Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Forumdan Ayrılıyorum

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Arkadaşlar İşlerimden dolayı forumdan ayrılıyorum.

Eğer kırdığım,üzdüğüm kişiler varsa hakkını helal etsin.Sizde hakkınızı helal edin.Benden yana helal olsun.

Son olarak şunları söyliyeyim ; İnsanların yanlışlarından güzel ve hoş sözle muamele edin.Tartışma ve kavganın hiçbir yararı yoktur.

Hepinizi Allaha emanet olun.

Abdulmuizz Fida kardeş sende hakkını helal et.

Vesselam.
 
A Çevrimdışı

Amelde Hanefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sen böyle dedin ya. Dünyada kendimi yalnız hissettim.Cemaatten ayrılanı kurt kapar. Kal diyemem git de diyemem:&bekliyorum:
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Arkadaşlar İşlerimden dolayı forumdan ayrılıyorum.

Eğer kırdığım,üzdüğüm kişiler varsa hakkını helal etsin.Sizde hakkınızı helal edin.Benden yana helal olsun.
Son olarak şunları söyliyeyim ; İnsanların yanlışlarından güzel ve hoş sözle muamele edin.Tartışma ve kavganın hiçbir yararı yoktur.
Hepinizi Allaha emanet olun.
Abdulmuizz Fida kardeş sende hakkını helal et.

Vesselam.
Kardeşim, hakkımız varsa helal olsun, sizde helal edin.
***
Burada genelde çoğumuzun işleri, sorunları mevcut, fırsat buldukça buluşub istifade etmeye çalışıyoruz. İşimiz çok olursa az gireriz, az olursa çok girebiliriz. Önemli olan tamamen girmemeye şartlanmamak.

****
Eğer siteden yine de ayrılacaksan hakkımızda yanlış kanaate sahib olmanı istemem. Çünkü bir kaç defa düzeltmeme rağmen ısrarla şefaati inkar ve tevessulu inkar etmişiz gibi yazmaya devam ettin. Umarım şefaatı kabul ettiğimizi ve tevessulun hangi türünü kabul edib hangilerini şirk ve bid'at gördüğümüzü ifade ettiğimizi delillerimizle görmüşsündür.
Bizim itibâr ettiğimiz delilleri kabul etmiyor olabilsen de, bizde sizlerin (tasavvufcuların) akidelerine delil aldıkları zayıf ve uydurma rivayetlere itibar etmediğimizi biliniz.

Senden dünkü ( https://www.islam-tr.org/serbest-kursu/47328-tevessulculere-basit-sorular-3.html ) konuda bazı âlimlerin zayıf ve uydurma dedikleri rivayetin, aktardığın zayıf olanların yanında, isimlerini verdiğim alimlerden "uydurma" diyenlerin de yorumlarını 'kendinin" aktarmasıdır. Bu Hakk'a teslim olan, âdil delil arayanların takınması gereken bir davranıştır sanıyorum.
 
Dadas2583 Çevrimdışı

Dadas2583

Üye
İslam-TR Üyesi
Açıkçası üzüldüm, sitede yazılarını beğenerek takip ettiğim nadir kişilerdensiniz.
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Cümleten Selamun Aleykum.Sayfamdaki özel mesajları silmek ve son birkaç işimi tamamlamak için girdim ve yazılarınızı gördüm.

İsmail Vakkas kardeş;

Sağlam delili olana saygı duyulmalı.Yanlış yaptığını görsen bile bu konuda hassas davranılmalı diye düşünüyorum.

AbdulMuizz kardeş ;

Kardeş ben tasavvufçu şucu bucu değilim ki. Ben Müslümanım. Peygamberimiz(sav) ile tevessülün caiz olacağına dair hasen,sahih rivayetler de var.Senin dediğin Hâkim hadisinde zayıflık olduğunu kaynaklarda belirtmiştim.Bunun yanında sağlam hadis kaynaklarında geçen baska rivayetler de var.

Bu konuda caiz diyen Ulema çoğunlukta olduğu için bunu söylüyorum.Yani zayıf ve uydurma rivayetlerle konuşmuyorum.

الموسوعة الفقهية الكويتية

اخْتَلَفَ الْعُلَمَاءُ فِي مَشْرُوعِيَّةِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ وَفَاتِهِ كَقَوْل الْقَائِل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك بِنَبِيِّك أَوْ بِجَاهِ نَبِيَّك أَوْ بِحَقِّ نَبِيَّك، عَلَى أَقْوَالٍ:

Ulemâ , Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra onunla tevessül etmenin meşrûiyyeti hakkında ihtilaf etmiştir.Yani ''Allahım senden Nebin için veya Nebinin câhı için, veya Nebinin hakkı için istiyorum.'' sözünün söylenmesi gibidir.

ذَهَبَ جُمْهُورُ الْفُقَهَاءِ (الْمَالِكِيَّةُ وَالشَّافِعِيَّةُ وَمُتَأَخِّرُو الْحَنَفِيَّةِ وَهُوَ الْمَذْهَبُ عِنْدَ الْحَنَابِلَةِ) إِلَى جَوَازِ هَذَا النَّوْعِ مِنَ التَّوَسُّل سَوَاءٌ فِي حَيَاةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ بَعْدَ وَفَاتِهِ

Ilk Kavl
Fukahânın cumhuru (Mâlikiler,Şâfîler,Hanefîlerin müteahhirun Alimleri ve Hanbelî mezhebinin görüşü) bu tür tevessül şeklinin Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in hayatında da ölümünden sonrada caiz olduğu şeklindedir.

IKINCI KAVL

Ebu Hanife mekruhtur demistir.Talebesi Imam Ebu Yusuf ise caiz oldugunu soylemistir.

UCUNCU KAVL

Ibn Teymiyye caiz degildir demistir.

(El Mevsuatul Fıkhiyyetul Kuveytiyye: 14/156)

Bu arada AbdulMuizz kardes Daha once forumda bulunan Ehli_Hadis nickli uye neden yasaklanmis.Kendisine nasil ulasirim.

Dadas283 Kardeş ;

Sayfaya daha yeni kayıt olmuşsun.Nasıl yazılarımı takip ediyordun.Misafir olarak mı?


------------------------------------------------

Çevirdiğim bazı Arapça kitaplar var.İlgilenenler indirebilirler :

Esed b. Musanın ''Ez-Zühd'' adlı eserinin yarısı

https://www.dropbox.com/s/iv25z1h2oefkyko/Ez-Z%C3%BChd.rtf

İbn Sa'd,Tabâkâtul Kübra ilk 50 hadis çevirisi

https://www.dropbox.com/s/me6j56skmfhfk75/%C4%B0bn%20Sa%27d.docx

Kenzul Ummal ilk 250 hadis çevirisi

https://www.dropbox.com/s/2tx3iiluw0na42i/Kenzul%20Ummal.docx

850 Hadis çevirisi

https://www.dropbox.com/s/84vtrn5g47isaue/Arap%C3%A7a-T%C3%BCrk%C3%A7e%20850%20Hadis.docx


Bu da forumdak tum yazilarim

https://www.dropbox.com/s/k9y8iuttg0sws1b/Yazılarım.docx


 
H Çevrimdışı

hunermend

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ben foruma üye olurken gerçek islamı öğrenmek adına üye olmuştum ancak şu kısa sürede dönüp baktığımda kafamda bir sürü çelişkiler oluşmuş.. birinin ak dediğine diğeri kara diyor birinin bid at dediğine diğeri sünnet diyor birinin olmaz dediğine diğeri olur diyor vs vs
 
Said El Ensariyy Çevrimdışı

Said El Ensariyy

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ben foruma üye olurken gerçek islamı öğrenmek adına üye olmuştum ancak şu kısa sürede dönüp baktığımda kafamda bir sürü çelişkiler oluşmuş.. birinin ak dediğine diğeri kara diyor birinin bid at dediğine diğeri sünnet diyor birinin olmaz dediğine diğeri olur diyor vs vs

Sen bir konuda meraklandıysan, ilim öğrenmek istiyorsan bu sitenin islami makalelerini okumanda fayda görürsün İnşaAllah, herkesin diline bakarsan bu işin içinden çıkmazsın....
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Mevsuatul Fıkhıyye kitabı bu konuda geniş bir açıklama getiriyor.Arapçalarıyla beraber bir kısmını çevireyim inşaallah.

الموسوعة الفقهية الكويتية

اخْتَلَفَ الْعُلَمَاءُ فِي مَشْرُوعِيَّةِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ وَفَاتِهِ كَقَوْل الْقَائِل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك بِنَبِيِّك أَوْ بِجَاهِ نَبِيَّك أَوْ بِحَقِّ نَبِيَّك، عَلَى أَقْوَالٍ:

Ulemâ , Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra onunla tevessül etmenin meşrûiyyeti hakkında ihtilaf etmiştir.Yani ''Allahım senden Nebin için veya Nebinin câhı için, veya Nebinin hakkı için istiyorum.'' sözünün söylenmesi gibidir.

ذَهَبَ جُمْهُورُ الْفُقَهَاءِ (الْمَالِكِيَّةُ وَالشَّافِعِيَّةُ وَمُتَأَخِّرُو الْحَنَفِيَّةِ وَهُوَ الْمَذْهَبُ عِنْدَ الْحَنَابِلَةِ) إِلَى جَوَازِ هَذَا النَّوْعِ مِنَ التَّوَسُّل سَوَاءٌ فِي حَيَاةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ بَعْدَ وَفَاتِهِ

1-BİRİNCİ GÖRÜŞ (CAİZ OLDUĞU)

Fukahânın cumhuru (Mâlikiler,Şâfîler,Hanefîlerin müteahhirun Alimleri ve Hanbelî mezhebinin görüşü) bu tür tevessül şeklinin Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in hayatında da ölümünden sonrada caiz olduğu şeklindedir.

(Şerhul Mevahib,8/304 ; Mecmua,8/274 ; İbn Âbidin,5/254 ; Fetavâl Hindiyye,1/266 ; Fethul Kadîr,8/497-498 , Alal Ezkar,Nevevî,5/36)

قَال الْقَسْطَلاَّنِيُّ: وَقَدْ رُوِيَ أَنَّ مَالِكًا لَمَّا سَأَلَهُ أَبُو جَعْفَرٍ الْمَنْصُورُ الْعَبَّاسِيُّ - ثَانِي خُلَفَاء بَنِي الْعَبَّاسِ - يَا أَبَا عَبْدِ اللَّهِ أَأَسْتَقْبِل رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَدْعُو أَمْ أَسْتَقْبِل الْقِبْلَةَ وَأَدْعُو؟
فَقَال لَهُ مَالِكٌ: وَلِمَ تَصْرِفْ وَجْهَك عَنْهُ وَهُوَ وَسِيلَتُك وَوَسِيلَةُ أَبِيك آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَل يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ بَل اسْتَقْبِلْهُ وَاسْتَشْفِعْ بِهِ فَيُشَفِّعُهُ اللَّهُ.

Mâliki Mezhebi :

Kastalânî diyor ki : İmam Mâlikten rivayet edildiğine göre Hac yapıp Nebi(sav)'in kabrini ziyaret eden (Abbas oğullarının ikinci halifesi) Ebu Ca'fer El-Mansur El-Abbâsî , İmam Mâlike ''Ya Abdullah ! Kıbleye dönerek mi (Allaha) dua edeyim yoksa Resulullah(sallallahu aleyhi vesellem)'e dönerek mi ?

Mâlik ona şöyle dedi : Niçin yüzünü ondan çevirirsin ki ? O senin vesilendir ve baban Adem(aleyhisselam)'ın kıyamet gününde Allaha onunla vesilesidir.Bilakis Resulullah(sav)'e doğru dön (Allaha dua et) ve onunla şefaat dile.Allahu teala O’nu senin hakkında şefaatçi kılsın.

Allahu teala buyurdu: “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa: 64)

وَقَدْ رَوَى هَذِهِ الْقِصَّةَ أَبُو الْحَسَنِ عَلِيُّ بْنُ فِهْرٍ فِي كِتَابِهِ " فَضَائِل مَالِكٍ " بِإِسْنَادٍ لاَ بَأْسَ بِهِ وَأَخْرَجَهَا الْقَاضِي عِيَاضٌ فِي الشِّفَاءِ مِنْ طَرِيقِهِ عَنْ شُيُوخٍ عِدَّةٍ مِنْ ثِقَاتِ مَشَايِخِهِ

Bu kıssayı Ebul Hasan Ali b. Fihr ''İmam Malikin Faziletleri'' adlı kitabında isnadında bir beis olmaksızın rivayet etti.Ayrıca Kadı İyâz ''Eş-Şifâ'' adlı eserinde onun (Ebul-Hasan) yoluyla güvenilir şeyhlerin bir neçesinden rivayet etmiştir.

Kaynaklar :

شرح المواهب 8 / 304 - 305، والمدخل 1 / 248، 252، ووفاء الوفاء 4 / 1371 وما بعدها، والفواكه الدواني 2 / 466، وشرح أبي الحسن على رسالة القيرواني 2 / 478، والقوانين الفقهية ص148


وَقَال النَّوَوِيُّ فِي بَيَانِ آدَابِ زِيَارَةِ قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ثُمَّ يَرْجِعُ الزَّائِرُ إِلَى مَوْقِفٍ قُبَالَةَ وَجْهِ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَتَوَسَّل بِهِ وَيَسْتَشْفِعُ بِهِ إِلَى رَبِّهِ

Şâfî Mezhebi:

İmam Nevevî Nebi(sav)'in kabrini ziyaret etmenin edebleri beyanı hakkında şöyle söylüyor : Sonra Ziyaretçi Nebi(sab)'in kabrine dönerek onunla tevessül eder ve Rabbine onu şefaatçi kılar.

وَقَال السُّبْكِيُّ: وَيَحْسُنُ التَّوَسُّل وَالاِسْتِغَاثَةُ وَالتَّشَفُّعُ بِالنَّبِيِّ إِلَى رَبِّهِ.

İmam Subkî diyor ki : Allaha Nebi(sav)' ile tevessül,istiğase ve şefaat isteme güzel olur.

Hanbelî Mezhebi

وَأَمَّا الْحَنَابِلَةُ فَقَدْ قَال ابْنُ قُدَامَةَ فِي الْمُغْنِي بَعْدَ أَنْ نَقَل قِصَّةَ الْعُتْبِيِّ مَعَ الأَْعْرَابِيِّ: وَيُسْتَحَبُّ لِمَنْ دَخَل الْمَسْجِدَ أَنْ يُقَدِّمَ رِجْلَهُ الْيُمْنَى. . .
إِلَى أَنْ قَال: ثُمَّ تَأْتِيَ الْقَبْرَ فَتَقُول. . . وَقَدْ

Hanbelilere gelince onlar içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür.İbn Kudame gerekli açıklamayı Muğnide yapmıştır.

Hanefî Mezhebi

وَأَمَّا الْحَنَفِيَّةُ فَقَدْ صَرَّحَ مُتَأَخِّرُوهُمْ أَيْضًا بِجَوَازِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. قَال الْكَمَال بْنُ الْهُمَامِ فِي فَتْحِ الْقَدِيرِ: ثُمَّ يَقُول فِي مَوْقِفِهِ: السَّلاَمُ عَلَيْك يَا رَسُول اللَّهِ. . . وَيَسْأَل اللَّهَ تَعَالَى حَاجَتَهُ مُتَوَسِّلاً إِلَى اللَّهِ بِحَضْرَةِ نَبِيِّهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ.

Hanefilere gelince onların muteahhirun ulemasına göre Nebi(sav) ile tevessül caizdir.Kemal b. Hümam ''Fethul Kadir' de şöyle diyor : Sonra Nebi(sav)'e döner ve ''Selam sana Ya Resulallah' ve Allahtan Hz.Nebi(sav)'i tevessül ederek hacetini ister.

وَقَال الشَّوْكَانِيُّ: وَيَتَوَسَّل إِلَى اللَّهِ بِأَنْبِيَائِهِ وَالصَّالِحِينَ

Şevkânî diyor ki :Allaha , Peygamberler ve Salihler ile tevessül edilir.

Kaynaklar :

(2) الاختيار 1 / 174 - 175، وفتح القدير 2 / 337 ومراقي الفلاح بحاشية الطحطاوي ص407، وحاشية الطحطاوي على الدر المختار 1 / 562، والفتاوى الهندية 1 / 266، وتحفة الأحوذي 10 / 34 وتحفة الذاكرين للشوكاني (37) .

حَدِيثُ الأَْعْمَى

اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّك مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ.
فَقَدْ تَوَجَّهَ الأَْعْمَى فِي دُعَائِهِ بِالنَّبِيِّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ أَيْ بِذَاتِهِ.



A'mâ hadisi delildir.A'ma 'Allahım, Senden istiyor ve rahmet peygamberi elçin Hz. Muhammed (s.a.s.)’i vesile edinerek Sana yöneliyorum.'' diye dua etmiştir.


قَوْلُهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الدُّعَاءِ لِفَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ: اغْفِرْ لأُِمِّي فَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّك وَالأَْنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِي فَإِنَّك أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Ölümünden sonra tevessülüne dair delil şudur : Nebi(sav) Hz.Ali(ra)'nın annesi Fatıma b. Esed'i toprağa verirken ''Allahım Fatıma b. Esedi benim ve benden önceki Nebilerinin hakkı için mağfiret et.Şüphesiz sen Erhamurrahimin'sin.'' diye dua etmesidir.Bu duayı Nebi(sav) bizzat kendisi yapmıştır.


حَدِيثُ الرَّجُل الَّذِي كَانَتْ لَهُ حَاجَةٌ عِنْدَ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ: رَوَى الطَّبَرَانِيُّ وَالْبَيْهَقِيُّ أَنَّ رَجُلاً كَانَ يَخْتَلِفُ إِلَى عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فِي زَمَنِ خِلاَفَتِهِ، فَكَانَ لاَ يَلْتَفِتُ وَلاَ يَنْظُرُ إِلَيْهِ فِي حَاجَتِهِ، فَشَكَا ذَلِكَ لِعُثْمَانِ بْنِ حُنَيْفٍ، فَقَال لَهُ: ائْتِ الْمِيضَأَةَ فَتَوَضَّأَ، ثُمَّ ائْتِ الْمَسْجِدَ فَصَل، ثُمَّ قُل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْك بِنَبِيِّك مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِك إِلَى رَبِّك فَيَقْضِي لِي حَاجَتِي، وَتَذْكُرُ حَاجَتَكَ، فَانْطَلَقَ الرَّجُل فَصَنَعَ


ذَلِكَ ثُمَّ أَتَى بَابَ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، فَجَاءَ الْبَوَّابُ فَأَخَذَ بِيَدِهِ، فَأَدْخَلَهُ عَلَى عُثْمَانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فَأَجْلَسَهُ مَعَهُ وَقَال لَهُ: اُذْكُرْ حَاجَتَك، فَذَكَرَ حَاجَتَهُ فَقَضَاهَا لَهُ، ثُمَّ قَال: مَا لَكَ مِنْ حَاجَةٍ فَاذْكُرْهَا ثُمَّ خَرَجَ مِنْ عِنْدِهِ فَلَقِيَ ابْنَ حُنَيْفٍ فَقَال لَهُ: جَزَاكَ اللَّهُ خَيْرًا مَا كَانَ يَنْظُرُ لِحَاجَتِي حَتَّى كَلَّمْتَهُ لِي، فَقَال ابْنُ حُنَيْفٍ، وَاَللَّهِ مَا كَلَّمْتُهُ وَلَكِنْ شَهِدْتُ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَتَاهُ ضَرِيرٌ فَشَكَا إِلَيْهِ ذَهَابَ بَصَرِهِ


Yine Osman Bin Huneyf radıyallahu anh’den; Bir adam, bir haceti için Osman Bin Affan radıyallahu anh’a gelir, giderdi. Fakat Osman radıyallahu anh, ona aldırış etmezdi. Derken adam, Osman Bin Huneyf ile karşılaşır ve durumu ona arz eder. Bunun üzerine Osman Bin Huneyf, ona şunları söyler; “Su kabını getir ve abdest al. Sonra mescide git ve iki rekat namaz kıl. Sonra da; “Allah’ım! Peygamberimiz, rahmet Peygamberi Muhammed (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Seninle hacetimin yerine getirilmesi için rabbime yöneliyorum” diye söyle ve ihtiyacını arz et. Sonra bana gel ve beraber Osman radıyallahu anh’ın yanına gidelim.” Nihayet adam gitti ve söylenileni yaptıktan sonra Osman Bin Affan radıyallahu anh’ın kapısına geldi. Kapıcı gelip adamın elinden tutarak, Osman R.a.’ın huzuruna götürdü ve onu sergi üzerine, Osman R.a.’ın yanına oturttu. Osman Radıyallahu anh; “Nedir hacetin?” diye sordu.

Adam hacetini söyledi ve Osman Radıyallahu anh da onun işini gördü… adam sonra Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh ile karşılaştı ve ona; “Allah seni hayırla mükafatlandırsın! Benim hakkımda sen Osman ile konuşana kadar işime bakmıyordu” dedi. Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh de; “Vallahi senin hakkında Hz. Osman(Radıyallahu anh) ile görüşmedim. Ancak a’ma bir adamın Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek duyduğu rahatsızlıktan şikayeti üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ona; “Sabreder misin?” dediğine şahit oldum. Adam; “Ya Rasulullah! Yanımda (elimden tutarak) beni götürecek kimse yok! Bu ise benim için zor oluyor.” Dedi. Bunun üzerine buyurdu ki; “Su kabını getir ve abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Daha sonra da şu şekilde dua et;…” Vallahi biz aramızdaki konuşmanın uzaması sebebiyle henüz ayrılmamıştık, o a’ma zat, sanki daha önce hiçbir rahatsızlığı yokmuş gibi, şifa bulmuş olarak geldi.”

Bu hadise, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra da Onunla tevessül edilmesi hususunda sahabenin tatbikatını ve bunun cevazını göstermektedir.

Taberani bu rivayetin hemen ardından sahih hükmü vermiştir. Münziri ve Heysemi de sahih olduğunu ikrar etmişlerdir.

Mübarekfuri diyor ki : Şeyh AbdulĞaniy (bu hadislerle) Nebi(sav) ile hayatında da ölümünden sonra tevessül edilebileceğini söyledi.

Şevkâni'ninde buna benzer ifadeleri vardır.


2-İKİNCİ GÖRÜŞ (MEKRUH OLDUĞU)

Ebu yusuf ebu hanifeden rivayet etmişdir. Herkesin Allah a ancak Onun (isim ve sıfatlarıtyla) dua etmesi lazım. İzin verilmiş , emr edilmiş dua Yüce Allah ın şu kelamından çıkan sonuçtur: En güzel ismler Onundur, Ona bu ismlerle dua edin ayeti.
Ebu yusuftan bu amelde bir beis olmadığı rivayet edilmişdir.. Rivayet olunmuş eser sebebile Leysin görüşü de budur.

3-ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞ (CAİZ OLMADIĞI)

Takuyuddin İbn teymiyye ve son donem hanbeli alimlerin bazıları, Nebinin zatı ile tevessülün ciaz olmadığı görüşündeler.

Kaynak:El Mevsuatul Fikhiyyetul Kuvetiyye 14/156
Kuveyt 1408/1988

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
AbdulMuizz kardeş ;

Kardeş ben tasavvufçu şucu bucu değilim ki. Ben Müslümanım.
Bu ifadenden tasavvufcuların musluman olmadığını anlamıyorum; fakat; akidenin tasavvufcularla mot a mot olduğunu sen de ben de biliyoruz. Sadece tasavvufculara has olan konularda zayıf bile rivayet olsa kendine delil diye alabilecek yapıda olduğunu herkes görmekte.

Peygamberimiz(sav) ile tevessülün caiz olacağına dair hasen,sahih rivayetler de var.Senin dediğin Hâkim hadisinde zayıflık olduğunu kaynaklarda belirtmiştim.Bunun yanında sağlam hadis kaynaklarında geçen baska rivayetler de var.
Bu konuda caiz diyen Ulema çoğunlukta olduğu için bunu söylüyorum.Yani zayıf ve uydurma rivayetlerle konuşmuyorum.

Peygamberle tevessulun caiz olduğuyla ilgili sahih rivayetleri zaten kabul ediyoruz. Zaten bunlar Rasulullahın (s.a.v.) hayatında ashabı tarafından pratiğe (âmâ hadisi gibi) dökülmüş, Peygamberin yanına gelerek gözlerinin açılması için vesile kılmış, peygamber (s.a.v.) de , ona abdest alıp iki rekat namaz kılmasını emretmiş, sonra da öğrettiği şekilde Allaha dua etmesini ve Habibiyle istekte bulunmuştur. Bu tür vesile zaten sahih ve meşrûdur. Fakat hangi sahih hadiste peygamberin vefatından sonra kabrine gidip, Rasulullahın hatırını araya koyarak istekte bulunan bir sahabenin uygulaması yoktur!

Zayıf ve uydurma rivayetleri konuşmuyorum diyorsun ama, Adem (a.s.)ın arşın sutununda peygamberin adını görmesi sebebiyle Allahtan bulunduğu rivayetin alimlerin ekserisi uydurma ve zayıf dediği halde burada savunmaya (sahihlemeye) girişerek meşru olmayan tevessule payanda aldığın gözler önündedir.

الموسوعة الفقهية الكويتية

اخْتَلَفَ الْعُلَمَاءُ فِي مَشْرُوعِيَّةِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ وَفَاتِهِ كَقَوْل الْقَائِل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك بِنَبِيِّك أَوْ بِجَاهِ نَبِيَّك أَوْ بِحَقِّ نَبِيَّك، عَلَى أَقْوَالٍ:

Ulemâ , Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra onunla tevessül etmenin meşrûiyyeti hakkında ihtilaf etmiştir. Yani ''Allahım senden Nebin için veya Nebinin câhı için, veya Nebinin hakkı için istiyorum.'' sözünün söylenmesi gibidir.

ذَهَبَ جُمْهُورُ الْفُقَهَاءِ (الْمَالِكِيَّةُ وَالشَّافِعِيَّةُ وَمُتَأَخِّرُو الْحَنَفِيَّةِ وَهُوَ الْمَذْهَبُ عِنْدَ الْحَنَابِلَةِ) إِلَى جَوَازِ هَذَا النَّوْعِ مِنَ التَّوَسُّل سَوَاءٌ فِي حَيَاةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ بَعْدَ وَفَاتِهِ

Ilk Kavl
Fukahânın cumhuru (Mâlikiler,Şâfîler,Hanefîlerin müteahhirun Alimleri ve Hanbelî mezhebinin görüşü) bu tür tevessül şeklinin Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in hayatında da ölümünden sonrada caiz olduğu şeklindedir.

IKINCI KAVL

Ebu Hanife mekruhtur demistir.Talebesi Imam Ebu Yusuf ise caiz oldugunu soylemistir.

UCUNCU KAVL

Ibn Teymiyye caiz degildir demistir.

(El Mevsuatul Fıkhiyyetul Kuveytiyye: 14/156)


Senin aklının basıp anlayamadığın; 'peygamberin vefatından sonra tevessule câizdir' diyenlerin senin anladığın şekilde peygamberin kabri başına gidib bir aracılık değil; aksine kişi duası esnasında paygamberin, Allah (c.c.) katında bulunan hatırını vesile edinerek Allaha duada bulunmasıdır. Bunu da sadece peygambere ait bir ayrıcalık, diğer insanlar ne kadar salih zatlar olsa da böyle bir aracılık câiz değildir demektedirler. Çünkü peygamber kabrinde diridir, cennetle mujdelenmiş sahabelere dahi bu tür uygulamalar olmamıştır, caiz değildir.
Buna rağmen pek çok alim de bu tür duayı bile uygun görmemektedirler.
Tasavvuf ehlinin diri olan büyüklerini ve ölü olan kabirdekileri nasıl vesile edindikleri ise hepimizin mâlûmudur ki, şirk ve bid'at türü budur. zaten bu sebeble sahabede bu uygulamalar görünmemektedir.


Bu arada AbdulMuizz kardes Daha once forumda bulunan Ehli_Hadis nickli uye neden yasaklanmis. Kendisine nasil ulasirim.
Kendisinin neden siteden uzaklaştırıldığını tam olarak hatırlayamıyorum, bilemiyorum. Suud kralını savunmaktan dolayı olabilir (emin değilim) Nasıl ulaşabileceğini de bilmiyorum. Tanıyan bilen üye varsa sana özelden yazabilir.

 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
ben foruma üye olurken gerçek islamı öğrenmek adına üye olmuştum ancak şu kısa sürede dönüp baktığımda kafamda bir sürü çelişkiler oluşmuş.. birinin ak dediğine diğeri kara diyor birinin bid at dediğine diğeri sünnet diyor birinin olmaz dediğine diğeri olur diyor vs vs

Burasi bir blog sitesi degildir, adi üzerinde forum sitesi. Farkli görüslerin olmasi kadar dogal bir durum yok.

Ancak birinin bidat dedigine digerinin sünnet demesini okuyupda ayirt edemiyorsaniz sorunu kendinizde arayin zira getirilen delilleri arastirip hakka isabet edene tabi olmaniz gerekir.

Sitemize gelince, sitemizde yönetimin sabit olarak sundugu kaynakli (kitap olacak sekilde) istifade edilebilecek yazilar bulunmakta. O yazilari okursaniz daha net bir bilgiye ulasabilirsiniz.

Tevhid

Soru Cevap Bölümü
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Cümleten Selamun Aleykum.
Bu arada AbdulMuizz kardes Daha once forumda bulunan Ehli_Hadis nickli uye neden yasaklanmis.Kendisine nasil ulasirim.

Aleykum selam, ilgili nick yöneticimizdi, tam konusunu bulamadim ama kendisi kafir ve tagutlerin yerine mucahidlere saldirmasindan ötürü yöneticiligini alip banladigimi hatirliyorum. Cünkü banlama sebebine "Biraz da kafirlere, tağutlara saldır" diye not düsmüsüm.
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Aleykum selam, ilgili nick yöneticimizdi, tam konusunu bulamadim ama kendisi kafir ve tagutlerin yerine mucahidlere saldirmasindan ötürü yöneticiligini alip banladigimi hatirliyorum. Cünkü banlama sebebine "Biraz da kafirlere, tağutlara saldır" diye not düsmüsüm.


Allah razı olsun.Arapça bildiğini düşünüyorum.Bana belki yardımcı olabilir diye düşünmüştüm.Kendisini bulmak imkanı olsaydı keşke.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
الموسوعة الفقهية الكويتية

اخْتَلَفَ الْعُلَمَاءُ فِي مَشْرُوعِيَّةِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ وَفَاتِهِ كَقَوْل الْقَائِل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك بِنَبِيِّك أَوْ بِجَاهِ نَبِيَّك أَوْ بِحَقِّ نَبِيَّك، عَلَى أَقْوَالٍ:

Ulemâ , Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra onunla tevessül etmenin meşrûiyyeti hakkında ihtilaf etmiştir.Yani ''Allahım senden Nebin için veya Nebinin câhı için, veya Nebinin hakkı için istiyorum.'' sözünün söylenmesi gibidir.

ذَهَبَ جُمْهُورُ الْفُقَهَاءِ (الْمَالِكِيَّةُ وَالشَّافِعِيَّةُ وَمُتَأَخِّرُو الْحَنَفِيَّةِ وَهُوَ الْمَذْهَبُ عِنْدَ الْحَنَابِلَةِ) إِلَى جَوَازِ هَذَا النَّوْعِ مِنَ التَّوَسُّل سَوَاءٌ فِي حَيَاةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ بَعْدَ وَفَاتِهِ

Reddiye :
1-
Ebû Hanife (rahimehullah) şöyle diyor:
"Dua eden bir kimsenin: Filanın hakkı için veya nebilerinin ve Rasullerinin hakkı için veya Beytu'l Haram ve Meş'ari'l-Haram hakkı için senden istiyorum demesi mekruhtur."
(ez-Zebîdî, İthafu's-Sâdeti'l-Muttekîn bi Şerhi'l-ihyail Ulûmi'd-Din, CM, s. 285; Aliyyu'l-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 198; ibnu Ebi'l-'izz el-Hanefî ,Şerhu'l-Akideti't-Tahâviyye, s. 297)

Allah rahmet eylesin, İmam Mâlik'ten gelen bilgilere göre o, dua eden kimsenin"Ya Seyyidi, ya Seyyidi (Ey Efendim, ey Efendim)" demesini hoş karşılamazdı ve şöyle derdi:
'Peygamber söylediği gibi 'Ya Rabbi, Ya Rabbi, Ya Kerim' de. İmam Mâlik "Ya Hannanu ya Mennan" denmesini de hoş görmezdi.
(Ebu Nuaym el-Esfehânî, Hılyetu'l-Evliya ve Tabakâti'l-Asfiya, C: VI, s. 320; İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetavâ, C: I, s. 207-224.)



Dua ibadettir ve sadece Allaha (c.c.) yapılır ve Ondan istenir. Duada aracı alacaksan, meşru vesile olan Hz. Ömer'in(r.anh) Hz. Abbas'ı (r.anh) alıp birlikte Allah (c.c.) ye el açıp yağmur istemesi ve duasında "Ya Rabbi ! Daha önce rasulullah (c.c.) ile senden yağmur isterdik. Şimdi O'nu aramızdan aldın. Artık Habibinin sevgili Amcası ile senden istiyoruz" dediğinde, hz. Abbas (r.anh) da Ömer ile birlikte ellerini açmış ve ikisi de Allah (c.c.) den istiyorlardı. Ömer (r.anh) rasulun kabrine gidip "Ya rabbi ! Rasulun yüzü suyu hürmetine yağmur" demiyordu!

Bid'at olduğu kesin olan bir dua lafzına, kesin şirktir diye demesek bile; Şirk değildir, hatta sünnettir diyerek vebale de girmemek gerekir. Çünkü bu lafızlarla dua eden sofilerin pratikte şirke düşerek amel ettikleri görülmektedir. Duada "Yüzü suyu hürmetine" demeden önce uzunca bir liste ile ne Kur'anda ne hadisi şeriflerde olmayan makam ve mevkilerde peydahlanmış şahıslardan istimdada "yetişin" diye çağrılırlar.


2-
“ Makamımla tevessulde bulunun. Şubhesiz Allah katında makamım büyüktür “

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) bu mevzu/uydurma hadis hakkında şunları söyledi:
"Bu hadis yalandır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah katındaki makamı, bütün peygamberlerin makamından daha büyük olmasına rağmen, hadiscilerin itimat ettikleri müslümanların kitablarından hiçbirinde böyle bir şey yoktur ve hadis ilmini bilen hiç kimse de bunu zikretmemiştir." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve,l-Vesileti, s: 252)
Kitabı tahkik eden Rabi b. Hâdi el-Medhali dedi ki : İyice araştırdım ama bunu hiçbir kaynakta bulamadım.

Muhaddis Muhammed Nasıruddin el-Elbânî şunları söyledi:
"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah katındaki makamının büyüklüğü konusunda hiçbir şubhe yoktur. Allah Teala, Musa'yı anlatırken şöyle demişti: "O, Allah katında itibarlı/seçkin bir kişi idi" (Ahzab 69) Mâlumdur ki bizim Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Musa'dan (aleyhisselam) daha faziletlidir. Bu sebeble şubhesiz ki Rabbi katında Musa'dan daha itibarlıdır. Fakat bu başka bir şeydir, onun makamıyla tevessul etmek başka bir şeydir. Bazılarının yaptığı gibi bu ikisini birbirine karıştırmak doğru değildir. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in makamı ile tevessul eden bir kimse bununla duasının kabulü için daha fazla ümitli olmayı kastetmektedir. Bu, akılla anlaşılabilecek bir durum değildir. Çünkü bu, aklın kavrayamayacağı gaybi meselelerden birisidir. Bu konuda delil olarak kullanılmaya elverişli sahih bir naklin bulunması gerekir. Böyle bir delile ulaşılmadığı da kesindir. Zira Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul konusunda geçen hadisler sahih ve zayıf hadisler diye iki kısma ayrılır.
Sahih olan hadislere gelince, yağmur yağmasını isterken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul etmeleri ve âmâ kişinin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tevessul etmesi gibi bunlar kesinlikle onların iddia ettikleri şeyin delili değildir. Çünkü bunlar Peygamber'in zatıyla ve makamıyla değil, onun duasıyla tevessulun örnekleridir. Onun ahirate intikalinden sonra duasıyla tevessul etmek imkansız olunca, vefatından sonra onunla tevessul de imkansız hale gelir ve câiz olmaz. Tevessul hadislerinden ikinci kısma gelince bunlar zayıf hadislerdir ve zahiri anlamlarıyla bid'at tevessule delâlet ederler." (Silsiletu'l-Ehadisi'd-Daifeti ve'l-Mevdua, No:22)


3-
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ يَزِيدَ بْنِ إِبْرَاهِيمَ التُّسْتَرِيُّ قَالَ: حَدَّثَنَا الْفَضْلُ بْنُ الْمُوَفَّقِ أَبُو الْجَهْمِ قَالَ: حَدَّثَنَا فُضَيْلُ بْنُ مَرْزُوقٍ، عَنْ عَطِيَّةَ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " مَنْ خَرَجَ مِنْ بَيْتِهِ إِلَى الصَّلَاةِ، فَقَالَ: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِحَقِّ السَّائِلِينَ عَلَيْكَ، وَأَسْأَلُكَ بِحَقِّ مَمْشَايَ هَذَا، فَإِنِّي لَمْ أَخْرُجْ أَشَرًا، وَلَا بَطَرًا، وَلَا رِيَاءً، وَلَا سُمْعَةً، وَخَرَجْتُ اتِّقَاءَ، سُخْطِكَ، وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِكَ، فَأَسْأَلُكَ أَنْ تُعِيذَنِي مِنَ النَّارِ، وَأَنْ تَغْفِرَ لِي ذُنُوبِي، إِنَّهُ لَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ، أَقْبَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ بِوَجْهِهِ، وَاسْتَغْفَرَ لَهُ سَبْعُونَ أَلْفِ مَلَكٍ "


"Kim namaz için evden çıkarken: ‘Allah'ım! İsteyenlerin senin üzerindeki hakkı istiyorum. Şu yürüdüğüm yol hakkı için istiyorum. Kibirlenerek ve gönülsüzce çıkmadım.’ Derse Allah Teala ona yönünü döner ve bin tane melek onun için istiğfar eder."
(İbn Mace, sunen, Kitabu'l Mesacid ve'l cemaat, Hadis no: 778; Ahmed bin Hanbel, Musned, c. III, s: 21; İbnu’s-Sunni, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle, 85)
Raviler, Fudayl b. Merzuk’tan; O, Atıyye el-Avfî'den; o da Ebu Said el-Hudri den merfu olarak rivayet etmişlerdir.
Bu rivayete zayıf diyen muhaddislerden bazıları şunlardır:
el-Munzirî, et-Tergib ve't-Terhib, c. III, s. 359;
en-Nevevî, el-Ezkar, Bab'u maza Yekulu İza Tevessul, s. 102;
Elbânî, es-Silsiletu'd- Daife, 24 ve et-Tevessul, s. 102

el-Elbânî dedi ki: Bu rivayetin geldiği her iki yol da zayıftır ve biri diğerinden daha zayıftır. el-Busirî, el-Munziri ve diğer alimler bunu zayıf görmüşlerdir. Bunun hasen olduğunu söyleyenler yanılmışlar veya çok gevşek davranmışlardır.

Rivayet çok zayıftır.
Bu rivayet çok zayıf olmakla beraber makamla veya yaratıkların zatıyla tevessul konusunun dışındadır. Burada söz konusu edilen şey sadece isteyenlerin hakkı için istemektir ve namaza doğru gitme hakkı için istemektir. Burada kendisiyle tevessul edilenin zâtı yoktur. Söz konusu olan sadece Allah'tan istemenin hakkı için istemektir. Allah'tan samimiyetle isteyen kimsenin hakkı, o isteğin kabul edilmesidir. Sonra namaza doğru yürümek salih bir ameldir, salih amelle tevessul ise meşrûdur.

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye rahimehullah şunları söyemiştir:
"Bu hadisin Atıyye el-Avfî'nin, Ebû Said'den olan rivayeti ilim adamlarının icmâı ile zayıftır. Bu hadis başka bir yolla da rivayet edilmiş olup o da zayıftır. Lafzından delil olmaya elverişli bir durum yoktur. Şubhesiz Allah'tan isteyenlerin hakkı, Allah'ın onların isteğini yerine getirmesidir, ibadet edenlerin hakkı ise Allah'ın onlara sevab vermesidir. İlim adamlarının ittifakına göre Allah Teala verdiği sözle bu hakkı kullarına vereceğini kendi nefsine vacip kılmıştur ve onların her birinin söylediği sözde buna icabet etmiştir. Bu konuda geniş açıklama daha önce geçmiştir. Bu, mağarada kendi amelleriyle Allah'tan istekte bulunan üç kişinin bulunduğu konumdur." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve-l-Vesile, s: 215 - 216)

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye başka bir yerde de şunları söyledi:
"Yaratıkların da Allah üzerinde hakkı vardır diyen bir kimse bununla Allah'ın gerçekleştirmeyi vaadettiği bir hakkı kastettiği zaman bu doğrudur. Çünkü Allah vaadini mutlaka yerine getirir. Allah Teala hikmeti, lutfu ve rahmetiyle bunu gerçekleştirmeyi kendine vacib kılmıştır. Bu hakka mustehak olan bir kimse Allah'tan bunu istediği zaman Allah'tan vaadini yerine getirmesini istemiş olur veya salih ameller gibi sonuçların kendisine bağlandığı sebeblere sarılarak Allah'tan istediği zaman bu daha uygun olur: Bu hakka mustehak olmayan bir kimseye gelince, bu şahsın hakkı için Allah'tan istediği zaman o bu şahsın makamı için istemiş gibidir. Bu da onun, yabancı birinin yaptığı amelle tevessul edip istemesi demektir. O, bununla duasının kabulune elverişli bir sebebe sarılarak istememiştir." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve-l-Vesile, s: 108)

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye rahimehullah bir başka yerde de şunları söyledi:
"Demek ki cahiliye döneminde yaşayanlar, bir insanın yaptığı ibadetle ve amelle Allah üzerinde, mâhlukun mahluk üzerindeki hakkı cinsinden bir hakka sahib olduğunu tahayyul ediyorlardı. Mesela melikllerine ve hükümdarlarına hizmet eden kimseler -bu hizmetlerinin karşılığında- kendileri için menfaatler temin ederler ve başlarına bir zararın gelmesini engellerler. Ve onlardan her biri yaptığı hizmetin karşılığını padişahtan ister ve bekler bir haldedir. Bir eziyetle karşılaştığı veya kendisinden yüz çevrildiğini gördüğü zaman ona: Ben şöyle şöyle yapmadım mı? Der ve yaptıklarını başa kakar. Bunu diliyle söylemese bile içinden geçirir. Allah hakkında da böyle bir şeyi tahayyül etmek insanın cehaletinin ve zulmünün bir eseridir." (Kaidetun Celiletun fi,t-Tevessuli ve-l-Vesile, s: 103)

Muhaddis Muhammed Nasıruddin el-Elbânî şöyle dedi:
"Bu iki hadis (Bu iki hadisten diğeri el-Elbani'nin kitabında geçmektedir) zayıf olmakla beraber yaratılanla tevessul yapılabileceğine de kesinlikle delâlet etmez. Ancak olsa olsa, önceden sözü edilen meşru tevessulun bir çeşidini ifade edebilir ki o da Allah Tealanın sıfatlarından birisiyle tevessul demektir. Çünkü her iki hadiste de isteyenlerin Allah üzerindeki hakkı ile ve namaz kılanların yürüdükleri yolun hakkı ile tevessul etmekten söz edilmektedir.
Allah tealaya dua edenlerin Allah üzerindeki hakları nedir? Şubhesiz dualarının kabuludür.
Kullarının dua edenlerin Allah üzerindeki hakları nedir? Şubhesiz dualarının kabuludür.
Kullarından dualarını kabul etmek, Allah Teala'nın sıfatlarından bir sıfattır. Müslümanların câmiye gitmelerinin durumu da aynıdır. Camiye giden müslümanların, Allah üzerindeki hakkı Allah'ın onları affetmesi ve cennetine sokmasıdır. Allah Teala'nın affetmesi, merhameti ve kendisine itaat edenlerden bazı kullarını cennete sokması bütün bunlar O'nun sıfatlarından bir sıfattır.
Artık bununla anlarsın ki bid'atçıların kendileri için delil olarak kullandıkları bu hadis aslında onların aleyhine bir delildir. İyice düşünen bir kimse bu hadisin bizim lehimize onların aleyhine bir delil olduğunu anlar." (el-Elbani et-Tevessul Envauhu ve Ahkamuhu s: 109 - 110)

Muhaddis Hammad b. Muhammed el-Ensârî dedi ki:
Bütün bunlarla birlikte hadis, konunun dışındadır. Çünkü el-Ğımari bu hadisi zatlarla tevessule delil olarak getirdi. Halbuki hadiste zatlarla tevessul konusu yoktur. Bilakis hadiste Allah'ın sadece kendisine dua edenlere ve isteyenlere lutfettiği hak ile tevessul'den söz edilmektedir ki bu hak, o duanın Allah tarafından kabuludür. Nitekim Allah Teala "Bana dua edin, sizin duanızı kabul edeyim" buyurmaktadır.


1-BİRİNCİ GÖRÜŞ (CAİZ OLDUĞU)

Fukahânın cumhuru (Mâlikiler,Şâfîler,Hanefîlerin müteahhirun Alimleri ve Hanbelî mezhebinin görüşü) bu tür tevessül şeklinin Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)'in hayatında da ölümünden sonrada caiz olduğu şeklindedir.

(Şerhul Mevahib,8/304 ; Mecmua,8/274 ; İbn Âbidin,5/254 ; Fetavâl Hindiyye,1/266 ; Fethul Kadîr,8/497-498 , Alal Ezkar,Nevevî,5/36)

قَال الْقَسْطَلاَّنِيُّ: وَقَدْ رُوِيَ أَنَّ مَالِكًا لَمَّا سَأَلَهُ أَبُو جَعْفَرٍ الْمَنْصُورُ الْعَبَّاسِيُّ - ثَانِي خُلَفَاء بَنِي الْعَبَّاسِ - يَا أَبَا عَبْدِ اللَّهِ أَأَسْتَقْبِل رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَدْعُو أَمْ أَسْتَقْبِل الْقِبْلَةَ وَأَدْعُو؟
فَقَال لَهُ مَالِكٌ: وَلِمَ تَصْرِفْ وَجْهَك عَنْهُ وَهُوَ وَسِيلَتُك وَوَسِيلَةُ أَبِيك آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَل يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ بَل اسْتَقْبِلْهُ وَاسْتَشْفِعْ بِهِ فَيُشَفِّعُهُ اللَّهُ.

Mâliki Mezhebi :

Kastalânî diyor ki : İmam Mâlikten rivayet edildiğine göre Hac yapıp Nebi(sav)'in kabrini ziyaret eden (Abbas oğullarının ikinci halifesi) Ebu Ca'fer El-Mansur El-Abbâsî , İmam Mâlike ''Ya Abdullah ! Kıbleye dönerek mi (Allaha) dua edeyim yoksa Resulullah(sallallahu aleyhi vesellem)'e dönerek mi ?

Mâlik ona şöyle dedi : Niçin yüzünü ondan çevirirsin ki ? O senin vesilendir ve baban Adem(aleyhisselam)'ın kıyamet gününde Allaha onunla vesilesidir.Bilakis Resulullah(sav)'e doğru dön (Allaha dua et) ve onunla şefaat dile.Allahu teala O’nu senin hakkında şefaatçi kılsın.

Allahu teala buyurdu: “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa: 64)

وَقَدْ رَوَى هَذِهِ الْقِصَّةَ أَبُو الْحَسَنِ عَلِيُّ بْنُ فِهْرٍ فِي كِتَابِهِ " فَضَائِل مَالِكٍ " بِإِسْنَادٍ لاَ بَأْسَ بِهِ وَأَخْرَجَهَا الْقَاضِي عِيَاضٌ فِي الشِّفَاءِ مِنْ طَرِيقِهِ عَنْ شُيُوخٍ عِدَّةٍ مِنْ ثِقَاتِ مَشَايِخِهِ

Bu kıssayı Ebul Hasan Ali b. Fihr ''İmam Malikin Faziletleri'' adlı kitabında isnadında bir beis olmaksızın rivayet etti.Ayrıca Kadı İyâz ''Eş-Şifâ'' adlı eserinde onun (Ebul-Hasan) yoluyla güvenilir şeyhlerin bir neçesinden rivayet etmiştir.

Kaynaklar :

شرح المواهب 8 / 304 - 305، والمدخل 1 / 248، 252، ووفاء الوفاء 4 / 1371 وما بعدها، والفواكه الدواني 2 / 466، وشرح أبي الحسن على رسالة القيرواني 2 / 478، والقوانين الفقهية ص148


وَقَال النَّوَوِيُّ فِي بَيَانِ آدَابِ زِيَارَةِ قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ثُمَّ يَرْجِعُ الزَّائِرُ إِلَى مَوْقِفٍ قُبَالَةَ وَجْهِ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَتَوَسَّل بِهِ وَيَسْتَشْفِعُ بِهِ إِلَى رَبِّهِ

Şâfî Mezhebi:

İmam Nevevî Nebi(sav)'in kabrini ziyaret etmenin edebleri beyanı hakkında şöyle söylüyor : Sonra Ziyaretçi Nebi(sab)'in kabrine dönerek onunla tevessül eder ve Rabbine onu şefaatçi kılar.

وَقَال السُّبْكِيُّ: وَيَحْسُنُ التَّوَسُّل وَالاِسْتِغَاثَةُ وَالتَّشَفُّعُ بِالنَّبِيِّ إِلَى رَبِّهِ.

İmam Subkî diyor ki : Allaha Nebi(sav)' ile tevessül,istiğase ve şefaat isteme güzel olur.

Hanbelî Mezhebi

وَأَمَّا الْحَنَابِلَةُ فَقَدْ قَال ابْنُ قُدَامَةَ فِي الْمُغْنِي بَعْدَ أَنْ نَقَل قِصَّةَ الْعُتْبِيِّ مَعَ الأَْعْرَابِيِّ: وَيُسْتَحَبُّ لِمَنْ دَخَل الْمَسْجِدَ أَنْ يُقَدِّمَ رِجْلَهُ الْيُمْنَى. . .
إِلَى أَنْ قَال: ثُمَّ تَأْتِيَ الْقَبْرَ فَتَقُول. . . وَقَدْ

Hanbelilere gelince onlar içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür.İbn Kudame gerekli açıklamayı Muğnide yapmıştır.

Hanefî Mezhebi

وَأَمَّا الْحَنَفِيَّةُ فَقَدْ صَرَّحَ مُتَأَخِّرُوهُمْ أَيْضًا بِجَوَازِ التَّوَسُّل بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. قَال الْكَمَال بْنُ الْهُمَامِ فِي فَتْحِ الْقَدِيرِ: ثُمَّ يَقُول فِي مَوْقِفِهِ: السَّلاَمُ عَلَيْك يَا رَسُول اللَّهِ. . . وَيَسْأَل اللَّهَ تَعَالَى حَاجَتَهُ مُتَوَسِّلاً إِلَى اللَّهِ بِحَضْرَةِ نَبِيِّهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ.

Hanefilere gelince onların muteahhirun ulemasına göre Nebi(sav) ile tevessül caizdir.Kemal b. Hümam ''Fethul Kadir' de şöyle diyor : Sonra Nebi(sav)'e döner ve ''Selam sana Ya Resulallah' ve Allahtan Hz.Nebi(sav)'i tevessül ederek hacetini ister.

وَقَال الشَّوْكَانِيُّ: وَيَتَوَسَّل إِلَى اللَّهِ بِأَنْبِيَائِهِ وَالصَّالِحِينَ

Şevkânî diyor ki :Allaha , Peygamberler ve Salihler ile tevessül edilir.

Kaynaklar :

(2) الاختيار 1 / 174 - 175، وفتح القدير 2 / 337 ومراقي الفلاح بحاشية الطحطاوي ص407، وحاشية الطحطاوي على الدر المختار 1 / 562، والفتاوى الهندية 1 / 266، وتحفة الأحوذي 10 / 34 وتحفة الذاكرين للشوكاني (37) .

Reddiye :


İlk önce ayeti eksiltmeden ortaya koyalım:
“Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Rasul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı avfedici, merhametli bulurlardı.” (Nisa 64)

Bu âyet-i kerimenin munafıklar hakkında nazil olduğu rivayeti yanında Ebu Bekr el-Esam’ın şöyle bir sebeb daha zikreder:
Bir kısım munafık, Peygamber (s.a.v.)'e bir hile yapmak üzere aralarında anlaştılar ve yapacakları hileyi plânladılar, sonra da plânladıkları bu hileyi gerçekleştirmek üzere Efendimiz (s.a.v.)'in yanına girdiler. Hemen Cibrîl gelib o munafıkların plânladıkları hileyi haber verdi de Rasulullah (s.a.v.):
"Bir kısım insanlar yapamıyacakları, ulaşamıyacaklan bir şeyi isteyerek, arzu ederek yanımıza girdiler. Kalksınlar Allah'tan mağfiret dilesinler ki ben de onlar için istiğfarda bulunayım." buyurdu.
Kalkmadılar. "Kalkmıyacak mısınız?" diye tekrar sordu, yine kalkıb Allah'tan mağfiret dilemediler.
Peygamber (s.a.v.): "Ey filân kalk, ey filân kalk." diye onlardan 12 kişiyi saydı.
Kalktılar ve: "Senin söylediğini yapmaya gerçekten karar verib azmetmiştik. Kendimize zulmettiğimizden dolayı Allah'a tevbe ediyoruz, sen de bizim için istiğfarda bulunuver." dediler.
Peygamber (s.a.v.): "Şimdi mi? Çıkın; ben işin başında sizin için istiğfar etmeye şimdikinden daha yakındım, Allah da mağfiret dilemeyi kabule daha yakın idi (ama kalkıp mağfiret dilemediniz). Şimdi yanımızdan çıkın." buyurdular.


Ehli sünnet muhaliflerinin bu ayetin peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrine gelip günahlarının bağışlanması konusunda ondan istiğfar ve şefaat talebinde bulunmaya delâlet ettiğine istidlâl etmelerine gelince bu batıl bir istidlâldir, sakat bir anlayışa ve tevhid gerçeğinden uzaklaşmaya delâlet eden fasid / yanlış bir görüştür.
Ashab-ı kiram (radıyallahu anhum) bu ayetten böyle bir yanlış anlayışa kapılmadılar. Bu sebeple onların istiğfar talebiyle Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrine geldiklerine dair hiçbir şey nakledilmedi. Halbuki onların nefislerine zulmetmeleri kesinlikle Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra da vaki olmuştur. Bu da ehl-i sünnet muhaliflerinin anlayışlarının yanlış ve reddedilen bir anlayış olduğunu gösterir.

Nisa suresi 64. ayeti alimler şöyle izah etmişlerdir:
İbn Cerir et-Taberî bu ayetin tefsirinde şunları söyledi:
"Bununla Allah Teala şunu kastediyor: Eğer bu iki ayette nitelikleri sıralanan munafıklar -ki onlar Allah ve Rasûlunun hükmüne çağırıldıkları zaman bundan tamamen yüz çevirirler- mahkemeleşmelerinde Tağuta başvurarak, Allah'ın Kitabından ve Rasûlunün sünnetinden uzaklaşarak, büyük bir günah işlemek suretiyle nefislerine zulmettikleri zaman sana gelirlerse ey Muhammed; senin hükmünü bırakıp hükmüne razı bir vaziyette Tağuta geldikleri, böylece yapacaklarını yaptıkları zaman tevbekar olarak sana gelirlerse, günahlarından dolayı Allah'ın kendilerini affetmesini ve günahlarını örtmesini isterlerse, Allah'ın Rasûlüde onlar için Allah'tan böyle bir şey isterse... İşte "Allah'tan bağışlanma dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi" ayetinin anlamı budur." (Tefsiru't-Taberi, c. IV, s: 157)

Şam'ın alimi Muhammed Cemaleddin el-Kâsımî bu âyetin tefsirinde şöyle dedi:
"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman..." bu zulum büyük bir zulumdür. Çünkü onlar kendilerini azaba, sana itaati terkedib Tağut'un mahkemesine başvurarak munafıklık azabına attılar. Nifaktan tevbe ederek, işledikleri günahları terk ederek "sana gelseler"de bundan dolayı "Allah'tan tevbe etseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi" yani bağışlanmaları için Allah'a dua etseydi, Rasûlun istiğfarı kendi istiğfarlarının kabulü için vesile olurdu ve "Allah'ı ziyadesiyle affedici" yani tevbelerini kabul edici ve "esirgeyici bulurlardı." yani tevbenin kabulünün arkasından onlara rahmetiyle muamelede bulunurdu." (Tefsiru'l-Kasımi Mehasinu,t-Tevil, c.V, s:272)

Âlim, mufessir ve fıkıhçı Abdurrahman b. Nasır es-Sa'di bu ayetin tefsirinde şunları söyledi:
"Allah'tan tevbe etseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi" yani bağışlanmaları için Allah'a dua etseydi, Rasûlun istiğfarı kendi istiğfarlarının kabulu için vesile olurdu ve "Allah'ı ziyadesiyle affedici" yani tevbelerini kabul edici ve "esirgeyici bulurlardı." yani tevbenin kabulünün arkasından onlara rahmetiyle muamele ederdi. Peygambere bu şekilde bir geliş onun hayatına mahsus bir olaydır. Çünkü ayetin gelişi buna delâlet ediyor. Çünkü Peygamberin istiğfar etmesi ancak onun hayatında olur. Ölümünden sonra ise ondan hiçbir şey istenmez. Hatta bu şirktir." (Tefsiru'l-Kerimi'r- Rahman, fi Tefsiri Kelami'l-Mennan, Nisa suresi, 64. ayet)

Şeyhulislam İbn Teymiyye bu ayetle istidlal edenler hakkında şunları söyledi:
Ölümünden sonra ondan istiğfar taleb ettiğimiz zaman, ondan istiğfar taleb eden sahabiler konumunda oluruz, diyorlar ve bu sözleriyle sahabilerin, güzel bir şekilde onlara tabi olanların ve diğer müslümanların icmaına muhalefet ediyorlar. Çünkü onlardan hiçbiri peygamber'in ölümünden sonra kendisine şefaatçi olmasını istememiş, ondan hiçbir şey istememiş ve müslümanların muctehid alimlerinden de hiç kimse de kitaplarında böyle bir şey zikretmemiştir..."

İbn Teymiyye, Allah'tan başkasından isteme konusunda bazı bid'at türlerini sıraladıktan sonra şöyle dedi:
"Bu, İslam dininde bilinmesi zorunlu, mutavatir olarak nakledilen ve müslümanların icmaı ile sabit olan şeylerdendir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ummetine bunu meşru kılmamıştır. Aynı şekilde ondan önceki peygamberler de böyle bir şeyi meşru kılmamışlardır. Hatta ehl-i kitabın yanında da peygamberlerden nakledilmiş böyle bir bilgi yoktur. Nitekim müslümanların elinde de Peygamberlerinden bununla ilgili bir rivayet yoktur. Bunu Peygamberlerinin ashabından, ve onları en güzel şekilde izleyenlerden de hiç kimse yapmamıştır. Müslümanların önderlerinden, dört mezheb imamından ve diğer muctehid imamlardan da hiç kimse bunu hoş karşılamamıştır. Muctehid imamlardan hiç kimse, ne hac menasikinde ne de diğer ibadetlerde herhangi bir kimsenin Peygamber'den kabri başında kendisi için şefaat etmesini istemesinin veya ümmeti için dua etmesini istemesinin veya ümmetinin başına gelen dünyevi ve dini musibetleri şikayet etmesinin müstehap olduğunu zikretmemiştir." (Kaidetu'n Celiletun fi-t-Tevessul ve-l Vesile, s: 24 - 28)


3622d1367478587-menzil-ip-sahnesi-menzilin-ipi.jpg


"Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisa 17)

Günümüzde başta tevbe etmeyi Menzil’e gidinceye kadar tehir eden Sofilerin vermesi gereken cevab;

1- Evvela suçluların avf’ı dilemesi için kendisine gelmeleri zikredilen Peygamberin Allah (c.c.) tarafından gönderildiği ayetin başında bildirilmekle birlikte, avfında Allah’tan dilemesi istenmektedir. Acaba tasavvufun tevbe alanlarını da Allah mı gönderdi de vahy almaya devam etmektedirler? Ayrıca ayette avfın Allah’tan dilenmesi buyurulmuşken; “sizler gunahkar kullarsınız, Allah’tan bir şey isteyemezsiniz, sizler şeyhinizden isteyin , onlar da Allah’tan ister, böylece daha çabuk kabul olunur” itikadına sahib tasavvufta ise böyle bir şey mumkun görülmemektedir.

2- Ayetin nuzulundaki gibi Menzil şeyhinden avf dilemeyenler, Rasulullah’tan avf dilemeyenler gibi munafıklar mıdır?

3- Kendi uygulamalarının bir örneğini hangi sahabe yapmıştır?

4- Rasulullah (s.a.v.), kendisine gelen âma sahabeyle birlikte dua ediyor gözleri açılıyordu? Menzil şeyhinden böyle bir Kerâmet zûhur olduğunu, görüb duydunuz mu?


حَدِيثُ الأَْعْمَى

اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّك مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ.
فَقَدْ تَوَجَّهَ الأَْعْمَى فِي دُعَائِهِ بِالنَّبِيِّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ أَيْ بِذَاتِهِ.

A'mâ hadisi delildir.A'ma 'Allahım, Senden istiyor ve rahmet peygamberi elçin Hz. Muhammed (s.a.s.)’i vesile edinerek Sana yöneliyorum.'' diye dua etmiştir.
Reddiye :

Âmâ Hadisi

Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman b. Huneyf el Ensari (r.anh)'ten sahih olarak rivayet edilen şu hadisi delil olarak göstermektedirler.

حدثنا محمود بن غيلان حدثنا عثمان بن عمر حدثنا شعبة عن أبي جعفر عن عمارة بن خزيمة بن ثابت عن عثمان بن حنيف أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال :
ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف

قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح

Hadiste ravi şöyle anlatmaktadır:

Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: "Dua et" dedi.
Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allahım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allahım, O'nu benim için şefaatçi kıl"
(صحيح sahih hadis)
Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü)
el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)

Kabirsevici tasavvufçular, bu hadisin vefatından sonra Rasulullah (s.a.v.) araçılığıyla dua ve tevessülde bulunmaya dalalet ettiğini iddia etmektedirler.


1. ZULUM'E REDDİYE

Bu hadiste (Âmâ Hadisi) , vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'e seslenip dua etmenin ve kendisi ile tevessulde bulunmanın caiz olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Sebebi :

1- Hadiste ifade edilen Peygamber (s.a.v.)den istiğase değil bilakis Peygamber (s.a.v.) ile Allah'a yönelmektir. İsteme makamı Peygamber (s.a.v.) değil Allah'tır….


2- Hadiste anlatılan ama kimse Peygamber (s.a.v.)in zatı ile değil duası ve şefaati ile Allah'a yönelmektedir. Rasulullah'tan kendisi için dua etmesini istemiştir. Bu sebeble de O'nu benim için şefaatçi kıl" demiştir. Bu da Rasulullah'ın onun için şefaat yani (dua) ettiğini göstermektedir. Yoksa öncesinde Peygamber (s.a.v.)den herhangi bir dua ve şefaat etme olmamış olsa "Onu benim için şefaatçi kıl" sözünün hiç bir anlamı olmazdı.

Ashabı Kiram'ın örfünde, onların bildiği şekliyle Peygamber (s.a.v.) ile tevessulde bulunmak bu biçimdedir. Yani sahabi Peygamber (s.a.v.)'e gelir, O'ndan kendisi için dua etmesini ister ve sonra duasının kabul olunmasını Allah'tan dilerdi.


Sahih-i Buhari'de sabit olan bir hadis bu konuya delil teşkil etmektedir.
Buna göre Ömer (r.anh) (23/644) kıtlık zamanında yağmur yağması için Abbas b.Abdulmuttalib (32/652) r.a. ile yani onun duası ile tevessülde bulunur ve "Allahım biz sana (Hayatta iken) peygamberin ile tevessül ederdik de yağmur yağdırırdın. Şimdi de peygamberinin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur nimetini bahşet"
(صحيح sahih hadis - Buhari (No: 1010, 3710) Enes b Malik r.a. den) derdi ardından yağmura kavuşurlardı.


3- Eğer onların söylediği gibi Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile tevessül etmek caiz olsaydı ama zat Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gitmeye ihtiyaç duymaz, aksine kendi evinde Rasulullah (s.a.v.) ile tevessül etmek suretiyle dua ederdi.

Âmâ olan Sahabi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, sadece kendisine dua etmesi için geldi. "Allah'a dua et de gözlerimi iyileştirsin" diye dua etmesi bunu gösteriyor.

Yani O, Allah Azze ve Celle'ye, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessülde bulunmuştu. Çünkü O kimse biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.)'in duası, diğerlerinin duasına nazaran daha çok kabule layıktı. Eğer âmânın amacı Rasulullah (s.a.v.)'in makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Rasulullah'ın yanına gelerek O'ndan dua istemezdi; buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup, "Allah'ım, Nebi'nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneliyorum. Sana yalvarıyor, bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum" diye dua ederdi. Fakat o bunu yapmadı. Neden ?
Çünkü O bir Arab'tı ve Arab dilinde tevessulun ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordu.
Biliyordu ki, bu duayı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessul ettiği insanın adını anar. Bu duanın aksine, kesin bir şekilde kendisinde Kitab ve Sünnet ilmi bulunan salih bir kimseye gidilip istenmesi gerekir.
İşte bu durum onun Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna sadece Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için dua etmesi gayesiyle gittiğini açıkça göstermektedir.


4- Vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in zatı ile tevessulde bulunmak caiz olsaydı, sahabe böyle bir uygulamada bulunurdu. Ashabın böyle bir uygulamayı güç yetirdikleri ve gereklilik bulunduğu halde terk etmiş olmaları bu tür bir tevessülün sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir.
Bu nedenden ötürü kıtlık zamanlarında sahabe-i kiram Abbas b. Abdulmuttalib (r.anh)'ın duası, Muaviye b. Ebi Sufyan ile ed-Dahhak b. Kays (r.anhuma) , Yezid b. el-Esved el-Cureşi'nin duasıyla tevessulde bulunmuşlardır.

Şubhe sahiplerinin biri çıkıp istidrakte bulunarak Beyhaki'nin aynı hadisi rivayet ettiğini ve bu hadiste Osman b. Huneyf (r.anh)'ın Osman b. Affan (r.anh) zamanında yani, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sözü geçen ama hadisine dayanarak bir adama bu şekilde dua etmesini emrettiği ifade edilmektedir ( ضعيف الإسناد Zayıf Eser- Taberani el Mu'cemu'l-Kebir (9/No:8311) El Muce's-Sağir (Er-Ravdu'd-Dani No: 508) Beyhaki Delailu'n Nubuvve (6/168) şeklinde bir itirazda bulunursa cevaben şöyle denir.

İlk olarak bu ziyade munkerdir, mahfuz değildir. Şebib b. Said el Habati adındaki bir ravi tarafından teferrüden rivayet edilmiştir. Bu ravinin çok sayıda munker rivayeti bulunmaktadır. En düzgün hadisi oğlunun kendisinden Yunus b Yezid el Eyli nushasından Zuhri kanalıyla yapmış olduğu rivayettir. Konu edilen hadis ise bu nüshadan bile değildir.

Ayrıca işaret edilen ravi kendisinden daha sika olan Şu'be ve Hammad b. Seleme'ye muhalefet etmektedir. Çünkü bu iki ravi sözü edilen ziyadeyi zikretmemektedirler. Dolayısıyla bu ziyadenin Şebib b Sa'id el-Habati'nin munkerlerinden olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci olarak bu gibi rivayetler, kıssa sahih olsa bile bu, şer'i bir hususun subutu için yeterli sayılmaz.
İbadet, ibaha, vucub veya tahrim ile alakalı bir şeyde sahabilerin birinden rivayet edilip de diğer sahabilerin muvafakat göstermediği ve Peygamber (s.a.v.)'den sabit olanın da ona muhalefet edip muvafakat etmediği durumda da aynısı geçerlidir.
Böyle bir uygulama Müslümanlar tarafından uyulması zorunlu olan bir sünnet kapsamında değerlendirilemez.


5- Rasulullah (Sallallhu Aleyhi ve Sellem), hem âmâya dua edeceğini vaadetmiş, hem de ona, nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
"Dilersen sana dua ederim, dilersen sabredersin ve bu senin için daha hayırlı olur."
Bu ikinci emir, Rasulullah (s.a.v.)'in, Rabb'inden rivayet ettiği bir hadistir:
"Ben kulumu iki sevgilisiyle (gözüyle) imtihan ettiğimde sabrederse, Cennet'te onun karşılığını ona veririm"
(Buhari, Enes'ten rivayet etmiştir. El-Ehadis es-Sahiha: 2010)


6- Âmânın ısrarla "bana dua et" demesi, Rasulullah (s.a.v.)'in ona dua ettiğini gösterir. Zira O, vaad edenlerin en hayırlısıdır.
Biraz Önce geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.) onun için dua edeceğine söz vermişti. Âmâ ise duada ısrar ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) de bu ısrar karşısında ona dua etti. Böylece âmânın muradı oldu.
AllahRasulu (s.a.v.) merhametinden ötürü âmâya yapması gerekeni ısrarla gösterdi ki, Allah Azze ve Celle onun duasını kabul etsin. Meşru olan ikinci tür tevessüle başvurmasını ona tavsiye etti. Bu ikinci tür tevessül, daha önce açıkladığımız gibi, salih amel ile tevessülde bulunmaktır.
Rasulullah (s.a.v.), bununla ona daha büyük bir hayrın ulaşmasını diliyordu. Bunun için de ona abdest almasını, iki rekat namaz kılarak kendisi için dua etmesini söyledi. Bu amellerin hepsi Allah Subhanehu ve Tealaya itaattir.
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua etmeden o bu ameli işliyor. Bu amel de "O'na vesileyi arayınız" hükmüne dahildir.

İşte böylece Rasulullah (s.a.v.) sadece âmâya dua etmekle yetinmedi, üstelik onu Allah Azze ve Celle'ye itaat ve yakınlık ifade eden amellerle meşgul etti.
Böylece mesele her yönüyle tamamlanarak, Allah Teala'nın rızasına daha yakın olmasına çalışılmıştır. Böyle olunca da onların zannettiklerinin aksine, olayın tamamı "dua" etrafında dolaşmaktadır.

Hadisi çarpık itikad sahibi tasavvufçulara uygun hale getirmeye çalışan Şeyh el-Gimari ya gafildir, ya da gafil gibi davranmaya çalışıyor.
Çünkü el-Misbah adlı eserinde (sh. 24) şöyle diyor: "Dilersen dua ederim, dilersen senin edebileceğin bir duayı sana öğreteyim."

Bu tevil, hadisin başı ile sonunun uyuşması için gereklidir."
Ben de bu tevilin batıl olduğunu söylüyorum. Çünkü batıl oluşunun birçok yönü vardır.

Temiz Akıl sahibleri Dikkat edelim:

Âmâ kişi O'ndan kendisi için dua etmesini ister. Kendisine dua etmeyi öğretmesini değil!..
Rasulullah (s.a.v.) ona "dilersen sana dua ederim" dediğine göre, Rasulun ona dua etmesi kesinlik kazanmış oluyor. Bu, hadisin sonuyla uyuşan bir anlamdır.
Yine görüyoruz ki, el-Gimari, hadisin sonundaki "Allah'ım! O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl!" sözüne hiç değinmiyor. Zira bu ifade daha önce de söylediğimiz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülün apaçık bir isbatıdır.

Rasulullah (s.a.v.) 'in âmâya öğrettiği dua : "Allah'ım! Onu benim için şefaatçi kıl." (Bu cümle Ahmed b. Hanbel'in Musned'indedir. El-Hakim de onu nakleder. İsnadı sahihtir.)

Bu ibareyi, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, makamına veya haklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü bu cümledeki anlam; "Allah'ım, benim hakkımda gözlerimin iyileşmesi için O'nun şefaat ve dualarını kabul et" şeklindedir.

Şefaat, lugatta dua demektir.
Bu da hem Rasulullah (s.a.v.), hem de diğer rasuller için kıyamet günü sabit olan şefaattir. Bu da bize göstermektedir ki, şefaatten daha özel birşeydir.
Şefaat ise, ancak iki kimsenin olmasını gerektirir. Bu da, birisinin diğerinden, kendisine şefaatçi olması için dua etmesini istemesidir. Bu, başkasına şefaat etmeyen kimsenin haline benzer. Lisanu'l-Arab'da şöyle denir;
"Şefaat; şefaatçi olacak olanın, bir sultana veya padişaha, bir başkasının ihtiyacının görülmesi için aracılık etmesidir. Başkası için şefaat taleb eden kimse, bununla, istenen şeyin elde edilmesine vasıta olur. Denilir ki, falan kimse, falan için falancanın şefaatini diledi, o da ona şefaatte bulundu ve beni şefaatçi kıldı."
Bununla, Âmânın, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına değil, duasına tevessül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Rasulullah (s.a.v.)in âmâya öğrettiği "beni de O'nun için şefaatçi kıl", yani "benim de O'nun hakkındaki şefaatimi kabul et" sözü (Bu cümle hadiste sahih olarak varid olmuştur. Ahmed ve el-Hakim bunu rivayet etmişler ve ez-Zehebi de sahih olduğuna muvafakat etmiştir. Bu, tek başına bile kesin bir hüccettir. Zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır. Ancak, bazı yazarlar son zamanlarda zat ile tevessüle cevaz verirler. Anlaşılan odur ki, onlar bu gerçeği bilmelerine rağmen, bu kanaati zikretmektedirler.Ayrıca onlar, hadiste bundan önceki "Allah'ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" cümlesini naklettiler. Bu da onların nakildeki güvenilirliklerinin delilidir. Onlar bu cümleyi zat ile tevessüle delil göstermektedirler. Ancak, okuyuculara bunun nasıl delil olduğunu açıklamaktan kaçınıyorlar.) "O'nun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et" demektir.

İşte böyle bir bir mana taşıdığından dolayı, bize muhalif olanların bu cümleye uzaktan veya yakından temas etmediklerini görürsünüz. Çünkü bu cümle, onların düşüncelerini temelden yıkmakta, kökünden sökmektedir.

Bunu onlara söylediğiniz zaman size bayılacakmış gibi bakarlar. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), âmâ hakkındaki şefaati anlaşılan bir şeydir; ancak âmânın Rasulullah hakkındaki şefaat; nasıl olur? Bu sorunun onların yanında asla cevabı yoktur.

Onların bu cümleyi anlamadıklarına dair delile ve onların batıl tevillerini anlamaya gelince; onların dualarında, "Allah'ım, Nebi'ni benim için şefaatçi kıl, beni de O'nun hakkında şefaatçi kıl" cümlesini söylemediklerini görürsünüz.


Sonra el-Gimari şöyle der:
"Allah Rasulu'nün âmâya dua ettiğini düşünsek bile bu, hadisin başkasına da genellenmesine engel değildir."

Bu apaçık bir saçmalıktır. Çünkü hadisin, dua halinde âmânın dışındaki kimseler için genellenmesine bir engel olmadığını inkar eden kimse yoktur.
Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'in, ölümünden sonra kendisine ihtiyaçları için tevessülde bulunanlar hakkında dua bilinmediği için, onlar bu şekilde doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessül etmiş olmamaktadırlar. Bundan dolayı, hükümde ihtilaf sözkonusudur.
EI-Gimari'nin bunu söylemesi, onun aleyhinde bir huccettir.



7- Bu hadisi alimler, Rasulullah (s.a.v.)'in mucizelerinden olarak görürler.
Rasulullah (s.a.v.)'in kabul edilen bir duasını beyan eden hadis, Allah Azze ve Celle'nin, O'na duasıyla ne harikulade işlerin kolaylaşmasını ikram ettiğini de göstermektedir. İnsanların O'nun duasıyla hastalıklardan iyileşmesi gibi. Allah Teala, O'nun duasıyla âmânın gözlerini de iyileştirmiştir.

Bu nedenle "Delailu'n - Nubuvve" adlı kitabında el-Beyhaki ve diğer bazı alimler, bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu da âmânın şifa bulmasının sırrının, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğuna delildir.
Körlerden Allah Azze ve Celle'ye ihlasla dua ederek şifa isteyip de herhangi birinin şifa bulup bulmamasına bakılırsa, dediklerimizin doğruluğu anlaşılır. Bugün herhangi bir körün bu yöndeki bir duası kabul olmamaktadır. Bu da, hadiste geçen âmânın gözlerinin iyileşmesinin, Rasulullah (s.a.v.)in duasıyla olduğunu gösterir. Yoksa, âmânın gözlerinin iyileşmesindeki sır O'nun, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, Allah-Azze ve Celle katındaki makamına veya hakkına tevessül değildir. Eğer zata tevessülden dolayı iyileşmiş olsaydı, ondan başka körlerin de Rasulullah (s.a.v.)'in makamına, haklarına veya zatına tevessül etmelerinden dolayı gözlerinin iyileşmesi gerekirdi.

Böyle bir görüşü savunanlar kimi zaman da diğer bütün Peygamberlerin, velilerin, şehidlerin, salihlerin ve Allah Teala'nın katında bir makam ve değer sahibi olan herkesin, ayrıca meleklerin, insan ve cinlerin hepsine tevessülü de buna eklemektedirler.
Şimdiye kadar biz böyle birşey bilemediğimiz gibi; herhangi bir kimsenin de Rasulullah (s.a.v.)in ölümünün üzerinden bunca asır geçmiş olmasına rağmen, böyle bir şeyin meydana geldiğini bildiğini zannetmiyoruz.

Eğer kıymetli araştırıcı kardeşler izah etmeye çalıştığımız âmâ hadisinin sadece Rasulullah(s.a.v.)in duasına tevessülle ilgisi olduğu, kesinlikle zata tevessülle bir ilgisi olmadığı anlaşılırsa; âmânın, "Allah'ım, ben senden diliyorum ve senin Nebin Muhammed ile sana tevessülde bulunuyorum" sözünün anlamının ve maksadının da "sana Nebin Muhammed'in duasıyla tevessülde bulunuyorum" demek olduğu anlaşılacaktır.

Bu, kendisine izafe edilen cümlenin hafzı demek olup, Arap dilinde bilinen birşeydir. Tıpkı, Kur'an'da geçen "istersen bulunduğun köye ve beraber olduğumuz kafileye sor" ayetinde olduğu gibi.
Yani, "köyün ahalisine" ve "kervanın sahiplerine" demektir.
Biz ve bize muhalif olanlar, cümlede "tamamlayan"ın kaldırılmış olduğunda hemfikiriz. Bu da tıpkı, Ömer (Radıyallahu Anh)'ın, Abbas (Radıyallahu Anh)'ın duasına tevessülü gibidir.
Ancak, bu hadisteki anlamın; "ben sana, Nebi'n Muhammed'in (makamı) ile yöneliyorum" veya "Ey Muhammed, ben senin zatın veya makamın ile Rabb'ime yöneliyorum" şeklinde yorumlanması yanlıştır.
Hadisteki anlamın, "Rabb'im, ben sana Nebi'n Muhammed'in duası ile yöneliyorum" veya "ey Muhammed, ben senin duan ile Rabb'ime yöneldim" sözlerinden birisi olduğunu, bu hadis veya bir başka hadisin delil oluşundan ötürü kabul etmemiz gerekir.
Zira, bu sözün siyakında Rasulullah (s.a.v.)'in makamına açıkça işaret eden veya buna delalet eden herhangi birşey yoktur.

Onların "makam ile tevessül" şeklindeki düşünce ve yorumlarına ne Kuran'dan, ne Sünnet'ten ve ne de Sahabe'nin sözlerinden bir tek delil vardır. Böylece, onların tercih edilecek bir yeri olmayan takdir ve yorumların kendiliğinden sakıt olmaktadır.


Burada hatırlatılması gereken bir diğer mesele de; eğer o kör (ama) Sahabi hadisi, olduğu gibi zahirine hamledilse bile, ki bu da Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessüldür, bu ifade kendisinden sonra gelen "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de Ona şefaatçi kıl" cümlesini iptal edip anlamsız kılar.
Bu da, bilindiği gibi caiz değildir. Öyleyse geriye, bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor.
Bu da olsa olsa, ancak tevessülün dua ile olduğunu ortaya koyar. Böyle bir durum, hadisten anlaşılan şeyin ne olduğunu bize İspat etmiş olur. Dolayısıyla, hadisi zat ile tevessüle delil göstermeye çalışanların delil-lendirmeleri geçersiz kalmış olur.

Buna rağmen diyorum ki, ama'nın Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessül etmesi sahih olsa bile, bu ancak O'nun zatına özgü bir hüküm olmuş olur. Ne Peygamberlerden, ne de salihlerden hiç kimse, Onun bu durumuna ortak olamaz.
Onları AllahRasulü(s.a.v.)'in hükmüne dahil etmeyi, doğru ve sağlıklı olan bir düşüce kabul etmez. Çünkü O, onların seyyidi ve en faziletlilerindendir.
Birçok salih haberde bize geldiği gibi, bu Özellik, Allah Subhanehu ve Teala'nın, Rasulullah (s.a.v.)i diğer Peygamberlere karşı faziletli kıldığı birşey olabilir ilgili meselelere kıyas müdahale edemez.
Kim körün Rasulullah (s.a.v.)in zatı ile Allah Azze ve Celle'ye tevessül ettiğini söylüyorsa, yapması gereken, orada durmaktır.
İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam'dan da benzeri sözler nakledilmiştir.
İşte bu, bilimsel araştırmanın insafla beraber gerektirdiği şeydir. Doğruya eriştiren Allah Azze ve Celle'dir.


Bir Uyarı

Âmâ hadisiyle ilgili olarak bazı rivayet yollarında iki ziyade vardır. Bu ziyadelerin zayıflığını ve garibliğini açıklamak bir zorunluluktur. Ta ki okuyan kimse bu iki ziyade hakkında bilgi sahibi olsun ve bununla gerçeğin ve doğrunun aleyhine delil getirmek isteyenlere aldanmasın.

Hadisteki 1. Fazlalık:

Hammad b. Seleme'nin ziyadesidir.
Hammad b, Seleme diyor ki; "Ebu Cafer el-Hatmi bunu bize rivayet etti."
Tıpkı Şu'be'nin rivayetine benzer bir şekilde isnadından söz etti. Hakeza metin de böyledir. Ancak o kısmen de olsa metni kısaltmıştır. Hadisin sonundaki "Nebini gözümün bana geri verilmesinde şefaatçi kıl" lafzından sonra ziyade olarak, "eğer herhangi bir İhtiyaç olursa bunun gibi yap" lafzı vardır. Bunu Ebi Bekir b. Hayseme "Tarih"inde rivayet eder. Bunu kendisine Muslim b. İbrahim'in, ona da Hammad b. Seleme'nin söylediğini yazar.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye, "el-Kaidetu'l-Celiyye"de (sh. 102) bu ziyadenin illetli olduğunu söyler. Sebebi de, Hammad b. Seleme'nin bu hadisi tek başına rivayet etmesi ve Şu'be'nin rivayetine de muhalif olmasıdır. Şu'be ise, bu hadisi rivayet eden ravilerin en güvenilirlerindendir. Hadisteki bu illetin tesbiti hadis kaidelerine uygun olup, kesinlikle aykırı değildir.

El-Gimari'nin "eI-Misbah"da (sh. 30) Hammad b. Seleme için "O Sahih'in ricalindendir. Sikadır. Sikanın hadiste zikrettiği ziyade makbuldür" demesi, ya onun hadis ıstılahında belirtilmiş olan şeyden gafil olmasından, veya kasıtlı olarak bilmiyor gibi davranmasmdandır. Zira hadis ıstılahında bilinen bir şart vardır, o da ravinin kabulü için, kendinden daha güvenilir raviye muhalefet etmemesi gerekir.

İbn-i Hacer "Nuhbetu'l-Fiker" adlı eserinde, "hadiste fazlalık, ravinin kendisinden daha güvenilir olanın rivayetine aykırı olmadığı zaman makbuldür. Daha tercih edilene aykırı olursa, tercih edilen, daha iyi korunan rivayettir. Bunun karşıtı da "söz" olur." der. İşte bu şart, burada sözü edilen ziyade için yoktur.
Çünkü Hammad b. Seleme, Müslim'in ricalinden olsa bile, onun hadis ezberinde Şu'be'den daha zayıf olduğunda şüphe yoktur. Bunu daha iyi anlamak için, alimlerin bu konuda yazdıkları kitaplara bakmak yeter.

Birincisini ez-Zehebi, "el-Mizan"da zikretti.
Ez-Zehebi, ancak kendileri hakkında konuşulmuş olanları ve sika (güvenilir) oldukları halde rivayetlerinde evham bulunanları zikreder. Halbuki O, kitabında Şu'be'ye kesinlikle yer vermemiştir.
Öte yandan, Hammad ile Şu'be'nin hayatı hakkında İbn-i Hacer'in "eI-Takrib"de yazdıklarını iyice düşünenler, aradaki farkı daha iyi anlarlar.
O diyor ki; "Hammad b. Seleme güvenilir ve ibadet sahibi olan bir kişidir. Güvenilir olanların en güveniliridir. Hayatının sonunda hıfzı değişmiştir."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Şu'be İbnu'l-Haccac güvenilir, hafız ve hadisi çok iyi bilen bir insandır. Es-Sevri, O'na, "hadiste emiru'l-muminin" derdi. Irak'ta ilk kez hadis ricali hakkında araştırmada bulunan ve Sünnet'i savunan O'dur. İbadet ehli bir İnsandı."

Bu bilgilere sahip olduktan sonra anlarız ki, Hammad b. Seleme'nin bu hadiste Şu'be'nin aksine olarak zikrettiği ziyadesi makbul değildir. Çünkü onun bu rivayeti, kendisinden daha güvenilir olan ravinin rivayetine aykırıdır. Böylece bu, şaz bir rivayet olmaktadır. Tıpkı İbn-i Hacer'in biraz yukarıda işaret ettiği gibi. Olabilir ki, Hammad bu ziyade lafzı ezberinin zayıfladığı bir dönemde rivayet etmiştir. Dolayısıyla hataya düşmüştür.

Ahmed b. Hanbel de rivayetinde sanki bu fazlalığa değinmiş gibi. O bu hadisi Muemmel (İsmail) yoluyla Hammad'dan rivayet etmektedir.
Bunu Şu'be'nin rivayetinden sonra zikretmesine rağmen, hadisi lafzıyla ele almamıştır. Aksine, doğrudan doğruya Şu'be'nin rivayet ettiği lafzı esas alıyor.
Hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: "Muemmel'in Hammad'dan rivayetinde fazlalık olması muhtemeldir."
Bunun için İmam Ahmed de, diğer hafızların âdeti olduğu gibi, bu rivayeti diğerine havale ettiğinde, havale edilen rivayetteki fazlalığı belirttiği gibi, işaret etmedi.

Sözün Özü şudur:
Hadisteki ziyade şâz olduğundan dolayı sahih değildir. Olsa bile, Rasulullah (s.a.v.)'in doğrudan zatına tevessüle delil olamaz. Çünkü, "bunun gibi yap" sözünün anlamının, "hayatında iken yine çıkıp Rasulullah (s.a.v.)e gelmesi, O'ndan dua isteyip tevessül etmesi, sonra da abdest alıp Allah Rasulü (s.a.v.)'in kendisine emrettiği gibi namaz kılıp dua etmesi" şeklinde olması da muhtemeldir. Allah Subhanehu ve Teala daha iyi bilir.


Hadisdeki 2. Fazlalık :

Osman b. Afvan Radıyallahu Anh'a tevessül edip ihtiyacını gören bir kimsenin durumunu anlatan bu ziyadeyi Taberani "el-Mu'cemu's-Sağir"de (sh. 103-104) ve "el-Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir. Rivayet zinciri şöyledir: Tabera-ni, Abdullah b. Vehb'den, O Şebib b. Said el-meki'den, O Ruh İbnu'I-Kasım'dan, O Ebu Ca'fer el-Hatmi el-Medeni'den, O Ebu Umame b. Sehl b. Hanifden, o da amcası Osman b. Haniften rivayetle şöyle diyor:

Bir adam vardı. Sık sık Osman'a gelir, fakat Osman onun ihtiyacına bakmazdı. Adam, Osman b. Hanif'Ie karşılaşınca durumu O'na şikayet etti.
Osman b. Hanif O'na, abdest yerine gidip abdest almasını, sonra mescide gidip iki rekat namaz kılmasını, sonra da; "Allah'ım, ben seni diliyor ve senin Nebi'n, rahmet Nebi'siyle tevessülde bulunuyorum. Ey Muhammed, ben seninle, Rabb'im Azze ve Celle'ye ihtiyacını görmesi için yöneldim" diye dua ederek ihtiyacını zikretmesini söyledi.
Adam da bunu yerine getirdi.
Sonra O'na dedi ki; "benimle beraber gel, Osman'a gidelim." O adam da Osman b. Hanif'le beraber Osman b. Afvan'ın kapısına geldi.
O'nu gören kapıcı, geldi, elinden tutup Osman'ın yanına götürdü ve minderin üstüne oturttu.
Osman b. Afvan O'na, "ihtiyacın nedir?" diye sordu.
Adam da ihtiyacını O'na söyledi. Osman da onun ihtiyacını giderdi. Sonra adama, "bu ana kadar senin ihtiyacını görmeyi hatırlayamadım. Eğer bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel" dedi.
O adam Osman b. Afvan'ın yanından ayrılınca Osman b. Hanif'le karşılaştı. O'na, "Allah senden razı olsun! Sen O'nunla konuşuncaya kadar O bana hiç bakmıyor ve ne demek istediğimi anlamıyordu" dedi.
Osman b. Hanif, "vallahi ben O'nunla konuşmadım" dedi. Sonra şöyle devam etti:

- Ben Allah Rasulu zamanında O'na kör bir adamın gelip şikayetlendiğini, sonra da iyileştiğini gördüm.
Allah Rasulu sana dediğimi ona söyledi, o da bunu yaptı ve gözleri iyi oldu.
O adam Allah Rasulune, "ey Allah'ın Rasulu! Ben kör bir insanım. Elimden tutup bana yol gösterecek olan kimsem yok. Çok zorlanıyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.)de ona şöyle söyledi.
"Abdest alma yerine git, abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Sonra şu dualarını et."
Osman b. Hanif bu olayı anlatırken diyor ki; "vallahi biz daha oradan ayrılmamış ve aradan fazla vakit geçmemişti ki, o adam yanımıza sanki hiç kör değilmiş gibi çıkageldi."

Taberâni diyor ki: "Bunu Ruh İbnu'l-Kasım'dan Şebib b. Said, O'ndan da Ebu Said el-Mekki rivayet etmiştir. Güvenilirdir.
Ahmed b. Şebib ve babasından, Yunus b. Yezid el-Eyli'den hadis rivayet eden O'dur. Bu hadisi Ebu Ca'fer et-Hutami'den (adı Umeyr b. Yezid'dir) Şu'be rivayet etmektedir.
O güvenilirdir. Şube'den de bunu tek başına Osman b. Ömer b. Faris rivayet etmiştir. Hadis sahihtir."

Bu hadisin sahih olduğunda şek yoktur. Ancak burada söz konusu olan, et-Taberani'nin de dediği gibi, Şebib b. Said'in naklettiği kıssadır.
Şebib denen bu adam, hakkında konuşulmuş bir kimsedir. Özellikle İbn Vehb'in ondan rivayetinde... Ancak, onu Şebib yoluyla İsmail ve Ahmed (Şebib b. Said'in oğulları) takib etmişlerdir. Yalnız bu İsmail denen kimseyi tanımıyorum ve ondan söz eden bir kimseyi de görmedim. Hatta öyle ki, babasından hadis rivayet edenler arasında bile sayılmadı. Ancak onun kardeşi Ahmed doğru birisidir.
Babası Şebib'e gelince, onun hakkında söylenen sözün özü;
"o güvenilirdir, yalnız ezberinde zayıflık vardır." şeklindedir.
Sadece oğlu Ahmed'in ondan ve Yunus'tan rivayeti hüccettir. Ez-Zehebi "el-Mizan"da, "O saduktur, garib hadisler rivayet eder" der.
İbn-i Adiyy de el-Kamil'de; "Onun Yunus b. Yezid'den rivayet ettiği düzgün bir nüshadır. İbn Velid bazı münker rivayetlerin yanında ondan da hadis nakleder" der.
İbnu'l-Mediyni diyor ki; "Mısır'a ticaret için gidip gelmekteydi. Onun nüshası (kitabı) sahihtir, Onu oğlu Ahmed'den alarak yazdım."
İbn-i Adiyy de şöyle der: "Şebib hıfzından konuştuğu zaman hem karıştırıyor, hem de hata ediyordu. Dilerim ki bunu kasıtlı olarak yapmamıştır. Oğlu Ahmed, Yunusun hadislerini ondan rivayet ettiğinde, sanki Yunus'muş gibi güzelce rivayet eder."

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib'in rivayeti iki şartla kabul edilir:

Birinci Şart: Rivayetin, oğlu Ahmed'in ondan yaptığı rivayet olması gerekir.

İkinci Şart: Şebib'in Yunus'tan yaptığı rivyet olmasıdır. Bunun sebebine de gelince; yanında Yunus b. Yezid'in kitaplarının bulunmasıydı.

İbn Ebi Hatim, "Ec-Cerhu ve't-Ta'dil" adlı kitaında onun babası için şunu söyler:
"O, kitaplarından hadis söylediğinde güzel hadis rivayet eder. İbn Adiyy'in dediği gibi, ezberinden konuştuğunda ise, İbn-i Vehb'in değil, oğlu Ahmed'in rivayeti olması şartıyla, rivayetinde herhangi bir sakınca yoktur."

İbn-i Hacer' de "et-Takrib" adlı eserinde onun hayatını anlatırken böyle söyler. Zira o tartışmalıdır. Çünkü o, oğlu Ahmed'in babasından hadis rivayetinde "kesinlikle bir sakınca olmadığı"nı söylemekle vehimde bulunmuştur. Aslı böyle değildir. Aksine, Ahmed'in böyle bir rivayetinin sahih olabilmesi için, mutlaka kendisinin bizzat Yunus'tan rivayet etmesi şartı vardır. Bu şartı, İbn-i Hacer'in işaretiyle anlıyoruz. Zira İbn-i Hacer, Şebib'i, Buhari'nin tenkid edilen ravileri arasında saymıştır.
(Fethu'l-Bari, Mukaddime, 5:133)

Daha sonra, İbn-i Adiyy'in de onun hakkındaki sözlerini naklederek, onun güvenilir olduğunu söylemiş ve Onu tenkitten kurtarmak istemiştir.
Diyor ki; "Buhari, oğlunun ondan ve Yunus'tan yaptığı rivayetleri kabul etmiştir. Ancak, Yunus'tan, başkasından rivayet ettiği hadislerini almadığı gibi, îbn-i Vehb'in de ondan rivayetlerini almamıştır."
Bu şekilde onun tenkidi, Yunus'tan başkasından rivayet etmesi şartına bağlanmıştır. Velev ki oğlu Ahmed yoluyla gelmiş olsa da. Biraz önce değindiğimiz gibi, doğru olan da budur.

Bu noktada, İbn-i Hacer'in "et-Takrib"deki her iki sözünün arasındaki çelişkinin kaldırılması, bu sözlerin arasının bulunması gerekmektedir. Bundan da, hem bu kıssanın, hem de onu delil göstermenin zayıflığı ortaya çıkmış oluyor.

Bunun ardından, rivayet hakkında bir diğer illetle karşılaştım. O da, rivayet konusunda Ahmed'in de tartışılmasıdır.
İbnu's-Sunni bu rivayeti, "Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyf'de (sh. 202), el-Hakim "el-Mustedrak"te d/562), Şebib'in oğlu Ahmed'den üç yolla rivayet etmektedir.
Ayrıca Avn b. Umare el-Basri diyor ki, "İbnu'l-Kasım bunu bize rivayet etti." (El-Hakim rivayeti) Fakat Avn denen bu kişi zayıftır. Ancak rivayeti, Şu'be, Hammad b. Seleme ve Ebu Ca'fer el-Hutami yoluyla gelen riveyete uygun olması nedeniyle daha iyidir.

Sözün özü, bu kıssa gerçekten üç sebepten dolayı zayıf ve çirkindir:

1- Bu hadisi tek başına rivayet eden kimsenin zayıflığı,

2- O'nun hakkında ihtilaf edilmiş olması,

3- Hadisi rivayet edenlerin, güvenilir hadis ravilerinin rivayetlerine aykırı hadis rivayet edip, onun adını zikretmemeleri.

Bu nedenlerden bir tanesi bile, sözkonusu rivayetin kabul edilmemesi için yeter.

Ne garip bir taassup veya hataya uymaktır ki; Şeyh El-Gimari bu rivayetleri "el-Misbah" adlı eserinde (sh. 12,17) Beyhaki'nin "Delailu'n-Nubuve"sine ve et-Taberâni'ye atıfta bulunarak nakletmiştir. Daha sonra da bir kez olsun bu rivayetlerin sahihliği veya zayıflığı üzerinde tek bir söz bile söylememiştir. Nedeni gayet açık. Bu rivayetleri sahih göstermeye gelince, bunun imkanı yoktur. Ancak, rivayetlerin zayıflığını iptal mümkündür.
Ancak, "el-İsabe" (sh. 21-22) hakkında konuşanlar da bu rivayet hakkıda doğruyu bulamamışlardır. Buna rağmen, "bu hadis, et-Taberani, el-Mu'cemu's-Sağir ve el-Kebir'de sahihtir" diyebilmişlerdir. Bu söz önemsiz olmasına rağmen, birkaç yönden cehaletle doludur:

1-Taberani, bu hadis için "sahih" dememiştir. Aksine, sadece "es-Sağir"de böyle demiştir. Onlar hadis ilmini bilmedikleri için, vasıtalar aracılığıyla hadisi rivayet etmektedirler. Biz ise, hadisi doğrudan doğruya kaynağından aldık. "Kim denize ulaşırsa, su çeken dolaplara muhtaç olmaz."

2- Taberani bu kıssaya değil, sadece hadise "sahih" demiştir. Daha önce buna değinmiştik. "Şu'be de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadis sahihtir" sözüyle, Şu'be'nin hadisini kastetmiştir. Şu'be ise bu kıssayı rivayet etmemiştir. Öyleyse et-Taberani kıssayı sahih görmemiştir. Bu nedenle hüccet olamaz.

3- Osman b. Hanifin kıssası sabit olsa bile, Osman b. Hanif o adama kıssadan anlaşıldığı kadarıyla nasıl dua edeceğini tam olarak öğretmemiştir. Zira o duadan, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" sözünü çıkarmıştır.
Zira o, Arabca bilgisi gereği biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.), o duayı yalnız o kör adam için yapmıştı. Bu adam için aynı dua söz konusu olmadığına göre, bu cümleyi zikretmedi.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle diyor:
"Bilinen bir şeydir ki, bir kimse Allah Rasulunün ölümünden sonra, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" dese bile, Rasulullah bu kimse için herhangi bir duada bulunmamıştır. Öyleyse, onların sözleri batıldır.
Osman b. Hanif o kimseye Allah Rasulü'nden birşey istemesini söylemediği gibi, "O'nu buna şefaatçi kıl" demesini de istememiştir. Daha doğrusu, bu rivayet edilen duayı olduğu gibi okumasını ona söylememiştir. Ancak bu duanın sadece bir kısmını okumasını söylemiştir.
Burada Nebi'den ne bir şefaat söz konusudur ve ne de şefaat zannedilen bir şey vardır. Velev ki o, "O'nu bana şefaatçi kıl" dese bile, bunun bir anlamı yoktur. Bunun için Osman, bunu emretmedi. Onun o adama söylediği dua, Allah Rasulunden gelen dua değildir. Böyle şeylerle Şer'i olan bir amel kanıtlanamaz. Tıpkı bazı Sahabilerden gelen, ancak diğer Sahabilerin muvafakat etmedikleri, ibadetlerin güzelliği, mubah, vacib veya haram olan ameller hakkındaki haberler gibi."

Bu da yine, Rasulullah (s.a.v.)den rivayet edilenlere aykırı olan bir haber olması şartına bağlıdır. Böyle olunca da bu şekilde bir davranış, müslümanların hepsinin uyması gereken bir amel değil, aksine gayesi ictihad olan ve ümmetin üzerinde tartıştığı bir şeydir. Bunun da Allah Azze ve Celle'ye Ve Rasulullah (s.a.v.)'e götürülmesi gerekir.

Biz de biliyoruz ki, Ömer Radıyallahu Anh ve Sahabenin büyükleri, hayattayken kendisine tevessül ettikleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi vessellem'e öldükten sonra tevessulde bulunmadılar. O ölünce O'na tevessül etmediler. Bilakis kuraklık yılında kıtlık çok şiddetli bir şekilde bastırınca Ömer Radıyallahu Anh, tüm ilim ehlinin de bildiği gibi ve Ensar ve Muhacirin'in de şahid olmasıyla, insanların eline yiyecek birşeyler geçinceye kadar yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etmiştir. Sonra da "istiska"da bulunmak için Abbas (Radıyallahu Anh)'a başvurunca şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Biz kuraklık gördüğümüzde senin Nebi'n ile sana tevessulde bulunuyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi ise senin Nebi'nin amcası Abbas ile sana tevessulde bulunuyoruz. Bize yağmur ver!"

Allah Teala da onlara yağmur göndermiştir. Bütün Sahabenin kabul ettiği ve meşhur olması nedeniyle hiçbirisinin inkar etmediği dua budur. Bu, icma edilen konuların en meşhurlanndandır.

Muaviye b. Ebu Sufyan da Hilafeti döneminde böyle dua etmiştir. Eğer onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in ölümünden sonra tevessül etmek hayattayken tevessül etmek gibi olsaydı, "nasıl olur da Abbas ve Yezid İbnu'l Esved'e ve başkalanna tevessülde bulunuyoruz da insanların en faziletlisi olan Rasulullah (s.a.v.)'e tevessulu terkediyoruz? Halbuki O'na tevessul, tevessullerin en faziletlisi ve en büyüğüdür." diyerek Sahabe bunu icra ederdi. Ancak, bu sözü onlardan hiç kimse demediği ve hayattayken Rasulullah (s.a.v.)'in duasına ve şefaatına tevessul edildiği gibi, O öldükten sonra O'ndan başkasının duasına ve şefaatına tevessül ettikleri bilindiğine göre; onlar nezdinde meşru olan tevessulun kişinin zatıyla değil, duasıyla olan tevessül olduğu da bilinmiş olur.

Bununla beraber bu kıssada, düşünen akıllı bir insanın rahatlıkla görebileceği gibi, Osman (Radıyallahu Anh) gibi bir Halife'nin faziletine gölge düşüren bir cümle vardır. O da, Raşid Halife'nin, ihtiyacı olan bir adama hiç yüz vermemesidir. Bu İfade, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisinden meleklerin bile haya ettiğini söylediği ve özellikle yumuşaklığı, iyiliği ve insanlara karşı hoşgörülülüğü ile tanınmış Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakıyla uyuşmamaktadır. İşte bu durum, kıssanın sıhhatli olması ihtimalini tamamen uzak görmemize neden olmaktadır. Zira bu, Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakına ters düşen bir zulumdur.



قَوْلُهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الدُّعَاءِ لِفَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ: اغْفِرْ لأُِمِّي فَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّك وَالأَْنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِي فَإِنَّك أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Ölümünden sonra tevessülüne dair delil şudur : Nebi(sav) Hz.Ali(ra)'nın annesi Fatıma b. Esed'i toprağa verirken ''Allahım Fatıma b. Esedi benim ve benden önceki Nebilerinin hakkı için mağfiret et.Şüphesiz sen Erhamurrahimin'sin.'' diye dua etmesidir.Bu duayı Nebi(sav) bizzat kendisi yapmıştır.

Reddiye :
Bu rivayeti Ravah b. Salâh, Sufyan es-Sevri'den; O, Asım el-Ahvel'den; o da Enes'ten rivayet etti. Seneddeki Ravh b. Salâh zayıftır. O'nu cumhur da zayıf görmüştür. Hadisçilerin bildirdiğine göre o munker hadisler rivayet etmiştir.
(es-Sehsevânî el-Hindî, Siyanutu'l-İnsan, s: 128 ; el-Ensari, Tuhfetu'l-Kârî, hadis no: 1; Salih b. Abdulaziz Alu’ş-Şeyh, Hazihi Mefahimuna, s: 58; el-Elbâni, Silsiletu'l-Ehadisu'd-Daife ve'l-mevdua, no: 23)

Bu rivâyet munkerdir, (zayıf olub) batıldır.
Abdurrahman ed-Dûsiri dedi ki:
"Bu hadis dirayeten -yani mantıki yönden de- sahih değildir. Çünkü metninin biçimi, lafızlarının yetersizliği ve içindeki mubalağa onun sabit olmadığının /asılsız olduğunun ve fazlasıyla garib bir rivayet oluşunun delilidir. Ayrıca senedinde de zayıflık vardır. (es-Sehsevânî el-Hindî, Siyanutu'l-İnsan, s: 129)

Rasulullah (s.a.v.), Kendisi Kendisinden Önceki Peygamberlerin Hakkı İçin Tevessulde Bulunmuş mudur?

https://www.islam-tr.org/hadis-ve-h...cin-tevessulde-bulunmus-mudur.html#post301394




حَدِيثُ الرَّجُل الَّذِي كَانَتْ لَهُ حَاجَةٌ عِنْدَ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ: رَوَى الطَّبَرَانِيُّ وَالْبَيْهَقِيُّ أَنَّ رَجُلاً كَانَ يَخْتَلِفُ إِلَى عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فِي زَمَنِ خِلاَفَتِهِ، فَكَانَ لاَ يَلْتَفِتُ وَلاَ يَنْظُرُ إِلَيْهِ فِي حَاجَتِهِ، فَشَكَا ذَلِكَ لِعُثْمَانِ بْنِ حُنَيْفٍ، فَقَال لَهُ: ائْتِ الْمِيضَأَةَ فَتَوَضَّأَ، ثُمَّ ائْتِ الْمَسْجِدَ فَصَل، ثُمَّ قُل: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُك وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْك بِنَبِيِّك مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِك إِلَى رَبِّك فَيَقْضِي لِي حَاجَتِي، وَتَذْكُرُ حَاجَتَكَ، فَانْطَلَقَ الرَّجُل فَصَنَعَ


ذَلِكَ ثُمَّ أَتَى بَابَ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، فَجَاءَ الْبَوَّابُ فَأَخَذَ بِيَدِهِ، فَأَدْخَلَهُ عَلَى عُثْمَانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فَأَجْلَسَهُ مَعَهُ وَقَال لَهُ: اُذْكُرْ حَاجَتَك، فَذَكَرَ حَاجَتَهُ فَقَضَاهَا لَهُ، ثُمَّ قَال: مَا لَكَ مِنْ حَاجَةٍ فَاذْكُرْهَا ثُمَّ خَرَجَ مِنْ عِنْدِهِ فَلَقِيَ ابْنَ حُنَيْفٍ فَقَال لَهُ: جَزَاكَ اللَّهُ خَيْرًا مَا كَانَ يَنْظُرُ لِحَاجَتِي حَتَّى كَلَّمْتَهُ لِي، فَقَال ابْنُ حُنَيْفٍ، وَاَللَّهِ مَا كَلَّمْتُهُ وَلَكِنْ شَهِدْتُ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَتَاهُ ضَرِيرٌ فَشَكَا إِلَيْهِ ذَهَابَ بَصَرِهِ


Yine Osman Bin Huneyf radıyallahu anh’den; Bir adam, bir haceti için Osman Bin Affan radıyallahu anh’a gelir, giderdi. Fakat Osman radıyallahu anh, ona aldırış etmezdi. Derken adam, Osman Bin Huneyf ile karşılaşır ve durumu ona arz eder. Bunun üzerine Osman Bin Huneyf, ona şunları söyler; “Su kabını getir ve abdest al. Sonra mescide git ve iki rekat namaz kıl. Sonra da; “Allah’ım! Peygamberimiz, rahmet Peygamberi Muhammed (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Seninle hacetimin yerine getirilmesi için rabbime yöneliyorum” diye söyle ve ihtiyacını arz et. Sonra bana gel ve beraber Osman radıyallahu anh’ın yanına gidelim.” Nihayet adam gitti ve söylenileni yaptıktan sonra Osman Bin Affan radıyallahu anh’ın kapısına geldi. Kapıcı gelip adamın elinden tutarak, Osman R.a.’ın huzuruna götürdü ve onu sergi üzerine, Osman R.a.’ın yanına oturttu. Osman Radıyallahu anh; “Nedir hacetin?” diye sordu.

Adam hacetini söyledi ve Osman Radıyallahu anh da onun işini gördü… adam sonra Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh ile karşılaştı ve ona; “Allah seni hayırla mükafatlandırsın! Benim hakkımda sen Osman ile konuşana kadar işime bakmıyordu” dedi. Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh de; “Vallahi senin hakkında Hz. Osman(Radıyallahu anh) ile görüşmedim. Ancak a’ma bir adamın Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek duyduğu rahatsızlıktan şikayeti üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem ona; “Sabreder misin?” dediğine şahit oldum. Adam; “Ya Rasulullah! Yanımda (elimden tutarak) beni götürecek kimse yok! Bu ise benim için zor oluyor.” Dedi. Bunun üzerine buyurdu ki; “Su kabını getir ve abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Daha sonra da şu şekilde dua et;…” Vallahi biz aramızdaki konuşmanın uzaması sebebiyle henüz ayrılmamıştık, o a’ma zat, sanki daha önce hiçbir rahatsızlığı yokmuş gibi, şifa bulmuş olarak geldi.”

Bu hadise, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra da Onunla tevessül edilmesi hususunda sahabenin tatbikatını ve bunun cevazını göstermektedir.

Taberani bu rivayetin hemen ardından sahih hükmü vermiştir. Münziri ve Heysemi de sahih olduğunu ikrar etmişlerdir.

Mübarekfuri diyor ki : Şeyh AbdulĞaniy (bu hadislerle) Nebi(sav) ile hayatında da ölümünden sonra tevessül edilebileceğini söyledi.

Şevkâni'ninde buna benzer ifadeleri vardır.[/QUOTE]

Reddiye :


حدثنا محمود بن غيلان حدثنا عثمان بن عمر حدثنا شعبة عن أبي جعفر عن عمارة بن خزيمة بن ثابت عن عثمان بن حنيف أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال :
ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف

قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح

Hadiste ravi şöyle anlatmaktadır:

Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: "Dua et" dedi.
Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allahım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allahım, O'nu benim için şefaatçi kıl"
(صحيح sahih hadis)
Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü)
el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)

Kabirsevici tasavvufçular, bu hadisin vefatından sonra Rasulullah (s.a.v.) araçılığıyla dua ve tevessülde bulunmaya dalalet ettiğini iddia etmektedirler.


1. ZULUM'E REDDİYE

Bu hadiste (Âmâ Hadisi) , vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'e seslenip dua etmenin ve kendisi ile tevessulde bulunmanın caiz olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Sebebi :

1- Hadiste ifade edilen Peygamber (s.a.v.)den istiğase değil bilakis Peygamber (s.a.v.) ile Allah'a yönelmektir. İsteme makamı Peygamber (s.a.v.) değil Allah'tır….


2- Hadiste anlatılan ama kimse Peygamber (s.a.v.)in zatı ile değil duası ve şefaati ile Allah'a yönelmektedir. Rasulullah'tan kendisi için dua etmesini istemiştir. Bu sebeble de O'nu benim için şefaatçi kıl" demiştir. Bu da Rasulullah'ın onun için şefaat yani (dua) ettiğini göstermektedir. Yoksa öncesinde Peygamber (s.a.v.)den herhangi bir dua ve şefaat etme olmamış olsa "Onu benim için şefaatçi kıl" sözünün hiç bir anlamı olmazdı.

Ashabı Kiram'ın örfünde, onların bildiği şekliyle Peygamber (s.a.v.) ile tevessulde bulunmak bu biçimdedir. Yani sahabi Peygamber (s.a.v.)'e gelir, O'ndan kendisi için dua etmesini ister ve sonra duasının kabul olunmasını Allah'tan dilerdi.


Sahih-i Buhari'de sabit olan bir hadis bu konuya delil teşkil etmektedir.
Buna göre Ömer (r.anh) (23/644) kıtlık zamanında yağmur yağması için Abbas b.Abdulmuttalib (32/652) r.a. ile yani onun duası ile tevessülde bulunur ve "Allahım biz sana (Hayatta iken) peygamberin ile tevessül ederdik de yağmur yağdırırdın. Şimdi de peygamberinin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur nimetini bahşet"
(صحيح sahih hadis - Buhari (No: 1010, 3710) Enes b Malik r.a. den) derdi ardından yağmura kavuşurlardı.


3- Eğer onların söylediği gibi Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile tevessül etmek caiz olsaydı ama zat Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gitmeye ihtiyaç duymaz, aksine kendi evinde Rasulullah (s.a.v.) ile tevessül etmek suretiyle dua ederdi.

Âmâ olan Sahabi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, sadece kendisine dua etmesi için geldi. "Allah'a dua et de gözlerimi iyileştirsin" diye dua etmesi bunu gösteriyor.

Yani O, Allah Azze ve Celle'ye, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessülde bulunmuştu. Çünkü O kimse biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.)'in duası, diğerlerinin duasına nazaran daha çok kabule layıktı. Eğer âmânın amacı Rasulullah (s.a.v.)'in makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Rasulullah'ın yanına gelerek O'ndan dua istemezdi; buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup, "Allah'ım, Nebi'nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneliyorum. Sana yalvarıyor, bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum" diye dua ederdi. Fakat o bunu yapmadı. Neden ?
Çünkü O bir Arab'tı ve Arab dilinde tevessulun ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordu.
Biliyordu ki, bu duayı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessul ettiği insanın adını anar. Bu duanın aksine, kesin bir şekilde kendisinde Kitab ve Sünnet ilmi bulunan salih bir kimseye gidilip istenmesi gerekir.
İşte bu durum onun Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna sadece Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için dua etmesi gayesiyle gittiğini açıkça göstermektedir.


4- Vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in zatı ile tevessulde bulunmak caiz olsaydı, sahabe böyle bir uygulamada bulunurdu. Ashabın böyle bir uygulamayı güç yetirdikleri ve gereklilik bulunduğu halde terk etmiş olmaları bu tür bir tevessülün sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir.
Bu nedenden ötürü kıtlık zamanlarında sahabe-i kiram Abbas b. Abdulmuttalib (r.anh)'ın duası, Muaviye b. Ebi Sufyan ile ed-Dahhak b. Kays (r.anhuma) , Yezid b. el-Esved el-Cureşi'nin duasıyla tevessulde bulunmuşlardır.

Şubhe sahiplerinin biri çıkıp istidrakte bulunarak Beyhaki'nin aynı hadisi rivayet ettiğini ve bu hadiste Osman b. Huneyf (r.anh)'ın Osman b. Affan (r.anh) zamanında yani, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sözü geçen ama hadisine dayanarak bir adama bu şekilde dua etmesini emrettiği ifade edilmektedir ( ضعيف الإسناد Zayıf Eser- Taberani el Mu'cemu'l-Kebir (9/No:8311) El Muce's-Sağir (Er-Ravdu'd-Dani No: 508) Beyhaki Delailu'n Nubuvve (6/168) şeklinde bir itirazda bulunursa cevaben şöyle denir.

İlk olarak bu ziyade munkerdir, mahfuz değildir. Şebib b. Said el Habati adındaki bir ravi tarafından teferrüden rivayet edilmiştir. Bu ravinin çok sayıda munker rivayeti bulunmaktadır. En düzgün hadisi oğlunun kendisinden Yunus b Yezid el Eyli nushasından Zuhri kanalıyla yapmış olduğu rivayettir. Konu edilen hadis ise bu nüshadan bile değildir.

Ayrıca işaret edilen ravi kendisinden daha sika olan Şu'be ve Hammad b. Seleme'ye muhalefet etmektedir. Çünkü bu iki ravi sözü edilen ziyadeyi zikretmemektedirler. Dolayısıyla bu ziyadenin Şebib b Sa'id el-Habati'nin munkerlerinden olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci olarak bu gibi rivayetler, kıssa sahih olsa bile bu, şer'i bir hususun subutu için yeterli sayılmaz.
İbadet, ibaha, vucub veya tahrim ile alakalı bir şeyde sahabilerin birinden rivayet edilip de diğer sahabilerin muvafakat göstermediği ve Peygamber (s.a.v.)'den sabit olanın da ona muhalefet edip muvafakat etmediği durumda da aynısı geçerlidir.
Böyle bir uygulama Müslümanlar tarafından uyulması zorunlu olan bir sünnet kapsamında değerlendirilemez.


5- Rasulullah (Sallallhu Aleyhi ve Sellem), hem âmâya dua edeceğini vaadetmiş, hem de ona, nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
"Dilersen sana dua ederim, dilersen sabredersin ve bu senin için daha hayırlı olur."
Bu ikinci emir, Rasulullah (s.a.v.)'in, Rabb'inden rivayet ettiği bir hadistir:
"Ben kulumu iki sevgilisiyle (gözüyle) imtihan ettiğimde sabrederse, Cennet'te onun karşılığını ona veririm"
(Buhari, Enes'ten rivayet etmiştir. El-Ehadis es-Sahiha: 2010)


6- Âmânın ısrarla "bana dua et" demesi, Rasulullah (s.a.v.)'in ona dua ettiğini gösterir. Zira O, vaad edenlerin en hayırlısıdır.
Biraz Önce geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.) onun için dua edeceğine söz vermişti. Âmâ ise duada ısrar ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) de bu ısrar karşısında ona dua etti. Böylece âmânın muradı oldu.
AllahRasulu (s.a.v.) merhametinden ötürü âmâya yapması gerekeni ısrarla gösterdi ki, Allah Azze ve Celle onun duasını kabul etsin. Meşru olan ikinci tür tevessüle başvurmasını ona tavsiye etti. Bu ikinci tür tevessül, daha önce açıkladığımız gibi, salih amel ile tevessülde bulunmaktır.
Rasulullah (s.a.v.), bununla ona daha büyük bir hayrın ulaşmasını diliyordu. Bunun için de ona abdest almasını, iki rekat namaz kılarak kendisi için dua etmesini söyledi. Bu amellerin hepsi Allah Subhanehu ve Tealaya itaattir.
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua etmeden o bu ameli işliyor. Bu amel de "O'na vesileyi arayınız" hükmüne dahildir.

İşte böylece Rasulullah (s.a.v.) sadece âmâya dua etmekle yetinmedi, üstelik onu Allah Azze ve Celle'ye itaat ve yakınlık ifade eden amellerle meşgul etti.
Böylece mesele her yönüyle tamamlanarak, Allah Teala'nın rızasına daha yakın olmasına çalışılmıştır. Böyle olunca da onların zannettiklerinin aksine, olayın tamamı "dua" etrafında dolaşmaktadır.

Hadisi çarpık itikad sahibi tasavvufçulara uygun hale getirmeye çalışan Şeyh el-Gimari ya gafildir, ya da gafil gibi davranmaya çalışıyor.
Çünkü el-Misbah adlı eserinde (sh. 24) şöyle diyor: "Dilersen dua ederim, dilersen senin edebileceğin bir duayı sana öğreteyim."

Bu tevil, hadisin başı ile sonunun uyuşması için gereklidir."
Ben de bu tevilin batıl olduğunu söylüyorum. Çünkü batıl oluşunun birçok yönü vardır.

Temiz Akıl sahibleri Dikkat edelim:

Âmâ kişi O'ndan kendisi için dua etmesini ister. Kendisine dua etmeyi öğretmesini değil!..
Rasulullah (s.a.v.) ona "dilersen sana dua ederim" dediğine göre, Rasulun ona dua etmesi kesinlik kazanmış oluyor. Bu, hadisin sonuyla uyuşan bir anlamdır.
Yine görüyoruz ki, el-Gimari, hadisin sonundaki "Allah'ım! O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl!" sözüne hiç değinmiyor. Zira bu ifade daha önce de söylediğimiz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülün apaçık bir isbatıdır.

Rasulullah (s.a.v.) 'in âmâya öğrettiği dua : "Allah'ım! Onu benim için şefaatçi kıl." (Bu cümle Ahmed b. Hanbel'in Musned'indedir. El-Hakim de onu nakleder. İsnadı sahihtir.)

Bu ibareyi, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, makamına veya haklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü bu cümledeki anlam; "Allah'ım, benim hakkımda gözlerimin iyileşmesi için O'nun şefaat ve dualarını kabul et" şeklindedir.

Şefaat, lugatta dua demektir.
Bu da hem Rasulullah (s.a.v.), hem de diğer rasuller için kıyamet günü sabit olan şefaattir. Bu da bize göstermektedir ki, şefaatten daha özel birşeydir.
Şefaat ise, ancak iki kimsenin olmasını gerektirir. Bu da, birisinin diğerinden, kendisine şefaatçi olması için dua etmesini istemesidir. Bu, başkasına şefaat etmeyen kimsenin haline benzer. Lisanu'l-Arab'da şöyle denir;
"Şefaat; şefaatçi olacak olanın, bir sultana veya padişaha, bir başkasının ihtiyacının görülmesi için aracılık etmesidir. Başkası için şefaat taleb eden kimse, bununla, istenen şeyin elde edilmesine vasıta olur. Denilir ki, falan kimse, falan için falancanın şefaatini diledi, o da ona şefaatte bulundu ve beni şefaatçi kıldı."
Bununla, Âmânın, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına değil, duasına tevessül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Rasulullah (s.a.v.)in âmâya öğrettiği "beni de O'nun için şefaatçi kıl", yani "benim de O'nun hakkındaki şefaatimi kabul et" sözü (Bu cümle hadiste sahih olarak varid olmuştur. Ahmed ve el-Hakim bunu rivayet etmişler ve ez-Zehebi de sahih olduğuna muvafakat etmiştir. Bu, tek başına bile kesin bir hüccettir. Zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır. Ancak, bazı yazarlar son zamanlarda zat ile tevessüle cevaz verirler. Anlaşılan odur ki, onlar bu gerçeği bilmelerine rağmen, bu kanaati zikretmektedirler.Ayrıca onlar, hadiste bundan önceki "Allah'ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" cümlesini naklettiler. Bu da onların nakildeki güvenilirliklerinin delilidir. Onlar bu cümleyi zat ile tevessüle delil göstermektedirler. Ancak, okuyuculara bunun nasıl delil olduğunu açıklamaktan kaçınıyorlar.) "O'nun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et" demektir.

İşte böyle bir bir mana taşıdığından dolayı, bize muhalif olanların bu cümleye uzaktan veya yakından temas etmediklerini görürsünüz. Çünkü bu cümle, onların düşüncelerini temelden yıkmakta, kökünden sökmektedir.

Bunu onlara söylediğiniz zaman size bayılacakmış gibi bakarlar. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), âmâ hakkındaki şefaati anlaşılan bir şeydir; ancak âmânın Rasulullah hakkındaki şefaat; nasıl olur? Bu sorunun onların yanında asla cevabı yoktur.

Onların bu cümleyi anlamadıklarına dair delile ve onların batıl tevillerini anlamaya gelince; onların dualarında, "Allah'ım, Nebi'ni benim için şefaatçi kıl, beni de O'nun hakkında şefaatçi kıl" cümlesini söylemediklerini görürsünüz.


Sonra el-Gimari şöyle der:
"Allah Rasulu'nün âmâya dua ettiğini düşünsek bile bu, hadisin başkasına da genellenmesine engel değildir."

Bu apaçık bir saçmalıktır. Çünkü hadisin, dua halinde âmânın dışındaki kimseler için genellenmesine bir engel olmadığını inkar eden kimse yoktur.
Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'in, ölümünden sonra kendisine ihtiyaçları için tevessülde bulunanlar hakkında dua bilinmediği için, onlar bu şekilde doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessül etmiş olmamaktadırlar. Bundan dolayı, hükümde ihtilaf sözkonusudur.
EI-Gimari'nin bunu söylemesi, onun aleyhinde bir huccettir.



7- Bu hadisi alimler, Rasulullah (s.a.v.)'in mucizelerinden olarak görürler.
Rasulullah (s.a.v.)'in kabul edilen bir duasını beyan eden hadis, Allah Azze ve Celle'nin, O'na duasıyla ne harikulade işlerin kolaylaşmasını ikram ettiğini de göstermektedir. İnsanların O'nun duasıyla hastalıklardan iyileşmesi gibi. Allah Teala, O'nun duasıyla âmânın gözlerini de iyileştirmiştir.

Bu nedenle "Delailu'n - Nubuvve" adlı kitabında el-Beyhaki ve diğer bazı alimler, bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu da âmânın şifa bulmasının sırrının, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğuna delildir.
Körlerden Allah Azze ve Celle'ye ihlasla dua ederek şifa isteyip de herhangi birinin şifa bulup bulmamasına bakılırsa, dediklerimizin doğruluğu anlaşılır. Bugün herhangi bir körün bu yöndeki bir duası kabul olmamaktadır. Bu da, hadiste geçen âmânın gözlerinin iyileşmesinin, Rasulullah (s.a.v.)in duasıyla olduğunu gösterir. Yoksa, âmânın gözlerinin iyileşmesindeki sır O'nun, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, Allah-Azze ve Celle katındaki makamına veya hakkına tevessül değildir. Eğer zata tevessülden dolayı iyileşmiş olsaydı, ondan başka körlerin de Rasulullah (s.a.v.)'in makamına, haklarına veya zatına tevessül etmelerinden dolayı gözlerinin iyileşmesi gerekirdi.

Böyle bir görüşü savunanlar kimi zaman da diğer bütün Peygamberlerin, velilerin, şehidlerin, salihlerin ve Allah Teala'nın katında bir makam ve değer sahibi olan herkesin, ayrıca meleklerin, insan ve cinlerin hepsine tevessülü de buna eklemektedirler.
Şimdiye kadar biz böyle birşey bilemediğimiz gibi; herhangi bir kimsenin de Rasulullah (s.a.v.)in ölümünün üzerinden bunca asır geçmiş olmasına rağmen, böyle bir şeyin meydana geldiğini bildiğini zannetmiyoruz.

Eğer kıymetli araştırıcı kardeşler izah etmeye çalıştığımız âmâ hadisinin sadece Rasulullah(s.a.v.)in duasına tevessülle ilgisi olduğu, kesinlikle zata tevessülle bir ilgisi olmadığı anlaşılırsa; âmânın, "Allah'ım, ben senden diliyorum ve senin Nebin Muhammed ile sana tevessülde bulunuyorum" sözünün anlamının ve maksadının da "sana Nebin Muhammed'in duasıyla tevessülde bulunuyorum" demek olduğu anlaşılacaktır.

Bu, kendisine izafe edilen cümlenin hafzı demek olup, Arap dilinde bilinen birşeydir. Tıpkı, Kur'an'da geçen "istersen bulunduğun köye ve beraber olduğumuz kafileye sor" ayetinde olduğu gibi.
Yani, "köyün ahalisine" ve "kervanın sahiplerine" demektir.
Biz ve bize muhalif olanlar, cümlede "tamamlayan"ın kaldırılmış olduğunda hemfikiriz. Bu da tıpkı, Ömer (Radıyallahu Anh)'ın, Abbas (Radıyallahu Anh)'ın duasına tevessülü gibidir.
Ancak, bu hadisteki anlamın; "ben sana, Nebi'n Muhammed'in (makamı) ile yöneliyorum" veya "Ey Muhammed, ben senin zatın veya makamın ile Rabb'ime yöneliyorum" şeklinde yorumlanması yanlıştır.
Hadisteki anlamın, "Rabb'im, ben sana Nebi'n Muhammed'in duası ile yöneliyorum" veya "ey Muhammed, ben senin duan ile Rabb'ime yöneldim" sözlerinden birisi olduğunu, bu hadis veya bir başka hadisin delil oluşundan ötürü kabul etmemiz gerekir.
Zira, bu sözün siyakında Rasulullah (s.a.v.)'in makamına açıkça işaret eden veya buna delalet eden herhangi birşey yoktur.

Onların "makam ile tevessül" şeklindeki düşünce ve yorumlarına ne Kuran'dan, ne Sünnet'ten ve ne de Sahabe'nin sözlerinden bir tek delil vardır. Böylece, onların tercih edilecek bir yeri olmayan takdir ve yorumların kendiliğinden sakıt olmaktadır.


Burada hatırlatılması gereken bir diğer mesele de; eğer o kör (ama) Sahabi hadisi, olduğu gibi zahirine hamledilse bile, ki bu da Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessüldür, bu ifade kendisinden sonra gelen "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de Ona şefaatçi kıl" cümlesini iptal edip anlamsız kılar.
Bu da, bilindiği gibi caiz değildir. Öyleyse geriye, bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor.
Bu da olsa olsa, ancak tevessülün dua ile olduğunu ortaya koyar. Böyle bir durum, hadisten anlaşılan şeyin ne olduğunu bize İspat etmiş olur. Dolayısıyla, hadisi zat ile tevessüle delil göstermeye çalışanların delil-lendirmeleri geçersiz kalmış olur.

Buna rağmen diyorum ki, ama'nın Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessül etmesi sahih olsa bile, bu ancak O'nun zatına özgü bir hüküm olmuş olur. Ne Peygamberlerden, ne de salihlerden hiç kimse, Onun bu durumuna ortak olamaz.
Onları AllahRasulü(s.a.v.)'in hükmüne dahil etmeyi, doğru ve sağlıklı olan bir düşüce kabul etmez. Çünkü O, onların seyyidi ve en faziletlilerindendir.
Birçok salih haberde bize geldiği gibi, bu Özellik, Allah Subhanehu ve Teala'nın, Rasulullah (s.a.v.)i diğer Peygamberlere karşı faziletli kıldığı birşey olabilir ilgili meselelere kıyas müdahale edemez.
Kim körün Rasulullah (s.a.v.)in zatı ile Allah Azze ve Celle'ye tevessül ettiğini söylüyorsa, yapması gereken, orada durmaktır.
İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam'dan da benzeri sözler nakledilmiştir.
İşte bu, bilimsel araştırmanın insafla beraber gerektirdiği şeydir. Doğruya eriştiren Allah Azze ve Celle'dir.


Bir Uyarı

Âmâ hadisiyle ilgili olarak bazı rivayet yollarında iki ziyade vardır. Bu ziyadelerin zayıflığını ve garibliğini açıklamak bir zorunluluktur. Ta ki okuyan kimse bu iki ziyade hakkında bilgi sahibi olsun ve bununla gerçeğin ve doğrunun aleyhine delil getirmek isteyenlere aldanmasın.

Hadisteki 1. Fazlalık:

Hammad b. Seleme'nin ziyadesidir.
Hammad b, Seleme diyor ki; "Ebu Cafer el-Hatmi bunu bize rivayet etti."
Tıpkı Şu'be'nin rivayetine benzer bir şekilde isnadından söz etti. Hakeza metin de böyledir. Ancak o kısmen de olsa metni kısaltmıştır. Hadisin sonundaki "Nebini gözümün bana geri verilmesinde şefaatçi kıl" lafzından sonra ziyade olarak, "eğer herhangi bir İhtiyaç olursa bunun gibi yap" lafzı vardır. Bunu Ebi Bekir b. Hayseme "Tarih"inde rivayet eder. Bunu kendisine Muslim b. İbrahim'in, ona da Hammad b. Seleme'nin söylediğini yazar.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye, "el-Kaidetu'l-Celiyye"de (sh. 102) bu ziyadenin illetli olduğunu söyler. Sebebi de, Hammad b. Seleme'nin bu hadisi tek başına rivayet etmesi ve Şu'be'nin rivayetine de muhalif olmasıdır. Şu'be ise, bu hadisi rivayet eden ravilerin en güvenilirlerindendir. Hadisteki bu illetin tesbiti hadis kaidelerine uygun olup, kesinlikle aykırı değildir.

El-Gimari'nin "eI-Misbah"da (sh. 30) Hammad b. Seleme için "O Sahih'in ricalindendir. Sikadır. Sikanın hadiste zikrettiği ziyade makbuldür" demesi, ya onun hadis ıstılahında belirtilmiş olan şeyden gafil olmasından, veya kasıtlı olarak bilmiyor gibi davranmasmdandır. Zira hadis ıstılahında bilinen bir şart vardır, o da ravinin kabulü için, kendinden daha güvenilir raviye muhalefet etmemesi gerekir.

İbn-i Hacer "Nuhbetu'l-Fiker" adlı eserinde, "hadiste fazlalık, ravinin kendisinden daha güvenilir olanın rivayetine aykırı olmadığı zaman makbuldür. Daha tercih edilene aykırı olursa, tercih edilen, daha iyi korunan rivayettir. Bunun karşıtı da "söz" olur." der. İşte bu şart, burada sözü edilen ziyade için yoktur.
Çünkü Hammad b. Seleme, Müslim'in ricalinden olsa bile, onun hadis ezberinde Şu'be'den daha zayıf olduğunda şüphe yoktur. Bunu daha iyi anlamak için, alimlerin bu konuda yazdıkları kitaplara bakmak yeter.

Birincisini ez-Zehebi, "el-Mizan"da zikretti.
Ez-Zehebi, ancak kendileri hakkında konuşulmuş olanları ve sika (güvenilir) oldukları halde rivayetlerinde evham bulunanları zikreder. Halbuki O, kitabında Şu'be'ye kesinlikle yer vermemiştir.
Öte yandan, Hammad ile Şu'be'nin hayatı hakkında İbn-i Hacer'in "eI-Takrib"de yazdıklarını iyice düşünenler, aradaki farkı daha iyi anlarlar.
O diyor ki; "Hammad b. Seleme güvenilir ve ibadet sahibi olan bir kişidir. Güvenilir olanların en güveniliridir. Hayatının sonunda hıfzı değişmiştir."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Şu'be İbnu'l-Haccac güvenilir, hafız ve hadisi çok iyi bilen bir insandır. Es-Sevri, O'na, "hadiste emiru'l-muminin" derdi. Irak'ta ilk kez hadis ricali hakkında araştırmada bulunan ve Sünnet'i savunan O'dur. İbadet ehli bir İnsandı."

Bu bilgilere sahip olduktan sonra anlarız ki, Hammad b. Seleme'nin bu hadiste Şu'be'nin aksine olarak zikrettiği ziyadesi makbul değildir. Çünkü onun bu rivayeti, kendisinden daha güvenilir olan ravinin rivayetine aykırıdır. Böylece bu, şaz bir rivayet olmaktadır. Tıpkı İbn-i Hacer'in biraz yukarıda işaret ettiği gibi. Olabilir ki, Hammad bu ziyade lafzı ezberinin zayıfladığı bir dönemde rivayet etmiştir. Dolayısıyla hataya düşmüştür.

Ahmed b. Hanbel de rivayetinde sanki bu fazlalığa değinmiş gibi. O bu hadisi Muemmel (İsmail) yoluyla Hammad'dan rivayet etmektedir.
Bunu Şu'be'nin rivayetinden sonra zikretmesine rağmen, hadisi lafzıyla ele almamıştır. Aksine, doğrudan doğruya Şu'be'nin rivayet ettiği lafzı esas alıyor.
Hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: "Muemmel'in Hammad'dan rivayetinde fazlalık olması muhtemeldir."
Bunun için İmam Ahmed de, diğer hafızların âdeti olduğu gibi, bu rivayeti diğerine havale ettiğinde, havale edilen rivayetteki fazlalığı belirttiği gibi, işaret etmedi.

Sözün Özü şudur:
Hadisteki ziyade şâz olduğundan dolayı sahih değildir. Olsa bile, Rasulullah (s.a.v.)'in doğrudan zatına tevessüle delil olamaz. Çünkü, "bunun gibi yap" sözünün anlamının, "hayatında iken yine çıkıp Rasulullah (s.a.v.)e gelmesi, O'ndan dua isteyip tevessül etmesi, sonra da abdest alıp Allah Rasulü (s.a.v.)'in kendisine emrettiği gibi namaz kılıp dua etmesi" şeklinde olması da muhtemeldir. Allah Subhanehu ve Teala daha iyi bilir.


Hadisdeki 2. Fazlalık :

Osman b. Afvan Radıyallahu Anh'a tevessül edip ihtiyacını gören bir kimsenin durumunu anlatan bu ziyadeyi Taberani "el-Mu'cemu's-Sağir"de (sh. 103-104) ve "el-Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir. Rivayet zinciri şöyledir: Tabera-ni, Abdullah b. Vehb'den, O Şebib b. Said el-meki'den, O Ruh İbnu'I-Kasım'dan, O Ebu Ca'fer el-Hatmi el-Medeni'den, O Ebu Umame b. Sehl b. Hanifden, o da amcası Osman b. Haniften rivayetle şöyle diyor:

Bir adam vardı. Sık sık Osman'a gelir, fakat Osman onun ihtiyacına bakmazdı. Adam, Osman b. Hanif'Ie karşılaşınca durumu O'na şikayet etti.
Osman b. Hanif O'na, abdest yerine gidip abdest almasını, sonra mescide gidip iki rekat namaz kılmasını, sonra da; "Allah'ım, ben seni diliyor ve senin Nebi'n, rahmet Nebi'siyle tevessülde bulunuyorum. Ey Muhammed, ben seninle, Rabb'im Azze ve Celle'ye ihtiyacını görmesi için yöneldim" diye dua ederek ihtiyacını zikretmesini söyledi.
Adam da bunu yerine getirdi.
Sonra O'na dedi ki; "benimle beraber gel, Osman'a gidelim." O adam da Osman b. Hanif'le beraber Osman b. Afvan'ın kapısına geldi.
O'nu gören kapıcı, geldi, elinden tutup Osman'ın yanına götürdü ve minderin üstüne oturttu.
Osman b. Afvan O'na, "ihtiyacın nedir?" diye sordu.
Adam da ihtiyacını O'na söyledi. Osman da onun ihtiyacını giderdi. Sonra adama, "bu ana kadar senin ihtiyacını görmeyi hatırlayamadım. Eğer bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel" dedi.
O adam Osman b. Afvan'ın yanından ayrılınca Osman b. Hanif'le karşılaştı. O'na, "Allah senden razı olsun! Sen O'nunla konuşuncaya kadar O bana hiç bakmıyor ve ne demek istediğimi anlamıyordu" dedi.
Osman b. Hanif, "vallahi ben O'nunla konuşmadım" dedi. Sonra şöyle devam etti:

- Ben Allah Rasulu zamanında O'na kör bir adamın gelip şikayetlendiğini, sonra da iyileştiğini gördüm.
Allah Rasulu sana dediğimi ona söyledi, o da bunu yaptı ve gözleri iyi oldu.
O adam Allah Rasulune, "ey Allah'ın Rasulu! Ben kör bir insanım. Elimden tutup bana yol gösterecek olan kimsem yok. Çok zorlanıyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.)de ona şöyle söyledi.
"Abdest alma yerine git, abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Sonra şu dualarını et."
Osman b. Hanif bu olayı anlatırken diyor ki; "vallahi biz daha oradan ayrılmamış ve aradan fazla vakit geçmemişti ki, o adam yanımıza sanki hiç kör değilmiş gibi çıkageldi."

Taberâni diyor ki: "Bunu Ruh İbnu'l-Kasım'dan Şebib b. Said, O'ndan da Ebu Said el-Mekki rivayet etmiştir. Güvenilirdir.
Ahmed b. Şebib ve babasından, Yunus b. Yezid el-Eyli'den hadis rivayet eden O'dur. Bu hadisi Ebu Ca'fer et-Hutami'den (adı Umeyr b. Yezid'dir) Şu'be rivayet etmektedir.
O güvenilirdir. Şube'den de bunu tek başına Osman b. Ömer b. Faris rivayet etmiştir. Hadis sahihtir."

Bu hadisin sahih olduğunda şek yoktur. Ancak burada söz konusu olan, et-Taberani'nin de dediği gibi, Şebib b. Said'in naklettiği kıssadır.
Şebib denen bu adam, hakkında konuşulmuş bir kimsedir. Özellikle İbn Vehb'in ondan rivayetinde... Ancak, onu Şebib yoluyla İsmail ve Ahmed (Şebib b. Said'in oğulları) takib etmişlerdir. Yalnız bu İsmail denen kimseyi tanımıyorum ve ondan söz eden bir kimseyi de görmedim. Hatta öyle ki, babasından hadis rivayet edenler arasında bile sayılmadı. Ancak onun kardeşi Ahmed doğru birisidir.
Babası Şebib'e gelince, onun hakkında söylenen sözün özü;
"o güvenilirdir, yalnız ezberinde zayıflık vardır." şeklindedir.
Sadece oğlu Ahmed'in ondan ve Yunus'tan rivayeti hüccettir. Ez-Zehebi "el-Mizan"da, "O saduktur, garib hadisler rivayet eder" der.
İbn-i Adiyy de el-Kamil'de; "Onun Yunus b. Yezid'den rivayet ettiği düzgün bir nüshadır. İbn Velid bazı münker rivayetlerin yanında ondan da hadis nakleder" der.
İbnu'l-Mediyni diyor ki; "Mısır'a ticaret için gidip gelmekteydi. Onun nüshası (kitabı) sahihtir, Onu oğlu Ahmed'den alarak yazdım."
İbn-i Adiyy de şöyle der: "Şebib hıfzından konuştuğu zaman hem karıştırıyor, hem de hata ediyordu. Dilerim ki bunu kasıtlı olarak yapmamıştır. Oğlu Ahmed, Yunusun hadislerini ondan rivayet ettiğinde, sanki Yunus'muş gibi güzelce rivayet eder."

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib'in rivayeti iki şartla kabul edilir:

Birinci Şart: Rivayetin, oğlu Ahmed'in ondan yaptığı rivayet olması gerekir.

İkinci Şart: Şebib'in Yunus'tan yaptığı rivyet olmasıdır. Bunun sebebine de gelince; yanında Yunus b. Yezid'in kitaplarının bulunmasıydı.

İbn Ebi Hatim, "Ec-Cerhu ve't-Ta'dil" adlı kitaında onun babası için şunu söyler:
"O, kitaplarından hadis söylediğinde güzel hadis rivayet eder. İbn Adiyy'in dediği gibi, ezberinden konuştuğunda ise, İbn-i Vehb'in değil, oğlu Ahmed'in rivayeti olması şartıyla, rivayetinde herhangi bir sakınca yoktur."

İbn-i Hacer' de "et-Takrib" adlı eserinde onun hayatını anlatırken böyle söyler. Zira o tartışmalıdır. Çünkü o, oğlu Ahmed'in babasından hadis rivayetinde "kesinlikle bir sakınca olmadığı"nı söylemekle vehimde bulunmuştur. Aslı böyle değildir. Aksine, Ahmed'in böyle bir rivayetinin sahih olabilmesi için, mutlaka kendisinin bizzat Yunus'tan rivayet etmesi şartı vardır. Bu şartı, İbn-i Hacer'in işaretiyle anlıyoruz. Zira İbn-i Hacer, Şebib'i, Buhari'nin tenkid edilen ravileri arasında saymıştır.
(Fethu'l-Bari, Mukaddime, 5:133)

Daha sonra, İbn-i Adiyy'in de onun hakkındaki sözlerini naklederek, onun güvenilir olduğunu söylemiş ve Onu tenkitten kurtarmak istemiştir.
Diyor ki; "Buhari, oğlunun ondan ve Yunus'tan yaptığı rivayetleri kabul etmiştir. Ancak, Yunus'tan, başkasından rivayet ettiği hadislerini almadığı gibi, îbn-i Vehb'in de ondan rivayetlerini almamıştır."
Bu şekilde onun tenkidi, Yunus'tan başkasından rivayet etmesi şartına bağlanmıştır. Velev ki oğlu Ahmed yoluyla gelmiş olsa da. Biraz önce değindiğimiz gibi, doğru olan da budur.

Bu noktada, İbn-i Hacer'in "et-Takrib"deki her iki sözünün arasındaki çelişkinin kaldırılması, bu sözlerin arasının bulunması gerekmektedir. Bundan da, hem bu kıssanın, hem de onu delil göstermenin zayıflığı ortaya çıkmış oluyor.

Bunun ardından, rivayet hakkında bir diğer illetle karşılaştım. O da, rivayet konusunda Ahmed'in de tartışılmasıdır.
İbnu's-Sunni bu rivayeti, "Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyf'de (sh. 202), el-Hakim "el-Mustedrak"te d/562), Şebib'in oğlu Ahmed'den üç yolla rivayet etmektedir.
Ayrıca Avn b. Umare el-Basri diyor ki, "İbnu'l-Kasım bunu bize rivayet etti." (El-Hakim rivayeti) Fakat Avn denen bu kişi zayıftır. Ancak rivayeti, Şu'be, Hammad b. Seleme ve Ebu Ca'fer el-Hutami yoluyla gelen riveyete uygun olması nedeniyle daha iyidir.

Sözün özü, bu kıssa gerçekten üç sebepten dolayı zayıf ve çirkindir:

1- Bu hadisi tek başına rivayet eden kimsenin zayıflığı,

2- O'nun hakkında ihtilaf edilmiş olması,

3- Hadisi rivayet edenlerin, güvenilir hadis ravilerinin rivayetlerine aykırı hadis rivayet edip, onun adını zikretmemeleri.

Bu nedenlerden bir tanesi bile, sözkonusu rivayetin kabul edilmemesi için yeter.

Ne garip bir taassup veya hataya uymaktır ki; Şeyh El-Gimari bu rivayetleri "el-Misbah" adlı eserinde (sh. 12,17) Beyhaki'nin "Delailu'n-Nubuve"sine ve et-Taberâni'ye atıfta bulunarak nakletmiştir. Daha sonra da bir kez olsun bu rivayetlerin sahihliği veya zayıflığı üzerinde tek bir söz bile söylememiştir. Nedeni gayet açık. Bu rivayetleri sahih göstermeye gelince, bunun imkanı yoktur. Ancak, rivayetlerin zayıflığını iptal mümkündür.
Ancak, "el-İsabe" (sh. 21-22) hakkında konuşanlar da bu rivayet hakkıda doğruyu bulamamışlardır. Buna rağmen, "bu hadis, et-Taberani, el-Mu'cemu's-Sağir ve el-Kebir'de sahihtir" diyebilmişlerdir. Bu söz önemsiz olmasına rağmen, birkaç yönden cehaletle doludur:

1-Taberani, bu hadis için "sahih" dememiştir. Aksine, sadece "es-Sağir"de böyle demiştir. Onlar hadis ilmini bilmedikleri için, vasıtalar aracılığıyla hadisi rivayet etmektedirler. Biz ise, hadisi doğrudan doğruya kaynağından aldık. "Kim denize ulaşırsa, su çeken dolaplara muhtaç olmaz."

2- Taberani bu kıssaya değil, sadece hadise "sahih" demiştir. Daha önce buna değinmiştik. "Şu'be de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadis sahihtir" sözüyle, Şu'be'nin hadisini kastetmiştir. Şu'be ise bu kıssayı rivayet etmemiştir. Öyleyse et-Taberani kıssayı sahih görmemiştir. Bu nedenle hüccet olamaz.

3- Osman b. Hanifin kıssası sabit olsa bile, Osman b. Hanif o adama kıssadan anlaşıldığı kadarıyla nasıl dua edeceğini tam olarak öğretmemiştir. Zira o duadan, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" sözünü çıkarmıştır.
Zira o, Arabca bilgisi gereği biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.), o duayı yalnız o kör adam için yapmıştı. Bu adam için aynı dua söz konusu olmadığına göre, bu cümleyi zikretmedi.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle diyor:
"Bilinen bir şeydir ki, bir kimse Allah Rasulunün ölümünden sonra, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" dese bile, Rasulullah bu kimse için herhangi bir duada bulunmamıştır. Öyleyse, onların sözleri batıldır.
Osman b. Hanif o kimseye Allah Rasulü'nden birşey istemesini söylemediği gibi, "O'nu buna şefaatçi kıl" demesini de istememiştir. Daha doğrusu, bu rivayet edilen duayı olduğu gibi okumasını ona söylememiştir. Ancak bu duanın sadece bir kısmını okumasını söylemiştir.
Burada Nebi'den ne bir şefaat söz konusudur ve ne de şefaat zannedilen bir şey vardır. Velev ki o, "O'nu bana şefaatçi kıl" dese bile, bunun bir anlamı yoktur. Bunun için Osman, bunu emretmedi. Onun o adama söylediği dua, Allah Rasulunden gelen dua değildir. Böyle şeylerle Şer'i olan bir amel kanıtlanamaz. Tıpkı bazı Sahabilerden gelen, ancak diğer Sahabilerin muvafakat etmedikleri, ibadetlerin güzelliği, mubah, vacib veya haram olan ameller hakkındaki haberler gibi."

Bu da yine, Rasulullah (s.a.v.)den rivayet edilenlere aykırı olan bir haber olması şartına bağlıdır. Böyle olunca da bu şekilde bir davranış, müslümanların hepsinin uyması gereken bir amel değil, aksine gayesi ictihad olan ve ümmetin üzerinde tartıştığı bir şeydir. Bunun da Allah Azze ve Celle'ye Ve Rasulullah (s.a.v.)'e götürülmesi gerekir.

Biz de biliyoruz ki, Ömer Radıyallahu Anh ve Sahabenin büyükleri, hayattayken kendisine tevessül ettikleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi vessellem'e öldükten sonra tevessulde bulunmadılar. O ölünce O'na tevessül etmediler. Bilakis kuraklık yılında kıtlık çok şiddetli bir şekilde bastırınca Ömer Radıyallahu Anh, tüm ilim ehlinin de bildiği gibi ve Ensar ve Muhacirin'in de şahid olmasıyla, insanların eline yiyecek birşeyler geçinceye kadar yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etmiştir. Sonra da "istiska"da bulunmak için Abbas (Radıyallahu Anh)'a başvurunca şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Biz kuraklık gördüğümüzde senin Nebi'n ile sana tevessulde bulunuyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi ise senin Nebi'nin amcası Abbas ile sana tevessulde bulunuyoruz. Bize yağmur ver!"

Allah Teala da onlara yağmur göndermiştir. Bütün Sahabenin kabul ettiği ve meşhur olması nedeniyle hiçbirisinin inkar etmediği dua budur. Bu, icma edilen konuların en meşhurlanndandır.

Muaviye b. Ebu Sufyan da Hilafeti döneminde böyle dua etmiştir. Eğer onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in ölümünden sonra tevessül etmek hayattayken tevessül etmek gibi olsaydı, "nasıl olur da Abbas ve Yezid İbnu'l Esved'e ve başkalanna tevessülde bulunuyoruz da insanların en faziletlisi olan Rasulullah (s.a.v.)'e tevessulu terkediyoruz? Halbuki O'na tevessul, tevessullerin en faziletlisi ve en büyüğüdür." diyerek Sahabe bunu icra ederdi. Ancak, bu sözü onlardan hiç kimse demediği ve hayattayken Rasulullah (s.a.v.)'in duasına ve şefaatına tevessul edildiği gibi, O öldükten sonra O'ndan başkasının duasına ve şefaatına tevessül ettikleri bilindiğine göre; onlar nezdinde meşru olan tevessulun kişinin zatıyla değil, duasıyla olan tevessül olduğu da bilinmiş olur.

Bununla beraber bu kıssada, düşünen akıllı bir insanın rahatlıkla görebileceği gibi, Osman (Radıyallahu Anh) gibi bir Halife'nin faziletine gölge düşüren bir cümle vardır. O da, Raşid Halife'nin, ihtiyacı olan bir adama hiç yüz vermemesidir. Bu İfade, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisinden meleklerin bile haya ettiğini söylediği ve özellikle yumuşaklığı, iyiliği ve insanlara karşı hoşgörülülüğü ile tanınmış Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakıyla uyuşmamaktadır. İşte bu durum, kıssanın sıhhatli olması ihtimalini tamamen uzak görmemize neden olmaktadır. Zira bu, Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakına ters düşen bir zulumdur.

İlgili Konu :
Caiz ve Şirk Olan Tevessul, İstiğase Ve Şefaathttps://www.islam-tr.org/tevhid/10768-caiz-ve-sirk-olan-tevessul-istigase-ve-sefaat.html

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Tasavvuf ehline :

Bir sıkıntı anında Allahı bırakıb ta "Yetiş ya Ebu'l Hasan" , "Yetiş ya vaktin ricali, evtab gavs, kutub" diyenlerin; "Yalnız/direkt Allahtan (Fatiha) isteyen şeytandan istemiştir" diyenlerin hükmü nedir?

Allah'ın kendisine tasarruf hakkı verdiğinden dolayı kendisinden yardım, medet istendiğinde yetişir inancının tasavvuftaki ve ehl-i sünnetteki hükmünü delilleriyle yazar mısın?


ALLAH'A DEĞİL , ŞEYHE DUA EDİN
8340


Allah'a Yalvarırsan Yardım gelmez, Şeyh'ten Yardım istersen olur

8410











-------------



Konu kilitlenmiştir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt