Şüphesiz ki ehl-i sünnet ve’l-cemaatin nitelik ve belirtileri açık ve nettir. Çünkü onlar hak ehlidirler, hak ise gayet açıktır. Ayrıca onlar doğruluk ehlidirler, doğruluk ise apaçıktır. Diğer taraftan onlar sünnete uyarlar, sünnet te muhafaza edilmiştir.
Hem onlar cemaatin kendisidirler. Cemaat ise hakka uyduğu sürece hatadan korunmuştur.
Ehl-i sünnetin nitelik ve özelliklerine dair seleften gelmiş bazı rivayetleri, birtakım imamların ifade ettiği şekliyle sunmaya çalışacağız:
1- Ehl-i sünnet Allah’ın sapasağlam ipine sıkı sıkıya sarılan kimselerdir:
Ebû Bekr es-Sıddîk -Radıyallahu Anh- diyor ki: “Sünnet Allah’ın sapasağlam ipidir. Onu terkeden bir kimse kendisiyle Allah arasındaki ipi koparmış olur.”[1]
Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh- da şöyle demektedir: “...Şüphesiz sünnet sahibi kimseler Allah’ın kitabını daha iyi bilirler.”[2]
Buna göre sünnete sımsıkı sarılıp, rivayetlere tabi olan bir kimse sapasağlam kulpa yapışan kimsedir. İşte ehl-i sünnet de böyledir.
2- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hakka götüren, sırat-ı müstakiîme doğru giden yolu gösteren, salih önderler ve uyulacak örneklerdir.
Onlara uyan, onlarla arkadaşlık eden, dini onlardan öğrenen bir kimsenin dini esenliğe kavuşur. Onlardan uzak kalıp, onların yoluna uymayan kimse helâk olur. Amr b. Kays el-Mülâî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 143 h.) şöyle demektedir: “Sen bir gencin ilk yetiştiği andan itibaren ehl-i sünnet ve’l-cemaat ile birlikte olduğunu görürsen, ondan hayır umabilirsin. Eğer bid’at ehliyle birlikte olduğunu görürsen, ondan ümidini kes. Çünkü genç delikanlı ilk olarak neye göre yetişirse odur.”[3]
Yine Amr b. Kays şöyle demektedir: “Genç yetişir. Eğer ilim ehli ile oturup kalkmayı tercih ederse, kurtuluşa ermesi uzak bir ihtimal değildir. Şâyet başkalarına meyledecek olursa, helâk olma ihtimali yüksektir.”[4]
İbn Şevzeb -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.) şöyle demektedir: “Gencin ve arab olmayanın ibadete yöneldikleri vakit sünnet sahibi bir kimseye rastlama tevfikine mazhar olmaları Allah’ın nimetlerindendir.”[5]
Buna benzer bir söz Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.)’den rivayet edilmiş olup, o şöyle demiştir: “Yeni yetişen bir kimse ile arab olmayan kimselere yüce Allah’ın ehl-i sünnetten bir ilim adamı ile rastlama tevfikini ihsan etmesi, onların mutluluklarındandır.”[6]
el-Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) şöyle demektedir: “Allah’ın kendileriyle ülkeleri dirilttiği birtakım kulları vardır. Bunlar sünnet sahibi kimselerdir.”[7]
İbn Abbas -Radıyallahu Anh-’dan, yüce Allah’ın: “O günde birtakım yüzler ağaracak, birtakım yüzler kararacaktır.” (Al-i İmran, 3/106) buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Yüzleri ağaracak olanlar ehl-i sünnet ve’l-cemaattir, yüzleri kararacak olanlar ise bid’at ve dalâlet sahibi kimselerdir.”[8]
3- Müslüman sünnet ve cemaat dışında hiçbir isim ile kendilerini adlandırmamaları da onların niteliklerindendir:
Ehl-i sünnet ve’l-cemaatten başkalarına kendisini nisbet eden veya başka isimle kendisini yad eden bir kimse helâk olmuştur. Çünkü kurtuluşa eren fırka, ehl-i sünnettir ve çünkü onların yolu müminlerin izlemekle yükümlü oldukları yoldur.
Onlar İslam ehli olanlardır. İbn Abbas -Radıyallahu Anh- şöyle diyor: “Her kim bu uydurma isimlerden bir ismi kabul edecek olursa, o kişi İslam boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur.”[9]
O, bununla sapık fırka ve sapık hevâların peşinden gidenlerin isimlerini kastetmektedir. Kadı Iyad, İmam Malik’ten şöyle dediğini nakletmektedir: “Bir adam Malik’e: Ey Abdullah’ın babası, ehl-i sünnet kimlerdir? diye sormuş, o da: Kendisi ile tanındıkları bir lakabları bulunanlardan, cehmiyeden, rafızilerden ve kaderilerden olmayan kimsedirler.”[10]
İmam İbn Kayyım dedi ki: İmamlardan birisine sünnet hakkında soru soruldu, o da şöyle dedi: “Benim sünnet dışında hiçbir ismim yoktur.”[11]
Malik b. Miğvel -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 159 h.) şöyle diyor: “Kişi İslamın ve sünnetin dışında bir isim ile kendini adlandıracak olursa, sen de onu dilediğin dine nisbet edebilirsin.”[12]
Meymun b. Mihran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 117 h.) şöyle demektedir: “İslamın dışında kullanılan herbir isimden sakınınız.”[13]
Bilindiği gibi sünnet ve cemaate muhalif olan herkes İslam ve sünnetin dışında birtakım isimler almışlardır. Hevâ ve sapık fırka sahibleri gibi. İsterse bunlar ehl-i sünnetten olduklarını iddia etsinler. Ehl-i sünnet sahibleri taassubla hizibçilik yapan ve cemaatçilik yapanlara da, birtakım parolalara da, kavmiyetçiliklere de nisbet edilmezler. Onlar vatan ve halk taassubuna, ırk ve kabile taassubuna kapılmazlar. Onları sünnet ve İslam şiarı -hangi yer ve zamanda olurlarsa olsunlar- biraraya getirir.
4- Ehl-i sünnet insanların hayırlılarıdırlar. Bid’atlerden ve bid’atçilerden uzak kalınmasını isterler:
Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187h.) diyor ki: “Ben insanların en hayırlılarının tümünün sünnet sahibi kimseler olduğunu gördüm. Onlar bid’at sahibi kimselerden uzak kalmayı söylüyorlardı.”[14]
Ebu Bekr b. Ayyâş’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 194 h.) denildi ki: Sünnî kimdir? Şu cevabı verdi: “Çeşitli hevâlar sözkonusu edildiği vakit onlardan hiçbirisine taraftar kesilmeyendir.”[15]
Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) Umâre b. Zâzân’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) dedi ki: “Ey Umare eğer bir kimse sünnet ve cemaat sahibi ise, hiçbir zaman hangi halde olursa olsun ona dair sormana gerek yok. (O doğru yol üzeredir.)”[16]
O halde ehl-i sünnet hak ve itidal yolu olan sırat-ı müstakim üzere bulunan ümmetin hayırlıları ve vasatıdırlar.[17]
Onlar aynı zamanda bid’at ve hevâ sahibi kimselerden uzak kalmayı telkin ederler. Hak, sünnet ve cemaatin dışında hiçbir şeye taassub göstermezler.
5- Ehl-i sünnet insanların bozulacağı zaman garib kalan kimselerdir.
Çünkü onlar “bir taife”dirler. Onlar “bir millet”dirler. Onlar birçok fırka ve taife arasından “bir fırka”dırlar. Yetmişüç fırkadan bir fırkadırlar. Onlar bid’at, hevâ ve sapık fırka sahiblerinin kalabalıkları arasında “garibler”dirler.
Süfyan es-Sevrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 161 h.) şöyle demektedir: Ehl-i sünnet hakkında birbirinize hayırlı şeyler tavsiye ediniz, çünkü onlar gariblerdir.[18]
Yine o şöyle derdi: Biri doğuda diğeri de batıda bulunan kimsenin sünnet sahibi olduklarına dair sana haber ulaşırsa, sen onlara selam gönder, onlara dua et, ehl-i sünnet ve’l-cemaat ne kadar da azdır!”[19]
Abdullah b. el-Mubârek -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 181 h.) şöyle demektedir: “Şunu bil ki ben bugün ölümü, sünnet üzere yaşadığı bir hayattan sonra Yüce Allah’a kavuşan herbir müslüman için bir lütuf olarak görüyorum. Elbetteki biz Allah’ınız ve biz ona döneceğiz. Yalnızlığımızı, kardeşlerimizin gidişini, yardımcıların azlığını, bid’atlerin ortaya çıkışını Allah’a şekvâ ediyoruz. Bu ümmetin başına gelen ilim adamlarının, sünnet ehlinin gitmesi ve bid’atlerin ortaya çıkması gibi büyük belalardan dolayı da Allah’a şekvâ ediyoruz.”[20]
6- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hadis ehli olan güvenilir ve adaletli imamlar ile rivayetiyle, dirayetiyle dini nakleden, isnadlarda yer alan kimselerdir:
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki: “Bu ilmi sonradan gelen herbir nesil arasından o neslin adalet sahibi kimseleri taşır. Onlar bu ilimden saptırıcıların tahriflerini, batılcıların çalmalarını ve cahillerin yanlış tevillerini ortadan kaldırırlar.”[21]
Bu ilmi taşıyan kimseler ise hadis ehlidir. Sünneti belleyen, gereğince amel eden insanlara onu öğreten hidayet imamlarıdır. O halde onlar sünnetin de imamlarıdırlar.
İbn Sîrin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 110 h.) şöyle diyor: “Daha önceleri isnada dair (hadis alanlar) soru sormazlardı. Ancak fitne baş gösterince, bu sefer: Size bu rivayeti nakleden ravilerin isimlerini bize veriniz demeye başladılar. O halde ehl-i sünnete bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınır. Ehl-i bid’ate bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınmaz.”[22]
7- Ehl-i sünnet kendilerinden ayrılmaları sebebiyle insanların üzüldüğü kimselerdir: Eyyub es-Sahtıyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: “Ehl-i sünnetten bir adamın vefat haberi bana ne zaman verilirse, sanki azalarımdan birisini kaybetmiş gibi oluyorum.”[23]
Yine şöyle diyor: “Ehl-i sünnetin ölümünü temenni eden kimseler aslında ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isteyen kimselerdir. Fakat kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[24]
İmam Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) vefat edince, Süfyan b. Uyeyne -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 198 h.) bu işe katlanamadı ve katlanamadığını da ortaya koydu. Kendisine: Biz senin hiç bu dereceye kadar geleceğini sanmıyorduk. O: “O kişi ehl-i sünnettendi.” diye cevab verdi.[25]
Muâfâ b. İmran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 186 h.) şöyle demektedir: “Ölüm esnasında olması müstesna, sakın hiçbir kimseyi övme. Çünkü o kimse ya sünnet üzere ölür, yahut bid’at üzere ölür.”[26]
Avn -İbn Abdullah el-Kufî olabilir; Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.’den önce) şöyle demiştir: “Her kim İslam ve sünnet üzere olursa, artık ona her türlü hayrın müjdesi vardır.”[27]
Ehl-i sünnet bütün insanlar arasında sahib bulundukları hakka en güçlü bir şekilde inanan, sebat gösteren, onu en iyi kavrayan ve ona sımsıkı sarılan, onun etrafında ittifak eden kimselerdir. Onların dışında kalan kelâm, bid’at ve sonradan uydurma şeyleri kabul edenlere gelince, bunlar çalkantı içerisindedirler, bir oraya, bir buraya giderler, tartışma halindedirler. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye sünnet ve hadis ehli hakkında şunları söylemektedir: “Bu gibi kimselere, hadis ve sünnet ehlini bu lüzumsüz sözlere nisbet etmeleri nasıl yakışır. Çünkü hadis ve sünnet ehli, insanlar arasında ilimleri, yakînleri, huzurları ve itminanları herkesten daha büyük olan kimselerdir. Onlar hem bilirler, hem bildiklerini bilirler. Onlar hakka inanırlar, onda şüphe etmezler, onda tereddüte kapılmazlar. Belirtildiğine göre ehl-i sünnetin avamının dahi sahib olduğu bilgi ve yakîn, kelamcılarla, felsefecilerin ileri gelenlerinin dahi sahib olabildikleri bir şey değildir.[28]
[1] İbn Batta, eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 120
[2] Darimî, I, 49
[3] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133
[4] el-İbâne, I, 206
[5] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133; el-İbâne, I, 205
[6] el-Lâlekâî, Şerh-u Usul-i İtikad-i Ehl-i Sünne, I, 60, rivayet no: 30.
[7] el-Lâlekâî, I, 65
[8] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137
[9] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137.
[10] Tertibu’l-Medarik, I, 72.
[11] Medaricu’s-Sâlikîn, III, 174
[12] es-Suyutî, ed-Durru’l-Mensul, II, 63; el-Lalekaî, I, 62; Ayrıca bak Dr. Ahmed Sâd Hamdan, et-Tehmiş.
[13] eş-Şerhu ve’l-İbâne, 137.
[14] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 153
[15] el-Lâlekâî, I, 60, 65.
[16] el-Lâlekâî, I, 60, 65
[17] Bk. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, III, 368-369.
[18] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64.
[19] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64
[20] İbn Vaddah senedi ile el-Bid’a, s. 39’da rivayet etmiştir.
[21] el-Hatib, Şerefu Ashabi’l-Hadis, 28-29; İbn Adiy, el-Kâmil, I, 152-153 ve III, 902; el-Alaî, Buğyetu’l-Mutelemmis, s. 34-35’te sahih olduğunu belirterek. Bk. Dr. Salih es-Suhaymî, Ulu’l-Ebsar’ın notları, s. 64.
[22] Müslim, Mukaddime, Babu ennel isnade mine’d-din, I, 15; Tirmizî, Kitabu’l-İlel, V, 740.
[23] Ebu Nuaym, el-Hilye, III, 9; el-Lâlekâî, I, 60, rivayet no: 29.
[24] el-Lâlekâî, I, 61, rivayet no: 35.
[25] el-Lâlekâî, I, 66, rivayet no: 56.
[26] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 62
[27] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 60.
[28] Bu sözleriyle ehl-i sünnete haşviye diyerek ayıplayan kelam ehline işaret etmektedir. Mecmûu’l-Fetava, IV, 29.
Hem onlar cemaatin kendisidirler. Cemaat ise hakka uyduğu sürece hatadan korunmuştur.
Ehl-i sünnetin nitelik ve özelliklerine dair seleften gelmiş bazı rivayetleri, birtakım imamların ifade ettiği şekliyle sunmaya çalışacağız:
1- Ehl-i sünnet Allah’ın sapasağlam ipine sıkı sıkıya sarılan kimselerdir:
Ebû Bekr es-Sıddîk -Radıyallahu Anh- diyor ki: “Sünnet Allah’ın sapasağlam ipidir. Onu terkeden bir kimse kendisiyle Allah arasındaki ipi koparmış olur.”[1]
Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh- da şöyle demektedir: “...Şüphesiz sünnet sahibi kimseler Allah’ın kitabını daha iyi bilirler.”[2]
Buna göre sünnete sımsıkı sarılıp, rivayetlere tabi olan bir kimse sapasağlam kulpa yapışan kimsedir. İşte ehl-i sünnet de böyledir.
2- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hakka götüren, sırat-ı müstakiîme doğru giden yolu gösteren, salih önderler ve uyulacak örneklerdir.
Onlara uyan, onlarla arkadaşlık eden, dini onlardan öğrenen bir kimsenin dini esenliğe kavuşur. Onlardan uzak kalıp, onların yoluna uymayan kimse helâk olur. Amr b. Kays el-Mülâî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 143 h.) şöyle demektedir: “Sen bir gencin ilk yetiştiği andan itibaren ehl-i sünnet ve’l-cemaat ile birlikte olduğunu görürsen, ondan hayır umabilirsin. Eğer bid’at ehliyle birlikte olduğunu görürsen, ondan ümidini kes. Çünkü genç delikanlı ilk olarak neye göre yetişirse odur.”[3]
Yine Amr b. Kays şöyle demektedir: “Genç yetişir. Eğer ilim ehli ile oturup kalkmayı tercih ederse, kurtuluşa ermesi uzak bir ihtimal değildir. Şâyet başkalarına meyledecek olursa, helâk olma ihtimali yüksektir.”[4]
İbn Şevzeb -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.) şöyle demektedir: “Gencin ve arab olmayanın ibadete yöneldikleri vakit sünnet sahibi bir kimseye rastlama tevfikine mazhar olmaları Allah’ın nimetlerindendir.”[5]
Buna benzer bir söz Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.)’den rivayet edilmiş olup, o şöyle demiştir: “Yeni yetişen bir kimse ile arab olmayan kimselere yüce Allah’ın ehl-i sünnetten bir ilim adamı ile rastlama tevfikini ihsan etmesi, onların mutluluklarındandır.”[6]
el-Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) şöyle demektedir: “Allah’ın kendileriyle ülkeleri dirilttiği birtakım kulları vardır. Bunlar sünnet sahibi kimselerdir.”[7]
İbn Abbas -Radıyallahu Anh-’dan, yüce Allah’ın: “O günde birtakım yüzler ağaracak, birtakım yüzler kararacaktır.” (Al-i İmran, 3/106) buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Yüzleri ağaracak olanlar ehl-i sünnet ve’l-cemaattir, yüzleri kararacak olanlar ise bid’at ve dalâlet sahibi kimselerdir.”[8]
3- Müslüman sünnet ve cemaat dışında hiçbir isim ile kendilerini adlandırmamaları da onların niteliklerindendir:
Ehl-i sünnet ve’l-cemaatten başkalarına kendisini nisbet eden veya başka isimle kendisini yad eden bir kimse helâk olmuştur. Çünkü kurtuluşa eren fırka, ehl-i sünnettir ve çünkü onların yolu müminlerin izlemekle yükümlü oldukları yoldur.
Onlar İslam ehli olanlardır. İbn Abbas -Radıyallahu Anh- şöyle diyor: “Her kim bu uydurma isimlerden bir ismi kabul edecek olursa, o kişi İslam boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur.”[9]
O, bununla sapık fırka ve sapık hevâların peşinden gidenlerin isimlerini kastetmektedir. Kadı Iyad, İmam Malik’ten şöyle dediğini nakletmektedir: “Bir adam Malik’e: Ey Abdullah’ın babası, ehl-i sünnet kimlerdir? diye sormuş, o da: Kendisi ile tanındıkları bir lakabları bulunanlardan, cehmiyeden, rafızilerden ve kaderilerden olmayan kimsedirler.”[10]
İmam İbn Kayyım dedi ki: İmamlardan birisine sünnet hakkında soru soruldu, o da şöyle dedi: “Benim sünnet dışında hiçbir ismim yoktur.”[11]
Malik b. Miğvel -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 159 h.) şöyle diyor: “Kişi İslamın ve sünnetin dışında bir isim ile kendini adlandıracak olursa, sen de onu dilediğin dine nisbet edebilirsin.”[12]
Meymun b. Mihran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 117 h.) şöyle demektedir: “İslamın dışında kullanılan herbir isimden sakınınız.”[13]
Bilindiği gibi sünnet ve cemaate muhalif olan herkes İslam ve sünnetin dışında birtakım isimler almışlardır. Hevâ ve sapık fırka sahibleri gibi. İsterse bunlar ehl-i sünnetten olduklarını iddia etsinler. Ehl-i sünnet sahibleri taassubla hizibçilik yapan ve cemaatçilik yapanlara da, birtakım parolalara da, kavmiyetçiliklere de nisbet edilmezler. Onlar vatan ve halk taassubuna, ırk ve kabile taassubuna kapılmazlar. Onları sünnet ve İslam şiarı -hangi yer ve zamanda olurlarsa olsunlar- biraraya getirir.
4- Ehl-i sünnet insanların hayırlılarıdırlar. Bid’atlerden ve bid’atçilerden uzak kalınmasını isterler:
Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187h.) diyor ki: “Ben insanların en hayırlılarının tümünün sünnet sahibi kimseler olduğunu gördüm. Onlar bid’at sahibi kimselerden uzak kalmayı söylüyorlardı.”[14]
Ebu Bekr b. Ayyâş’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 194 h.) denildi ki: Sünnî kimdir? Şu cevabı verdi: “Çeşitli hevâlar sözkonusu edildiği vakit onlardan hiçbirisine taraftar kesilmeyendir.”[15]
Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) Umâre b. Zâzân’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) dedi ki: “Ey Umare eğer bir kimse sünnet ve cemaat sahibi ise, hiçbir zaman hangi halde olursa olsun ona dair sormana gerek yok. (O doğru yol üzeredir.)”[16]
O halde ehl-i sünnet hak ve itidal yolu olan sırat-ı müstakim üzere bulunan ümmetin hayırlıları ve vasatıdırlar.[17]
Onlar aynı zamanda bid’at ve hevâ sahibi kimselerden uzak kalmayı telkin ederler. Hak, sünnet ve cemaatin dışında hiçbir şeye taassub göstermezler.
5- Ehl-i sünnet insanların bozulacağı zaman garib kalan kimselerdir.
Çünkü onlar “bir taife”dirler. Onlar “bir millet”dirler. Onlar birçok fırka ve taife arasından “bir fırka”dırlar. Yetmişüç fırkadan bir fırkadırlar. Onlar bid’at, hevâ ve sapık fırka sahiblerinin kalabalıkları arasında “garibler”dirler.
Süfyan es-Sevrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 161 h.) şöyle demektedir: Ehl-i sünnet hakkında birbirinize hayırlı şeyler tavsiye ediniz, çünkü onlar gariblerdir.[18]
Yine o şöyle derdi: Biri doğuda diğeri de batıda bulunan kimsenin sünnet sahibi olduklarına dair sana haber ulaşırsa, sen onlara selam gönder, onlara dua et, ehl-i sünnet ve’l-cemaat ne kadar da azdır!”[19]
Abdullah b. el-Mubârek -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 181 h.) şöyle demektedir: “Şunu bil ki ben bugün ölümü, sünnet üzere yaşadığı bir hayattan sonra Yüce Allah’a kavuşan herbir müslüman için bir lütuf olarak görüyorum. Elbetteki biz Allah’ınız ve biz ona döneceğiz. Yalnızlığımızı, kardeşlerimizin gidişini, yardımcıların azlığını, bid’atlerin ortaya çıkışını Allah’a şekvâ ediyoruz. Bu ümmetin başına gelen ilim adamlarının, sünnet ehlinin gitmesi ve bid’atlerin ortaya çıkması gibi büyük belalardan dolayı da Allah’a şekvâ ediyoruz.”[20]
6- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hadis ehli olan güvenilir ve adaletli imamlar ile rivayetiyle, dirayetiyle dini nakleden, isnadlarda yer alan kimselerdir:
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki: “Bu ilmi sonradan gelen herbir nesil arasından o neslin adalet sahibi kimseleri taşır. Onlar bu ilimden saptırıcıların tahriflerini, batılcıların çalmalarını ve cahillerin yanlış tevillerini ortadan kaldırırlar.”[21]
Bu ilmi taşıyan kimseler ise hadis ehlidir. Sünneti belleyen, gereğince amel eden insanlara onu öğreten hidayet imamlarıdır. O halde onlar sünnetin de imamlarıdırlar.
İbn Sîrin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 110 h.) şöyle diyor: “Daha önceleri isnada dair (hadis alanlar) soru sormazlardı. Ancak fitne baş gösterince, bu sefer: Size bu rivayeti nakleden ravilerin isimlerini bize veriniz demeye başladılar. O halde ehl-i sünnete bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınır. Ehl-i bid’ate bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınmaz.”[22]
7- Ehl-i sünnet kendilerinden ayrılmaları sebebiyle insanların üzüldüğü kimselerdir: Eyyub es-Sahtıyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: “Ehl-i sünnetten bir adamın vefat haberi bana ne zaman verilirse, sanki azalarımdan birisini kaybetmiş gibi oluyorum.”[23]
Yine şöyle diyor: “Ehl-i sünnetin ölümünü temenni eden kimseler aslında ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isteyen kimselerdir. Fakat kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[24]
İmam Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) vefat edince, Süfyan b. Uyeyne -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 198 h.) bu işe katlanamadı ve katlanamadığını da ortaya koydu. Kendisine: Biz senin hiç bu dereceye kadar geleceğini sanmıyorduk. O: “O kişi ehl-i sünnettendi.” diye cevab verdi.[25]
Muâfâ b. İmran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 186 h.) şöyle demektedir: “Ölüm esnasında olması müstesna, sakın hiçbir kimseyi övme. Çünkü o kimse ya sünnet üzere ölür, yahut bid’at üzere ölür.”[26]
Avn -İbn Abdullah el-Kufî olabilir; Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.’den önce) şöyle demiştir: “Her kim İslam ve sünnet üzere olursa, artık ona her türlü hayrın müjdesi vardır.”[27]
Ehl-i sünnet bütün insanlar arasında sahib bulundukları hakka en güçlü bir şekilde inanan, sebat gösteren, onu en iyi kavrayan ve ona sımsıkı sarılan, onun etrafında ittifak eden kimselerdir. Onların dışında kalan kelâm, bid’at ve sonradan uydurma şeyleri kabul edenlere gelince, bunlar çalkantı içerisindedirler, bir oraya, bir buraya giderler, tartışma halindedirler. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye sünnet ve hadis ehli hakkında şunları söylemektedir: “Bu gibi kimselere, hadis ve sünnet ehlini bu lüzumsüz sözlere nisbet etmeleri nasıl yakışır. Çünkü hadis ve sünnet ehli, insanlar arasında ilimleri, yakînleri, huzurları ve itminanları herkesten daha büyük olan kimselerdir. Onlar hem bilirler, hem bildiklerini bilirler. Onlar hakka inanırlar, onda şüphe etmezler, onda tereddüte kapılmazlar. Belirtildiğine göre ehl-i sünnetin avamının dahi sahib olduğu bilgi ve yakîn, kelamcılarla, felsefecilerin ileri gelenlerinin dahi sahib olabildikleri bir şey değildir.[28]
[1] İbn Batta, eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 120
[2] Darimî, I, 49
[3] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133
[4] el-İbâne, I, 206
[5] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133; el-İbâne, I, 205
[6] el-Lâlekâî, Şerh-u Usul-i İtikad-i Ehl-i Sünne, I, 60, rivayet no: 30.
[7] el-Lâlekâî, I, 65
[8] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137
[9] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137.
[10] Tertibu’l-Medarik, I, 72.
[11] Medaricu’s-Sâlikîn, III, 174
[12] es-Suyutî, ed-Durru’l-Mensul, II, 63; el-Lalekaî, I, 62; Ayrıca bak Dr. Ahmed Sâd Hamdan, et-Tehmiş.
[13] eş-Şerhu ve’l-İbâne, 137.
[14] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 153
[15] el-Lâlekâî, I, 60, 65.
[16] el-Lâlekâî, I, 60, 65
[17] Bk. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, III, 368-369.
[18] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64.
[19] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64
[20] İbn Vaddah senedi ile el-Bid’a, s. 39’da rivayet etmiştir.
[21] el-Hatib, Şerefu Ashabi’l-Hadis, 28-29; İbn Adiy, el-Kâmil, I, 152-153 ve III, 902; el-Alaî, Buğyetu’l-Mutelemmis, s. 34-35’te sahih olduğunu belirterek. Bk. Dr. Salih es-Suhaymî, Ulu’l-Ebsar’ın notları, s. 64.
[22] Müslim, Mukaddime, Babu ennel isnade mine’d-din, I, 15; Tirmizî, Kitabu’l-İlel, V, 740.
[23] Ebu Nuaym, el-Hilye, III, 9; el-Lâlekâî, I, 60, rivayet no: 29.
[24] el-Lâlekâî, I, 61, rivayet no: 35.
[25] el-Lâlekâî, I, 66, rivayet no: 56.
[26] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 62
[27] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 60.
[28] Bu sözleriyle ehl-i sünnete haşviye diyerek ayıplayan kelam ehline işaret etmektedir. Mecmûu’l-Fetava, IV, 29.