Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesi beşeri kanunlarla hükmeden kafir devletlerin
bekasını sağlama, onların küfür düzenlerini koruma, beşeri anayasalarını müdafaa etme adına kurulmuş askeriye, emniyet teşkilatı gibi müesseselerde görev
alan asker ve polislerin bu fiillerinden dolayı kafir olmayacaklarını ispat etme
adına İrca Ehli tarafından devamlı surette gündemde tutulan delillerden bir tanesidir. Konunun hemen başında şunu hatırlatmakta fayda vardır.
Böylesi kurumlarda görev almanın İrca Ehli nazarında küfür olmadığı sabittir.
121
Buna rağmen onların Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesi ile delil getirmeleri
tam bir tutarsızlıktır. Böylesi kurumlarda çalışmak (onların nazarında) küfür
olmadığına göre çalışanlar da elbette kâfir olmaz. O halde neden böylesi bir
delillendirme yoluna gidilmektedir. Yoksa bu hak ile batılın iyice birbirine karış-
tırılması, meselenin içinden çıkılmaz bir hale dönüştürülmesi hedefine yönelik
olmasın!???
Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesine gelecek olursak sahih kaynaklarda geçtiği
üzere konu şu şekildedir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'yi fetih için yola çıkmak üzeredir. Bu sırada Hâtıb bin Ebi Beltâ, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kendilerinin üzerine yürüdüğünü haber vermek için Kureyşlilere bir mektup yazar.
Mektubu bir kadına verir. Bunu Kureyşlilere ulaştırması için ona bir ücret de
öder. Kadın, mektubu başında saç örgüleri arasında gizleyerek yola koyulur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bu vahiy yolu ile bildirilir. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali ile Zübeyr'i görevlendirerek
"Hemen gidin! Hâh bahçesine vardığınızda, yanında Kureyşlilere bir mektup gö-
121
İrca Ehlinin en çok kitabı (8000 cilt) olan âlimi bir konuşmamızda bana "Burada konuşmak iş değil. Cesaretin varsa askere git ve orada mücadele et. Burada kaçak güreşme"
diyordu. Bu onların en çok kitabı olan âlimlerinin sözü idi. Onların en iyileri ise böylesi
kurumlarda çalışılabileceğini, bunun hiçbir zaman küfür olmayacağını, burada mücadele
ederek hakkı ortaya koymak gerektiğini söylüyordu. Sapıklıktan Allah'a sığınırız. 116 ◊ Murat Gezenler
türen bir kadını hayvanı üzerinde bulacaksınız" der. Hz. Ali ile Zübeyr hemen
atlarını koşturup gittiler. Sözü geçen yerde kadını buldular ve hayvanından indirdiler. "Yanındaki mektup nerede?" diye sordular. Kadın "Benim yanımda
mektup yok benim" diye cevap verdi. Eşyasını aradılar fakat bir şey bulamadılar.
O zaman Hz. Ali -Allah ondan razı olsun- kadına dedi ki:
"Allah'a yemin ederim ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir zaman yalan söylememiştir, biz de yalan söylemiyoruz! Vallahi, ya mektubu çıkarırsın ya da seni soyacağız!"
Kadın onun ciddi olduğunu görünce: "Yüzünü çevir" dedi. O da yüzünü çevirdi. Kadın, saç örgülerini açıp arasından mektubu çıkarttı ve onlara verdi. Onlar da mektubu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e getirdiler. Baktılar ki
mektup Hâtıb bin Ebi Belta tarafından Kureyşlilere yazılmış ve Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in onlar üzerine yürümekte olduğunu haber veriyor.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen Hâtıb'ı çağırttı "Bu nedir ey
Hâtıb?" diye sordu. Hâtıb şöyle cevap verdi:
"Hakkımda hüküm vermede acele etme ey Allah'ın Rasulü! Ben Kureyşli
olan fakat onların nesebinden olmayan birisiyim. Senin çevrendeki muhacirlerin ise, Mekke'de bulunan yakınlarını ve mallarını koruyan akrabaları bulunmaktadır. Ben onların arasında nesebim olmadığı için akrabalarımı korusunlar
diye kendilerine bir iyilikte bulunmak istedim. Bunu ne kafir olduğum, ne dinimden döndüğüm ne de İslam'dan sonra küfre razı olduğum için yapmış değilim."
Ömer b. Hattab dedi ki: "İzin ver bana ya Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım! Bu adam Allah'a ve Rasulü'ne hiyanet etmiştir, münafıklık yapmıştır!" Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne biliyorsun ey Ömer! Belki de Allah, Bedir savaşına katılmış
olanlara bakıp: 'İstediğinizi yapın. Ben sizi bağışlamışımdır' buyurmuştur." Hz.
Ömer'in gözleri doldu ve: "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir" dedi.
122
Ey okuyucu kardeşim! Gerek kitabımızın girişinde gerekse de İrca Ehlinin
birçok şüphesine cevap verirken söylediğim şu noktayı unutmaman gerekir:
Her hangi bir delilin sahih bir delil olabilmesi için temel iki şart vardır.
Bunlardan ilki subut şartı diğeri ise delalet şartıdır. Hatıb bin Ebi Beltâ kıssası
sahih kaynaklarda geçtiği için subut açısından delil olmaya elverişlidir. Ancak
konuya delaleti açısından delil olmaya elverişli değildir. Zira Hatıb bin Ebi Belta
122
Îbn Hişâm (2/398–399) senedsiz olarak rivayet etmiştir. Müslim (2494), Ebu
Davud (2650), Tirmizî (3302) Ahmed b. Hanbel (1/80) Hz. Ali'den rivayet etmişlerdir.◊ Şüphelerin Giderilmesi 117
hadisesi ile günümüz şirk askerlerinin durumu arasında hiçbir benzerlik yoktur.
Hatıb bin Ebi Beltâ aslen Allah'ın askerlerinden, İslam dininin savunucularındandır. Hatıb bin Ebi Beltâ fasıl günü olan Müslümanlarla münafıkların ayrıldı-
ğı büyük Bedir gazvesinde bulunmuştur. Buna karşılık lehinde bu kıssa ile delil
getirilmeye çalışılanlar aslen şirk kanunlarının, beşeri anayasaların askerleridir.
Hatıb bin Ebi Beltâ Allah'ın indirdiği hükümleri savunan bir asker, günümüzdeki tağutların yardımcıları ise şirk hükümlerini, küfür kanunlarını savunan askerlerdir.
Hatıb bin Ebi Beltâ yaptığının hata, günah ve hatta küfür olduğunu bilen,
bundan dolayı pişmanlık duyan bir kimsedir. Tağutların askerleri ise yaptıkları
bu küfür görevini bütün güçleri ile savunmaya çalışan, yaptıkları işten razı olan
kimselerdir.
123
Hatıb bin Ebi Belta böylesi bir fiili bir kere yapmış ve yaptığından ise piş-
man olmuştur. Tağutların destekçileri ise bütün ömürlerini bu işe adamışlardır.
Daha burada saymaya gerek duymadığım birden çok sebepten dolayı Hatıb bin
Ebi Beltâ kıssasının daha işin başında günümüz tağutlarının askerlerinin durumuna delil olması kesinlikle söz konusu değildir. Zira getirilen delilin konuya
hiçbir açıdan delaleti yoktur. Bundan dolayıdır ki İmam Beyhaki Süneni'nde
Hatıb bin Ebi Belta kıssasını "Müslümanların Sırlarını Müşriklere Haber Veren
Müslüman Kimse" başlığında rivayet ederken hemen ardından "Harb Ehlinden
Olan Casus" başlığı altında Seleme bin Ekva'dan rivayet edilen şu kıssayı rivayet
etmiştir:
Seleme bin Ekva şöyle anlatıyor: Allah Rasulü sefer esnasında iken müş-
riklerden bir casus onun yanına geldi. Sahabilerin yanına oturdu. Onlarla konuştu. Sonra kaçıp gitti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Onu yakalayın ve
öldürün" buyurdu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) casusun üzerinden çı-
kan eşyayı ve elbiseleri de bana ganimet olarak verdi.
124
Diğer taraftan tüm İslam âlimleri Hatıb bin Ebi Beltâ hadisesini "Casusun
Hükmü" başlığında ele alırken Müslüman casus ile harb ehlinden olan casusu
birbirinden ayırmışlar, tüm âlimler harp ehlinden olan casusun öldürüleceğini
söylerken Müslüman casusun öldürülüp öldürülmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak âlimler Müslüman casustan bahsederken Hatıb bin Ebi Belta
kıssasını delil getirirken harp ehlinden olan casus konusunda ise yukarıda ver-
123
Nitekim birçok kez gözaltına alınma, tutuklanma gibi durumlarda kendileri ile konuştuğumuzda buna defalarca şahit olmuşuzdur.
124
Rivayet ayrıca Buhari, Ebu Davud, İbn-i Mace'de geçmektedir.118 ◊ Murat Gezenler
diğimiz rivayetle istidlalde bulunmuşlardır.
125
İşte bu, rabbani âlimlerin aslen Müslüman bir kimsenin yaptığı amel ile aslen kâfirlerin ve müşriklerin safında olan bir kimsenin yaptığı ameli birbirinden
ne denli güzel bir fıkıh ile ayırt ettiklerinin en güzel örneklerinden sadece bir tanesidir. İşte ilim ve fıkıh budur.
İlim ve fıkıh her delili yerli yerince anlamak, her nassı kendisine uygun bir
yere oturtmaktır. Aslen bir Müslüman olan, Allah'ın ordusunda, Allah'ın peygamberinin safında, ilahi nizamın esaslarını savunan bir Müslüman ile aslen kâ-
firlerin ordusunda, tağutların safında şirk ve küfür kanunlarını savunan bir kâfiri kıyaslamak Allah'a yemin olsun ki ne bir ilimdir ne de bir fıkıh… Böylesi bir
fıkıhsızlıktan Allah'a sığınırız.
Diğer taraftan yine geçtiğimiz sayfalarda da söylediğim gibi Allah'ın dinine
dair herhangi bir hüküm muhkem asıllarla tespit edilir, müteşabih deliller muhkem asıllara uygun bir şekilde tevil edilir. Tağutların yardımcılığını yapmanın,
onları desteklemenin hükmü Allah'ın kitabında oldukça sağlam delillerle açıklanmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in açık uygulaması kafirlerin safında Müslümanlara karşı savaşanların her ne kadar dilleri ile Müslüman olduklarını iddia etseler bile kafir olacağını açık bir şekilde göstermektedir. Tüm ümmet bu asıl üzerinde icma etmiştir.
126
Hatıb bin Ebi Belta hadisesi ise tüm bu deliller karşısında işin aslı konuya delaleti dahi olmamakla beraber müteşabih
hükmünde bir delildir. O halde burada izlenmesi gereken yol muhkem naslar
ışığında müteşabih olanın tevil edilmesidir.
Konuyu ayrıntılı bir şekilde ele alan İslam âlimleri iki farklı görüş sunmuş-
lardır. Onlardan bir kısmı Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı fiilin kâfirleri veli
edinmek yönünde bir amel olmadığını, bunun sadece kişiyi dinden çıkarmayan
bir casusluk nevinden olduğunu bunun ise mutlak anlamda küfür olmadığını
belirtmişlerdir. Konuya bu açıdan bakıldığı zaman Hatıb bin Ebi Belta kıssası-
nın İrca Ehli'nin lehinde bir delil olması söz konusu değildir. Zira bu görüşe gö-
re Hatıb bin Ebi Belta'nın ameli aslen küfür olan bir amel değildir. Günümüzde
125
Şafi, Ahmed, Ebu Hanife gibi ‘Müslüman casusun öldürülmeyeceğini’ savunan âlimler
de Malik, Hanbelîlerden İbn-i Akil ve diğerleri gibi Müslüman casusun öldürüleceğini
savunan âlimler de Hatıb kıssasını delil getirmişlerdir. Öldürüleceğini savunanlar bu kıssayı zikrederek "Hatıb'ın öldürülmesinde engel Müslüman olması değil, Bedir ehlinden
olması idi. Umumi engel varken hususi engelin belirtilmesine gerek yoktur. O halde böylesi hususi bir engeli olmayanın öldürüleceği aşikârdır" demişlerdir.
126
Bu konunun delilleri en detaylı haliyle "İrca Saldırıları Karşısında Tevhid Müdafası"
isimli eserimizde belirtilmiştir. Dileyen okuyucularımızın o kitabımıza müracaat etmelerini öneririz. ◊ Şüphelerin Giderilmesi 119
tağutların gönüllü askerliklerini yapan, onların şirk anayasalarını, küfür düzenlerini savunanların amelinin ise küfür olduğu hususunda zerre kadar bir şüphe
yoktur. Aslen küfür olmayan bir amelin sahibi ile küfür olan bir amelin sahibini
birbiri ile kıyaslamak ise İrca Ehlinin en batıl kıyaslarından sadece bir tanesidir.
Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı bu ameli küfür olmayan casusluk olarak de-
ğil de bilakis kâfirleri veli edinmek, onlara yardım etmek, destek vermek kapsamında bir casusluk kapsamında değerlendiren âlimler ise yapılan amelin kü-
für olmasına karşın sahibinin tekfir edilmesini engelleyen bazı engellerden bahsetmişlerdir. Bu görüşü tercih eden âlimler Hatıb bin Ebi Belta'nın "Ben dinimden dönmedim ve dinimi değiştirmedim" sözü ile Hz. Ömer'in "İzin ver bana ya
Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım" sözlerini görüşlerine delil olarak
getirmişlerdir. Zira yapılan amel küfür olmasa idi Hatıb bin Ebi Belta'nın bu
sözleri bir anlam taşımazdı. Aynı şekilde Hz. Ömer'in "İzin ver bana ya
Rasulallah! Şu münafığın boynunu vurayım" sözüne karşılık Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in "O Bedir ehlindendir" şeklinde cevap vermesi bir
nevi Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amelin küfür olduğuna işaret kabilindendir.
Bu yüzden günümüzde muasır birçok âlim yapılan fiilin küfür olduğunu söylemişler buna karşılık Hatıb bin Ebi Belta'nın tekfir edilmesine engel bazı durumlardan bahsetmişlerdir. Konuya dair Şeyh Ebu Basir et-Tartusi'nin açıklamaları
oldukça doyurucu niteliktedir:
"Hatib bin Ebi Belta’nın yaptığı fiil bir küfür fiiliydi. Ancak Hatıb, kendisine küfür hükmünün verilmesine mani olacak bir takım engellere ve özelliklere
sahip olduğu için tekfir edilmedi.
Ömer bin Hattab’ın, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in önünde söylemiş olduğu şu söz, Hatıb’ın yaptığının küfür olduğunu göstermektedir:
“Ey Allah’ın Resulü, o Allah’a, Resulüne ve mü’minlere ihanet etmiştir. Bı-
rak da bu münafığın boynunu vurayım.”
Başka bir rivayette de şöyle geçer: “O küfre düştü, nifak işledi, ahdini bozdu ve size karşı düşmanlarınıza yardım etti!”
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ömer’i dinlemiş ve Hatıb’ın yaptığını müşriklere dostluk, küfür ve nifak olarak nitelendirmesine karşı çıkmamıştır. Ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hatıb’e nifak ve küfür hükmünün verilmesini kabul etmedi. Zira Hatıb, aşağıdaki sebeplerden dolayı
nifağa düşmedi ve tekfir edilmedi.
Birincisi: O bu işi, te’vili sonucu yaptı. Yaptığı bu fiilin, küfür ya da kişiyi
İslam’dan çıkaran bir amel derecesine ulaşacağını bilmiyordu -veya zannetmi-120 ◊ Murat Gezenler
yordu-. Bununla Rasulullah’ı aldatmayı ya da ona ihanet etmeyi de
kasdetmemişti. Bu nedenle, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona Kureyş
kâfirlerine yazmış olduğu mektubun nedenini sorduğunda şöyle cevap verdi:
"Hakkımda hüküm vermede acele etme ey Allah'ın Rasulü! Ben Kureyşli
olan fakat onların nesebinden olmayan birisiyim. Senin çevrendeki muhacirlerin ise, Mekke'de bulunan yakınlarını ve mallarını koruyan akrabaları bulunmaktadır. Ben onların arasında nesebim olmadığı için akrabalarımı korusunlar
diye kendilerine bir iyilikte bulunmak istedim. Bunu ne kafir olduğum, ne dinimden döndüğüm ne de İslam'dan sonra küfre razı olduğum için yapmış değilim."
Onun bu cevabına karşılık Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurdu:
"O size doğru söylüyor. O Bedir'de bulunmuştur. Nereden biliyorsunuz;
belki de Allah (Subhanehu ve Tealâ) Bedir ehline baktı ve «Ne yaparsanız yapın
sizi affettim» dedi."
İbn-i Hacer (rahimehullah) şöyle der: “Hatıb’ın mazereti, sözünde geçtiği gibidir. O, bunun zarara neden olmayacağını te’vil ederek yaptı.”
127
Bilindiği gibi
te’vil, kişi hakkında küfür hükmünün verilmesinin engellerinden biridir. Buna
dikkat edilmesi gerekir.
İkincisi: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), -vahiy yoluyla- Hatıb’ın
kastının ve batınının bozuk olmadığını öğrenmişti. Bu nedenle onun hakkında
“O size doğruyu söylüyor” dedi. Ancak kişinin kastının ve batınının vahiy yoluyla bilinebilmesi, Rasulullah’tan başka hiç kimse için geçerli değildir. Bu nedenle Ömer, Hatıb’a zahirine göre muamele etti.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatı ile vahyin kesilmesinden dolayı, insanların batınlarına itibar etmek ve buna göre muamelede bulunmak hiç
kimse için geçerli değildir. Ömer bin Hattab’ın şu sözünden kastedilen de budur:
“İnsanlar, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde vahiy alıyorlardı. Daha sonra vahiy kesildi. Şimdi ise amellerinizden gördüğümüzü alıyoruz.
Kimin hayırlı bir iş yaptığını görürsek onu korur ve ona yaklaşırız. Gizledikleri
bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden dolayı onu hesaba çekecek olan Allah
(Subhanehu ve Tealâ)’dır. Kimin bir kötülük işlediğini görürsek gizlediği şeylerin
iyi olduğunu söylese dahi ona inanmayız ve onu korumayız.”
128
127
Fethu’l-Bari, 8/503.
128
Buhari◊ Şüphelerin Giderilmesi 121
Bundan dolayı, hakkında muteber bir engel bulunmadığı sürece, açık bir
küfrü izhar eden kişiyi tekfir ederiz.
Üçüncüsü: Hatıb (radıyallahu anh)'ın doğru olduğunun işaretlerinden biri
de, vermiş olduğu cevabı, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğrulaması-
dır. Sorulduğunda, kendisinde mektup olmadığını söylemeyen kadının yaptığı
gibi işlemiş olduğu suçu Rasulullah’tan gizlemedi ve bunu inkâr etmedi. Hatıb
münafık olsaydı, olayı mutlaka yalanlardı. Çünkü münafığın özelliklerinden biri
de, yalan söylemesidir. Ancak Hatıb, doğruyu söyledi.
Yine bunun örneklerinden biri de Ka’b bin Malik (radıyallahu anh)'ın kıssasıdır. Tebük gazvesinden geri kalmasının nedeni olarak Rasulullah’a (sallallahu
aleyhi ve sellem) doğruyu söyledi. Bu nedenle bağışlandı. Nitekim o şöyle demişti:
“Ey Allah'ın Rasulü! Biliyorum ki Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülü-
ğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe
hep doğru söylemek olacaktır... Allah’a yemin ederim ki, Allah beni İslam ile şereflendirdikten sonra, (bana göre) Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir. Aksi takdirde diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim Allahu Tealâ, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en ağır şeyi söylemiştir. Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:
“Kendilerine döndüğünüz vakit size özür beyan edeceklerdir. De ki: Özür dilemeyin, size kesinlikle inanmayız. Allah bize, size dair haberler vermiştir.
Allah ve Resulü sizin davranışınızı görecek, sonra görüneni de görünmeyeni
de bilene döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız
da, şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz.” (9 Tevbe/95-96)
Allah (Subhanehu ve Tealâ), aralarında Kab bin Malik’in bulunduğu doğru
sözlü üç kişi hakkında şöyle buyurur:
“Andolsun ki Allah, Peygamberini de, içlerinden bir grubun gönülleri
az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda ona tabi olan muhacirle ensarı
da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü
O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de
(tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki, yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara
dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan –yine
O’ndan- başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anlamışlardı. Sonra tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak buyurdu. Şüphesiz Allah, tevbeyi kabul
edendir, hakkıyla merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve
sadıklarla beraber olun.” (9 Tevbe/117-119)122 ◊ Murat Gezenler
Doğru olmaları onların kurtulmalarına neden olduğu gibi yalancı olmaları
da yalan söyleyenlerin helakına neden olmuştur. Hatıb hakkında konuşuldu-
ğunda bunların göz önünde bulundurulması gerekir.
Dördüncüsü: Hatıb’ın, Bedir ehlinden olması da, mazur kabul edilmesinde etkili olmuştur. Bedir, ayak kayması sonucu meydana gelen hataları ve kö-
tülükleri gideren büyük bir iyiliktir, katılımcıları hakkında hüsn-ü zannı gerektirir. Hata ettiklerinde veya ayakları kaydığında, onlar için te’vil dairesini genişletir. Bu nedenledir ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"O, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne biliyorsun ey Ömer! Belki de Allah,
Bedir savaşına katılmış olanlara bakıp: 'İstediğinizi yapın. Ben sizi
bağışlamışımdır' buyurmuştur."
Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Bedir ve Hudeybiye’ye katılanlardan kimsenin –İnşaallah- cehenneme
girmeyeceğini umarım.”
129
Hatıb (radıyallahu anh), hem Bedir’de ve hem de Hudeybiye’de bulunanlardandır.
Buradan anlaşılmaktadır ki, iyilikleri artan ve çoğalan ve Allah yolunda
musibetlere katlanmış olan kimse için ayağının kayması veya bir takım hatalara
düşmesi halinde te’vil dairesinin genişletilmesi gerekir. Allahu Tealâ en doğrusunu bilir.
Beşincisi: Hatıb (radıyallahu anh)’ın yapmış olduğu bu fiil, sürekli olarak
yaptığı birşey değildi. Hatıb, hayatında sadece bir defa bu fiili işledi. Casusun
durumu ise böyle değildir. Çünkü casusluk, bu fiilin daima yapılmasını gerektirir. Yapılan casusluğun sıfatını ve bu işi yapanın hakikatini belirlemek yönünden, sadece bir defa yapan ile birçok defa yapan arasında fark bulunmaktadır.
Dolayısıyla, Hatıb (radıyallahu anh)’ın fiili küfür ve kişiyi dinden çıkaran
dostluk olsa da, yukarıda aktardığımız sebeplerden dolayı Hatıb’ın tekfir edilmesi caiz değildir. Allahu Tealâ en doğrusunu bilir."
130
Hatıb bin Ebi Belta hadisesine dair Şeyh Alaaddin Palevî şöyle demektedir:
"Üzülerek belirtmeliyim ki bazı çevreler bu kadar açık delillere rağmen
kendilerine delil arama gayreti ile Hatıb bin Ebi Belta kıssasını kendi lehlerine
tahrif etmekten geri durmamışlardır. Bu çevrelere göre Hatıb bin Ebi Belta kâ-
firleri desteklemiş ancak Rasulullah onu tekfir etmemiştir.
129
Müslim
130
İslam Dininden Çıkaran Ameller sy: 105-111.◊ Şüphelerin Giderilmesi 123
Ancak Hatıb bin Ebi Belta Mekkeli müşriklere mektup göndererek onlara
Rasulullah’ın kendilerine saldıracağını haber verdiğinde Ömer (radıyallahu anh)
bu hâli küfre destek vermek olarak kabul etmiş ve onu öldürmek istemiştir. Fakat Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı nedenlerden dolayı buna engel
olmuştur. Bunlardan ilki Hatıb’ın tevilidir. Zira o malının ve ehlinin emniyette
olması adına böyle bir fiilde bulunmuş ve bunun da küfür olduğunu düşünmemiştir. Yapmış olduğu fiilin caiz olduğunu düşünmüştür. İbn-i Hacer el Askalanî
(rahimehullah) Fethu’l Bari’de bu konu ile ilgili olarak şöyle demiştir:
"Hatıb’ın mazereti, sözünde geçtiği gibidir. O, bunun zarara neden olmayacağını te’vil ederek yaptı.”
131
Elbette Hatıb bin Ebi Belta tevilinde hatalıydı. Bundan dolayı Allahu Tealâ
onu Kuran’da kınamıştır. Ancak tevili onu küfürden kurtarmıştır. Peki, tekrar
aynı şeyi yapsa ne olurdu acaba? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun tevilini mazur görür müydü?
Burada diğer bir nokta ise Hatıb’ın mektubunda yazdıklarıdır. Zira o, mektubunda şöyle diyordu:
“Ey Kureyşliler! Peygamber sel gibi ordularla size geliyor. Şayet tek başına
gelse de Allah (Subhanehu ve Tealâ) onu galip kılacaktır.”
Şayet insafla bu mektubu okursan anlarsın ki Hatıb onları bir nevi tehdit
etmektedir. Bundan dolayı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu tekfir etmemiştir. Buna karşılık Amcası Abbas’ı Bedir’de esir almış ve kendisine kâfirlere yapılan uygulamayı yapmıştır. Çünkü amcası açık bir şekilde kâfirlere destek
vermiştir. Buna karşılık Hatıb, ne küfre açık bir şekilde destek vermiş, ne de
Müslümanlara karşı kâfirlere açık bir yardımda bulunmuştur. Hatıb hatalı tevilinden dolayı yanlış yapmış ancak bu yanlışından hemen geri dönerek tevbe etmiştir. Fakat günümüz tağutlarının askerlerinin durumu böyle midir? Onlar
açık bir şekilde küfür rejimlerine destek veriyorlar, hatalarında ısrar ediyorlar,
kendilerini uyaranları da sapıklıkla itham ediyorlar. Bilinmelidir ki Kur’an insanları Allah’ın ordusu ve şeytanın ordusu olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Ve
ayetler iyice incelendiği zaman Allah’ın ordusunu şeytanın ordusundan ayıran
temel vasıf, Allah’ın ordusunun fertlerinin velayeti Allah’a, Rasulüne ve
mü'minlere vermesidir. Buna karşılık şeytanın ordusunun temel vasfı ise kâfirleri veli edinmeleridir. Dolayısı ile velayeti sağlam olan bir kimse Allah’ın ordusunun vasfını taşırken, bu noktada gevşeklik gösterenler ise şeytanın ordusunun
vasfını taşırlar."
132
131
Fethu’l-Bari 8/503.
132
İstismar Edilen 40 Ayet.124 ◊ Murat Gezenler
Sonuç
1- Hatıb bin Ebi Belta kıssasının İrca Ehli ile aramızdaki ihtilafa delaletinin
zannî olması onların bu delillerini iptal etmektedir. Zira Hatıb bin Ebi Belta'nın
ameli ile günümüz tağutlarının ameli bire bir aynı değildir.
2- Hatıp bin Ebi Belta2nın yaptığı amel küfür dahi olsa o aslen Müslüman
olup, İslam'ın askeridir. İslam'ın askeri, Allah'ın ordusunun bir ferdi ile küfrün
askeri, beşeri kanunların fertlerini kıyaslamak batıl bir kıyastır.
3- Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amelin küfür olup olmaması alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Şayet Hatıb bin Ebi Belta'nın yaptığı amel küfür
değilse zaten kıssasının İrca Ehli lehinde bir delil olması söz konusu değildir.
Buna karşılık Hatıb'ın ameli küfür olarak kabul edilse –ki bizce de doğruya en
yakın görüş budur- onun tekfir edilmesine engel şer'i gerekçeler vardır. Bu da
onun doğru sözlü olmasıdır.
4- Günümüz tağutlarını savunan askerlerin mümteni konumunda olması
işin başında onlar için tekfirin engelleri ve şartlarını iptal etmektedir. Zira tekfirin engelleri ve şartları ancak mümteni konumunda olmayan kimseler için ge-
çerli bir durumdur.
Bu ve buna benzer gerekçelerden dolayı İrca Ehli'nin bu istidlallerinde de
kendi lehlerine bir yön olmadığı açıkça ortadadır. En doğrusunu şüphesiz Allah
(Subhanehu ve Tealâ) bilir.
133