Müminleri, dinine ensar olma şerefine nail kılan Allah'a hamd, ensarlık yolunu en güzel şekilde beyan eden Allah Rasûl’ü, ashabı, âl-i beyti ve hidayet önderlerine salât ve selam olsun.
"Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun! Meryem oğlu İsa'nın havarilere: 'Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?' demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: 'Allah'ın yardımcıları bizleriz.' Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler." (37/Saff, 14)
"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (47/Muhammed, 7 )
Allah'a subhanehu ve teâlâ ve O'nun dinine ensar olmak… Allah'ın subhanehu ve teâlâ merhametinin tecellisidir bu çağrı… Bu öyle bir çağrıdır ki, selim kalpleri tarih boyunca kendine tabi kılmıştır. Çağrıyı farklı kılan, çağrının sahibinin vasıflarıdır; El-Aziz, El-Kavi, El-Metin, Es-Samed olan Allah'tır subhanehu ve teâlâ. O'nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur, O her şeye gücü yeten El-Kadir'dir. Herşeyin kendisine muhtaç olduğu Es-Samed'dir.
Hakikat bu iken kullarını O'na ve dinine ensar olmaya davet etmiştir. Kulların felah bulmaları için sunduğu fırsatlardandır. O'na ensar olmaya niyet eden kulun, ensarlıkta dahi O'nun muvaffak kılmasına muhtaç olduğu düşünülürse, bu çağrının sadece O'nun lütuf, kerem, ihsan ve fazlından olduğu daha iyi anlaşılır.
Ensarullah, Ensaru'd Din olmak, fıtratı bozulmamış, imanına şirk, kalbini dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla örtmemiş, hidayet nurunu masiyetlerle karartmamış sadık erler ve saliha kadınlar için en büyük şereftir. Bu çağrıya icabet etmek için en değerlileri feda etmekten bir an tereddüt etmezler. Bu çağrıya icabetin dünyada onlara kazandıracağı izzet, ahirette elde edecekleri nimetler, tüm dünyayı ve içindekileri onların gözünde değersizleştirir.
İnsanlar önce Rasûllere etbaâ (tabi) oluyorlardı. Bunlardan seçkin olanlar ise, daha sonra ensar…
Ensarlık seçkin bir zümrenin gönüllü icabet ettikleri bir süreçti.
Bizlerin böyle bir seçim hakkı yoktur. Zikredeceğim iki sebep, bizler için bu çağrıya icabeti zorunlu kılıyor. Bu bazılarımızın yapacağı farz-ı kifaye değil, her birimizin mecbur olduğu farz-ı ayn babındandır.
Birincisi: Algıların bozulduğu, tasavvurun dumura uğradığı bir çağda yaşıyoruz.
Öyle bir zaman ki, Allah Rasûlü dahi her namazın akabinde şerrinden Allah'a sığınma gereği duymuştur. Kapkaranlık, fitnelerin kol gezdiği, hayrın şer, şerrin hayır addedildiği, tevhidin şirk, şirkin tevhid diye isimlendirildiği, bidatlerin sünnet, sünnetlerin bidat olarak sınıflandırıldığı, fitnelerinin vakur insanı dahi şaşkına çevirdiği bir zaman. Bizler eskilerin etbaâlık dediği şeyi ensarlığın da üstü olarak algılıyoruz. Bugün 'Mücerred iman ve haftada bir gün derse katılmanın' dine ensarlık addedildiği bir gündür. Böyle olunca ensarlık yerde kalmıştır. Hatta Rabb'imin rahmet ettikleri müstesna, unutulmuştur.
İkincisi: Yaşadığımız zaman diliminde İslam'ın ve Müslümanların durumundan, Allah'a subhanehu ve teâlâ şirk koşulmak suretiyle gece-gündüz hakaret ediliyor. Kur'an'ın inancı kalplerden, hükümleri yönetimden, amelleri pratikten silinmiştir. Allah Rasûlü'nün rehberliği terk edilmiş, dili bizim dilimiz, cildi bizim cildimiz olan, cehennem kapısının davetçileri rehber olarak nasb edilmiştir. İslam ümmeti en değersiz insan topluluğu haline gelmiştir. Süper güç diye isimlendirilen vahşetin silahlarını denedikleri denek konumundadır. Ebu Cehil'in dahi: "Arab'a, 'Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem kızlarını ve çocuklarını korkuttu' dedirtmem" dediği cahileyinin en karanlık dönemlerinde kabul görmüş insani erdemlerinden mahrum bırakılmıştır Müslümanlar.
Her 6 ayda kapılar tekmelenip, Ebu Cehil'in kendine yakıştırmadığı kadın ve çocukları ürkütülmesi söz konusudur. Hiçbir mukaddes gözetilmeden İslam'a hakaret ediliyor. Dinin şiarları hainlerin ellerinde ve dillerinde alay ve şaka malzemesi edilmiştir. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem minberleri, Lat'ı, Menat'ı ve onların kutlamalarını ihya eder vaziyettedir.
Bu durumda kalbinde zerre-i miskal hayat olan, onu şirk ve masiyetlerle öldürmemiş insanın başka yolu var mıdır?
Dine ensar olmayacak, Rabb'inin çağrısına icabet etmeyecek te ne yapacak?
Şairin dediği gibi:
'Ölünün yarasının elemi olmaz…
Ancak ölmüş kalp ümmetin bu durumunda elem duymaz.'
Ensar olmak…
Bu, derdi olan insanların gündemidir. Dert sahibi olmak İslam'ın ve Müslümanların derdini kendi derdi görmek, bu ancak selim kalplerin kârıdır. Dünya ve lezzetlerinden, lüksü ve rahatından selamette olan kalpler, onların kalbi Allah subhanehu ve teâlâ ve O'nun yanındakilere mütealliktir. Kalbi semada ve yücelerde olanın, gözü aşağılarda olabilir mi?
Kalbi arşa asılı olanın ayağına, dünya takılıp ona engel olabilir mi?
Yaptıkça daha fazla yapmak isterler. Onlar hep üstte olanları örnek alırlar, yaptıkça kendilerini ve amellerini küçümser 'Daha fazla ensar olmalı, daha fazla davaya adanmalıyım' derler. Onlar cennet ve Allah'ın subhanehu ve teâlâ rızasını elde etme yarışında kiminle yarıştıklarını bilirler. Mus'ablar, Ammarlar, Bilaller onların örneğidir. Yarıştığı genç Mus'ab radıyallahu anh olan hangi insan amelinden razı olup 'Bu kadar yeter' diyebilir ki?
Yarıştığı Bilal radıyallahu anh olanın karşılaştığı zorluklara 'Zorluk' demeye nasıl dili varır ki?
Hasta olan kalplerin derdi dünya ve onun rahatıdır. Onun ne katıldığı bir yarış ne de o yarışta kimlerin olduğu gibi bir derdi yoktur; o rahatsa dert yoktur. Bütün ümmet kan ağlamış, İslam davası yerlere düşmüş… Onun gündemi değildir. Kalbi yere ve alçak olanlara mutaallık olanlar ulvi meseleleri dert edinmezler. Kalbi yerde olanın gözü de ayağı da yerdedir. Her engel onları yavaşlatır. Bunun sonu kendi halinden ve ümmetin halinden hiçbir elem duymayan 'ölü kalp'tir, Allah muhafaza.
Rabb'ini ve İslam davasını unutan, sadece kendi için yaşayan insanın cezası, unutmak ve unutulmaktır. Ensar olup lezzetini tadanlar 'Daha fazla' dedikleri gibi, unutan ve umursamayanlar her geçen gün biraz daha batarlar.
"Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu." (9/Tevbe, 67)
"Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın" (59/Haşr, 19)
Ensar olmak… Bu çağrıya icabet etmek zorundayız. Bunu zaruri kılan o kadar çok gerekçe var ki, ne bu yazı ne de hacimli bir kitap onu anlatmaya yetmez. Ancak;
"Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." (50/Kaf, 37)
"Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun! Meryem oğlu İsa'nın havarilere: 'Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?' demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: 'Allah'ın yardımcıları bizleriz.' Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler." (37/Saff, 14)
"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (47/Muhammed, 7 )
Allah'a subhanehu ve teâlâ ve O'nun dinine ensar olmak… Allah'ın subhanehu ve teâlâ merhametinin tecellisidir bu çağrı… Bu öyle bir çağrıdır ki, selim kalpleri tarih boyunca kendine tabi kılmıştır. Çağrıyı farklı kılan, çağrının sahibinin vasıflarıdır; El-Aziz, El-Kavi, El-Metin, Es-Samed olan Allah'tır subhanehu ve teâlâ. O'nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur, O her şeye gücü yeten El-Kadir'dir. Herşeyin kendisine muhtaç olduğu Es-Samed'dir.
Hakikat bu iken kullarını O'na ve dinine ensar olmaya davet etmiştir. Kulların felah bulmaları için sunduğu fırsatlardandır. O'na ensar olmaya niyet eden kulun, ensarlıkta dahi O'nun muvaffak kılmasına muhtaç olduğu düşünülürse, bu çağrının sadece O'nun lütuf, kerem, ihsan ve fazlından olduğu daha iyi anlaşılır.
Ensarullah, Ensaru'd Din olmak, fıtratı bozulmamış, imanına şirk, kalbini dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla örtmemiş, hidayet nurunu masiyetlerle karartmamış sadık erler ve saliha kadınlar için en büyük şereftir. Bu çağrıya icabet etmek için en değerlileri feda etmekten bir an tereddüt etmezler. Bu çağrıya icabetin dünyada onlara kazandıracağı izzet, ahirette elde edecekleri nimetler, tüm dünyayı ve içindekileri onların gözünde değersizleştirir.
İnsanlar önce Rasûllere etbaâ (tabi) oluyorlardı. Bunlardan seçkin olanlar ise, daha sonra ensar…
Ensarlık seçkin bir zümrenin gönüllü icabet ettikleri bir süreçti.
Bizlerin böyle bir seçim hakkı yoktur. Zikredeceğim iki sebep, bizler için bu çağrıya icabeti zorunlu kılıyor. Bu bazılarımızın yapacağı farz-ı kifaye değil, her birimizin mecbur olduğu farz-ı ayn babındandır.
Birincisi: Algıların bozulduğu, tasavvurun dumura uğradığı bir çağda yaşıyoruz.
Öyle bir zaman ki, Allah Rasûlü dahi her namazın akabinde şerrinden Allah'a sığınma gereği duymuştur. Kapkaranlık, fitnelerin kol gezdiği, hayrın şer, şerrin hayır addedildiği, tevhidin şirk, şirkin tevhid diye isimlendirildiği, bidatlerin sünnet, sünnetlerin bidat olarak sınıflandırıldığı, fitnelerinin vakur insanı dahi şaşkına çevirdiği bir zaman. Bizler eskilerin etbaâlık dediği şeyi ensarlığın da üstü olarak algılıyoruz. Bugün 'Mücerred iman ve haftada bir gün derse katılmanın' dine ensarlık addedildiği bir gündür. Böyle olunca ensarlık yerde kalmıştır. Hatta Rabb'imin rahmet ettikleri müstesna, unutulmuştur.
İkincisi: Yaşadığımız zaman diliminde İslam'ın ve Müslümanların durumundan, Allah'a subhanehu ve teâlâ şirk koşulmak suretiyle gece-gündüz hakaret ediliyor. Kur'an'ın inancı kalplerden, hükümleri yönetimden, amelleri pratikten silinmiştir. Allah Rasûlü'nün rehberliği terk edilmiş, dili bizim dilimiz, cildi bizim cildimiz olan, cehennem kapısının davetçileri rehber olarak nasb edilmiştir. İslam ümmeti en değersiz insan topluluğu haline gelmiştir. Süper güç diye isimlendirilen vahşetin silahlarını denedikleri denek konumundadır. Ebu Cehil'in dahi: "Arab'a, 'Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem kızlarını ve çocuklarını korkuttu' dedirtmem" dediği cahileyinin en karanlık dönemlerinde kabul görmüş insani erdemlerinden mahrum bırakılmıştır Müslümanlar.
Her 6 ayda kapılar tekmelenip, Ebu Cehil'in kendine yakıştırmadığı kadın ve çocukları ürkütülmesi söz konusudur. Hiçbir mukaddes gözetilmeden İslam'a hakaret ediliyor. Dinin şiarları hainlerin ellerinde ve dillerinde alay ve şaka malzemesi edilmiştir. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem minberleri, Lat'ı, Menat'ı ve onların kutlamalarını ihya eder vaziyettedir.
Bu durumda kalbinde zerre-i miskal hayat olan, onu şirk ve masiyetlerle öldürmemiş insanın başka yolu var mıdır?
Dine ensar olmayacak, Rabb'inin çağrısına icabet etmeyecek te ne yapacak?
Şairin dediği gibi:
'Ölünün yarasının elemi olmaz…
Ancak ölmüş kalp ümmetin bu durumunda elem duymaz.'
Ensar olmak…
Bu, derdi olan insanların gündemidir. Dert sahibi olmak İslam'ın ve Müslümanların derdini kendi derdi görmek, bu ancak selim kalplerin kârıdır. Dünya ve lezzetlerinden, lüksü ve rahatından selamette olan kalpler, onların kalbi Allah subhanehu ve teâlâ ve O'nun yanındakilere mütealliktir. Kalbi semada ve yücelerde olanın, gözü aşağılarda olabilir mi?
Kalbi arşa asılı olanın ayağına, dünya takılıp ona engel olabilir mi?
Yaptıkça daha fazla yapmak isterler. Onlar hep üstte olanları örnek alırlar, yaptıkça kendilerini ve amellerini küçümser 'Daha fazla ensar olmalı, daha fazla davaya adanmalıyım' derler. Onlar cennet ve Allah'ın subhanehu ve teâlâ rızasını elde etme yarışında kiminle yarıştıklarını bilirler. Mus'ablar, Ammarlar, Bilaller onların örneğidir. Yarıştığı genç Mus'ab radıyallahu anh olan hangi insan amelinden razı olup 'Bu kadar yeter' diyebilir ki?
Yarıştığı Bilal radıyallahu anh olanın karşılaştığı zorluklara 'Zorluk' demeye nasıl dili varır ki?
Hasta olan kalplerin derdi dünya ve onun rahatıdır. Onun ne katıldığı bir yarış ne de o yarışta kimlerin olduğu gibi bir derdi yoktur; o rahatsa dert yoktur. Bütün ümmet kan ağlamış, İslam davası yerlere düşmüş… Onun gündemi değildir. Kalbi yere ve alçak olanlara mutaallık olanlar ulvi meseleleri dert edinmezler. Kalbi yerde olanın gözü de ayağı da yerdedir. Her engel onları yavaşlatır. Bunun sonu kendi halinden ve ümmetin halinden hiçbir elem duymayan 'ölü kalp'tir, Allah muhafaza.
Rabb'ini ve İslam davasını unutan, sadece kendi için yaşayan insanın cezası, unutmak ve unutulmaktır. Ensar olup lezzetini tadanlar 'Daha fazla' dedikleri gibi, unutan ve umursamayanlar her geçen gün biraz daha batarlar.
"Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu." (9/Tevbe, 67)
"Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın" (59/Haşr, 19)
Ensar olmak… Bu çağrıya icabet etmek zorundayız. Bunu zaruri kılan o kadar çok gerekçe var ki, ne bu yazı ne de hacimli bir kitap onu anlatmaya yetmez. Ancak;
"Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." (50/Kaf, 37)