş'in yenilgisiyle sonuçlanan Şemta Savaşı'na katılmasının mümkün olmadığını söylerse de İbnu'1-Esîr bu fikre karşı çıkarak onun peygamber olduktan sonra katıldığı savaşlarda bile ashabının mağlûp olduğunu hatırlatır. (el-Kâmil, I, 592-593)


Dar'ul Harb'te askere giden müslümanın, şirkten kurtulması çok zor bir durumdur fakat imkansız değildir. İmkansız diyebilmek için askere giden herkesin fert fert durumunu bilmek gerekir bu da imkansızdır. Çok az olsa bile imkan olursa, imkan var demektir.
Kafir ordusunu çoğaltmanın küfür olduğunu gösteren ayet Nisa: 97 ayetidir. Ve bu sadece müslümanlara karşı savaşıldığı zaman söz konusudur. Bütün alimler bu ayeti böyle anlamıştır. Yoksa her halukarda kafirlerin askerleriyle beraber, onların sayılarını çoğaltana kayıtsız şartsız kafir demek aşırıya gitmektir. Çünkü böyle bir hüküm vermek Rasulullah (s.a.v)’a Ficar savaşlarında kafir akrabalarının sayısını çoğalttığı için kafir oldu hükmü verilmesini gerektirir (haşa).
Niyeti; cemaat emiri tarafından “kafirlerin sırlarını öğrenmek, eğitim yapmak için veya onların zulmünden bir an önce kurtulmak için gideceğim ve orada hiç küfür ve şirk işlemeyeceğim” diyen bir kimsenin istemeyerekte olsa kendi ihtiyarıyla askere gitmesi onu kafir yapmaz. Fakat orada şirk işlerse, velev ki ikrah altında işlemiş olsun, Allah katında sorumlu olur. İkrah ona fayda vermez. Çünkü kendi isteğiyle oraya gitmiştir.
Her kim de askerden kaçmak için bütün gücünü kullandığı halde, sonunda yakalanıp zorla askere götürülürse, bu kimse şirk, küfür ve haram işlememek için bütün gücünü kullanmalıdır. Ve bu askerlikten kaçmak için her yolu denemelidir. Bütün bunlara rağmen ikraha maruz kalır ve bu amellerden birini işlerse Allah katında mazeretli sayılır.

Özetleyecek olursak Dar'ul harb'in tağuti kurumunun en başı olan silahlı kuvvetlerine istemeyerekte olsa kerhen askere giden müslüman muvahhid olarak tanıdığımız bir kimsenin niyetine, durumuna ve orada küfür, şirk, haram ameller işleyip işlememesine göre kendisine hüküm verilir.

Peygamberimiz Muhammed (s.a.s) bu orduda bulunduysa demek ki burada küfür olmama ihtimali var, çünkü peygamberlerin geçmişte küfür işlemeleri mümkün değil.

Ayrıca Şeyh Abdullah Azzam (rh) hakimler ve savcıları hakkında şunu söylüyor ve birbirinden ayırıyor:

3. Çıkarılan bu kanunları uygulayan hakimler ve savcılar:
Bunlar İslâm'dan çıkmazlar. Çünkü bunlar sadece uygulayanlardır. Kanun koyanlar değillerdir. Ancak, Allah'ın kanunlarının dışında başka kanunlarla yargıda bulunduğundan dolayı haramla uğraşması sebebiyle günahkârdırlar. Aldıkları maaş haramdır. Vazifesi haramdır. İçki satan kişi ile bunun arasında hiçbir fark yoktur.

4. Beşeri kanunları severek uygulayan hakim ise kâfirdir.
Evet. Beşerî sistemlerde hakimlik yapanlar yani Rabbani, ilahi hukuk sistemi dışındaki kanunlarla hakimlikte bulunanlar iki kısımdır.
Birinci kısımdan olanlar, kanunları sevmedikleri halde onlarla insanları yargılayan hakimlerdir. İşte bunlar meyhanede içki satandan veya faizli bankalarda görev alan kimselerden daha büyük günah işlerler. Bu tür hakim ve savcıların maaşları haramdır, işleri haramdır. Gelirlerini sadece hakimlik ve savcılıktan sağlayan kimselerin sofrasında bulunmak, ondan bir lokma yemek haramdır. Fakat babasından kendisine kalmış bir miras varsa ve bunlarla kendi vazifesinden kazanmış olduğu mallar birbirine karışmışsa örneğin bir parça arazi veya bostan kalmış bunların ekin ve ürünlerinden sağlanan kazancı varsa, onun sofrasından yemekte bir sakınca yoktur. Bu yenilen yemeğin helal kazançtan olduğu kanaati ile yenilir. Çünkü, burada helal malla, haram mal birbirine karışmıştır. Böyle karışan malların hükmü de böyledir.
Hakimler İslâm dininin dışına çıkmazlar. Ama görevlerinden dolayı fasıktırlar. Çünkü o haram bir hususta iştigal etmektedir. Bu hüküm, kalbinden reddedip çirkin görerek yargıda bulunduğu taktirdedir.
Diğer bir kısım hakimler vardır ki beşeri kanunları kalben severek ve isteyerek yargıda bulunurlar. İşte bunlar İslâm dininin dışındadır, kâfirdir. Kim olursa olsun kalbinden beşeri kanunları isteyip severse kâfir olur. İslâm ümmetinin dışındadırlar.
 
Üst Ana Sayfa Alt