Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf !

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre : Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip...... korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.) Tirmizî, Kıyâmet 59
 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"Allah'ı bırakıp da sana faydası da zararı da dokunmayacak başka şeylere duâ edip yalvarma; eğer bunu yaparsan, zâlimlerden olursun" .Yunus / 106
 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
"Allah'ı bırakıp da sana faydası da zararı da dokunmayacak başka şeylere duâ edip yalvarma; eğer bunu yaparsan, zâlimlerden olursun" .Yunus / 106

Kimseye dua etmiyoruzki değerli kardeşim Allah azze ve cellenin yaratıcı oldugunu bilerek vesile ediniyoruz , yazıları keşke okusaydın :)

bir konuna rastlamıştım , evladının bir rahatsızlığı vardı herhalde..Allah azze ve celle şifa versin..

şimdi o konuda biz kardeşlerinden dua istemiştin , şimdi ZALİMLERDENMİ OLDUN ? Tabiki hayır :)

bizleri dua'da vesile ettin , ve bu ne beni ilah edindin nede şirk işledin değerli kardeşim :)

Allah azze ve celle nin emri olan vesileye sarıldın :)

Hem bu ayetin Nüzul sebebini hiç araştırdınmı değerli kardeşim , Mekkeli müşriklerin Put'lalara tapması üzerine ve Allah azze ve celle ile yaratmakta ortak olduklarına inandıkları için inmiştir..

Ayetleri nüzul sebeblerini bilmeden , kafamıza göre tefsir etmemiz bizleri mealciliğe ve yanlış yöne yönlendirir neuzubillah...

Hakkını helal et değerli kardeşim...selamun aleykum..
 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre : Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip...... korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.) Tirmizî, Kıyâmet 59

SadakaRasulAllah s.a.v...İman ettik elhamdulillah daha öncede duyduğumuz bu hadise..

Değerli kardeşim , kimse bir başka beşeri yaratıcı kabul etmiyor , şifayı o beşerden beklemiyor , yardımı yaradanın o beşer olduğuna inanmıyor.. ama vesile emrine sarılarak o kişiyi ( sen ,ben , o , bu herkes olabilir ) vesile ediniyor..

eğer vesile olayını tamamen silersek , bu sefer bir hastamız için bir kardeşimizden dua istediğimiz zaman şirk işlemiş oluruz..

ama kişi yada şahısları yaratıcı yada Allah'a ortak görerek yapanlar tabiki şirk işlemiş olur...

Hakkınızı helal ediniz...selamun aleykum..
 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
tabiiki helal olsun hakkım varsa ...amma sizin bahsettiğiniz le benim sizlerden istediğimi birbirine karıştırmayalım tasavvufta tevessül vardır..benm kardeşlerimden istediğim dua ile tasavvuf ehlinin yapmış olduğu tevessül farklı şeylerdir bu biiir. ikincisi ise bu ayetin nuzul sebebini biliyordum mealcilik falan yapmadım bilekis ayeti birebir yazdım anlatılmak istenen ortadadır bakın bu konu ile ielgili ahmed kalkan hocanın bir yazısını aktarayım ..burada herkes savunduğunu uygun bir dille anlatır ,aktarır ..tabiiki sahih delillere dayanarak...yanlız siz tasavvuf ehli olmadığınızı belirtmiştiniz bir yerde yani demek oluyor ki zaten bu konu sizinle alakalı değil ...
• 14/12/2006 - TEVESSÜL-VESİLE



[FONT=Times New Roman, Times, serif]‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir. Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’dir.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Kur’an’da Vesile: ‘Vesile’ Kur’an’da iki âyette geçmektedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Mâide, 35). Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızâsını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır (Muh. İbn Kesir, 1/511). Yalnız buradaki yakınlık mekân yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızâsına bir yakınlıktır. Kimileri de buradaki ‘vesile’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlardır. Nitekim ‘vesile’ kelimesinin geçtiği diğer âyette şöyle buyuruluyor: “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azâbından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azâbı korkunçtur.” (17/İsrâ, 57)
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öylese mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkânları arayıp bulmalılar. Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu râzı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Kavram Olarak Vesile-Tevessül: Vesile, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızâsına götürecek bütün sâlih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir. Bu sâlih amellerin adının değil ölçüsünün ve ilkelerinin Hz. Peygamber tarafından konulması önemlidir. Bu yola baş vurmak da ‘tevessül’dür. Mü’min, ‘Allah bizi İmanımız ile’ sever deyip, bir köşeye çekilmez. O, Rabbinden ittika eder (korkup çekinir). Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, irâdesini kullanarak Allah’ı râzı edecek diğer sâlih amellere devam eder. Mü’min, farzlar ve vacipler dışında, nâfile ibâdetlerle bu vesile yollarını arar. Peygamberimiz, mü’minin nâfile ibâdetlerle Allah’a yaklaşmaya devam edeceğini haber vermektedir (Buhârî, Rikak 38).
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Mü’mini vesileye ulaştıracak yol İman ve takvâdır. Asıl vesile de, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur. Bu kasıt ve niyet ile güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır, sâlih amellere devam eder, Allah’ın rızâsına uygun işlerle meşgul olur. Âyetin devamında Allah yolunda cihad etmek emredilmektedir. Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesile’nin cihad ibâdetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır. Bu noktanın altını çizmek gerekiyor. Kimileri ‘vesile’yi Allah’a yaklaştıracak yol gösterici bir mürşid diye anlarlar. Halbuki âyetin ifâdesi gâyet açıktır ve onların dediği gibi anlamanın imkanı yoktur. İlim ehli kimseler insana yol gösterebilirler, güzel ahlâk örneği olabilirler; ama kul ile Allah arasında kimse aracı olamaz. Buradaki ‘vesile, ibâdet cinsinden bir şeyle Allah’a yakınlık arama arzusudur.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Mü’mini Allah’a yaklaştıracak vesile; ilim, ibâdet ve şeriatın güzelliklerini arama ve yaşamadır. Bu, kişiyi mânevî olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun önünde boyun bükme, O’nun Rubûbiyetinin (Rabliğinin) karşısında ubûdiyet (kulluk) yapmadır. Kaldı ki, Allah’ı bilme ve O’na ibâdet etme, Allah’a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Allah’a tevessül etmeyi sağlayan şeylerden biri de cihad’dır. Âyet, önce takvâyı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesile aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu bir anlamda İman edenlerin takvâ sahibi olup, sâlih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini, kulluk görevi olarak sıralamaktır.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]İman takvâ ile, takvâ vesileyi aramak ile, vesileyi aramak da cihad ile tamam olmaktadır. Öyleyse, Allah’a vesile aramayı, Allah yolunda cihad’dan ayrı düşünmek, âyeti eksik anlama olur. Bu cihad ister İslâm’ın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun; farketmez. Kur’an şöyle buyuruyor: “Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine olan ibâdetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.” (18/Kehf, 110). Bu âyet de ‘vesile’ konusunda önemli ip uçları veriyor. Allah’a mânevî olarak kavuşmanın yolu, sâlih amel işlemek ve ibâdette hiç kimseyi ortak koşmamaktır. Bu demektir ki ilâhlara tapınmak sapıklık olduğu gibi, ibâdette aracı bulmak da sapıklıktır. Tevessül, ibâdette bir aracı, bir torpilci bulmak değil; ibâdet cinsinden bir sâlih ameli ihlâsla yaparak, takvâya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızâsını kazanmaya çaba harcamaktır.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]İbâdette, zikirde, duâda başkalarını aracı yapmak doğru değildir. Ölmüşleri, aziz zannedilenleri, yaşayan kimseleri ‘falancanın yüzü suyu hürmetine’ diyerek işin içine katmak vesile değildir. Duâların ve zikirlerin kabulü için uzaklarda yaşayanları veya mezarlarda un ufak olmuş ölmüşleri araya koymak tevhide aykırıdır(Kimileri duâlarını ve zikirlerini önce hocalarına (şeyhlerine) sunuyorlar, onların da bu duâ ve zikirlerini Allah’a arzetmesini istiyorlar. Bu yolla duâ ve zikirlerinin kabul göreceğini hayal ediyorlar. Halbuki Allah (c.c.) kuluna, onun şahdamarından daha yakındır, duâ edenin duâsını işitir ve karşılığını verir (50/Kaf, 16; 2/Bakara, 186). Rabbimiz (c.c.) kulun ibâdetinde başkalarını ortak etmesini kesinlikle yasaklıyor (bkz. 18/Kehf, 110).
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Peygamberin Makamı Olarak Vesile: Vesile, aynı zamanda Cennet’te bir makamın adıdır. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Bana salavat getirdiğiniz zaman, Vesile’yi de isteyiniz.” Denildi ki, ‘Vesile nedir ya Rasûlallah?’ Buyurdu ki; “O Cennette yüce bir makamdır ki o yalnızca bir kula verilecektir. O kulun ben olmamı ümit ederim.” (Ahmed bin Hanbel, Tirmizî, nak. İbn Kesir, 1/514). Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: “Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salât okuyunuz. Kim bana bir salât okursa, Allah ona on salât verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesile’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesile isterse ona şefaat edilir.” (Müslim, Salât 7, Hadis no 384; Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 523)
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Ezan’dan sonra okunulan salevat, Peygamberimize ‘vesile’ isteme duâsıdır. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Kim müezzini işittiği zaman; ‘Allahümme Rabbe hazihi’d da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti Muhammeden el-vesilete ve’l fazîlete ve’d deracete’r rafîate ve’b’as’hu makamen mahmûden ellezi ve’adteh.’ (Ey Allahım, ey bu tam dâvetin sahibi, ikame edilen namazın sahibi, Muhammed’e vesile ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyâmet gününde ona şefaat edilir.” (İbn Mâce, Ezân 4, Hadis no: 722; Buhârî, Tirmizî, Nesâî, nak. Muh. İbn Kesir, I/513)

[FONT=Times New Roman, Times, serif]Tevessülün Çeşitleri: Tevessül konusunda şöyle bir soru ile karşı karşıyayız: Peygamberimizin, sahâbîlerinin veya diğer sâlih mü’minlerin adıyla tevessül yapılabilir mi? ‘Falancanın yüzü suyu hurmetine, falancanın hatırı için, falancanın yüce makamı için’ şeklinde duâ edelebilir mi? Tevessül deyince bir çoklarına göre bu anlam anlaşılmaktadır. Yani duâ ve ibâdette birinin adıyla hareket etmek şeklinde. Kimileri de tevessül’ü, kişiyi doğru yola götürecek bir mürşid bulma diye anlamaktadır. Bu konuyu kısa da olsa açıklamakta fayda var:
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Hatırlayalım ki, yukarıda geçtiği gibi, tevessül yapmak, yani Allah’a yaklaşmak için sebep aramak Kur’an’ın emridir. Bu sebepler de ibâdet cinsinden bir şey olmalı, takvâ ve cihad ile çoğaltılmalıdır. Din’e sonradan sokulmuş ve bid’at halini almış şeylerle tevessül yapılamaz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), din adına sonradan uydurulmuş bütün âdetlere bid’at diyor ve hepsini de reddediyor (Müslim, Cum’a 13, Hadis no: 867).
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Âlimler tevessülü üçe ayırmışlardır:
[FONT=Times New Roman, Times, serif]a- Meşrû Olan Tevessül
[FONT=Times New Roman, Times, serif]1- Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak. Rabbimiz 7/A’râf sûresinin 140. âyetinde, kendi isimleriyle duâ etmemizi söylüyor. Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, vb. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi duâlar meşrûdur. İslâm’ın temellerinden biri, Rasûlullah’a İman ve O’na itaat etmektir. O’na itaat etmek Allah’a itaat etmektir (4/Nisâ, 80). Peygambere itaat ederek Allah’a tevessül etmek farzdır ve İman bu itaatle tamamlanır.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]2- Duâ edenin işlediği sâlih bir amelle tevessülde bulunması. 3/Âl-i İmran Sûresi 16. ve 53. âyetlerinde buna işaret vardır. Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri sâlih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular(Müslim, Zikir ve Duâ 27, Hadis no: 2743, 4/2099. Buhârî, İcâre 12).
[FONT=Times New Roman, Times, serif]3- Sâlih bir insanın duâsıyla tevessülde bulunmak. Rasûlullah’ın duâsı ve şefaatiyla ‘tevessül’de bulunmak da câizdir. Müslümanlar O’nun sağlığında duâsıyla, Kıyâmet gününde de O’nun şefaatiyla tevessül ederler. Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duâsı yapmasını İştemişlerdi. O da onlar için duâ etmişti (Buhârî, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Ş. Isl. Ans. 6/346). Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahâbîler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri için duâ etmesini istemişlerdir. Burada kastedilen Peygamberimizin duâsı ve şefaatidir(nak. İbn Teymiyye, Tevessül, s: 252). Peygamberimiz kör bir adama duâ öğreterek bu duâ ile tevessül yapmasını söylemiştir(Ş. Isl. Ans. 6/346)
[FONT=Times New Roman, Times, serif]b- Bid’at Olan Tevessül: Peygamberimizin kendi zâtıyla, Kâbe’nin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimiz’in zâtına yemin ederek tevessül yapmak bir çok âlime göre câiz değildir. Sahâbîler ne yağmur duâsında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivâyetler zayıftır. Ancak, bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen âlimler de vardır. Kesin bir haram söz konusu olmadığı için, bu şekilde tevessül yapanlara kâfir, müşrik, sapık gibi ağır ithamları yöneltmekten kaçınmak gerekir.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]c- Şirk Olan Tevessül: Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek, bu anlamdaki sıkıntıların onlar tarafından giderilmesini beklemek Tevhid inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir. Ölmüş kişilerin kendisi için Allah’a duâ etmelerini istemek de aynıdır. Bilindiği gibi ölenlerin böyle şeylere güçleri yetmez. Çünkü dünyada iken fani ve gücü çok sınırlı olan insan, öldükten sonra çürüyüp toprak olur. Kendisine bile bir hayrı olmayan kemiklerin, dirilere ne faydası dokunabilir? Ölmüşlerden medet umanların bu anlayışlarını anlamak mümkün değildir. Böyle bir tavır Allah’a ortak koşmaktır ve İslâm’la bağdaşmaz.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]İbâdette ve duâda zaten aracı olmaz. İslâm inancı buna izin vermemektedir. İbâdetlerinde herhangi bir şeyi, ölmüşleri veya putlarını aracı kılanlar, onlarla Allah’a yaklaşmak isteyenler müşriklerdir. Onlar, Allah’ın dışındaki birtakım varlıklardan, ya da tanrı edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, onlara duâ ederler. Bir kulun Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bütün bunlar şirk olan ‘tevessül’ yollarıdır. Kur’an şöyle diyor: “De ki: Allah’ı bırakıp da O’nun yerine kendinize ilâh edindiklerinizi çağırın yardımınıza. Onlar sizin herhangi bir sıkıntınızı gideremeyecekleri gibi, size gelecek herhangi bir belâyı da savamazlar.” (17/İsrâ, 56)
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Duâ ve ibâdette bir başka varlığı aracı koyma sapıklık olduğu gibi buna ihtiyaç da yoktur. Tekrar edelim ki Allah (c.c.) kullarına, kendilerinden daha yakındır. Duâ veya ibâdet edenin duâsını işitir, ibâdetini bilir ve karşılığını verir. İhlâsla ibâdet edenlerden haberi vardır ve onların yaptıkları sâlih amellerin mükâfatını fazlasıyla onlara öder (2/Bakara, 186). Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Allah (c.c.) buyuruyor ki: ‘Ben kulumun Beni zannı ile beraberim. Bana duâ ettiği (zaman da) onun yanındayım.” (Müslim, Zikir 19, Hadis no: 2675)
 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
tabiiki helal olsun hakkım varsa ...amma sizin bahsettiğiniz le benim sizlerden istediğimi birbirine karıştırmayalım tasavvufta tevessül vardır..benm kardeşlerimden istediğim dua ile tasavvuf ehlinin yapmış olduğu tevessül farklı şeylerdir bu biiir. ikincisi ise bu ayetin nuzul sebebini biliyordum mealcilik falan yapmadım bilekis ayeti birebir yazdım anlatılmak istenen ortadadır bakın bu konu ile ielgili ahmed kalkan hocanın bir yazısını aktarayım ..burada herkes savunduğunu uygun bir dille anlatır ,aktarır ..tabiiki sahih delillere dayanarak...yanlız siz tasavvuf ehli olmadığınızı belirtmiştiniz bir yerde yani demek oluyor ki zaten bu konu sizinle alakalı değil ...

Neden benimle alakalı olmasın değerli kardeşim? Ben Hakk'ı savunanlardanım.. Bir selefi kardeşimin Tasavvuf ehli kardeşime kötü söz söylemesine , bir tasavvuf ehli kardeşiminde selefi bir kardeşime kötü söz söylemesine karşıyımdır..
o yüzden iki taraftanda Hakk olanları alırım..

benim selefi arkadaşlarım gibi tasavvuf ehli arkadaşlarımda mevcud..ve bu zamana kadar sizin zan ve kast ettiğiniz gibi bir tevessül olayı yaşamadım değerli kardeşim :)
Bence Hakk yani Kul Hakk'ı müthiş tehlikeli bir durumdur...
Not: benim diğer mesajımda verdiğim örnekteki vesile olayı ile tasavvufun tevessül olayı arasında hiçbir fark yoktur kardeşim :)

Hakkınızı helal ediniz..
 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
sizin rastlamamış olmanız bu olayın olmadığını mı gösteriyor?ben bu konuya tahmin ettiğinizden fazla hakimim ..kulaktan dolma bilgilerle burada konuşmuyorum..benm annem ve babam tasavvuf ehli dir ve başı dara kalanların medet ya şeyhim!yetiş seydam!dediklerine bizzat şahidim ..ve anlamadığım bir noktada şudur değerli kardeşim ..ben kimsenin hakkında suizan da bulunmadım ve kötü söz söylemedim ...tevhid in gereği ne ise onu bilirim ve onu uygularım ve aileme de onu anlatırım biiznillah ..selametle kal değerli kardeşim ...bu konu gayet açık ve nettir ..fazla söze gerek yok tekrar tekrar ısıtıp ısıtıp insanların önüne aynı yemeği sunmanın da çok fazla doğru olmadığını düşünüyorum ..karşılıklı diyalog durumuna getirmeyelim konuyu ...
 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
sizin rastlamamış olmanız bu olayın olmadığını mı gösteriyor?ben bu konuya tahmin ettiğinizden fazla hakimim ..kulaktan dolma bilgilerle burada konuşmuyorum..benm annem ve babam tasavvuf ehli dir ve başı dara kalanların medet ya şeyhim!yetiş seydam!dediklerine bizzat şahidim ..ve anlamadığım bir noktada şudur değerli kardeşim ..ben kimsenin hakkında suizan da bulunmadım ve kötü söz söylemedim ...tevhid in gereği ne ise onu bilirim ve onu uygularım ve aileme de onu anlatırım biiznillah ..selametle kal değerli kardeşim ...bu konu gayet açık ve nettir ..fazla söze gerek yok tekrar tekrar ısıtıp ısıtıp insanların önüne aynı yemeği sunmanın da çok fazla doğru olmadığını düşünüyorum ..karşılıklı diyalog durumuna getirmeyelim konuyu ...

Estağfirullah Değerli kardeşim !
neden böyle konuştunuzki şimdi , inanın , çok samimi olarak söylüyorumki ; Son derece üzüldüm :'(

Allah azze ve celle şahiddirki , ben Hakk olanı alırım ve asla kötü bir niyetim olamaz..
sizin çok muhterem Anne ve babanız ( ellerinden öprerim ) Asla tasavvufu temsil eden bir merci olamaz.. nasılki , sürekli tekfir hastalığı olan ( tekfir edilmesi gerekilen yerde , tekfir eden kardeşlerim istisnadır ) bir selefi kardeşimizin Selef salihin yolunu temsil edemezse , sizin muhaterem Anne-babanızın yapmış olduğu durumlarda Tasavvufun bütününü temsil edemez değerli kardeşim..

Şimdi Tasavvuf Büyüklerinin TEVESSÜL olayı hakkındaki bir yazısını vereyim...Ama lütfen rica ediyorum tamamını olu..İnan değerli kardeşim bazı cahil tasavvuf ehli olanların yaptığı gibi olmadığını göreceksin..

Buyrun ;



TEVESSÜL
Kulu, yaratılışındaki esas gâye ve maksada ulaştıran her türlü yol ve vâsıta bir vesîledir. Allâh’a yaklaşmak için bu vesîlelere sarılmaya da tevessül tâbir olunmuştur. Daha husûsî mânâda ise, duânın kabulüne sebep olacağı ümidiyle başta esmâ-i hüsnâ, Kur’ân-ı Kerîm, sâlih ameller, peygamberler ve sâlih zâtlar vesîle kılınarak Allâh’tan bir şey istemek, arzu edilen bir şeyin elde edilmesi veya arzu edilmeyen bir şeyin def edilmesi için O’na duâ ve ilticâda bulunmak demektir.
Mâide Sûresi’nin 35. âyet-i kerîmesinde:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ
“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesîle (sebep) arayın!..” buyurulmaktadır.
Âyet-i kerîmede “vesîle” kelimesi, mutlak olarak, yâni hiçbir tahdid olmadan zikredilmiştir. Bu itibarla Allâh’a yaklaşmak için aranması gereken vesîleden maksat; namaz, oruç, cihâd ve benzeri sâlih amellerdir. Bazı müfessirler ise bu sayılanların yanısıra, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkı ile ahlâklanmak gâyesiyle bir mürşid-i kâmilin terbiyesine girmenin de bir “vesîle” olduğunu ifâde etmişlerdir.
Âlimler ve sâlihlerin, kulu Rabbinin yoluna tevcîh etmeleri, ruhbanlık mâhiyetinde bir faâliyet değildir. O, bir irşâd ve ikâzdır. Yürünecek yollarda yolculara rehberlik etmekten ibârettir. Buna mukâbil Hristiyanlıkta ruhbanlık vardır. Onlara göre ruhban, Allâh ile kul arasında zarûrî bir vasıta durumundadır. İslâm ise bunu reddeder. Yâni Allâh ile kul arasında bir üçüncü şahıs tasavvur olunamaz. Kul, Rabbine şahsen ve doğrudan her an yönelebilir ve O’na ibâdet edebilir.
Hâl böyleyken ruhbanlıkta olduğu gibi mürşidlerin, mâneviyat yolunda ilerleyen mürîd ile Allâh arasına girdikleri farz olunarak, onların gördüğü bu vazîfeye karşı bâzı îtirazlar vâkî olagelmiştir. Hâlbuki ruhbanlık bir kimsenin râhib mevcûd olmaksızın, Cenâb-ı Hakk’a kullukta bulunamamasıdır. Bu, tahrif edilmiş Hristiyanlıkta mevcûddur. Ulemâ ve meşâyıhın icrâ ettikleri vazîfe, râhiplerinkiyle aslâ kıyaslanamaz.
Bu husustaki tenkidler, tevessülün lügat mânâsını ön plana çıkarmaktan doğan yersiz ve yakışıksız sözlerdir. Böyleleri tevessülün hakîkî mâhiyetini gözardı ederler. Bu tip îtirazlar daha ziyâde gerçek mürşid-i kâmillerin hâllerine vâkıf olamayan, tasavvufî muhitlerin dışındaki insanlar arasından çıkmaktadır. Böyle düşünülmesine bâzen de tasavvufî metodları lâyıkıyla hazmedememiş olan bir kısım müntesiplerin hareketlerindeki yanlışlıklar sebep olmaktadır. Ancak bunu da haklı saymak imkânsızdır. Çünkü bir dâvâya mensûp olan kişinin acziyet, kifâyetsizlik ve bâzen de kötü niyeti sebebiyle, o dâvâya îtiraz etmek nasıl doğru değilse, bu meselede de şahısların kusurunu dâvâlarına izâfe etmek doğru değildir. Böyle şahsî kusûrları onların temsîl etmek iddiâsında bulundukları yüce değerlere atfetmek, mantıken de doğru olamaz. Nitekim bugün aklı başında hiç kimse, müslümanların kusurlarından İslâm’ı mes’ul tutamaz.
Yukarıda da îzâh etmiş olduğumuz üzere hakîkî mürşidler, gerçekte ulemânın, zâhirî ilimlerin tâliminde yaptığı rehberliğe benzer bir vazîfeyi, mâneviyat yollarında îfâ ederler. Bu, kul ile Allâh arasına girmek değil, insanları mürşid-i kâmilin tecrübe ve dirâyetine istinâden Allâh’a giden yolda îkâz ve irşâd edip onları muhâtaralardan kurtarmak ve yollarını selâmetle kat edebilmelerini sağlamak gayretinden ibârettir. Nasıl ki, bir yolculuk esnâsındaki bineğimiz gâye değil vâsıta ise, bir mürşid-i kâmil de, mürîde kalbî eğitimi tâlîm edip onun iç dünyâsını Allâh ve Rasûlü’nün ahlâkı ile tezyîn eden bir muallim demektir. Hattâ bâzı mürîdler -nasîb ve istîdâdları varsa- sür’atle terakkî ederek, bidâyette kendisine yol gösterip önünde ufuklar açan mürşidini, nihâyette geride bırakabilir. Zâhirî bir kıyaslamaya göre Şems-i Tebrizî ile Hazret-i Mevlânâ misâlinde olduğu gibi.1
Yâni mürşid-i kâmiller bütün ehemmiyet ve kıymetine rağmen aslâ gâye değil, ancak bir vâsıta hükmündedirler.
Gerçekten tevessül, bir mânâda, olgun ve tecrübeli bir mümin demek olan mürşid-i kâmili rehber edinerek, ayakların kayması kuvvetle muhtemel bulunan ince yollardan sâlimen geçmek için onların rehberliğine mürâcaat edip irşâd ve feyizlerinden istifâdeye çalışmaktır. Diğer bir mânâsıyla da tevessül, merâmını Cenâb-ı Hakk’ın sevdikleri hürmetine O’na arz ederek duâya makbûliyet kazandırma gayretidir. Yoksa Hak Teâlâ’nın sâlih kullarına kudsiyyet atfetmek değildir.
İmâm Mâlik -rahmetullâhi aleyh-:
“Dileklerinizde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i vesîle edininiz!..”
buyurur.
İmâm Cezerî -kuddise sirruh- da:
“Duâlarınızın kabulü için peygamberler ve sâlih kişileri vesîle ittihâz ediniz!..” buyurmaktadır.
Sahâbe-i kirâmdan Osman bin Huneyf -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir:
Bir âmâ Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“– Yâ Râsûlallâh! Allâh’a yalvar da gözümdeki hastalığı gidersin! Gözümün kör olması bana çok zor geliyor!..” dedi.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“– Dilersen sabret, bu senin için daha hayırlıdır.” buyurdu.
Âmâ ise:
“– Yâ Rasûlallâh! Beni elimden tutup götürecek kimsem yok. Bu hâl bana çok meşakkat veriyor. Lütfen gözlerimin açılması için duâ ediniz!” deyince Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“– Git abdest al! Sonra iki rek’at namaz kıl! Ardından da şöyle duâ et:
«Allâh’ım! Rahmet peygamberi olan Nebin Muhammed’le (O’nun hürmetine) Sen’in zâtından diliyor ve Sana yöneliyorum… Yâ Muhammed! İhtiyâcımın verilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum!.. Allâh’ım! O’nu bana, şefaatçı kıl!..»” (Tirmizî, Deavât, 118; Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV. 138)
Hâkim’in rivâyetinde, ayrıca âmânın gözü görür bir hâlde ayağa kalktığı ziyâdesi de bulunmaktadır. (Hâkim, Müstedrek, I, 707-708)
Öte yandan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de kendi duâlarında çoğu zaman:
“Peygamberinin ve benden evvelki peygamberler hakkı için (dileğimi kabul eyle!)” cümlesini zikrettiği rivâyet edilmiştir. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 257)
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âdem -aleyhisselâm- cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatâsını anlayıp:
«– Yâ Rabbî! Muhammed hakkı için Sen’den beni bağışlamanı istiyorum.» dedi. Allâh Teâlâ:
«– Ey Âdem! Henüz yaratmadığım2 hâlde Muhammed’i sen nereden bildin?» buyurdu.
Âdem -aleyhisselâm-:
«– Yâ Rabbî! Sen beni yaratıp bana rûhundan üflediğinde başımı kaldırdım, arşın sütunları üzerinde “Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedü’r-Rasûlullâh” cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki Sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izâfe edersin!» dedi.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
«– Doğru söyledin ey Âdem! Hakîkaten o, bana göre mahlûkâtın en sevimlisidir. Onun hakkı için bana duâ et. (Mâdem ki duâ ettin), Ben de seni bağışladım. Şâyet Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım!» buyurdu.” (Hâkim, Müstedrek, II, 672)
Diğer taraftan İslâmî an’anede duâ, hamdele ve salveleyle başlayıp yine onlarla nihâyete erdirilir. Salvele, Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- hakkında Cenâb-ı Hakk’a bir duâ ve niyâzdır. Peygamberimiz için yapılan duânın (salavâtın) reddedilmeyip kabul edileceği yolunda bir inanış ve kanaat mevcuddur. Duâlarımızın başını ve sonunu salât ü selâm ile süslemek de bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Böylece iki makbûl ve kabulü muhakkak olan duânın arasına kendi duâlarımızı sıkıştırmak, onların da kabulünü sağlamak düşüncesiyledir.
Nitekim, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazdan sonra Allâh’a hamdetmeden ve O’nun peygamberine salât ü selâm getirmeden duâ eden bir kimse gördü. Bunun üzerine:
“Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı ve şöyle buyurdu:
“Biriniz duâ edeceği zaman önce Allâh Teâlâ’ya hamd ü senâ etsin, sonra Peygamber’e salât ü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duâ etsin.” (Tirmizî, Deavât, 64)
Kulun duâsında merâmını, başta peygamberler ve onların vârisi durumundaki evliyâullâh ile Hak katında yüksek mevkîleri bulunan sâlihlerin Cenâb-ı Hak nazarındaki hatırı hürmetine istemesi, Allâh Teâlâ’nın sevdiklerini vesîle kılarak bu duygularla yalvarıp ilticâda bulunması da merhamet-i ilâhiyyeyi celbedip duânın müstecâb olmasındaki mühim müessirlerden biridir. Ancak duâ, yalnız Allâh Teâlâ’yadır. Bu yüzden duâda Allâh’ın sevdiklerini vesîle kılarken onların şahsından değil; yalnız Allâh Teâlâ’dan istemelidir. Duâda Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği zâtları zikretmek, sâdece Allâh’a yapılan duânın kabulüne sebep olması için mürâcaat edilen bir usûldür.
Ayrıca, fazîlet sâhibi sâlih zâtlarla tevessül de, hakîkatte onların sâlih amelleri ve üstün meziyetleriyle tevessül etmek demektir. Çünkü onların Hak katındaki yüksek mertebe ve yüce kıymetleri bu salih amelleri sebebiyledir.
Bu itibarla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bile, Allâh’tan zafer ve yardım taleb ederken muhâcirlerin fakîrleri vesîlesiyle niyâzda bulunur3 ve şöyle buyururdu:
“Bana zayıfları çağırınız. Çünkü siz ancak zayıflarınız(ın duâ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz.” (Ebû Dâvud, Cihâd, 70; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 198)
Zîrâ toplum nezdinde îtibâra medâr olacak bir makâm ve varlıkları olmayan, boynu bükük, kalbi kırık fakat kanaat ve takdîre rızâ ile gönlü zengin olan bu sâlih insanların tevessülüyle yapılacak duânın kabule daha lâyık olduğu muhakkaktır.
Kırık ve mahzun kalbleri vesîle edinerek rızâ-yı ilâhîye vâsıl olabilmek sadedinde Mâlik bin Dinar’ın şu rivâyeti oldukça mânidârdır:
“Mûsâ -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’a bir ilticâsında:
«– Yâ Rab! Seni nerede arayayım!» dedi.
Allâh Teâlâ buyurdu ki:
«– Beni, kalbi kırıkların yanında ara.»” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 364)
Enes -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, devr-i hilâfetinde vâkî olan kuraklıkta, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbas -radıyallâhu anh-’ı yanına almış ve yağmur yağması için Cenâb-ı Hakk’a O’nu vesîle ittihâz ederek:
“Allâh’ım! Peygamberimiz ile Sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi ise) Peygamberimiz’in amcası ile Sana tevessül ediyoruz. Bize yağmur ver!” derdi. Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşmuş olurdu. (Buhârî, İstiskâ, 3)
Bir başka rivâyete göre Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“– Allâh’ım! Bulut da, su da Sen’in katındandır. Bulutu gönder ve bize yağmur indir.” diyerek tevâzû ve gözyaşları içerisinde uzun ve duygu yüklü bir duâ ile yalvarmıştır. Bu duânın ardından rahmet bulutları gökyüzünde hevenk hevenk kümelenmiş ve bereketli yağmurlara nâil olmuşlardır. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu ilâhî ikrâm üzerine:
“Ey insanlar! Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir çocuğun babasını sevdiği gibi amcası Abbas’ı sever, ona hürmet gösterir ve onun yeminini kendi yemini sayardı. Ey insanlar! Amcası Abbas hakkında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gösterdiği bu saygı ve hürmete siz de riâyet edin! Onu, başınıza gelen her türlü musîbette Allâh’a (duâlarınızda) vesîle edinin!” (Hâkim, Müstedrek, III, 377) buyurmuştur.
İbn-i Abdi’l-Berr’e göre şu rivâyet de bu hususta aydınlatıcı bir mâhiyet arz etmektedir:
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- istiskâda bulunmak üzere Abbas’ı da yanına alarak (musallâya) çıktı ve şöyle duâ etti:
“Allâh’ım! Biz Peygamberimiz’in amcası ile Sana yaklaşıyor (takarrub) ve onun şefaatçi olmasını diliyoruz (istişfa’). Peygamberin için onu gözet! Nitekim Sen, ana-babasının iyilik ve salâhı yüzünden iki (yetim) çocuğu gözetmiştin.4 Biz istiğfar ederek ve şefaat dileyerek Sana geldik!”
Sonra Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, insanlara yönelerek şu âyet-i kerîmeleri tilâvet buyurdu:
“Rabbinizden mağfiret dileyin! Çünkü o çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)
Sonra da Abbas -radıyallâhu anh- ayağa kalkarak duâ etti. Hazret-i Abbas’ın gözleri pınar gibi yaş akıtıyordu. (Bu vesîleyle Allâh’ın yağmur ihsân etmesinden sonra) halk:
“– Seni tebrîk ediyoruz, ey Harameyn sâkîsi!” diyerek Abbas’a dokunmaya başladı. (İbn-i Abdi’l-Berr, İstîâb, II, 814-815)
Bu hâdise, sahâbenin bir başka sahâbeyle tevessülünü gösteren apaçık bir delildir. Ancak bu hâl, bâzılarınca tevessülün yalnız sâlih kimselerin hayatta oldukları zaman için mümkün olduğu, vefâtlarından sonra ise kendileriyle tevessülde bulunulamayacağı şeklinde iddiâlara mevzu olmuştur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile tevessülü yalnızca vefâtlarından öncesine tahsîs etmek, hakîkati yansıtmayan indî bir görüştür. Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın; “Yâ Rabbî! Biz sana peygamberimiz ile tevessül ederdik.” şeklindeki ilticâsı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yalnız vefatlarından öncesine değil, vefatlarından sonrasına da şâmildir. Zâten Hazret-i Abbas -radıyallâhu anh- ile tevessülleri de onun -başka bir kimsenin değil- Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in amcası olması sebebiyledir. Yâni onun Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir yakını olması dolayısıyla tevessülün nisbet edildiği makâm, vefât etmiş de olsa yine bizzat Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmaktadır. Bunun gibi evliyâullâhın büyüklerinin bâzıları hakkında da ölümden sonraki tevessül imkân ve îcâbı vâkîdir.5
Bunun en açık misâllerinden biri şudur:
Âlimler ve ihtiyaç sâhipleri, selef-i sâlihînin büyüklerinden İmâm-ı Âzam’ın kabrini ziyârette bulunurlar ve onunla tevessül ederek faydasını görürlerdi. Nitekim bunlardan biri olan İmâm Şâfiî Hazretleri şöyle anlatır:
“Bir ihtiyacım olduğu zaman iki rekat namaz kılardım. Sonra Ebû Hanîfe’nin mezarına gider ve orada Allâh’a duâ ederdim. Onun bereketiyle ihtiyâcım derhal karşılanırdı.”6
5
Öte yandan, sâlih ameller de müşkillerden kurtuluşa bir vesîledir. Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, geçmiş ümmetlerden yolculuğa çıkan üç arkadaşın hâlini şöyle bildirir:
“Yolculuk esnâsında yağmura yakalanan üç arkadaş geceyi geçirmek için bir mağaraya girer. Derken dağdan bir kaya parçası düşer ve mağaranın girişini kapatır. Bunun üzerine onlar:
“Sâlih amellerimizle Allâh’a duâ etmekten başka çâremiz yoktur; bizi buradan Allâh’tan başka hiçbir şey kurtaramaz.” derler.
Onlardan birisi, ana babasına olan itaatini vesîle kılar. Kaya biraz yerinden oynar fakat mağaradan çıkılacak gibi değildir. İkincisi, Allâh korkusunu, hayâ ve iffetini vesîle kılar. Kaya biraz daha aralanır ama yine çıkılacak gibi değildir. Üçüncüsü de, kul hakkına olan riâyetini vesîle kılarak Allâh’a yalvarır. Bunun üzerine kaya mağaranın ağzından tamâmen kayar ve dışarı çıkarlar.” 7
Duânın makbûliyyetine ve müstecâb olmasına vesîle olan diğer bir müessir de esmâ-yı ilâhiyyedir.
Esmâ-yı ilâhiyyenin çokça zikredilmesi sûretiyle de Cenâb-ı Hakk’a bir kısım taleplerin kabulü yolunda ilticâda bulunmak da çok yaygın bir tevessül yoludur.
Âyet-i kerîmede:
“En güzel isimler (esmâ-i hüsnâ) Allâh’a âittir. O hâlde bu isimlerle O’na duâ edin!” (el-A’raf, 180) buyurulur.
Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle duâ ettiklerini bildirir:
“Allâh’ım! Ben senin tâhir, tayyib, mübârek ve sana en sevimli olan isminle (o ismin hürmetine) Sen’den diliyorum. O isim ki, onunla sana duâ edildiğinde icâbet edersin, Sen’den istendiği zaman verirsin, Sen’den merhamet taleb edildiğinde rahmet edersin ve sıkıntıdan kurtulmak için onunla Sen’den yardım dilendiği zaman çıkış yolu ve genişlik verirsin.”
Bu hadîs-i şerîfin devâmında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’ya:
“– Yâ Âişe! Hangi ismiyle duâ edildiğinde, Allâh Teâlâ’nın, o duâyı kabul edeceğini bana öğrettiğini biliyor muydun?” diye sormuş, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:
“– Anam, babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Onu bana öğretiniz!” deyince de; -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“– O isim sana öğretilmemeli yâ Âişe!” buyurmuşlardır. Bunun üzerine Hazret-i Âişe vâlidemiz oradan uzaklaşıp bir müddet oturmuş ve sonra gelip Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in başını öperek:
“– Yâ Rasûlallâh! Lütfen onu bana öğretiniz.” demiş; Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise tekrar:
“– O ismi sana öğretmemeliyim yâ Âişe! Çünkü o isimle senin dünyâlık bir şey istemen (hiç de) uygun düşmez!” buyurmuşlardır. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- sonrasını şöyle anlatıyor:
Bunun üzerine ben de kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kıldıktan sonra Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardım:
“– Yâ Rabbî! Ben Sen’i “Allâh” diye çağırıyor, duâ ediyorum. “er-Rahmân”, “el-Berr” ve “er-Rahîm” diye çağırıyorum. Bildiğim ve bilmediğim bütün esmâ-i hüsnâ ile Sen’i çağırıyorum. Beni bağışlaman ve bana merhamet etmen için sana duâ ediyorum!”
Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz sözlerine devâmla diyorlar ki:
Ben bunları söyleyince Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- güldü ve şöyle buyurdu:
“– Şüphesiz o isim, senin duâda bulunduğun isimler içindedir!” (İbn-i Mâce, Duâ, 9)
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- da şöyle bir hadîs-i şerîf rivâyet eder:
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir adamı:
“– Allâh’ım! Ben, «Hamd sana mahsustur. Senden başka ilâh yoktur. Sen ortağı olmayan teksin. Sen bol nîmet verensin (Mennân). Gökleri ve yeri yaratansın (Bedî’). Sen celâl ve ikrâm sâhibisin!» diyerek Sen’den istiyorum!” şeklinde duâ ederken işitti. Bunun üzerine -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“– Vallâhi bu adam, Allâh’ın ism-i âzamı ile istedi. O isim ki, Allâh Teâlâ, onunla istendiğinde verir ve onunla duâ edildiğinde icâbet eder.” (İbn-i Mâce, Duâ, 9; Nesâî, Sehv, 58) buyurdu.
Bu ve benzeri hadîs-i şeriflerden anlaşılacağı üzere, esmâ-i hüsnâ ile tevessül etmek de, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnet-i seniyyesindendir.
5
Bâzı âlimler, genelde tasavvufî ıstılahlar olarak zikredilen “tevessül, istiâne, istigâse, istişfâ, teşeffu‘, teveccüh ve teberrük” lafızları arasında muhtevâ bakımından bir fark olmadığını söylemişlerdir.8
Yardım istemek mânâsına gelen bu kelimeler, tasarruf salâhiyetine sâhib Hak dostlarından gerek huzurlarında ve gerek de gıyablarında himmet taleb etmeyi ifâde eder. “Himmet taleb etmek” mânen üst derecede olduğuna inanılan sâlih zâtlardan, maksûda vâsıl olma yolunda vesîle olmalarını istemektir. Bu ise, onların duâ, teveccüh, yakın ilgi ve alâkaları ile gerçekleşir.
Himmet kelimesi, ekseriyetle Allâh’ın velî kullarının yardımı hakkında kullanılır. Allâh’ın yardımından ise, “nusret” ve “tevfîk” gibi kelimelerle bahsedilir.
Esâsen, yardım edecek olan yalnız Allâh Teâlâ’dır. O’na yapılan duâlarda vesîlelere tevessül etmeyi, sanki Allâh’tan başkasından yardım talep etmek şeklinde telakkî etmek, muvâfık değildir. Zîrâ, tevessülde kendisine yönelinen zât, ancak Hak Teâlâ’dır.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ
“… Yardım (nusret), sâdece ve sâdece Allâh katındandır…” (el-Enfâl, 10)
“Allâh size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Artık müminler ancak Allâh’a güvenip dayansınlar.” (Âl-i İmrân, 160)
Abdullâh ibn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- anlatır:
Birgün, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Evlâdım! Sana birkaç söz belleteyim. Allâh’ı (yâni O’nun emir ve nehiylerini) gözet ki Allâh da seni gözetip korusun. Allâh’ı(n rızâsını) her işte önde tut ki, Allâh’ı önünde bulasın. Bir şey isteyeceksen Allâh’tan iste. Yardım dileyeceksen Allâh’tan dile! Ve bil ki bütün insanlar toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allâh’ın senin için takdîr ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allâh’ın senin hakkında takdîr ettiği zararı verebilirler…” (Tirmizî, Kıyâmet, 59)
Bu hakîkati bütün müminler böylece kabul ettikleri gibi namazların her rekatında tilâvet edilen Fâtiha Sûresi’ndeki:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz.” âyet-i kerîmesiyle de bu gerçeği ikrar hâlindedirler.
Nitekim Bedir Harbinde düşmana karşı yaşanan ilâhî yardım üzerine Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“Attığın zaman sen atmadın fakat Allâh attı…” (el-Enfal, 17) buyurmuştur. Yâni yaşanılan her türlü mânevî yardım ve lutuflarda gerçek ve mutlak fâil, yalnız Allâh Teâlâ’dır.
Bâzı müminlerin -hiçbir şirk ve küfür kasdı taşımaksızın- Allâh’a yakınlaşma arzusuyla yaptıkları hâlisâne duâlarında, sâlihlerin mânevî yardımlarını ummaları, onların yâd edilmesiyle inmesi ümid edilen rahmetten bir teberrük mâhiyeti taşır. Bu, bir tür mânevî iklîmin, feyiz ve bereketin hâsıl olması içindir. Her şey, ancak ve ancak Allâh’ın dilemesiyle olur. Zâten kendisi vesîlesiyle istiğâse edilen zât, mutlak fâil değildir ve hakîkatte yardım eden sâdece Allâh Teâlâ’dır.
Bâzı kimselerin, sâlihlerin gıyablarında veya kabirlerini ziyâret esnâsında; “Ey filân zât! Bana şifâ ver! Benim şu ihtiyâcımı gider!” gibi sözlerle doğrudan doğruya kendilerinden talepte bulunmaları, son derece yanlış ve şirke kapı aralayabilecek olan istigâse cümlesindendir. Şüphesiz bu tür istigâseler için birtakım te’viller yapılabilirse de, gâyet hassas olan tevhîd akîdesinin özünü zedeleyebilecek bu ve benzeri câhilâne hareketlerden şiddetle sakınılmalıdır. Müşkillerin bertaraf edilmesinde, kâinâtın sevk ve idâresinde, Allâh’tan gayrısının mutlak tasarrufunun bulunabileceği intibâını veren bu nevî ifâdeler, aslâ kullanılmamalıdır.9
 
B Çevrimdışı

burukanlar65

Üye
İslam-TR Üyesi
Selam:


Ne zaman tasavvuf tarkat din anlayışının içine dalsan beynim sulanır.Bu öylesine bir din anlayışıdır ki ancak beyinlerin eşikte bırakılarak yada beyinlerin başkalarının cebine koyulmak suretiyle tam bir teslimiyet gerçekleşmediği müddet işin içinden sağlam bir beyinle çıkmak adeta imkansızıdır.

Bu sebeple tarikat müridlerinin bir çoğu ruhsal bunalım içierisindedirler.Halbuki islam dini çok temiz berrak bir dindir.İslam dini akıl üstüdür fakat akla aykırı bir din değildir.Putperest arap müşrikleri 3 yıllık ambargoları karşsında Peygamberimizin (sav) ve müminlerin açlıktan karınlarına taş bağladıkları Taifte o mübarekin kafasaına yağan taşların verdikleri acının,Uhud savaşında o mübarek dişinin kırıldığını çok iyi bilmekteyiz.

Allah kuranı kerimde kendi velilerinin peygamberlerinin müminlerin ve Allah dostlarının tarifini yamışken yahudiler kalkıp bizler Allah'ın seçilmiş kullarıyız bizler asla cehennemde kalmayacağız,ancak sayılı bir kaç gün cehennemde kalıp cennete gireceğiz iddası bugün başka zümreler tarafında noktasına virgülüne kadar aynı zihniyletle telavuz edilmektedir.

Hiç bir vasıfları tutmadaığı halde kendilerini Allah'ın dostları olduğunu kendilerini Allah'ın yeryüzünde seçilen kullar olduğunu kendilerine ker!ametler verildiğini ileri sürenler olabilir.Çünki bu söylemlere müslümanlar 1400 seneden bu yana aşinadırlar.

Biz bu dünyada bazı günahlar işleriz daha sonra cezamızı çekeriz cennette baş köşeye otururuz kendilerini allahın seçilmiş kulları olduğunu idda eden yahudilere bakın Allah nasıl cevap vermektedir.

80- Sayılı günlerden başka katiyyen bize ateş dokunmayacak dediler. De ki; `Allah'tan bu yönde söz mü aldınız -ki Allah asla sözünden caymaz- yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?

81- Hayır, öyle birşey yok. Kim kötülük işler de günahı tarafından kuşatılırsa onlar ebedi olarak kalmak üzere Cehennemliktirler.bakara suresi

işte bugün bugün bu zihniyet tavan yapmıştır.Demekki insanın kendisini allahın dostlaro olduğunu idda etmesi yeterli olmuyor.Bu iddayı ispatta gereklidir.

Bir de kendi elleri ile kitaplar yazarak bu Allah'ın katındandır,bu bana yazdırıldı,ben Allah'ın velisiyim bana itaat edin diyenler her nedense büyük kitleler tarafından rağbet görmüş.Bu gel çağrısına hiç bir araştırma zahmetinde bile bulunmadan Allah'ın kitabına bu vasıfların uyup uymadığına bakmadın teslim olanlar acaba ne zaman tam bir teslimiyetle Allah'ın Rasulune ve onun eliyle bize rabbimizden gelen ilahi kitaba teslim olacaklardır.

İnsan olarak peygambervari hiç bir vasfı olmayan sözde Allah'ın dostları olduklarını söyleyen insanlar kendi elleri ile kitaplar yazarak,o yazmış oldukları kitaplara mistik bir katmak için bu Allah'ın katındadır bana yazdırıldı demek sonrada kalkıp Hz.Musa ile hızır olduğu rivayet edilen Muhterem zat arasında bağlantı kurmak hakikaten büyük bir cesaret gerektirmektedir.

Hızr a.s kitaplar yazıp bu Allah'ın katındanmıdır mı demiştir. Onun vasıfları kuranda çok az bilgi verildiği halde kendisin de onu vasıflarını görenler Allah'a nasıl hesap vereceklerdir acaba.

Bakara 79- Kendi elleri ile kitabı yazdıktan sonra karşılığında birkaç para elde etmek amacı ile, "Bu, Allah katından geldi " diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından ötürü vay başlarına geleceklere! (Yine) Kazandıkları paradan ötürü vay başlarına geleceklere!..

İşte bunlar hakkında cenabbi Allah bu sert ifadeyle bu tarz insanları kınamışken birileri ısrarla onları Allah'ın velileri gösterme çabaları inanın bomboş bir çabadır.Allah'ın ayetlerini manaları dışın da yada tevil yolları ile kenidisne velillerine yönledirerek ku'ran'ın asıl manasını değiştirmek ancak kalp hastalığından başka birşey değildir bakın cenabbi Allah ne buyuruyor.

""Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir.
Kalplerinde hasatlık olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise "Bu Kitab `a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir" derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler""
ALİMRAN/7

Hadis adı altında dipnotsuz adeta her duyulan sözleri hadis zan ederek bu sözlerin önünde şapka çıkarmak islami bir yaklaşım olmadığını vebalının çok ağır olacağını hatırlatır.Aşağıya bir kaç ayet alıntı yapıyorum belki birileri artık akl ederler Allah'ın apaçık ayetlerine gelirler.

De ki; "Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderilmiş elçisiyim. O ki, göklerin ve yerin egemenliği tekelindedir, O kendisinden başka ilâh yoktur, diriltir ve öldürür. Geliniz Allah'a ve O'nun o okuma yazması olmayan (ümmi) peygamberine, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Peygamberine inanınız, O'na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız. "
A'raf/158



61- Onlara `Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e geliniz' dendiğinde o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

"O'na inananlar, O'nu tutanlar, O'nu destekleyenler, O'nunla birlikte indirilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. "
ARAF/157

İşte bu (Kur'an) uyarılıp-korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ) dır.
İbrahim/52





 
U Çevrimdışı

Ummu Ubeida

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi

KURAN VE SÜNNETTE RABITA ŞİRKTİR

Rabıta : Bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münâsebet, ilgi; müridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtasiyla Hz. Peygamber (s.a.s)'e ve Allah'a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terim. "Rabıta" Arapça bir kelime olup, "r-b-t" kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu "revâtib"dir.
Kur'an'da "rabıta" kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan "r.b.t" mazi fiili iki yerde, muzarisi olan "yerbitü" bir yerde, emri çoğul olarak "râbitü" şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen "ribât" ismi de bir yerde geçmektedir.
-(Ashabı Kehf'in) kalplerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)miştik" (Kehf, 14);

-"Musâ'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş (sabır ve sükûnete bağlamamış) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı" (Kasas, 10).
-"O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu " (Enfâl,11).

Bu ayetlerde geçen "r.b.t" kelimesi, insanı sabır, sükûnet ve metanette sabit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavuşturmak demektir. (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire1977, IV,216;el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955,II,3)
bazen de bu ribat cihada hazırlık anlamında ve sınır nöbet tutmak anlamındada kullanılmıştır.
-"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla Allahın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, ve hiç haksızlığa uğratılmazsınız" (Enfâl 60).

"Râbitu" şeklindeki emrin bulunduğu ayetin meâli de şöyledir:
-"Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihad için hazır ve rabıtalı olun" (Âl-i İmran, 200). süleymancılar BU AYETİ RABITA YAPMADAN OKURLAR VE RABITA DUASI DERLER BUNUN NERESİ DUA..bu bir ALLAHtan gelen emirdir.bu dua olmuş olsa ilk önce bunu resulullah s.a.v yapardı sonrada sahabesi yapardı.
Bu ayette söz konusu olan "rabıta''nın ne demek olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır.

1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.
2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.
3- Allah düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek

Bu manada olarak Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur:

“Bir namazın ardından diğerini beklemek ribat/rabıta kabilindendir”. “Size Allah’ın hatalarınızı ne ile sileceğini, derecelerinizi ne ile yükselteceğini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler. Zor şartlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescitlere doğru çok adım atmak, bir namazın ardından diğerini intizar etmek… İşte ribat/rabıta budur, rabıta budur, rabıta budur”
Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu: "Allah yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha hayırlıdır." Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26; ( 1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Müslim, İmaret 163; İbnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).Kutub-i sitte: 962
Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz." Tirmizî, Fedâilu'1-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500). Kutub-i sitte: 963

Kurân-ı Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramı Hz. Peygamber’in ve onu izleyenlerin anladığı gibi anlamak esastır. Bu ve benzeri kavramları doğru anlayabilmek için muhtaç olduğumuz birinci kural budur

İkinci kuralımız ise, sık sık tekrarladığımız gibi şudur: İbadetler tevkîfidir, yani Hz. Peygamber tarafından sabitlenmiştir, onlarda hiçbir artırma ve eksiltme olmaz. Çünkü ibadetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı akıl üstü konulardır ve bizler ibadetlerden hiçbir şeyi kaldıramayacağımız gibi, onları değiştiremeyiz ve eklemeler de yapamayız. Onlar tamamen Mabudun hakkıdır ve onlara müdahale bidat sayılır. Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürürür.
TASAVVUF ehlinin öne sürdüğü MAİDE süresi 35 veTEVBE süresi 119. ayetlerine bakalım
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.maide süresi 35

şimdi bu ayetin tamamı budur.resulullah sav bu ayeti önce kendi tefsir etti sahabelerine anlattı çünkü görevi buydu.bu kitabı hem açıklayacak hem davetini yapacaktı.acaba bu ayeti atladı mı?

sahabeler sordu bize bir vesile söyle
-sadaka ver
-gece namazı kıl
-oruc tut
annene babana iyilik yap
-akrabanı gözet
-cihad et demiştir

şimdi burda vesile şu demektir ALLAHIN VE RASULUNUN bildirdiği salih amellerle ALLAHa yaklaştıran herşey vesiledir.ALLAH bu ayette daha iyi anlaşılsın diye ....O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. buyurmuştur.ne yazıkki bu tasavvuf ehli insanlar bu ayetin tamamını kitaplarına koymaz ve açıklamazlar YADA MEŞREBLERİNCE AÇIKLARLAR
O'na yakınlık kazanmak için her yararlı işe sarılmak ve bütün hayırlı yolları denemektir. Çünkü bu âyet-i kerîmedeki «vesîle» araç demektir. Öyle ise Rabb'imizin yakınlığını ve hoşnutluğunu bizim için sağlayacak olan her şey, bu âyet-i kerîmenin kapsamı içine girmektedir.

Şu halde âyet-i kerîmedeki bu sınırsızlığı inkâr edercesine onu sırf râbıta için bir kanıt olarak ileri sürmek; ya da genelliğini kabul etmekle beraber hiç bir alâka yokken onu râbıta ile iliştirmek ve hele bütün bunların ötesinde, (kaynağını Budizm'den aldığı ve İslâm'a zaman içinde yamandığı bütün çıplaklığıyla ortada bulunan, üstelik bir Hind meditasyonundan asla başka şey olmayan) râbıtayı meşrulaştırmak için bu âyet-i kerîmeyi alet etmek, iki ihtimali ortaya getirmektedir:
Birinci ihtimal : İslâm'ı çarpıtmak ve onu içeriden çökertmek için amaçlı düşmanlıktır ki bu ihtimali râbıta yapanlar ve yaptıranlar için düşünmek (ileride ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere) mümkün değildir.
İkinci ihtimal : Bilgisizlik, ya da bilgi yetersizliğidir; Buna bağlı şartlanmışlık altında gösterilen direniş ve inattır. Yani bu iş, esasen akıllı bir düşmanın marifeti olmasa gerektir.

TEVBE SÜRESİ 119.ayete gelince Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.
bu da yine tefsir âlimlerinin tesbitine göre Hz. Peygamber (s)'in H. 8/M. 630 yılında tertip buyurduğu Tebuk Seferi'ne katılmaktan bilinçli olarak geri kalan Şair Kâab b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mirâra b. Rabi' adlarındaki üç zat hakkında inmiştir ki zaten bundan önceki âyette (yani Tevbe Sûresi'nin 118'inci âyet-i kerîmesinde) adları açıklanmamış olsa bile bu asker kaçaklarının üç kişi oldukları ifade edilmektedir. Dolayısıyla âyetin iniş sebebi berrak bir şekilde ortadadır. Şimdi, bu âyet-i kerîmeyi başka yönlere çekenlerin iman, akıl, bilgi ve ahlâk bakımından hangi derekelerde bulunduklarını bir kez daha teşhis edebilmek için onu, önceki iki âyetle birlikte tekrar incelemeye çalışalım. Evet Allah Teâlâ, Tevbe Sûresi'nin,117. 118 ve 119'uncu âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle buyurmaktadır:

Âyet- Tevbe 117: «Gerçek şu ki Allah, Peygamber (s)'i ve O'na o zor saatte uyan muhacirleri ve ensârı bağışladı. İçlerinden bazılarının kalpleri kaymaya yüz tutmuşken yine de onların tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı şefkatli ve esirgeyicidir.
Âyet- Tevbe 118: «Keza seferden kendilerini geri bırakan o üç kişinin de tevbesini kabul etti. Dünya bütün genişliğine rağmen onların başına daralmıştı. Canları sıkıldıkça sıkılmış, ancak Allah'a sığınmaktan başka çareleri olmadığını anlamışlardı.(Nihâyet) tevbe etsinler diye Allah onların tevbesini kabul buyurdu . Çünkü elbette tevbeyi kabul eden ve elbette ki esirgeyen Allah'dır.»
Âyet- Tevbe 119:« Ey iman edenler!Allah'tankorkun ve doğrularla beraber olun.»
bu ayetleri açıkladıktan sonra Hind kaynaklı bir meditasyon uygulamasına kanıt göstermek, Allah'ın yüce kitabını alaya almaktan başka bir şey değildir!

Bu ise ister bilgisizlik, isterse bir hamâkat eseri olsun, bir yanlışlık ya da mazeret olmaktan uzaktır.
Başta Halid Bağdâdî olmak üzere bu şahıslar, meşruluğunun da ötesinde onun kaçınılmaz gerekliliğini, hatta râbıtanın, kaynağını Kurân-ı Kerîm'den ve Rasulullah (s)'ın sünnetinden aldığını kanıtlamak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Râbıtaya bazı izahlarla belli bir boyut kazandıranlar, yakın tarihte yaşamış olan Nakşibendî şeyhleridir.

TASAVVUF ŞEYHLERİNİN RABITA TANIMLARI:

Halid Bağdâdî'ye mal edilen açıklamada şöyle denilmektedir:

«Tarîkatta râbıta: Mürîdin, Allah'da fânî (Fânî olmak: Bir tasavvuf terimidir. Sûfîler arasında genel olarak «Allah'da fânî olmak» ya da «fenâfillâh» şeklinde de ifade edilmektedir) olmuş bulunan şeyhinin şeklini hayâlinde sürekli canlandırmasıyla onun rûhâniyetinden yardım istemesi (Tarîkatların hemen tamamında ve özellikle Nakşibendî Tarîkatında çok önemli bir inanış şekli olan «Rûhâniyetten istimdâd» ya da günümüzün Türkçe’siyle (Evliyaların ruhundan yardım dilemek), kaynağını Animizm'den alır. «Animizm, ataların ruhlarına tapma esasına dayanan politeist bir inançtır.») demektir. Bu da mürîdin edeplenmesi (saygılı olmaya alışması) ve tıpkı şeyhinin yanında bulunuyormuş gibi gıyabında da ondan feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürîd, şeyhinin şeklini hayâlinde canlandırmakla ancak huzur bulur, nurlanır ve bu sayede çirkin davranışlarda bulunmaktan sakınır. ( Halid Bağdâdî, Risaletun fi Tahkıyk’ır-Râbita (Raşahât'ın kenarı, s. 221-232) ) »

Kişi doğrudan doğruya Allah'ı düşünür, bir nevi Allah ile manevi bir bağ kurar ve hep O'nunla beraber olduğunu tasavvur eder. Bu şekilde manevi bir bağ kuramazsa, bağlı bulunduğu mürşidini düşünür. Onun bağlı bulunduğu şeyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s)'e ulaşır. O'nun vasıtası ile de Allah'a ulaşır ve O'nunla manevi bağ kurar. Tasavvuftaki rabıta, bu şekilde dolaylı yoldan Allah'a gitmek ve aracılar vasıtasıyla O'nunla manevi bağ kurmaktır. Doğrudan Allah ile manevi irtibat kuramayanlara bu şekildeki rabıta tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir. (M.Halid,Rabıta hakkında risâle,İstanbul 1924,s.238; Selçuk Eraydın, tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990,s.447)
Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyuruyor:

Rabıtanın en üstün derecesi,iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp,senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek,şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir (Ruhu'l-Furkân cII,s 79)

BUNUDA aşağıda yazmış olduğum olaya bağlarlar ne derece işlerine yarar bir delil bilemem ama kendilerinin delilleri budur zaten Tarif edilen rabıtayla bunun bir ilgisi yoktur .Sebebi ise Rabıta sırasında şeyhin ruhaniyetinin müridin yanına geldiğini iddia etmektedirler. Şeyhin ruhaniyeti müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
“Hz Ebubekr radıyallahu anh kaza-i hacet (tuvalet) için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden hali bir yer bulamadığından, bu durumu Efendimiz’e şikayet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi” yani Hz. Ebubekir tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi hayal ediyordu.

Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz , tuvalette iken bile Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklına hayaline geldiğini , bunda da bir sorumluluk olup olmadığını sorduğunda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fıtri bir şey olduğunu , önüne geçilemeyeceğini , bir vebali olmadığını bildirmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal ettiğini , düşündüğünü biliyorum , sana yardım ediyorum , nerede ne yaptığından haberdarım dememiştir !
Kişinin annesini , babasını, evladını , öğrencisini ,şeyhini , işini vs düşünmesi hatırlamaktır . Rabıta değil. Çünkü rabıta da karşılıklı düşünme ve haberdar olma yardımlaşma ve ne yaptığından haberdar olmak anlatılmaktadır !
İşte bu tür sapkın anlayışlarda şeyhinin kendini her halde iken gördüğünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler . Allah c.c. akıl fikir ve sahih bir itikat versin.
Resim kullanarak Rabıta Yapmak

Tarikat ehli, rabıtayı ayet ve hadise dayandırmaya çalışmaktadır. Onlara göre, "sadıklarla birlikte olun" (Tevbe, 119) gibi ayetler ve "kişi sevdiğiyle beraberdir" (Buharî, Edeb; 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50.) gibi hadisler, rabıtanın caiz olduğunu göstermektedir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, Rabıta mad.)

Bu hayal etmeyi gerçekleştirmek üzere bazı tarikatlarda (mesela menzil) müritler, üzerlerinde şeyhinin resmini bulundurmaktadırlar. Hatta Hz. Peygamber (sav) adına yapılan hayali bir resmi üzerlerinde bulunduran tarikat mensupları da.
Bu elbette cehaletten öte bir cinayettir.


Cahiliye dönemindeki Kureyşli putperest müşriklerde sevdikleri alimlerin ve büyüklerinin putlarını karşılarına alarak Allah’a yaklaşmaya çalışır , yasak olmadığı için ibadetlerinde heykelleri (put) aracı kullanırlardı.

Günümüzde bu şekilde şeyhlerinin hayal ile yada resimler aracılığı ile Rabıta yapanlar İslam dininde ayet ile haram olan heykel-put hükmü bulunmasaydı şeyhlerinin putları karşısına geçerek rabıta yapmaları daha kolay ve etkili olurdu . O zaman mürit, şeyhinin putu karşısına geçecek, ona rabıta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardım isteyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvaracaktı.

Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası değildi. Aradan heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar da zaten taştan veya ağaçtan bir şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın ruhaniyetinden yardım bekliyorlardı...

BU AYET SİZE YETER.. “ İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir.
Onun berisinden veliler edinenler "Biz onlara başka değil sadece bizi Allah’a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz." derler. İşte Allah, onların aralarında tartışıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve gerçekleri örtüp duran kimseleri doğru yola sokmaz .” (Zümer 3)

CİMA ANINDA ŞEYHİNİ HAYAL , RABITAYA AKLİ DELİL !

Tasavvuf camiasının sevilen simalarından ! Cübbeli Ahmed Mahmud Ünlü ise “TARİKAT-I ALİYYE’DE RABITA-I CELİYYE” adlı kitabında Rabıtaya deliller bulmaya çalıştıktan sonra, “Rabıta Hakkında Akli Deliller “ bölümünde 261. sayfasında şu maddeyi delil olarak bizlere sunmuştur !
“Herhangi bir işi , severek ve kalbi istila edecek şekilde düşünmek o işi yapmak gibi insana tesir eder. İyilikleri düşünmek iyi , kötüleri hayal etmekse kötüdür.Bazı ulema , doğacak çocuğa bereketi sirayet eder ümidiyle kişinin, cima halinde Salih kimseleri düşünmesini güzel görmüşlerdir. O halde düşünceyi haram ve mübahlardan çevirip , iyilere yönlendirmek , hiçbir akıllının inkara kalkışmaması gereken şeylerdendir ki rabıta da bu hayali sohbetten ibarettir.” ( Muhammed Salih , Beğiyyetü’l- Vacid , Sh . II)

Cima anında neler yapılması , nasıl hareket edilmesi ehli sünnet kaynaklarıyla bellidir. Rabıtayı savunabilmek için akil yoluyla delil bulmaya çalışan ve bu uğurda mahremlerine 3. bir kişiyi sokanların ehli sünnete göre delilleri nedir merak ediyoruz ? halbuki tam tersine deliller var iken ...
Peki Ya Birde “Ölüye Rabıta”ya Ne demeli ?

Tarîkatçılara göre yalnızca sağ olan mürşidden değil, aynı zamanda ölüden(kabirden) de yardım beklenir. Yani şeyhin rûhâniyetinden yardım dilemek için onun, sağ ya da ölü olması fark etmez. Bu inanış hemen hemen bütün tarîkatlarda vardır ve «himmet dilemek», «bereket talep etmek», «feyiz almak» «istifâzada bulunmak» ya da «rûhânîyetten istimdâd etmek» gibi çeşitli deyimlerle ifade edilir. Mehmed Zâhid Kotku bu konuda aynen şunları kaydetmektedir:
Peki Ya Birde “Ölüye Rabıta”ya Ne demeli ?
«Bu tarikde şeyh, kemâl-i marifet ile mütehakkık olursa, ifâz
ada (yardım etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar»
Aslında müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tîğ-i üryân» gibi, yani kınından çıkmış olan bir kılıç gibi çok daha keskin olur ve onu çağıran insanın imdadına çok daha çabuk yetişir. (Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272)

Abdulhakîm Arvâsî'nin, «Mezarlara Râbıta Keyfiyeti» başlığı altında aşağıya alınan sözleri ilginçtir. Arvâsî şu öğütleri vermektedir:

«Mezar ziyaretçisi mürîd, nefsini her türlü dış alâkadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği mevtânın rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar . (...)»
«Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selâm verir. Mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabının mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânın rûhâniyetine teveccüh ede r....»(Abdulhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe Risâlesi s. 23 Sadeleştiren N. F. Kısakürek)

BU AYET SİZE YETER (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. FATİHA
Yine şu uydurma sözü hadis diye kabul ederler:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut Ustaosmanoğlu başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)

Bu sözü delil olarak ta Aclûnî'ni Keşf'ül-Hafâ adlı kitabında olduğu için kabul etmektedirler.
Halbuki Aclûnî bu eserini, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ortaya koymak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız ibn-i Hacer'in şu sözünü naklediyor: "Aslı olmayan hadisi kim nakletmişse Buhârî'nin Sülasiyyat'ında rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer : "Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse Cehennem'de oturacağı yere hazırlansın. " (İsmail b.Muhammed el-Aclûnî, Keşf'ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c.I,s 8 )

Sonra alfabetik olarak hazırladığı kitabında hadislerin kaynaklarını veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece "İbn-i Kemal Paşa'nın el-Erbaîn'inde böyle geçmiştir." ifadesini kullanıyor. İbn-i Kemal Paşa'nın bu eserine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görüyoruz . (İbn-i Kemal, Paşa,el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi,1694).

(İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim'in meşhur Şeyhülislamı'dır. 1469'da Tokat'ta doğmuş,1534'te İstanbul'da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir fark varken hiç bir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur'an'a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde , kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.)

SİZE BU AYETLER YETER

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer 42 )Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadır.
Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.” (Fatır 22)

Hz. İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı konuşmayı veren şu âyet üzerinde düşünmek gerekir.
“ -Ve Allah demişti ki: "Ey Meryem oğlu Îsâ, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin?". "Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen!".
- "Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.” (Mâide 116-117)

Büyük Peygamber Hz. İsa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olması nasıl kabul edilebilir? Günümüzdeki en büyük İslam alimleri, sözünü ettiğimiz anlamdaki rabıtaya bidat olarak baktıklarını da burada zikretmeliyiz.

Mesela Ramazan el-Bûtî şöyle söyler:“Şüphesiz tarikat şeyhlerinin sonradan icad ettikleri rabıta bidattir, çünkü bunun dinde hiç bir dayanağı bulunmamaktadır”.
Ölüden Yardım İsteyenlere Örnekler

1- Said Nursî Örneği

Nurcular şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığını iddia ederler:
“Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olursa olsun yetişirim imdada ”Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)
İspat için, cifr denen hayali şeylere dayanır ve şiirde, Abdulkadir Geylânî’nin şu anlamı sakladığını söylerler:
“Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bidatçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah’ın izni ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.” Yardımın nasıl gerçekleştiği de şöyle anlatılıyor:

“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki:

“Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir ." (Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)

SİZE BU AYETLER YETER...

“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir Allah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 62)Güç yetirilemeyen konularda başkasından yardım alınabilirse artık kim Allah’a sığınır? Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.

Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)

“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)

“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? Allah bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 3 8 )

Fethullah GÜLEN Örneği

Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:
Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...

Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi... .
Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca

0000://arsiv.zamanXXXX.tr/1996/11/28...ndi/index.html ; (30/11/2003)

Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:

“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.

İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
“İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır . (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859. )
Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır” .Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).

“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)

“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”

De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)

Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)

“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)


' Bu konuyla ilgili araştırma yaparken buldugum bir yazıyı kaydetmiştim.. Paylaşmak istedim.. Anlamak isteyenlere de , istemeyenlere de, Yararlı olur İnshAllahu Taala.. Allah azze ve celle.. Tasavvuf ehline hidayet nasıb etsın.. Allaumme amen...
 
B Çevrimdışı

burukanlar65

Üye
İslam-TR Üyesi
SadakaRasulAllah s.a.v...İman ettik elhamdulillah daha öncede duyduğumuz bu hadise..

Değerli kardeşim , kimse bir başka beşeri yaratıcı kabul etmiyor , şifayı o beşerden beklemiyor , yardımı yaradanın o beşer olduğuna inanmıyor.. ama vesile emrine sarılarak o kişiyi ( sen ,ben , o , bu herkes olabilir ) vesile ediniyor..

eğer vesile olayını tamamen silersek , bu sefer bir hastamız için bir kardeşimizden dua istediğimiz zaman şirk işlemiş oluruz..

ama kişi yada şahısları yaratıcı yada Allah'a ortak görerek yapanlar tabiki şirk işlemiş olur...

Hakkınızı helal ediniz...selamun aleykum..

Yani bu hadisin neresinde tasuvuf yada tarikat çıkarıyrosunuz bunu anlamak mümkün değil
verdiğiniz ayetler alimlerin sözleri sağlam kaynaklı hadislerin hepsi sizin düşüncenizi yerin dibine düşürmektedir arkadaşım.

Allah size şah damarınızdan daha yakınım dediği halde nereden boşluk bulup oraya şeyhleri yerleştiriyoruz hayret.

Allah'ın ayetleri çok açık,peygamberin (sav) hayatı çok açık ve net daha doğrusu hak açık,batıl açık şirk açık,tevhid açık,müslümanın dini açık,müşriklerin dini açık,dileyen istediği dini seçmekte serbesttir.



 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Değerli kardeşlerim ;

Yazılarınızın bir kısmına katılıp bir kısmına ise katılmamaktayım..

Cim'a esnasında Rabıta yapılma taraftarı olmadığım gibi , normal sosyal anlarımızda bir salih kişiyi düşünmekte bir zarar görmemekteyim..

Tekrar yinelemek isterimki , aşırıcılar her kesimde mevcuttur..

Kendi öz fikrim , Rabıtayı inkar etmenin şirk olmayacağı keza Rabıtayı kabulünde şirk olmayacağı Kanaatindeyim..

çünkü yukarıdaki mesajlarımda yazmış olduğum Rabıtaya deliller yazımdaki açıklamar gayet güzel bir şekilde hem akla hem kalbe uygundur..ama aşırılıkları her insan gibi red etmekteyim..

vel hasıl kelam , Tasavvuf ve tarikat imani bir değer değil , yaşam tarzıdır...

selamun aleykum..
 
EBUSELAM Çevrimdışı

EBUSELAM

Vefa ehline feda kolay olur
İslam-TR Üyesi
Şunu unutmayalımki;din bir yaşam şeklidir:her yaşam şeklide bir dindir.doğrular islamdan,yanlışlar biz insanlardandır. SÖZLERİN EN GÜZELİ ALLAHIN SÖZÜ,YOLLARIN EN GÜZELİ HZ MUHAMMED(SAV)'İN YOLUDUR. SELAM.........
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
yine mi tevessül,arkadaşlar defaatle geçti bu sitede delilleriyle ..Sizi bizi yok bu işin kaynaklarımızda bal gibi tevessül vardır..Sahih zayıf bir yığın rivayet ,ulemanın uygulaması,ümmetin uygulaması daha neler neler.,,Sizde ne var koca bir hiç.....kuru bir red...İyyake neabudu ve iyyake nestein şu hak sözü batıl davanızda delil getriyorsunuz.isteğasede Hakiki fail yardım istenen Allah!tır mecazi yardım tedavinde yardım istediğin doktordur.

Bir de şu tevessül ve istiğaseyi tasavvuf ehline has görmeniz ne kadarda yanlış ,İmam et-Tebarânî ile –kendisi gibi birer Hadis imamı olan– Ebû Bekr b. Mukrî ve Ebu'ş-Şeyh, Medine'de bulundukları zamanlardan birinde yiyecekleri tükenmiş, aç kalmışlardı. Açlık dayanılmaz bir hal alınca Ebû Bekr b. Mukrî, "kabr-i saadet"e giderek, "Ey Ellah'ın Resulü! Açlık bizi perişan etti!" diye serzenişte bulunur. Medine'de oturanlardan birisi aynı günün akşamı kapılarını çalar ve "Bizi Hz. Peygamber (s.a.v)'e şikâyet etmişsiniz. Rüyama geldi ve size yardım etmemi emir buyurdu" diyerek elindeki yiyecek dolu sepeti kendilerine verir[(Mısbâhu’z-Zalâm: 61) Mısbâhu’z-Zalâm Muhakkıkı, bu rivâyeti İmâm Zehebî’nin, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâda (16/400), Tâcüddîn es-Sübkî’nin de, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ’da (2/251) zikrettiğini söylemiştir. (Aynı yer)]Ayrica İbni Cevzi elVefa)

Hanbeli Alim Muhaddis Ebu'l Ferec İbnu'l Cevzi derki;''Nefsimi terbiye edemedim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp düzelmem için dua ettim'' (Saydu-Hatır müminlere öğüt ,Ebu'l Ferec El-Cevzi Tevhid yayınları ,s.99-100,Baskı 1998 selefilerin bu alğimin mevzu hadisler kitabına olan ilgisini hatırlayın!)

Şafii mezhebindeki büyük âlimlerden Ibni Hacer-i Mekki imam-ı azamı tanıtmak için ayrı bir kitap yazmıştır. Kitabının ismi (Hayrat-ül-hisan fi-menakıb-in-Nu'man)dır.25. Bِlümünde diyorki;İmam Şafi Baًğdatta bulunduًğu sıralarda ,Ebu Hanifenin mezar başına gelir ve ihtiyaçlarn Cenab ALLAH'n gidermesi için onunla tevessülde bulunurdu.(el-Heytemi ,el-Hayratü'l-Hisan sh.64 Alleme Kevseri Sahih isnadla olduğunu söylemiştir.) Hatibu'l-Bağdağdi,Tarih-i Bağdat)

İmam Malik ise İbni Humeyd'in bildirdiğine göre Abbasi halifesi Ebu Cafer hacca gitttiği zaman Hz.Peygamberi'in Mezarını ziyarete vardığında orada bulunan İmam Malik'e ''Ya Eba Abdullah !Yönümü kıbleye dönüğte mi dua edeyim? dediğinde ,İmam Malik ''Niçin yönünü çevireceksin ?Halbuki o senin baban Adem as. vesilesidir.Bilakis Resulullah'a yönünü dön .Onun şefaatini iste,seni affeder'' dedikten sonra şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allahtan af isteselerdi, onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı (Nisa 64) ayetini okudu .(İmam Malik'in bu olayını Kâdî İyâd, bu haberi, Şifâ-i Şerîf’de,Subki Şifaü's-Sikam'da ,Es,Seyyid Semhudi Vefa'ul Vefa'sında ,El-Kastalani El-Mevahibü'l-ledünniye'sinde zikretmişkerdir.Hâfız Muhaddis Hafâcî ;Allah Kâdî İyâd’ın hayrını bol etsin, bu hikâyeyi Sahîh bir senedle rivâyet etmiştir ve bunu hocalarının sikalarının (sağlam ve güvenilirlerinin) bir çoğundan aldığını söylemiştir.Hafâcî, Nesîmu’r-Riyâd:3/398)

Daha fazla örnek isteyen İbni Hacer!in Fethul Barisine bizatihi İbni Hacerinde görüşüne bakabilirsiniz...
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
ferdiosman zayıf uydurma hadisleri durmadan söyleyen bizmiyiz yoksa senmisin?
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevessül konusunda zayıf hadiste sahih hadiste delil olarak mecuttur tasavvuf ehlinde demek istedim ...Yoksa sizin getirdikleriniz hakkında bir şey demedim ,lakin getirdikleriniz alakasız şeyler..

Meselâ 1.incisi, Mâlikü’d-Dâr Hadîsi:Hz. Ömer’in radııyellâhu anh halîfeliği zamanında insanlara kıtlık isabet etti de, bir adam Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldi ve şöyle dedi: Ya Resûlullah!.. sallallâhu aleyhi ve selem. Ümmet'in için (Allah celle celâlühû’dan) yağmur iste, zîrâ onlar (neredeyse) helak oldular. Sonra, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem o adama rü'yâsında göründü
“Ömer’e git, ona selam götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, ölçülü ve güzel hareket etmektir” Adam derhal giderek durumu Ömer radıyallahu anh’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.(İbni Ebi Şeybe(6/356) Fethul Bari(2/397,495) El İsabe(3/484) İbni Abdilberr İstiab(3/1149) Kastalani Mevahib(2/365) Kenz(4/289) Halili İrşad(1/313-314) Şerhu Süneni İbni Mace(Suyuti-Abdulgani-FahrulHasen Dehlevi şerhi s.99) İbni Kesir Bidaye(7/149-151) Tarihut Taberi(3/192) Münziri Tergib(2/41) Şevahidul Hak(s.137) Hayatus Sahabe(4/470) Futuhatur Rabbaniye(5/35) Mecma(3/125) Zürkani Şerhul Mevahib(8/80) Beyhaki Delail(7/47) İbni Asakir(53/294)

Bu haberi, Beyhekî, Beyhekî tarikiyle es-Sübkî, Ayrıca, Buhârî, Târih’inde Ebû Sâlih Zekvân’dan kısaltılmış olarak, İbnü Ebî Hayseme, bu vecihden uzun olarak rivâyet etti.. Bu zât, Hâfız, Hüccet, sıka/sağlam biridir. Bunu yine İbnü Ebi Şeybe, el Musannef.’de rivâyet etmiş, İbn-i Hacer, el-Feth ’de bu rivâyetin isnâdının Sahîh olduğunu söylemiş ve “rü'yâyı gören, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'den biri olan Bilal İbnü Hâris el- Muzenî’dir; nitekim Seyf, El-Futûh’da böyle rivâyet etti,” demişdir. Bu rivâyet, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'in, ölümünden sonra Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem ile istiska etmekteki (ondan bir şey istemelerine dâir) amelleri husûsunda bir nassdır. İçlerinden hiç biri şu haber kendilerine ulaşmasına rağmen onu inkâr etmedi. Mü’minlerin Emîri’ne götürülen haber yayılır. İşte bu yüzden şu rivâyet birilerine yalan söz isnâd edenlerin dilini koparır.) Kevserî, Mahku’t-Tekavvul’den kısaltarak, Makâlât: 388-389]İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92

Sözde Selefi Abdülazîz İbnü Abdillâh İbni Bâz'ın Fethu’l-Bârî Tahkîk(!)inde, dipnotta söylediği , -Şârih(ibnü Hacer)in dediği gibi sahîh farzedilse bile- diye devam eden sözlerindeki bu ifade de bahsettteğimiz gerçeğe işaret etmektedir.Öyle ki sözde Selefiyelerin hocası İbn Teymiyye İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 de derki''Adamın biri Peygamberimizin mezarı başına gelerek .O'na -KülYılı-diye tarihe geçen o yılki şiddetli kuraklıktan yakındı.Bunu üzerine gözleri önünde beliren Peygamberimiz bu kişi aracılığıyla Hz. Ömere halkı yanına alıp yağmur duasına çıkmasını emretmiştir. (Dip notta ;İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92) hadisini zikrettikten sonra ''bu tür tezahürler,Peygamberimizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafında da ortaya konabilmektedir.Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum.Peygamber efendimizin veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir.Bu da çok görülen bir olaydır.'' der(.İbni Teymiyye,Pınar yay.İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 )

hemen belirtelim İbni Teymiyye bu tür olayların varlığını kabul etmekle beraber tasvip etmez.Bu da bizler için mühim değikldir..

Bu Haberin Mühim Noktalarından Bazısı (6.derse dikkat buyurun)

Bir: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrindeyken kendisinden bir Sahâbî tarafından yağmur düâsı istenmesi.

İki: Ondan isteyenin isteğini Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bilmesi.

Üç: Bu maksadla Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in düâ etmesi.

Dört: Bu işe, Sahâbe radıyallahu anhüm’un karşı çıkmaması, yani bu husûsta bir çeşit sükûtî icmâ’ın hâsıl olması.

Beş: Zamanımızdaki âlimlik pozlarındaki kimi câhillerin yaptığı gibi Selef/Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim ve Tâbiîn tarafından bu işin Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet edilmesi, ve Allah celle celâlühû’ya şirk koşulması ma'nâsında kabûl edilmeyip açık ve kapalı âyetlere ters görülmemesi.Hz. Ömer'in bir şirk çeşidine sessiz kalması düşünebilir mi?

Altı: Bazı câhillerin bu rivâyetleri zayıf kabûl etmeleri rivâyetin zayıflığını değil, kendilerinin hiçliğini gösterir. Hâfız İmâm Sübkî’nin rivâyet edib hüccet kabûl ettiği,İbn-i Kesîr Sahih (el-Bidâye:1/91), ve benzeri hadîs (İbni Hacer) hâfızları buna sahîhtir dedikten sonra onlara susmaktan başka ne düşer ki?!.(H.Avni hocadan darusselam)

Peygamberimiz (sav) buyuruyorki;Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa o üç kişiyi yalanlamıştır:
1-Allâh celle celâlühû’yu,
2- Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i
3-ve o haberi vereni.
[(Taberânî, el-Evsât ve İbnü ‘Asâkir, Câbir radıyallâhu anhu’dan), Kenzü’l-Um mâl:1/209, H:1047]
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
ölüden yardım isteme tevessül var mı kardeşim, varsa bu konuda getir, yani tasavvufla ayrıldığımız konuya getir.Ki mesele daha iyi ayrışsın.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Tevessül konusunda zayıf hadiste sahih hadiste delil olarak mecuttur tasavvuf ehlinde demek istedim ...Yoksa sizin getirdikleriniz hakkında bir şey demedim ,lakin getirdikleriniz alakasız şeyler..

Meselâ 1.incisi, Mâlikü’d-Dâr Hadîsi:Hz. Ömer’in radııyellâhu anh halîfeliği zamanında insanlara kıtlık isabet etti de, bir adam Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldi ve şöyle dedi: Ya Resûlullah!.. sallallâhu aleyhi ve selem. Ümmet'in için (Allah celle celâlühû’dan) yağmur iste, zîrâ onlar (neredeyse) helak oldular. Sonra, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem o adama rü'yâsında göründü
“Ömer’e git, ona selam götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, ölçülü ve güzel hareket etmektir” Adam derhal giderek durumu Ömer radıyallahu anh’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.(İbni Ebi Şeybe(6/356) Fethul Bari(2/397,495) El İsabe(3/484) İbni Abdilberr İstiab(3/1149) Kastalani Mevahib(2/365) Kenz(4/289) Halili İrşad(1/313-314) Şerhu Süneni İbni Mace(Suyuti-Abdulgani-FahrulHasen Dehlevi şerhi s.99) İbni Kesir Bidaye(7/149-151) Tarihut Taberi(3/192) Münziri Tergib(2/41) Şevahidul Hak(s.137) Hayatus Sahabe(4/470) Futuhatur Rabbaniye(5/35) Mecma(3/125) Zürkani Şerhul Mevahib(8/80) Beyhaki Delail(7/47) İbni Asakir(53/294)

Bu haberi, Beyhekî, Beyhekî tarikiyle es-Sübkî, Ayrıca, Buhârî, Târih’inde Ebû Sâlih Zekvân’dan kısaltılmış olarak, İbnü Ebî Hayseme, bu vecihden uzun olarak rivâyet etti.. Bu zât, Hâfız, Hüccet, sıka/sağlam biridir. Bunu yine İbnü Ebi Şeybe, el Musannef.’de rivâyet etmiş, İbn-i Hacer, el-Feth ’de bu rivâyetin isnâdının Sahîh olduğunu söylemiş ve “rü'yâyı gören, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'den biri olan Bilal İbnü Hâris el- Muzenî’dir; nitekim Seyf, El-Futûh’da böyle rivâyet etti,” demişdir. Bu rivâyet, Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim'in, ölümünden sonra Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem ile istiska etmekteki (ondan bir şey istemelerine dâir) amelleri husûsunda bir nassdır. İçlerinden hiç biri şu haber kendilerine ulaşmasına rağmen onu inkâr etmedi. Mü’minlerin Emîri’ne götürülen haber yayılır. İşte bu yüzden şu rivâyet birilerine yalan söz isnâd edenlerin dilini koparır.) Kevserî, Mahku’t-Tekavvul’den kısaltarak, Makâlât: 388-389]İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92

Sözde Selefi Abdülazîz İbnü Abdillâh İbni Bâz'ın Fethu’l-Bârî Tahkîk(!)inde, dipnotta söylediği , -Şârih(ibnü Hacer)in dediği gibi sahîh farzedilse bile- diye devam eden sözlerindeki bu ifade de bahsettteğimiz gerçeğe işaret etmektedir.Öyle ki sözde Selefiyelerin hocası İbn Teymiyye İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 de derki''Adamın biri Peygamberimizin mezarı başına gelerek .O'na -KülYılı-diye tarihe geçen o yılki şiddetli kuraklıktan yakındı.Bunu üzerine gözleri önünde beliren Peygamberimiz bu kişi aracılığıyla Hz. Ömere halkı yanına alıp yağmur duasına çıkmasını emretmiştir. (Dip notta ;İbni Kesir''Bu olayın isnadı sahihtir'' c.7 s.92) hadisini zikrettikten sonra ''bu tür tezahürler,Peygamberimizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafında da ortaya konabilmektedir.Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum.Peygamber efendimizin veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir.Bu da çok görülen bir olaydır.'' der(.İbni Teymiyye,Pınar yay.İktizâu's-Sirati'l-Müstakim s.493 )

hemen belirtelim İbni Teymiyye bu tür olayların varlığını kabul etmekle beraber tasvip etmez.Bu da bizler için mühim değikldir..

Bu Haberin Mühim Noktalarından Bazısı

Bir: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrindeyken kendisinden bir Sahâbî tarafından yağmur düâsı istenmesi.

İki: Ondan isteyenin isteğini Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bilmesi.

Üç: Bu maksadla Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in düâ etmesi.

Dört: Bu işe, Sahâbe radıyallahu anhüm’un karşı çıkmaması, yani bu husûsta bir çeşit sükûtî icmâ’ın hâsıl olması.

Beş: Zamanımızdaki âlimlik pozlarındaki kimi câhillerin yaptığı gibi Selef/Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim ve Tâbiîn tarafından bu işin Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ibâdet edilmesi, ve Allah celle celâlühû’ya şirk koşulması ma'nâsında kabûl edilmeyip açık ve kapalı âyetlere ters görülmemesi.Hz. Ömer'in bir şirk çeşidine sessiz kalması düşünebilir mi?

Altı: Bazı câhillerin bu rivâyetleri zayıf kabûl etmeleri rivâyetin zayıflığını değil, kendilerinin hiçliğini gösterir. Hâfız İmâm Sübkî’nin rivâyet edib hüccet kabûl ettiği,İbn-i Kesîr Sahih (el-Bidâye:1/91), ve benzeri hadîs (İbni Hacer) hâfızları buna sahîhtir dedikten sonra onlara susmaktan başka ne düşer ki?!.(H.Avni hocadan darusselam)

Peygamberimiz (sav) buyuruyorki;Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa o üç kişiyi yalanlamıştır:
1-Allâh celle celâlühû’yu,
2- Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i
3-ve o haberi vereni.
[(Taberânî, el-Evsât ve İbnü ‘Asâkir, Câbir radıyallâhu anhu’dan), Kenzü’l-Um mâl:1/209, H:1047]


UYDURMA BİR HADİSE



Yine bazı kabir sevicilerin kendilerine payanda yapabilmek için hadis olmayan fakat "bazı tarih kitaplarında geçen zayıf olayı" , sanki sahihmiş gibi aktarmaları aslında aleyhlerine delil olmaktadır. Şimdi bahsi geçen çarpıtılan olayı aktaralım ve hakiki yorumunu yapalım :


HADİSENİN HAKİKATİ


( Taberi tarihinde , İbn Esir tarihinde ve el bidaye ven nihaye isimli kitablarında aşağıdaki olayı nakledecekler. Orada birileri Rasulullah'ı aracı kılacaklar. )



Hz. Ömer’in oğlu Asım diyor ki :

Ömer zamanında insanlara kıtlık geldi . Hayvanlar oldukça zayıfladı . Çölde yaşayan Muzeyne oğullarından bir aile gelip adamlarına dediler ki : "Bizim açlığımızın ne dereceye vardığını görüyorsun , koyunlarından birini keste yiyelim" .

Koyunların sahibi dedi ki : "VAllahi koyunların üzerinde et diye bir şey yok".

Fakat onlar ısrar ettiler. Onlara bir koyun kesti . Soyduğunda kırmızı kemikten başka bir şey görülmedi .


İşte burada adam şöyle seslendi : “Ya Muhammeda” (Yetiş ey Muhammedim)

Adam rüyasında gördü ki Rasulullah s.a.v. ona geldi ve dedi ki : “sana yağmur yağacağını müjdeliyorum. Git Ömere , ona benden selam söyle ve de ki : “ Ey Ömer , benim seninle yaptığım sözleşme oldukça sağlam sözleşmedir . Sen ahde vefakar birisin . İnsanlara iyi davran , iyi davran.”


Adam geldi Hz. Ömerin kapısına vardı ve kapıda bulunan köleye : “ sen Rasulullah için Ömer’den izin iste” dedi . (Yani ben Rasulullah adına geliyorum dedi)

Köle geldi Ömer’e söyleyince Hz. Ömer telaşlandı . Dedi ki : “bu gelen adamda herhangi bir işkence izi gördün mü?” Köle dönüp baktı döndü “hayır yok" dedi. “Bırak içeri girsin” dedi.

Adam içeri girdi haberi Ömer’e anlattı.

Ömer insanları camide toplanmaya davet etti. Minbere çıktı ve şöyle dedi : “Sizi İslam’a eriştiren Allah hakkı için söyleyin bana siz benden sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey gördünüz mü?”

Onlar da dediler “Allah için görmedik”. Ve devam ettiler “niçin böyle yaptın ya Ömer” dediler.

Ömer olayı onlara anlattı. Onlarda meselenin farkına vardılar , Ömer varamamıştı .

Dediler ki “Rasulullah’ın sana bunu söylemesi , kıtlık oldu yağmur için duada yavaş davrandın ondan olmuş olabilir. Gidelim yağmur duası yapalım”.

Hz. Ömer yağmur duasına çıktı. Kısa bir hutbe irad etti . Yine kısaca 2 rekat namaz kıldı sonra şöyle dedi : “Ey Allah’ım ; yardımcılarımız aciz kaldı, bizim gücümüz kuvvetimiz aciz kaldı , hatta kendimiz kendimize karşı aciz kaldık. Senin dışında herhangi bir halden diğer hale çevirecek veya bir şeye kuvvet yetiştirecek yoktur. Ey Allah’ım sen bize yağmur gönder , kulları ve memleketleri ihya et”.

Taberi Tarihi : C.4 , S: 99 ; İbn Esir Tarihi C.2, S:274 ; Bidaye ve’n Nihaye (Tarih) : C.7 , S:91.


************************************************** ********



Görüldüğü gibi Adam burada “va Muhammeda” (Yetiş Muhammedim) diyor.

Diyen adam kim ? Oradaki koyunların sahibi. Bu sahabe mi ? Değil !. Ama Hz. Ömer döneminde birileri. Bunun böyle demesi ne kadar isabetli ?

Böyle dediği niye bir hadis kitaplarında yok ta Tarih kitaplarında zikrediyor ? Ne kadar doğru ? Böyle dedi mi demedi mi ?

Velhasıl , bunu delil getirerek Rasulullah’a “ey Muhammedim yetiş” dediğine göre “onun yüzü suyu hürmetine haydi haydi denilir , yetişte denir” gibi bize mesned olamaz.

Neye varıyoruz ; Demek ki Rasulullah’ın yüzü suyu hurmetine demek ihtilaflı. Bid’attir , değildir. Ama biz demeyelim bunu telafuz etmeyelim. Çünkü kimseden bu duyulmamış . Birileri de yapıyorsa yapma bunu diye uyaralım .


Hafız İbni Hacer, Ebu Salih es Semman’a kadar olan isnadının sahih olduğunu belirtmiş, kabre gelen adamın Bilal Bin Haris olduğunu belirtmiştir. (Fethul Bari(2/412)
Elbani , üç gerekçe öne sürerek bu rivayeti kabul etmemiştir;

1- Ravi Malik ed Dar’ın zabt ve adaleti maruf değildir, o mechul bir ravidir. İbni Hacer, Malik’in mechul oluşuna işaret etmiştir.

2- Hadisin metni şeriatta mustehab olan istiska namazına ve bazı aqyetlerin ifade ettiği dua ve istiğfara aykırıdır.

3- Rivayetin sahih olduğu kabul edilse bile bu konuda hüccet olamaz. Çünkü rivayet ismi bilinmeyen bir adama dayanmaktadır. O da mechuldür. Seyf’in rivayetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemekte bir şey ifade etmez, zira seyf Bin Ömer et Temimi ittifakla zayıf bir ravidir…”



İbni Sa’d der ki; “Malik ed Dar, Ömer Bin Hattab’ın azatlısıdır. Cublan’lı, Himyer kabilesindendir. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. O maruf idi.” (İbni Sad Tabakat(5/12)


İbni Hibban, onu güvenilir ravilerin ismini saydığı Sükat adlı eserinde zikretmiş, İbni Sa’d’ın verdiği bilgileri vermiş, hakkında menfi bir söz söylememiştir. (İbni Hibban Sukat(5/384 no;5312)
Lakin İbni Hibban hakkında cerh varid olmamış meçhul ravileri güvenilir saydığından, buna itibar edilmemektedir.
Hafız İbni Hacer de şunları söyler; Malik ed Dar diye bilinen zat, Malik Bin Iyad’dır ve Asrı seadete yetişmiştir. Muaz ve Ebu Ubeyde’den rivayetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivayette bulunmuştur. Buhari Tarih’te Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan, Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivayet etmiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)
Aynı rivayeti tafsilatlı olarak İbni Ebi Hayseme de tahric etmiştir… İbni Sad onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Malikud Dar adı verilmiştir. Ali İbnul Medini’den rivayete göre o, Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı idi.” (İbni Hacer El İsabe(6/274)

İbni Ebi Hatem der ki; “Malik ed Dar, Ömer radıyallahu anh’ın azadlısıdır. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayeti vardır. Ondan da Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. Bunu babam(Ebu Hatem)dan böyle işittim.” (İbni Ebi Hatem Cerh ve Ta’dil(8/213, no;944) Mizzi Tehzibul Kemal(22/624)
Malik ed Dar’ın meçhulul aynlık vasfı kalkmış, lakin meçhulul hal (mestur) sıfatı devam etmektedir. Nitekim Hafız Munziri de; “Malik ed Dar’ın durumunu bilmiyorum” der. (Tergib(2/29) Böyle bir ravinin rivayeti zayıf hadisler kapsamındadır.
Muhammed Bin Yahya ez Zuheli der ki; “Meçhul ravi, kendisinden iki veya daha fazla kimselerin rivayette bulunması ile meçhullükten kurtulur.”(İbni Raceb elHanbeli Şerhu İlel(1/82)

Hatib el Bağdadi de der ki; “Meçhul olan bir ravi, ilimle şöhret kazanmış iki ve daha fazla kimsenin kendisinden hadis rivayet etmesi halinde meçhul olmaktan kurtulur.” (Hatib el Kifaye Fi İlmir Rivaye(s.89) İbnu Salah Ulumul Hadis(s.113) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.260)

Bu durumdaki bir ravi, meçhulül ayn olmaktan kurtulur, fakat meçhulül hal (mestur) olma vasfı devam eder
Bazıları, Ömer radıyallahu anh’ın onu mali işlerde görevlendirmesini, Malik ed Dar’ın hıfz ve adalet bakımından güvenilir oluşuna delil getirmek istemiştir. Lakin bu rivayetin metninde de belirtildiği gibi, o sadece yiyecek dağıtımında görevlendirilmişti.
Nitekim İbni Kuteybe der ki; Ömer Bin Hattab’ın azatlılarından biri de Malik ed Dar idi. Ömer radıyallahu anh ona bir ev vermişti ki, o bu evde halk arasında bir şeyler bölerdi.” (İbni Kuteybe Maarif s.129)
Ebu Ya’la el Halili de, “Malik ed Dar’ın kadim bir Tabii oluşunda ittifak edilmiştir” der ve Tabiin’in ondan övgü ile bahsettiklerini belirtir. Sonra bu rivayeti aktararak Ebu Salih’in Malik ed Dâr’dan rivayetinin mürsel olduğunu söyler. (Ebu Ya’la elHalili el İrşad Fi Marifeti Ulemail Hadis(1/313-316)

Nitekim Ebu Salih bunu tahdis sigası ile değil, an’ane ile rivayet etmiştir. Yani Ebu Salih’in Malik ed Dar’dan hadis işittiği şüphelidir.
Rasulullah (s.a.v.)’in kabrine gelen zatın isim olarak tesbiti konusunda İbni Hacer tarafından Seyf Bin Ömer’in rivayetine dayanılmasına gelince, asıl itibarıyla rivayetin sahih olarak tesbiti konusunda Seyf’in alakası yoktur.
Seyf Bin Ömer, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Lakin yine de bu adamın kim olduğu önemlidir. Zira kabre gidip yağmur duası istemek sözkonudur.
Mesela Buhari’nin Tarihul Kebir’de Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan rivayetinde sadece; Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesinde; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dediğini rivayet etmiş, kıssadan bahsetmemiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt