A
Çevrimdışı
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
DEMOKRASİ
ŞEYTANİ ALDATMACADIR
DEMOKRASİ’NİN VAKIASININ İRDELENMESİ
Demokrasi: Latince “demos” / halk, “crasi” / yönetim kelimelerinden türemiş bir kelimedir. “Halk Yönetimi” demektir.
Bunun siyasi bir kavram olarak ortaya çıkması; Avrupa’daki siyasi tarihi tecrübenin ürünüdür. Zira Avrupa’da feodalizm / ağalık sistemi, teokrasi / din istismarcılığına dayalı yönetim ve krallık sistemlerinin tiranlık / despotluklarından bıkan halklar, mevcud yönetim sistemlerinden ve meşruiyet kaynaklarından nefret ettiler. Hakim zümreler,halkların yönetime ve yöneticilere karşı duydukları bu nefret ve öfkeyi indirmek için “demokrasi” kavramının içini doldurmaya başladılar.
Asırlardır yaşanılan zulümlerden kurtuluş yolu ve umudu olarak halka;
-“artık yönetim senin / halkın elindedir”
-“senin / halkın dediği olacaktır”
-“halk kendi kendini yönetecektir”
-“yasama, yürütme, ve yargı erklerinin meşruiyet kaynağı
halktır”
-“egemenlik halka aittir”
-“halk artık özgürdür”
gibi vaadler, sloganlar ve söylemler çoğaltıldı.
Günümüzde de hemen hemen bütün dünyada özellikle de İslam Aleminde “demokrasi” sakızı çiğnenmektedir, şarkısı söylenmektedir. Öyle ki “demokrasi” kamuoyunda baskın bir söylem haline getirildi. Demokrasiye karşı gelmek ise; cesaret gerektiren bir iş haline geldi.Zira demokrasiye karşı gelindiğinde oluşturulan “mahalle baskısı” sonucu “diktatörlük” yanlısı, olmakla suçlanmaya, kınanmaya, ve dışlanmaya maruz kalınmaktadır.
Hemen herkes “demokrasinin faziletinden” bahsediyor, demokrasiye davet ediyor, demokrasi açısından eleştiriyor, fakat demokrasinin kendisi yani ona atfedilen temel kavram ve söylemlerin vakıası pek irdelenmiyor. Aslı nedir, ne kadar gerçekcidir ve doğrudur?!. Bunlar pek araştırılmıyor, sorgulanmıyor.. Bu çalışmamızda biz bunu yapmaya yani “demokrasi putuna” karşı İbrahimi tavır koymaya çalışıyoruz.
“Demokrasi” Söyleminin Vakıası:
Şaşkınların gördükleri çıkış yoludur
“Halk Yönetimi” ne demektir?!. “Halk” nedir yada kimdir?!.. Halk, bir ülkede yaşayan insanların tamamı mıdır, yoksa sadece seçmenler midir?.. Seçmen olmayanlar halktan sayılmıyor mu?. Seçmen olmak şartlarını halk mı belirliyor?!.. Tabiiki hayır!.
“Yönetim”den kast edilen nedir?!. Yöneticilerin belirlenmesi midir, yoksa hak ve hukuku belirleyen kuralların belirlenmesi midir, yoksa her ikisi mi?!. Halk hukuk belirleyebilir mi?!.
Halkın hak-hukuk, kanun, düzen belirleme kabiliyetinin olmadığı zahir bir durumdur. Geçmişte de günümüzde de dünyanın her yerinde kanunları, düzenleri, hukuku halk belirlememiştir, belirlemiyor ve belirleyemez. Çünkü kanun ve hukuk belirlemek çok derin ve kapsamlı bir bakışı ve ilmi gerekli kılar. Zira kanunlar, kurallar ve hukuk çok yönlü etken ve edilgenleri olan insan ve ilişkileri hakkında konulmaktadır. Onun için kanunları ve hukuku bu konuda belirli bir ilmi birikimi ve uzmanlığı olan “hukukcular” diye bilinen bir zümre hazırlar. Kaldı ki onların da bu girift iş için ihata eden / yeterli ve kuşatıcı ilime ve kapsamlı bakışa sahip oldukları söylenemez. Çünkü hiç bir insan; içe dönük, dışa dönük, hale ve geleceğe dönük boyutları olan insan hakkında ihata edici bir ilme sahip değildir. O ilme sadece onu yaratan sahiptir. İnsanın bu zaafiyeti günümüzde bütün yeryüzünde müşahade edilmektedir. O halde halkın kanun ve hukuk belirleyemeyeceği açık bir gerçektir.
“Eğememenlik kayıtsız şartsız halka / millete aittir” söyleminin de içinin boş olduğu açığa çıkmaktadır. Zira “eğemen” olan ya da hakimiyet sahibi olan yani hükümleri, nizamları koyan halkın kendisi ise, mahkum olan yani o hakim irade karşısında boyun büken kimdir?!. Eğemen olan / hakim irade sahibi olan halk ise, onun iradesi üstünde başka bir iradenin olmaması gerekir. Peki bu ne derece gerçekcidir. Halk gerçekten hakim midir, yoksa mahkûm mudur?. Yöneten midir, yoksa yönetilen midir?. Temel yasaları, anayasaları, diğer çeşitli yasaları, kuralları halk iradesi mi belirliyor?!. Gerçekte ise dünyanın hiç bir yerinde hiç bir halk yönetildiği anayasayı ve yasaları ne okur ne de anlayabilir. Zira anayasaları ve yasaları “hukukcular” denilen uzman kişiler dahi anlamakta ihtilafa düşerler, kaldı ki halk anlasın !.. O halde anayasaların ve yasaların halk tarafından belirlendiğini söylemek de gerçek dışı bir boş sözdür. Yani yalandır.
Halk yasaları belirlemediği gibi yöneticileri belirlemekte de kayıtsız şartsız irade sahibi değildir. Zira “seçme ve seçilme” belirli şartlara, kayıtlara yani sınırlamalara tabidir. Bu şartları ve kayıtları kim belirliyor?!. Kayıt-şart olmaksızın seçme –seçilme hakkı kullanılabilir mi?!. Kayıt-şart, kural olmaksızın seçim yapılabilir mi?!. Bütün bu sorular üzerinde düşünüldüğünde; “eğemenlik kayıtsız şartsız halka /millete aittir” söyleminin ne kadar içi boş süslü bir yalan söz olduğu ortaya çıkmaktadır.!..
Demokrasiden kast edilen; “doğrudan demokrasi” değil de “temsili demokrasidir” söylemine gelince:
“Temsili demokrasiden” kast edilen ise; “halkın, temsilcileri tarafından yönetilmesidir” denilmektedir. O halde temsili demokraside halkın iradesinin yönetimdeki belirleyiciliği ne derece gerçektir irdeleyelim:
Temsili demokraside temel ögeler; siyasi partiler, parlamento yada halk / millet meclisleri ve seçim prosedürleridir.
-Siyasi partiler; doğrudan halk tarafından kurulamazlar. Birileri bir şekilde biraraya gelirler ve “biz filan partiyiz, size şu şu vaadlerimiz var” diyerek halkın karşısına çıkarlar, propaganda yaparak kendi proğramlarını halka empoze etmeye çalışırlar. Halkı etkileme vasıtalarına ve tekniklerine en çok sahip olanlar bu seçim maratonlarında başarılı olurlar. Yani seçim maratonunda başarılı ve belirleyici olan; doğrudan “halkın iradesi” değil, halka empoze edilen iradedir. Yani yansıtma yapılmaktadır. Duvara çarpıp yankılanan sese “duvarın sesi” yada “duvar ses verdi” denilir mi?!. Aynı şekilde halktan yansıyan sesler yada iradeler de “halkın iradesi” değil, “halkta oluşturulan iradedir”...
“Halkın iradesinden” kastedilen, “halkın çoğunluğunun iradesidir” söylemi de gerçek değildir. Zira dünyada hiç bir seçimde alınan neticeler halkın çoğunluğunu temsil etmez. Mesela Türkiye’deki en son (2007) genel seçim sonuçlarına bakalım;
Türkiye’nin resmi nüfusu: 72.5 milyon
Seçimde geçerli oy: 35 milyon
1.olan partinin aldığı oy: 16 milyon
2.olan partinin aldığı oy: 7 milyon
3.olan partinin aldığı oy: 5 milyon
Şimdi sorgulayalım; 16 milyon 72 milyonun çoğunluğu mudur?! Yada meclisteki partilerin oy toplamı 28 milyon 72 milyonun çoğunluğu mudur?!. Demek ki, “halkın çoğunluğu” söyleminin de içi boştur yada yalan doludur.
Ayrıca halkın seçimde seçmek durumunda olduğu seçenekleri de halk kendisi belirlemiyor. İster yönetici adayları olsun ister ise sorunlara yönelik çözüm seçeneklerini halk kendisi belirlemiyor.
Seçimlerde kullanılan oyların meclise yansımasında %5, %10 gibi barajlar olmasa oylar birçok parti arasında paylaşılır. Yönetim koalisyonlara mahkum olur. Koalisyonlarda ise; seçimlerde halka verilen vaadlerden hiç birisi gerçekleşmez. Zira koalisyon hükümeti kuran partiler “uzlaşma” adına kendi proğramlarından uzaklaşırlar. “koalisyon sözleşmesi” olarak ortaya konulan hükümet programı tamamen halka vaad edilenlerden uzak bir program olur. Partiler de buna mazeret olarak “koalisyonu” bahane gösterirler. Yani koalisyon hükümetlerine şekilsel olarak dahi “demokrasi” demek mümkün değildir, yalandır...
Hükümette istikrar olması, tek parti hükümeti olması için konulan seçim barajlarına ne demelidir?!. Buna da şekilsel olarak dahi “demokrasi” demek mümkün değildir...
Şu halde demokrasi hiçbir şekilde uygulanabilir, gerçekci bir yönetim ilkesi değildir, yalandır, palavradır, ütopyadır. Yani gerçekleşmesi imkansız olan hayaldir.
Kendilerine “İleri demokrasi” denilen ABD dahil bütün AB ülkelerinin hepsinde bu demokrasi sahtekarlığı yapılmaktadır. Küresel yada bölgesel kapitalist baronların heva-hevesleri “halkın iradesi” “demokrasinin gereği” olarak halklara yutturulmaktadır...
“Demokrasiyi” siyasi bir söylem olarak ortaya atanlar dahi “iyi bir rejimdir” diyememişler de “ehveni şer” / “kötülerin en az kötü olanı” diye vasfetmişlerdir.
Şu halde demokrasi ; aydın bir düşünce ürünü aydın bir çıkış yolu değil de dalalet ve zulümat / belirsizlik, çaresizlik ve karanlıklar içinde bocalayan şaşkınların çıkış yolu umudu ile vardıkları bir noktadır. Karanlığın griye yakın tonuna aydınlık diyen zavallıların vardığı noktadır.
Akletmeyenler ve Şeytanı Veli Edinenler Demokrasinin Ardından Giderler
Bu kadar gerçek dışı, içi boş, yalan, palavra olan bu “demokrasi söyleminin ardından insanlar hem de yığınlar halinde niçin giderler?!.
Bu sorunun cevabını Yüce Rabbımız Allahu Teala’nın; insanlığın yolunu aydınlatan, akıllarını ve gönüllerini arındıran, bakışlarını berraklaştıran yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz:
إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَلاَ يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا
“O (şirk koşa)nlar, Allah'ı bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, (hayırsız) âsi şeytândan başkasına çağırmıyorlar. (O şeytân) Ki Allâh ona la'net etti ve o da, "Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım" dedi. "Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emr- edeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allâh'ın yaratışını değiştirecekler!" Kim Allâh'ın yerine şeytânı veli edinirse, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır. (Şeytân) Onlara söz verir, umut verir, fakat şeytânın onlara sözü, aldatmadan başka bir şey değildir. İşte onların varacağı yer cehennemdir. Asla ondan kaçmak imkânı bulamazlar.” (Nisa:117-121)
Bu ayetlere göre;
-İsteklerini ve davetlerini /çağrılarını Allah’tan başkasına yöneltmek, bir takım dişilere ve şeytanlara yönelmeye götürmektedir.
-Allah’ın lanetlemiş olduğu şeytan ise onları dalalete düşürür / saptırır.
-Şeytan onlardan bir grubu kendisine eleman edinir.
-Onları boş umutlara / kuruntulara boğar.
-Hayvanların kulaklarını yardırır.
-Yaratılışı değiştirmeye yeltendirir. Genlerle oynamak ve onları değiştirmeye çalışmak gibi…
-Bütün bu uğraşılar ile insanlar şeytanı veli edinmiş ve onun güdüm alanına teslim olmuş olurlar.
-Halbuki şeytanın sözleri, vaadleri, ümitlendirmeleri, çıkış yolları, çözümleri hepsi de yalandan başka bir şey değildir.
İşte demokrasi de bu yalanlardan birisidir.
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
“Ey Ademoğulları; Ben, size; şeytana tapmayın, o muhakkak ki sizin apaçık bir düşmanınızdır, diye ahdetmedim mi? Böyle iken içinizden bir çok kimseleri şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye akıl eder olmadınız?” (Yasin:60-62)
وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا
“Şeytân, onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez.” (İsra: 64)
“Demokrasi” söylemi ile vaad edilen, insanların umutlarını çoşturan o hoşlarına giden vaadler şunlardır:
Demokratik Şeytani vaadler:
-Özgürlük,
-Eşitlik / Adalet,
-Kalkınma / refah ve huzur,
Bunlar aslında insanın fıtri yapısında yani nefsinde var olan isteklerdir. Aslında bunları vaadetmek, istemek kişiye hiçbir üstünlük de sağlamaz. Asıl olan bunları; insanı insanlıktan çıkarmadan yani saptırmadan insan onurunu muhafaza ederek nasıl gerçekleştirileceğidir!...
Bu kulağa hoş gelen sözcüklere yüklenen anlamları ve vaadleri irdeleyelim:
-Özgürlük:
“Özgürlükten” kastedilen; kişinin her istediğini hiçbir yasaklama ile karşılaşmadan yapabilmesi yada elde edebilmesi halidir. Başka hiçbir iradeye tabi ve mahküm olmamasıdır. Görüldüğü gibi bu da gerçekci ve gerçekleşebilir bir vaad değildir. Böylesi bir durum hiçbir zaman gerçekleşmedi ve şimdi de yok. Zira yeryüzünde insan varolalıdan beri onun istekleri önünde daima yasaklama engelleri olagelmiştir. Başka bir iradeye mahkümiyet hep olagelmiştir. O mahkümiyet ya tamamendir yada kısmidir. Mutlak / sınırsız bir serbestiyet yani özgürlük hiç olmamıştır ve yeryüzünde hiç olmayacaktır, şimdi de yoktur. Buna en büyük engel insanın fıtri özelliğidir / doğasıdır. İnsan doğası gereği sosyal varlıktır. Sosyal yaşam ise kuralların olasını gerekli kılmaktadır. Şu halde mesele; kimin kurallarına yani kimin iradesine boyun büküleceği konusudur.
“Demokratik özgürlükler” olarak dünyaya pazarlanmakta olan “özgürlüklere” gelince:
-İnanç özgürlüğü; İslam dışında her inanç ve inançsızlığı savunabilme serbestliğidir.
-Fikir özgürlüğü; hak ve hakikatların dışındaki her yalan, batıl, iftirayı seslendirme serbestliğidir.
-Şahsi özgürlükler; kadın erkek ilişkilerinde insani onurun kaybolduğu her türlü fuhşiyatın, sapkınlığın serbestliğidir.
-Mülkiyet özgürlüğü, helal haram sınırı olmaksızın malın sadece zenginler arasında dolaşabilmesi serbestliğidir.
İşte bu “Demokratik özgürlükler” insanı insanlık onurundan çıkartan, saptıran, heva ve hevesin kulu kılan şeytani sapkınlıklardan başka bir şey değildir.
Aslında insanlar “özgürlük” isterken kastettikleri uygulamadaki çeşitli boyutları, şekilleri ile “kula kulluk zilletinden” kurtulmaktır. Bunu pek seslendirmeseler de insan doğasında yani fıtri özelliğinde var olan bu “insani onur” duygusudur. İnsan bu onurunu ancak yaratıcısı Alemlerin Rabbi Allah’tan gelen hidayet ile koruyabilir, özlediği o “zilletten kurtuluşa” erişebilir. Bunun ayrıntılı izahını ileride yapacağız inşaallah..
-Eşitlik:
Matematiksel ve fiziki anlamda, eşitliğin olmadığını her akleden bilir. Aslında kulağa hoş geldiği için bu kelime kullanılırken insanların kastettikleri “adalettir”. İnsanlar bütün çeşitleri ile yaşadıkları zulümlere, haksızlıklara karşı insanca ve hakca muamele görmeyi, isyankar bir ifade ile “eşitlik” talebinde yada vaadinde bulunarak sergilerler. Matematiksel ve fiziksel eşitliğin gerçekte zulüm doğuracağı her akleden tarafından görülebilir. Gerçekte istenilen ise; adalettir. “Adalet” hakkı yerine koymak yada vermektir.
O halde “hak” ne olduğu bilinmeden yerine konulamaz. Hakkı tespit neye yada kime göredir.?!. İşte bunu halletmek insanların işi değildir. İnsanlar arasındaki bütün kavgaların, savaşların özünde “hak” iddiası vardır. Onun için herkes kendisinin haklı olduğunu iddia eder. Bunu da kendilerince delillendirmeye çalışır. Onun için lafla ve vaadle adalet olmaz ve gerçekleşmez. Hakkı tespit işi de hidayete muhtaçtır. Zira “hak” ancak Hak’tan gelendir. Esas olan O’dur. Onunla “hak” yerine verilir. Yani Hak’tan gelen hidayet ile “adalet” gerçekleşir Bunun ayrıntılı izahı da ileride yapılacaktır, inşaallah..
-Kalkınma / refah-huzur,
“Kalkınmaktan” kast edilen de; insanın fert ve toplum olarak; düşmüş olduğu kötü durumdan ve zor şartlardan kurtulmak, durumunu düzeltmek, kuvvet kazanmak, gelişmek, refaha ve huzura erişmektir…
Bu da her insanın doğasında olan bir istektir. Bunu seslendirmek de marifet değildir. Marifet; bunu hangi fikir, sistem ile nasıl gerçekleştirileceğidir…
İnsanın ve doğanın doğasını dejenere etmeden, ifsad etmeden, kirletmeden hangi fikir, ideoloji yada nizam, sistem ile sağlıklı kalkınma gerçekleştirilir.?!.
Günümüzde böylesi bir kalkınma modeli uygulamada yoktur. Sözde “kalkınmış ülkelerde” insanlar refah ve huzur içinde değiller. Buhran, bunalım, stres, depresyon ve binbir çeşit hastalıklar, psikolojik ve toplumsal sorunlar içinde bocalamaktadırlar. Ne doğuda ne Batıda, ne Amerika’da insan onurunu koruyarak, insan doğasını ve çevreyi kirletmeden kalkınmış bir toplum modeli yoktur…
O halde gerçek kalkınma ve huzur, refah, tayyib / temiz ve güzel yaşam nasıl gerçekleşir?!. Bu konu da hidayete muhtaçtır. İnsan hidayet olmadan sağlıklı /doğru kalkınma gerçekleştiremez. Sağlıklı /doğru kalkınmanın gerçekleşmesinin yolu yönteminin ayrıntılı izahı da ileride yapılacaktır inşaallah...
Şu halde, insanın doğasına / nefsine hoş gelen kelimelerle de olsa vaad edilen;
-özgürlük,
-eşitlik / adalet,
-kalkınma / refah-huzur
“demokrasi” yalanı ile asla gerçekleşmemiştir. Bunu modernizmin iflas ettiğini seslendiren postmodernist akademisyenler ve yazarlar da Avrupa ve Amerika’da açıkca itiraf etmektedirler. “Üçüncü Yol “arayışına girdiler ve halen arayış içerisindeler. Aslında aradıkları hidayettir, yani İslam’ın ta kendisidir. “İnsanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” olan İslam ümmeti tekrar hayat, izzet, huzur kaynağı İslam’ı hayatlarına hakim kılarak dalalet ehli durumunda olan insanlığa hidayet olarak sunduklarında o arayış içerisinde bocalayanlar topluluklar halinde hidayete erişeceklerdir.
Müslümanlar niçin bu “demokrasi yalanının” peşinden giderler.?!.
Günümüzde insanların yığınlar halinde “demokrasi” söyleminin ardında gidişlerinin sebeplerini yukarıdaki ayeti kerimelerin ışığında şöyle sıralayabiliriz:
-Akletmemeleri,
-Allah’ı tamamen unutmaları, ins ve cin şeytanlarını veli edinmeleri,
-Dalalet ve cehalet ehli olmaları,
Bu durumda olan insanların bu “demokrasi” yalanına kanmalarının anlaşılması mümkündür. Fakat “müslüman” yığınların da bu “demokrasi “yalanına kanmalarına ne demeli?!.
Bunun izahı da Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Şöyleki;
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“(Ey iman edenler) Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, fasık (yoldan çıkmış) kimselerdir.” (Haşr:19)
فَرِيقًا هَدَى وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلاَلَةُ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ اللّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
“Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.” (Araf:30)
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
“Kim Rahman'ın zikrinden (risaletinden) yüz çevirirse ona, bir şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanarlar.” (Zuhruf:36-37)
وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Resule karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” (Nisa:115)
Bu ayeti kerimelerin ışığında görülüyor ki; “müslüman” olduğunu söyleyen kişiler eğer;
-duygu,düşünce ve amellerinde Allah’ı unutarak “mü’minlik” kimliğini unuturlarsa yani “mü’min” olmanın farkını unuturlarsa yoldan çıkarlar,
-Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinirlerse dalalete mahküm olurlar fakat hidayet üzere olduklarını sanarlar,
-Allah’tan gelen risaletten / İslam’dan yüz çevirirlerse yani İslam’ı duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının kaynağı, fert, toplum ve devlet yaşamlarına esası kılmazlarsa kendisinden hiç ayrılmayan şeytanın güdüm alanına girerler fakat kendilerinin doğru yolda olduklarını sanarlar,
-hidayete ulaştığı halde onu yaşam ve tüm sorunlara çözüm ve çıkış yolu kılamayıp da başka yollarda çözümler ve çıkışlar ararlarsa yöneldikleri o sapkın yolda kalırlar ve hidayetten uzaklaşırlar.
İşte günümüzde müslümanım diyen fert ve toplulukların da “demokrasi yalanına” kanıp peşinden gitmelerinin sebebi yukarıda sıralanan dalalet ve cehalet ehlinin sıfatlarına bürünmüş olmalarıdır. Zira sadece “müslümanım” demekle kişi hidayetin aydınlığından faydalanamıyor, fark oluşturamıyor. Gerçekten “mü’min” olan kişi; inandığı güvendiği dini İslam’ı tek doğru yol, tek çözüm kaynağı, tek çıkış yolu, insanlık onuruna, adalete, refah ve huzura kavuşturacak tek nizam olarak bilir başka yollara asla sapmaz, ins ve cin şeytanlarının vahiylerine / vesveselerine ve fısıltamalarına, süslü sözlerine asla kulak asmaz. Allah’ın emrettiği şu tavrı sergiler:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
“Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı/ süslü sözler vahyederler / fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.” (En’am: 112)
O süslü / yaldızlı yalan sözlerin peşine takılmak değil de o sözleri ellerinin tersiyle itip terk etmektir, mü’min olmak farkı.
Çağdaş tağutların, diktatörlerin, tiranların zulüm ve zulümatından, kirlilikten insanlığın kurtuluşu çağdaş cahiliyye sistemi olan demokrasi değildir. Kurtuluş, İslam’ı hayata tekrar hakim kılınmasındadır. Onun da tek şeri yolu Raşidi Hilafet’in kurulmasıdır. O halde zulümattan nura çıkışın, zulümlerden adalete kavuşmanın, kula kulluk zilletinden kurtuluşun, her türlü sıkıntılardan çıkıp refah ve huzura kavuşmanın yolunda çalışanlar bunun için çalışsınlar…
Başta nefsim olmak üzere tüm mü’minleri şeytanların o saptırıcı demokratik yalanları karşısında Rabbimizin emrettiği şu tavrı takınmaya davet ediyorum:
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَواْ إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُواْ فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ
“Ne zaman şeytândan bir fitleme (bir kötü düşünce) seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'a karşı takvalı olanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese geldiği zaman, tezekkür ederler / durup düşünerek Hak ve hakikatları hatırlarlar da derhal gerçeği görmeye başlarlar.” (A’raf:200-201)
Bundan sonraki yazımızda;
-Demokrasinin
-İslam ile asla bağdaşmadığı
-Cahiliyye sistemi olduğu
-Çağdaş put olduğu
konuları ele alınacaktır, inşaalah..
AHMED KILICKAYA
islamiyontem.net
DEMOKRASİ
ŞEYTANİ ALDATMACADIR
DEMOKRASİ’NİN VAKIASININ İRDELENMESİ
Demokrasi: Latince “demos” / halk, “crasi” / yönetim kelimelerinden türemiş bir kelimedir. “Halk Yönetimi” demektir.
Bunun siyasi bir kavram olarak ortaya çıkması; Avrupa’daki siyasi tarihi tecrübenin ürünüdür. Zira Avrupa’da feodalizm / ağalık sistemi, teokrasi / din istismarcılığına dayalı yönetim ve krallık sistemlerinin tiranlık / despotluklarından bıkan halklar, mevcud yönetim sistemlerinden ve meşruiyet kaynaklarından nefret ettiler. Hakim zümreler,halkların yönetime ve yöneticilere karşı duydukları bu nefret ve öfkeyi indirmek için “demokrasi” kavramının içini doldurmaya başladılar.
Asırlardır yaşanılan zulümlerden kurtuluş yolu ve umudu olarak halka;
-“artık yönetim senin / halkın elindedir”
-“senin / halkın dediği olacaktır”
-“halk kendi kendini yönetecektir”
-“yasama, yürütme, ve yargı erklerinin meşruiyet kaynağı
halktır”
-“egemenlik halka aittir”
-“halk artık özgürdür”
gibi vaadler, sloganlar ve söylemler çoğaltıldı.
Günümüzde de hemen hemen bütün dünyada özellikle de İslam Aleminde “demokrasi” sakızı çiğnenmektedir, şarkısı söylenmektedir. Öyle ki “demokrasi” kamuoyunda baskın bir söylem haline getirildi. Demokrasiye karşı gelmek ise; cesaret gerektiren bir iş haline geldi.Zira demokrasiye karşı gelindiğinde oluşturulan “mahalle baskısı” sonucu “diktatörlük” yanlısı, olmakla suçlanmaya, kınanmaya, ve dışlanmaya maruz kalınmaktadır.
Hemen herkes “demokrasinin faziletinden” bahsediyor, demokrasiye davet ediyor, demokrasi açısından eleştiriyor, fakat demokrasinin kendisi yani ona atfedilen temel kavram ve söylemlerin vakıası pek irdelenmiyor. Aslı nedir, ne kadar gerçekcidir ve doğrudur?!. Bunlar pek araştırılmıyor, sorgulanmıyor.. Bu çalışmamızda biz bunu yapmaya yani “demokrasi putuna” karşı İbrahimi tavır koymaya çalışıyoruz.
“Demokrasi” Söyleminin Vakıası:
Şaşkınların gördükleri çıkış yoludur
“Halk Yönetimi” ne demektir?!. “Halk” nedir yada kimdir?!.. Halk, bir ülkede yaşayan insanların tamamı mıdır, yoksa sadece seçmenler midir?.. Seçmen olmayanlar halktan sayılmıyor mu?. Seçmen olmak şartlarını halk mı belirliyor?!.. Tabiiki hayır!.
“Yönetim”den kast edilen nedir?!. Yöneticilerin belirlenmesi midir, yoksa hak ve hukuku belirleyen kuralların belirlenmesi midir, yoksa her ikisi mi?!. Halk hukuk belirleyebilir mi?!.
Halkın hak-hukuk, kanun, düzen belirleme kabiliyetinin olmadığı zahir bir durumdur. Geçmişte de günümüzde de dünyanın her yerinde kanunları, düzenleri, hukuku halk belirlememiştir, belirlemiyor ve belirleyemez. Çünkü kanun ve hukuk belirlemek çok derin ve kapsamlı bir bakışı ve ilmi gerekli kılar. Zira kanunlar, kurallar ve hukuk çok yönlü etken ve edilgenleri olan insan ve ilişkileri hakkında konulmaktadır. Onun için kanunları ve hukuku bu konuda belirli bir ilmi birikimi ve uzmanlığı olan “hukukcular” diye bilinen bir zümre hazırlar. Kaldı ki onların da bu girift iş için ihata eden / yeterli ve kuşatıcı ilime ve kapsamlı bakışa sahip oldukları söylenemez. Çünkü hiç bir insan; içe dönük, dışa dönük, hale ve geleceğe dönük boyutları olan insan hakkında ihata edici bir ilme sahip değildir. O ilme sadece onu yaratan sahiptir. İnsanın bu zaafiyeti günümüzde bütün yeryüzünde müşahade edilmektedir. O halde halkın kanun ve hukuk belirleyemeyeceği açık bir gerçektir.
“Eğememenlik kayıtsız şartsız halka / millete aittir” söyleminin de içinin boş olduğu açığa çıkmaktadır. Zira “eğemen” olan ya da hakimiyet sahibi olan yani hükümleri, nizamları koyan halkın kendisi ise, mahkum olan yani o hakim irade karşısında boyun büken kimdir?!. Eğemen olan / hakim irade sahibi olan halk ise, onun iradesi üstünde başka bir iradenin olmaması gerekir. Peki bu ne derece gerçekcidir. Halk gerçekten hakim midir, yoksa mahkûm mudur?. Yöneten midir, yoksa yönetilen midir?. Temel yasaları, anayasaları, diğer çeşitli yasaları, kuralları halk iradesi mi belirliyor?!. Gerçekte ise dünyanın hiç bir yerinde hiç bir halk yönetildiği anayasayı ve yasaları ne okur ne de anlayabilir. Zira anayasaları ve yasaları “hukukcular” denilen uzman kişiler dahi anlamakta ihtilafa düşerler, kaldı ki halk anlasın !.. O halde anayasaların ve yasaların halk tarafından belirlendiğini söylemek de gerçek dışı bir boş sözdür. Yani yalandır.
Halk yasaları belirlemediği gibi yöneticileri belirlemekte de kayıtsız şartsız irade sahibi değildir. Zira “seçme ve seçilme” belirli şartlara, kayıtlara yani sınırlamalara tabidir. Bu şartları ve kayıtları kim belirliyor?!. Kayıt-şart olmaksızın seçme –seçilme hakkı kullanılabilir mi?!. Kayıt-şart, kural olmaksızın seçim yapılabilir mi?!. Bütün bu sorular üzerinde düşünüldüğünde; “eğemenlik kayıtsız şartsız halka /millete aittir” söyleminin ne kadar içi boş süslü bir yalan söz olduğu ortaya çıkmaktadır.!..
Demokrasiden kast edilen; “doğrudan demokrasi” değil de “temsili demokrasidir” söylemine gelince:
“Temsili demokrasiden” kast edilen ise; “halkın, temsilcileri tarafından yönetilmesidir” denilmektedir. O halde temsili demokraside halkın iradesinin yönetimdeki belirleyiciliği ne derece gerçektir irdeleyelim:
Temsili demokraside temel ögeler; siyasi partiler, parlamento yada halk / millet meclisleri ve seçim prosedürleridir.
-Siyasi partiler; doğrudan halk tarafından kurulamazlar. Birileri bir şekilde biraraya gelirler ve “biz filan partiyiz, size şu şu vaadlerimiz var” diyerek halkın karşısına çıkarlar, propaganda yaparak kendi proğramlarını halka empoze etmeye çalışırlar. Halkı etkileme vasıtalarına ve tekniklerine en çok sahip olanlar bu seçim maratonlarında başarılı olurlar. Yani seçim maratonunda başarılı ve belirleyici olan; doğrudan “halkın iradesi” değil, halka empoze edilen iradedir. Yani yansıtma yapılmaktadır. Duvara çarpıp yankılanan sese “duvarın sesi” yada “duvar ses verdi” denilir mi?!. Aynı şekilde halktan yansıyan sesler yada iradeler de “halkın iradesi” değil, “halkta oluşturulan iradedir”...
“Halkın iradesinden” kastedilen, “halkın çoğunluğunun iradesidir” söylemi de gerçek değildir. Zira dünyada hiç bir seçimde alınan neticeler halkın çoğunluğunu temsil etmez. Mesela Türkiye’deki en son (2007) genel seçim sonuçlarına bakalım;
Türkiye’nin resmi nüfusu: 72.5 milyon
Seçimde geçerli oy: 35 milyon
1.olan partinin aldığı oy: 16 milyon
2.olan partinin aldığı oy: 7 milyon
3.olan partinin aldığı oy: 5 milyon
Şimdi sorgulayalım; 16 milyon 72 milyonun çoğunluğu mudur?! Yada meclisteki partilerin oy toplamı 28 milyon 72 milyonun çoğunluğu mudur?!. Demek ki, “halkın çoğunluğu” söyleminin de içi boştur yada yalan doludur.
Ayrıca halkın seçimde seçmek durumunda olduğu seçenekleri de halk kendisi belirlemiyor. İster yönetici adayları olsun ister ise sorunlara yönelik çözüm seçeneklerini halk kendisi belirlemiyor.
Seçimlerde kullanılan oyların meclise yansımasında %5, %10 gibi barajlar olmasa oylar birçok parti arasında paylaşılır. Yönetim koalisyonlara mahkum olur. Koalisyonlarda ise; seçimlerde halka verilen vaadlerden hiç birisi gerçekleşmez. Zira koalisyon hükümeti kuran partiler “uzlaşma” adına kendi proğramlarından uzaklaşırlar. “koalisyon sözleşmesi” olarak ortaya konulan hükümet programı tamamen halka vaad edilenlerden uzak bir program olur. Partiler de buna mazeret olarak “koalisyonu” bahane gösterirler. Yani koalisyon hükümetlerine şekilsel olarak dahi “demokrasi” demek mümkün değildir, yalandır...
Hükümette istikrar olması, tek parti hükümeti olması için konulan seçim barajlarına ne demelidir?!. Buna da şekilsel olarak dahi “demokrasi” demek mümkün değildir...
Şu halde demokrasi hiçbir şekilde uygulanabilir, gerçekci bir yönetim ilkesi değildir, yalandır, palavradır, ütopyadır. Yani gerçekleşmesi imkansız olan hayaldir.
Kendilerine “İleri demokrasi” denilen ABD dahil bütün AB ülkelerinin hepsinde bu demokrasi sahtekarlığı yapılmaktadır. Küresel yada bölgesel kapitalist baronların heva-hevesleri “halkın iradesi” “demokrasinin gereği” olarak halklara yutturulmaktadır...
“Demokrasiyi” siyasi bir söylem olarak ortaya atanlar dahi “iyi bir rejimdir” diyememişler de “ehveni şer” / “kötülerin en az kötü olanı” diye vasfetmişlerdir.
Şu halde demokrasi ; aydın bir düşünce ürünü aydın bir çıkış yolu değil de dalalet ve zulümat / belirsizlik, çaresizlik ve karanlıklar içinde bocalayan şaşkınların çıkış yolu umudu ile vardıkları bir noktadır. Karanlığın griye yakın tonuna aydınlık diyen zavallıların vardığı noktadır.
Akletmeyenler ve Şeytanı Veli Edinenler Demokrasinin Ardından Giderler
Bu kadar gerçek dışı, içi boş, yalan, palavra olan bu “demokrasi söyleminin ardından insanlar hem de yığınlar halinde niçin giderler?!.
Bu sorunun cevabını Yüce Rabbımız Allahu Teala’nın; insanlığın yolunu aydınlatan, akıllarını ve gönüllerini arındıran, bakışlarını berraklaştıran yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz:
إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَلاَ يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا
“O (şirk koşa)nlar, Allah'ı bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, (hayırsız) âsi şeytândan başkasına çağırmıyorlar. (O şeytân) Ki Allâh ona la'net etti ve o da, "Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım" dedi. "Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emr- edeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allâh'ın yaratışını değiştirecekler!" Kim Allâh'ın yerine şeytânı veli edinirse, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır. (Şeytân) Onlara söz verir, umut verir, fakat şeytânın onlara sözü, aldatmadan başka bir şey değildir. İşte onların varacağı yer cehennemdir. Asla ondan kaçmak imkânı bulamazlar.” (Nisa:117-121)
Bu ayetlere göre;
-İsteklerini ve davetlerini /çağrılarını Allah’tan başkasına yöneltmek, bir takım dişilere ve şeytanlara yönelmeye götürmektedir.
-Allah’ın lanetlemiş olduğu şeytan ise onları dalalete düşürür / saptırır.
-Şeytan onlardan bir grubu kendisine eleman edinir.
-Onları boş umutlara / kuruntulara boğar.
-Hayvanların kulaklarını yardırır.
-Yaratılışı değiştirmeye yeltendirir. Genlerle oynamak ve onları değiştirmeye çalışmak gibi…
-Bütün bu uğraşılar ile insanlar şeytanı veli edinmiş ve onun güdüm alanına teslim olmuş olurlar.
-Halbuki şeytanın sözleri, vaadleri, ümitlendirmeleri, çıkış yolları, çözümleri hepsi de yalandan başka bir şey değildir.
İşte demokrasi de bu yalanlardan birisidir.
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
“Ey Ademoğulları; Ben, size; şeytana tapmayın, o muhakkak ki sizin apaçık bir düşmanınızdır, diye ahdetmedim mi? Böyle iken içinizden bir çok kimseleri şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye akıl eder olmadınız?” (Yasin:60-62)
وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا
“Şeytân, onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez.” (İsra: 64)
“Demokrasi” söylemi ile vaad edilen, insanların umutlarını çoşturan o hoşlarına giden vaadler şunlardır:
Demokratik Şeytani vaadler:
-Özgürlük,
-Eşitlik / Adalet,
-Kalkınma / refah ve huzur,
Bunlar aslında insanın fıtri yapısında yani nefsinde var olan isteklerdir. Aslında bunları vaadetmek, istemek kişiye hiçbir üstünlük de sağlamaz. Asıl olan bunları; insanı insanlıktan çıkarmadan yani saptırmadan insan onurunu muhafaza ederek nasıl gerçekleştirileceğidir!...
Bu kulağa hoş gelen sözcüklere yüklenen anlamları ve vaadleri irdeleyelim:
-Özgürlük:
“Özgürlükten” kastedilen; kişinin her istediğini hiçbir yasaklama ile karşılaşmadan yapabilmesi yada elde edebilmesi halidir. Başka hiçbir iradeye tabi ve mahküm olmamasıdır. Görüldüğü gibi bu da gerçekci ve gerçekleşebilir bir vaad değildir. Böylesi bir durum hiçbir zaman gerçekleşmedi ve şimdi de yok. Zira yeryüzünde insan varolalıdan beri onun istekleri önünde daima yasaklama engelleri olagelmiştir. Başka bir iradeye mahkümiyet hep olagelmiştir. O mahkümiyet ya tamamendir yada kısmidir. Mutlak / sınırsız bir serbestiyet yani özgürlük hiç olmamıştır ve yeryüzünde hiç olmayacaktır, şimdi de yoktur. Buna en büyük engel insanın fıtri özelliğidir / doğasıdır. İnsan doğası gereği sosyal varlıktır. Sosyal yaşam ise kuralların olasını gerekli kılmaktadır. Şu halde mesele; kimin kurallarına yani kimin iradesine boyun büküleceği konusudur.
“Demokratik özgürlükler” olarak dünyaya pazarlanmakta olan “özgürlüklere” gelince:
-İnanç özgürlüğü; İslam dışında her inanç ve inançsızlığı savunabilme serbestliğidir.
-Fikir özgürlüğü; hak ve hakikatların dışındaki her yalan, batıl, iftirayı seslendirme serbestliğidir.
-Şahsi özgürlükler; kadın erkek ilişkilerinde insani onurun kaybolduğu her türlü fuhşiyatın, sapkınlığın serbestliğidir.
-Mülkiyet özgürlüğü, helal haram sınırı olmaksızın malın sadece zenginler arasında dolaşabilmesi serbestliğidir.
İşte bu “Demokratik özgürlükler” insanı insanlık onurundan çıkartan, saptıran, heva ve hevesin kulu kılan şeytani sapkınlıklardan başka bir şey değildir.
Aslında insanlar “özgürlük” isterken kastettikleri uygulamadaki çeşitli boyutları, şekilleri ile “kula kulluk zilletinden” kurtulmaktır. Bunu pek seslendirmeseler de insan doğasında yani fıtri özelliğinde var olan bu “insani onur” duygusudur. İnsan bu onurunu ancak yaratıcısı Alemlerin Rabbi Allah’tan gelen hidayet ile koruyabilir, özlediği o “zilletten kurtuluşa” erişebilir. Bunun ayrıntılı izahını ileride yapacağız inşaallah..
-Eşitlik:
Matematiksel ve fiziki anlamda, eşitliğin olmadığını her akleden bilir. Aslında kulağa hoş geldiği için bu kelime kullanılırken insanların kastettikleri “adalettir”. İnsanlar bütün çeşitleri ile yaşadıkları zulümlere, haksızlıklara karşı insanca ve hakca muamele görmeyi, isyankar bir ifade ile “eşitlik” talebinde yada vaadinde bulunarak sergilerler. Matematiksel ve fiziksel eşitliğin gerçekte zulüm doğuracağı her akleden tarafından görülebilir. Gerçekte istenilen ise; adalettir. “Adalet” hakkı yerine koymak yada vermektir.
O halde “hak” ne olduğu bilinmeden yerine konulamaz. Hakkı tespit neye yada kime göredir.?!. İşte bunu halletmek insanların işi değildir. İnsanlar arasındaki bütün kavgaların, savaşların özünde “hak” iddiası vardır. Onun için herkes kendisinin haklı olduğunu iddia eder. Bunu da kendilerince delillendirmeye çalışır. Onun için lafla ve vaadle adalet olmaz ve gerçekleşmez. Hakkı tespit işi de hidayete muhtaçtır. Zira “hak” ancak Hak’tan gelendir. Esas olan O’dur. Onunla “hak” yerine verilir. Yani Hak’tan gelen hidayet ile “adalet” gerçekleşir Bunun ayrıntılı izahı da ileride yapılacaktır, inşaallah..
-Kalkınma / refah-huzur,
“Kalkınmaktan” kast edilen de; insanın fert ve toplum olarak; düşmüş olduğu kötü durumdan ve zor şartlardan kurtulmak, durumunu düzeltmek, kuvvet kazanmak, gelişmek, refaha ve huzura erişmektir…
Bu da her insanın doğasında olan bir istektir. Bunu seslendirmek de marifet değildir. Marifet; bunu hangi fikir, sistem ile nasıl gerçekleştirileceğidir…
İnsanın ve doğanın doğasını dejenere etmeden, ifsad etmeden, kirletmeden hangi fikir, ideoloji yada nizam, sistem ile sağlıklı kalkınma gerçekleştirilir.?!.
Günümüzde böylesi bir kalkınma modeli uygulamada yoktur. Sözde “kalkınmış ülkelerde” insanlar refah ve huzur içinde değiller. Buhran, bunalım, stres, depresyon ve binbir çeşit hastalıklar, psikolojik ve toplumsal sorunlar içinde bocalamaktadırlar. Ne doğuda ne Batıda, ne Amerika’da insan onurunu koruyarak, insan doğasını ve çevreyi kirletmeden kalkınmış bir toplum modeli yoktur…
O halde gerçek kalkınma ve huzur, refah, tayyib / temiz ve güzel yaşam nasıl gerçekleşir?!. Bu konu da hidayete muhtaçtır. İnsan hidayet olmadan sağlıklı /doğru kalkınma gerçekleştiremez. Sağlıklı /doğru kalkınmanın gerçekleşmesinin yolu yönteminin ayrıntılı izahı da ileride yapılacaktır inşaallah...
Şu halde, insanın doğasına / nefsine hoş gelen kelimelerle de olsa vaad edilen;
-özgürlük,
-eşitlik / adalet,
-kalkınma / refah-huzur
“demokrasi” yalanı ile asla gerçekleşmemiştir. Bunu modernizmin iflas ettiğini seslendiren postmodernist akademisyenler ve yazarlar da Avrupa ve Amerika’da açıkca itiraf etmektedirler. “Üçüncü Yol “arayışına girdiler ve halen arayış içerisindeler. Aslında aradıkları hidayettir, yani İslam’ın ta kendisidir. “İnsanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” olan İslam ümmeti tekrar hayat, izzet, huzur kaynağı İslam’ı hayatlarına hakim kılarak dalalet ehli durumunda olan insanlığa hidayet olarak sunduklarında o arayış içerisinde bocalayanlar topluluklar halinde hidayete erişeceklerdir.
Müslümanlar niçin bu “demokrasi yalanının” peşinden giderler.?!.
Günümüzde insanların yığınlar halinde “demokrasi” söyleminin ardında gidişlerinin sebeplerini yukarıdaki ayeti kerimelerin ışığında şöyle sıralayabiliriz:
-Akletmemeleri,
-Allah’ı tamamen unutmaları, ins ve cin şeytanlarını veli edinmeleri,
-Dalalet ve cehalet ehli olmaları,
Bu durumda olan insanların bu “demokrasi” yalanına kanmalarının anlaşılması mümkündür. Fakat “müslüman” yığınların da bu “demokrasi “yalanına kanmalarına ne demeli?!.
Bunun izahı da Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Şöyleki;
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“(Ey iman edenler) Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, fasık (yoldan çıkmış) kimselerdir.” (Haşr:19)
فَرِيقًا هَدَى وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلاَلَةُ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ اللّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
“Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.” (Araf:30)
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
“Kim Rahman'ın zikrinden (risaletinden) yüz çevirirse ona, bir şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanarlar.” (Zuhruf:36-37)
وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Resule karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” (Nisa:115)
Bu ayeti kerimelerin ışığında görülüyor ki; “müslüman” olduğunu söyleyen kişiler eğer;
-duygu,düşünce ve amellerinde Allah’ı unutarak “mü’minlik” kimliğini unuturlarsa yani “mü’min” olmanın farkını unuturlarsa yoldan çıkarlar,
-Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinirlerse dalalete mahküm olurlar fakat hidayet üzere olduklarını sanarlar,
-Allah’tan gelen risaletten / İslam’dan yüz çevirirlerse yani İslam’ı duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının kaynağı, fert, toplum ve devlet yaşamlarına esası kılmazlarsa kendisinden hiç ayrılmayan şeytanın güdüm alanına girerler fakat kendilerinin doğru yolda olduklarını sanarlar,
-hidayete ulaştığı halde onu yaşam ve tüm sorunlara çözüm ve çıkış yolu kılamayıp da başka yollarda çözümler ve çıkışlar ararlarsa yöneldikleri o sapkın yolda kalırlar ve hidayetten uzaklaşırlar.
İşte günümüzde müslümanım diyen fert ve toplulukların da “demokrasi yalanına” kanıp peşinden gitmelerinin sebebi yukarıda sıralanan dalalet ve cehalet ehlinin sıfatlarına bürünmüş olmalarıdır. Zira sadece “müslümanım” demekle kişi hidayetin aydınlığından faydalanamıyor, fark oluşturamıyor. Gerçekten “mü’min” olan kişi; inandığı güvendiği dini İslam’ı tek doğru yol, tek çözüm kaynağı, tek çıkış yolu, insanlık onuruna, adalete, refah ve huzura kavuşturacak tek nizam olarak bilir başka yollara asla sapmaz, ins ve cin şeytanlarının vahiylerine / vesveselerine ve fısıltamalarına, süslü sözlerine asla kulak asmaz. Allah’ın emrettiği şu tavrı sergiler:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
“Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı/ süslü sözler vahyederler / fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.” (En’am: 112)
O süslü / yaldızlı yalan sözlerin peşine takılmak değil de o sözleri ellerinin tersiyle itip terk etmektir, mü’min olmak farkı.
Çağdaş tağutların, diktatörlerin, tiranların zulüm ve zulümatından, kirlilikten insanlığın kurtuluşu çağdaş cahiliyye sistemi olan demokrasi değildir. Kurtuluş, İslam’ı hayata tekrar hakim kılınmasındadır. Onun da tek şeri yolu Raşidi Hilafet’in kurulmasıdır. O halde zulümattan nura çıkışın, zulümlerden adalete kavuşmanın, kula kulluk zilletinden kurtuluşun, her türlü sıkıntılardan çıkıp refah ve huzura kavuşmanın yolunda çalışanlar bunun için çalışsınlar…
Başta nefsim olmak üzere tüm mü’minleri şeytanların o saptırıcı demokratik yalanları karşısında Rabbimizin emrettiği şu tavrı takınmaya davet ediyorum:
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَواْ إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُواْ فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ
“Ne zaman şeytândan bir fitleme (bir kötü düşünce) seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'a karşı takvalı olanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese geldiği zaman, tezekkür ederler / durup düşünerek Hak ve hakikatları hatırlarlar da derhal gerçeği görmeye başlarlar.” (A’raf:200-201)
Bundan sonraki yazımızda;
-Demokrasinin
-İslam ile asla bağdaşmadığı
-Cahiliyye sistemi olduğu
-Çağdaş put olduğu
konuları ele alınacaktır, inşaalah..
AHMED KILICKAYA
islamiyontem.net