Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Fatıma (r.a)'ın Hayatı

B Çevrimdışı

burak_

Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. FÂTIMA

Hz. Fâtıma, hicretten onüç sene önce, Mekke'de doğmuştu. Küçük yaşına rağmen, Peygamber efendimize yardım ediyor ve Kureyş kâfirlerinin işkencelerine karşı geliyordu.

Abdullah ibni Mesûd der ki:

“Resulullah efendimizin Kureyşe bedduâ ettiğini asla işitmedim. Yalnız birgün, Kâbe-i şerif yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil, kendi adamlarıyla bir yerde oturuyorlardı. O sırada bir kimse gelip, ölmüş bir deve işkembesini oraya bıraktı. Ebu Cehil dedi ki:

- Bu kan ile bulaşmış işkembeyi, kim götürüp, Muhammed secdeye inince, arkasına koyar?

Fâtıma'ya haber verdi

Onların içinde en ziyade bedbaht Ukbe bin Ebî Muayt, bu çirkin işe girişip, onu, Peygamberimiz secdede iken üstüne koydu. Resulullah efendimiz secdeden kalkmadı. O bedbahtlar gülüştüler. O kadar ki, gülmekten birbirlerinin üzerine düştüler.”

İbni Mesûd anlatmasına şöyle devam etti:

“Ben uzaktan bakardım. Müşriklerin korkusundan yanına varamadım. Nihayet bir kimse, Hz. Fâtıma'ya haber verdi. Hz. Fâtıma gelip, Resûl-i ekremin üzerinden onu kaldırdı. Bunları yapanlara ağır sözler söyledi, bedduâda bulundu. Hz. Fâtıma bu sıralarda küçük bir kız idi.

Müşriklerin hiçbiri Hz. Fâtıma'ya cevap vermedi. Peygamberimiz, namazdan kalkınca, bunların isimlerini sayarak üç kere buyurdu ki:

- Ya Rabbi! Kureyşten şu topluluğu sana havale ediyorum.”

İbni Mesûd der ki: “Allah hakkı için, onları Bedir günü gördüm. Hepsini katledip, ayaklarından sürüyerek, Bedir kuyusuna bıraktılar. Ümeyye ve Amr'ı ise parça parça ettiler. Ammar ve Velid'i çok fecî şekilde öldürüp, cehenneme gönderdiler.”

Resulullah efendimiz, Medine-i münevvereye, Allahü teâlânın emriyle hicret ettikten sonra, hanımı Sevde, kızları Ümm-i Gülsüm ve Hz. Fâtıma'yı getirmeleri için, Ebu Râfiî ile Zeyd bin Hârise'yi Mekke'ye gönderdi. Onlara 500 dirhem gümüş ile iki deve verdi.

Emrine bağlıdır

Zeyd ile Ebu Râfiî Mekke'ye gittiler. Resulullahın kızları Ümm-i Gülsüm, Hz. Fâtıma, Sevde, Zeyd'in zevcesi Ümm-i Eymen'i ve oğlu Üsâme'yi alıp, beraber Medine'ye geldiler.

Hz. Fâtıma küçük yaşta iken, annesi Hadice-tül Kübra vefat ettiği için, Resulullah efendimiz onu, bülûğ yaşına kadar, yanından ayırmadı. Onu en iyi şekilde yetiştirip, terbiye etti.

Birgün Hz. Fâtıma, bir hizmet için, Resul-i ekremin huzuruna girmişti. Resulullahın mübarek nazarları kerimelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler.

Ümm-i Seleme ve Selman'dan rivayet olunmuştur ki; Hz. Fâtıma bülûğ çağına erdikte, Kureyşten çok kimseler istedi. Resul aleyhisselam, kimsenin sözüne iltifat etmeyip, buyurdu ki:

- Onun işi, Hak teâlânın emrine bağlıdır.

Birgün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; “Hz. Fâtıma'yı, Hz. Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı” diye konuştular. Hz. Sıddık dedi ki:

- Zannederim ki, Ali'ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım.

Sâd bin Muâz da dedi ki:

- Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım.

Beni memnun ettiniz

Üçü birden mescidden çıkıp, Hz. Ali'nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu:

- Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resul-i ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin?

Hz. Ali bunu işitince, mübarek gözleri yaşla doldu ve dedi ki:

- Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir.

Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi:

- Böyle söyleme! Allahü teâlâ ve Resulünün yanında, dünya birşey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, Fâtıma'yı iste!

Hz. Ali buyuruyor ki:

“Resulullahın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullahın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah efendimiz buyurdu ki:

- Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var?

Sustum. Resulullah efendimiz:

- Herhâlde Fâtıma'yı istemeye geldin” buyurunca; "Evet" diyebildim.

Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma'ya, Hz. Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber efendimiz buyurdular ki:

- Fâtıma'ya mehr olarak verecek neyin var?

- Ya Resulallah! Benim hâlimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur.

Mihr olarak kâfidir

Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:

- Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?

- Yanımdadır.

- Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir.”

Bunun üzerine Hz. Ali, zırhını satması için birine verdi. Verdiği kimse, pazarda satarken, Hz. Osman efendimiz zırhı tanıyarak 400 dirheme satın aldı. Yanına da 400 dirhem daha koyarak:

- Bu zırh sizden başkasına lâyık değil” diyerek Hz. Ali'ye geri gönderdi. Hz. Ali, bu para ile düğün hazırlıklarına başladı.

Peygamber efendimiz, sevgili kızı Hz. Fâtıma'nın düğün vakti yaklaştığında, "Eğer annesi hayatta olsaydı, şimdi onun çeyizini hazırlardı" diye düşündü. Bu düşüncede iken, Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:

- Ya Resulallah! Hak teâlâ sana selam ediyor. "Hiç merak etmesin. Kızı Fâtıma'nın bütün ihtiyaçlarını, çeyizini ben temin edeceğim" buyurdu.

Hak teâlânın emri nasıldır?

Peygamber efendimiz, bu sözleri duyunca, şükür secdesi yaptı. Daha sonra Cebrail aleyhisselam, elinde, üzeri bir bohça ile örtülü altın bir tepsi ve yanında bin melekle geldi. Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselam da aynı şekilde gelmişlerdi. Bunların ellerinde de birer altın tepsi vardı.

Peygamber efendimiz, bunları görünce sordu:

- Ey kardeşim Cebrail! Hak teâlânın emri nasıldır? Bu altın tepsiler de nedir?

Cebrail aleyhisselam şöyle cevap verdi:

- Ey Allahın Resulü! Allahü teâlâ sana selam ediyor. "Habibimin kızı Fâtıma'yı, Ali'ye ben verdim. Arş-ı a'zamda nikâh ettim. Habibim de eshab-ı arasında nikâh etsin! Tepsilerin birinde, cennet elbiseleri vardır. Onu Fâtıma'ya giydirsin. Diğer tepsilerde cennet yemekleri vardır. Onlar ile de eshabına ziyafet versin!" buyurdu.

Resul-i ekrem efendimiz, bu müjdeyi işitince, yine şükür secdesi yaptı. Sonra, dörtyüz dirhem mehr ile nikâh yapılacaktı. Haberciler Hz. Fâtıma'ya müjdeyi götürdüler. Fakat O, razı olmadı.

Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:

- Ya Resulallah! Allahü teâlâ, "Fatıma dörtyüz dinara razı olmuyorsa, dörtbin dinar olsun! buyurdu.

Hz. Fâtıma'ya bunu haber verdiler. O yine razı olmadı.

Şefaat etmek istiyorum

Peygamber efendimiz, kızının esas maksadının ne olduğunu öğrenmek için, yanına gitti. Esas maksadının ne olduğunu sordu. Hz. Fâtıma dedi ki:

- Babacığım, ben dünyalık bir şey istemiyorum. Benim maksadım dünya değildir. Benim isteklerim ahiret ile ilgilidir. Sen ahirette, ümmetinden günahkârlara şefaat edeceksin. Ben de ümmetinden günahkâr kadınlara şefaat etmek istiyorum. Muradım budur. Bu isteğim kabul edilirse, razı olurum.

Peygamber efendimiz, bu isteğini Cebrail aleyhisselama bildirdi. Cebrail aleyhisselam, Hz. Fâtıma'nın arzusunun kabul edildiğini, ahirette, ayrıca onun da şefaat edeceğini bildirdi.

Peygamber efendimiz, gelip bu haberi sevgili kızına bildirdi. Hazret-i Fâtıma dedi ki:

- Babacığım, senin şefaat edeceğine dair Kur'an-ı kerimde ayetler vardır. Benim şefaat edeceğime dair delil nedir?

Peygamber efendimiz, durumu Cebrail aleyhisselama tekrar bildirdi.

Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam beyaz bir ipek getirdi. Bunun üzerinde şöyle yazıyordu:

(Kıyamet günü mümin kadınlara, Fâtıma kulumu şefaatçi tayin ettim. Bu hüccet elinde bâkî kalsın.)

Hz. Fâtıma'nın şefaatine izin verildikten sonra, Peygamberimiz Hz. Bilâl'e hitap edip, muhacirin ve ensarı toplamasını emretti. Cümlesi mescid-i şerifte toplandılar. Peygamberimiz minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, muhacirin ve ensara hitaben buyurdu ki:

- Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil gelip, Hak teâlânın, melekleri toplayıp, “Fâtıma binti Muhammed'i, kulum Ali bin Ebî Talib'e verdim ve akit ettim” buyurduğunu haber verdi. Bana da emretmiş ki, eshabım arasında bu akdi tecdid edip, şahitler huzurunda akd-i nikâh edeyim.

Ben de râzı oldum

Sonra Hz. Ali'ye dönüp buyurdu ki:

- Ya Ali! Kalk, nikâh hutbeni yerine getir!

Hz. Ali kalkıp, Peygamber efendimizin önüne geldi. Hak teâlâya hamd ve sena eyledi. Habib-i Rabbil âlemine salevat getirdi. Sonra Habibullaha işaretle dedi ki:

- Resulullah efendimiz, kızı Fâtıma'yı bana tezvic etti. Ben de buna razı oldum. Sizler de bu nikâha şahit olun.

Eshab-ı kiram buyurdular ki:

- Ya Resulallah! Bu şekilde tezvic buyurduğunuza biz şahit olalım mı?

Peygamberimiz buyurdu ki:

- Evet şahit olun.

Etraftan, “Allahü teâlâ mübarek etsin” dediler. Sonra Resulullah odasına geldi. Hz. Ebu Bekir'e biraz para verip, çeyiz için bir şeyler almak için gönderdi. Selman ile Bilal'i de çağırıp buyurdu ki:

- Taşınacak şey olursa siz taşıyın.

Hz. Ebu Bekir buyurur ki:

“Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi. Hz. Fâtıma'nın çeyizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç kap kacak aldım. Resul aleyhisselama getirdim. Görünce, mübarek gözlerinden yaşlar aktı ve, “Ya Rabbi! En iyi kapları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver” diye duâ eylediler.

Ne iyi hanımdır

Hz. Ali buyurdu ki:

Bunun üzerinden bir ay geçti. Bu hususta mecliste hiç konuşulmadı. Ben de hicabımdan ağzımı açamadım. Fakat, bazen beni yalnız gördüklerinde buyururlardı ki:

- Senin hanımın ne iyi hanımdır. Sana müjdeler olsun ki, O, âlemdeki hanımların efendisidir.

Bir aydan sonra, Hz. Ali'nin yakınları dediler ki:

- Ya Ali! Bu nikah ile çok sevindik. Lâkin bir de düğün nasip olsa.

Hz. Ali de onlara, “Benim de isteğim odur, ancak söylemekten hicâb ederim” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ümm-i Eymen'den, aracılık yapmasını istediler. O da durumu Peygamber efendimizin hanımlarına söyledi.

Peygamber efendimizin zevcelerinin, durumu Resulullaha arz etmelerinden sonra, Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırarak buyurdu ki:

- Zevceni ister misin ya Ali?

Hz. Ali de şöyle cevap verdi:

- Evet ya Resulallah! Anam ve babam sana feda olsun.

Resul-i ekrem efendimiz emir buyurdu. Hz. Fâtıma'nın çeyizini hazırladılar. Hz. Ali'ye bir miktar para verip, hurma ve yağ almasını söyledi. Hz. Ali bunları getirince, hurma, yağ ve yoğurdu karıştırıp, bir çeşit yemek yaptı ve eshab-ı kirama düğün yemeği olarak yedirdi.

Evimden çıkıp gidiyorsun

Yemekten sonra Resulullah efendimiz, bir eliyle Hz. Ali'yi ve diğer eliyle de Hz. Fâtıma'yı tutarak, evlerine götürdü. Fâtıma'yı bağrına bastı.

Peygamber efendimiz Hz. Fâtıma'ya düğün günü şöyle nasihat etti:

- Kızım, evimizden çıkıp, başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran! Öfkeli hâllerinde sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme!

Ağzını ve kulağını muhafaza et! Kocan sana fena söylerse, söylediklerini duyma ve sakın mukabelede bulunma! Ona karşı gelme! Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün. Bu suretle sana iyi nazarla baksın.

Sonra alnından öptü. Hazret-i Ali'ye teslim etti ve "Zevcen iyi zevcedir" buyurdu. Her ikisini Hak teâlâya ısmarladı. Sonra mübarek eliyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ eyledi ve çıkıp gitti.

Bir miktar kalsın

Hz. Ali buyurdu ki:

“Resulullahın hanemize teşrif buyurduğu gün, düğünden dört gün geçmiş idi. Bizimle sohbet eyledi. Sonra bana dedi ki:

- Yâ Ali! Su getir!

Kalktım su getirdim. Bir ayet-i kerime okudu ve buyurdu ki:

- Bu sudan biraz iç! Bir miktar kalsın!

Öyle yaptım. Kalan suyu başıma ve göğsüme serpti. Tekrar, "Su getir" buyurdu. Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Hz. Fâtıma'ya da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi. Fâtıma'ya nasihat ettikten sonra, beni davet etti. Bana da Fâtıma'yı ısmarlayarak buyurdu ki:

- Ya Ali! Fâtıma'nın hatırına riayet eyle! O benden bir parçadır. Onu hoş tut! Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.

Sonra, ikimizi de Allahü teâlâya ısmarladı.” Resulullahın soyu Hz. Fâtıma'dan devam etti. Peygamberimizden 6 ay sonra vefat etti.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı.

Kerbela'da zulme boyun eğmeyip başkaldırı ruhunu kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan "cennet gençlerinin efendisi" Hz. Hüseyin (r.a.)'ın ve Kerbela'da esir edildikten sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid'in sarayında yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana, Yezid'i ise dize getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep (r.a.)'nın annesi. Hz. Peygamber'in, "Dünyadaki en iyi dört kadın şunlardır: Meryem, Asiye, Hatice ve Fâtıma" buyurduğu "âlemlerin kadınlarının ulusu". Peygamberimizin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'den sonra dördüncü ve en küçük kızı. Doğum tarihi ihtilaflı olup (605, 609, 615) yıllarında dünyaya geldiğine dair çeşitli rivâyetler ve görüşler vardır. Hicrî II. Milâdî 633. yılda Medine'de Mescid-i Nebevî'ye bitişik odâsında vefât eden Hz. Fâtıma'nın kabri konusunda da üç değişik görüş vardır: Cennetü'l-Bakî', Akil'in evinin avlusu, Hz. Abbas'ın daha sonra yaptırılan türbesi. Ancak bugün kabul edilen yer Cennetü'l Bakî'dir.

Diğer kadınlardan her bakımdan üstün olan Hz. Fâtıma'nın birçok lâkabı vardır ki bunların herbiri onun üstün meziyetlerini tanımlamaktadır: Hz. Fâtıma'nın yüzü parlak olduğu için saf, berrak, ay gibi parlak anlamına gelen "Zehrâ"; yalnızca Hz. Meryem ve Fâtıma'ya kadınların özel hallerinden muaf tutuldukları için eşi bulunmaz anlamında "Betül"; diğer Fâtıma'lardan ayrılması için ulu anlamına gelen "Kübrâ"; oğullarıyla tanınması için "Ümmü Hasan", "Ümmü Hüseyin", "Ümmü Muhsin"; Hz. Peygamber'in kızı olduğundan dolayı "Bint-i Resul"; Bedir ve Huneyn savaşlarında bilfiil bulunduğu için "Bedir ve Huneyn Hurisi"; ağırbaşlılığı sebebiyle kadınların efendisi anlamında "Seyyid-i Nisâ"; Güzelliği ve temizliği nedeniyle "İnsanların Hurisi"; babasına çok benzediğinden ötürü babasının kızı anlamına gelen "Bint-i Ebiha"; babasına bir anne şefkatiyle düşkün olduğundan dolayı babasının annesi anlamındaki "Ümmü Ebiha"; zeki ve kavrayışlı olduğundan "Zekiyye"; bereketi, uğurlu, kuvvetli ve kutlu olduğuna işaret için "Meymune", itâatli ve alçak gönüllülüğünden dolayı "Râziyye"; ve herkes tarafından sevildiği, insanlarla olan ilişkilerinde kimseyi incitip gücendirmeyecek denli tutarlı olduğundan dolayı kendisine "Marziyye" denmiştir. En çok kullanılanı ise "Zehrâ"dır.

Hz. Peygamber'in risâletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce Mekke'de dünyaya gelen Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesini Resulullah şu cümleleriyle veriyordu: "İşte şimdi vahiy meleği bana geldi ve bu doğan çocuğu kutladı. Allah ona Fâtıma adını verdi." Câhiliye geleneğinde kız çocuğu büyük bir utanç vesilesi sayılıp babaların yüzünü kızartan ve bu yüzden diri diri kumlara gömüldüğü bir zamanda Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesi aynı zamanda kadınların kurtuluş müjdesi oluyordu. Hz. Fâtıma'yı dünyaya getiren Hz. Hatice (r.a.) ile Hz. Peygamber'in soyu yedinci ataları Gâlib oğlu Lüveys'te birleşir. Annesini küçük yaşta yitiren Fâtıma diğer kardeşleri gibi babasının sonraki hanımlarını anne edindi. Ancak öz annesinin şefkatinden mahrum kalan Fâtıma ile babası arasında daha sıcak bir yakınlık doğdu. Hz. Peygamber kızına babalık yanında anne şefkatini de göstermek durumunda idi ve bunu en iyi şekilde yerine getirdi. Babasıyla Fâtıma'nın arasındaki sıcaklığın diğer nedenlerinden biri de Hz. Peygamber'in diğer çocuklarının ard arda vefât etmeleridir; Peygamberimiz diğer çocuklarının acısını, sevgi ve özlemini Fâtıma'da toplamıştı. (Ana-baba bir kardeşleri Kâsım iki, Abdullah üç, Zeynep otuz, Rukiyye yirmi bir; Ümmü Gülsüm yirmi altı yaşlarında Fâtıma'dan önce vefât ettiler). Ayrıca Hz. Peygamber'in soyunun Fâtıma ile devam etmesi de babasının yanında Fâtıma'ya ayrı bir değer kazandırıyordu.

Ama Fâtıma'yı "Seyyid-i Nisâ" yapan etkenler yalnızca bunlar değildi. O kısacık ömründe İslâm kadınına örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü.

Hz. Fâtıma çocukluğunu İslâm'ın en zayıf, müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz. Hatice gibi bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının ve müslümanların çektiği acılara en az onlar kadar o da ortak oldu. Babası evden çıkıp İslâm'ı tebliğ ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler ya da babasını adım adım izler ve onu kollamaya çalışırdı. Bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haram'a gitmiş ve oradaki topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Fakat karşısında bulunan câhiliye mensupları kendi düzenlerini tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve Hz. Peygamber'e her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı. Babasının dövülüşünü bir kenardan korkuyla izleyen Fâtıma müşriklerin dağılmasından sonra kanlar içindeki babasını alıp eve götürmüş ve bir anne şefkatiyle yaralarını sarmıştı. Buna benzer nice olayların içinde pişen Fâtıma âdeta geleceğin Hz. Fâtıma'sı olmaya hazırlanıyordu. Yine bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haramda secde hâlindeyken müşrikler her zamanki vahşetleriyle deve barsaklarını ve işkembesini basına atarak kahkahalarla eğlenirken, Fâtıma o pislikleri kendi elleriyle temizler ve babasını alıp eve götürür. Hz. Peygamber Fâtıma'ya hem babalık hem analık yaparken Fâtıma da o zorlu ortamda hem "babasının kızı" hem de "babasının annesi" olmuştur.

Hz. Peygamber'le kızı arasındaki ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun geleneklerini de yerle bir ediyordu. Bir defa; "Kendisine kız çocuğu müjdelendiği zaman babaların yüzleri utançtan simsiyah kesilirken", kız çocuğu oldu diye dostlarının yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp bu çocukları diri diri toprağa gömerken Hz. Peygamber kızının doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü aydınlanmış ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur. Câhiliyede soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Hz. Peygamber'in soyu kızı Fâtıma ile devam etmiş ve yüce Allah câhiliyenin bu geleneğini bizzat Resulullah aracılığıyla yoketmiştir. Peygamberimizin oğlu Abdullah da vefat edince câhiliye mensupları "Muhammed'in soyu kesildi" diye sevinip "o artık ebter, yani soyu kesiktir" diye Peygamberimizi alaya aldıklarında onu bizzat yüce Allah savunmuş ve Peygamber'i teselli eden Kevser sûresi nâzil olmuştur: ''Biz sana kevser'i verdik. O halde namaz kıl, kurban kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o (sana ebter diyen)dir." Buradaki "kevser"i İslâm âlimleri Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak "bol hayır", "sonsuz", "sayısız ümmet", "çok sahâbe", "şefaat" anlamlarında tefsir etmişler, ayrıca "kevser" kelimesiyle Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini de bildirmişlerdir.

Hz. Peygamber kızına o kadâr şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı. "Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim" diyen insanların yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm'dı.

Rasûlullah kızını anlatırken "Babasının annesi", "Baban sana fedâ olsun", "Alemlerin kadınlarının ulusu", "Fâtıma'yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, onu kızdıran beni kızdırmıştır" ve, "Kızım Fâtıma'yı seven beni sevmiştir, Fâtıma'yı memnun eden beni memnun etmiştir; Fâtıma'yı üzen beni üzmüştür. Fâtıma benden bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş olur, beni incitense Allah'ı incitmiştir" buyururdu.

Hz. Fâtıma Mekke döneminin tüm zorluklarına babasıyla birlikte katlandı ve Hz. Peygamber dâhil müslümanların tamamına yakını Medine'ye hicret edene kadar Mekke'den ayrılmadı. Resulullah Kûba'ya ulaştıktan sonra Hz. Ali, Hz. Ali'nin annesi ve Ümmü Eymen'den oluşan bir kafileyle Medine'ye hicret etti.

Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Fâtıma'yı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve daha başka sahâbîler babasından istediler. Ancak Peygamberimiz bu istekleri nazikçe geri çeviriyor ve bekliyordu. Hz. Ali de Fâtıma'ya tâlib oldu ve Peygamberimiz kızının bu konudaki görüşünü alarak Allah'ın vahiyle izin vermesinden sonra Ali ile Fâtıma'nın evlenmelerine karar verildi. Daha sonra nikâhları da Mescid'de kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali'den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını söyler. Hz. Ali dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma'ya verilir. Ancak Fâtıma bu mihri çok bulur; kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber'in şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder. Nikâh mescidde Peygamberimizin bir hutbesi ile ilân edilir: "Allah'a hamd... yüce Allah evlenmeyi bir görev, adalet, ve geniş bir hayır kılmıştır. Şimdi Allahu Teâlâ bana kızım Fâtıma'yı Ali b. Ebı Tâlib'e nikahlamamı buyurmuştur. Ey ashâbım ben de sizi şâhit kılıyorum ki Ali b. Ebi Talib mevcut gelenek ve Allah'ın emriyle söyleyeceğim şeyi kabul ederse dörtyüz dirhem gümüş mehirle kızım Fâtıma'yı kendisine nikâhladım. Yüce Allah kendilerinin varlıklarını biraraya getirsin ve bunu kendilerine mübârek kılsın. Rabbim nesillerini temiz, kendileriyle çocuklarını geniş rahmetinin anahtarı, yüce hikmetinin kaynağı ve Muhammed ümmetinin güvenlik sebebi kılsın....Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret dilerim." Hz. Ali'nin şartları kabul etmesi üzerine sâde bir törenle nikâh kıyılır ve misafirlere bal şerbeti hurma ve gül suyu ikram edilir. Daha sonra hurma, yağ ve süzülmüş yoğurttan yapılan bir de düğün yemeği verilir. Yemeğin az olmasına rağmen yedi yüz misafirin yediği halde Allah'ın bereketlendirmesi ile yetip artar.

Babasından ayrılıp Hz. Peygamber mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşirken çeyiz ve ev eşyası olarak şunları götürmüştü: Üç adet minder, bir halı. bir yastık iki eldeğirmeni, bir su tulumu, bir su testisi meşinden bir su bardağı, bir elek, bir havlu, bir koç postu eski bir kilim, hurma yaprağından örülmüş bir sedir, iki elbise, uzunlamasına örttüklerinde ayakları enlemesine örttüklerinde baslarını açıkta bırakan bir küçük yorgan.
Hz. Peygamber kızını evlendirmekle ondan kopmadı, ilişkileri azalmadı; yine her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Hz. Peygamber bu yeni yuvaya çok önem veriyor; İslâm ümmetinin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.

Câhiliye geleneğinde ağır işlerde ezilen kadınların aksine Hz. Fâtıma sadece evin iç işlerinden, Hz. Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.

Müslümanların çektiği sıkıntılar ve savaşlar bu aileyi de etkiliyor, Hz. Fâtıma da diğer müslümanlar gibi yarı aç yarı tok yaşıyordu; Peygamber kızı olmasından dolayı hiçbir ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali'nin ekonomik durumu genelde iyi olmamasına rağmen Beytü'l-Mal'den haklarından fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp dünya malı biriktirme yerine Hz. Peygamber'in kâtipliğini yapıyor, İslâm ümmeti için ilim biriktiriyordu. Hz. Fâtıma ise avuçları kabarana kadar un öğütüp kendi işini kendi yapıyordu. Bu yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali ev işlerinde Hz. Fâtıma'ya yardımcı oluyordu. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye. Fâtıma'nın ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz. Ali Peygamberimize gelerek bir hizmetçi verip veremeyeceğini sorduğunda Hz. Peygamber, "Ya Fâtıma, Allah'tan kork; Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak. Yatağına girdiğinde otuz üç defa tesbih oku, otuz üç defa hamd et, ve otuz dört defa tekbir getir. Bunların toplamı yüzdür; bunları okuman senin için daha hayırlı olacaktır" diyerek bu isteği geri çevirdi; onlar da razı oldular.

Gerçekte, Fâtıma isteseydi çok lüks bir hayat sürebilir, bir değil birçok hizmetçisi olurdu. Müslümanlar Hz. Peygamber'in biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün diye tüm varlıklarını onun önüne sürebilirlerdi. Ama o lüksün yerine çileyi seçti; tıpkı İslâm toplumunun diğer fertleri gibi. Fakirlere kölelere, zayıflara baktı, zenginlere değil. Hz. Fâtıma annesi Hatîcetü'l-Kübrâ'dan kalan bütün mirası İslâm yolunda Allah için Resulullah'a vermiş ve evlendiği zaman sıkıntılarla karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık duymamıştı.

Hz. Fâtıma ve Ali örnek bir İslâm ailesi oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde tutmadıkları gibi ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara verdiler, kendileri sabrettiler. Bir elbiseleri olurdu genellikle ve onu gece yıkayıp gündüz tekrara giyerlerdi. Hatta bir defasında Hz. Fâtıma babasının yanına üzerinde kısa, başını örtse ayağı, ayağını örtse başını açıkta bırakan bir elbise ile çıkmıştı... Onun kısa yaşantısında gösterişe, giyim kuşama, eşyaya, leziz yemeklere, ayıracak zamanı olmadı. Onun ve peygamberin terbiyesinde yetişen diğer kadınlar gözünde giyim, iffeti koruyacak, tesettürü sağlayacak bir örtüden ibaretti. Hattâ tesettür farz kılındığı zaman üstlerine elbise örtmeye bulamayan kadınlar yatak çarşafları ve perdelerle tesettür emrini yerine getirdiler. Hz. Fâtımâ'nın evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde Hz. Peygamber bir köşede nakışlı bir örtü görür, kapıdan geri döner ve ardından Fâtıma'ya şu ikazı yapar: "Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış bir eve girmek uygun değildir" Fâtıma o örtüyü derhal kaldıracak bir daha da bu görüntüleri evine sokmayacaktır.

Hz. Fâtıma ve Ali ailesi cömert bir aile idi. Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için hazırladıkları bir miktar yiyeceği sofraya koymuşken kapıya gelen bir yoksula verirler ve suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tutarlardı.. O akşam bir yetim, üçüncü akşam bir esir gelir ve her defasında bir parça yiyeceklerini aç oldukları, canları çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri de sadece su ile üç gün oruç tutarlar. Kur'an-ı Kerim'de İnsan suresinin şu ayetleri bu olay üzerine nâzil oldu "...İyiler de karışımı kafûr olan bir kadehten içerler; bir kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (İstedikleri yere de) fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün azâbın)dan ötürü Rabbimizden korkarız' derler. Allah da onları o günün şerrinden korumuş onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir..."
Ayrıca Kur'an-ı Kerîm'deki şu âyetler de Hz. Fâtıma ile ilgilidir: "Ey ehli beyt, Allah ancak sizden her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı dilemektedir" (el-Ahzâb, 33/33). (Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber, Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin hakkında indirilmiştir).
Kevser suresinde, "Biz sana kevseri verdik." ayetindeki "kevser"in anlamı "Fâtıma"dır. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin kıyâmet gününde arş'ın altında bir kubbeyiz" buyurmakta ve "Habibim, deki: 'Ben bu (tebliğimi) karşı akrabalıkta sevgiden başka bir mükâfat istemiyorum" (eş-Şûra, 42/23) âyetinde yakınlık kelimesinin kimler olduğunu soran sahâbîlere Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: "Ali Fâtıma ve çocuklarıdır."

Veda Haccından dönerken Gadıru Hums denilen yerde müslümanlara iki şey bıraktığını bildirdi: Biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri ise..."Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben ehl-i beyt hakkında sizlere Allah'ı hatırlatırım" Kendisinden sonra ehl-i beytin başınâ gelecekleri bilen Resulullah bu cümleyi üç kez tekrarlamıştı ki müslümanlar ehl-i beytine sahip çıksın, onlara yapılan zulümlere karşı dursun. Ama Kerbela'da Hüseyin'in başı mızrak ucunda taşınır, Hz. Zeynep Kûfe sokaklarında esirlerle birlikte teşhir edilirken Hum mevkiinde Resulullah'ın üç kez tekrarladığı ehl-i beyt hakkındaki sözleri unutulmuş veya kılıçların gücü karşısında fayda vermemişti.

Yine bir gün sofranın basında oturmuşken Hz. Peygamber ellerini açar: "Ey Rabbim, bunlar benim ehl-i beytimdir. Hayırlılarım, yakınlarım ve has kimselerimdir. Bunlardan senin rızana aykırı olan kötülük, günâh, şek ve şüpheleri, bütün kötülük ve şeytanın kışkırtmalarını giderip onları koru. Kötü alışkanlıklardan ve diğer gizli-açık ayıplardan tam olarak temizle." Hz. Fâtıma ehl-i beytin içinde ayrıca Rasûlullah'a en sevgili olanıydı.
Hz. Fâtıma'ya Hz. Ali de o derece değer verirdi ki dönemin şartları gereği müslüman erkekler birden fazla kadınla evlenmek durumunda kaldıklarında Hz. Fâtıma da Hz. Ali'nin diğer erkekler gibi başka bir kadınla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer evlenmek isterse bu konuda kendisinden yana bir problemin olmayacağını söylemiş, ısrar etmiş, Ali ise Peygamber kızının üzerine herhangi bir kadın almayı kendisine yakıştıramadığı için buna yanaşmamıştı. Hz. Fâtıma bizzat babası Resulullah'a çıkmış ve Ali'nin bir başka kadınla daha evlenmesi gerektiğini söylemiş ama Rasûlullah kızının bu isteğini geri çevirmiştir. Hz. Fâtıma İslâm'a yararlı olacağını varsayarak Hz. Ali'den kendi üzerine herhangi bir kadını almasını isteyecek derecede, fedakâr, kendi çıkarını değil ümmetin geleceğini düşünen bir örnek İslâm kadınıydı.

Hz. Ali ile evliliği vefatına kadar süren Hz. Fâtıma'nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında üçü erkek ikisi kız beş çocuğu oldu. Resulullah'ın soyu Hasan ve Hüseyin kanalıyla devam etti. Çocuklarının herbirini İslâm ahlâkı ve üstün ilimle yetiştiren Hz. Ali ve Fâtıma kendilerinden sonra İslâm bayrağını dalgalandıracak Hz. Hüseyin ve Zeynep gibi fertler kazandırdılar ümmete.

Çok sevdiği babasının bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde babasının başucunda olduğu halde Resulullah Hz. Fâtıma'nın kulağına bir şeyler söyler. Bunun üzerine ağlamaya başlayan Fâtıma Resulullah'ın kulağına eğilip tekrar bir şeyler söylemesiyle ağlamayı keser ve gülümser. Daha sonra bu olayın nedenini anlatan Fâtıma, Hz. Peygamber'in, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefât edeceğini söylediğini ve kendini tutamayarak ağladığını; ancak daha sonra ehl-i beytinden kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu müjdelediğinde gülümsediğini söyler.

Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in vefatıyla çok sarsılmış, ancak Resul'ün vefat etmeden önce kendisine söylediği şu sözler ona moral vermişti: "Ya Fâtıma, bugünden sonra babana elem yok; ancak peygamber için yaka-yen yırtılmaz, yüze vurulmaz, senden sonra öleyim gibi sözler söylenmez; yalnız babanın İbrahim'e dediği gibi 'gözler yaş dökmede, kalp burkulmada; bu Rabbin gazâbı demiyoruz fakat ey İbrahim, senin için mahzunuz biz' diyebilirsin."

Babasının vefatından sonra Fâtıma'nın bir daha yüzünün gülmediği rivâyet edilmektedir. Bu vefat ona çok ağır gelir ve acı-içli, edebî mersiyeler okur Hz. Peygamber'in ardından: "...Varsın dünyanın doğu ve batısında bulunanlar senin vefâtım işitince ağlasınlar; neye yarar. Ben senin ayrılığının verdiği üzüntüyle yüzüme gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım yanıyor, ruhum sızlıyor..." ve mersiyeler devam edip gidiyor.

Fâtıma babasının defniyle başından sonuna değin ilgilendi. Hatta cenaze suyu hazırlandığı sırada Resulullah'ın elbisesi üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o hatırlattı.
Daha sonra da sık sık Peygamber'in kabri basında saatlerce ağlayacak, dua edecek olan Fâtıma, Peygamber'in vefatından önce kendisine verdiği kavuşma müjdesini bekleyecekti. Ancak bu, günlük hayattan, ailevî, İslâmî, ibâdî, analık sorumluluklarından koparamıyordu onu. O yine hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyordu.

Fâtıma İslâm toplumuna, Peygamber'in öğretisini unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamber'in vefatından sonra Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verir ki, bu hutbesi onun hitâbetteki gücüne en büyük delildir. Zaten onun anlatım tarzı ve söz söyleyiş stilinin Hz. Peygambere benzediği de kaydedilmektedir. Bu hutbede hamd ve salâtü selâmdan sonra İslâmi hükümleri bir bir hatırlatan Fâtıma daha sonra Peygamber'in vefatından İslâm toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine dönme yanlışlığınâ düşmesinler diye uyarıyordu onları: "...Siz azlıktınız; dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde kalan içilip tüketilecek olan bir yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat gözetmeden, müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız. Yanan ateşten alınmış bir kordunuz. Yabancıların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik suydunuz. Yediğiniz, ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi derisinin yağlarıydı. Aşağılık bir hale düşmüştünüz; adamların ayakları altında kalmaktan korkuyordunuz ki, Allah'ın salât ona ve soyuna olsun, Muhammed'in sâyesinde güçlüklerin belasına uğradıktan sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak düştükten sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan kurtardı..."

Hz. Fâtıma hastalanıp yatağa düştüğünde bile İslâmî düzenin korunması için konuşuyordu. Kendisini ziyarete gelen bir kısım kadına; "...ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedir, bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor, zâlimlerin her yönü kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman; ki, şimdi görmedikleriniz meydana çıkar..."

Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû Bekir arasında Hz. Peygamber'den miras kalan Fedek arazisi yüzünden ihtilâf çıktı. Hz. Fâtıma'nın mirasın kendisine verilmesi isteğini Hz. Ebû Bekir, "Biz miras bırakmayız. Bıraktığım sadakadır. Ancak Muhammed'in ailesi bu maldan yer" hadis-i şerifini delil göstererek geri çevirir. Daha sonra Hz. Ömer bu araziyi Hz. Ali'ye verdi; Hz. Osman ise bu hurmalığı Hz. Ali'den alarak Nervan'a bağışladı. Muaviye ise bu araziyi üçe bölüp bir parçasını Hz. Osman'ın oğluna, bir parçasını Mervan'a diğer parçasını da oğlu Yezid'e vermiş; arazi ancak Ömer b. Abdülaziz döneminde gerçek sahiplerinin eline geçebilmiş ve Hz. Fâtıma'nın torunlarına iâde edilmiştir.

Hz. Fâtıma'nın hastalığının iyice arttığı bir dönemde kendisine gelen ziyaretçiler arasında Hz. Ebû Bekir de vardır ve Fedek arazisi yüzünden aralarında hafif bir kırgınlık devam etmektedir. Hz. Fâtıma Ebû Bekir'i kabul eder ve helâlleşirler. Fâtıma misafirlerinden izin alarak temizlenmek istediğini söyler, onlar ise şaşırır; çünkü Fâtıma her zaman temizdir, "Betül"dür; Kadınların özel halleri onda yoktur. Fatıma temizlenir, kokulanır giyinir ve misafirlerine dönerek; "Ben öleceğim" ...Ve son vasiyeti: "Ben şimdi öleceğim. Kimse yıkamasın beni; yıkandım. Kefenlemesinler beni; çünkü temiz elbiselerimi giydim. Ancak vasiyetim şu ki, beni kabrime babam Resulullah gibi gece defnetsinler." Bu sözlerinden sonra temiz örtüsünün üzerine, sağ elini kafasının altına koyarak yanı üzeri yatar ve kıbleye döner. Hz. Ali'ye de, "Ya Ali, benim üzerime kimsenin eli değmeden sen al götür Bakı mezarlığına göm." ...Ve Hz. Peygamber'in müjdesine kavuşur Fâtıma. Vasiyeti gereği gece Hz. Ali tarafından defnedildi. (3 Ramazan 1 1/22 Kasım 632). Cenaze namazı Hz. Ali -diğer bir rivâyette ise amcası Hz. Abbâs- tarafından kıldırılmıştır. Vasiyeti gereği Hz. Ali'nin gecenin karanlığında defnettiği yer konusunda da üç değişik rivâyet vardır: Bakî mezarlığındadır; Akil'in evinin avlusundadır; amcası Abbas için ileride yapılacak olan türbenin içindedir.
 
lost Çevrimdışı

lost

Üye
İslam-TR Üyesi
- Buharî Aişe’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Fatıma, (selâmullahi aleyha) Peygamberin (s.a.a) yürüyüşüne benzer bir yürüyüşle geldi; Peygamber (s.a.a) (onu görünce) dedi ki: “Hoş geldin, kızım Fatıma....” Sonra Fatıma'yı kendi sağ veya sol yanında oturttu ve ona gizlice bir şey söyledi. Fatıma ağlamaya başladı. Ben: “Neden ağlıyorsun.?” diye sordum. Sonra (Resulullah yine) gizlice ona bir şey söyledi. (Bu defa) Fatıma güldü.

Ben: “Bu güne kadar böylesine üzüntüyle iç içe olan bir sevinç görmemiştim!” dedim ve Resulullah'ın ne söylediğini sordum.

Fatıma: “Ben Resulullah'ın (s.a.a) sırrını açıklayacak değilim.” diye cevap verdi.

Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra (tekrar aynı soruyu) sordum. O şöyle cevap verdi: “Resulullah gizlice bana buyurdu ki: “Cebrâil yılda sadece bir defa Kur'an'ı bana sunuyordu. Ama bu yıl iki defa sundu. Ben bu olay için ecelimin yetiştiğinden başka bir sebep görmüyorum. Ve sen Ehl-i Beyt'in arasında bana kavuşacak ilk şahıssın.” (Bunları duyunca ağladım.)

Sonra buyurdu ki: “Acaba cennet hanımlarının seyyidesi (en üstünü) veya müminlerin hanımlarının seyyidesi olmak seni hoşnut etmez mi?” Bunu duyunca da güldüm."

Ahmed İbn-i Hanbel kendi Müsned'inde bu hadisi zikretmiştir. Ancak “cennet hanımlarının seyyidesi (en üstünü)” yerine “bu ümmetin hanımlarını veya müminlerin hanımlarının seyyidesi” tabirini rivayet etmiştir.

İbn-i Sa'd da bu hadisi “Tabakat” adlı eserinde zikretmiş ve yukarıdaki tabiri “bu ümmetin hanımlarının veya her iki alemin (dünya ve ahiretin) hanımlarının seyyidesi (en üstünü)” olarak rivayet etmiştir. İbn-i Esir de Usd-ul Gabe'de aynı hadisi “her iki alemin hanımlarının seyyidesi” tabiriyle, Nesâi ise aynı Ahmed İbn-i Hanbel'in Müsned'inde olduğu gibi rivayet etmiştir. (1)

- Buharî kendi Sahih'inde Aişe'den nakletmiştir ki: Biz Peygamberin (s.a.a) hanımları, topluca Peygamberin (s.a.a) yanında bulunuyorduk. Fatıma (selâmullahi aleyha) tıpkı Resulullah (s.a.a) gibi yürüyerek geldi. (Resulullah) onu görünce “Hoş geldin kızım” dedi; sonra onu sağ veya sol yanına oturttu ve ona gizlice bir şey söyledi; Fatıma şiddetle ağlamaya başladı. Resulullah, Fatıma'nın üzüntüsünü görünce ona tekrar gizlice bir şey söyledi. Bu defa Fatıma güldü. Ben Fatıma'ya dedim ki: “Ben Peygamberin hanımlarının içinde bulunuyorum. Resulullah (s.a.a) bizlerden hiçbirine söylemediği sırrını sana söyledi; sen ise (sevineceğine) ağladın.” Resulullah (s.a.a) oradan kalkıp gidince ben, Peygamberin onun kulağına ne söylediğini sordum. Fatıma: “Ben Resulullah'ın sırrını açıklayacak değilim.” dedi. Resulullah vefat ettikten sonra Fatıma'dan Allah aşkına o sözü bana söylemesini rica ettim.

Fatıma: “Şimdi söylerim” dedi ve şöyle devam etti: “Birinci defa kulağıma, Cebrail'in her yıl bir defa ama bu yıl iki defa Kur'an'ı kendisine sunduğunu ve bunun da ancak ecelinin yakınlaştığı için olacağına inandığını söyledi ve dedi ki: “Allah'tan kork ve sabırlı ol, ben senin için iyi bir selefim.” Bunun üzerine gördüğün gibi ağladım. Üzüntümü görünce ikinci defa kulağıma şu cümleyi söyledi: “Ey Fatıma, acaba müminlerin hanımlarının veya bu ümmetin hanımlarının seyyidesi (en üstünü) olmaktan dolayı sevinmez misin?"

Bu hadisi Müslim, Sahih'inde, Fatıma'nın faziletleri babında rivayet etmiştir. Müslim'in rivayetinin sonunda “ailemin içerisinde bana en çabuk kavuşacak olan sensin” cümlesi de bulunmaktadır. Aynı hadisi, Müslim kitabının başka bir yerinde eksiz olarak nakletmiştir. İbn-i Mace de bu hadisi kendi Sahih'inde aynı fazlalık ile birlikte nakletmiştir. Aynı hadisi Ebu Davud Teyalisi de kendi Müsned'inde ve Ebu Nuaym, Hilyet-ül Evliyâ'da müsnet olarak rivayet etmişlerdir: Bu ikisinin naklindeki tabir şöyledir: “...Alemlerin hanımlarının veya bu ümmetin hanımlarının seyyidesi (en üstünü)...” Tahavi'de aynı hadisi Müşkil-ül Asar'da iki senetle rivayet etmiştir. Nesaî de bu hadisi “Hasâis” adlı eserinde rivayet etmiştir. Nesaî'nin naklindeki tabir ise şöyledir: “...Bu ümmetin hanımlarının en üstünü olmak seni sevindirmez mi?” (2)

- Tirmizî, Huzeyfe'den şöyle rivayet etmiştir: Annem, benden: “Son görüşmen ne zaman oldu?” diye sordu. Ben: “Falanca günden şimdiye kadar (kendisini ziyaret etmemişim)” dedim. Maksadı Peygamber (s.a.a) ile görüşmemdi. Bu yüzden bana kızdı. Bunun üzerine ben: “Akşam Resulullah'ın (s.a.a) yanına gidip akşam namazını onunla kılayım ve ondan bizim için mağfiret dilemesini isteyeyim.” dedim. Gidip akşam namazını Peygamber (s.a.a) ile kıldım; Resulullah yatsı namazını kılıncaya dek namaz kılmakla meşgul oldu. Yatsıdan sonra da yine nafile namazı kıldı. Ben de Peygambere (s.a.a) bakarak namaz kılmakla meşgul oldum. O benim sesimi duyunca: “Kimsin, Huzeyfe misin?” dedi. “Evet” dedim. Buyurdu ki: “İsteğin nedir?” Allah seni ve anneni bağışlasın.” Sonra sözlerine devam ederek: “Bu (gördüğüm) melek, bu geceden önce yeryüzüne asla inmemiş olan bir melektir. O, Rabbinin selamını bana ulaştırmak ve Fatıma'nın cennet hanımlarının en üstünü, Hasan ve Hüseyin'in cennet gençlerinin efendileri olduğunu müjdelemek için gelmiştir."

Bu hadisi Hakim de Müstedrek-üs Sahihayn'de muhtasar olarak iki senetle nakletmiş ve ikinci senedin sahih olduğunu sözlerine eklemiştir.

Yine Ahmed İbn-i Hanbel bu hadisi Müsned'inde, Ebu Nuaym Hilyet-ül Evliyâ'da, İbn-i Esir Üsd-ül Gabe'de ve Muttaki Kenz-ül Ummâl'da nakletmiştir. Muttaki bu hadisi kitabının dört yerinde zikretmiştir. Birinci yerde Ruyani ve İbn-i Habban'ın da bu hadisi Sahihler'inde Huzeyfe tarikiyle rivayet ettiklerini kaydetmiştir. İkici yerde bu hadisi İbn-i Asakir'in Huzeyfe'den naklettiğini, üçüncü yerde İbn-i Cerir'in Huzeyfe'den naklettiğini ve dördüncü yerde yalnız Hz. Fatıma'ya ait bölümü zikredip bu hadisi İbn-i Şeybe'nin naklettiğini kaydetmiştir.(3)

- Hakim Müstedrek-üs Sahihayn'de Aişe'den naklen şöyle yazıyor: Resulullah, (s.a.a) vefatıyla sonuçlanan hastalığında buyurdu ki: “Ey Fatıma! Acaba alemlerin kadınlarının en üstünü, bu ümmetin hanımlarının büyüğü ve müminlerin hanımlarının büyüğü olman seni hoşnut etmez mi?” (4)

- Ebu Nuaym Hilyet-ül Evliyâ'da İmran İbn-i Hasın'den naklen kaydetmiştir ki: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Fatıma rahatsızdır onun ziyaretine gelmiyor musunuz?” “Gidelim” dedim. Hareket edip Hz. Fatıma'nın (evinin) kapısına ulaştık; Resulullah selam verdi ve: “Yanımdaki ile birlikte içeri girebilir miyiz?” diyerek izin istedi.

Fatıma “Evet, ama yanınızda olan kimdir? Allah'a yemin ederim ki abâdan başka bir şey üzerimde yoktur.” Resulullah (s.a.a), o abâyla kendini böyle - şöyle ört diyerek onunla kendisini nasıl örteceğini tarif etti. Sonra Fatıma “Allah'a yemin ederim ki, baş örtüm de yoktur.” dedi.

Resulullah (s.a.a) üzerinde bulunan bir parçayı verdi ve buyurdu: “Bununla başını ört.” Sonra Fatıma eve girmemize izin verdi ve biz içeri girdik. Resulullah (s.a.a) “Durumun nasıldır?” diye sorunca, Fatıma: “Bedenim rahatsızdır; üstelik yiyecek bir şey de yoktur.” dedi.

Resulullah buyurdu ki: “Acaba alemlerin hanımlarının en üstünü olmak seni hoşnut etmez mi?

Fatıma: “Peki İmran kızı Meryem nasıl?” diye sordu.

Resulullah: “O kendi zamanının (döneminin hanımlarının büyüğü ve sen de kendi döneminin kadınlarının en üstünüsün; bil ki andolsun Allah'a seni dünya ve ahirette efendi (ulu) olan birisiyle evlendirmişim.

Bu hadisi Tahavi Müşkül-ül Asar'da nakletmiştir. O bu hadisin sonunda şu cümlenin de yer aldığını kaydetmiştir: “(Hz. Ali'ye) Münafıktan başkası düşman olmaz.” Bu hadisi Muhibbuddin Taberî, Zehair'de zikretmiştir ve sonundaki ilavesiyle birlikte, Hafız Ebu-l Kasım Dimeşki'nin de naklettiğini kaydetmiştir. (5)


- Ebu Nuaym, Cabir İbn-i Semure'den naklen şöyle zikretmiştir: Resulullah (s.a.a) gelip bizim yanımızda oturdu ve şöyle buyurdu: “Fatıma hastadır.” Orada bulunanlar: “Ziyaretine gidelim.” dediler. Kalkıp Fatıma'nın (s.a) evine doğru hareket ettiler. Fatıma'nın evinin kapısı açıktı. Peygamber, yüksek sesle “Kendini iyice ört, bir grup ziyaretine gelmiştir” buyurdu. Fatıma: “Ey Resulullah, üzerimde abâdan başka bir örtü yoktur.” dedi. Bunun üzerine Resulullah abasını çıkarıp kapının arkasından Fatıma'ya doğru attı ve: “Bununla başını ört” dedi. Sonra Resulullah içeri girdi ve onun arkasından da diğerleri girdiler. Biraz oturduktan sonra kalkıp gittiler; sonra ziyarete gelen adamlar: “Allah'a andolsun, Peygamberimizin (s.a.a) kızının bu durumu (bu kadar fakir olması) hayret verici!” dediler.

Resulullah (s.a.a) (bunu duyunca) şöyle buyurdu: “O kıyamet günü bütün hanımlardan daha üstün makama sahiptir." (6)

- Nesaî Hasais'de kendi senediyle Ebu Hüreyre'den şöyle nakletmiştir:

(Yazın) Uzun günlerinden birinde Resulullah (s.a.a) bizim yanımıza geç geldi. Akşam bizlerden biri: “Ya Resulullah, bu gün seni görmememiz bize ağır geldi” dedi. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Şimdiye kadar beni ziyaret etmemiş olan bir melek Allah'tan izin alıp (bugün) benim yanıma geldi. O bana kızım Fatıma'nın ümmetimin kadınlarının en üstünü ve Hasan ile Hüseyin'in cennet gençlerinin efendileri olduklarını müjdeledi.” (7)

Muttaki de bu hadisi Kenz-ül Ummâl'da zikretmiş ve Taberanî ve İbn-i Neccar'ın bu hadisi Ebu Hüreyre'den naklettiklerini kaydetmiştir.

- Muttaki Kenz-ül Ummâl'dan Aişe'den şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.a) vefatıyla sonuçlanan hastalığı (ölüm hastalığı) sırasında: “Kızım Fatıma yanıma gel.” diye buyurdu... Resulullah bir süre onunla gizlice konuştu. Fatıma ondan ayrıldığında ağlıyordu; ben de orada idim.

Sonra tekrar Resulullah (s.a.a) Fatıma'ya: “Yanıma gel.” dedi. Fatıma da onun yanına yaklaştı ve Resulullah tekrar ona gizlice bir şey söyledi. Bu defa Fatıma ayrıldığında gülüyordu.

(Aişe diyor ki: )Ben ona “Ey Allah'ın Resulü'nün kızı, baban sana gizli olarak ne söyledi?” diye sordum. Fatıma: “Resulullah'ın bana gizlice söylediği sırrını o hayatta iken sana açacağımı mı zannettin!” dedi. Bu durum, yani Resulullah'ın sırrını Aişe'den gizlemesi Aişe'ye çok ağır geldi.

Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde Aişe: “Mevzuu bana bildirir misin?” diyerek Fatıma'dan (s.a) Resulullah'ın ona gizlice buyurduğu sözü sordu.

Fatıma: “Şimdi olur” diyerek şöyle devam etti: "Peygamber ilk önce buyurdu ki: “Cebrail her yıl Kur'an'ı bana bir defa sunuyordu. Ama bu yıl iki defa sundu ve bana bildirdi ki her peygamber ancak bir önceki peygamberin ömrünün yarısı kadar yaşar. Hz. İsa (a.s) yüz yirmi yıl yaşamıştır ve ben altmış yaşımı geçtiğimi biliyorum.”

Resulullah bunları söyleyince ben ağladım. Yine buyurdu ki: “Kızım, müminlerin kadınlarından hiçbirinin musibeti seninki gibi büyük olmayacaktır; bu yüzden senin sabrın hiçbir kimseden az olmamalıdır.”

İkinci defa ise bana gizlice Ehl-i Beyt'ten ona kavuşacak ilk şahsın ben olduğumu bildirdi ve buyurdu ki: “Sen cennet hanımlarının en üstünüsün.” (8)

Kenz-ül Ummâl'ın sahibi bu hadisi, İbn-i Asakir'in naklettiğini kaydetmiştir.

- Hakim Müstedrek-üs Sahihayn'de kendi senediyle Aişe'den, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'ya şöyle dediğini nakletmiştir: "Sana müjde veriyorum ki ben, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duydum: “Cennet hanımlarının üstünleri şu dört hanımdır: İmran kızı Meryem, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma, Huveylid kızı Hatice ve Asiye.” (9)

- Muttaki Kenz-ül Ummâl'da Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.a) Fatıma'ya (s.a): “Cennet hanımlarının en üstünü olman ve iki çocuğunun da cennet gençlerinin efendisi olması seni hoşnut etmez mi?” dedi. (10)

-------------------------------------------------------------------------

(1) - Sahih-i Buhâri, hadis no: 3353, 3354, 5812, 4080, 3438, Sahih-i Müslim hadis no: 4486, 4487, 4488, Sahih-i Tirmizi hadis no: 3807, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 1610. Müsned-i Ahmed, c.6, s. 282 hadis no: 25209, 25210, 24,839, 23343. Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.2, s.40. Üsd-ül Ğâbe, c.5, s.512. Hasais-ün Nesâî,s.34.

(2) -Sahih-i Buhârî, İstizân bölümü hadis no: 5812. Sahih-i Müslim, Fezâil-üs Sahabe kitabı, Fezâil-i Fatıma bölümü hadis no: 4486, 4487, 4488. Müsned-i Ebi Dâvud, c.6, Ahadis-ün Nisâ bölümü. Hileyt-ül Evliyâ, c.2, s.29. Müşkil-ül Asâr, c.1, s.48-49. Hasâis-ün Nesâi, s.34.

(3) -Sahih-i Tirmizî, c.2, s.306 hadis no: 2714. Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.151. Müsned-i Ahmed, c.5, s.391hadis no: 22240. Hilyet-ül Evliyâ, c.4, s.190. Üsd-ül Gâbe, c.5, s.574. Kenz-ül Ummâl, c.6, s.217.

(4) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.156.

(5) - Hilyet-l Evliyâ, c.2, s.42.

(6) - Hilyet-l Evliyâ, c.2, s.42.

(7) - Hasâis-ün Nesâi, s.34. Kenz-ül Ummâl, c.6, s.221.

(8) - Kenz-ül Ummâl, c.7, s.111.

(9) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.185.

(10) - Kenz-ül Ummâl, c.7, s.111.

- Muttaki, kitabının başka bir yerinde şöyle naklediyor: "Ey Fatıma, herkesten önce İslam'ı kabul eden ve bütün Müslümanların en bilgini olan birisiyle evlendirmem seni hoşnut etmez. mi? Gerçekten sen benim ümmetimin kadınlarının en üstünüsün, nasıl ki Meryem kendi kavminde üstünlük kazandı. Ey Fatıma, Allah yeryüzü halkına nazar eyledi ve onlardan iki kişiyi seçti. Bunlardan birinin senin baban ve diğerinin de senin kocan olmasına sevinmiyor musun?" (1)

Muttaki, bu hadisi Hakim, Taberanî ve Hatib'in de rivayet ettiklerini kaydetmiştir.

- Zehair-ül Ukbâ kitabının sahibi, İbn-i Abbas'tan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Dört kadın kendi dönemlerinin hanımlarının en üstünleridir. İmran kızı Meryem, Mezahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma. Ve onların en bilgilisi Fatıma (s.a)dır."

Ebu Nuaym, bu hadisi Hafız Sakafi el-İsfahanî'nin rivayet ettiğini kaydetmiştir.

Bu hadisi Suyutî de ed-Dürr-ül Mensur'da; “Ve iz kalet-il melaiketu ya Meryem-u innellahe-stafaki ve tahhereki ve's-tafaki ala nisa-il alemin” (2) ayetinin tefsirinde zikretmiştir.

Bu hadisi İbn-i Asakir'in Mukatil'den, onun da Dahhak'tan ve onun da İbn-i Abbas'tan naklettiğini kaydetmiştir. (3)

- Hakim, Müstedrek-üs Sahihayn'de kendi senediyle İbn-i Abbas'tan naklediyor ki: Resulullah (s.a.a) bir defasında dört çizgi çizerek (ashabından): “Bunların ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sorudu. Ashap: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” diye cevap verdiler. Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Cennet kadınlarının en faziletleri olan Huveylid kızı Hatice, Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma, İmran kızı Meryem ve Mezahim kızı Asiye'dirler....”

Hakim bu hadisin senedinin sahih olduğunu kaydetmiştir.

Yine bu hadisi kitabının diğer yerlerinde de sahih senetlerle İbn-i Abbas'tan nakletmiştir.

Ayrıca bu hadisi Ahmed İbn-i Hanbel de kendi Müsned'inde çeşitli senetlerle İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. Yine İbn-i Abdulbirr aynı hadisi “el-İstiâb” adlı kitabında iki senetle zikretmiştir. Yine bu hadisi Suyutî “ed-Dürr-ül Mensur” adlı tefsirinde; “Ve zarebellah-u meselen lillezîne amenu-mereete Fir'avn'e” (4) ayetiyle ilgili olarak zikretmiştir. Suyutî bu hadisi Taberanî'nin de rivayet ettiğini kaydetmiştir. Keza aynı hadisi İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe'de zikretmiştir ve keza Muhibbuddin Taberî de Zehair'de naklederek, Ahmed ve Ebu Hatim'in de bu hadisi zikrettiklerini kaydetmişlerdir. Yine aynı hadisi İbn-i Hacer el-İsabe'de zikretmiş ve aynı sayfada Aişe'den şöyle bir hadis de rivayet etmiştir:

'' Ben babasından (Hz. Muhammed'den -s.a.a-) başka Fatıma'dan (s.a) daha faziletli olan birisini görmedim.''

Yine aynı hadisi Ebu Amr el-İstiâb'ında ve Heysemî de, Mecma'inde zikretmişlerdir. Heysemî söz konusu hadisi, Ahmed, Ebu Ye'lâ ve Taberanî'nin de naklettiklerini kaydederek onun senedinin sahih olduğunu söylemiştir. Bu hadisi Tahavi de Müşkil-ül Asar'da rivayet etmiştir. Yine mezkur hadisi, Askalanî Feth-ül Bârî'de nakletmiş ve şöyle demiştir: “Bu hadis, Taberanî'nin el-Evsat'ında Ebu Hüreyre yoluyla naklettiği bir hadisle ve keza Ahmed'in Ebu Said vasıtasıyla naklettiği başka bir hadisle de desteklenmektedir”. Ayrıca kitabının 282. sayfasında da kaydetmiştir ki: “Nesaî sahih senetle İbn-i Abbas'tan: “Cennet hanımlarının en faziletlileri Hatice, Fatıma, Meryem ve Asiye'dir.” diye bir hadis nakletmiştir.” (5)

- İbn-i Abdülbirr, iki senetle Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir ki: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Alemlerin kadınlarının en iyileri dört kadındır: İmran kızı Meryem, Mezahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma."

Bu hadisi Heysemî de Mecma-üz Zevâid'de ve Sa'lebi, Kasas-ul Enbiya'da zikretmişlerdir. Bu ikisinin nakillerinde tabir yönünden az bir farklılık vardır, ama mana aynıdır. (6)

- Muttaki, Kenz-ül Ümmal'da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: "Sizin erkekleriniz arasında en üstün olan Ali, gençleriniz arasında en üstün olan Hasan ile Hüseyin ve kadınlarınız arasında en üstün olan Fatıma'dır." (7)

Hatib-i Bağdadî de bu hadisi rivayet etmiştir.

- Menavi, Feyz-ül Kadir'de Haris İbn-i Ebu Üsame yoluyla Urve b. Zübeyr'den rivayet ediyor ki: "Hatice kendi döneminin (aleminin) hanımlarının en iyisi idi. Meryem de kendi döneminin (aleminin) kadınlarının en iyisi idi ve Fatıma da kendi döneminin (aleminin) kadınlarının en iyisidir." (8)

- İbn-i Cerir kendi tefsirinde Enes İbn-i Malik'den naklediyor ki: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Alemlerin kadınlarının en iyileri (ve faziletlileri) dört kişidir: İmran kızı Meryem, Mezahim kızı ve Firavun'un hanımı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma." (9)

- Tirmizî, Enes'ten naklen rivayet etmiştir ki Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bütün insanlar içerisinde fazilet hususunda şu dört kadını bilmen yeter: İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice, Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma ve Firavun'un hanımı Asiye."

Bu hadisi Hakim Müstedrek-üs Sahihayn'de iki senetle rivayet etmiştir ve ikinci senetten sonra “Bu hadis Şeyheyn'in (Buhârî ve Müslim'in) şartına göre sahihtir” demiştir.

Yine Ahmed İbn-i Hanbel, kendi Müsned'inde ve Ebu Nuaym, Hilyet-ül Evliyâ'da ve Tahavî, Müşkil-ül Asar'da bu hadisi nakletmişlerdir. Hatib Bağdadî de kendi Tarih'inde iki senetle bu hadisi zikretmiştir. Bu iki rivayette hadis şöyledir: “Alemlerin hanımlarının en hayırlısı dört şahıstır...” İbn-i Esir de hadisi bu şekilde zikretmiştir. İbn-i Hacer de bu hadisi Tehzib-üt Tehzib'de Şa'bi yoluyla Cabir'den merfu' olarak nakletmiştir. İbn-i Abdülbirr de bu hadisi el-İstiâb'ında iki yolla rivayet etmiştir, onların birinde şu tabir yer almıştır: “Alemdeki kadınların en hayırlısı...”

Yine aynı hadisi Muttaki, Kenz-ül Ümmal'da zikret-miştir ve İbn-i Habban'ın da bu hadisi rivayet ettiğini kaydetmiştir. Yine bu hadisi Fahr-i Razî de kendi tefsirinde; “Ve iz kalet-il melaiket-ü ya Meryem-u...” (10) ayetinden sonra zikretmiştir. Yine aynı hadisi Suyutî ed-Dürr-ül Mensru'da; Ve iz kalet'il melaiket-ü... ayetinin tefisiri bölümünde nakletmiştir. Suyutî bu hadisi İbn-i Habban'ın da naklettiğini kaydediyor. (11)

- İbn-i Cerir Taberî, kendi Tefsir'inde kendi senediyle Katade'den naklediyor ki: "Allah'ın Peygamberi'nin şöyle söylediği bize rivayet edilmiştir.

Alemlerin kadınları arasında örnek olarak: İmran kızı Meryem, Firavun'un hanımı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma'yı sayman yeter." (12)

- Yine Taberî kendi Tefsir'inde kendi senediyle Ebu Musa Eş'arî'den nakletmiştir ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Erkeklerden birçokları kamil oldular. (İnsanlığın en yüksek mertebesine ulaştılar) Ama kadınlardan Meryem, Firavun'un hanımı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma'dan başkası kamil olmamıştır."

Bu hadisi Zemahşeri, Keşşaf'da, Tahrim suresinde yer alan“...elletî ahsenet ferceha” (13) ayetinin tefsiri bölümünde rivayet etmiştir. Yine aynı hadisi Askalanî, Feth-ul Bari'de zikretmiştir. Askalanî, ayrıca bu hadisi Taberani'nin ve Sa'lebi'nin de (kendi Tefsir'inde) naklettiklerini kaydediyor. (14)

- Suyutî, ed-Dürr-ül Mensur'da Al-i İmran suresinde yer alan, “Ve iz kalet'il melaiket-ü ya Meryem-ü...” (15) ayetinin tefsiri bölümünün devamında İbn-i Murdeveyh'in Enes'ten şu hadisi naklettiğini zikrediyor: Enes, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu söylemiş: "Allah Teala dört kadını, alemlerin kadınlarının hepsinden seçkin kıldı: (Bunlar) Mezahim kızı Asiye, İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma'dır." (16)

----------------------------------------------------------------------

(1) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s.113.

(2) - Al-i İmran/42.

(3) - Zehâir-ül Ukbâ, s.44. ed-Dürr-ül Mensur, Al-i İmrân suresinin tefsiri, 42. âyet.

(4) - Tahrim/11.

(5) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.2, s.497. Müsned-i Ahmed, c.1, s.293, 316, 322 hadis no: 2536, 2751, 2805. el-İstiâb, c.2, s.720. ed-Dürr-ül Mensur, Tahrim suresinin tefsiri, 11. âyet. Üsd-ül Gâbe, c.5, s.437. Zehâir-ül Ukbâ, s.42. el-İsabe, c.8, s.158. el-İstiâb, c.2, s.570. Mecma-üz Zevâid, c.9, s.223. Müşkil-ül Asâr, c.1, s.50. Feth-ul Bâri, c.7, s.258.

(6) - el-İstiâb, c.2, s.720 ve 750. Mecme-üz Zevâid, c.9, s.223. Kasas-ul Enbiyâ, s.511.

(7)- Kenz-ül Ummâl, c.6, s.217. Tarih-i Bağdâdi, c.4, s.391.

(8) - Feyz-ül Kadir, c.3, s.432.

(9) - Taberî Tefsiri, c.3, s.180.

(10) - Al-i İmran/42.

(11) - Sahih-i Tirmizî, c.2, s.31 hadis no: 3813. Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.157. Müsned-i Ahmed, c.3, s.135 hadis no: 11942. Hilyet-ül Evliyâ, c.2, s.344. Müşkil-ül Asâr, c.1, s.50. Tarih-i Bağdâdî, c.7, s.184 ve c.9, s.404. Üsd-ül Gâbe, c.5, s.437. Tehzib-üt Tehzib, c.12, s.441. el-İstiâb, c.2, s.720. Kenz-ül Ummâl c.6, s.227. Tefsir-ül Kebir, Al-i İmrân suresinin tefsiri, 42. âyet.

(12) - Taberî Tefsiri, c.3, s.180.

(13) - Tahrim/11.

(14) - Taberî Tefsiri, c.3, s.180. Tefsir-i Keşşaf, Tahrim suresinin tefsiri, 12. âyet. Feth-ul Bârî, c.7, s.258.

(15) - Al-i İmran/42.

(16) - ed-Dürr-ül Mensur, Al-i İmran suresi 42. âyet
 
A Çevrimdışı

Al Muwahhida

Üye
İslam-TR Üyesi
3867- Misver b. Mahreme (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in minber üzerinde şöyle buyurduğunu işittim: “Hişâm b. Muğîre oğulları kızlarını Ali b. ebî Tâlib’e ikinci hanım olarak nikahlmak üzere benden izin istediler. Müsaade etmem yine müsaade etmem, asla müsaade etmem, ancak Ebû Tâlib’in oğlu Ali benim kızımı boşayıp onların kızıyla evlenmek isterse o başka… Çünkü Fatıma benden bir parçadır, onu şüphe ve kuşkuya düşüren beni de kuşku ve şüpheye düşürmüş olur, onu üzen beni de üzmüş olur.”

(Buhârî, Menakîb: 27; Müslim, Fedail: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Amr b. Dinar, İbn ebî Müleyke’den ve Misver b. Mahreme’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır.

3868- Büreyde (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.)’e kadınların en sevimlisi Fatıma, erkeklerin en sevimlisi de Ali idi.” İbrahim b. Saîd dedi ki: “Yani aile halkından.”

(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Sadece bu şekliyle bilmekteyiz.

3869- Abdullah b. Zübeyr (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Ali, Ebû Cehil’in kızını nikahlamaktan bahsetmişti de; bu durum Rasûlullah (s.a.v.)’e ulaşınca şöyle buyurdu: “Fatıma, benim bir parçamdır; O’nu üzen, beni üzmüş olur; O’nu yoran, beni yormuş olur.”

(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Eyyûb burada olduğu gibi İbn ebî Müleyke’den ve İbn Zübeyr’den demektedir. Pek çok râvî ise; İbn ebî Müleyke’den ve Misver b. Mahreme’den demektedirler.

3870- Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında şöyle buyurdu: “Ben sizin savaştığınız kimselerle savaşır barıştığınız kimselerle de barışırım.”

(İbn Mâce, Mukaddime: 27)
Tirmizî: Bu hadis garibtir. Sadece bu şekliyle bilmekteyiz.
Subeyh, Ümmü Seleme’nin azâdlı kölesi olup tanınan bir kimse değildir.

3871- Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i bir örtü ile örttü ve şöyle dedi: “Allah’ım bunlar benim ehli beytim ve yakınlarımdır. Onlardan kötülükleri gider onları tertemiz eyle.” Bunun üzerine Ümmü Seleme: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben de onlarla beraber miyim?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Sen de hayır üzeresin” buyurdu.

(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Bu konuda rivâyet edilen en güzel hadistir.
Bu konuda Ömer b. ebî Seleme, Enes b. Mâlik, Ebû’l Hamra, Ma’kıl b. Yesâr ve Âişe’den de hadis rivâyet edilmiştir.

3872- Mü’minlerin anası Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Şekil yaşantı ve yol bakımından kalkış ve oturuş bakımından Rasûlullah (s.a.v.)’e kızı Fatıma’dan daha çok benzeyen bir kimse görmedim. Fatıma, Peygamber (s.a.v)’in yanına girdiğinde Peygamber (s.a.v), kalkar onu öper ve yerine oturturdu. Peygamber (s.a.v)’de onun yanına girdiğinde, Fatıma oturduğu yerden kalkıp aynı şekilde Rasûlullah (s.a.v.)’i öper ve kendi yerine oturturdu. Peygamber (s.a.v), hastalanınca, Fatıma onun yanına geldi eğilip onu öptü başını kaldırıp ağladı, sonra tekrar eğildi ve başını kaldırıp gülümsedi. Bunun üzerine ben bu Fatıma’yı kadınlarımızın en akıllılarından zannederdim, fakat O’da sıradan biri imiş dedim.” Peygamber (s.a.v), vefat edince kendisine sordum; Peygamber (s.a.v)’e eğilip başını kaldırdığında ağlamıştın ikinci eğilip kalkışta ise gülmüştün, bunun sebebi ne idi? Fatıma şu karşılığı verdi: “Ben boşboğaz, sır saklamayı bilmeyen biriyim, ilk eğilmemde bu çektiği hastalıktan dolayı öleceğini bildirdi. Bu yüzden ağladım. İkinci eğilişimde ise ev halkından kendisine ilk kavuşacak olanın ben olduğumu bildirdi, gülmemin sebebi de oydu.”

(Buhârî, Menakîb: 27; Müslim, Fedail: 17)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen gaibtir. Âişe’den değişik şekilde de rivâyet edilmiştir.

3873- Ümmü Seleme (r.a.)’nın bize bildirdiğine göre Mekke’nin fethi günü Rasûlullah (s.a.v.), Fatıma’yı çağırdı ve onunla gizlice konuştu, bunun üzerine Fatıma ağladı, sonra bazı şeyler söyledi ki güldü. Ümmü Seleme diyor ki: “Rasûlullah (s.a.v.), vefat edince gülmesinin ve ağlamasının sebebini sormuştum şöyle cevapladı: Rasûlullah (s.a.v.), öleceğini bildirdi, ağladım. Sonradan Meryem’den sonra Cennet hanımlarının efendisi olduğumu haber verdi ki güldüm.”

(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir.

3874- Cümey b. Umeyr et Teymî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Halamla birlikte Âişe’nin yanına girmiştim. Âişe’ye: “Yakını insanlardan kim Rasûlullah (s.a.v.)’e daha sevgiliydi” diye soruldu. “Fatıma” diye cevap verdi. “Erkeklerden kim?” diye sorulunca da: “Fatıma’nın kocasıdır çünkü o geceleri çok namaz kılan gündüzleri de çoğunlukla oruçlu idi” dedi.

(Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Tirmizî: Ebû’l Cehhaf’ın ismi Dâvûd b. ebî Avf’tır. Sûfyân es Sevrî’den şöyle aktarılmaktadır: “Ebû’l Cehhaf bize anlattı, kendisi makbul bir kişi idi.”
 
Üst Ana Sayfa Alt