Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Gelişmek İçin Şehir, Dindarlık İçin Köy Paradoksu

Yorgun Mucahid Çevrimdışı

Yorgun Mucahid

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yüce Allah -subhanehu ve teala- Muminlerin işlerinin kendi aralarında istişare ile olduğunu bildirmiştir:
"Onlar Rablerinin (iman ve salih amel) çağrısına icabet eder, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." (42/Şûrâ, 38)

Sizlere bir meselede danışmak istiyorum. Yukarıda da başlıkta gördüğünüz mesele..

Bu esasen uzun zamandır üzerinde çalıştığım, kimi zaman İbn Haldun'un kitabından kimi zaman Theodore Kaczynski gibi isimlerin yazılarından okumalar yaparak bir sonuca erişmeye çabaladığım bir meseledir.

Olaya primitivist bakarsak, şehir yaşamı ve de her şeyin bir/birkaç düğme ile yapılabiliyor olması üzerine kurulu hızlı yerleşkeler; insanı uyuşukluluğa, can sıkıntısına ve bir boşluk hissetmeye götürüyor. Zira fiziksel ihtiyaçlarını gidermek çok basitleşmiştir. Dolayısıyla "vekil faaliyetler"e yönelerek, kendisini bilime, sanata, çeşitli ilimlere yönlendiriyor ve bu şekilde, fıtratına aykırı olan "bir şey yapamama" ve "güç sürecini tamamlayamama" noksanlarını bu uğraşlarından aldığı hazlarla gideriyor.

Kırsalda yaşayan adam ise, fiziksel ihtiyaçlarını hep bir çaba göstererek karşılamak durumunda. Misal; yemek isteyince ava çıkmak gibi.. Sürekli bir hareketlilik halindedir. Dolayısıyla fiziksel ihtiyaçlarını verdiği çabalarla giderir, haliyle gençken akıp giden güç sürecini tamamlar, bir şey yapamama hissiyatı ve bunun beraberinde getirdiği boşluk kendisinde olmaz. Neticede ise bu adam bilimsel aktiviteler ve derin meselelerle de çok uğraşmaz. Zira boşluğu doldurmak için haz almak gayesiyle yöneleceği vekil faaliyetlere o kadar ihtiyaç kalmamıştır. Kendi halinde yaşar gider.

Konfüçyüs'ün dediği gibi: "On ailelik bir köyde benim gibi erdemli ve saygın bir kişi bulunabilir, fakat benim kadar öğrenmeyi seven birini bulamazsınız."
(Konfüçyüs, Üstad Dedi ki
[Öğrencilerinin Yazdığı Kitap], Ketebe Yay., İstanbul, 2021, sh.49.)

Şehir ortamı bozuktur. Rehavet ve aşırı rahatlık gibi unsurların beraberinde getirdiği tembellik, şehvet düşkünlüğü, yapaylaşma, hâliyle dinden ve tefekkürden uzaklaşma... Hatta bir zaman sonra, teknolojinin ve yapaylığın büyüsü içinde kaybolup kendini dört duvar arasından her şeyi idare eden bir tanrı zannetmeye kadar giden süreç.
Kırsal ise öyle değildir. Kırsal dindardır ve insanlar kendi fıtratlarına göre bir hayat sürerler, huzurludurlar, ekseriya psikolojik bunalımlar içerisinde yüzmezler.

Ta 1300'lü yıllarda İbn Haldun dahi, şehrin afetlerini kitabına almış, mesela insanları hareketsizleştirmesi ve sağlık sorunlarına zemin hazırlaması gibi..

Belki diyebilirsiniz ki, bu şehirlerdeki dinden uzaklaşma, modern dünyanın ve dinsiz devletlerin bir afetidir. Yani şehirleri bu hale getiren onlardır.

Ancak bugün dünyada Şeriatı belki en sıkı uygulayan/uygulamaya çalışan Afganistan İslâm Emirliğine bakın. Mesela Kandehar ile Kabil'i kıyaslayalım bu ülkede.
Kandehar şehri, Kabil'in yanında kırsal yahut köye yakın bir halde kalıyor.

Kandehar'da insanlar aşırı dindardır. Hatta Taliban'ın kurucusunun memleketidir. Bunun dışa yansıyan yönü, oraya gittiğinizde örneğin kadınların mavi-mor burkalarla gezdiğini ve kapanmaya fazla önem verdiğini hatta evlerinden çıkmadıklarını bile görebilirsiniz. Sonra Kabil'e gidin. Burkayı görmeniz bayağı zordur, ancak etrafta saçının bir kısmı açık kadınlar görürsünüz. Bunu görenler şaşırmaktadır zira Afganistan'da beklenecek bir durum değildir. Ancak Kabil bu hususta belki istisnadır, zira "şehir"dir. Burada kadınların bir kısmı yalnızca kafalarının üzerine bir örtü atmışlardır ve çok dikkat etmezler. Buradan kesin bir çıkarım yapmak zordur ancak dünyanın en Şeriat ile yönetilen Şeriat devletinde bile, kırsal ile şehir arasında bu fark oluşabilmektedir.

Soru şu, dindarlık için kırsal yaşamı tercih etsek, orası insan fıtratına daha uygundur, dindarlığa da daha meyillidir. Ancak, evet, geri kalma riskimiz ortaya çıkıyor. (Lakin burada 800'lü yıllarda altın çağ yaşayan Bağdat'ı belki ele alarak üzerinde tefekkür edebiliriz.)

Fıtratımızı ve dini yaşantımızı kenara koyup büyük şehirler inşaa etsek, tembelleşme, uyuşukluk hali, şehvet düşkünlüğü ve zina gibi çeşitli sapkınlıklar, dini yaşantıdan uzaklaşma, insan fıtratının bozulması ve beraberinde fıtrata aykırı -lgbt gibi- pek çok sorunun ortaya çıkmaya başlaması söz konusu olabilecektir. Mesela Lut kavmi, birkaç adet büyük şehre sahipti ve bazı araştırmalara göre o bölgede kurdukları kentlerin her birinde yüz bine yakın insan yaşıyordu ve çok gelişmiş bir bölgeydiler. Ancak neticesinde fıtratları bozuldu, fıtratları bozuldukça şehvet düşkünü hatta bir kısmı eşcinsel oldu ve helak oldular.

Peki biz bu durumda ortayı nasıl bulacağız? Şehir mi olacağız, kırsal yaşam mı?

Daha doğru bir şekilde soracak olursam, "Dinden taviz vermeden gelişen bir İslâmî yerleşim yeri nasıl kurulur?"

Rasûlullah (sav) Medine'ye sahabeleri çağırıp oranın nüfusunun yaklaşık üç kat artmasını sağladı ancak o günkü şehirler, şimdiki büyük şehirlerle alakasızdı. Büyük binalar vs. de yoktu.
Evler, Hz.Ömer'in de (r.a.) söylediği nakledilir ki, itidalli bir şekilde yapılıyordu, ne uzun ne de aşırı geniş. Hatta bundan ötürü Halife Hz.Ömer (r.a.) yüksek binaların yapılmasına engel oldu.
 
A Çevrimdışı

Azeribirmuvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
Yüce Allah -subhanehu ve teala- Muminlerin işlerinin kendi aralarında istişare ile olduğunu bildirmiştir:
"Onlar Rablerinin (iman ve salih amel) çağrısına icabet eder, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." (42/Şûrâ, 38)

Sizlere bir meselede danışmak istiyorum. Yukarıda da başlıkta gördüğünüz mesele..

Bu esasen uzun zamandır üzerinde çalıştığım, kimi zaman İbn Haldun'un kitabından kimi zaman Theodore Kaczynski gibi isimlerin yazılarından okumalar yaparak bir sonuca erişmeye çabaladığım bir meseledir.

Olaya primitivist bakarsak, şehir yaşamı ve de her şeyin bir/birkaç düğme ile yapılabiliyor olması üzerine kurulu hızlı yerleşkeler; insanı uyuşukluluğa, can sıkıntısına ve bir boşluk hissetmeye götürüyor. Zira fiziksel ihtiyaçlarını gidermek çok basitleşmiştir. Dolayısıyla "vekil faaliyetler"e yönelerek, kendisini bilime, sanata, çeşitli ilimlere yönlendiriyor ve bu şekilde, fıtratına aykırı olan "bir şey yapamama" ve "güç sürecini tamamlayamama" noksanlarını bu uğraşlarından aldığı hazlarla gideriyor.

Kırsalda yaşayan adam ise, fiziksel ihtiyaçlarını hep bir çaba göstererek karşılamak durumunda. Misal; yemek isteyince ava çıkmak gibi.. Sürekli bir hareketlilik halindedir. Dolayısıyla fiziksel ihtiyaçlarını verdiği çabalarla giderir, haliyle gençken akıp giden güç sürecini tamamlar, bir şey yapamama hissiyatı ve bunun beraberinde getirdiği boşluk kendisinde olmaz. Neticede ise bu adam bilimsel aktiviteler ve derin meselelerle de çok uğraşmaz. Zira boşluğu doldurmak için haz almak gayesiyle yöneleceği vekil faaliyetlere o kadar ihtiyaç kalmamıştır. Kendi halinde yaşar gider.

Konfüçyüs'ün dediği gibi: "On ailelik bir köyde benim gibi erdemli ve saygın bir kişi bulunabilir, fakat benim kadar öğrenmeyi seven birini bulamazsınız."
(Konfüçyüs, Üstad Dedi ki
[Öğrencilerinin Yazdığı Kitap], Ketebe Yay., İstanbul, 2021, sh.49.)

Şehir ortamı bozuktur. Rehavet ve aşırı rahatlık gibi unsurların beraberinde getirdiği tembellik, şehvet düşkünlüğü, yapaylaşma, hâliyle dinden ve tefekkürden uzaklaşma... Hatta bir zaman sonra, teknolojinin ve yapaylığın büyüsü içinde kaybolup kendini dört duvar arasından her şeyi idare eden bir tanrı zannetmeye kadar giden süreç.
Kırsal ise öyle değildir. Kırsal dindardır ve insanlar kendi fıtratlarına göre bir hayat sürerler, huzurludurlar, ekseriya psikolojik bunalımlar içerisinde yüzmezler.

Ta 1300'lü yıllarda İbn Haldun dahi, şehrin afetlerini kitabına almış, mesela insanları hareketsizleştirmesi ve sağlık sorunlarına zemin hazırlaması gibi..

Belki diyebilirsiniz ki, bu şehirlerdeki dinden uzaklaşma, modern dünyanın ve dinsiz devletlerin bir afetidir. Yani şehirleri bu hale getiren onlardır.

Ancak bugün dünyada Şeriatı belki en sıkı uygulayan/uygulamaya çalışan Afganistan İslâm Emirliğine bakın. Mesela Kandehar ile Kabil'i kıyaslayalım bu ülkede.
Kandehar şehri, Kabil'in yanında kırsal yahut köye yakın bir halde kalıyor.

Kandehar'da insanlar aşırı dindardır. Hatta Taliban'ın kurucusunun memleketidir. Bunun dışa yansıyan yönü, oraya gittiğinizde örneğin kadınların mavi-mor burkalarla gezdiğini ve kapanmaya fazla önem verdiğini hatta evlerinden çıkmadıklarını bile görebilirsiniz. Sonra Kabil'e gidin. Burkayı görmeniz bayağı zordur, ancak etrafta saçının bir kısmı açık kadınlar görürsünüz. Bunu görenler şaşırmaktadır zira Afganistan'da beklenecek bir durum değildir. Ancak Kabil bu hususta belki istisnadır, zira "şehir"dir. Burada kadınların bir kısmı yalnızca kafalarının üzerine bir örtü atmışlardır ve çok dikkat etmezler. Buradan kesin bir çıkarım yapmak zordur ancak dünyanın en Şeriat ile yönetilen Şeriat devletinde bile, kırsal ile şehir arasında bu fark oluşabilmektedir.

Soru şu, dindarlık için kırsal yaşamı tercih etsek, orası insan fıtratına daha uygundur, dindarlığa da daha meyillidir. Ancak, evet, geri kalma riskimiz ortaya çıkıyor. (Lakin burada 800'lü yıllarda altın çağ yaşayan Bağdat'ı belki ele alarak üzerinde tefekkür edebiliriz.)

Fıtratımızı ve dini yaşantımızı kenara koyup büyük şehirler inşaa etsek, tembelleşme, uyuşukluk hali, şehvet düşkünlüğü ve zina gibi çeşitli sapkınlıklar, dini yaşantıdan uzaklaşma, insan fıtratının bozulması ve beraberinde fıtrata aykırı -lgbt gibi- pek çok sorunun ortaya çıkmaya başlaması söz konusu olabilecektir. Mesela Lut kavmi, birkaç adet büyük şehre sahipti ve bazı araştırmalara göre o bölgede kurdukları kentlerin her birinde yüz bine yakın insan yaşıyordu ve çok gelişmiş bir bölgeydiler. Ancak neticesinde fıtratları bozuldu, fıtratları bozuldukça şehvet düşkünü hatta bir kısmı eşcinsel oldu ve helak oldular.

Peki biz bu durumda ortayı nasıl bulacağız? Şehir mi olacağız, kırsal yaşam mı?

Daha doğru bir şekilde soracak olursam, "Dinden taviz vermeden gelişen bir İslâmî yerleşim yeri nasıl kurulur?"

Rasûlullah (sav) Medine'ye sahabeleri çağırıp oranın nüfusunun yaklaşık üç kat artmasını sağladı ancak o günkü şehirler, şimdiki büyük şehirlerle alakasızdı. Büyük binalar vs. de yoktu.
Evler, Hz.Ömer'in de (r.a.) söylediği nakledilir ki, itidalli bir şekilde yapılıyordu, ne uzun ne de aşırı geniş. Hatta bundan ötürü Halife Hz.Ömer (r.a.) yüksek binaların yapılmasına engel oldu.
Abi haklısınız ve bir şey de eklemek istiyorum, İslam devleti olsa Türkiyede çok güzel olur coğrafi açıdan. Örnek olarak, İstanbul gibi bir şehirde sürekli bir yerden bir yere vaaz vermeye, din öğretmeye giden hocalar görürüz. İslam için çalışan üst düzey arabalar, uçaklar görürüz. Sorun aslında bu hızlı ve süslü olan şehir hayatında değil de, daha fazla sistemde gibi geliyor bana. İslam devleti olsa yine aynı şey olacaktır sizin de Afganistan örneği verdiğiniz gibi, ama bizi böyle düşünmeye yöneltenler aslında tağutların ta kendileridir. Bizi köylere kapatıp şehirde büyümek istiyorlar. Bizim ise bizzat şehirde bu dini yayıp şehiri süslü bir din ocağına çevirmemiz gerekiyor. Şehir hayatı İslam devletinde olsa yine aynı şey olacak aslında ama daha güzel hali. Yani insanlar en azından din için koşturacaklar, hocalar parfümle, kravatla dolaşacaklar, insanlar İstanbulda olduğu gibi büyük mescidlerde ibadet yapıp birleşecekler. Bence güzel bir konuya değindiniz🙂
 
H Çevrimdışı

HakanTR

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamün aleyküm,

Bu konuda Nureddin Yıldız hocamızın yaşı var, eski Türkiye'deki kırsal hayat hakkındaki gerçekleri ondan dinleyebilirsiniz.

Şahsi görüşüm, bulunduğunuz yeri güzelleştirmek için çaba sarf etmenizdir. Peygamberler, bulundukları bölgeleri düzeltmek için uzun seneler çaba sarf etmiştir ve sabırlı olmuşlardır. Bu tür konularda aceleci ve sabırsız olmak sizin için şeytana kapı aralamak olabilir. Ayrıca dediğiniz biçimdeki bir köy yaşamı beklentilerinizi karşılamayabilir.

Belirttiğiniz ahlaksızlıkları yalnız şehir yaşamına indirgemek de yanılgı olur. Yazının içinde Medine bugünkü şehirler gibi değildi diye belirtmişsiniz ancak Lut'un (a.s.) kavminin tarihen daha eski olmasına rağmen şehirleşmesinin bozulmaya yol açtığını düşündüğünüzü söylemişsiniz.

Bahsettiğiniz şekilde bir yerleşim yeri kurmak için ciddi miktarda bir plan, destek ve elbette Allah'ın yardımı gereklidir. Bu nedenle Allah'a çokça dua edelim. Allah'a emanet olun.

En iyisini Allah bilir.
 
Yorgun Mucahid Çevrimdışı

Yorgun Mucahid

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selamün aleyküm,

Bu konuda Nureddin Yıldız hocamızın yaşı var, eski Türkiye'deki kırsal hayat hakkındaki gerçekleri ondan dinleyebilirsiniz.

Şahsi görüşüm, bulunduğunuz yeri güzelleştirmek için çaba sarf etmenizdir. Peygamberler, bulundukları bölgeleri düzeltmek için uzun seneler çaba sarf etmiştir ve sabırlı olmuşlardır. Bu tür konularda aceleci ve sabırsız olmak sizin için şeytana kapı aralamak olabilir. Ayrıca dediğiniz biçimdeki bir köy yaşamı beklentilerinizi karşılamayabilir.

Belirttiğiniz ahlaksızlıkları yalnız şehir yaşamına indirgemek de yanılgı olur. Yazının içinde Medine bugünkü şehirler gibi değildi diye belirtmişsiniz ancak Lut'un (a.s.) kavminin tarihen daha eski olmasına rağmen şehirleşmesinin bozulmaya yol açtığını düşündüğünüzü söylemişsiniz.

Bahsettiğiniz şekilde bir yerleşim yeri kurmak için ciddi miktarda bir plan, destek ve elbette Allah'ın yardımı gereklidir. Bu nedenle Allah'a çokça dua edelim. Allah'a emanet olun.

En iyisini Allah bilir.

Hepinizin yorumları için teşekkür ederim.

Aleykum selam

Evet dönemin Arap yarımadasında şehirler o kadar gelişmiş değildi, Sasani diyarındaki kaşaneler ve Habeş diyarındaki değerli taşlardan yapılmış sütunlardan orada pek eser yoktu. Hatta yanılmıyorsam Hicazda evlerde kapı ve pencere vs de yoktu.

Günümüz şehirlerine nazaran hepsi alakasız o ayrı tabi.

Tarihin bazı dönemlerinde insanlar gelişip bazı dönemlerinde gerilemiştir. Buna Kur'an-ı Kerim'de şöyle işaret ediliyor

".. Onlar sizden daha kuvvetli, malları ve evlatları da daha fazlaydı. Onlar nasiplerince zevküsefa sürdüler.. " (Tevbe/69 meali)

Bunun birçok sebebi ve tarihte çeşitli örnekleri var, volkan patlaması gibi doğal afetlerin Minos krallığını yıkması, Afrika'da bantu göçleri dalgası, Pompei faciası, Bağdatın yakılması, tufan vs vs birçok unsur bunda etkili olabilir. Yani insanlık doğrusal olarak sürekli ilerleme hali yaşayarak bugüne gelmemiştir. Mısır piramitleri ve Antik Mısırın muazzam astronomik bilgisi bunun bir misalidir.
 
I Çevrimdışı

imtina

Allah var, gam yok
İslam-TR Üyesi
Akhi İslamî yerleşim yeri olsun da gerisi teferruat )) ama yazında biraz şehri günah keçisi yapmışsın gibi yani şehir de köy de hayatın bir gerçeği ikisinin de farklı farklı artıları eksileri var eğer bu artı ve eksileri göz önünde bulunduran bir sistem mevcutsa ona göre de bir ölçü bulunacaktır elbet.
 
EBU HANİFE Çevrimdışı

EBU HANİFE

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Haci aslında dunyanin sosyal medya/internet vb ogeleri sayesinde koylerde artık küçük sehirler yani.cok uzatip tumevarim yada tumden gelim yapmadan derim ki nerde bi ilim halkasi cay icecegin dert dinleyecek iki dostun varsa manevi unsurlarin yukselecegi ögeler oldugu yer yurdun orasi olsun :)
 
EBU HANİFE Çevrimdışı

EBU HANİFE

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Hepinizin yorumları için teşekkür ederim.

Aleykum selam

Evet dönemin Arap yarımadasında şehirler o kadar gelişmiş değildi, Sasani diyarındaki kaşaneler ve Habeş diyarındaki değerli taşlardan yapılmış sütunlardan orada pek eser yoktu. Hatta yanılmıyorsam Hicazda evlerde kapı ve pencere vs de yoktu.

Günümüz şehirlerine nazaran hepsi alakasız o ayrı tabi.

Tarihin bazı dönemlerinde insanlar gelişip bazı dönemlerinde gerilemiştir. Buna Kur'an-ı Kerim'de şöyle işaret ediliyor

".. Onlar sizden daha kuvvetli, malları ve evlatları da daha fazlaydı. Onlar nasiplerince zevküsefa sürdüler.. " (Tevbe/69 meali)

Bunun birçok sebebi ve tarihte çeşitli örnekleri var, volkan patlaması gibi doğal afetlerin Minos krallığını yıkması, Afrika'da bantu göçleri dalgası, Pompei faciası, Bağdatın yakılması, tufan vs vs birçok unsur bunda etkili olabilir. Yani insanlık doğrusal olarak sürekli ilerleme hali yaşayarak bugüne gelmemiştir. Mısır piramitleri ve Antik Mısırın muazzam astronomik bilgisi bunun bir misalidir.
Haci dusuncenin cok derinlerine inme ince dusunmek her konuda akli ve ruhu yorar.Cehaletin bi kismi mutluluktur.
Ne diyor ibn cevzi;Allah cc insani ahmaklik uzerine yaratmasaydi mutlu olamazdi :D
 
I Çevrimdışı

imtina

Allah var, gam yok
İslam-TR Üyesi
Haci dusuncenin cok derinlerine inme ince dusunmek her konuda akli ve ruhu yorar.Cehaletin bi kismi mutluluktur.
Ne diyor ibn cevzi;Allah cc insani ahmaklik uzerine yaratmasaydi mutlu olamazdi :D
Kabirde düşünmek fayda etmez akhi. Ama fazla düşünmek de kabre götürür orası ayrı :) ölçü meselesi )
 
مراد Çevrimdışı

مراد

Üye
İslam-TR Üyesi
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Pek yakında müslümanın en hayırlı malı, dinini fitnelerden korumak için yanına alıp dağ başlarına ve otlak yerlere gideceği koyun olacaktır.” (Buhârî, Îmân 12, Bed’ü’l-halk 15, Menâkıb 25, Rikak 34, Fiten 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Fiten 4, Nesâî, Îmân 30, İbni Mâce, Fiten 13)

  • Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Yukarıdaki hadislerin birincisinde, Peygamber Efendimiz’e:

“Hangi insan daha değerlidir?” diye sorulduğunu görmüştük. Efendimiz de bu soruyu:

“Canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mü’min” diye cevaplamıştı.

Bazı sahâbîler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e hangi insanın veya hangi ibadetin daha değerli olduğunu sorduğu zaman, Peygamber Efendimiz karşısındaki insanın şahsî durumuna veya yaşadıkları zamanın gereğine göre cevaplar verirdi. Şayet sulh ve sükûn zamanı ise, onlara muhtelif ibadetleri tavsiye eder, Allah Teâlâ’ya karşı kulluk görevlerini yerine getirmenin en değerli ibadet olduğunu söylerdi. Eğer savaş zamanı ise, bu hadiste görüldüğü üzere, “canıyla, malıyla Allah yolunda savaşmanın” daha üstün olduğunu anlatırdı.

Cihadın yani Allah yolunda savaşın önemi ve değeri, 1288-1355 numaralar arasındaki 67 hadiste enine boyuna ele alınmaktadır.

Sorduğu soruya aldığı cevapla yetinmeyen sahâbî, Peygamber Efendimiz’e daha sonra kim değerlidir? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

“Dağ aralarına çekilip Rabbine ibadet eden kimse” cevabını verdi.

Ne zaman dağ aralarına çekilmek gerekecektir? sorusuna ikinci hadisimiz cevap vermektedir. Buna göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ileride meydana gelecek bazı durumları haber vermiş ve buyurmuştur ki, halk arasında büyük huzursuzluklar çıkacaktır. O zaman insanlar doğru yoldan büsbütün ayrılacaklardır. Kendilerini uyarıp doğru yolu göstermeye çalışanları dinlemeyeceklerdir. İşte böyle fena bir zamanda fazilet savaşı veren müslümanlar, kimseye tesir edemediklerini görünce, hiç olmazsa kendilerini ve aile fertlerini, süratle yayılmakta olan fenalıklardan kurtarmaya çalışacaklardır. Bunun için de dağ başlarına, tenhâ yerlere kaçıp kurtulmak isteyeceklerdir.

İnsanlardan uzak yerlerde, dağ başlarında ailesini geçindirebilmek için en uygun geçim vasıtası koyun sürüsüdür. Otu ve suyu bol yerlerde koyunlarını otlatan kimseler, onlardan temin edeceği et, süt, yoğurt, peynir ve yün ile kimseye muhtaç olmadan ve yiyeceğine haram karıştırmadan yaşayabilecektir.

Bazı âlimler halktan uzak yaşayıp kendini onların fenalığından korumanın en uygun hayat şekli olduğunu söylemişler ve bunu uygulamışlardır. Fakat İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu bu görüşe katılmamışlardır. Onlar insanlarla birlikte yaşayan ve onların sıkıntısına katlanan kimselerin, bu fedakârlığı göstermeyenlerden daha değerli olduğunu belirten hadîs-i şerîfe (Tirmizî, Kıyâmet 55; İbni Mâce, Fiten 23) uygun hareket etmişlerdir.

Hz. Osman’ın şehid edilmesi olayına İslâm âlimleri fitne adını vermişlerdir. Bu olayı ve Hz. Ali ile Hz. Âişe ve Muâviye arasında meydana gelen savaşları gören bazı sahâbîler, Peygamber Efendimiz’in işaret buyurduğu zamanın geldiği düşüncesiyle bir köşeye çekilmiş ve insanlardan uzakta yaşamışlardır.

Demek oluyor ki, bir müslüman, elinden geldiği ölçüde toplumdaki fenalıklarla savaşmalı, onları yok etmeye çalışmalıdır. Çünkü dinin buyruklarını bütünüyle yaşamanın başka yolu yoktur. Câmi ve cemaat bütünlüğünü korumak, muhtaçların yardımına koşmak, hastaları ziyaret edip cenâzeleri defnetmek başka türlü mümkün değildir. Kötülüklerin bir çığ gibi büyümekte olduğunu, kendisini ve aile fertlerini de çemberi içine alacağını farkedince, uzleti tercih etmeli, bir köşeye çekilip dinin güzelliklerini ailesiyle birlikte yaşamalıdır.

İnsanlarla iyi geçinmeyen, onlara sıkıntı veren huysuz kimselerin, fitne zamanını beklemesine bile gerek yoktur. Onların hiç vakit kaybetmeden bir köşeye çekilmesi, hem kendileri hem de başkaları için daha uygundur.

599 numaralı hadiste, Peygamber Efendimiz’in hayırlı kimseyi: “Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kimseye zararı dokunmayan adam” diye de belirttiğini görmüştük. Demekki yalnız başına Allah’tan korkmak yâni müttakî olmak yetmemekte, bununla birlikte insanlara zarar vermemeye çalışmak da gerekmektedir. 602 numaralı hadîs-i şerîf de aynı konuya ışık tutmaktadır.

  • Hadisten Çıkarmamız Gereken Dersler Nelerdir?
  1. Bazı sahâbîlerin yaptığı gibi, insan bilmediği dinî konuları, bilen âlimlere sorup öğrenmelidir.
  2. Malını harcayarak, canını ortaya koyarak cihad etmek en büyük ibadettir.
  3. Bir müslüman, diğer insanlara zarar vermeden, onlarla bir arada yaşamak zorundadır.
  4. Toplumun bozulup halkla beraber yaşamanın bir mü’mine sıkıntı vereceği zamanlar gelecektir.
  5. Dini yaşamanın zorlaştığı, helâl lokma bulmanın imkânsızlaştığı böyle zamanlarda bir köşeye çekilmek ve ailesiyle birlikte dindarca yaşamak en iyisidir.
Kaynak: Riyazüs Salihin
 
Ummu Aişe Çevrimiçi

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Geçmiş zamanda güç ve konum sahibi kişilerin azgınlaşması ile koca koca topluluklar bozulabiliyordu.

Şu anda ise, bir köyü düşünelim: en itibarlı kişileri doğru yolda olsa bile; eğer evlerinde kontrolsüz TV, internet var ve okullarında eşitlik ve özgürlük adına türlü şeyler öğretiliyorsa, buranın büyüğünün haline bakılmaz, çocuk ve gençlerden başlayarak giderek toplumu bozulur.

Şehirde ise, ek olarak: çok sayıda insan bulunması ve kapı komşularının bile birbirini tanımaya istekli olmaması hali var. Hangi birinin takipçisi olunacak? Haliyle kişiler kınanma korkusunu şehirlerde duymuyor.

Kısaca, çağımıza özel olarak TV, internet ve okulların olumsuz etkisi köyde bile toplumu bozabiliyor (gazete, dergi, kitap vb yayınların etkisi de az değildi);

Ancak asıl büyük sorun, şehir nüfusunun kalabalık olması dolayısı ile "birbirini umursamamaya yol açması". Sayı arttıkça kontrol zorlaşıyor yani. Emr-i bil maruf da, nehyi anil münker de, güç sınırımızı aşmaya başlıyor. Beraberinde birbirine benzer kişilerin bulunma olasılığı da şehirde artıyor ve gruplaşarak birbirlerinden güç alıyorlar. Köyde bu durum daha azdır; haliyle dışlanma korkusu kişileri daha kolay hizada tutar.

Son olarak, bunun üstüne bir de "insanlık hakları, özgürlük" vs sloganları ile kişiler hukuken korunuyorsa, o zaman hiç sormayın. Yaşayarak görüyoruz nitekim.
 
Ummu Aişe Çevrimiçi

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Çözüm önerisi yazmayı unutmuşum:

Güç sahiplerinin hak yolda olması,

Hukukun buna göre belirlenmesi,

Ve çocuk ve gençlerin ahlakının korunması adına kontrolsüz TV, internet, okul, gazete, dergi, kitap vs ne varsa hepsinin kontrolden geçirilmesi.

*Sadece 10-12 yaşına kadar bile korunsalar, büyük oranda olumlu etkisi görünür bunun. Nitekim çocuk temiz şekilde büyütüldü ise, daha sonrasında kötülükleri görse bile kolaylıkla reddedebilir hale gelir. Daha garanti olsun deniliyorsa 15 yaş, ama bunu başarmak çok zor.

Bu arada geçmişte sürgün cezası vardı, bazı ciddi günahlar için iyi çözüm.
 
Yorgun Mucahid Çevrimdışı

Yorgun Mucahid

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu cihazlar meselesi işin kilit noktalarından birisi yani. Anarko-primitivizm direkt telefon, bilgisayar, televizyon gibi unsurları hatta daha fazlasını ortadan kaldırmak gerektiğini, bunların insanlara "mutlak olarak zarar" verdiğini ve bu gerçeğin değiştirilemeyeceğini öne sürüyor.

Başta onun yerine mesela İslâmi kanallar, İslâmi yazılım ve programlar yapılabilir ve faydalı hale getirilir diyordum. Ancak bunun örneği pek olmadığı için fayda ve zararlarını, neticelerini kestiremiyorum.

Şu gerçek var ki, bu cihazlar olduğu müddetçe adam isterse başka ülkelerin arama motorlarına, yazılımlarına her şeyine erişecek. Mesela isterse yine tiktok indirecek, devlet yasaklasa vpn ile erişecek. Her türlü içerik önünde olacak.

Teknolojiye kaptırıp giden her ülke dinden imandan ahlaktan aile yapısından, kısacası fıtrattan uzaklaşıyor. Türkiye de böyle oldu. Bu durumda modern teknoloji, "mutlak anlamda kötü" müdür

Bilhassa şu teknolojinin insan üzerindeki etkilerinden bahseden Kaczynski yi okuduktan sonra anarko-primitivizme eskisi kadar sert bir karşıtlıkla değil daha ılımlı bakıyorum. Ancak o teknoloji şirketlerine bombalı saldırılar falan düzenliyordu. Garip bir adamdı.

Önermesi ilginç, çim biçme makinesi var diyelim, ancak gürültü istemeyen kimseleri rahatsız ediyor.

Bundan ötürü bu makineyi yasak edersek makineyi kullanan adam rahatsız olacak ve canı sıkılacak, belki isyan edecek. Yok yasak etmezsek, gürültü sevmeyen ama geçmiştendir oralarda yaşayan insanlar rahatsız olacak. Halbuki bu makine hiç olmasaydı hepsi daha huzurlu olacaktı diyor.
Bunu sosyal medyaya uyarlayalım, insanların fıtratını bozuyor, ancak yasak edersek isyan ediliyor canları sıkılıyor, yasak edilmeyince ahlaken daha kötü gidiliyor. Halbuki bu sosyal medya olmasaydı hiç kimsenin canı sıkılmayacaktı.

Bunun dışında, bugün yapay zekanın sayısız mesleği sona erdirdiği gibi gerçekler var.

Bu meseleye getirdiği netice ise teknolojiyi şimdi iptal edersek, büyük bir yıkım olabilir, ancak ileride düştüğümüz hatayı anlayıp o zaman yıkmaya kalkarsak daha büyük bir yıkım ve zararı olabilir, o yüzden şimdi yıkılmalı şeklinde izah getiriyor.

Dediğiniz gibi dindar bir yaşamın tesis edilmesi için kırsalvari yerleşkeler kursak da telefon gibi cihazlar orayı da bozacak ve bir şehirden biraz farklı olacak sadece. Bir tık ehven olacak belki o kadar.

Ben olayı şöyle ele alıyorum. Birincisi geliştirilmesi zorunlu olan kaçınılmaz unsurlar vardır:

Silah, roket, hava savunma sistemi vs gibi

Bunlar üretilmek zorundadır zira üretmeme gibi bir lüksümüz yok. Gönül isterdi ki bu sivillere zarar veren toplu imha silahları dünyada hiç olmasın, Necmeddin Erbakan gibi bir adam çıkıp "bende bütün nükleer silahları imha edecek formül var" deyip ancak bir darbeye uğramadan bu teknolojiyi ortadan komple kaldırmaya tekrar gelene kadar, karşı taraf silah ürettiği gibi biz de üretmek zorundayız.

Bir de geliştirilmesi hayati olmayıp sadece hayatı kolaylaştıran ama bununla beraber insanın fıtratını bozan unsurlar vardır. İşte bu ikinci kategoriye giren şeylerin insanlar arasındaki kullanımı hususunda biraz daha temkinli olmalıyız.
 
H Çevrimiçi

hutbetussahra

Hayat, İman ve Cihad...
İslam-TR Üyesi
Bu cihazlar meselesi işin kilit noktalarından birisi yani. Anarko-primitivizm direkt telefon, bilgisayar, televizyon gibi unsurları hatta daha fazlasını ortadan kaldırmak gerektiğini, bunların insanlara "mutlak olarak zarar" verdiğini ve bu gerçeğin değiştirilemeyeceğini öne sürüyor.

Başta onun yerine mesela İslâmi kanallar, İslâmi yazılım ve programlar yapılabilir ve faydalı hale getirilir diyordum. Ancak bunun örneği pek olmadığı için fayda ve zararlarını, neticelerini kestiremiyorum.

Şu gerçek var ki, bu cihazlar olduğu müddetçe adam isterse başka ülkelerin arama motorlarına, yazılımlarına her şeyine erişecek. Mesela isterse yine tiktok indirecek, devlet yasaklasa vpn ile erişecek. Her türlü içerik önünde olacak.

Teknolojiye kaptırıp giden her ülke dinden imandan ahlaktan aile yapısından, kısacası fıtrattan uzaklaşıyor. Türkiye de böyle oldu. Bu durumda modern teknoloji, "mutlak anlamda kötü" müdür

Bilhassa şu teknolojinin insan üzerindeki etkilerinden bahseden Kaczynski yi okuduktan sonra anarko-primitivizme eskisi kadar sert bir karşıtlıkla değil daha ılımlı bakıyorum. Ancak o teknoloji şirketlerine bombalı saldırılar falan düzenliyordu. Garip bir adamdı.

Önermesi ilginç, çim biçme makinesi var diyelim, ancak gürültü istemeyen kimseleri rahatsız ediyor.

Bundan ötürü bu makineyi yasak edersek makineyi kullanan adam rahatsız olacak ve canı sıkılacak, belki isyan edecek. Yok yasak etmezsek, gürültü sevmeyen ama geçmiştendir oralarda yaşayan insanlar rahatsız olacak. Halbuki bu makine hiç olmasaydı hepsi daha huzurlu olacaktı diyor.
Bunu sosyal medyaya uyarlayalım, insanların fıtratını bozuyor, ancak yasak edersek isyan ediliyor canları sıkılıyor, yasak edilmeyince ahlaken daha kötü gidiliyor. Halbuki bu sosyal medya olmasaydı hiç kimsenin canı sıkılmayacaktı.

Bunun dışında, bugün yapay zekanın sayısız mesleği sona erdirdiği gibi gerçekler var.

Bu meseleye getirdiği netice ise teknolojiyi şimdi iptal edersek, büyük bir yıkım olabilir, ancak ileride düştüğümüz hatayı anlayıp o zaman yıkmaya kalkarsak daha büyük bir yıkım ve zararı olabilir, o yüzden şimdi yıkılmalı şeklinde izah getiriyor.

Dediğiniz gibi dindar bir yaşamın tesis edilmesi için kırsalvari yerleşkeler kursak da telefon gibi cihazlar orayı da bozacak ve bir şehirden biraz farklı olacak sadece. Bir tık ehven olacak belki o kadar.

Ben olayı şöyle ele alıyorum. Birincisi geliştirilmesi zorunlu olan kaçınılmaz unsurlar vardır:

Silah, roket, hava savunma sistemi vs gibi

Bunlar üretilmek zorundadır zira üretmeme gibi bir lüksümüz yok. Gönül isterdi ki bu sivillere zarar veren toplu imha silahları dünyada hiç olmasın, Necmeddin Erbakan gibi bir adam çıkıp "bende bütün nükleer silahları imha edecek formül var" deyip ancak bir darbeye uğramadan bu teknolojiyi ortadan komple kaldırmaya tekrar gelene kadar, karşı taraf silah ürettiği gibi biz de üretmek zorundayız.

Bir de geliştirilmesi hayati olmayıp sadece hayatı kolaylaştıran ama bununla beraber insanın fıtratını bozan unsurlar vardır. İşte bu ikinci kategoriye giren şeylerin insanlar arasındaki kullanımı hususunda biraz daha temkinli olmalıyız.
Olay aslında teknoloji vs değil. O açıdan bakarsak teknolojinin olmadığı toplumlar da bozuktu. Taa kaç yıl önceki dağın başındaki köylerde bile yerine göre neler oluyordu neler. Olayın bunlarla hiç ilgisi yok. Olay tamamen eğitim. Eğitim başı ise inanç/iman. Kuvvetli bir ALLAH inancı olan insana sen hangi hükmü söylersen kabul eder. Böyle bir insan etrafı pisliklerle dolu olsa bile Hz. Yusuf(a.s.)'ın tavrını sergileyecektir. Ama böyle bir inancı olmayan adamın tüm teknolojik imkanlarını dahi kessen onu nefsinin arzularından kurtaramazsın. Çözüm yasak ya da yok etmek değil inanç eğitim. Bir örnek vereyim mesela yazı ile küfür kitapları da yazılıyor hadis kitapları da. Biz şimdi yazıyı kaldırırsak iyi mi etmiş oluruz? Ya da kılıç ile kafir de kesiliyor müslümanda. O halde suçu kılıca mı atmalıyız onu mu ortadan kaldırmalıyız yoksa onu yönlendiren fikirleri mi? Bizim savaşımız objelerle değil fikirlerle olmalı.
 
Ummu Aişe Çevrimiçi

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Yani sonuç olarak evet, teknoloji kötü bilginin hızla yayılmasını sağlıyor, ancak bu olmadan da toplumlar bozuluyor muydu, evet bozuluyordu. Sadece teknoloji bunun hızını daha da artırmış oldu.

Bu açıdan @hutbetussahra ahinin önerisi olan "eğitim" elimizdeki yegâne korunma yolu. Emr-i bil maruf ve nehyi anil münker ile buna devam. Bu arada istenilen hayatı yaşama konusunda hemfikir kişilerin reelde bir arada bulunması çok önemli. Bunun için sadece bir mahalleyle bile başlansa bu zamanla büyüyecektir inşaAllah. Bazı semtleri bilirsiniz, belli başlı cemaatlerin yoğun olduğu. Bu kişiler kendi çocuklarını büyütürken dayanışma içinde olabiliyor, ve birçok konuda yalnızlık, acizlik hissetmiyor.

Daha ötesinde ise, ülke değişimi gibi ciddi kararlar var tabi.
 
H Çevrimdışı

HakanTR

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Olay aslında teknoloji vs değil. O açıdan bakarsak teknolojinin olmadığı toplumlar da bozuktu. Taa kaç yıl önceki dağın başındaki köylerde bile yerine göre neler oluyordu neler. Olayın bunlarla hiç ilgisi yok. Olay tamamen eğitim. Eğitim başı ise inanç/iman. Kuvvetli bir ALLAH inancı olan insana sen hangi hükmü söylersen kabul eder. Böyle bir insan etrafı pisliklerle dolu olsa bile Hz. Yusuf(a.s.)'ın tavrını sergileyecektir. Ama böyle bir inancı olmayan adamın tüm teknolojik imkanlarını dahi kessen onu nefsinin arzularından kurtaramazsın. Çözüm yasak ya da yok etmek değil inanç eğitim. Bir örnek vereyim mesela yazı ile küfür kitapları da yazılıyor hadis kitapları da. Biz şimdi yazıyı kaldırırsak iyi mi etmiş oluruz? Ya da kılıç ile kafir de kesiliyor müslümanda. O halde suçu kılıca mı atmalıyız onu mu ortadan kaldırmalıyız yoksa onu yönlendiren fikirleri mi? Bizim savaşımız objelerle değil fikirlerle olmalı.
Bununla beraber teknolojinin bize sağladığı şöyle bir kolaylık da var. Sitenin ismini hatırlamamak ile ilgili bir hadis sitesi vardı, tüm ravileri görebiliyordun. Zamanında 4 imam döneminde böyle bir kolaylık olsaydı neler yaparlardı Allah bilir.

O yüzden teknolojiyi tek başına günah keçisi haline getirmenin anlamı yok, denildiği üzere okul ve medrese eğitiminin beraber verileceği bir eğitim sistemi toplumun düzelmesi için önemlidir.
 
Yorgun Mucahid Çevrimdışı

Yorgun Mucahid

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
@hutbetussahra ahi çok güzel bir noktaya değindi, eğitim meselesi. Bugün Türkiye'nin eğitim sistemi ortadadır bunun gençlerin bu hale gelmesinde çok ama çok ciddi bir payı var.

@Ummu Aişe evet belli bir bölgeyi mesken edinmemiz lazım, Rasûlullah sav Mekkede kalın demedi Medineye gelin dedi ve sırf bu davaya kendini adayan insanlar için ortak bir mesken tutarak işe başladı. Türkiye'de de böyle bir yer olmalı
 
Yorgun Mucahid Çevrimdışı

Yorgun Mucahid

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bununla beraber teknolojinin bize sağladığı şöyle bir kolaylık da var. Sitenin ismini hatırlamamak ile ilgili bir hadis sitesi vardı, tüm ravileri görebiliyordun. Zamanında 4 imam döneminde böyle bir kolaylık olsaydı neler yaparlardı Allah bilir.

O yüzden teknolojiyi tek başına günah keçisi haline getirmenin anlamı yok, denildiği üzere okul ve medrese eğitiminin beraber verileceği bir eğitim sistemi toplumun düzelmesi için önemlidir.

Evet teknolojinin faydalarını inkar etmem mümkün değil, şuan size teknoloji sayesinde yazabiliyorum zaten.

Ancak dört imam meselesinde şöyle bir husus var. Bugün hiç kimse o imamlar gibi olamıyor, neden? Çünkü bilgiye hızlı erişebiliyoruz ve bunun getirdiği rahatlık ile okuduklarımız haliyle beyinde fazla kalmıyor. O dönemde bir adam hadisi senedi ile tek sefer dikkatlice dinlese ezberinde kalıyor ve unutamıyordu. İkinci husus da şimdi teknolojik uyaranların her yere yerleşmesi sebebiyle konsantrasyon ve odak sorunu ortaya çıktı, herhangi bir şeye fazla odaklanamama problemi.
Hatta bunun neticesi olarak sosyal medya mecraları shorts uygulamasına geçti.
 
H Çevrimiçi

hutbetussahra

Hayat, İman ve Cihad...
İslam-TR Üyesi
Evet teknolojinin faydalarını inkar etmem mümkün değil, şuan size teknoloji sayesinde yazabiliyorum zaten.

Ancak dört imam meselesinde şöyle bir husus var. Bugün hiç kimse o imamlar gibi olamıyor, neden? Çünkü bilgiye hızlı erişebiliyoruz ve bunun getirdiği rahatlık ile okuduklarımız haliyle beyinde fazla kalmıyor. O dönemde bir adam hadisi senedi ile tek sefer dikkatlice dinlese ezberinde kalıyor ve unutamıyordu. İkinci husus da şimdi teknolojik uyaranların her yere yerleşmesi sebebiyle konsantrasyon ve odak sorunu ortaya çıktı, herhangi bir şeye fazla odaklanamama problemi.
Hatta bunun neticesi olarak sosyal medya mecraları shorts uygulamasına geçti.
Bunların hepsinin çözümü eğitim. İnanç eğitimi. Düşmanı yanlış yerde aramamak lazım. Teknolojinin inancı olamaz. O sadece bir araçtır. Tarafsız bir objedir. Asıl mesele nasıl kullanıldığı. İnancı sağlam insanlara uzay teknolojisi de versen iyi sonuç alırsın. İnancı bozuk insanları dağ başına da koysan kötü sonuç alırsın.
 
Ummu Aişe Çevrimiçi

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Evet teknolojinin faydalarını inkar etmem mümkün değil, şuan size teknoloji sayesinde yazabiliyorum zaten.

Ancak dört imam meselesinde şöyle bir husus var. Bugün hiç kimse o imamlar gibi olamıyor, neden? Çünkü bilgiye hızlı erişebiliyoruz ve bunun getirdiği rahatlık ile okuduklarımız haliyle beyinde fazla kalmıyor. O dönemde bir adam hadisi senedi ile tek sefer dikkatlice dinlese ezberinde kalıyor ve unutamıyordu. İkinci husus da şimdi teknolojik uyaranların her yere yerleşmesi sebebiyle konsantrasyon ve odak sorunu ortaya çıktı, herhangi bir şeye fazla odaklanamama problemi.
Hatta bunun neticesi olarak sosyal medya mecraları shorts uygulamasına geçti.
Bu odak sorunu ancak çok ciddi bir kararlılıkla yenilebilir. Ve bu kararlılık "Bir hücreye atılsam bile, tüm bilgilerim bende olabilmeli" şeklinde bir niyetle sağlanabilir inşaAllah.

Ki bazen düşünüyorum, her şeyi Google'a soruyoruz ama bu imkân bir gün gitse ne olacak? Bir yasak gelse, tüm kitaplar toplatılsa vs... Zihnimizin içindeki bilgiler hariç, tüm bilgiye erişim imkânı yok olacak.

Bununla ilgili bir hadis vardı, ahir zamanda ilmin kaldırılacağı söyleniyordu. Ne zaman bu internete bağlı halimizi görsem, aklıma bu hadis geliyor. Sık sık tebliğ için kullandığımız ayetler için bile "1 dk, bulup atayım" diyoruz çoğumuz.

Yani ezbere daha çok önem vermemiz gerektiği aşikâr, altındaki kuvvetli sebep de bunlar olmalı.
 
Üst Ana Sayfa Alt