Camilere asılan ideolojik mahyaların içeriklerinde bir sorun görmediklerini açıklayan Diyanet yetkililerine “ya Hakkı söyleyin ya da susun” diye seslenen ve bugün tepelerinde Kemalizm dininin sloganları asılı olan camilerde sessiz sedasız namaz kılanlara da dikkat çeken Mehmet Pamak sordu: “Askeri işgal altında oldukları halde, camilerinde Allah’ın isminden başka isimlerin yüceltilmesine, tevhid dininden başka dinlerin hâkimiyetine müsaade etmeyen Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgür, yoksa ideolojik işgal altındaki Sultanahmet, Süleymaniye, Eyüp Sultan Camilerinde sessiz bir biçimde namaz kılanlar mı?”
İLKAV Basın Açıklamasının Tam Metni:
Bilindiği üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Valiliğin ideolojik işgüzarlığı ve Diyanet’in onaylayan ve bu konuda hizmet sunan tutumuyla dolaylı sahiplenmesi sonucunda, İstanbul’un büyük camilerine gayri İslami, ırkçı, resmi ideolojik mahyalar asılmıştı. Tevhid akıdesine ve ümmet bilincine aykırı sözleri, tağutu ve taguti ideolojiyi savunan ifadeleri taşıyan bu mahyalardan, Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye “Milli birlik esastır”, Sultanahmet’e “Ordumuza şükran borçluyuz”, Süleymaniye’ye “Ne mutlu Türküm diyene”, Eyüp Sultan’a “Önce vatan” sözleri uygun bulunmuştu.
Ve Müslüman halk bu İslam şeriatına düşman kurum ve ideolojileri sahiplenip propagandasını yapan mahyaların altında esir edilen camilerde Allah’a ibadet etmeye çağrılarak adeta alay edilmekteydi.
“Ya Hakkı söyleyin ya da susun”
Kavmiyetçiliği haram sayan tevhid dininin camilerine, ulusalcı şirk dininin söz ve sloganlarının asılması büyük bir zulüm ve insan hakları ihlali değil mi? Nasıl oluyor da, Diyanet yetkilileri konuya dair yaptıkları açıklamalarda, “mahyaların siyasete alet edilmesine karşı olduklarını” ancak “mahyaların mahiyetine bir itirazlarının olmadığını, içeriğinde bir sorun görmediklerini” ifade edebiliyorlar? Eğer bulundukları makamların kuşatması altında gerçek düşüncelerini söylemekten korkuyorlarsa, hiç değilse tağuti ideolojilere ve batıl söylemlerine meşruiyet kazandırıcı ve akıdevi sapma ifade eden bu sözleri sahiplenici tutumlardan da kaçınmaları gerekmez mi? Tağutun dünyada yapacağı şey, en fazla makamlarını elerinden almak iken, tağuta ve ideolojisine sahip çıkıp meşruiyet kazandıran söylemlerinin, kendilerini Allah’ın azabına muhatap kılacağını bilmiyorlar mı? İnsan korkabilir, kaybedeceklerini düşünüp hakkı söylemekten çekinebilir, hiç değilse susmayı becerebilmek de bu kadar zor mu? Bu sebeple Diyanet’in iyi niyetli ama ürkek yetkililerine diyoruz ki, “Ya ilkeli davranıp Hakkı söyleyin ya da bunu yapamıyorsanız, hiç değilse susun”.
İslam dininin camilerine asılan, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” gibi Kemalizm dininin kutsalları/amentüleri mesabesindeki mahyaların içeriğinde sorun görmeyen ve bu içeriğe hiçbir itirazlarının olmadığını söyleyen Diyanet yetkilileri, bu ifadelerin cahili sistemin cahiliye inancının ırkçı sözleri, tevhid inancına aykırı ideolojik ilkeleri olduğunu bilmiyor ve anlamıyorlar mı? Yoksa laiklikle, Kemalizmle bütünleştirilmiş ulusalcı, sentezci “resmi din” algısını benimsedikleri için mi böyle konuşmaktadırlar?
Mahyaların içeriğinde sorun görmeyen Diyanet ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü, hangi orduya ve neden şükran borçludurlar? Kendi müntesipleri arasından İslam’a topyekun savaş açan çok sayıda darbeciler ve çeteciler çıktığı halde bunlarla ilgili hiçbir şey yapmayan, hatta bir kısmını muhafaza edip terfi ettiren, ama namaz kılan ya da eşi örtülü subayı hemen ordudan atan orduya mı şükran borçlusunuz? Kur’an’daki tesettür hükmü, Diyanet’e bile başörtüsü Allah’ın emridir açıklaması yaptıracak kadar açık bir gerçek olduğu halde, yayınladığı kitapla “Başörtüsü Kur’an ayeti ve Allah’ın emri değildir” diyerek din alanına da el atıp dinde tahrifat yapmaya kalkışan ve İslami kimlik ibrazına, başörtüsüne yönelik yasakların sürmesini sağlayan orduya mı şükran borçlusunuz? Sizin üretiminiz olan “Kutlu doğum Haftası”nda ilahi söyleyen başörtülü kızlar ve 23 Nisan’a denk gelen Kur’an yarışması sebebiyle muhtıra yayınladıkları için mi orduya şükran borçlusunuz? Önce “Batı Çalışma Grubu” sonra da “Cumhuriyet Çalışma grubu” adı altında illegal yapılar oluşturup ülke çapında Müslümanları fişleyip takibe aldıkları, haklarında soruşturmalar açılmasına ve kimilerinin görevden atılmalarına vesile oldukları için mi orduya şükran borçlusunuz? Bazı müntesipleri, önde gelen kadroları, siyasete ve ideolojik mücadeleye kendilerini kaptırdıkları için kendi yasalarına göre bile sürekli suç işledikleri ve bu yüzden esas görevlerini ihmal edip birçok gencin ölümüne sebep oldukları, “can güvenliğimizi güvenlik güçlerinden nasıl koruyacağız” endişesine yol açtıkları için mi orduya şükran borçlusunuz? Aynı yasa ile kurulan Diyanet ve Genelkurmay kurumlarını, birbirine bu derece bağlayan ortak payda, İslam şeriatını, tehdit ve düşman algılamasının birinci sırasına yerleştirmiş bulunan laik devlete sadakat aşkları mıdır?
“Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgür yoksa Sülaymaniye de namaz kılanlar mı?”
Yukarıda zikrettiğimiz Kemalizm’in sloganlarının asılı olduğu büyük camilerde bugün, kendini Müslüman olarak tanımlayan on binlerce kişi Cuma namazı kıldılar. Özellikle takip ettiğimiz halde, hiç kimsenin, o camilerin tepelerinde asılı resmi ideoloji ilkelerini hatırlatıp itiraz ettiğini duymadık. Halbuki hiç değilse yüzlerce kişi “bu tağuti sloganlar, batıl sözler indirilmeden burada Cuma namazı kılmıyoruz” diye tepki göstermeli değil miydi? Tabii ki haklı olarak diyeceksiniz ki, on yıllardır aynı camilerde resmi ideoloji kutsallarını propaganda eden vaazlar ve hutbeler okunurken nasıl sessiz sedasız dinliyorlarsa şimdi de öyle dinlemişlerdir. Ancak bugün, pek çok kronikleşmiş sorunun dahi, sistem içi çözüm arayışı ve görece özgürlük açılımıyla çözülmeye çalışıldığı bu değişim sürecinde ve üstelik artık bu sefer çok daha açık ve dışarıya yansıyan daha net bir haramın işlenmesi, batılın propagandası yapılmaktayken, ayrıca medyada olay bu kadar tartılıyorken, hiç değilse bütün bunlar duyarlılıkları daha çok harekete geçirmeli değil miydi?
Haklı olarak Mescid-i Aksa için güzel bir duyarlılıkla meydanlara çıkan Müslümanlar, neden ideolojik işgal altındaki camilere sessiz sedasız namaz kılmaya giderek, Kemalizm dininin sloganlarının asılı olduğu camilerde, hiçbir şey yokmuş gibi zillet içinde bir suskunluk sergiliyorlar? Doğru, Mescid-i Aksa Siyonist terör devletinin işgali altında, ama Mescid-i Aksa’nın tepesinde tağutun ilkeleri, başka dinin kutsalları asılı değil. “Ne mutlu Arab’ım Diyene” “ülkemize hâkim olan orduya şükran borçluyuz” sözleri asılı değil. Mescid-i Aksa’nın imamı Siyonist devletin belirlediği vaaz ve hutbeleri gündem yapmak zorunda bırakılmıyor. Dışarıdan yapılan zalim kuşatma ve kontrole rağmen mescid içinde sadece Allah’ın ismini yüceltiyor, sadece Allah’a ibadet ve kulluk ediyorlar. Orada Tağuti ideolojilerin, seküler ulusalcılıkların propagandası yapılmıyor, sadece ümmet bilinci ve vahyin mesajı anlatılıyor insanlara.
Şimdi soruyoruz, kendi camilerimizdeki ideolojik işgali kanıksayarak, Allah’tan gayrsının isimlerinin ve tevhid dini dışındaki din ve ideolojilerin ilkelerinin yüceltildiği camileri doldurarak, bu duruma rıza göstererek namaz kılanlar mı daha özgürdürler? Yoksa destek için meydanları doldurarak kendileri için özgürlük talep ettiğimiz Mescid-i Aksa’daki direnişçi Müslümanlar mı daha özgürdürler? Evet dürüstçe cevap verelim, Askeri işgal altında oldukları halde, camilerinde Allah’ın isminden başka isimlerin yüceltilmesine, tevhid dininden başka dinlerin hâkimiyetine müsaade etmeyen Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgürdür, yoksa ideolojik işgal altındaki Sultanahmet, Süleymaniye, Eyüp Sultan Camilerinde sessiz bir biçimde namaz kılanlar mı?”
Aslında cevabı açık sorular bunlar. O halde bir yandan Mescid-i Aksa’nın her boyutuyla işgalden kurtarılıp tam anlamıyla özgür olması için mücadele ederken, bir yandan da kendi tepemizdeki ideolojik kuşatma ve işgali de fark edip, bu yerli işgale karşı da tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi vermeyi ihmal etmemeliyiz. Bilmeliyiz ki, bizim camilerimizdeki ideolojik işgal ile Mescid-i Aksa’daki askeri işgal arasında kopmaz bir bağ ve dayanışma vardır. Her iki taraftaki işgalciler stratejik ortaktırlar. O halde, ancak vahiyle ümmetin yeniden inşa edilmesi ve Kur’an’a topluca sarılarak izzete kavuşması halinde, inşallah bütün İslam coğrafyasındaki ve camilerdeki ideolojik ve askeri işgaller ile zihinlerdeki işgaller hep birlikte kalkacaktır. Bilmeliyiz ki, hepimiz bu hedefe kilitlenmeden, dıştaki zalimlere karşı kolayca meydanları doldururken, yerli ideolojik işgalcilere karşı suskun ve edilgen bir konumda bulunmaktan kurtulmadan, ne biz ne de Mescid-i Aksa özgürleşebilir.
“Dinimizi Diyanetten, canımızı siyasileşen ideolojik ordudan, hukukumuzu ideolojik yargıdan, çocuklarımızı ideolojik militarist “öğütüm” mekanizmasından nasıl koruyacağız?”
Bir süredir gündeme getirmeye çalıştığımız, Diyanet, Genelkurmay, Yargı ve İdeolojik öğütüm kaynaklı olarak İslami kimliğimize, haklarımıza, canımıza, Ceylanlarımıza, özgürlüklerimize yönelik baskı, yasak, tahrifat, tahribat ve güvenlik sorunlarını bir daha hatırlatarak soruyoruz: “Dinimizi Diyanetten, dinimizi ve canımızı siyasileşen ideolojik ordudan, hukukumuzu ideolojik yargıdan, çocuklarımızı ideolojik militarist “öğütüm” mekanizmasından nasıl koruyacağız?”
Bunu sağlamak için, bir yandan tevhidi davet ve eğitimi yaygınlaştırarak, ümmeti Kur’an’ın belirleyiciliği ve Resulün sünneti istikametindeki sahih din anlayışıyla yeniden inşa sürecini ısrarla, azimle ve tavizsiz bir mücadeleyle sürdüreceğiz. Diğer yandan da, Diyanet, güvenlik, yargı ve eğitim kurumları başta olmak üzere, devletin bütün kurumlarının ideolojik dayatmalarına, militarist ulusalcı baskı, yasak ve insan hakları ihlallerine karşı itiraz edip, şiddete başvurmadan hesap soracağız. Haksızlıklarını, hukuksuzluklarını, keyfiliklerini, zulümlerini ifşa edip, halkın duyarlılıklarını ve muhalefet bilincini yükseltip yaygınlaştırmaya, bu bağlamdaki adil şahidler olma sorumluluğumuzu, adalet ve özgürlük mücadelemizi sonuna kadar sürdürmeye çalışacağız..
Egemenlerin bu baskı, yasak, insan hakları ihlallerini, keyfiliklerini, ideolojik dayatmalarını ancak böyle çok boyutlu bir tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesiyle geriletebiliriz. Ancak tevhidi toplumsal dönüşüm ve bilinçlenmeye vesile olarak, vahyin şahidliğini yaparak ve adalet-özgürlük yolunda kitlesel tepkileri organize ederek, hak-hukuk bilmeyenlere hukuki hadlerini bildirip, insani erdemlere ve insanlık onuruna saygıya zorlayabiliriz. Bu bağlamdaki tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesini ilkeli, istikrarlı bir biçimde sürdürebilirsek, sadece dışarıdaki askeri işgal ve zulümlere değil, onların işbirlikçisi, stratejik ortağı konumunda olanların yerli ideolojik işgal ve zulümlerine karşı da ilkeli bir mücadele verebilirsek ve böylece Allah’ın vaat ettiği yardımı üzerimize çekebilirsek, işte ancak o zaman ümmeti zilletten, Mescid-i Aksa’yı ve bütün İslam coğrafyasını işgalden kurtaracak onurlu günlere ulaşabiliriz.
252
İLKAV Basın Açıklamasının Tam Metni:
Bilindiği üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Valiliğin ideolojik işgüzarlığı ve Diyanet’in onaylayan ve bu konuda hizmet sunan tutumuyla dolaylı sahiplenmesi sonucunda, İstanbul’un büyük camilerine gayri İslami, ırkçı, resmi ideolojik mahyalar asılmıştı. Tevhid akıdesine ve ümmet bilincine aykırı sözleri, tağutu ve taguti ideolojiyi savunan ifadeleri taşıyan bu mahyalardan, Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye “Milli birlik esastır”, Sultanahmet’e “Ordumuza şükran borçluyuz”, Süleymaniye’ye “Ne mutlu Türküm diyene”, Eyüp Sultan’a “Önce vatan” sözleri uygun bulunmuştu.
Ve Müslüman halk bu İslam şeriatına düşman kurum ve ideolojileri sahiplenip propagandasını yapan mahyaların altında esir edilen camilerde Allah’a ibadet etmeye çağrılarak adeta alay edilmekteydi.
“Ya Hakkı söyleyin ya da susun”
Kavmiyetçiliği haram sayan tevhid dininin camilerine, ulusalcı şirk dininin söz ve sloganlarının asılması büyük bir zulüm ve insan hakları ihlali değil mi? Nasıl oluyor da, Diyanet yetkilileri konuya dair yaptıkları açıklamalarda, “mahyaların siyasete alet edilmesine karşı olduklarını” ancak “mahyaların mahiyetine bir itirazlarının olmadığını, içeriğinde bir sorun görmediklerini” ifade edebiliyorlar? Eğer bulundukları makamların kuşatması altında gerçek düşüncelerini söylemekten korkuyorlarsa, hiç değilse tağuti ideolojilere ve batıl söylemlerine meşruiyet kazandırıcı ve akıdevi sapma ifade eden bu sözleri sahiplenici tutumlardan da kaçınmaları gerekmez mi? Tağutun dünyada yapacağı şey, en fazla makamlarını elerinden almak iken, tağuta ve ideolojisine sahip çıkıp meşruiyet kazandıran söylemlerinin, kendilerini Allah’ın azabına muhatap kılacağını bilmiyorlar mı? İnsan korkabilir, kaybedeceklerini düşünüp hakkı söylemekten çekinebilir, hiç değilse susmayı becerebilmek de bu kadar zor mu? Bu sebeple Diyanet’in iyi niyetli ama ürkek yetkililerine diyoruz ki, “Ya ilkeli davranıp Hakkı söyleyin ya da bunu yapamıyorsanız, hiç değilse susun”.
İslam dininin camilerine asılan, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” gibi Kemalizm dininin kutsalları/amentüleri mesabesindeki mahyaların içeriğinde sorun görmeyen ve bu içeriğe hiçbir itirazlarının olmadığını söyleyen Diyanet yetkilileri, bu ifadelerin cahili sistemin cahiliye inancının ırkçı sözleri, tevhid inancına aykırı ideolojik ilkeleri olduğunu bilmiyor ve anlamıyorlar mı? Yoksa laiklikle, Kemalizmle bütünleştirilmiş ulusalcı, sentezci “resmi din” algısını benimsedikleri için mi böyle konuşmaktadırlar?
Mahyaların içeriğinde sorun görmeyen Diyanet ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü, hangi orduya ve neden şükran borçludurlar? Kendi müntesipleri arasından İslam’a topyekun savaş açan çok sayıda darbeciler ve çeteciler çıktığı halde bunlarla ilgili hiçbir şey yapmayan, hatta bir kısmını muhafaza edip terfi ettiren, ama namaz kılan ya da eşi örtülü subayı hemen ordudan atan orduya mı şükran borçlusunuz? Kur’an’daki tesettür hükmü, Diyanet’e bile başörtüsü Allah’ın emridir açıklaması yaptıracak kadar açık bir gerçek olduğu halde, yayınladığı kitapla “Başörtüsü Kur’an ayeti ve Allah’ın emri değildir” diyerek din alanına da el atıp dinde tahrifat yapmaya kalkışan ve İslami kimlik ibrazına, başörtüsüne yönelik yasakların sürmesini sağlayan orduya mı şükran borçlusunuz? Sizin üretiminiz olan “Kutlu doğum Haftası”nda ilahi söyleyen başörtülü kızlar ve 23 Nisan’a denk gelen Kur’an yarışması sebebiyle muhtıra yayınladıkları için mi orduya şükran borçlusunuz? Önce “Batı Çalışma Grubu” sonra da “Cumhuriyet Çalışma grubu” adı altında illegal yapılar oluşturup ülke çapında Müslümanları fişleyip takibe aldıkları, haklarında soruşturmalar açılmasına ve kimilerinin görevden atılmalarına vesile oldukları için mi orduya şükran borçlusunuz? Bazı müntesipleri, önde gelen kadroları, siyasete ve ideolojik mücadeleye kendilerini kaptırdıkları için kendi yasalarına göre bile sürekli suç işledikleri ve bu yüzden esas görevlerini ihmal edip birçok gencin ölümüne sebep oldukları, “can güvenliğimizi güvenlik güçlerinden nasıl koruyacağız” endişesine yol açtıkları için mi orduya şükran borçlusunuz? Aynı yasa ile kurulan Diyanet ve Genelkurmay kurumlarını, birbirine bu derece bağlayan ortak payda, İslam şeriatını, tehdit ve düşman algılamasının birinci sırasına yerleştirmiş bulunan laik devlete sadakat aşkları mıdır?
“Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgür yoksa Sülaymaniye de namaz kılanlar mı?”
Yukarıda zikrettiğimiz Kemalizm’in sloganlarının asılı olduğu büyük camilerde bugün, kendini Müslüman olarak tanımlayan on binlerce kişi Cuma namazı kıldılar. Özellikle takip ettiğimiz halde, hiç kimsenin, o camilerin tepelerinde asılı resmi ideoloji ilkelerini hatırlatıp itiraz ettiğini duymadık. Halbuki hiç değilse yüzlerce kişi “bu tağuti sloganlar, batıl sözler indirilmeden burada Cuma namazı kılmıyoruz” diye tepki göstermeli değil miydi? Tabii ki haklı olarak diyeceksiniz ki, on yıllardır aynı camilerde resmi ideoloji kutsallarını propaganda eden vaazlar ve hutbeler okunurken nasıl sessiz sedasız dinliyorlarsa şimdi de öyle dinlemişlerdir. Ancak bugün, pek çok kronikleşmiş sorunun dahi, sistem içi çözüm arayışı ve görece özgürlük açılımıyla çözülmeye çalışıldığı bu değişim sürecinde ve üstelik artık bu sefer çok daha açık ve dışarıya yansıyan daha net bir haramın işlenmesi, batılın propagandası yapılmaktayken, ayrıca medyada olay bu kadar tartılıyorken, hiç değilse bütün bunlar duyarlılıkları daha çok harekete geçirmeli değil miydi?
Haklı olarak Mescid-i Aksa için güzel bir duyarlılıkla meydanlara çıkan Müslümanlar, neden ideolojik işgal altındaki camilere sessiz sedasız namaz kılmaya giderek, Kemalizm dininin sloganlarının asılı olduğu camilerde, hiçbir şey yokmuş gibi zillet içinde bir suskunluk sergiliyorlar? Doğru, Mescid-i Aksa Siyonist terör devletinin işgali altında, ama Mescid-i Aksa’nın tepesinde tağutun ilkeleri, başka dinin kutsalları asılı değil. “Ne mutlu Arab’ım Diyene” “ülkemize hâkim olan orduya şükran borçluyuz” sözleri asılı değil. Mescid-i Aksa’nın imamı Siyonist devletin belirlediği vaaz ve hutbeleri gündem yapmak zorunda bırakılmıyor. Dışarıdan yapılan zalim kuşatma ve kontrole rağmen mescid içinde sadece Allah’ın ismini yüceltiyor, sadece Allah’a ibadet ve kulluk ediyorlar. Orada Tağuti ideolojilerin, seküler ulusalcılıkların propagandası yapılmıyor, sadece ümmet bilinci ve vahyin mesajı anlatılıyor insanlara.
Şimdi soruyoruz, kendi camilerimizdeki ideolojik işgali kanıksayarak, Allah’tan gayrsının isimlerinin ve tevhid dini dışındaki din ve ideolojilerin ilkelerinin yüceltildiği camileri doldurarak, bu duruma rıza göstererek namaz kılanlar mı daha özgürdürler? Yoksa destek için meydanları doldurarak kendileri için özgürlük talep ettiğimiz Mescid-i Aksa’daki direnişçi Müslümanlar mı daha özgürdürler? Evet dürüstçe cevap verelim, Askeri işgal altında oldukları halde, camilerinde Allah’ın isminden başka isimlerin yüceltilmesine, tevhid dininden başka dinlerin hâkimiyetine müsaade etmeyen Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgürdür, yoksa ideolojik işgal altındaki Sultanahmet, Süleymaniye, Eyüp Sultan Camilerinde sessiz bir biçimde namaz kılanlar mı?”
Aslında cevabı açık sorular bunlar. O halde bir yandan Mescid-i Aksa’nın her boyutuyla işgalden kurtarılıp tam anlamıyla özgür olması için mücadele ederken, bir yandan da kendi tepemizdeki ideolojik kuşatma ve işgali de fark edip, bu yerli işgale karşı da tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi vermeyi ihmal etmemeliyiz. Bilmeliyiz ki, bizim camilerimizdeki ideolojik işgal ile Mescid-i Aksa’daki askeri işgal arasında kopmaz bir bağ ve dayanışma vardır. Her iki taraftaki işgalciler stratejik ortaktırlar. O halde, ancak vahiyle ümmetin yeniden inşa edilmesi ve Kur’an’a topluca sarılarak izzete kavuşması halinde, inşallah bütün İslam coğrafyasındaki ve camilerdeki ideolojik ve askeri işgaller ile zihinlerdeki işgaller hep birlikte kalkacaktır. Bilmeliyiz ki, hepimiz bu hedefe kilitlenmeden, dıştaki zalimlere karşı kolayca meydanları doldururken, yerli ideolojik işgalcilere karşı suskun ve edilgen bir konumda bulunmaktan kurtulmadan, ne biz ne de Mescid-i Aksa özgürleşebilir.
“Dinimizi Diyanetten, canımızı siyasileşen ideolojik ordudan, hukukumuzu ideolojik yargıdan, çocuklarımızı ideolojik militarist “öğütüm” mekanizmasından nasıl koruyacağız?”
Bir süredir gündeme getirmeye çalıştığımız, Diyanet, Genelkurmay, Yargı ve İdeolojik öğütüm kaynaklı olarak İslami kimliğimize, haklarımıza, canımıza, Ceylanlarımıza, özgürlüklerimize yönelik baskı, yasak, tahrifat, tahribat ve güvenlik sorunlarını bir daha hatırlatarak soruyoruz: “Dinimizi Diyanetten, dinimizi ve canımızı siyasileşen ideolojik ordudan, hukukumuzu ideolojik yargıdan, çocuklarımızı ideolojik militarist “öğütüm” mekanizmasından nasıl koruyacağız?”
Bunu sağlamak için, bir yandan tevhidi davet ve eğitimi yaygınlaştırarak, ümmeti Kur’an’ın belirleyiciliği ve Resulün sünneti istikametindeki sahih din anlayışıyla yeniden inşa sürecini ısrarla, azimle ve tavizsiz bir mücadeleyle sürdüreceğiz. Diğer yandan da, Diyanet, güvenlik, yargı ve eğitim kurumları başta olmak üzere, devletin bütün kurumlarının ideolojik dayatmalarına, militarist ulusalcı baskı, yasak ve insan hakları ihlallerine karşı itiraz edip, şiddete başvurmadan hesap soracağız. Haksızlıklarını, hukuksuzluklarını, keyfiliklerini, zulümlerini ifşa edip, halkın duyarlılıklarını ve muhalefet bilincini yükseltip yaygınlaştırmaya, bu bağlamdaki adil şahidler olma sorumluluğumuzu, adalet ve özgürlük mücadelemizi sonuna kadar sürdürmeye çalışacağız..
Egemenlerin bu baskı, yasak, insan hakları ihlallerini, keyfiliklerini, ideolojik dayatmalarını ancak böyle çok boyutlu bir tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesiyle geriletebiliriz. Ancak tevhidi toplumsal dönüşüm ve bilinçlenmeye vesile olarak, vahyin şahidliğini yaparak ve adalet-özgürlük yolunda kitlesel tepkileri organize ederek, hak-hukuk bilmeyenlere hukuki hadlerini bildirip, insani erdemlere ve insanlık onuruna saygıya zorlayabiliriz. Bu bağlamdaki tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesini ilkeli, istikrarlı bir biçimde sürdürebilirsek, sadece dışarıdaki askeri işgal ve zulümlere değil, onların işbirlikçisi, stratejik ortağı konumunda olanların yerli ideolojik işgal ve zulümlerine karşı da ilkeli bir mücadele verebilirsek ve böylece Allah’ın vaat ettiği yardımı üzerimize çekebilirsek, işte ancak o zaman ümmeti zilletten, Mescid-i Aksa’yı ve bütün İslam coğrafyasını işgalden kurtaracak onurlu günlere ulaşabiliriz.
252