Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Fetih Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
48- FETH SÛRESİ

Vahidî'nin el-Misver ibn Mahrame ve Mervân ibnu'l-Hakem'den rivayetine göre Feth Sûresinin tamamı (başından sonuna kadar) Mekke-Medine arasında ve Hudeybiye musalahası hakkında nazil olmuştur.[1] İbn Kesîr de bu Sûre'nin nüzul vaktini Hicretin altıncı senesi Zilka'de ayı olarak tesbit etmiştir (İbn Kesîr, age. vn,307). Sûrenin nüzulü Cum'a Sûresinden sonradır.[2] Sûrenin indiği yer hakkında da rivayetler muhteliftir. Kimisi Hudeybiye'den sonra Medine-i Münevvere'ye dönüş yolunda geceleyin nazil olduğunu söylerken Hudeybiye'de, Kürâ'u'l-Gamîm'de, Dacnân (Mekke yakınlarında bir dağ)'da nazil olduğu rivayetleri vardır.[3]
Ahmed ibn İshâk es-Sülemî kanalıyla Hubeyb ibn Ebî Sabit'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Ebu Vâil'e sormak için gelmiştim, şöyle dedi: Biz Sıffîn'de iken bir adam: "Allah'ın kitabına çağrılanları görmedin mi?" dedi. Hz. Ali: Evet, dedi. Sehl ibn Huneyf de: "Eğer birini itham edecekseniz, önce kendinizi itham edin. Ben şu anda sanki kendimizi Hudeybiye'de görür gibiyim." dedi. Hudeybiye ile elbette Hz. Peygamber (sa)'le müşrikler arasında yapılan barışı kastediyordu, şöyle devam etti: Şayet savaş görseydik (Allah'ın Rasûlü savaşı gerekli görseydi) elbette orada savaşırdık (fakat Allah'ın Rasûlü (sa) barışı uygun buldu da bildiğiniz şartlarla barış yapıldı). Ömer: "Biz hak üzere, onlar bâtıl üzere değiller mi? Bizim ölülerimiz cennette, onlarınki cehennemde değil mi?" dedi. Rasûlullah (sa): "Elbette öyle." buyurdu. Ömer yine: "O halde neden dinimizi bu alçak dünya ile değiştik ve Allah aramızda hükmünü vermeden (savaşla ya onlar, ya biz zafere ermeden) dönüyoruz?" dedi. Rasûlullah: "Ey Hattab'ın oğlu, hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasûlü'yüm ve Allah beni asla zayi etmeyecektir." buyurdu. Ömer öfkeli bir şekilde döndü, sabredemedi bu sefer Ebu Bekr'e vardı ve ona: "Ey Ebu Bekr, biz hak üzere, onlara bâtıl üzere değiller mi?" dedi. Hz. Ebu Bekr: "Ey Hattab'ın oğlu, elbette o, Allah'ın rasûlü'dür ve Allah onu asla, ebediyyen zayi etmeyecektir." dedi ve işte bunun üzerine Feth Sûresi nazil oldu.[4]
Hadisi Tirmizî de kendi isnadıyla Hz. Ömerden rivayetle benzer ifadelerle tahric etmiş ve hasen sahih olduğunu kaydetmiştir.[5]
İmam Ahmed de hadiseyi bizzat Hz. Ömer'den şöyle nakleder: Biz, Rasûlullah (sa) ile birlikte bir seferde idik. Hz. Peygamber (sa)'e bir şeyi üç kere sordum. Bana cevap vermedi. Kendi kendime: "Ey Hattab'ın oğlu, annen senin ölümünü görsün. Rasûlullah'ı rahatsız ederek üç kere sordun, sana cevap vermedi." deyip binitime bindim ve hakkımda bir vahy nazil olur korkusuyla uzaklaştım. Birden birisinin beni çağırdığını ve: "Ey Ömer, Ömer nerede?" dediğini işittim. Benim hakkımda bir şey nazil olduğunu sanarak geri döndüm. Hz. Peygamber (sa) buyurdu ki: "Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki bana göre dünya ve içindekilerden daha sevgilidir. O: "Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın ve seni hidayete eriştirsin." süresidir.[6]
Bu hadiseyi Buhârî de İsmail kanalıyla Zeyd ibn Eşlem'den rivayetle şöyle zikreder: Rasûlullah (sa) seferlerinden birisinde geceleyin yürürken (yol alırken) Ömer ibnu'l-Hattâb da onunla birlikte yürüyormuş. Ömer, Hz. Peygamber'e bir şeyi sormuş, Allah'ın Rasûlü cevap vermemiş, sonra tekrar sormuş, yine cevap vermemiş. Üçüncü kez sorduğunda da cevap alamamış ve kendi kendine: "Annen senin ölümünü görsün ey Ömer, Rasûlullah'ı üç kere sorularınla rahatsız ettin ve her seferinde de sana cevap vermedi." dedim ve devemi hızlandırıp öne geçtim. Çok geçmeden birisinin yüksek sesle beni çağırdığını duydum ve: "Benim hakkımda Kur'ân'dan bir şeyler nazil olmuş olmasından korkmuştum." dedim. Rasûlullah (sa)'a geldim, selâm verdim. "Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki bana, üzerine güneş doğan her şeyden daha sevgilidir." buyurdu ve okudu: "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik... "[7]
Taberî'nin Muhammed ibn Abdullah kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde ise o şöyle anlatıyor: Hudeybiye'den dönüşümüzde gecenin bitimine doğru konakladık ve uyuduk. Uyandığımızda güneş doğmuştu. Biz uyandığımızda Allah'ın Rasûlü (sa) de uyumaktaydı. Biz: "Yüksek sesle konuşun ki sesinize uyansın." dedik. Rasûlullah (sa) uyanıp: "Uyuyan veya unutan kimseye bu yaptığınız gibi yapın." buyurdular. Rasûlullah (sa)'ın devesini kaybetmiştik. Arayıp bulduk. Yuları bir ağaca takılmıştı. Ben, Rasûlullah (sa)'ın devesini getirdim, bindi. Biz yürüdüğümüz esnada Rasûlullah (sa)'a vahy gelmeye başladı. O'na vahy geldiği zaman üzerine bir ağırlık gelirdi. Vahyin gelmesi tamamlanıp o açılınca bize: "Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik." Sûresinin indiğini haber verdi.[8]

l. Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik.
2. Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru yola eriştirsin.
a) Abdullah ibn Mesleme kanalıyla Zeyd ibn Eslem'den, onun da babasından rivayette şöyle anlatmış: Rasûlullah (sa) seferlerinden birinde (Hudeybiye dönüşü olmalı) yol alırken Hz. Ömer de yanında gidiyormuş. Ömer, Efendimiz'e bir şey sormuş, Hz. Peygamber (sa) cevap vermemiş. Biraz sonra tekrar sorduğunda da cevap vermemiş. Ömer üçüncü kere sorduğunda Hz. Peygamber (sa) yine cevap vermeyince Ömer'in aklı başına gelmiş ve: "Rasûlullah'a cevap vermediği halde üç kere sorarak ısrar ettim; korkarım şimdi benim hakkımda bir âyet iner." diye düşünüp devesini hızlandırıp Efendimiz (sa)'in yanından ayrılmış, insanların önüne geçmiş. O şöyle anlatır: Çok geçmeden birisinin beni çağırdığını duyunca benim hakkımda Kur'ân'dan bir âyet indiğini zannettim ve Rasûlullah (sa)'ın yanına geldim ve O'na selâm verdim. "Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki o bana, üzerine güneş doğan herşeyden daha sevgilidir." buyurup "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik."i okudular.[9]
İmam Ahmed'in Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Rasûlullah ile Hudeybiye'den dönüyorduk. Kumluk bir yerde konakladık. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bizi kim koruyacak (Biz uyurken kim gözcülük edecek)? diye sordular. Bilâl: "Ben gözcülük ederim." dedi. Orada güneş doğuncaya kadar uyudular (Uyandıklarında güneş doğmuştu). İçlerinde Ömer'in de bulunduğu bazı sahâbîler uyandılar ve baktılar ki güneş doğmuş, "Sabah namazını kılmadık, şimdi ne yapacağız, Rasûlullah'a soralım." dediler. O sırada Allah'ın Rasûlü (sa) de uyandı ve ona ne yapacaklarını sordular da Efendimiz: "Daha önce nasıl yapmaktaysanız şimdi de öyle yapın (yani güneş doğmadan vakti içinde sabah namazını nasıl kılıyor idiyseniz şimdi de o şekilde kılın.) buyurdular. Biz de o şekilde sabah namazını kıldık. Efendimiz (sa): "Kim uyur veya unutur (da namazın vakti geçerse) böyle yapsın." buyurdular. Yola çıkılacağı zaman bir de baktılar ki Rasûlullah (sa)'ın devesi kaybolmuş. Onu aramaya çıktık ve ben onu, ipi bir ağaca takılmış halde buldum, getirdim, Allah'ın Rasûlü devesini bulmamıza sevinmiş olarak devesine bindiler. Ona vahy geldiği zaman bu ona ağır gelir, biz o halini ve dolayısıyla kendisine vahy geldiğini bilirdik. Devesine bindiğinde Efendimizde o hali gördük. Hz. Peygamber (sa) devesinden indiler, bizden ayrılarak yalnız başına bir yere çekildiler. Elbisesiyle başını örtüyorlardı. Bu hal (vahy indirilmesi hali) ona ağır geliyordu. Anladık ki kendisine vahy geliyor. Biraz sonra yanımıza geldi ve kendisine "Hiç şüphesiz Biz azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşettik..." âyetlerinin nazil olduğunu haber verdi. [10]
b) Vâhıdî'nin Atâ kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ettiği bir haberde bu âyet-i kerimelerin nüzulü ile "Bana ve size ne yapılacağını bilmem..." (Ahkâf Sûresi, âyet, 9) âyet-i kerimesi ile ilişkilendirilmekte ve bu âyet-i kerimenin nüzulü ile yahudilerin: "Kendisine ne yapılacağını bilmeyen bir adama mı tabi olacağız!?" şeklinde alayları üzerine bu âyet-i kerimenin indiği anlatılmakta ise[11] de meşhur haberlere muhalif olmakla buna tabi olan çıkmamıştır.[12]

5. Tâ ki mü'min erkeklerle mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyyen kalacakları cennetlere koysun ve onların kötülüklerini mağfiret buyursun. İşte Allah katında en büyük kurtuluş budur.
İmam Ahmed'in Abdurrezzâk kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetine göre Hz. Peygamber (sa)'in Hudeybiye'den dönüş yolunda ona: "Tâ ki Allah senin, geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın..." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiramdan bazı kimseler: "Bu sana mübarek olsun ey Allah'ın elçisi; Allah'ın sana ne yapacağını, sana neler bahşedeceğini bildik, öğrendik. Peki bize ne yapacak, bize nasıl davranacak?" dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[13]
Mukâtil der ki: Abdullah ibn Übeyy bunu duyunca yanında bir grupla Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Peki Allah katında bize ne var?" dedi de "Ve Allah hakkında kötü zan besleyen münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azâb etsin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[14]
Bu hususta Vâhidî'nin kendi senediyle Enes'den rivayetle verdiği bir hadis daha detaylıdır. Bunda Enes şöyle anlatıyor: "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik." âyet-i kerimesi Hz. Peygamber (sa)'e Hudeybiye'den dönüşü sırasında nazil oldu. Ashabı üzüntülüydü. Umreye gitmeleri engellenmiş, kurbanlarını Hudeybiye'de kesmişler, dönüyorlardı. Bu âyet-i kerime nazil olunca ashabına: "Bana, dünyadan ve dünyadakilerin hepsinden daha hayırlı bir âyet indi." buyurup bu âyet-i kerimeyi okuyunca ashabından birisi: "Ey Allah'ın elçisi, bu sana mübarek olsun. Allah, sana ne yapacağını beyan buyurdu. Peki bize neler yapacak?" diye sordu da Allah Tealâ: "Tâ ki mü'min erkeklerle mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyyen kalacakları cennetlere koysun..." âyet-i kerimesini indirdi.[15]
Bu hadis-i şerif Tirmizî tarafından kendi senediyle Enes ibn Mâlik'ten rivayetle tahric olunmuş olup bunda Enes şöyle anlatıyor: "Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın diye..." âyet-i kerimesi Hz. Peygamber (sa)'e Hudeybiye dönüşünde nazil, (Hudeybiye'den dönerken) nazil oldu. Bu âyet-i kerimenin nazil olması üzerine Hz. Peygamber (sa): "Bana, dünyadaki herşeyden daha sevimli bir âyet nazil oldu." buyurup ashabına bu âyet-i kerimeyi okudu. Ashab: "Bu âyet sana mübarek olsun ey Allah'ın elçisi, Allah, sana ne yapılacağını haber verdi. Peki bize ne yapılacak, bize ne ile muamele edilecek?" dediler de O'na: "Tâ ki mü'min erkeklerle mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyyen kalacakları cennetlere koysun..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[16]

11. Bedevilerden geride bırakılanlar sana diyeceklerdir ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Kalblerinde olmayanı dilleriyle söylüyorlar. De ki: "Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse, O'na karşı kim engel olabilir? Hayır, Allah yaptıklarınıza Habîr bulunuyor.
Mücâhid ve İbn Abbâs derler ki: Bu âyet-i kerime ile Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca' ve Dîl bedevîleri kastedilmektedir. Bunlar, Medine-i Münevvere çevresinde bulunan bedevilerdir. Hz. Peygamber (sa), Hudeybiye senesi umre için ihrama girip kurbanlık hayvanları da yanlarına alıp yola çıktıklarında onların da kendileriyle birlikte gelmelerini emretmiş; onlar ise Kureyş'ten korkularından işi ağırdan alarak ve işlerinin çokluğundan dem vurarak çıkmak istemeyip geride bırakılmışlar, hattâ "Muhammed'le kendi evinde savaşmış ve onun ashabını öldürmüş olan bir kavme karşı mı gidip savaşacağız? Muhammed ve ashabı bu seferlerinden asla dönemeyecekler." gibi lâflar etmişler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime onlar hakkında nazil olmuştur.[17]

17. Gözü kör olana vebal yok, topala da vebal yok, hastaya da vebal yok. Kim, Allah'a ve Peygamberine itaat ederse onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de geri kalırsa onu elîm bir azâb ile azâblandırır.
a) Daha önce (Nûr, 61 âyetinin nüzul sebebinde geçtiği üzere) Atâ el-Horasânî ve Abdurrahman ibn Zeyd ibn Eşlem bu âyet-i kerimenin Cihâd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[18]
b) İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle diyor: "Ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi elîm bir azâbla azâblandırır." (Feth, 48/16) âyet-i kerimesi nazil olduğunda sakatlığı olanlar: "Ey Allah'ın elçisi, bizim durumumuz ne olacak?" dediler de onların bu yakınması üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[19]

18. Andolsun ki sana o ağacın altında biat ederlerken Allah o mü'minlerden hoşnut olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş de onlara sekîneti indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.
İbn Ebî Hâtim'in Seleme ibnu'l-Ekva'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: (Hudeybiye'de) bizler öğle uykusunda iken bir de baktık Rasûlullah'ın münâdisi "Ey insanlar bîat etmeye, ey insanlar bîat etmeye! Rûhu'l-Kuds (Cibrîl) indi" diye sesleniyor. Hemen bir semüra ağacı altındaki Rasûlullah (sa)'a gittik ve bîat ettik. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Andolsun ki sana o ağacın altında bîat ederlerken Allah o mü'minlerden hoşnut olmuştur..." âyet-i kerimesini indirdi.[20]

24. O, sizi Mekke'nin içinde onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendi. Allah, yapmakta olduklarınıza Basîr'dir.
a) Enes'den rivayete göre Ci'râne'de sabah namazı sırasında (onlar sabah namazını kılarlarken) Mekke halkından seksen kişi Hz. Peygamber ve ashabını öldürmek üzere üzerlerine inmiş ve saldırmışlar, ancak isteklerine ulaşamadan Hz. Peygamber onları esir almış, daha sonra da azat buyurmuş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "O, sizi Mekke'nin içinde onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendi. Allah, yapmakta olduklarınıza Basîr'dir." âyet-i kerimesini indirdi.[21] Müslim ve Tirmizî'deki rivayette bu seksen kişinin Hz. Peygamber (sa)'i öldürmek üzere Ten'îm dağından inerek hücuma geçtikleri ayrıntısı vardır.[22]
b) Vâhidî, Abdullah ibn Muğaffel'in şöyle dediğini naklediyor: Biz, Hudeybiye'de, Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği ağacın altındayken silâhlı otuz genç belirdi ve üzerimize hücum etti. Hz. Peygamber (sa)'in bedduası ile kör oldular da onları yakaladık. Rasûlullah (sa) onlara: "Herhangi birinin emanı ile mi geldiniz? Herhangi bir kimse size eman verdi mi?" diye sordular. Onlar: "Hayır" dediler ama buna rağmen Hz. Peygamber (sa) onları serbest bıraktı ve bunun üzerine Allah Tealâ: "O, sizi Mekke'nin içinde onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendi..." âyet-i kerimesini indirdi.[23]
Vahidî'nin muhtasar olarak verdiği bu haber Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inde Zeyd ibn Habbâb kanalıyla yine Abdullah ibn Muğaffel el-Müzenî'den'den rivayetle şöyledir:
Allah Tealâ'nın Kur'ân'da zikrettiği ağacın altında Rasûlullah (sa) ile beraberdik. Ağacın bazı dalları Rasûlullah (sa) ile Hz. Ali ibn Ebî Tâlib'in sırtına değiyordu. Süheyl ibn Amr da Hz. Peygamber (sa)'in karşısındaydı. Rasûlullah (sa), Hz. Ali'ye: "Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla yaz." buyurdu. Süheyl, Hz. Ali'nin elini tutarak: "Biz, Rahman ve Rahîm'i bilmeyiz; bizim mes'elemizde bildiğimizi yaz." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Bismike Allahümme, yaz." buyurdu. Hz. Ali: "Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed ile Mekke halkının üzerinde anlaştıkları antlaşmadır." yazmıştı. Süheyl ibn Amr yine onun elini tutarak: "Şayet sen O'nun elçisi isen bu takdirde biz sana zulmetmiş oluruz. Bizim mes'elemizde bizim bildiğimizi yaz." dedi. Rasûlullah (sa): "Bu, Abdullah'ın oğlu Muhammed'in, üzerinde anlaştığıdır, yaz." buyurdu. Biz bu durumda iken birdenbire silâhlı otuz genç üzerimize, saldırıya geçti. Rasûlullah (sa) onlara beddua etti de Allah onları sağır etti (başka bir rivayette gözlerini kör etti). Biz de üzerlerine yürüyüp onları yakaladık. Rasûlullah (sa) onlara: "Herhangi bir kimsenin ahdiyle mi geldiniz? Veya herhangi bir kimse size eman verdi mi?" diye sordular. Onlar, hayır, dediler ve fakat yine de Hz. Peygamber (sa) onları serbest bıraktı ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur." âyet-i kerimesini indirdi.[24]
Herhalde bu, Hudeybiye barış antlaşmasından hemen önce, o seferde meydana gelmiş olmalıdır ki tefsirlerde bu âyet-i kerime Hudeybiye musalahası hakkında nazil olan âyetlerden olarak gösterilmektedir.
c) Beyhakî'nin Ebu Abdullah el-Hâfız kanalıyla Seleme ibnu'l-Ekva'dan rivayetle zikrettiği bir habere göre ise bu âyet-i kerimenin nüzulü, Hudeybiye'de barış görüşmeleri esnasında veya barış olduktan hemen sonradır. O şöyle anlatıyor:
Rasûlullah ile beraber Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindört yüz kişiydik. Hudeybiye kuyusunun başında elli koyun vardı ki su onlara yetmemişti. Rasûlullah (sa) kuyunun yanına oturdu. Ya dua etti, ya içine tükürdü de suyu çoğalıp kabardı. Hem biz su içtik, hem de hayvanlarımızı suvardık.
Râvî anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Rasûlullah (sa) ağacın altında bîata davet etti. İnsanların ilki olarak O'na bîat ettim. Sonra ashabı peşpeşe bîat etmeye başladılar. Nihayet Rasûlullah (sa): "Ey Seleme bana bîat et." buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, ben herkesten önce bîat etmiştim." dedim. Rasûlullah (sa): "Yine bîat et." buyurdular, ve beni silâhsız olarak görünce bana deriden bir kalkan verdi. Sonra insanlar tekrar O'na bîat etmeye devam ettiler. Bîatleşmenin sonunda Rasûlullah yine bana döndü ve: "Ey Seleme, sen bîat etmiyor musun?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, insanların evvelinde ve ortasında bîat etmiştim." dedim. "Yine bîat et." buyurdular ve O'na üçüncü kere bîat ettim. Efendimiz: "Ey Seleme, sana verdiğim kalkanın nerede?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, Amir yanıma silâhsız olarak uğramıştı. Ben de kalkanı ona verdim." dedim. Rasûlullah (sa) güldü, sonra da: "Şüphesiz sen, ilk defa "Ey Allahım, bana kendimden daha sevgili olan bir dost ver." diyen gibisin." buyurdu.
Râvî devamla şöyle anlatır: Sonra Mekke halkından müşrikler barış için bize elçi gönderdiler. Sonunda biz birbirimize gidip geldik ve aramızda barış oldu. Ben, Talha ibn Ubeydullah'ın hizmetini görüyordum. Kısrağını suluyor, tımar ediyor ve onun yemeğinden yiyordum. Allah ve Rasûlü'ne hicret ederek ailemi ve malımı terketmiştim. Biz Mekke halkı ile barış yapıp da birbirimize karıştığımızda bir ağacın yanına geldim, altındaki dikenleri temizledim, sonra da gölgesine yattım. Mekke müşriklerinden dört kişi yanıma gelerek Rasûlullah (sa) hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Onlara kızarak oradan ayrıldım ve başka bir ağacın altına gittim. Onlar da silâhlarını ağaca asıp altına uzandılar. Onlar bu haldeyken vadinin alt tarafından birisi: "Ey muhacirler, imdada koşun İbn Züneym öldürüldü." diye bağırdı. Hemen kılıcımı çektim ve uyumakta olan o dört kişinin üzerine yürüdüm, silâhlarını aldım ve bir elimde topladım. Sonra da: "Muhammed'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemin ederim ki sizden her kim başını kaldıracak olursa kafasını kopartırım." dedim, sonra onları sürüp Rasûlullah (sa)'a getirdim. Amcam Amir de Abelât kabilesinden ve müşriklerden olan Mikrez adında birini sürükleyip getirmişti. Yetmiş müşriği Rasûlullah (sa)'ın huzuruna diktik. Allah'ın Rasûlü (sa) onlara baktı ve: "Onları bırakın ki bu onlar için günahkârlığın başlangıcı olsun." buyurdular ve bu sözlerini iki kere yinelediler. Böylece Rasûlullah (sa) onları affetti ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi.[25]
Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre (ashabdan) İbn Züneym adında birisi Hudeybiye'de bir tepeye çıkmış, müşrikler de ok atıp onu öldürmüşlerdi. Hz. Peygamber (sa) o müşrikler üzerine atlılarını gönderdi de kâfirlerden on ikisini yakalayıp Hz. Peygamber (sa)'e getirdiler. Rasûlullah (sa) onlara: "Siz herhangi bir antlaşma üzere misiniz? Siz herhangi bir zimmet üzere misiniz?" diye sordu. Onların hayır cevabına rağmen onları serbest bırakıp gönderdi. İşte bunlar hakkında Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi. [26]
d) Taberî'nin İbn Humeyd kanalıyla İbn Ebzâ'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) kurbanlıkları çıkarıp Zülhuleyfe'ye ulaştığında Hz. Ömer kendisine: "Ey Allah'ın elçisi, seninle savaş halinde olan bir kavme silâhsız ve atlılar olmaksızın mı gidiyorsun?" dedi. Hz. Peygamber (sa) de Medine-i Münevvere'ye haber gönderip orada ne kadar silâh ve at varsa getirtti. Mekke'ye yaklaştığında Mekke'ye girmesini engellediler. Yürüyüp Mina'ya geldi ve orada konakladı. İleri çıkardıkları gözcü İkrime ibn Ebî Cehl'in beşyüz kişiyle üzerlerine gelmekte olduğunu haber verdi. Rasûlullah (sa), Hz. Halid ibnu'l-Velîd'e: "Ey Halid, gelen senin amca oğlundur, atlılar içinde geliyor." dedi. Hz. Halid: "Ben Allah'ın kılıcıyım, Rasûlü'nün kılıcıyım -işte o gün Halid'e Seyfullah adı verildi- Ey Allah'ın elçisi, beni dilediğin yere gönder." dedi. Hz. Peygamber (sa) de onu İkrime ve atlılarının üzerine gönderdi. Halid, Şi'b denilen yerde İkrime ile karşılaşıp onu bozguna uğrattı ve Mekke-i Mükerreme çevresindeki bağlara kadar onları kovaladı. İkrime toparlanıp tekrar hücuma geçtiyse de Halid ikinci kere onları bozguna uğrattı ve Mekke bahçelerine kadar onları kovaladı. İkrime tekrar toparlanıp hücum ettiyse de bu üçüncü kere de Halid onları bozguna uğratıp Mekke bahçelerine sığınmaya mecbur etti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi.[27]
İbn Kesîr de bu haberi verdikten sonra şöyle der: Bu haberin ifadeleri şüphelidir. Zira bunun Hudeybiye senesi olması mümkün değildir. Zira Halid ibnu'l-Velîd o zamanda henüz müslüman olmamıştı. Aksine o günde müşriklerin öncü kuvveti durumundaydı. Nitekim bu husus sahih bir hadiste[28] belirtilmektedir. Umretu'l-Kazâ senesi olması da mümkün değildir. Zira ertesi yıl Rasûlullah (sa)'ın umre yapması ve Mekke'de üç gün kalması şartı ile antlaşma yapmışlardı ve buna binaen Hz. Peygamber (sa) ertesi yıl Mekke'ye geldiğinde müşrikler onları engellememişler ve onunla savaşmamışlardı. Şayet bu hadise Mekke'nin fethi günü olmuştur denilirse buna da cevabımız şöyle olacaktır: Bunun Mekke'nin fethi günü olması da caiz değildir. Zira fetih senesi Hz. Peygamber (sa) kurbanlıklar sürüp götürmemiş, O, büyük bir ordu içinde ve savaş için gelmişti. O halde bu hadisin ifadeleri arasında boşluklar vardır ve herhalde içine bir şeyler karışmış olmalıdır. En doğrusunu Allah bilir.[29]
e) İbn İshak'ın İbn Abbâs'ın mevlâsı İkrime'den rivayetine göre Mekke müşrikleri içlerinden kırk veya elli kişiyi göndererek onlara (Hudeybiye senesi Mekke'ye gelen) Hz. Peygamber (sa)'in ashabından birini yakalayıp getirmek üzere ordugâhına geceleyin yaklaşmalarını emretmişlerdi. İşte bunlar yakalanıp Hz. Peygamber (sa)'e getirildiler de Rasûlullah (sa) onları serbest bıraktı. Onlar Rasûlullah'ın askerine taş ve ok atmışlardı. İbn İshak devamla şöyle der: İşte bu konuda Allah Tealâ: "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi[30].
f) Buhârî'nin Abdullah ibn Muhammed kanalıyla Misver ibn Mahrame ve Mervân'dan rivayetle zikrettiği uzun Hudeybiye hadisinde râvî şöyle anlatır:
Daha sonra Rasûlullah (sa) Medine-i Münevvere'ye döndü. Kureyş'ten Ebu Basîr adında birisi müslüman olarak Medine-i Münevvere'ye Hz. Peygamber (sa)'e geldi. Kureyşliler onun peşinden iki kişiyi gönderip Hz. Peygamber (sa)'e: "Sözünde dur." deyip Ebu Basîr'i istediler. Hz, Peygamber (sa)' de Ebu Basîr'i o iki kişiye teslim etti.
Onu çıkarıp götürdüler. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada konakladılar ve yanlarında bulunan hurmayı yediler. Ebu Basîr o iki kişiden birine: "Vallahi ey filân ben senin şu kılıcını iyi bir kılıç olarak görüyorum." dedi. Diğeri de kılıcını çekti ve: "Evet Allah'a yemin olsun ki o çok iyidir., ben onu defalarca tecrübe etmişimdir." dedi. Ebu Basîr: "Bana göster de şuna bir bakayım." dedi, bu hile ile kılıcı eline geçirince de kılıçla o adama öyle bir vuruş vurdu ki adam öldü, diğeri de kaçıp Medine-i Münevvere'ye geldi ve koşarak Mescid-i Nebevî'ye girdi. Rasûlullah (sa) onu görünce: "Bu adam herhalde çok korkunç bir şey görmüş olmalı." buyurdu. Adam, Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelince "Vallahi arkadaşım öldürüldü, ben de öldüm." dedi. Daha sonra Ebu Basîr çıkıp geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim ki Allah senin zimmetini tamamladı; sen beni onlara iade ettin, sonra Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Yazık ona, savaşı alevlendirdi. Keşke onu alıp götürecek birisi olsaydı." buyurdular.
Ebu Basîr, Hz. Peygamber (sa)'in bu sözünü işitince kendisini onlara geri göndereceğini anladı, Medine-i Münevvere'den çıkıp deniz sahiline geldi. Ebu Cendel ibn Süheyl de onlardan kaçıp kurtuldu ve Ebu Basîr'e iltihak etti. Kureyş'ten müslüman olarak her kim çıksa gelip Ebu Basîr'e katılmaya başladı ve nihayet onlardan bir grup toplanıp bir araya geldiler de Kureyş'in Şam'a doğru ne zaman bir kervanının yola çıktığını işitseler hemen yolunu kesiyor ve adamlarını öldürerek mallarını alıyorlardı. Kureyşliler, Hz. Peygamber (sa)'e haber gönderip "Allah ve akrabalık aşkına." diyerek kendilerinden her kim Hz. Peygamber (sa)'e gelirse onun emîn olduğunu bildirdiler. Hz. Peygamber (sa) de Ebu Basîr ve yanındakilere bu haberi gönderdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "O küfretmiş olanlar kalblerinde hamiyyeti, cahiliye hamiyyetini alevlendirdiklerinde..."ya kadar olmak üzere "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimelerini indirdi.[31] Buna göre âyet-i kerimenin nüzulü, Hudeybiye'den çok sonradır.[32]

25....Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi.
Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberânî'nin Ebu Zenbâ' Ravh ibnu'l-Ferec kanalıyla Cuneyd ibn Sebu'dan rivayetinde o şöyle diyor: "Günün başlangıcında Rasûlullah (sa)'a karşı kâfir olarak savaştım. Aynı günün sonunda ise mü'min olarak onunla birlikte savaştım. Bizim hakkımızda "Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Biz, dokuz kişiydik; yedimiz erkek, ikimiz de kadın idi.
Bu haberi İbn Ebî Hatim de Hacer ibn Halef kanalıyla rivayet etmektedir ki bunun ifadeleri şöyledir: Biz, üç erkek, dokuz kadın idik. Bizim hakkımızda "Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[33] Bu Cüneyd'in ismini İbnu'l-Esîr, Cünbüz ibn Sebu' veya Cüneyd ibn Sibâ' el-Cühenî olarak vermekte ve onun bu sözünü aynen nakletmektedir.[34]

27. Andolsun ki Allah, Rasûlü'nün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse siz, güven içinde başlarınızı traş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka size yakın bir zamanda bir fetih de verecektir.
el-Firyâbî, Abd ibn Humeyd ve Delâil'de Beyhakî'nin Mücâhid'den rivayetlerinde o şöyle demiştir: Hz. Peygamber Hudeybiye'de iken ona rüyasında O'nun ve ashabının başlarını traş etmiş veya saçlarını kısaltmış olarak güven içinde Mekke'ye girecekleri gösterilmiş ve bu rüyasını ashabına haber vermişti. Ama ne zaman ki Hudeybiye'de kurbanlarını kestiler ashabı kendisine: "Ey Allah'ın elçisi, rüyan nerede kaldı?" dediler de "Andolsun ki Allah, Rasûlü'nün gördüğü rüyayı tasdik etmiştir..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[35] Bazı rivayetlerde ise Hz. Peygamber (sa)'in bu rüyayı Hudeybiye'ye çıkmadan görüp ashabına haber verdiği belirtilmiştir.[36]

[1] Vahidî, age. s. 271; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,120.
[2] Kurtubî, age. xvi,i72.
[3] Alûsî, age. XXVl,83-84.
[4] Buhârî, Cizye, 18; Tefsîru'l-Kur'ân, feth, 48/5.
[5] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/1, hadis no: 3162.
[6] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,31.
[7] Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 12.
[8] Taberi, Câmiu'l-Beyân, xxvi,43.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806-807.
[9] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/1.
[10] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,464.
[11] Vahidî, age. s. 271; İbnu'l-Cevzî, age. vii,4i8.
[12] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/807-808.
[13] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, III,197; Taberî, age. XXVI,44; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,73.
[14] İbnu'l-Cevzî, age. VII,425-426.
[15] Vahidî, age. s. 272.
[16] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/2, hadis no: 3263.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/809.
[17] Kurtubî, age. XVI,177-178; Alûsî, age. XXVI,98.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/-810.
[18] İbn Kesîr, age. vi,92.
[19] Kurtubî, age. xvı,i8i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/810-811.
[20] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,121.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/811
[21] Ebu Davud, Cihâd, 120, hadis no. 2688.
[22] Müslim, Cihad, 133; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Fetih, 48/3, hadis no: 3264; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,122, 124-125,290.
[23] Vahidî, age. s. 272.
[24] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV.86-87.
[25] İbn Kesîr, age. VII,316-317.
[26] Taberî, age. XXVI,59; İbn Kesîr, age. VII.325.
[27] Taberî, age. xxvi,59-60.
[28] Bak: Buhârî, Şurût, 15.
[29] İbn Kesîr, age. VH324-325.
[30] İbn Kesîr, age. VII,325.
[31] Buhârî, Şurût, 15; İbn Kesîr, age. vn,334-335.
[32] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/811-815.
[33] İbn Kesîr, age. xxvi,326.
[34] Bak: Usudü'l-Ğâbe, 1,356; 1,365.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816.
[35] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, H.123.
[36] Alûsî, age. XXVI,120.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816.
 
Üst Ana Sayfa Alt