Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Gıybet Nedir Bilir Misiniz?

T Çevrimdışı

tevhiddavam

Rabbim! Benim ilmimi arttır!
İslam-TR Üyesi
(Alıntıdır)


Bu soruyu bizim sorduğumuz gibi Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’de ashabına sormuş ve onların merakını uyandırdıktan sonra onlara bu sorunun cevabını vermiştir.

Şimdi onların bu konuşmasına kulak verelim.


Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashabına:

- “Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sordu.

Ashab:

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

- “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu. Ardından:
- “Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
- “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet etmiş olursun; yoksa o zaman ona iftira etmişsin demektir” diye cevap verdi. (Müslim, Birr 70.)

Bu tanımdan anladığımıza göre gıybet; bir kardeşimizde var olan ve dillendirildiğinde hoşlanmadığı bir hasleti şahsının bulunmadığı ortamlarda anmamız ve dile getirmemizdir.

Müslümanın Şeref ve Haysiyeti Korunma Altına Alınmıştır

Kur’an ve sünneti gözden geçirdiğimizde insan haklarının en önemlilerinden olan ve çoğunlukla “ırz” kavramıyla ifade edilen kişinin haysiyet, şeref ve onurunun çok ciddî bir şekilde korunma altına alındığını görüyoruz.

Bilindiği üzere İslam dini, iman, ahlak ve beden açısından sağlıklı bir toplumun meydana gelmesi için insanoğlunun bir takım değerlerini muhafaza altına almış ve bu değerlere zarar verecek tüm şeyleri onlar için yasaklamıştır. Bu değerlere “Külliyat-ı Hamse” veya “Zarurat-ı Hamse” adı verilmiştir. Yani korunması ve muhafaza edilmesi zorunlu olan beş esas… Bu esaslar sırasıyla şu
şekildedir:

1- Din Emniyeti.

2- Can Emniyeti.

3- Irz Emniyeti.

4- Akıl Emniyeti.

5- Mal Emniyeti.

İslam’da bu beş esasa zarar verecek her şey haram kılınmıştır.

Örneğin, adam öldürmek haramdır; sebebi ise can emniyetinin ihlalidir. İçki haramdır; sebebi ise akıl emniyetini ortadan kaldırmasıdır. Hırsızlık ve gasp haramdır; nedeni ise mal emniyetine zarar vermesidir.

İşte gıybette tıpkı bu sayılanlar gibi haramdır. Sebebi ise insanın “ırz” kavramıyla ifade edilen haysiyet, şeref, onur ve hürmetinin ihlalidir.

Bilinmelidir ki, Allah’a iman etmiş bir kulun saygınlığı Allah indinde Kâbe’nin saygınlığından daha üstündür. Bu ifade ilk bakışta biraz garip gelebilir; ama Efendimiz aleyhisselam’ın şu hadisini okuyan bir kimse bu ifadenin hiçte garip olmadığını anlar.

O, Mekke’den çıkmaya mecbur bırakıldığında bir tepeye çıkmış ve tam ayrılacağı esnada tekrar Kâbe’ye bakarak şu müthiş cümleleri söylemişti:

“Merhaba sana ey Kâbe! Sen ne yücesin, dokunulmazlığın ne de yüce! (Ama) iman etmiş bir kulun Allah katındaki dokunulmazlığı (hürmeti) seninkinden daha üst seviyededir. Allah senin hakkında bir şeyi haram kılmışken mümin hakkında üç şeyi haram kılmıştır: Onun kanını, malını ve hakkında su-i zan beslenilmesini.”

(“Silsiletü’l Ehâdisi’s-Sahîha”, 3420.)


Bu ifadelerden net olarak anlaşılan odur ki, Allah’a iman etmiş bir kulun saygınlığı Kâbe’nin saygınlığından daha üstündür. Kâbe’ye yapılan bir saygısızlık nasıl ki Allah indinde çok büyük bir günahsa, aynı şekilde bir müminin şeref ve haysiyetine yapılan saygısızlıkta aynı şekilde Allah katında çok büyük bir günahtır. Allah celle celâluhu, nasıl ki Kâbe’sine hürmetsizlik edenleri ve oraya haksız bir şekilde kast edenleri cezalandıracaksa, (Bkz: 22/Hac, 25.) aynı şekilde iman eden kullarına haksız yere eziyet edenleri ve zulmen onları lekelemeye yeltenenleri de cezalandıracaktır…

Bir kimsenin olmadığı ortamlarda gerek onun şahsıyla ilgili maddî, bedenî, dünyevî, manevî, ahlâkî ve dinî kusurlarından söz edilmesi, gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybet sayılmıştır. Çünkü bu onun haysiyet ve şerefini ihlal etmekte, insanlar arasındaki konumuna zarar vermektedir. Yani gıybet, bazen kişinin fizikî görünümü ile alakalı olabileceği gibi bazen de ahlakî, amelî ve karakteristik özelliklerinde olabilir. Bunu birÖrnekle izah edelim:

Mesela bir insan kısa boylu, tombul veya cılız olabilir. Eğer bu hasletini onun olmadığı bir ortamda eleştirel manada dillendirirsek gıybet etmiş oluruz. Ya da bir insan ahlak olarak sözünde durmayan, aldığını vermeyen veya çok konuşan birisi olabilir. Bunlar hoş olmayan ve Allah’ın yasakladığı amellerdir; lakin bu hasletlerin tamamı onun kendi şahsî problemidir. Onun bu hasletlere sahip olması bizimde onu çekiştirmemizi gerektirmez. Eğer çekiştirir ve arkasından konuşursak gıybetini yapmış oluruz. Aynı bunun gibi bir insan yapısı gereği kızgın, tembel, uyuşuk veya uyumayı çok seven birisi olabilir. Onun böylesi bir yapıya sahip olması bütünüyle onun yaratılışı ile alakalıdır. Eğer biz bu hususlarda arkasından eleştiri sadedinde konuşursak gıybetini yapmış oluruz.

Allah kendilerine rahmet etsin, Selef-i Salihîn bırakın eleştirel anlamda arkadan konuşmayı, adam tarif ederken veya birisinin diğerinden daha bilgili olduğunu söylerken bile “Acaba gıybet mi ettik?” diye endişeye kapılır ve Allah’tan af dilerlerdi.


Cerîr b. Hâzim anlatır:

“Muahmmed İbn-i Sirîn tarif etmek amacıyla bir adamı zikretti ve ‘Şu kara adam odur!’ dedi. Daha sonra durdu ve ‘Estağfirullah’ diyerek Allah’tan bağışlanma dilemeye başladı. En sonunda ‘Acaba adamın gıybetini mi yaptım diye korkuyorum’ dedi.” (“es-Samt”, İbn Ebi’d-Dünya, 1/137.)

Tavk b. Vehb anlatır:

“Hastalığımdan şikâyet ederek Muahmmed İbn-i Sirîn’in yanına girmiştim. Bu halimi görünce:

― Ne o; hastalığından şikâyetçisin herhalde, dedi. Bende:

― Evet, dedim. Bunun üzerine:

― Falancaya git ve ondan sana reçete yazmasını iste, dedi. Ardından ‘Hayır ona gitme, falancaya git; çünkü o diğerinden daha iyi tabiptir’ dedi. Sonra ‘Estağfirullah’ diyerek Allah’tan bağışlanma dilemeye başladı ve:

‘Herhalde adamın gıybetini yaptım’ dedi.” (Şuabu’l-Îman, 5/314.)


Subhanallah! Bu ne hassasiyet; bu ne edep! Tıp ilmini iyi bilen bir kimse için ‘O diğerinden daha iyi tabiptir’ demeyi diğerinin değer ve kıymetini düşürmek anlamına gelebileceğini düşündüğü için gıybetten sayıyor ve bu nedenle Allah’tan af diliyor!

Onlar 21. asrın Müslümanları olarak bizleri ve söylediklerimizi görseler acaba ne der ve nasıl düşünürlerdi? Bir Müslüman’ın oturduğumuz ortamlarda alenen, hiçbir çekingeme duygusu hissedilemeden, rahatlıkla eleştirilip gıybet edildiğine ve haysiyetinin ayaklar altına alındığına şahit olsalar ne derlerdi?

Allah bizlere şuur, bilinç ve selefin ahlakıyla ahlaklanma özelliği nasip etsin.


Değerli kardeşim; unutmamalıyız ki gıybet, aslında yüz yüze gelmeye cesaret edemeyen ve yiğitçe hataları gündeme getiremeyen insanların sığındığı bir sığınaktır. Hakikatine bakılırsa ciddî bir ahlak problemidir.

Bu kavram, dilimizde “Arkadan çekiştirme” ve “Dedikodu yapma” ifadesinin müradifidir. Allah’ın yasakladığı ve haram kıldığı bir ameliyedir. Onun yasaklığı hususunda Rabbimiz öylesi bir benzetme yapmıştır ki, bu benzetme Kur’an’ın diğer yasakları için söz konusu değildir. Bak, Rabbimiz ne buyuruyor:

“Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizin gıybetini yapmayın/arkadan çekiştirmeyin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeleri kabul eden ve acıyandır.” (49/Hucurat, 12)


Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, gıybet yaparak insanların şeref ve haysiyetlerini ayaklar altına alan kimselerin, ahirette karşılaşacakları kötü sonucu şöyle anlatır:

“Mi‘raca çıkarıldığımda bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.

― Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum. Cebrâil:

― Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)

Bu ürpertici manzarayla karşılaşacağını bildiği halde gıybet ameliyesine devam eden kimse acaba hangi sebebe binaen bu kötülüğe devam eder ki?

Âişe radıyallâhu anhâ anlatır: Bir defasında:
― Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim.
―Ravilerden biri, bu
sözle Hz. Âişe’nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor―
Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem:
― “Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı” buyurdu.



Âişe radıyallâhu anhâ yine şöyle demiştir: Ben bir başka gün kendisine bir insanın durumunu taklit ederek anlatmaya çalışmıştım. Bunun üzerine de Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler bile, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid etmeyi istemem!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Kıyâmet, 51.)


Abdullah İbn-i Ömer radıyallâhu anh anlatır: (Bir gün) Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem minbere çıkıp yüksek sesle şöyle nidâ etti:
“Ey kalbiyle değil de, sadece diliyle iman etmiş olanlar! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsaAllah da onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 40, hadis no: 4880.)


Başkalarının gıybetini yapıp kusurlarını araştıranlar, kendi kusurlarını göremezler.

Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh’in şu vecizesi ne de hoştur:

“Ey Âdemoğlu! Kardeşinin gözüne batan bir çöpü görürsünde kendi gözündeki koca kökü fark etmezsin!” (Abdullah İbn-i Mübarek, “ez-Zühd” sf. 69, 70.)

Arkadaşları Rebi‘ b. Haysem’e:

― ‘Seni, hiç birilerinin gıybetini yaparken görmüyoruz?’ dediler. Bunun üzerine Rebi‘, onlara:
― ‘Ben kendi halimden hoşnut değilim ki, başkalarının kusurları ile uğraşayım’ diye karşılık verdi.
(Mukaddem, “Hurmetu Ehli’l-İlm”, sf.38.)

Seleften birisinin şöyle dediği nakledilmiştir:

“Vallahi ben bazen kınanmayı ve ayıplanmayı gerektirecek bir şeyler görüyorum; ama onu dile getirmiyorum. Onu dile getirmememin tek nedeni ise ayıpladığım o şeyle imtihan edilme korkumdur.” (A.g.e. sf. 41.)


Adamın birisi Ömer b. Abdulaziz’e “Sıffîn savaşına katılanlar hakkında ne diyorsun?” diye sordu.
Bunun üzerine Ömer b.Abdulaziz radıyallâhu anh şöyle dedi:
“Allah orada akıtılan kanlara
elimi bulaştırmadı; bende konuşarak dilimi bulaştırmayı istemem!”
(Hattabî, “el-Uzle”, sf. 41.)


Müslümanlar birilerinin ayıp ve kusurlarından önce kendi ayıp ve kusurları ile ilgilenmeli ve onları düzeltme adına ciddî bir çabanın içerisine girmelidir.

Ve unutmamalıyız ki biz, nasıl ki kendi ayıp ve kusurlarımızın ortaya dökülmesinden hoşlanmıyorsak, aynı şekilde başkaları da kendi ayıp ve kusurlarının ortaya dökülmesinden hoşlanmaz.

Ve yine unutmamalıyız ki, biz eğer kardeşlerimizin ayıp ve kusurlarını örtersek, Allah da bizim ayıp ve kusurlarımızı hem dünya hem de ahirette örtecektir. Buna mukabil eğer başkalarının ayıp ve mahremlerini açar ve teşhir edersek, hiç beklemediğimiz bir anda Allah’ın da bizim mahremlerimizi ortaya çıkarıp dünya ve ahirette kusurlarımızı bir bir teşhir etmesi beklenir.


Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.”(Buharî, 2442 numaralı rivayet.


Bu nedenle Mü’min, öncelikle kendi hata ve ayıplarını görüp onları düzeltmeye çalışmalı ve her şeyden önce işe kendisini ıslahla başlamalıdır.

İbrahim Gadban
 
Üst Ana Sayfa Alt