"Ey insan! Seni yaratan, seni insan düzenine koyan ve sana dengeli davranma yeteneği kazandıran, özverisi bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar, 6-8)
Ey insan sen nesin?
1- Bizler, inanmış ve dinî değerlerin doğruluğunu benimsemiş kişiler olarak, deriz ki: Sen Rabbin katından gelmiş şeffaf bir varlık, kutsal varlıktan gelmiş bir üfürüş, ve Allah
Teâlâ'nın varlığından kopmuş bir ruhsun. Allah Teâlâ seni, bizzat kendi denetiminde yarattı. Senin içine kendi ruhundan bir parça üfledi. Seni, senden önceki varlıklarının yaratılış modelinden daha üstün modelde yarattı Melekleri sana secde ettirdi. Bütün varlık kavramlarının tamamını sana öğretti. Nihayet emanetin ağır yükünü sana sundu. Sen de onu taşımağı kabul ettin. Bu nedenle ister dış olsun, ister iç; bütün nimetlerini senin üzerine bol bol serpti. Bütün göklerde ve yeryüzünde neler varsa tamamını senin emrine hazır kıldı. Sana değerlerin en üstündeki bir değeri verdi.
Böylece seni en güzel bir kıvam içinde yarattı. En gelişmiş yetenekleri senin için hazırlarken işitip değerlendirme, görüp algılama ve bunları yönetecek bir gönül; hepsini sana hibe eyledi. Ondan sonra yalnız iki seçeneği sana açıklarken iki değer ölçüsünü de sana gösterdi. Bu yolların birisini seçme kolaylığını sana mümkün kıldı.
İşte sen O'nun izni ve tekniğiyle suda yüzebiliyorsun,havada uçabiliyorsun. Elektrikle yarışıp atomu parçalayabiliyorsun. Düşünce yeteneğini geliştirerek ve formülleri değerlendirerek göklerin katlarını aşabiliyorsun. Bundan daha yücesi, daha büyük, daha temiz ve daha değerli bir ortam gördün mü hiç?
"İlacın senin içinde, görmüyorsun. Hastalığın senden, anlayamıyorsun. İleri sürüyorsun; ben küçük varlığım, Oysa makro âlemi kendi içinde duruyorsun."
Bütün bunca kısa hayattan sonra sen asla yok edilemeyecek derecede kalıcısın, canlılığını sürdürüyor ve yayılıyorsun. Baas ve haşr olunuyorsun. İnsan değerini kazanmış olduğun hayatı cennette ve âhiret yurdunda da aynen sürdürüyorsun. Tabii ki varlık âleminde, önemli fonksiyonun bulunduğunun bilincine varmış isen. Ayrıca yegâne ibadete lâyık olan Mabûd ve tek Mâlik için amelini ihlâslı yapabilirsen:
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarım da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Allah'tır." (Zâriyat, 56-58)
Senin adından bile korktuğun ölüm, sadece bu dünya hayatından öteki hayata taşınmandan ibarettir:
"Ahiretyurdu ise işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.1' (Ankebût, 64)
Bu beden, sadece içinde haps edildiğin bir kafesten ibarettir. Belirli bir sureye kadar taşıdığın elbisedir. Sonra o elbise kıyamet gününde tekrar sana geri verilecektir. Arif bir zât (r.h) şöyle dile getiriyor:
"Ben bir serçe, o, bir kafes. Ondan uçtum, ipotek olarak kaldı
Ben suretteyim, bu, cesedim, elbisem ve gömleğim oldu, zaman.
Şimdi öksüzce yalvarıyorum. Oysa Allah'ı aşikâr görüyorum.
Ölüm sanmayınız yokluk, O, sadece buradan oraya göç..."
2- Diyalektik Materyalistler diyor ki:
"Sen, ey insan! Bir avuç topraksın, bir atımlık su damlasısın. Ana rahmine öylece atıldın. Günler seni tüketti. Yüksek tepeler seni lokma gibi yuttu. Ondan sonra hiçlik oldun. Artık çürümüş, dağılmışken bu kemikleri kim diriltecek?"
Eskileri şöyle sormuşlar:
"Hayat ancak bizim dünya hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak felek (denen güç) helak eder." (Câsiye, 24)
Bugünkü modernist çağdaşları aynısını söylüyor: "Sen maddî öğeler ve fizyolojik değişimlerin tepkimelerinden oluşmuş bir esersin. Bilinç ve vicdan, düşünme ve algılanma, kararlılık ve irade... Bunların tamamı sağır ve kötürüm maddenin sonuçlarından ve toprağın su ile karışımından oluşmuşlardır. Hayat dediğin şu hayalet, sayılı belli günlerin ürünüdür. O sayılı günlerde herşey gelir geçer. Fırsatlar lezzetler için değerlendirilir:
"Dünya varsa, yemektir, şaraptır, uyku.,. Senden geçmişse bunlar; dünyaya "eyvALLAH" demek düşer."
3- Ey kardeşim; şayet bir göz atmayı lütfedersen, hayat konusunda fikir sahibi olmayı üstünlük sayarsan, bu dünyaya gelmeleriyle bin kere pişman olanlardan ve insanlıklarıyla alay eden bu kişilerden gafil olmazsan, bunun bir yaşamak mücadelesi olduğunu bilirsin. Bu varlık dünyasına gelinendeki esas amacın ne olduğuna açıklık getirebilir ve ona varmak için araç olacakları da belleyebilirsin.
Bütün bu anlatılanlarla sana şu öğütleri vermek arzuladım ki, gündüzden olsun geceden olsun, bir saatçik zamanını, nefsinle meşgul olmaya ayırırsın. Böylece iyi-kötü dengelemesinde daha üstün olanını, gerek ferd ve gerek cemaat hayatında bu iki planın etkisini daha yakından görebilirsin. Ta ki yaratılışımızın esas amacı olan fıtratımızdan ibaret birinci yolun iyiliğine kanaat getirir, nefsin adına onu ön plana geçirir ve onun üstün erdemliliklerini tamamlarsın.
Ayrıca onu, küçük düşürücü işlere âlet edilmekten ve kısa vadeli gayelere dalmaktan kurtararak yüceliklere çıkarırsın. Yücelerin en yücesi Rabbiyle bağlantı kurmaya kadar işi götürürsün. Allah'ı zikretmek, O'na saygıyı arttırmak, ve Rabbi tarafından denetlendiğini hissetmek, nihayet sürekli olarak ne olacağım düşünmenin tedirginliğini yaşamakla o nefsini tertemiz tutarsın.
"Nefsini bilen, Rabbini bilir" gerçeğine varırsın. "Seni aday yapmışlar göreve; farkında isen?
Nefsine değer ver, bağsız hayvanla otlamaktan kötüyüde göster."
Bir kısım halkın fitneden ibaret ikinci yolu veya hidayet yolunu seçime tabi tutmasına hayıflanma:
"O tür yahudilere, örnek şahsiyetler verdiğimiz halde kendilerini bu şahsiyetlerden sıyırıp kurtulan, böylece şeytanın ardına düştüklerinden azgınlar gurubunda yerini alanların haberini oku. Eğer biz dileseydik o örnek şahsiyetler aracılığıyla o kişiyi üst tarafa (iyiler arasına) geçirirdik. Fakat o, kendi seçeneğiyle, kendisinin yeryüzünde ebedî kalacağını sandı, dolayısıyla kendi nefsinin ardına düştü. Onun durumu tıpkı şu köpeğin durumuna benzer; eğer üstüne varırsan dilini çıkarır ve solur, bırakırsan yine dilini sarkıtıp solur. îşte örnek şahsiyetlerimizi yalanlayan topluluğun sonu budur. Bu gibi kıssaları onlara anlat; umulur ki düşünürler de ibret alırlar." . (A'raf, 175—176)
Allah Teâlâ bizlere bunları ilham eyledi. Sana düşen irşad olmaktır. Allah bizleri yolların en güvenilirine hidâyet eylesin. Âmin
Ey insan sen nesin?
1- Bizler, inanmış ve dinî değerlerin doğruluğunu benimsemiş kişiler olarak, deriz ki: Sen Rabbin katından gelmiş şeffaf bir varlık, kutsal varlıktan gelmiş bir üfürüş, ve Allah
Teâlâ'nın varlığından kopmuş bir ruhsun. Allah Teâlâ seni, bizzat kendi denetiminde yarattı. Senin içine kendi ruhundan bir parça üfledi. Seni, senden önceki varlıklarının yaratılış modelinden daha üstün modelde yarattı Melekleri sana secde ettirdi. Bütün varlık kavramlarının tamamını sana öğretti. Nihayet emanetin ağır yükünü sana sundu. Sen de onu taşımağı kabul ettin. Bu nedenle ister dış olsun, ister iç; bütün nimetlerini senin üzerine bol bol serpti. Bütün göklerde ve yeryüzünde neler varsa tamamını senin emrine hazır kıldı. Sana değerlerin en üstündeki bir değeri verdi.
Böylece seni en güzel bir kıvam içinde yarattı. En gelişmiş yetenekleri senin için hazırlarken işitip değerlendirme, görüp algılama ve bunları yönetecek bir gönül; hepsini sana hibe eyledi. Ondan sonra yalnız iki seçeneği sana açıklarken iki değer ölçüsünü de sana gösterdi. Bu yolların birisini seçme kolaylığını sana mümkün kıldı.
İşte sen O'nun izni ve tekniğiyle suda yüzebiliyorsun,havada uçabiliyorsun. Elektrikle yarışıp atomu parçalayabiliyorsun. Düşünce yeteneğini geliştirerek ve formülleri değerlendirerek göklerin katlarını aşabiliyorsun. Bundan daha yücesi, daha büyük, daha temiz ve daha değerli bir ortam gördün mü hiç?
"İlacın senin içinde, görmüyorsun. Hastalığın senden, anlayamıyorsun. İleri sürüyorsun; ben küçük varlığım, Oysa makro âlemi kendi içinde duruyorsun."
Bütün bunca kısa hayattan sonra sen asla yok edilemeyecek derecede kalıcısın, canlılığını sürdürüyor ve yayılıyorsun. Baas ve haşr olunuyorsun. İnsan değerini kazanmış olduğun hayatı cennette ve âhiret yurdunda da aynen sürdürüyorsun. Tabii ki varlık âleminde, önemli fonksiyonun bulunduğunun bilincine varmış isen. Ayrıca yegâne ibadete lâyık olan Mabûd ve tek Mâlik için amelini ihlâslı yapabilirsen:
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarım da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Allah'tır." (Zâriyat, 56-58)
Senin adından bile korktuğun ölüm, sadece bu dünya hayatından öteki hayata taşınmandan ibarettir:
"Ahiretyurdu ise işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.1' (Ankebût, 64)
Bu beden, sadece içinde haps edildiğin bir kafesten ibarettir. Belirli bir sureye kadar taşıdığın elbisedir. Sonra o elbise kıyamet gününde tekrar sana geri verilecektir. Arif bir zât (r.h) şöyle dile getiriyor:
"Ben bir serçe, o, bir kafes. Ondan uçtum, ipotek olarak kaldı
Ben suretteyim, bu, cesedim, elbisem ve gömleğim oldu, zaman.
Şimdi öksüzce yalvarıyorum. Oysa Allah'ı aşikâr görüyorum.
Ölüm sanmayınız yokluk, O, sadece buradan oraya göç..."
2- Diyalektik Materyalistler diyor ki:
"Sen, ey insan! Bir avuç topraksın, bir atımlık su damlasısın. Ana rahmine öylece atıldın. Günler seni tüketti. Yüksek tepeler seni lokma gibi yuttu. Ondan sonra hiçlik oldun. Artık çürümüş, dağılmışken bu kemikleri kim diriltecek?"
Eskileri şöyle sormuşlar:
"Hayat ancak bizim dünya hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak felek (denen güç) helak eder." (Câsiye, 24)
Bugünkü modernist çağdaşları aynısını söylüyor: "Sen maddî öğeler ve fizyolojik değişimlerin tepkimelerinden oluşmuş bir esersin. Bilinç ve vicdan, düşünme ve algılanma, kararlılık ve irade... Bunların tamamı sağır ve kötürüm maddenin sonuçlarından ve toprağın su ile karışımından oluşmuşlardır. Hayat dediğin şu hayalet, sayılı belli günlerin ürünüdür. O sayılı günlerde herşey gelir geçer. Fırsatlar lezzetler için değerlendirilir:
"Dünya varsa, yemektir, şaraptır, uyku.,. Senden geçmişse bunlar; dünyaya "eyvALLAH" demek düşer."
3- Ey kardeşim; şayet bir göz atmayı lütfedersen, hayat konusunda fikir sahibi olmayı üstünlük sayarsan, bu dünyaya gelmeleriyle bin kere pişman olanlardan ve insanlıklarıyla alay eden bu kişilerden gafil olmazsan, bunun bir yaşamak mücadelesi olduğunu bilirsin. Bu varlık dünyasına gelinendeki esas amacın ne olduğuna açıklık getirebilir ve ona varmak için araç olacakları da belleyebilirsin.
Bütün bu anlatılanlarla sana şu öğütleri vermek arzuladım ki, gündüzden olsun geceden olsun, bir saatçik zamanını, nefsinle meşgul olmaya ayırırsın. Böylece iyi-kötü dengelemesinde daha üstün olanını, gerek ferd ve gerek cemaat hayatında bu iki planın etkisini daha yakından görebilirsin. Ta ki yaratılışımızın esas amacı olan fıtratımızdan ibaret birinci yolun iyiliğine kanaat getirir, nefsin adına onu ön plana geçirir ve onun üstün erdemliliklerini tamamlarsın.
Ayrıca onu, küçük düşürücü işlere âlet edilmekten ve kısa vadeli gayelere dalmaktan kurtararak yüceliklere çıkarırsın. Yücelerin en yücesi Rabbiyle bağlantı kurmaya kadar işi götürürsün. Allah'ı zikretmek, O'na saygıyı arttırmak, ve Rabbi tarafından denetlendiğini hissetmek, nihayet sürekli olarak ne olacağım düşünmenin tedirginliğini yaşamakla o nefsini tertemiz tutarsın.
"Nefsini bilen, Rabbini bilir" gerçeğine varırsın. "Seni aday yapmışlar göreve; farkında isen?
Nefsine değer ver, bağsız hayvanla otlamaktan kötüyüde göster."
Bir kısım halkın fitneden ibaret ikinci yolu veya hidayet yolunu seçime tabi tutmasına hayıflanma:
"O tür yahudilere, örnek şahsiyetler verdiğimiz halde kendilerini bu şahsiyetlerden sıyırıp kurtulan, böylece şeytanın ardına düştüklerinden azgınlar gurubunda yerini alanların haberini oku. Eğer biz dileseydik o örnek şahsiyetler aracılığıyla o kişiyi üst tarafa (iyiler arasına) geçirirdik. Fakat o, kendi seçeneğiyle, kendisinin yeryüzünde ebedî kalacağını sandı, dolayısıyla kendi nefsinin ardına düştü. Onun durumu tıpkı şu köpeğin durumuna benzer; eğer üstüne varırsan dilini çıkarır ve solur, bırakırsan yine dilini sarkıtıp solur. îşte örnek şahsiyetlerimizi yalanlayan topluluğun sonu budur. Bu gibi kıssaları onlara anlat; umulur ki düşünürler de ibret alırlar." . (A'raf, 175—176)
Allah Teâlâ bizlere bunları ilham eyledi. Sana düşen irşad olmaktır. Allah bizleri yolların en güvenilirine hidâyet eylesin. Âmin