Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ehli Sünnet Ve Şiadaki Mehdi Inancının Farkları

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ehli Sünnet ve Şiadaki Mehdi İnancının Farkları

Şialarını Mehdi diyerek bekledikleri Muhammed bin el-Hasen el Askeri’dir. Semerra kentinde bir yeraltı dehlizine girip gizlendiğini ve ahir zamanda tekrar çıkacağına inanmaktadırlar. Bu şiilerin on ikinci imamıdır. Mehdi, zanlarınca ehli beytten olacaktır. Şia; bu Mehdi çıkıncaya kadar hiç hareket edilmeyecek hiç kimse öldürülmeyecek ve Mehdi çıkıncaya kadar beklenilecek inancındaydı. Humeyni gelerek bu görüşü değiştirdi ve Mehdinin vekilinin olması caizdir nazariyesini çıkardı. Buna göre Humeyni Mehdinin vekilidir. Bu düşünceden sonra İran Şahı Rıza Pehlevi tağutuna karşı ayaklandılar ve onun tahtını yıktılar. Daha sonra Humeyni, Irak'ın İran sınırını işgal etmesi ile İran halkının Irak'a karşı savaşmasını emretti... Şia Humeyni'yi Mehdinin vekili olarak kabullenmişti. Bu nedenle Humeyni'nin söyleyeceği her söz masumdu. Hata ihtimali taşımazdı. Çünkü imamlar masumdular... Onların vekilleri de masum olmalıydılar. Onların ağızlarından çıkan her söz doğru kabul edilir ve hükmü kaldırılamaz, değiştirilemezdi. Şia, mehdinin vekili olan Humeyni'nin emri ile savaşa başladı... Gerçekten bu nazariye şiayı harekete geçirdi. Bu nazariye ile birlikte şia fıkhına sokulan velayetü'l-fakih anlayışı Şahı kovmaya yeterli olmuştur ve şiaların her yerde savaşa girmelerine sebep olmuştur.

Şia küçümsenemez bir topluluktur. Akideleri şahadettir. Aşure gününde veya İran sınırları dâhilinde öldürülenler şehiddir.
Bu nedenle Humeyni; "Biz bu savaşta Irak'a karşı yüz bin asker istiyoruz" diyordu. Şiilerden iki yüz bin kişi gönüllü geliyordu. Bu nedenle İran ordusu Irak ordusunu sınırlarından çıkarttı, tankların birçoğunu yaktı, Irak tanklarından İran sınırından geçip de kurtulabilen çok az olmuştu. Savaş çok şiddetli ve çok tehlikeliydi. Savaş İran'ın lehine seyretmektedir.

Bizler Saddam'ın kâfir olduğuna, İslâm'ın dışında bulunduğuna tüm kalbimizle inanıyoruz. Ancak Humeyni'nin küfrüne hükmetmiyoruz. Sahabelere dil uzatması nedeniyle onun bid'at ehli olduğuna hükmediyoruz.
Abdullah Azzam'ın ders halkasında bulunan bir genç Humeyni'nin "İslâm Fıkhında Devlet (el-Hükümetil İslamiye)" adlı eserinin elli ikinci sahifesinde zikredilen şu bölümü hatırlatır:
"Bizim imamlarımızın öyle mertebeleri vardır ki oraya ne nebiyi mürsel (gönderilmiş peygamber) ne de meleki mukarrab erişebilir. Onlar kâinatın zerrelerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunurlar ve ancak istedikleri yerde ölürler."

Ve der ki: Humeyni hakkında ne diyorsunuz?
Abdullah Azzam şu cevabı verir:
"Ben o kitabı okudum fakat bu ibareleri hatırlamıyorum eğer bu ibareler gerçekten Humeyni'den sadır olduysa şüphesiz tehlikelidir. İmamlar kainatın zerrelerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunacaklar ve ancak istedikleri yerde öleceklermiş, böyle bir iddia Allah daha iyi bilir amma kişinin itikadını bozar.
Saddam Michel Aflek için şunları söylemiştir:
"Ben önder üstadın önünde bir saat veya birkaç saat oturduğumda gelecek altı ay için manevi ilham alıyorum." İşte bu kâfirliktir, insanı dinden çıkarır. Sonra herhangi bir Baas Partisi'ne mensub olan insan kişileri o partiye çağırıyor, onun düşüncelerini yayıyor, Baas Partisi'nin İslâm'ın alternatifi olduğunu zannediyor veya buna inanıyor ve Arap milliyetçiliğin Arapları birleştirecek ortak nokta olduğuna kanaat getiriyor, Arap milliyetçiliğinin bu hususta İslâm'dan daha iyi olduğunu zannediyorsa bu insan dinden çıkmıştır. Tabi ki Baas partisi mensupları Araplığın böyle olduğu kanaatindedirler. Nitekim Şam radyosunda şunları söylemişlerdir:

"Ben Baas Partisinin Rabbim olduğuna, onun hiçbir ortağı olmadığına, Araplığın dinim olduğuna, onun dışında ikinci bir dinim olmadığına iman ettim." Baasçılar "Araplık bizim dinimizdir, biz Arap milliyetçileriyiz" derler. Diğer Arap kavmiyetçileri de Baas partisine mensup olanlar gibidir. Onlar da Araplığı kendilerine din edinmişlerdir. Bu hususta Mahmud Timur şöyle demiştir: "Her dönemin peygamberliği vardır. Bu çağın peygamberliği de Arap milliyetçiliğidir. Bir Arabın, müslümanın Kur'an'a iman ettiği gibi Araplığa iman etmesi gerekir." İşte bunları söyleyenler kâfirdir. Saddam çevresine Baasçılardan çıkarcı bir güruhu toplamış, onlar da ona davul çalıp el çırpınışlardır. O da bazılarını yükseltip belli makamlara koymuş, diğerlerine belli bakanlık teslim etmiş, başkalarına partinin şairleri demiş, bir başkasını kahraman diye vasıflandırmış, bazılarına üniversite idaresini peşkeş çekmiş. Öyle ki Şakik el-Kemali isimli şair şu şiirini söyleyecek kadar adileşmiştir:
"Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde Ne kadar yücedir. O Allah'ın yüzü gibidir. Çevreye azamet saçar"

Şimdi siz bunları müslüman sayıyor, şiileri kâfir mi sayıyorsunuz? Hayır, şiilerden önce bunlar kâfirdir. Şiiler aleyhinde konuşan kimse önce Baas partisini anlatsın. Anlıyor musunuz?
Gerçekten bizler, Humeyni'nin zalim Şahı devirip de İslâm inkılâbını kurduğunda, çok sevinmiştik. Ürdün'de büyük törenler yaptık, bildiriler yayınladık, Humeyni'nin zaferini kutlayan nutuklar attık, Humeyni yönetime geldiğinde "biz İslâm devletini kuracağız Kur'an ve Sünnet ile Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin uygulamaları ile hükmedeceğiz" diye ilan etti. Bizler bu ilan ile gerçekten çok sevindik. Çünkü Humeyni İslâm adıyla gelmişti ve İslâmı devlet yapmıştı. Amerika'nın, bölgedeki polisliğini yapan tağutunu rezil etmişti. İslâm dünyasındaki masonların lideri olan şah Rıza Pehlevi'yi sürmüştü. Bunlardan dolayı çok sevindik. Fakat İran, Suriye İslâmî Hareketine karşı Hafız Esad'la birlikte oldu. Evet, İslâmî Hareketler Humeyni'yi tebrik etmesine rağmen İran'ın tavrı bu olmuştu..! İran'da inkılâp gerçekleştiğinde tüm İslâmî Hareketler sevinmişti. Destekleyici hutbeler ve konuşmalar yapılmıştı. İslâmî Hareketler bu konuşma ve sevinçlerinden dolayı kendi ülkelerinde zor duruma düşmüşlerdi. Örneğin Ürdün'de İhvan-ı Müslimin Humeyni ile birlikte İran İslâm inkılâbını desteklemelerinden dolayı devletin baskısına maruz kalmışlardı. Aynı hal Mısır İslâmî Hareketleri için de geçerliydi. Mısır'da İslâmî Hareketler İran'la birliktelik ve sevgi içeren yazılarından dolayı aynı zulme maruz kalmışlardı. İhvan-ı Müslimin liderleri İran'a giderek Humeyni'yi tebrik etmişlerdi. Ne yazık ki bunların mükâfatları onların isimlerinin İran gazetelerinde "Amerikan uşakları" diye neşredilmesi oldu! İhvan-ı Müsliminin liderlerinin isimlerini tüm dünyaya bu şekilde ilan ettiler

. Bundan daha da kötüsü Suriye İslâmî Hareketi, Hafız Esad'ın zulmü başladığında Humeyni ile gizli bir görüşme yaparak Hafız Esad'ın Suriye ihvanından elini çekmesini, keyfi tutuklamalara, zulme, işkencelere ve kadınlara tecavüzlere son verilmesini istemesini taleb ettiler. Bu gizli görüşmede konuşulanların tamamı kasetleri ile birlikte daha sonra İran yönetimi tarafından Hafız Esad'a verildiği görüldü. La havle vela kuvvete illa billa hil aliyyil azim.
Ehlisünnetteki mehdi inancı Şiadaki mehdi inancından tamamen farklıdır. Buna iyice dikkat edilmesi gerekir. Hakikaten Hz. Ali (ra)'yi ilahlık derecesine çıkaran Abdullah bin Sebe yahudisinden bu yana Şia'nın fırkalarının bazısının arkasında yahudiler olmuştur. Hz. Ali (ra) zamanında bir takım insanlar çıkarak Hz. Ali'ye secde etmişlerdir. Bu hali gören Hz. Ali: "bu ne!" diye sorduğunda Onlar: "Sen bizim ilahımızsın" cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali onların ateşte yakılmasını emretti ve onları öldürdü.
Şia Irak'ta yayılmıştır, çünkü Irak hayır beldesidir. (Yani hayır gibi gözüken fesatlar yuvasıdır). Tüm İslâm dünyasına hayırlar oradan dağılırdı. Tüm fırkaların tamamı orada zuhur etmiştir. Şia, Hariciler, Mutezile, Mürcie, Kaderiye, Cebriye, Muattala, Basiye, tamamı Irak'ta ortaya çıkmıştır. Bunların beşiği Irak olmuştur. La havle vela kuvvete illa billah.
Rasulullah (sav)'in şu buyruğunda olduğu gibi: "Orada sarsıntılar ve fitneler olacaktır." Rasulullah (sav):
—“Ey Allah'ım Şam'ımızı ve Yemen'imizi bize mübarek kıl" buyurmuştu. Sahabeler;
—“Ey Allah'ın Rasulü Necd bölgemiz için de söyle" dediler. Rasulullah (sav) yine;
—“Ey Allah'ım Şam'ımızı ve Yemen'imizi bize mübarek kıl" dedi. Tekrar Sahabeler üçüncü defadan sonra;
—“Necidimiz için de dua et" dediler: Rasulullah (sav) da onlara:
—“Orada sarsıntılar ve fitneler olacaktır" buyurdu.
Evet Necid... Araplar, Arap Yarımadası'nın doğu bölgesinin tamamına Necid ismini verirlerdi. Necid kentinden Irak'a kadar olan bölgenin tamamı Necid diye isimlendirilirdi. Gerçekten Raslullah (sav)'in buyurduğu gibi Irak'ta sarsıntılar ve fitneler ortaya çıkmıştır. Yüce Allah'tan Irak'ı ve ehlini temizlemesini niyaz eyleriz. Oraya rahmet gözüyle bakmasını niyaz eyleriz. Şu anda Irak tamamen harab olmuş durumda. Çünkü hiçbir âlim, hiç bir mütefekkir, hiçbir salih insan kalmamıştır. İnsanların tamamı ya helak olmuşlar veya hicret etmişlerdir. Caddeye gittiğiniz zaman yollarda erkek bulamıyorsunuz. Tamamı kadın, erkeklerin birçoğu savaşlarda öldürülmüş, caddeler başından sonuna kadar tamamen bu musibetlere maruz kalmış, son olarak ta iki yüz elli tane müslüman İslâmî örgüt adıyla tutuklandı. Tutuklananlar genellikle Irak'ta öldürülmektedirler.

Lisede okuyan dört genç sanırım ki en büyükleri lise son sınıfta veya üniversitenin birinci sınıfında ismi Şad es Samerrai. Bu gencin ve arkadaşlarının Afganistan için yardım topladığım ortaya çıkaran Irak istihbaratı bunu ve dört arkadaşını hapsetmişler sonra bunları idam etmişlerdir. Neden? Çünkü Afganistan cihadı için yardım topladılar.
Irak içişleri bakanı veya genel emniyet amiri Nazım Kezzar; -ondan Allah'a sığınırız, şeytandan Allah'a sığındığımız gibi ondan da Allah'a sığınırız - birçok insanları işkence ile boğazlamıştır. Nazım Kezzar'ın işkence odasında sülfirik asit dolu bir havuz varmış. Kendisine muhalefet edeni veya işkence neticesinde öldürmeye karar verdiği kimseyi sülfürik asit dolu havuza atar ve o kimsenin eti ve derisini eritir, sülfürük asite dönüştürürmüş.

Bir defasında caddede iki kişi tartışır. Neticesinde polis bunları tutuklayarak emniyet amiri Kezzar'a götürür. Devlet, Nazım Kezzar ile halkın kalbine korku salmak istemektedir. Nazım Kezzar getirilen gençlere;
- "Haklı olan kimdir?" der. Her ikisi de kendisinin haklı olduğunu söyleyerek diğerinin haksızlığına yemin eder. Nazım Kezzar birisine;
- "En yüce Allah adına yemin ediyor musun" der ve o da;
- "Evet, en yüce olan Allah adına yemin ediyorum" der. Bunun üzerine;
- "Kur'an üzerine yemin ediyor musun" der. O da;
- "Evet, ederim" der. Bunun üzerine Nazım Kezzar;
- "Sen abdestli misin?" der. Genç;
- "Hayır" der. Bunun üzerine;
- "Gel önce bir abdest al" der ve her ikisini de alarak mavi bir sıvı bulunan havuzun yanına götürür. Çünkü buradaki sıvı sülfürik asitir. Rengi tam mavidir. Yemin ettirilmek istenen genç abdest almak için havuzun kenarında durur, Nazım Kezzar onu havuza iter. Ve orada eritip buharlandırır. Sonra diğer gence; "hadi sen git, öyle görünüyor ki sen masumsun, ben seni affettim" der. Ve bunu serbest bırakır. Ta ki gördüğü manzarayı anlatsın ve insanlara korku salsın. Mühim olan bu tür işkenceleri insanlara reva gören Saddam hakkında ona yağcılık yapan Şefik el-Kemal'in şu şiiridir:
"Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde, Ne kadar yücedir. O Allah'ın yüzü gibidir. Çevreye azamet saçar"
Böyle bir övgüyü yapan dilin akıbeti ne oldu biliyor musunuz?
Irak ile İran savaşı başladığında Irak'tan bir heyet Humeyni'ye savaşı durdurmasını talep etmek için yola çıkar. Humeyni heyettekilere
- "Teklifinizi bir şartla kabul ederim. O da; Saddam'ın yönetimden indirilmesidir" der. Heyetteki bazı Baas partililer;
- "Saddam vatan uğrunda birçok şeyi feda etmiştir. Bunu da vatan için feda edebilir" der. Bunu diyenlerin arasında Şefik el-Kemali de vardır. Daha sonra Saddam onların bu ifadesini duyar ve Şefik el Kemali'yi çağırtarak ona;
- "İşittim ki sen böyle böyle demişsin." der. O da;
- "Evet, sen bizim reisimizsin, bize fedakârlığı sen öğrettin. Bende böyle dedim" cevabını verir. Bunun üzerine Saddam;
- "Dilini uzat" diye emreder. Şefik el Kemali dilini uzatır ve Saddam da makasla onun dilini keser. Evet; "Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde ne kadar yücedir" diyen dilin akıbeti işte bu olmuştur...

Yüce Mevla bu gibi insanlar hakkında şöyle buyurmuştur:

"Sakın Allah'ı o zalimlerin işlediklerinden habersiz sanma, onların azaplarını ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor." (İbrahim, 42)
"... Kötü tuzağın zararı ancak onu kurana dokunur..." (Fatır, 43)
Şa'râvî Cuma, Mısır İçişleri Bakanı idi. Bu kişi Müslüman Kardeşlerden tutukluları cezalandırmak için onlara meyve verilmesini yasaklamıştı.
Bir gün Muhammed Kutup, hapishanede yedi yıl kaldıktan sonra yine aynı hapishanede kalan kız kardeşini ziyaret etmek için cezaevi müdüründen izin istedi. Muhammed Kutub'un bu isteğine cezaevi müdürü; "Maalesef buna izin veremeyeceğim, çünkü İçişleri Bakanlığının açık emri var; "Muhammed Kutup kesinlikle kız kardeşini ne sağ ne de ölü olarak göremeyecek" diye..." Muhammed Kutub'un bu talebinden henüz daha bir yıl geçmeden İçişleri Bakanı Şaravi Cuma görevden alınır ve hapsedilir. O tarihlerde Hamide Kutub ve kardeşi Muhammed Kutub cezaevinden çıkmışlardır. Şaravi Cuma'nın hanımı meyvelerle birlikte onu ziyaret için cezaevine gelir. Hapishanenin girişinde gardiyan;
- "Bu ne?" diye sorar. Kadın;
- "Kocam Şaravi Bey için getirdiğim yiyecek vs. eşyalar" cevabını verir. Gardiyan;
- "Kocanız Şeravi Bey mi?" şeklinde sorar. Kadın;
- "Evet, kocam Şaravi Cuma'dır" der. Gardiyan;
- "Kocanız bir kanun çıkarmıştı. Buna göre tutuklu ailelerinin hapishaneye meyve göndermeleri yasaklanmıştır. Ben kocanızın hapishanede olmadığı dönemde bir bakan olarak ona itaat ediyordum. Şimdi de ona hapishanede iken itaat edeceğim. Vallahi o meyvelerden bir tanesini bile tadamaz" cevabını verir. ".... Kötü tuzağın zararı ancak onu kurana dokunur..." (Fatır, 43)
"Sakın Allah'ı o zalimlerin işlediklerinden habersiz sanma, onların azablarını ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor." (İbrahim, 42)

Şeyh Abdullah Azzam
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şia küçümsenemez bir topluluktur. Akideleri şahadettir. Aşure gününde veya İran sınırları-dâhilinde-öldürülenler-şehiddir.

Bizler Saddam'ın kâfir olduğuna, İslâm'ın dışında bulunduğuna tüm kalbimizle inanıyoruz. Ancak Humeyni'nin küfrüne hükmetmiyoruz. Sahabelere dil uzatması nedeniyle onun bid'at ehli olduğuna hükmediyoruz.

Sahiheyn’de Bera radıyallahu anh’den rivayet edilir Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Ensar’ı ancak mümin sever ve onlara ancak münafık buğzeder.Kim onları severse Allah da onu sever kim onlara buğz ederse Allah da ona buğz eder.(Buhari (3783) Müslim (75)

Müslim Ebu Hüreyre ve Ebu Said radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor Resülullah sallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kimse Ensar’a buğz edemez (Müslim (76,77)

روى الخلال عن أبي بكر المروذي قال: سألت أبا عبد الله عمن يشتم أبا بكر وعمر وعائشة؟ قال: ما أراه على الإسلام

İmam Ahmed b Hanbel dedi ki:

İmam Hallal Ebu Bekir el-Mervezi’den rivayet ederek dedi ki: Ebu Abdullah’a (İmam Ahmed’e) Ebu Bekir Ömer ve Aişe’ye Söven hakkında soruldu: Dedi ki: Onu İslam üzere görmüyorum.Ebu Bekir el-Hallal Sünne 2/557 sahih bir sened ile.

Yine Abdulmelik Bin Abdulhamid’den rivayet Ebu Abdullah’ın şöyle dediğini işittim Peygamber sallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatan kişinin Rafiziler gibi kafir olmasından korkarım sonra dedi ki: Peygamber sallahu aleyhi ve sellem’in ashabına söven kişinin dinden çıkmamış olmasından emin olamayız.
Yine Abdullah Bin Ahmed Bin Hanbel’den rivayet eder Babama Peygamber sallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatan bir kimse hakkında sordum dedi ki: Onu Müslüman görmem

عن محمد بن يوسف الفريابي قال: سمعت سفيان ورجل يسأله عن من يشتم أبا بكر وعمر؟ فقال: كافر بالله العظيم

Sufyan es-Sevri:

Muhammed İbn Yusuf el-Firyabi’den bir kişiden işittim ki Sufyan’a Ebu Bekir ve Ömer’e Söven Hakkında sordular Aziym olan Allah’a Küfretmiştir.Zehebi Siyeru Alemin Nubela 7/253

عن موسى بن هارون قال: سمعت الفريابي ورجل يسأله عمن شتم أبا بكر وعمر؟ قال: كافر...، قال: فيصلى عليه؟ قال: لا، وسألته كيف يصنع به وهو يقول: لا إله إلا الله؟ قال: لا تمسوه بأيديكم ارفعوه

بالخشب حتى تواروه في حفرته



Musa İbn Harun’dedi ki: işittim ki Firyabiye bir adam Ebu Bekir ve Ömer’e söven hakkında sordu dedi ki: Kafir’dir dedi Cenaze naması kılınırmı dedi Hayır dedi O La ilahe illalllah dediği halde ona ne yapılır diye sorunca da Ona ellerinizi sürmeyin Çukuruna atılıncaya kadar odunla kaldırılır dedi.Tabakatu’l-Hanabile (1/24)

إذا رأيت الرجل ينتقص أحدا من أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم- فاعلم أنه زنديق ، وذلك أن رسول الله - صلى الله عليه وسلم- عندنا حق والقرآن حق ، وإنما أدى إلينا هذا القرآن والسنن أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم- وإنما يريدون أن يجرحوا شهودنا ليبطلوا الكتاب والسنة والجرح بهم أولى وهم زنادقة



Ebu Zür’atu’r-Razi rahımullah dedi ki: Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından birine dil uzatan bir kimse görürsen bil ki o zındıktır.Bize göre Resul sallallahu aleyhı ve sellem haktır Kur’an haktır.Biz bu Kur’an’ı ancak Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının sünnetleri ile eda ederiz.Onlar ise ancak şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar ki Kitap ve Sünneti boşa çıkarsınlar.Onları cerh etmek zındıklıktır.(Hatib el-Bağdadi el-Kifaye fi İlmi’r-Rivaye Tarih-i Dımeşk el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe et-Tehzibu’l-Kemal

El-Lalekai Süfyan Bin Uyeyne Halef Bin Havşeb Said Bin Abdurrahman Bin Ebza isnadıyla rivayet ediyor Babama:

Ebu Bekir radıyallahu anhuma’ya dil uzatan bir adam gelirse ona ne yaparsın diye sordum dedi ki:

Boynunu vururum

Ya Ömer’e söven kişiye? Dedim Yine:

Boynunu vururum dedi.(El-Lalekai (2378)

Ahmed bin Cafer Bin Yakub el-Istahari’nin rivayet ettiği risalesinde İmam Ahmed der ki: Onların kötülüklerinden bir şey zikredilmesi onlardan birine hakaret etmek ve kusur bulmak caiz değildir Kim böyle yaparsa sultanın onu takip ederek cezalandırması gerekir O affedilemez Bilakis mutlaka cezalandırılmalı ve tevbe etmesi istenmelidir Tevbe ederse kabul edilir Etmezse ölünceye yahut dönünceye kadar hapsedilir.Tabakatu’l-Hanabile (1/24)

İbn Kesir, Allah Teala’nın: “Muhammed Allah'ın rasulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.”(Fetih 29) ayetinin tefsirinde der ki: “İmam Malik - Allah ona rahmet eylesin - kendisinden gelen rivayetlerden birisine göre bu ayet-i kerime’den sahabeye karşı buğz eden Râfızîleri tekfir hükmü çıkarmıştır. O der ki: “Çünkü onlar, Ashâb-ı Kirâm'a buğz etmektedirler. Herkim sahabeye buğz ederse bu ayet gereğince o kâfirdir.”

El-Kurtubî der ki: “Gerçekten de Malik çok güzel söylemiş ve âyeti böyle tevil etmekte isabet etmiştir. Onlardan birisinin değerini küçük gören yahut yaptığı rivayette birilerine dil uzatan bir kimse, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın buyruğunu reddetmiş, Müslümanların şeriatlarını iptal etmiş olur. Dr. Nasır el-Kafarî; Usulü Mezhebiş Şiati’l İmamiyeti’l İsna Aşeriye (3/1250)

Şeyhulislam rahimehullah, selef imamlarının söyledikleriyle alakalı olarak diyor ki:

“Rafızilik bidatinin aslı; zındıklık, ilhad, kasıt ve bolca yalan söylemektir. Zaten onlar da şu sözleriyle bunu kabul etmiş oluyorlar: “Dinimiz takiyyedir.” Bu ise onlardan birinin kalbinde olanın zıddı olan şeyi diliyle söylemesidir. İşte bu yalan ve münafıklıktır. Onlar şöyle denildiği gibidirler: “Beni ortaya atarak gizlice kaçtın. Şeyhulislam İbn Teymiye Minhacus Sunne (1/59-60)

Suudî Arabistan’daki Daimi Fetva Komisyonu’na Kuzey Irak’ta yaşayan kimseler tarafından, orada bulunan Caferiye mezhebinden bir cemaat hakkında soru soruldu. Onlardan bazıları soran kimselerin kestiklerini yemiyor, bazıları dayiyormuş. “Biz de diyoruz ki; onlar Ali, Hasen, Huseyn ve diğer seyyidlerine sıkıntı ve genişlik anlarında yalvardıklarını bildiğimiz halde onların kestiğini yiyebilir miyiz?” diye sordular.

Şeyh Abdulaziz b. Baz, Şeyh Abdurrazzak Afifi, Şeyh Abdullah b. Gadyan ve Şeyh Abdullah b. Kuud başkanlığındaki Komisyon – Allah hepsini de hakka isabet ettirsin – şu cevabı verdiler:

“Hamd yalnız Allah’a mahsustur. Salat ve selam rasulünün, ehli beytinin ve ashabının üzerine olsun. Bundan sonra:

Eğer durum soruda anlatıldığı gibiyse, onların yanında bulunan Caferiler; Ali, Hasen, Huseyn ve seyitlerine yalvarıyorlarsa, Allah’a sığınırız onlar İslam dininden çıkmış müşriklerdir. Onların kestiği, üzerine Allah’ın adını zikretse bile leş olduğundan yemek helal değildir Fetava el-Lecnetud Daime Lil-İfta (2/264)

Allame Şeyh Abdullah b. Abdurrahman el-Cibrin’e – Allah onu her türlü kötülüğe karşı hıfz eylesin ve gözetsin – sorulan bir soruda şöyle denildi: “Faziletli Şeyh! Bizim ülkemizde Rafızi bir kasap var. Ehli sünnetten bazı kimseler hayvanlarını ona kestiriyorlar. Yine burada bazı lokantalarda Rafızileri çalıştırıyorlar. Bu rafıziyi ve benzerlerini çalıştırmanın hükmü nedir? Onların kestiğinin hükmü nedir? Onların kestiği helal mi yoksa haram mıdır? Bize fetva verin, Allah size hayırlı karşılık versin. Başarı Allah’tandır.”

“Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Rafızinin kestiğinin yenmesi helal değildir. Zira şüphesiz Rafıziler genelde sıkıntıda ve bollukta, hatta Arafat, tavaf ve sa’yde bile daima Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e, oğullarına ve imamlarına seslenerek dua ettikleri için müşriktirler. Bunuçok defa duyduk. Bu, kişiyi İslam’dan çıkaran ve öldürülmeyi hak ettiren büyük şirktir.

Aynı şekilde arafatta işittiğimiz gibi; Ali radıyallahu anh’ı ancak Allah’ın vasfı olan sıfatlarla vasfetmektedirler. Onlar bununla da onu rab, yaratıcı ve kainatta tasarruf sahibi, gaybı bilen, zarar ve yarar vermeye muktedir kabul ederek mürted olmaktadırlar.

Yine onlar Kur’an’ı Kerimi eleştiriyor, sahabenin onu değiştirdiğini, ehli beyt ve düşmanları ile alakalı pek çok şeyi çıkardıklarını iddia ediyor, Kuran’a uymuyor ve delil de kabul etmiyorlar.

Yine onlar büyük sahabelere, ilk üç Raşit halifeye, müminlerin annelerine, Enes, Cabir, Ebu Hureyre radıyallahu anhum gibi meşhur sahabelere hakaret ediyor ve hadislerini kabul etmiyorlar. Güya onların iddiasına göre onlar kafirmiş (!) sadece ehlibeytten gelen hadisleri sahih bilirler. Uydurulmuş hadislerle ve sadece kendi sözlerine delil olan rivayetlerle ilgilenirler. Lakin onlar bununla beraber kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söyleyerek münafıklık ederler. İçlerindekini gizleyerek sana başka türlü gözükürler. Derler ki: “Takiyyesi olmayanın dini yoktur.” Onların kardeşlik ve muhabbet çağrısını kabul etmeyin. Münafıklık onlarda bir akidedir. Onların şerlerine karşı Allah yeter. Allah Muhammed’e, âl’ine ve ashabına salât ve selam etsin. Bu fetva Rafızîlerle çalışmanın hükmü hakkındaki sorudan sonra H.1414 yılında yayınlanmıştır. Şeyh Abdullah b. El-Cibrin’in Rafızîleri tekfir etme konusunda yalnız olmadığını açıklamak isterim. Selef imamlarından sonraki imamlara kadar sahih olarak geldiğine göre bu fırkayı tekfir etmişlerdir. Cehalet özür olması halinin ortadan kalkması için onlara hüccet ikamesi yapılır.

Şimdi Gelelim Humeyni’ye:

Kahrolası el-Humeynî, Tahrirul Vesile adlı kitabında diyor ki: “Şüphesiz imamın övülmüş makamı, şanlı derecesi ve velayetine her yaratılmışın boyun eğdiği kevnî halifeliği vardır.” Yine der ki: “Şüphesiz bizim (yani isna aşeriye imamlarının) Allah ile öyle bir halimiz vardır ki bunda ne bir mukarreb meleğe ne de gönderilmiş bir peygambere yer yoktur. El-Humeynî Tahrirul Vesile (s.52, 94)

Humeyni er-Resail (2/201 Kum İran baskısı h.1385) adlı eserinde şunları ifade etmektedir:

Daha sonra bu takiyyenin cevazı ve hatta vucübu kişinin kendisi ya da başkasının canı konusunda duyduğu korkuya bağlı değildir Bilakis zahir olana göre çeşitli maslahatlar muhalifler (Muhaliflerle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatı kasdetmektedirler) karşı takiyye yapılması gerekliliği hususunda sebep haline gelmiştir Buna göre takiyye ve sır tutmak güven içinde bulunup can korkusu taşımasa bile vaciptir.?

Onların (Şia’ların) takiyyenin Allah Azze ve Celle’nin kitabında varid olduğunu ileri sürerek Müslümanların ve düşünür vasfı taşıyanların cahil ve gafil olanlarını kandırabilirler Halbuki bilmezler ki Kur’an da varid olmuş olan takiyye müslümanın kafir karşısında düşmüş olduğu can ve namus tehlikesi ile alakalı durumlarda geçerli olan bir ruhsattır. Fakat Şia’nın takiyyesi ise tam anlamıyla münafıklık ve Sünnilere karşı içlerinde gizlediklerinin aksini izhar etmektir.

Humeyni el-Bey kitabında 2/464’te (Muessesetu Matbuatey İsmailiyyan li’t-Tabaa ve’n-Neşr ve’t Tevzi Kum/İran şöyle demektedir:

Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sonraki imamlar ve valilerin gaybet zamanına dek peşine vasilerin seyyidi Müminlerin emiri masum evlatları oldukları konusunda hak mezheb açısından hiçbir işkal bulunmamaktadır Onlar emir sahibi valilerdir Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi’ye ait olan genel velayet ve külli ilahi hilafet onlara aittir.?

Humeyni Ehli Sünnet’in Mallarının Mübah oluşu ile ilgili şöyle demektedir:

Humeyni Tahriru’l-Vesile I/352’de şu sözleri ile fetva vermiştir: En güçlü olan (görüş) kendilerinden alınan ganimet ve bu ganimet üzerinde işletilecek humus bakımından nasibilerin (Ehl-i Sünneti Kast ediyor) harb ehli hükmüne ilhak edilmesidir Hatta zahir olan nerede bulunursa ve ne şekilde olursa olsun malının alınmasının caiz ve humusunun ödenmesinin vacip olduğudur.

Humeyni Keşfu’l Esrar adlı Kitabı s.126’da şöyle söylemektedir:

Bizim burada Şeyhayn (Ebu Bekir ve Ömer) ile Kur’an’a muhalefet etmeleri ile ilahın hükümlerini oyuncak etmeleriyle kendi kafalarına göre haram ve helal belirlemeleri ile Hz Peygamberin’in evladına ve kızı Fatıma’ya karşı giriştikleri zulümlerle bir işimiz yok Fakat onların ilahın ve dinin hükümlerini bilmediklerine işaret etmek istiyoruz….

Sayfa 127’de Şeyhayn (Ebu Bekir ve Ömer)’ı cehaletle itham ettikten sonra şunları söylemektedir: Böyle cahil ahmak bir görüş üzerinde sebat etmeyen ve zalim kimselere imamet makamında ve yönetiiler içinde bulunmak layık değildir.

Sayfa 137’de şunları kaydetmektedir: Gerçekten Resül’e gerçek değerini verenler onlardır O Resül ki onların irşad edeceğim onları hidayete eriştireceğim diye türlü musibetlere göğüs germiş sıkıntıya girmiştir.İbn Hattab’ın iftira üzerine kurulu sözleri küfür ve zındıklıktan doğan amelleri kulağına çalındığı halde göz yummuştur.

İmamların Masumiyeti konusunda Humeyni şöyle der: Humeyni el-Hukumetu’l-İslamiyye adlı kitabında s.91’de şöyle demektedir:

Biz inanıyoruz ki imamların fakihlere bahşettikleri makam kendileri adına halen korunmaya devam etmektedir Çünkü kendileri hakkında sehv veya gaflet tasavvurunda bulunmadığımız imamların Müslümanlar yararına olan her şeyi ihata ettiklerine inanırız İmamlar kendilerinin sadece vefat etmesinden sonta bu makamın fakihlerinden zail olacağını biliyorlardı.

Humeyni İmamların Yaratılışı Keyfiyeti Konusundaki Aşırılığı: Humeyni Zubdetu’l-Erbaine Hadisen adlı kitabında s.232’de Sami Harda ihtisar etmiştir imamların makamından bahsederken ve el-Erbaune Hadisen’de.s604’de şöyle demiştir:

Şunu bil ki ey sevgili İsmet yuvasının halkı aleyhisselam alemin yaratılışından önce gaybi ruhani makamda Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ortaktırlar Onların nurları o zamandan itibaren tesbih ve takdis etmektedirler Bu husus ilmi bakımdan dahi insanın kuşatabileceği gücün üzerindedir.

Nass-ı şerifte şu ifadeler varid olmuştur: Ey Muhammed Allah Tebareke ve Teala vahdaniyeti ile münferid idi Sonra Muhammed’i Ali’yi ve Fatıma’yı yarattı Binlik bir zaman süresince beklediler Daha sonra bütün eşyayı yarattı onları da bu eşyanın yaratılışına şahit tuttu onların itaatlarını bu eşya üzerinde irca etti eşyanın işlerini onlara havale etti onlar dilediklerini helal kılar dilediklerini de haram kılarlar Allah’u Teala’nın dilemesi haricinde bir şey dileyemezler Sonra şöyle demiştir Ey Muhammed bu dünyayı kim önde tutarsa dinden çıkar kim geride tutarsa onu helak eder Kim dünyaya sarılırsa onun peşinden gider onu kendine al ey Muhammed……………
 
M Çevrimdışı

mühür1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
NEDEN MUAVİYEYE HZ DİYORSUNUZ

Hz. Muhammed Buyurdu ki:

"...Ey Ali, seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası da sana kin beslemez...

Ali'ye söven bana sövmüştür””

İbn-i Abbas'tan Rivayettir

Hz. Muhammed dedi ki:

"...Ali'ye söven bana sövmüştür, bana söven de Allah’a sövmüştür, Allah’i söven kişiyi, Allah onu burnu üzere ateşe dökecektir...”




MUAVİYE ŞAM CAMİLERİNDE HZ. ALİYE KÜFR EDİLMESİNİ EHLİBEYTE HAKARET EDİLMESİNİ EMREDİYOR:


MUAVİYE'NİN Hz. Ali’ye Lanet Edip, Lanet etmeye de Emir Vermesi:

"...Muaviye Hz. Ali’ye lanet etti..."

(İkd’ül Ferid İbn-i Abdu Rabbih’in c.4, s.366 / İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc'ül Belağa"c.1, s.356; c.3, s.258 – 1.Baskı-Mısır)


"....Muaviy e Hz.Ali’ye sövdü...."

(İbn' ül Esir' in "Üsd' ül Gabe" c.1, s.134 / el-İsabe c.1, s.77 / El-Kamil İbn’ül
Esir c.3, s.302 / el-Suyuti' nin "Tarih'ül Hulefa" s.190 / İbn-i Abdurabbih’in
“el-İkd’ül Ferid” c.2, s.144 / İbni Hacer el-Heytemi' nin "Sevaik' ul Muhrika"
s.33 / Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk s.310)


"...Muaviye namaz kıldığında Ali'ye, Hasan’a, Hüseyin’e, İbn-i Abbas’a Kays bin Sa’d bin İbadet ve Eşter’e lanet etti...."

(Şeyhülislam Süleyman el-Kunduzi el-Hanefi el-Belhi'nin "Yenabi'ul Mevedde" s.162)


"...Muaviye Hz. Ali’ye sövmeleri için emir verdi...."


kaynaklar:

(Sahih-i Müslim c.2, s.360 / Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808 / el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek alas-Sahihayn" c.3, s.109 / Hasais en-Nisai s.48, 81 Haydariye Bas. / el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt Talib" s.84,86 Haydariye Bas./ İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.206, Hadis No: 271,272 / ez-Zerendi el-Hanefi'nin "Nazım Dürer es-Simtayn" s.107 / Menakib-i Hüvarezmi s.59 / İbn-i Esir'in "Üsd'ül Gabe" c.1, s.134; c.4, s.25-26 / el-Askalani eş-Şafii’nin “el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe” c.2, s.509 / İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” s.82, 92 / İbn-i Abdu Rabbih’in “İkd’ül Ferid” c.4, s.29 / İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül Belağa" c.1, s.256, 361, Mısır 1. Bas. / Sıbt İbn-i Cevzi’nin “Tezkiret’ ül Havas” s.63 / el-Emini’nin “el-Gadir” c.1, s.257; c.3, s.200)


Muaviye mimberde Hz.Ali'ye lanet okudu ve bütün valilerine de ona lanet okumalarını emretti.

Peygamberin zevcesi Ümmü Seleme, Muaviye'ye mektup yazarak şöyle dedi :

Siz mimberde Hz. Ali'ye ve onu seven herkese lanet ettiğiniz için Allah ve resulüne küfrediyorsu-nuz.

Ben, Allah ve Resulünün Hz.Ali'yi sevdiğine şehadet ediyorum. Ama Muaviye onun sözlerini dinlemedi.

(Bkz. İbn-i Abdurabbih'in "İkd'ül Ferid" kitabı c.4, s.366)


muaviye, İslam ülkelerinde minberlerde Ali'ye (a.s) küfür edilmesine emir verdi. (Bu emir Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz'in (99-101) dönemine kadar icra edildi).

Muaviye mümessillerinin ve içlerinde sahabelerin de bulunduğu idarecilerinin yardımıyla, has ve seçkin Ali taraftarlarını öldürdü ve bazılarının başını mızraklara takıp şehirlerde gezdirdi. Rastladıkları Şiilere, Ali'den (a.s) uzak olduklarını ve ona sebbetmelerini teklif ediyorlardı. Bu tekliften çekinenler derhal katlediliyordu.

(en-Nesaih’ül Kafiye S.58,63, 77-78)



Kaynak:

1. el-Hasais en-Nisai s.24
2. İbn-i Asakir'in 'Tarih-i Dimaşk' c.2, s.184
3. el-Müttaki el-Hindi'nin 'Muntahab'ul Kenz' c.5, s.30
4. el-Suyuti'nin 'Tarih'el Hulefa' s.73
5. el-Nebehani'nin 'Feth'ül Kebir' c.3, s.196
6. Tabari'nin 'Zehair'ul Ukba' s.66
7. Menakıb-ı Hüvarezmi s.82
8. Mişkat'ül Mesabih c.3, s.235, İbn-i Sabbağ el-Maliki'nin 'Füsul'ül Mühimme' s.111

9. Tabari' nin 'Zehair'ul Ukba' s.66 ve 'Riyad'ul Nadara' c.2, s.219
10-. Menakıb-ı Hüvarezmi s.81-82
11-. Menakıb-ı Meğazeli s.83
12. Süleyman el-Kunduzi' nin 'Yenabi' ul Mevedde' s.205
13. eş-Şeblenci' nin 'Nur'ül Absar' s.110
14. el-Künci' nin 'Kifayet' üt Talib' s.82
15. el-Hamvini eş-Şafii' nin 'Feraid es-Simtayn' c.1, s.302
16. el-Murkat fi Şerh’ül Müşkat c.10, s.474
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Hz Muaviye'den razı olsun:

Âlimler, sahabeler arasında geçen şeyler hakkında sükût edilmesi hususunda çok şey söylemişlerdir. Hatta bu konuda icma nakledilmiştir. Abdurrahman Bin Ebi Hatem der ki; “Babama ve Ebu Zür’a’ya bütün şehirlerde yetiştikleri Hicazlı, Iraklı, Mısırlı, Şamlı ve Yemenli alimlerden Ehli Sünnet mezhebi hakkında sordum. Onların mezhebi;… Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bütün sahabelerine ve ehli beytine hürmet etmek, aralarında geçenler hakkında sükut etmektir.” Bunu el-Lalkaî, es-Sünne’de (321) Ebul A’lâ el-Hemedanî, Zikrul İtikad ve Zemmül İhtilaf’ta (s.90-91) rivayet ettiler.

Ahmed rahımullah Abdus Bin Malik’e sünnetin esasları hakkında şöyle yazdı: Şunlar sünnetin esaslarıdır Rasülullah s a v’in sahabelerinden birine kusur bulan ona buğzeden veya kötülüklerinden bahseden kişi onların hepsine karşı hürmet edip kalbini onlara karşı selim tutuncaya kadar bid’atçidir.(Tabakatu’l-Hanabile 81/345)
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰیهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا سيمَاهُمْ فى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ وَمَثَلُهُمْ فِى الْاِنْجيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْپَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظيمًا



Allah Teala buyurur ki; “Muhammed Allah'ın rasulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.”(Fetih 29)

Bu ayeti kerime bütün sahabeleri (radıyallahu anhum) kapsar. Zira onların hepsi de Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in beraberinde idiler.


وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ



Allah Teala buyurur ki; “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”(Tevbe 100)

Bu ayet de aynı şekilde bütün sahabeleri kapsamaktadır. Allah hepsinden razı olsun.


وَالَّذينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فى سَبيلِ اللّٰهِ وَالَّذينَ اٰوَوْا وَنَصَرُوا اُولٰـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَريمٌ

وَالَّذينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُولٰئِكَ مِنْكُمْ وَاُولُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ فى كِتَابِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَیْءٍ عَليمٌ



Allah Teala’nın Kitab’ında şu ayet ile gelenlere uygundur; “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.”(Enfal 74-75)

Geçenlerden, Allah Teala’nın ve Rasulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün sahabelerine (Allah hepsinden razı olsun) olan övgüleri ortaya çıkmıştır. Şüphe yok ki, gaybı bilen Allah Teala, rasulü için ashabını da seçmiştir.

İmam Ahmed, Müsned’inde; Ali Biin Bahr – el-Velid Bin Müslim – Said Bin Abdulaziz – Rebia Bin Yezid – Abdurrahman Bin Ebi Umeyretul Ezdî isnadıyla rivayet ediyor; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Muaviye radıyallahu anh’den bahsetti ve buyurdu ki; “Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver.

El-Velid Bin Müslim’in rivayetine; Abdula’lâ Bin Müshir mutabaat etmektedir; Tirmizi(3842) el-Âcurrî eş-Şeria(1914-1915) Abdula’lâ Bin Mushir’in Said Bin Abdulaziz et-Tenuhî’den işitmesi daha öncedir. Nitekim el-Âcurrî’nin rivayetinde olduğu gibi Abdurrahman Bin Ebi Umeyretul Ezdî, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den işittiğini açıkça belirtmiştir. Buharî’nin Tarih’inde; Abdullah Bin Mervan, Said’den, o da Rebia’dan; Rebia, Abdurrahman’dan işitti ki; Abdurrahman da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den işitti” diyerek aynısını rivayet etmiştir.


Yine burada Mervan Bin Muhammed Bin Hassan el-Esedî, el-Velid Bin Müslim’e mutabaat etmiştir.


O halde Said Bin Abdulaziz’den; el-Velid Bin Muslim, Ömer İbn Abdulvahid, Muhammed Bin Süleyman el-Harranî, Abdula’lâ Bin Mushir ve Mervan Bin Muhammed bu hadisi rivayet etmişlerdi. Fakat Abdurrahman Bin Ebi Umeyre’nin sahabeliğinde ihtilaf edildi. Ebu Hatem, Buhari, İbnus Seken, İbn Sa’d, İbn Hibban ve eş-Şeria’da el-Âcurrî onun sahabe olduğu görüşünü tercih etmişlerdir.


Hadisin Sıhhati: Ahmed(4/216) Tirmizi(3842) Acurri(1915) Ebu Nuaym Marifetus Sahabe(4634) Buhari Tarih(5/240) İbn Asakir Tarih’inde Muaviye radıyallahu anh’ın hal tercemesini verirken bunun rivayet yollarını uzun uzun zikretti ve hadisin sabit olduğuna meyletti. İbn Hacer el-Heysemî(s.262) hadisin hasen olduğunu söyledi. Aynı şekilde İbn Kesir de el-Bidaye’de sahih dedi. Bu isnad sahihtir. Bütün ravileri güvenilirdir. Zehebî,Siyer’de hadisleri zikrettikten sonra “bu hadisler birbirine yakındır” dedi(3/124) Said Bin Abdulaziz’in Rebia Bin Yezid’den rivayetinde ihtilaf edildi. El-Velid Bin Müslim – Said Bin Abdulaziz – Yunus Bin Meysera – Abdurrahman Bin Ebi Umeyre isnadıyla da rivayet edildi. İbn Asakir bu rivayet yollarını zikrettikten sonra; “Bu cemaatin kavli olup doğru olanıdır” dedi. Bu, Said Bin Abdulaziz – Rebia Bin Yezid – Abdurrahman Bin Ebi Umeyre yolunu açıklamaktadır. derim ki; el-Cuzekanî el-Ebatil’da(1/193) “bu hadis hasendir” dedi.

Derim ki; Abdurrahman Biin Ebi Umeyre hadisinden geçenleri destekleyen rivayetler vardır. Nitekim İbn Abbas radıyallahu anhuma onu fakih olmakla övmüştür. Buharî, Sahih’inde Nafi Bin Ömer’den rivayet ediyor; “Bana İbn Ebi Mulyke rivayet etti; İbn Abbas’a; “Müminlerin emiri Muaviye’ye ne diyorsun, o sadece bir rekat vitir kılıyor” denildi. Bunun üzerine dedi ki; “İsabet etmiştir. Zira o fakihtir. Buhari(3765)

Deniz seferine çıkan ilk ordunun komutanı olması da onun faziletlerindendir. Buhari Sahih’inde, Ümmü Haram radıyallahu anha’dan rivayet ediyor; O, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işitmiştir; “Ümmetimden deniz seferi yapan ilk ordu (cenneti) hak etmiştir. Buhari(2924)

Muaviye radıyallahu anh bu ordunun komutanı idi. Onun yönetimi altında deniz savaşı yaptılar. Bu orduda oğlu Yezid’i görevlendirmişti.

Muaviye radıyallahu anh’ın müminlerin dayısı olması da onun faziletlerindendir. Zira onun kızkardeşi Ummü Habibe radıyallahu anha Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in eşi idi.

Âlemlerin Rabbinin Rasulünün vahiy kâtibi olması da onun faziletlerindendir. Sahihu Müslim’de geldiği üzere, Ebu Süfyan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; “Muaviye’yi de kâtibin yap” dediği zaman “Evet” buyurmuştur. Müslim(2501) Bkz.: Ahmed(1/291) İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Git Muaviye’yi bana çağır” dedi. O onun katibi idi.” İsnadı sahihtir.

O, bu ümmetin dâhilerinden idi. İbn Sad, Tabakat’ında; Affan Bin Muslim – Vuheyb – Davud Bin Amir isnadıyla rivayet ediyor; “Bu ümmetin kadıları şu dört kişidir; Ömer, Ali, Zeyd ve Ebu Musa. Bu ümmetin dâhileri şu dört kişidir; Amr Bin el-As, Muaviye Bin Ebi Süfyan, Mugire Bin Şube ve Ziyad. İbn Sad Tabakat(2/351) isnadı sahihtir.

Ömer Bin el-Hattab radıyallahu anh onu Şam valisi yapmış, Osman Bin Affan radıyallahu anh de onu o görevde tutmuştur. Nitekim o valilik ve yönetim için uygun birisiydi. Buhari, Tarih’te; İbrahim Bin Musa – Hişam Bin Yusuf – Ma’mer – Hemmam Bin Munebbih – İbn Abbas radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyor; “Muaviye’den başka meliklik için yaratılmış kimse görmedim. Buhari Tarihul Kebir(7/327) isnadı sahihtir. Abdurrazzak Musannef’te(20985) Mamer – Hemmam yoluyla ondan rivayet etti.

El-Hallal; Muhammed Bin Muhalled Bin Hafs el-Attar – Muhammed Bin el-Müsenna – Nuh Bin Yezid Bin Sinan – İbrahim Bin Sad – Muhammed Bin İshak – Nafi – Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma isnadı ile; İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra Muaviye gibi lider şahsiyetli birini görmedim.” Dedim ki;

“O Ebu Bekir radıyallahu anh’den daha mı lider şahsiyetli idi?” şöyle dedi;

“Ebu Bekir ondan üstün idi ama Muaviye lider şahsiyetli idi.” Dedim ki;

“O halde o Osman’dan da lider şahsiyetli idi.” Şöyle dedi;

“Allah rahmet eylesin, Osman radıyallahu anh ondan üstün idi. Ama o, Osman’dan da lider şahsiyetli idi. Hallal es-Sunne(10679) İbn Adiy el-Kamil(6/110) İbn Asakir Tarihu Dımeşk(59/174) pek çok rivayet yolu olup isnadı hasendir.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e sahabe olmak Muaviye’ye mübarek olsun. Nitekim o aynı zamanda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vahiy kâtibi idi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte cihad etmişti. Onunla Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem arasında akrabalık bağı vardı. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu Şam valisi yapmışlardı. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma’nın vali tayin ettiği kiş sana yeter. Allah hepsinden razı olsun. Yine İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın Muaviye’nin fıkıh bilgisine ve yönetim işinde güzel seyrine şahitlik etmesi sana yeter. İşte İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın onun hilmi ve liderliği hakkında söyledikleri de geçti. Muaviye radıyallahu anh valilik ve krallığını hayırla ikame etmiştir. Aklının kemali, ağırbaşlılığı, geniş gönüllülüğü, kıvrak zekâsı ve keskin görüşü ile dünya siyaseti yapmış, insanları cömertliği ve hilmi ile memnun etmiştir.

“Bilginin ilmi ile akıllının aklı anlaşmazlığa düştü: Acaba kendisi ile şerefe ulaşılan hangileridir diye.

İlim: Ben şerefin en ileri noktasını elde ettim dedi.

Akıl: Rahman (olan Allah) benimle tanındı dedi.

İlim çok açık ifadelerle ona dedi ki: Peki Allah Kur’an’ında hangimiz ile vasfedilmiştir.

Akıl anladı ki ilim efendisidir.

Bu sebeple akıl ilmin başını öpüp gitti.”






 
Üst Ana Sayfa Alt