Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

EBU ZERKA.ABDULHAKİM MERVAN,HATIB BİN BELTA R.A. OLAYINI ÇARPITIYOR

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A Çevrimdışı

asdasd

Üye
İslam-TR Üyesi
Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesi beşeri kanunlarla hükmeden kafir devletlerin
bekasını sağlama, onların küfür düzenlerini koruma, beşeri anayasalarını müdafaa etme adına kurulmuş askeriye, emniyet teşkilatı gibi müesseselerde görev
alan asker ve polislerin bu fiillerinden dolayı kafir olmayacaklarını ispat etme
adına İrca Ehli tarafından devamlı surette gündemde tutulan delillerden bir tanesidir. Konunun hemen başında şunu hatırlatmakta fayda vardır.
Böylesi kurumlarda görev almanın İrca Ehli nazarında küfür olmadığı sabittir.
121
Buna rağmen onların Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesi ile delil getirmeleri
tam bir tutarsızlıktır. Böylesi kurumlarda çalışmak (onların nazarında) küfür
olmadığına göre çalışanlar da elbette kâfir olmaz. O halde neden böylesi bir
delillendirme yoluna gidilmektedir. Yoksa bu hak ile batılın iyice birbirine karış-
tırılması, meselenin içinden çıkılmaz bir hale dönüştürülmesi hedefine yönelik
olmasın!???
Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesine gelecek olursak sahih kaynaklarda geçtiği
üzere konu şu şekildedir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'yi fetih için yola çıkmak üzeredir. Bu sırada Hâtıb bin Ebi Beltâ, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kendilerinin üzerine yürüdüğünü haber vermek için Kureyşlilere bir mektup yazar.
Mektubu bir kadına verir. Bunu Kureyşlilere ulaştırması için ona bir ücret de
öder. Kadın, mektubu başında saç örgüleri arasında gizleyerek yola koyulur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bu vahiy yolu ile bildirilir. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali ile Zübeyr'i görevlendirerek
"Hemen gidin! Hâh bahçesine vardığınızda, yanında Kureyşlilere bir mektup gö-

121
İrca Ehlinin en çok kitabı (8000 cilt) olan âlimi bir konuşmamızda bana "Burada konuşmak iş değil. Cesaretin varsa askere git ve orada mücadele et. Burada kaçak güreşme"
diyordu. Bu onların en çok kitabı olan âlimlerinin sözü idi. Onların en iyileri ise böylesi
kurumlarda çalışılabileceğini, bunun hiçbir zaman küfür olmayacağını, burada mücadele
ederek hakkı ortaya koymak gerektiğini söylüyordu. Sapıklıktan Allah'a sığınırız. 116 ◊ Murat Gezenler
türen bir kadını hayvanı üzerinde bulacaksınız" der. Hz. Ali ile Zübeyr hemen
atlarını koşturup gittiler. Sözü geçen yerde kadını buldular ve hayvanından indirdiler. "Yanındaki mektup nerede?" diye sordular. Kadın "Benim yanımda
mektup yok benim" diye cevap verdi. Eşyasını aradılar fakat bir şey bulamadılar.
O zaman Hz. Ali -Allah ondan razı olsun- kadına dedi ki:
"Allah'a yemin ederim ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir zaman yalan söylememiştir, biz de yalan söylemiyoruz! Vallahi, ya mektubu çıkarırsın ya da seni soyacağız!"
Kadın onun ciddi olduğunu görünce: "Yüzünü çevir" dedi. O da yüzünü çevirdi. Kadın, saç örgülerini açıp arasından mektubu çıkarttı ve onlara verdi. Onlar da mektubu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e getirdiler. Baktılar ki
mektup Hâtıb bin Ebi Belta tarafından Kureyşlilere yazılmış ve Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in onlar üzerine yürümekte olduğunu haber veriyor.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen Hâtıb'ı çağırttı "Bu nedir ey
Hâtıb?" diye sordu. Hâtıb şöyle cevap verdi:
"Hakkımda hüküm vermede acele etme ey Allah'ın Rasulü! Ben Kureyşli
olan fakat onların nesebinden olmayan birisiyim. Senin çevrendeki muhacirlerin ise, Mekke'de bulunan yakınlarını ve mallarını koruyan akrabaları bulunmaktadır. Ben onların arasında nesebim olmadığı için akrabalarımı korusunlar
diye kendilerine bir iyilikte bulunmak istedim. Bunu ne kafir olduğum, ne dinimden döndüğüm ne de İslam'dan sonra küfre razı olduğum için yapmış değilim."
Ömer b. Hattab dedi ki: "İzin ver bana ya Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım! Bu adam Allah'a ve Rasulü'ne hiyanet etmiştir, münafıklık yapmıştır!" Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne biliyorsun ey Ömer! Belki de Allah, Bedir savaşına katılmış
olanlara bakıp: 'İstediğinizi yapın. Ben sizi bağışlamışımdır' buyurmuştur." Hz.
Ömer'in gözleri doldu ve: "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir" dedi.
122
Ey okuyucu kardeşim! Gerek kitabımızın girişinde gerekse de İrca Ehlinin
birçok şüphesine cevap verirken söylediğim şu noktayı unutmaman gerekir:
Her hangi bir delilin sahih bir delil olabilmesi için temel iki şart vardır.
Bunlardan ilki subut şartı diğeri ise delalet şartıdır. Hatıb bin Ebi Beltâ kıssası
sahih kaynaklarda geçtiği için subut açısından delil olmaya elverişlidir. Ancak
konuya delaleti açısından delil olmaya elverişli değildir. Zira Hatıb bin Ebi Belta

122
Îbn Hişâm (2/398–399) senedsiz olarak rivayet etmiştir. Müslim (2494), Ebu
Davud (2650), Tirmizî (3302) Ahmed b. Hanbel (1/80) Hz. Ali'den rivayet etmişlerdir.◊ Şüphelerin Giderilmesi 117
hadisesi ile günümüz şirk askerlerinin durumu arasında hiçbir benzerlik yoktur.
Hatıb bin Ebi Beltâ aslen Allah'ın askerlerinden, İslam dininin savunucularındandır. Hatıb bin Ebi Beltâ fasıl günü olan Müslümanlarla münafıkların ayrıldı-
ğı büyük Bedir gazvesinde bulunmuştur. Buna karşılık lehinde bu kıssa ile delil
getirilmeye çalışılanlar aslen şirk kanunlarının, beşeri anayasaların askerleridir.
Hatıb bin Ebi Beltâ Allah'ın indirdiği hükümleri savunan bir asker, günümüzdeki tağutların yardımcıları ise şirk hükümlerini, küfür kanunlarını savunan askerlerdir.
Hatıb bin Ebi Beltâ yaptığının hata, günah ve hatta küfür olduğunu bilen,
bundan dolayı pişmanlık duyan bir kimsedir. Tağutların askerleri ise yaptıkları
bu küfür görevini bütün güçleri ile savunmaya çalışan, yaptıkları işten razı olan
kimselerdir.
123
Hatıb bin Ebi Belta böylesi bir fiili bir kere yapmış ve yaptığından ise piş-
man olmuştur. Tağutların destekçileri ise bütün ömürlerini bu işe adamışlardır.
Daha burada saymaya gerek duymadığım birden çok sebepten dolayı Hatıb bin
Ebi Beltâ kıssasının daha işin başında günümüz tağutlarının askerlerinin durumuna delil olması kesinlikle söz konusu değildir. Zira getirilen delilin konuya
hiçbir açıdan delaleti yoktur. Bundan dolayıdır ki İmam Beyhaki Süneni'nde
Hatıb bin Ebi Belta kıssasını "Müslümanların Sırlarını Müşriklere Haber Veren
Müslüman Kimse" başlığında rivayet ederken hemen ardından "Harb Ehlinden
Olan Casus" başlığı altında Seleme bin Ekva'dan rivayet edilen şu kıssayı rivayet
etmiştir:
Seleme bin Ekva şöyle anlatıyor: Allah Rasulü sefer esnasında iken müş-
riklerden bir casus onun yanına geldi. Sahabilerin yanına oturdu. Onlarla konuştu. Sonra kaçıp gitti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Onu yakalayın ve
öldürün" buyurdu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) casusun üzerinden çı-
kan eşyayı ve elbiseleri de bana ganimet olarak verdi.
124
Diğer taraftan tüm İslam âlimleri Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesini "Casusun
Hükmü" başlığında ele alırken Müslüman casus ile harb ehlinden olan casusu
birbirinden ayırmışlar, tüm âlimler harp ehlinden olan casusun öldürüleceğini
söylerken Müslüman casusun öldürülüp öldürülmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak âlimler Müslüman casustan bahsederken Hatıb bin Ebi Belta
kıssasını delil getirirken harp ehlinden olan casus konusunda ise yukarıda ver-

123
Nitekim birçok kez gözaltına alınma, tutuklanma gibi durumlarda kendileri ile konuştuğumuzda buna defalarca şahit olmuşuzdur.
124
Rivayet ayrıca Buhari, Ebu Davud, İbn-i Mace'de geçmektedir.118 ◊ Murat Gezenler
diğimiz rivayetle istidlalde bulunmuşlardır.
125
İşte bu, rabbani âlimlerin aslen Müslüman bir kimsenin yaptığı amel ile aslen kâfirlerin ve müşriklerin safında olan bir kimsenin yaptığı ameli birbirinden
ne denli güzel bir fıkıh ile ayırt ettiklerinin en güzel örneklerinden sadece bir tanesidir. İşte ilim ve fıkıh budur.
İlim ve fıkıh her delili yerli yerince anlamak, her nassı kendisine uygun bir
yere oturtmaktır. Aslen bir Müslüman olan, Allah'ın ordusunda, Allah'ın peygamberinin safında, ilahi nizamın esaslarını savunan bir Müslüman ile aslen kâ-
firlerin ordusunda, tağutların safında şirk ve küfür kanunlarını savunan bir kâfiri kıyaslamak Allah'a yemin olsun ki ne bir ilimdir ne de bir fıkıh… Böylesi bir
fıkıhsızlıktan Allah'a sığınırız.
Diğer taraftan yine geçtiğimiz sayfalarda da söylediğim gibi Allah'ın dinine
dair herhangi bir hüküm muhkem asıllarla tespit edilir, müteşabih deliller muhkem asıllara uygun bir şekilde tevil edilir. Tağutların yardımcılığını yapmanın,
onları desteklemenin hükmü Allah'ın kitabında oldukça sağlam delillerle açıklanmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in açık uygulaması kafirlerin safında Müslümanlara karşı savaşanların her ne kadar dilleri ile Müslüman olduklarını iddia etseler bile kafir olacağını açık bir şekilde göstermektedir. Tüm ümmet bu asıl üzerinde icma etmiştir.
126
Hatıb bin Ebi Belta hadisesi ise tüm bu deliller karşısında işin aslı konuya delaleti dahi olmamakla beraber müteşabih
hükmünde bir delildir. O halde burada izlenmesi gereken yol muhkem naslar
ışığında müteşabih olanın tevil edilmesidir.
Konuyu ayrıntılı bir şekilde ele alan İslam âlimleri iki farklı görüş sunmuş-
lardır. Onlardan bir kısmı Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı fiilin kâfirleri veli
edinmek yönünde bir amel olmadığını, bunun sadece kişiyi dinden çıkarmayan
bir casusluk nevinden olduğunu bunun ise mutlak anlamda küfür olmadığını
belirtmişlerdir. Konuya bu açıdan bakıldığı zaman Hatıb bin Ebi Belta kıssası-
nın İrca Ehli'nin lehinde bir delil olması söz konusu değildir. Zira bu görüşe gö-
re Hatıb bin Ebi Belta'nın ameli aslen küfür olan bir amel değildir. Günümüzde

125
Şafi, Ahmed, Ebu Hanife gibi ‘Müslüman casusun öldürülmeyeceğini’ savunan âlimler
de Malik, Hanbelîlerden İbn-i Akil ve diğerleri gibi Müslüman casusun öldürüleceğini
savunan âlimler de Hatıb kıssasını delil getirmişlerdir. Öldürüleceğini savunanlar bu kıssayı zikrederek "Hatıb'ın öldürülmesinde engel Müslüman olması değil, Bedir ehlinden
olması idi. Umumi engel varken hususi engelin belirtilmesine gerek yoktur. O halde böylesi hususi bir engeli olmayanın öldürüleceği aşikârdır" demişlerdir.
126
Bu konunun delilleri en detaylı haliyle "İrca Saldırıları Karşısında Tevhid Müdafası"
isimli eserimizde belirtilmiştir. Dileyen okuyucularımızın o kitabımıza müracaat etmelerini öneririz. ◊ Şüphelerin Giderilmesi 119
tağutların gönüllü askerliklerini yapan, onların şirk anayasalarını, küfür düzenlerini savunanların amelinin ise küfür olduğu hususunda zerre kadar bir şüphe
yoktur. Aslen küfür olmayan bir amelin sahibi ile küfür olan bir amelin sahibini
birbiri ile kıyaslamak ise İrca Ehlinin en batıl kıyaslarından sadece bir tanesidir.
Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı bu ameli küfür olmayan casusluk olarak de-
ğil de bilakis kâfirleri veli edinmek, onlara yardım etmek, destek vermek kapsamında bir casusluk kapsamında değerlendiren âlimler ise yapılan amelin kü-
für olmasına karşın sahibinin tekfir edilmesini engelleyen bazı engellerden bahsetmişlerdir. Bu görüşü tercih eden âlimler Hatıb bin Ebi Belta'nın "Ben dinimden dönmedim ve dinimi değiştirmedim" sözü ile Hz. Ömer'in "İzin ver bana ya
Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım" sözlerini görüşlerine delil olarak
getirmişlerdir. Zira yapılan amel küfür olmasa idi Hatıb bin Ebi Belta'nın bu
sözleri bir anlam taşımazdı. Aynı şekilde Hz. Ömer'in "İzin ver bana ya
Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım" sözüne karşılık Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in "O Bedir ehlindendir" şeklinde cevap vermesi bir
nevi Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amelin küfür olduğuna işaret kabilindendir.
Bu yüzden günümüzde muasır birçok âlim yapılan fiilin küfür olduğunu söylemişler buna karşılık Hatıb bin Ebi Belta'nın tekfir edilmesine engel bazı durumlardan bahsetmişlerdir. Konuya dair Şeyh Ebu Basir et-Tartusi'nin açıklamaları
oldukça doyurucu niteliktedir:
"Hatib bin Ebi Belta’nın yaptığı fiil bir küfür fiiliydi. Ancak Hatıb, kendisine küfür hükmünün verilmesine mani olacak bir takım engellere ve özelliklere
sahip olduğu için tekfir edilmedi.
Ömer bin Hattab’ın, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in önünde söylemiş olduğu şu söz, Hatıb’ın yaptığının küfür olduğunu göstermektedir:
“Ey Allah’ın Resulü, o Allah’a, Resulüne ve mü’minlere ihanet etmiştir. Bı-
rak da bu münafığın boynunu vurayım.”
Başka bir rivayette de şöyle geçer: “O küfre düştü, nifak işledi, ahdini bozdu ve size karşı düşmanlarınıza yardım etti!”
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ömer’i dinlemiş ve Hatıb’ın yaptığını müşriklere dostluk, küfür ve nifak olarak nitelendirmesine karşı çıkmamıştır. Ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hatıb’e nifak ve küfür hükmünün verilmesini kabul etmedi. Zira Hatıb, aşağıdaki sebeplerden dolayı
nifağa düşmedi ve tekfir edilmedi.
Birincisi: O bu işi, te’vili sonucu yaptı. Yaptığı bu fiilin, küfür ya da kişiyi
İslam’dan çıkaran bir amel derecesine ulaşacağını bilmiyordu -veya zannetmi-120 ◊ Murat Gezenler
yordu-. Bununla Rasulullah’ı aldatmayı ya da ona ihanet etmeyi de
kasdetmemişti. Bu nedenle, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona Kureyş
kâfirlerine yazmış olduğu mektubun nedenini sorduğunda şöyle cevap verdi:
"Hakkımda hüküm vermede acele etme ey Allah'ın Rasulü! Ben Kureyşli
olan fakat onların nesebinden olmayan birisiyim. Senin çevrendeki muhacirlerin ise, Mekke'de bulunan yakınlarını ve mallarını koruyan akrabaları bulunmaktadır. Ben onların arasında nesebim olmadığı için akrabalarımı korusunlar
diye kendilerine bir iyilikte bulunmak istedim. Bunu ne kafir olduğum, ne dinimden döndüğüm ne de İslam'dan sonra küfre razı olduğum için yapmış değilim."
Onun bu cevabına karşılık Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurdu:
"O size doğru söylüyor. O Bedir'de bulunmuştur. Nereden biliyorsunuz;
belki de Allah (Subhanehu ve Tealâ) Bedir ehline baktı ve «Ne yaparsanız yapın
sizi affettim» dedi."
İbn-i Hacer (rahimehullah) şöyle der: “Hatıb’ın mazereti, sözünde geçtiği gibidir. O, bunun zarara neden olmayacağını te’vil ederek yaptı.”
127
Bilindiği gibi
te’vil, kişi hakkında küfür hükmünün verilmesinin engellerinden biridir. Buna
dikkat edilmesi gerekir.
İkincisi: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), -vahiy yoluyla- Hatıb’ın
kastının ve batınının bozuk olmadığını öğrenmişti. Bu nedenle onun hakkında
“O size doğruyu söylüyor” dedi. Ancak kişinin kastının ve batınının vahiy yoluyla bilinebilmesi, Rasulullah’tan başka hiç kimse için geçerli değildir. Bu nedenle Ömer, Hatıb’a zahirine göre muamele etti.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatı ile vahyin kesilmesinden dolayı, insanların batınlarına itibar etmek ve buna göre muamelede bulunmak hiç
kimse için geçerli değildir. Ömer bin Hattab’ın şu sözünden kastedilen de budur:
“İnsanlar, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde vahiy alıyorlardı. Daha sonra vahiy kesildi. Şimdi ise amellerinizden gördüğümüzü alıyoruz.
Kimin hayırlı bir iş yaptığını görürsek onu korur ve ona yaklaşırız. Gizledikleri
bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden dolayı onu hesaba çekecek olan Allah
(Subhanehu ve Tealâ)’dır. Kimin bir kötülük işlediğini görürsek gizlediği şeylerin
iyi olduğunu söylese dahi ona inanmayız ve onu korumayız.”
128

127
Fethu’l-Bari, 8/503.
128
Buhari◊ Şüphelerin Giderilmesi 121
Bundan dolayı, hakkında muteber bir engel bulunmadığı sürece, açık bir
küfrü izhar eden kişiyi tekfir ederiz.
Üçüncüsü: Hatıb (radıyallahu anh)'ın doğru olduğunun işaretlerinden biri
de, vermiş olduğu cevabı, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğrulaması-
dır. Sorulduğunda, kendisinde mektup olmadığını söylemeyen kadının yaptığı
gibi işlemiş olduğu suçu Rasulullah’tan gizlemedi ve bunu inkâr etmedi. Hatıb
münafık olsaydı, olayı mutlaka yalanlardı. Çünkü münafığın özelliklerinden biri
de, yalan söylemesidir. Ancak Hatıb, doğruyu söyledi.
Yine bunun örneklerinden biri de Ka’b bin Malik (radıyallahu anh)'ın kıssasıdır. Tebük gazvesinden geri kalmasının nedeni olarak Rasulullah’a (sallallahu
aleyhi ve sellem) doğruyu söyledi. Bu nedenle bağışlandı. Nitekim o şöyle demişti:
“Ey Allah'ın Rasulü! Biliyorum ki Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülü-
ğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe
hep doğru söylemek olacaktır... Allah’a yemin ederim ki, Allah beni İslam ile şereflendirdikten sonra, (bana göre) Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir. Aksi takdirde diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim Allahu Tealâ, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en ağır şeyi söylemiştir. Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:
“Kendilerine döndüğünüz vakit size özür beyan edeceklerdir. De ki: Özür dilemeyin, size kesinlikle inanmayız. Allah bize, size dair haberler vermiştir.
Allah ve Resulü sizin davranışınızı görecek, sonra görüneni de görünmeyeni
de bilene döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız
da, şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz.” (9 Tevbe/95-96)
Allah (Subhanehu ve Tealâ), aralarında Kab bin Malik’in bulunduğu doğru
sözlü üç kişi hakkında şöyle buyurur:
“Andolsun ki Allah, Peygamberini de, içlerinden bir grubun gönülleri
az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda ona tabi olan muhacirle ensarı
da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü
O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de
(tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki, yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara
dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan –yine
O’ndan- başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anlamışlardı. Sonra tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak buyurdu. Şüphesiz Allah, tevbeyi kabul
edendir, hakkıyla merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve
sadıklarla beraber olun.” (9 Tevbe/117-119)122 ◊ Murat Gezenler
Doğru olmaları onların kurtulmalarına neden olduğu gibi yalancı olmaları
da yalan söyleyenlerin helakına neden olmuştur. Hatıb hakkında konuşuldu-
ğunda bunların göz önünde bulundurulması gerekir.
Dördüncüsü: Hatıb’ın, Bedir ehlinden olması da, mazur kabul edilmesinde etkili olmuştur. Bedir, ayak kayması sonucu meydana gelen hataları ve kö-
tülükleri gideren büyük bir iyiliktir, katılımcıları hakkında hüsn-ü zannı gerektirir. Hata ettiklerinde veya ayakları kaydığında, onlar için te’vil dairesini genişletir. Bu nedenledir ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"O, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne biliyorsun ey Ömer! Belki de Allah,
Bedir savaşına katılmış olanlara bakıp: 'İstediğinizi yapın. Ben sizi
bağışlamışımdır' buyurmuştur."
Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Bedir ve Hudeybiye’ye katılanlardan kimsenin –İnşaallah- cehenneme
girmeyeceğini umarım.”
129
Hatıb (radıyallahu anh), hem Bedir’de ve hem de Hudeybiye’de bulunanlardandır.
Buradan anlaşılmaktadır ki, iyilikleri artan ve çoğalan ve Allah yolunda
musibetlere katlanmış olan kimse için ayağının kayması veya bir takım hatalara
düşmesi halinde te’vil dairesinin genişletilmesi gerekir. Allahu Tealâ en doğrusunu bilir.
Beşincisi: Hatıb (radıyallahu anh)’ın yapmış olduğu bu fiil, sürekli olarak
yaptığı birşey değildi. Hatıb, hayatında sadece bir defa bu fiili işledi. Casusun
durumu ise böyle değildir. Çünkü casusluk, bu fiilin daima yapılmasını gerektirir. Yapılan casusluğun sıfatını ve bu işi yapanın hakikatini belirlemek yönünden, sadece bir defa yapan ile birçok defa yapan arasında fark bulunmaktadır.
Dolayısıyla, Hatıb (radıyallahu anh)’ın fiili küfür ve kişiyi dinden çıkaran
dostluk olsa da, yukarıda aktardığımız sebeplerden dolayı Hatıb’ın tekfir edilmesi caiz değildir. Allahu Tealâ en doğrusunu bilir."
130
Hatıb bin Ebi Belta hadisesine dair Şeyh Alaaddin Palevî şöyle demektedir:
"Üzülerek belirtmeliyim ki bazı çevreler bu kadar açık delillere rağmen
kendilerine delil arama gayreti ile Hatıb bin Ebi Belta kıssasını kendi lehlerine
tahrif etmekten geri durmamışlardır. Bu çevrelere göre Hatıb bin Ebi Belta kâ-
firleri desteklemiş ancak Rasulullah onu tekfir etmemiştir.

129
Müslim
130
İslam Dininden Çıkaran Ameller sy: 105-111.◊ Şüphelerin Giderilmesi 123
Ancak Hatıb bin Ebi Belta Mekkeli müşriklere mektup göndererek onlara
Rasulullah’ın kendilerine saldıracağını haber verdiğinde Ömer (radıyallahu anh)
bu hâli küfre destek vermek olarak kabul etmiş ve onu öldürmek istemiştir. Fakat Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı nedenlerden dolayı buna engel
olmuştur. Bunlardan ilki Hatıb’ın tevilidir. Zira o malının ve ehlinin emniyette
olması adına böyle bir fiilde bulunmuş ve bunun da küfür olduğunu düşünmemiştir. Yapmış olduğu fiilin caiz olduğunu düşünmüştür. İbn-i Hacer el Askalanî
(rahimehullah) Fethu’l Bari’de bu konu ile ilgili olarak şöyle demiştir:
"Hatıb’ın mazereti, sözünde geçtiği gibidir. O, bunun zarara neden olmayacağını te’vil ederek yaptı.”
131
Elbette Hatıb bin Ebi Belta tevilinde hatalıydı. Bundan dolayı Allahu Tealâ
onu Kuran’da kınamıştır. Ancak tevili onu küfürden kurtarmıştır. Peki, tekrar
aynı şeyi yapsa ne olurdu acaba? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun tevilini mazur görür müydü?
Burada diğer bir nokta ise Hatıb’ın mektubunda yazdıklarıdır. Zira o, mektubunda şöyle diyordu:
“Ey Kureyşliler! Peygamber sel gibi ordularla size geliyor. Şayet tek başına
gelse de Allah (Subhanehu ve Tealâ) onu galip kılacaktır.”
Şayet insafla bu mektubu okursan anlarsın ki Hatıb onları bir nevi tehdit
etmektedir. Bundan dolayı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu tekfir etmemiştir. Buna karşılık Amcası Abbas’ı Bedir’de esir almış ve kendisine kâfirlere yapılan uygulamayı yapmıştır. Çünkü amcası açık bir şekilde kâfirlere destek
vermiştir. Buna karşılık Hatıb, ne küfre açık bir şekilde destek vermiş, ne de
Müslümanlara karşı kâfirlere açık bir yardımda bulunmuştur. Hatıb hatalı tevilinden dolayı yanlış yapmış ancak bu yanlışından hemen geri dönerek tevbe etmiştir. Fakat günümüz tağutlarının askerlerinin durumu böyle midir? Onlar
açık bir şekilde küfür rejimlerine destek veriyorlar, hatalarında ısrar ediyorlar,
kendilerini uyaranları da sapıklıkla itham ediyorlar. Bilinmelidir ki Kur’an insanları Allah’ın ordusu ve şeytanın ordusu olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Ve
ayetler iyice incelendiği zaman Allah’ın ordusunu şeytanın ordusundan ayıran
temel vasıf, Allah’ın ordusunun fertlerinin velayeti Allah’a, Rasulüne ve
mü'minlere vermesidir. Buna karşılık şeytanın ordusunun temel vasfı ise kâfirleri veli edinmeleridir. Dolayısı ile velayeti sağlam olan bir kimse Allah’ın ordusunun vasfını taşırken, bu noktada gevşeklik gösterenler ise şeytanın ordusunun
vasfını taşırlar."
132

131
Fethu’l-Bari 8/503.
132
İstismar Edilen 40 Ayet.124 ◊ Murat Gezenler
Sonuç
1- Hatıb bin Ebi Belta kıssasının İrca Ehli ile aramızdaki ihtilafa delaletinin
zannî olması onların bu delillerini iptal etmektedir. Zira Hatıb bin Ebi Belta'nın
ameli ile günümüz tağutlarının ameli bire bir aynı değildir.
2- Hatıp bin Ebi Belta2nın yaptığı amel küfür dahi olsa o aslen Müslüman
olup, İslam'ın askeridir. İslam'ın askeri, Allah'ın ordusunun bir ferdi ile küfrün
askeri, beşeri kanunların fertlerini kıyaslamak batıl bir kıyastır.
3- Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amelin küfür olup olmaması alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Şayet Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amel küfür
değilse zaten kıssasının İrca Ehli lehinde bir delil olması söz konusu değildir.
Buna karşılık Hatıb'ın ameli küfür olarak kabul edilse –ki bizce de doğruya en
yakın görüş budur- onun tekfir edilmesine engel şer'i gerekçeler vardır. Bu da
onun doğru sözlü olmasıdır.
4- Günümüz tağutlarını savunan askerlerin mümteni konumunda olması
işin başında onlar için tekfirin engelleri ve şartlarını iptal etmektedir. Zira tekfirin engelleri ve şartları ancak mümteni konumunda olmayan kimseler için ge-
çerli bir durumdur.
Bu ve buna benzer gerekçelerden dolayı İrca Ehli'nin bu istidlallerinde de
kendi lehlerine bir yön olmadığı açıkça ortadadır. En doğrusunu şüphesiz Allah
(Subhanehu ve Tealâ) bilir.
133
 
A Çevrimdışı

asdasd

Üye
İslam-TR Üyesi
İslam’a Göre Dost ve Düşman
Alaaddin PALEVÎ
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardan olur. Şüphesiz Allah, zâlim
kavmi doğru yola iletmez. Kalplerinde hastalık bulunanların «Bize bir felaket gelmesinden
korkuyoruz» diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan
eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar. İman edenler
«Sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?» derler.
Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden olmuşlardır.” (Maide/51–53)
Ayetin Nüzul Sebebi
Suddî'den gelen rivayete göre bu ayet Uhud savaşında Müslümanların yenilmesi sonucunda
içlerinden bazılarının devletin ve hâkimiyetin kendi aleyhlerine müşriklerin eline geçeceğinden
korkmaları üzerine nazil olmuştur. Onlardan bir kısmı “Ben, gidip filan yahudiye sığınacağım,
onun emânını alacağım ve onunla birlikte ben de yahudi olacağım” derken, bir başkası da “Ben de
Şam'daki filan hıristiyana gidip onun emânını alacağım ve hatta gerekirse onun yanında hıristiyan
da olacağım” demiştir. İşte bunun üzerine Allahu Tealâ bu ayeti indirmiştir.
1
Atiyye b. Said diyor ki: “Hazrec kabilesinden olan Ubade b. Samit Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'e geldi ve dedi ki:
«Ey Allah'ın Rasulü! Benim yahudilerden çok sayıda dostum var. Artık yahudilerden dost
edinmekten beri olduğumu Allah ve Rasulüne bildiriyorum ve Allah'ı ve Rasulünü dost ediniyorum.» Bunun üzerine orada bulunan Abdullah b. Übey de dedi ki: «Ben başıma birtakım
felaketlerin geleceğinden korkan bir insanım. Dostlarımın dostluğunu bırakamam » Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Abdullah b. Übey'e dedi ki: «Ey Habbab'ın babası! Ubade b. es Samit'e
karşı cimrilik ettin. Yahudilerin dostluğu, onun değil sadece senin mi olsun?» Übey de «Kabul
ediyorum» dedi. İşte bunun üzerine Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayetleri indirdi.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret ettiğinde ehli küfür üç gruba ayrıldı.
Birinci grup Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile sulh edip savaşmayanlar. İkinci grup
savaşanlar. Üçüncü grup ise ortada kalıp münafıklık yapanlar. İşte bu ayetler münafık olan üçüncü
grup hakkında inmiştir. Zira bu kimseler sadece dünyalık menfaatlerini gözettikleri için bazen bu
tarafta bazen de o tarafta görünürdü.
Ayetlerden Alınması Gereken Dersler
1. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayetler ile Müslümanlara, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
İslam düşmanlarıyla dostluk kurup onlarla yardımlaşmalarını yasaklamaktadır. Onlara bel
bağlamamayı ve sırdaş edinmemeyi emretmektedir. Ayetin devamında “Sizden kim onları dost
edinirse, şüphesiz o onlardan olur” buyurmaktadır. Dolayısıyla bu ayetten açıkça anlaşılır ki
Müslümanların kâfirlerle arasındaki dostluk bağını kesmesi imanın vecibesidir.
İmam Taberi (rahimehullah) şöyle demektedir: “Kim müminleri bırakır da yahudi ve
hıristiyanları dost edinecek olursa o da onlardan biri olur. Zira kim onları dost edinir ve müminlere
karşı onlara yardım ederse o da onların dininden olur. Çünkü bir kimsenin başka birini dost
edinmesi, ancak dost edindiği kimsenin dinini ve ahvalini beğenmesiyle ve dost edindiği kimsenin
karşı olduğu kimselere düşmanlık yapması, kızması ve nefret etmesiyle olur. Bu da o kişinin, dost
edindiklerinden bir fert olduğunu ortaya koyar.”
2
Allah (Subhanehu ve Tealâ) mümin kullarına kâfirleri dost edinmeyi yasaklamıştır ve bu
yasak kıyamet gününe kadar bakidir. Nitekim bir başka ayette Allahu Tealâ şöyle buyurur:
1
Taberî, Camiu’l Beyan, 10/397.
2
Taberî, Camiu’l Beyan, 10/399.
1www.sehadet.info
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size
fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve
düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık.” (Ali İmran/118)
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve
kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer
(gerçekten) iman ediyorsanız, Allah’tan gereğince korkun.” (Maide/57)
Kuran’da kâfirlerle ilişkileri kesmeyi ve onları dost edinmemeyi emreden birçok ayet
mevcuttur. Hatta Tevhid akidesinden sonra Kuran’da en çok bahsi geçen konu vela ve bera
akidesidir. Zira vela ve bera akidesi kalplere bütünüyle yerleşmeden kişinin kalbinde sağlam bir
Tevhid inancının oluşması mümkün değildir. Bu sebepten ötürü Müslümanların vela ve bera
akidesini en iyi şekilde öğrenmesi vacibdir.
Lügatte velayet kelimesi yakınlık anlamındadır. Yine dostluk ve yardımlaşma anlamına da
gelmektedir. Istılahta ise yardım, destek olma, itaat etme ve tâbî olma, dostluk, sevgi, muhabbet,
kardeşlik gibi anlamlara gelir. İslam âlimleri müşriklere karşı velayetin sınırlarını üç kısımda
incelemişlerdir. Bunlardan ilki, kişinin zahiren ve batınen kâfirlere muvafakat etmesi ve onları
desteklemesidir. Bu ittifakla küfür olan vela kapsamındadır. İkincisi ise, zahiren kâfirlere karşı
düşmanlık göstermekle birlikte batınen kâfirlere karşı velayet beslemek, onları sevmek ve
desteklemek durumudur ki bu da ittifakla küfür olan vela kapsamındadır. Üçüncüsü ise, kişinin
kalben kâfirlere buğzetmesi ile birlikte zahiren onlardanmış gibi görünmesi halidir. Burada iki
durum söz konusudur. Bunlardan ilki kişinin meşru bir ikrah altında kâfirlere karşı kalben
düşmanlık ve buğz beslemekle birlikte zahiren muvafakat etmesidir. Bu caiz olan vela
kapsamındadır. Diğeri ise meşru bir ikrah olmaksızın kişinin kalben kâfirlere buğzetmekle birlikte
zahiren onlardanmış gibi görünme halidir. Bu durum ise ümmetin ittifakı ile küfürdür.
3
Allah (Subhanehu ve Tealâ) mutlak bir surette Allah’ın dinine düşman olan kâfirler ile vela
bağı kurmayı mümin kullarına yasaklamıştır. Kâfirlerle müminlerin arasında sevgi ve yardım
anlamında bir bağın bulunması kesinlikle söz konusu bile olamaz. Bir müminin küfür düzenlerini
koruma ya da destekleme anlamında söz ve amellerde bulunması mümkün değildir. Zira İslam
sistemi ile beşeri sistemler gece ile gündüz misali bir arada bulunamazlar. Bu gerçekten dolayı her
kim ki hiçbir meşru ikrah hali olmaksızın kâfirlere itaat eder, onları destekler ve onlara yardım
ederse tüm ümmetin ittifakı ile dinden çıkmıştır ve mürted olmuştur. Böyle kimselerin kendilerini
Müslüman olarak isimlendirmelerinin, namaz kılıp oruç tutmalarının kendilerine bir faydası
yoktur. Zira bu kimseler işledikleri büyük cürümle Tevhid binasını kökünden yıkmışlardır. Allah’ın
doğru yolunu terk edip zâlimlerden olmuşlardır. Ve Allah’ın zâlimler topluluğuna yardım etmesi
söz konusu değildir.
Üzülerek belirtmeliyim ki bu ayet, çağımızda kendilerini Müslüman olarak isimlendirenlerin
hemen hemen tamamını kapsamaktadır. Çünkü bugün kendilerini Müslüman olarak
isimlendirenlerin birçoğu tağutlarla el eledirler. Özellikle yaşadığımız şu topraklar üzerinde İslami
görünümlü cemaatlerin birçoğu şirk fabrikası mesabesinde olan parlamentolarda demokrasiye
göre kanun ve yasa çıkaran partileri destekleyerek ayetin kapsamına girmektedirler. Böyle kimseler
bütün benlikleri ile tağuti düzene bağlanmışlardır, bu düzenleri savunmayı kendilerine adeta bir
yükümlülük olarak telakki etmişlerdir. Buna karşılık tağutu reddeden ve sadece Allah’a ibadet eden
Müslümanları ise toplumda küçük düşürme adına terörist ya da haricî olarak isimlendirirler.
Onlara göre Müslümanlar kendi sistemlerine itaat etmedikleri için vatan hainidirler.
Bu ayet dikkatli bir şekilde incelendiği zaman bugün kendilerini Müslüman olarak
isimlendiren milyonlarca insana Allah’ın neden yardım etmediği ortaya çıkmaktadır. Zira Allah
3
Konu hakkında daha geniş bilgi için “İstismar Edilen Kavramlar” isimli kitabımıza bakınız.


(Subhanehu ve Tealâ) açık bir şekilde kâfirleri dost edinerek onlara yardım edenleri asla hidayete
erdirmeyeceğini ve böyle kimselerin mutlak surette kaybedenlerden olacaklarını haber
vermektedir.
2- Yine bu ayet, kalbinde hastalık bulunan kimselerin, basit dünyevi menfaatler uğruna
kâfirleri dost edinmelerini kınamaktadır. Ayetin nüzul sebebinden de anlaşılacağı üzere
karşılaşılması muhtemel bazı sıkıntı ve zorluklar nedeniyle kişilerin kâfirleri dost edinmeleri
kesinlikle meşru bir eylem değildir. Bilakis kalbinde hastalık bulunan münafıkların tutumudur.
Ayette söz konusu edilen münafıkların tutumlarının aynısına günümüzde de sıkça rastlamak
mümkündür. Zira bugün tağuti sistemleri destekleyerek onlara itaat eden insanların hemen hemen
hepsi bu mazereti ön plana çıkarmaktadırlar. Bugün kendisini Müslüman olarak isimlendiren
kimseler ile konuşursanız ve kendisine neden bu sisteme itaat ettiğini ve sistemi destekleyip
kolladığını sorarsanız hemen ayette belirtilen münafıkların cevaplarına benzer cevaplarla
karşılaşırsınız. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu kimselerin cevaplarına itibar etmemiş ve
böyle kimseleri amelleri boşa gidenler ve kaybedenler olarak vasıflandırmıştır.
Ayet Nasıl Tahrif Edildi?
Günümüzde irca akidesini kendilerine din edinen bazı kimseler “Şayet bir kimse kalben
kâfirlere karşı düşmanlık beslerse, zahiren onlara karşı dost gibi görünse de ve onları desteklese de
bu imanına bir zarar vermez” diyerek bu ayeti de tahrif etmişlerdir. Böyle kimseler kalben
gerçekleşen bir buğzun kâfirlere düşmanlık bakımından yeterli olduğunu iddia etmektedirler.
Bununla birlikte bazıları daha da ileri giderek her türlü menfaat uğruna kâfirlere dostluk
kurulabileceğini ya da kâfirlerden gelmesi muhtemel bir tehlikeyi bertaraf etme adına küfür
sistemlerinin desteklenebileceğini söylemektedirler. İşin aslı böyle kimselerin hayatlarında
belirleyici faktör din değil dünyalık menfaatleridir.
Ancak bu kimseler bilmelidirler ki, Allah’ın dininin düşmanları tarih boyunca en büyük
darbeyi şahsiyetten yoksun kendi destekçilerine vurmuşlardır. Bunun örneği tarihte sayılamayacak
kadar çoktur. Yakın tarihimizde ABD’nin önce İran şahı Rıza Pehlevi’ye ve daha sonra da Saddam
Hüseyin’e vurduğu darbe bunun en güzel örneğidir.
Bununla beraber bazı çevreler “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o
onlardan olur” ayetinde geçen “şüphesiz o onlardan olur” ifadesinin, ‘‘onlara benzer’’
manasında olduğunu, bu benzemenin ise küfür olmadığını iddia ederek tam bir tahrifçilik örneği
sergilemektedirler. Ancak bakınız İslam âlimleri böyle çevreleri nasıl reddetmektedir. İmam
Kurtubî tefsirinde bu ayete dair şöyle demektedir:
“Kim Müslümanlara karşı kâfirleri desteklerse onlardan olur. Yani hükümleri aynıdır. Zira o
kimse kâfirler gibi Allah ve Rasulüne muhalefet etmiştir. Kâfirlere nasıl düşmanlık yapılması
gerekiyorsa, ona da aynı şekilde düşmanlık yapılması gerekir. Kâfirlere ateş vacip olduğu gibi ona
da ateş vacip olur.”
4
Şevkani ayetin tefsirinde şöyle der:
“Bu şiddetli bir tehdittir. Küfrü gerektiren günah son kıvamına ulaşmıştır. “Şüphesiz
Allah, zâlim kavmi doğru yola iletmez” ayeti ise önceki cümlenin illetidir. Yani onların küfre
girmesi, Allah’ın onlara hidayet vermemesine sebep olmuştur.”
5
Şeyhulislam ibn-i Teymiyye şöyle der: “Allah (Subhanehu ve Tealâ) açıkça haber vermektedir
ki kâfirleri veli edinenler mümin değildirler. Bu da delalet eder ki onlara yardım edenler de
onlardandır. Zira Kur’an ayetleri birbirini teyid etmektedir.”
6
4
el Camiu Li Ahkami’l Kur’an, 6/217.
5
Fethu’l Kadir, 2/50.
6
Mecmuu’l Fetava, 7/17.


Allame ibn-i Kayyım el Cevziyye şöyle der: “Allah (Subhanehu ve Tealâ) açıkça hükmetmiştir
ki kim kâfirlere yardım ederse onlardandır. Çünkü onlardan ayrılmadığı müddetçe iman
tamamlanmaz. Kâfirleri veli edinmek, onları düşman edinme emrinin zıddıdır ve bu iki durumun
bir yerde toplanması mümkün değildir.”
7
İbn-i Hazm şöyle demektedir: “Tarih boyunca hiç kimse bu ayetin zahirini bırakmamıştır.
Müslümanlar arasında bu konuda ihtilaf eden iki kişi dahi yoktur. Kim kâfirlere yardım ederse,
onlardandır ve kâfirdir.”
8
Acaba ibn-i Hazm günümüz irca ehli tahrifçilerini görse ne derdi? Bu kimseleri Müslüman
olarak görür müydü?
Dr. Muhammed Nuaym Yasin bu hususta şöyle der: “Tağutlara yardımcı olanlar iki kere kâfir
olmaktadırlar. Kâfir olmalarının ilk sebebi onları veli edinmeleri ikinci sebebi ise Allah’tan daha
çok onlardan korkmalarıdır.”
9
Allame Muhammed Emin Şankîti şöyle der: “Bu ayetlerin zahirinden açıkça anlaşılır ki her
kim meşru zorlama olmaksızın kâfirlere yardım ederse kâfir olur.”
10
Allame Ahmed Şakir şöyle der: “İngilizlere yardım etmek ne türde olursa olsun şiddetli bir
riddettir ve açık küfürdür. Bu konuda ne özür ne de tevil kabul edilir. Fert, cemaat ya da hükümet
fark etmeksizin hepsi bu hükümde eşittirler. Herkes şunu bilsin ki Allah’ın düşmanları ile
yardımlaşanlar namaz kılsalar namazları batıldır. Oruç tutsalar da oruçları batıldır.”
11

Seyyid Kutub şöyle der: “Kâfirleri veli edinen kimse bu tutumuyla, kendine, Allah'ın dinine ve
Müslüman topluma zulmetmiştir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu zulümden ötürü o kişiyi, dost
edindiği Yahudilerin ve Hıristiyanların kategorisine sokmuştur. Allah onu, artık doğru yola
iletmeyecek, yeniden Müslümanların safına döndürmeyecektir.”
12
Kâfirlere karşı vela bağı beslemenin ve onları desteklemenin küfür olduğuna dair en net
delillerinden bir tanesi de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Bedir savaşında müşriklerin
safında yer alan amcası Abbas’ı esir alması ve kendisinden fidye istemesidir. Zira bu kâfirlerin
safında onlara yardım edenler üzerine küfür ahkâmı uygulanacağının en açık göstergesidir.
Burada velanın çeşitlerinden de kısaca bahsetmekte fayda vardır. Vela büyük ve küçük olmak
üzere ikiye ayrılır. Büyük vela, açıklamasını yapmış olduğumuz ayetin kapsamında olan İslam
düşmanlarına yardım ve destek şeklindedir. Küçük vela ise akrabalık ve diğer bağlar sebebi ile
kişinin kâfirleri sevmesidir ki bu sahibini küfre götürmez. Zira Sad bin Ubade akrabası olması
sebebiyle Abdullah bin Ubey bin Selul’u savunmuş, ancak hiç kimse onun küfre girdiğini
söylememiştir.
Bilinmelidir ki kâfirlerle ilişkiyi kesmek ve onlara düşman olmak demek, onlara karşı iyi
muamelede bulunmamak demek değildir. Zira harbî olmadığı müddetçe kâfirlere karşı iyi
davranmak, onları doyurmak, yedirip giydirmek, güler yüzlü olmak, komşuluk ve akrabalık
bağlarını kesmemek men edilmiş davranışlar değildir.
Üzülerek belirtmeliyim ki bazı çevreler bu kadar açık delillere rağmen kendilerine delil arama
gayreti ile Hatıb bin Ebi Belta kıssasını kendi lehlerine tahrif etmekten geri durmamışlardır. Bu
çevrelere göre Hatıb bin Ebi Belta kâfirleri desteklemiş ancak Rasulullah onu tekfir etmemiştir.
Ancak Hatıb bin Ebi Belta Mekkeli müşriklere mektup göndererek onlara Rasulullah’ın
kendilerine saldıracağını haber verdiğinde Ömer (radıyallahu anh) bu hâli küfre destek vermek
7
Ahkamu Ehli’z Zimme, 1/242.
8
Muhalla, 11/138.
9
İman kitabı
10
Edvau’l Beyan, 2/11.
11
Kelimetu’l Hak, sy: 128.
12
Fi Zilali’l Kur’ân, 2/909.
4www.sehadet.info
olarak kabul etmiş ve onu öldürmek istemiştir. Fakat Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı
nedenlerden dolayı buna engel olmuştur.
Bunlardan ilki Hatıb’ın tevilidir. Zira o malının ve ehlinin emniyette olması adına böyle bir
fiilde bulunmuş ve bunun da küfür olduğunu düşünmemiştir. Yapmış olduğu fiilin caiz olduğunu
düşünmüştür. İbn-i Hacer el Askalanî (rahimehullah) Fethu’l Bari’de bu konu ile ilgili olarak şöyle
demiştir:
“Hatıb söylediklerinden dolayı mazur sayılmıştır. Zira o, bu yaptığının küfür olduğunu
bilmiyordu. Dolayısı ile tevil ehli sayılır.”
13
Elbette Hatıb bin Ebi Belta tevilinde hatalıydı. Bundan dolayı Allahu Tealâ onu Kuran’da
kınamıştır. Ancak tevili onu küfürden kurtarmıştır. Peki, tekrar aynı şeyi yapsa ne olurdu acaba?
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun tevilini mazur görür müydü?
Burada diğer bir nokta ise Hatıb’ın mektubunda yazdıklarıdır. Zira o, mektubunda şöyle
diyordu:“Ey Kureyşliler! Peygamber sel gibi ordularla size geliyor. Şayet tek başına gelse de Allah
(subhanehu ve tealâ) onu galip kılacaktır.”
Şayet insafla bu mektubu okursan anlarsın ki Hatıb onları bir nevi tehdit etmektedir.
Bundan dolayı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu tekfir etmemiştir. Buna karşılık Amcası
Abbas’ı Bedir’de esir almış ve kendisine kâfirlere yapılan uygulamayı yapmıştır. Çünkü amcası açık
bir şekilde kâfirlere destek vermiştir. Buna karşılık Hatıb, ne küfre açık bir şekilde destek vermiş,
ne de Müslümanlara karşı kâfirlere açık bir yardımda bulunmuştur. Hatıb hatalı tevilinden dolayı
yanlış yapmış ancak bu yanlışından hemen geri dönerek tevbe etmiştir. Fakat günümüz
tağutlarının askerlerinin durumu böyle midir? Onlar açık bir şekilde küfür rejimlerine destek
veriyorlar, hatalarında ısrar ediyorlar, kendilerini uyaranları da sapıklıkla itham ediyorlar.
Bilinmelidir ki Kur’an insanları Allah’ın ordusu ve şeytanın ordusu olmak üzere iki gruba
ayırmıştır. Ve ayetler iyice incelendiği zaman Allah’ın ordusunu şeytanın ordusundan ayıran temel
vasıf, Allah’ın ordusunun fertlerinin velayeti Allah’a, Rasulüne ve Müminlere vermesidir. Buna
karşılık şeytanın ordusunun temel vasfı ise kâfirleri veli edinmeleridir. Dolayısı ile velayeti sağlam
olan bir kimse Allah’ın ordusunun vasfını taşırken, bu noktada gevşeklik gösterenler ise şeytanın
ordusunun vasfını taşırlar.
Son olarak ayette geçen bazı tekidlere dikkat çekmek isterim. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu
ayette “muhakkak ki” (inne) kelimesini kullanmıştır ki bu Arapçada tekid kelimesidir. Bununla
beraber ayetin sonunda “Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden
olmuşlardır” buyurmuştur.
Malum olduğu üzere tekid muhatabın münkir olmasına delildir. Gerçekten de günümüzde
irca ehlinin bu nassları zahirinden çıkararak tevil baltası ile tahrif etmeleri tam bir münkirliktir.
13
Fethul Bari, 8/307.
5
 
S Çevrimdışı

sahhe

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Buna karşılık Hatıb, ne küfre açık bir şekilde destek vermiş, ne de
Müslümanlara karşı kâfirlere açık bir yardımda bulunmuştur.

Elimizi kalbimize koyalım ve düşünelim, taliban gidiyor amerikan askerlerini vuracak, talibandan biride çıkıp hatıb b. beltanın yazdıgı mesajın aynısını yazıyor, resul s.a.v adı yerine de molla ömer yazıyor.

Şimdi bu adamın yaptıgı açık bir yardım ve destek değilmidir ?

Öyle olmasa olayın vehameti karşısında ömer r.a ne diye öyle tepki veriyor ve rasulullah s.a.v ne diye o konuda ömer r.a uyarmıyor ?

sakın ebu zerka denen cibiliyetsiz böyle diyor diye ben onu savunuyorum gibi olmasın..

 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi

Öyle olmasa olayın vehameti karşısında ömer r.a ne diye öyle tepki veriyor ve rasulullah s.a.v ne diye o konuda ömer r.a uyarmıyor ?

sakın ebu zerka denen cibiliyetsiz böyle diyor diye ben onu savunuyorum gibi olmasın..


Sen diyorsun ki Evet Hatib'in yaptığı küfürdü o yüzden Ömer(Radiyallahu anh) onu tekfir etti, bu tekfirinde haklı olduğu içinde Rasulullah(aleyhissalatu vesselam) onu uyarmadı öyle mi?

Ömer(Radiyallahu anh)'ın Hatib(Radiyallahu anh)'ı tekfir etmesi hakkında Allame İbnul Kayyım diyor ki: "Eğer bir kişi bir müslümanı, tevil ederek ve nefsi için değil de Allah için gazaplanarak nifaka ve küfre nispet ederse, bununla kafir olmaz. Bilakis günahkar da olmaz. Niyeti ve kastı üzere ecir dahi alır. "

(İbnul Kayyım El Cevziyye - Zadu'l Mead 3/372)

Bunun benzeri örnekler sahabe hayatında yaşanmıştır. Tıpkı Üseyd ibn Hudeyr'in, ifk hadisesinde Sad Bin Ubade'ye:"Sen münafıklar hakkında mücadele eden bir münafıksın!" demesi gibi. Rasulullah(Aleyhisselatu vesselam) Useyd'e orada da itiraz etmemişti.

İbnul Kayyım'ın sözünü düşünürsen bunların sebebini anlamış olursun. Ayrıca bu rivayetlerde "Kim bir kimseyi tekfir ederse, eğer o kafir değilse kendisine döner" hadisini zahiri üzere alıp, bir nassa dayanarak bir kimseyi tekfir eden kişinin eğer karşıdaki kafir değilse gerçekten kafir olacağını zanneden cahillere de reddiye vardır.
 
M Çevrimdışı

Musluman.

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sen diyorsun ki Evet Hatib'in yaptığı küfürdü o yüzden Ömer(Radiyallahu anh) onu tekfir etti, bu tekfirinde haklı olduğu içinde Rasulullah(aleyhissalatu vesselam) onu uyarmadı öyle mi?

Ömer(Radiyallahu anh)'ın Hatib(Radiyallahu anh)'ı tekfir etmesi hakkında Allame İbnul Kayyım diyor ki: "Eğer bir kişi bir müslümanı, tevil ederek ve nefsi için değil de Allah için gazaplanarak nifaka ve küfre nispet ederse, bununla kafir olmaz. Bilakis günahkar da olmaz. Niyeti ve kastı üzere ecir dahi alır. "

(İbnul Kayyım El Cevziyye - Zadu'l Mead 3/372)

Bunun benzeri örnekler sahabe hayatında yaşanmıştır. Tıpkı Üseyd ibn Hudeyr'in, ifk hadisesinde Sad Bin Ubade'ye:"Sen münafıklar hakkında mücadele eden bir münafıksın!" demesi gibi. Rasulullah(Aleyhisselatu vesselam) Useyd'e orada da itiraz etmemişti.

İbnul Kayyım'ın sözünü düşünürsen bunların sebebini anlamış olursun. Ayrıca bu rivayetlerde "Kim bir kimseyi tekfir ederse, eğer o kafir değilse kendisine döner" hadisini zahiri üzere alıp, bir nassa dayanarak bir kimseyi tekfir eden kişinin eğer karşıdaki kafir değilse gerçekten kafir olacağını zanneden cahillere de reddiye vardır.

Cevap olarak Ayet Ve Hadis Delil getirenleri Her zaman sevmişimdir...Bizi Aydınlatır bu tür insanlar...
 
T Çevrimdışı

Takva Yolu

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
HAHAHAHA! Ebu Zerka ne kadar komik ya, Ebu Ubeyde ders istemişmiş, metin okut demiş :) Abdulhakim Mervan ders istemişmiş, 30 dk bile ayırmış telefonda Abdulhakime :)

Ya bu adam şizofren mi nedir, çocuk gibi ya hehehe Abdulhakim'in işi gücü yok her gün 7-8 kere arıyormuş, Ebu Ubeyde oturmuş deniz kenarında, ders istemiş metin okut demiş.

Adam çocuk gibi. Yok birde münazaraya çağırıyor, birde şart koşuyor. Soru-Cevap olacakmış. Münazara usulünü İbn Teymiyye'den okuyan yada hiç biryerden okumasada az buçuk ilmin kokusunu alanlar böyle uyduruk bir şart olmayacağını bilir.

Arkadaş delilleri hazmedememiş, kudurmuş, uyuz gibi salyalarını etrafa akıtıyor. Ama atalarımızın güzel bir sözü vardır "Acele ile kalkan, nedametle oturur"

Senin gibi bir ahlaksız, ağzı boş laf yapan bir adamla niye münazara edilsin? Yok Abdulhakim, Ebu Ubeyde cahilmiş, alimleri yokmuş, hüccetlerinin zayıf olduğunu biliyormuşmuşmuşmuş...

Bende Ebu Zerka'ya soruyorum, Selef ona göre karine imiş ya, öyleyse hadi bize münazara usulündwe böyle batıl bir şartın şart koşulabileceğinin delilini getirsin.

Abdulhakim'de çıkar der ki bende münazaraya davet ediyorum, ama soru cevap olmayacak. Böyle boş beleş "Beni kimse yenemez" gibi boş sözlerle ilimliymiş gibi davranmanın lüzumu yok. Mervan videosunda alimlerin nakilleri Ebu Zerka'yı kudurtmuş. Adam Abdulhakim'e değil, Ehli Sünnete kızmış resmen :)
 
halid.bin.velid Çevrimdışı

halid.bin.velid

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ben ebu zerka hiç kanım ısınmıyor bilgisi benden çok ama anlatırken çok kibirli görüyorum rabbim dogru yoldan ayırmasın bizleri

müslümanların içindeki fitne hiç bir yerde yok kafirler münafıklar fitne sokarlar içimzie bazılarıda tagut için çalışır görünüşü müslümanlara benser bunlara dikkat edin kardeşler ben gördüm için söylüyom

( diyer konuşan kim ? telefonda
 
halid.bin.velid Çevrimdışı

halid.bin.velid

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ebu zerka gelin bu konuları tartışalım diyor hatta çagırdını söylüyor ama şartım var dior yani kayıt ortamında olçak herşey kimse gelmiyor diyor ? dogrumu dogrusa neden ilim hocalarımız gidip bu meselerin açıklıga kavuşturmuyorlar ?
 
T Çevrimdışı

Takva Yolu

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ebu zerka gelin bu konuları tartışalım diyor hatta çagırdını söylüyor ama şartım var dior yani kayıt ortamında olçak herşey kimse gelmiyor diyor ? dogrumu dogrusa neden ilim hocalarımız gidip bu meselerin açıklıga kavuşturmuyorlar ?

Bu tarz cahil ve ahlaksızların bir yöntemi vardır, şartlardan kayıtın önemi yok, onu zaten herkes kabul eder.

Önemli olan söylediği şart şu "İstediğimi sorarım". Ebu Zerka isimli mahluk gibi ahlakı olmayan adamlar münazarada sürekli seyirciye oynar, az buçuk münazara ilminden anlayanlar bu tarz ahlaksızların hilelerini kavrar.

Mesela Ebu Zerka baktı olmuyor, diyecek ki falan alim ne diyor, falanın anlamı nedir? Tabii bunlar alakasız ve gereksiz şeyler olduğu için, bu arkadaş önceden ezberleyecek ve şöyle diyecek "Ya sen daha bunu bilmiyorsun vs vs". Zaten sürekli şunu diyor "Şunun lügat manası vs" Sanki mevzu lügat mevzusu.

Birde bu adam çok yalancı. Tıpkı bir Yahudi gibi. Yok Ebu Ubeyde ders istemiş. Videonun sonlarına doğru diyorki denize gittik onu alt ettim cevap veremedi (bizde yedik, hani delil?) sonra bidaha gelmedi diyor. Ama videonun ortasında diyor ki çiğköftecide konuştuk vs SONRA BENDEN DERS İSTEDİ SONRA METİN OKUT DEDİ. Yalanı zaten ortada.

Sonra Abdulhakim sürekli arıyormuş. Görende arkadaşı İbn Teymiyye sanacak. Abdulhakim'in işi gücü yok, koskoca ilim talebeleri bitti, akidesi zıt Ebu Zerka'yı arayıp yarım saat ders almış :)

Çapulcu adam daha iki kelimeyi yanyana getiremiyor, tüm dersleri metinden okuyor. Birde sanki siteyi kendi yönetmiyor gibi yapıyor. Halbuki sitesinin kontrolüde kendinde. Zamanında inspeakte kendi gelip, kendi sayfasının linkini copy-paste yapıyordu. O zamanlarda "ebuzerka.tr.gg" idi sitesi.İşte böyle çelimsiz, ahlaksız bir adam. Hangi ilim talebesi inspeak girerde, milletin kanalında kendi sitesinin linkini sürekli copy-paste yapar?

Neyse daha diyecek çok şey varda, böyle ebu zerka gibi baykala,tayyibe müslüman diyen müşrikler işin konuşmaya değmez.
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ebu hanzalının ilmini oda biliyor Rabbim onu kurtarsın basiretini daha da arttırsın hocayı yüz yüze tanımadım ama çok üzün süredir kendisini dinliyorum tabiki başkalarınıda ama benim dularım ona ve bütün muvahitlere

hocanın bütün derslerini defalarca dinledim bende ne bir kibir ne bir beğenmişlik hissi bıraktı ama ben ebuzerka da bunları hissediyorum bilmiyorum bana mı öyle geliyor hani doğru bile söylese ondan değil başkasından almayı tercih ederim bence kepaze olacağı gün yakındır
 
HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ebu ubeydeyi gözünüzde o kadar çok büyütmüşsünüz ki bu gidişle imam ibn-i teymiye'nin kitaplarını bırakıp tercüman/çevirmen ilyas'ın kitaplarını okuyarak devam edeceksiniz.

Gerçi o benden yediği tekfir ile daha kendini doğrultmaya vakit bulamamıştır.
 
HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ben ebu zerka hiç kanım ısınmıyor bilgisi benden çok ama anlatırken çok kibirli görüyorum rabbim dogru yoldan ayırmasın bizleri

müslümanların içindeki fitne hiç bir yerde yok kafirler münafıklar fitne sokarlar içimzie bazılarıda tagut için çalışır görünüşü müslümanlara benser bunlara dikkat edin kardeşler ben gördüm için söylüyom

( diyer konuşan kim ? telefonda

diğer konuşan musa hocaya benziyor
 
EBU HAFSA Çevrimdışı

EBU HAFSA

Üye
İslam-TR Üyesi
Bu tarz cahil ve ahlaksızların bir yöntemi vardır, şartlardan kayıtın önemi yok, onu zaten herkes kabul eder.

Önemli olan söylediği şart şu "İstediğimi sorarım". Ebu Zerka isimli mahluk gibi ahlakı olmayan adamlar münazarada sürekli seyirciye oynar, az buçuk münazara ilminden anlayanlar bu tarz ahlaksızların hilelerini kavrar.

Mesela Ebu Zerka baktı olmuyor, diyecek ki falan alim ne diyor, falanın anlamı nedir? Tabii bunlar alakasız ve gereksiz şeyler olduğu için, bu arkadaş önceden ezberleyecek ve şöyle diyecek "Ya sen daha bunu bilmiyorsun vs vs". Zaten sürekli şunu diyor "Şunun lügat manası vs" Sanki mevzu lügat mevzusu.

Birde bu adam çok yalancı. Tıpkı bir Yahudi gibi. Yok Ebu Ubeyde ders istemiş. Videonun sonlarına doğru diyorki denize gittik onu alt ettim cevap veremedi (bizde yedik, hani delil?) sonra bidaha gelmedi diyor. Ama videonun ortasında diyor ki çiğköftecide konuştuk vs SONRA BENDEN DERS İSTEDİ SONRA METİN OKUT DEDİ. Yalanı zaten ortada.

Sonra Abdulhakim sürekli arıyormuş. Görende arkadaşı İbn Teymiyye sanacak. Abdulhakim'in işi gücü yok, koskoca ilim talebeleri bitti, akidesi zıt Ebu Zerka'yı arayıp yarım saat ders almış :)

Çapulcu adam daha iki kelimeyi yanyana getiremiyor, tüm dersleri metinden okuyor. Birde sanki siteyi kendi yönetmiyor gibi yapıyor. Halbuki sitesinin kontrolüde kendinde. Zamanında inspeakte kendi gelip, kendi sayfasının linkini copy-paste yapıyordu. O zamanlarda "ebuzerka.tr.gg" idi sitesi.İşte böyle çelimsiz, ahlaksız bir adam. Hangi ilim talebesi inspeak girerde, milletin kanalında kendi sitesinin linkini sürekli copy-paste yapar?

Neyse daha diyecek çok şey varda, böyle ebu zerka gibi baykala,tayyibe müslüman diyen müşrikler işin konuşmaya değmez.

Kardes simdi ebu zerkadan ne farkin kaldi. hani onun kibirli ve terbiyesiz seviyesini herkes kiniyordu. Senin yazdigin ne rasulullah ahlakina nede muvahid müslüman ahlakina uyuyor.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt