NEW YORK - Bu siteye yorum ekleyen bazı okurlar, bilim yoluyla Allah'ın varlığına dair kanıtlar bulmanın "Ortaçağ zihniyeti" olduğunu ileri süredursunlar, modern bilimin merkezinde yer alan bazı insanlardan tam aksi yönde mesajlar geliyor. İngiliz The Sunday Times gazetesinde yer alan "Genomu Çözen Adam, Tanrı'yı Buldum Diyor" başlıklı haberde sözü edilen Francis Collins gibi.
Francis Collins, sonuçları 2001 yılında açıklanan ünlü İnsan Genomu Projesi'ni yürüten ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü'nün başkanı. Bu enstitüde görevli üst düzey bilim adamlarından biri olan Gene Myers, 2001 yılında yaptığı bir açıklama ile DNA'da "muazzam bir bilgi bulunduğunu" ve bu bilgi bankasının "tasarlanmış" olduğunu düşündüğünü söylemiş, bu açıklama medyaya "bilim adamı DNA'da Yaratıcı'yı görüyor" gibi başlıklarla yansımıştı. Şimdi, Francis Collins de aynı şeyi söylüyor.
Sadece söylemekle kalmıyor, bu konuda bir kitap yazıyormuş, The Sunday Times'ın haberine göre. The Language of God (Tanrı'nın Dili) adlı kitabı, önümüzdeki Eylül ayında yayınlanacakmış. Anlattığına göre, DNA'yı incelemek, bilim-din çatışması yönündeki klişeleri desteklemek bir yana, "Tanrı'nın eserlerine bakabilme" şansı vermiş Collins'e. Bakış açısını şöyle özetliyormuş:
Bilimsel bir keşif yaptığınızda, bu bilim adına heyecanlı bir andır, çünkü uzun zamandır bunu aramaktasınızdır ve nihayet bulmuşsunuzdur. Ama aynı zamanda benim Yaratıcı'ya yakınlık hissettiğim bir andır bu, çünkü o ana kadar sadece Tanrı'nın bildiği fakat hiç bir insanın haberdar olmadığı bir şeyi kavradığımı hissederim.
Collins, DNA'daki genetik bilgi hakkında ise şu yorumu yapmış:
İnsanoğlu hakkındaki tüm bilgileri ve sırları taşıyan bu 3.1 milyar harflik talimatname kitabı karşınıza çıktığında, bunu sayfa sayfa incelemeye başladığınızda, hayranlık duygusuna kapılmamak elde değil. Bu sayfalara baktığımda, bunların bana Tanrı'nın zihni hakkında bir ipucu verdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bazı okurlar, Collins'in bu açıklamalarına, "dindar insanlar her şeye din gözüyle bakıyor, o yüzden böyle subjektif yorumlar yapıyorlar" diye dudak bükebilirler. Ama Collins'in hikayesi hiç de öyle durmuyor. Ünlü bilim adamı, 27 yaşına dek bir ateist olarak yaşamış. Ateizmden vazgeçmesini sağlayan süreç, bazı hastalarının din sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını fark etmesiyle başlamış. Daha sonra ünlü Hıristiyan düşünür C. S. Lewis'in Tanrı'nın varlığı ile ilgili rasyonel argümanlarını incelemiş ve bunlardan etkilenmiş. Görünen o ki, Collins, doğayı inceledikçe Allah'ın varlığına daha çok kanaat getirmiş; DNA'da bulduğu "muzzam bilgi" ise anlaşılan bu konuda onu kesin olarak ikna etmiş.
Kısacası inançtan yola çıkıp realiteyi tarif etmemiş — ki ateistler dindarların böyle düşündüğünü iddia ederler — realiteden yola çıkıp inanca varmış.
Bu noktada denebilir ki, madem realite insanı Allah'ı tanımaya götürüyor, niçin pek çok realist insan hala ateist?
Cevap, "ateist iman"da gizli. Şu günlerde Amerika'daki kitapçılara sıkça uğruyorum; "bestseller" listesinde muhafazakar yazar Ann Coulter'ın Godless: The Church of Liberalism adlı kitabı en üstte yer alıyor. Coulter, bu kitapta, "liberalizm"in — bunu Türkçe'ye "sekülerizm" diye tercüme edebiliriz, liberal kelimesinin bizdeki ve Amerika'daki anlamları farklı — kendi içinde bir din olduğunu ve mensuplarının buna bağnazca inandığını anlatıyor. Bu dinin merkezinde de seküleristlerin "yaratılış hikayesi" olan Darwinizm yer alıyor. Coulter, Darwinistlerin teorilerine ne denli koyu bir inançla bağlı olduklarına dair pek çok örnek veriyor.
Amerika'da yakın zaman önce yayınlanan bir diğer kayda değer eser ise, Avustralyalı felsefeci David Stove'un Darwinian Fairytales (Darwinist Masallar) adlı kitabı. Stove, bir yaratılışçı değil, "akıllı tasarımcı" da değil. Sadece objektif bir biçimde Darwinizm'i eleştiriyor ve bu teorinin yaşamın ve türlerin kökenine getirdiği açıklamaların çoğu kez "masal"dan öteye gitmediğini gayet çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Kısacası ateizm ve ona dayanak sağlayan "bilimsel" teoriler, aslında inanca, hem de oldukça koyu bir inanca dayanıyor. İnanç, kuşkusuz teizm (Allah'ı kabul etmek) için de gerekli. Ama ateizm için gereken inancın dozu, teizm için gerekenden çok daha fazla. Norman L. Geisler'ın I Don't Have Enough Faith to Be an Atheist (Ateist Olmaya Yetecek Kadar İnancım Yok) başlıklı önemli kitabında açıklandığı gibi...
Francis Collins, sonuçları 2001 yılında açıklanan ünlü İnsan Genomu Projesi'ni yürüten ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü'nün başkanı. Bu enstitüde görevli üst düzey bilim adamlarından biri olan Gene Myers, 2001 yılında yaptığı bir açıklama ile DNA'da "muazzam bir bilgi bulunduğunu" ve bu bilgi bankasının "tasarlanmış" olduğunu düşündüğünü söylemiş, bu açıklama medyaya "bilim adamı DNA'da Yaratıcı'yı görüyor" gibi başlıklarla yansımıştı. Şimdi, Francis Collins de aynı şeyi söylüyor.
Sadece söylemekle kalmıyor, bu konuda bir kitap yazıyormuş, The Sunday Times'ın haberine göre. The Language of God (Tanrı'nın Dili) adlı kitabı, önümüzdeki Eylül ayında yayınlanacakmış. Anlattığına göre, DNA'yı incelemek, bilim-din çatışması yönündeki klişeleri desteklemek bir yana, "Tanrı'nın eserlerine bakabilme" şansı vermiş Collins'e. Bakış açısını şöyle özetliyormuş:
Bilimsel bir keşif yaptığınızda, bu bilim adına heyecanlı bir andır, çünkü uzun zamandır bunu aramaktasınızdır ve nihayet bulmuşsunuzdur. Ama aynı zamanda benim Yaratıcı'ya yakınlık hissettiğim bir andır bu, çünkü o ana kadar sadece Tanrı'nın bildiği fakat hiç bir insanın haberdar olmadığı bir şeyi kavradığımı hissederim.
Collins, DNA'daki genetik bilgi hakkında ise şu yorumu yapmış:
İnsanoğlu hakkındaki tüm bilgileri ve sırları taşıyan bu 3.1 milyar harflik talimatname kitabı karşınıza çıktığında, bunu sayfa sayfa incelemeye başladığınızda, hayranlık duygusuna kapılmamak elde değil. Bu sayfalara baktığımda, bunların bana Tanrı'nın zihni hakkında bir ipucu verdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bazı okurlar, Collins'in bu açıklamalarına, "dindar insanlar her şeye din gözüyle bakıyor, o yüzden böyle subjektif yorumlar yapıyorlar" diye dudak bükebilirler. Ama Collins'in hikayesi hiç de öyle durmuyor. Ünlü bilim adamı, 27 yaşına dek bir ateist olarak yaşamış. Ateizmden vazgeçmesini sağlayan süreç, bazı hastalarının din sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını fark etmesiyle başlamış. Daha sonra ünlü Hıristiyan düşünür C. S. Lewis'in Tanrı'nın varlığı ile ilgili rasyonel argümanlarını incelemiş ve bunlardan etkilenmiş. Görünen o ki, Collins, doğayı inceledikçe Allah'ın varlığına daha çok kanaat getirmiş; DNA'da bulduğu "muzzam bilgi" ise anlaşılan bu konuda onu kesin olarak ikna etmiş.
Kısacası inançtan yola çıkıp realiteyi tarif etmemiş — ki ateistler dindarların böyle düşündüğünü iddia ederler — realiteden yola çıkıp inanca varmış.
Bu noktada denebilir ki, madem realite insanı Allah'ı tanımaya götürüyor, niçin pek çok realist insan hala ateist?
Cevap, "ateist iman"da gizli. Şu günlerde Amerika'daki kitapçılara sıkça uğruyorum; "bestseller" listesinde muhafazakar yazar Ann Coulter'ın Godless: The Church of Liberalism adlı kitabı en üstte yer alıyor. Coulter, bu kitapta, "liberalizm"in — bunu Türkçe'ye "sekülerizm" diye tercüme edebiliriz, liberal kelimesinin bizdeki ve Amerika'daki anlamları farklı — kendi içinde bir din olduğunu ve mensuplarının buna bağnazca inandığını anlatıyor. Bu dinin merkezinde de seküleristlerin "yaratılış hikayesi" olan Darwinizm yer alıyor. Coulter, Darwinistlerin teorilerine ne denli koyu bir inançla bağlı olduklarına dair pek çok örnek veriyor.
Amerika'da yakın zaman önce yayınlanan bir diğer kayda değer eser ise, Avustralyalı felsefeci David Stove'un Darwinian Fairytales (Darwinist Masallar) adlı kitabı. Stove, bir yaratılışçı değil, "akıllı tasarımcı" da değil. Sadece objektif bir biçimde Darwinizm'i eleştiriyor ve bu teorinin yaşamın ve türlerin kökenine getirdiği açıklamaların çoğu kez "masal"dan öteye gitmediğini gayet çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Kısacası ateizm ve ona dayanak sağlayan "bilimsel" teoriler, aslında inanca, hem de oldukça koyu bir inanca dayanıyor. İnanç, kuşkusuz teizm (Allah'ı kabul etmek) için de gerekli. Ama ateizm için gereken inancın dozu, teizm için gerekenden çok daha fazla. Norman L. Geisler'ın I Don't Have Enough Faith to Be an Atheist (Ateist Olmaya Yetecek Kadar İnancım Yok) başlıklı önemli kitabında açıklandığı gibi...