Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Gücün Ve Çıkarın Kulları(münafıklar)

H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Gücün Ve Çıkarın Kulları(münafıklar)


Münafıklar güce tapan adamlardır. Çünkü korkaktırlar. Korkak oldukları için de güç neredeyse oraya yönelirler. Risâlet döneminde de böyle oldu. Güç Müslüman*lara geçince, esasen islâm düşmanı olmalarına rağmen, Müslüman görünmekte bir sakınca bulmadılar.

Münafıkların yerlerini güç belirlediği için, Bedir savaşından sonra Müslüman görünmeye çaba sarf etmelerine rağmen, kalplerin sınandığı Uhud Savaşı (yevm-i temhîs) gününde Müslümanların sayıca az olduklarını görünce, 'Nasıl olsa Mekke müşrikleri karşısında yenilgiye uğrarlar' deyip kalplerindeki fitne ve fesadı açığa vurmaktan geri kalmadılar. Daha savaş başlamadan büyük çoğunluğu Abdullah b. Ubeyy'in komutasında ordudan ayrılıp, evlerine döndüler. Çok değişik gerekçe*lerle savaşa katılmak zorunda kalanlar ise savaşın en kızgın anında, Resulüllah'm öldüğü haberinin duyulduğu anda, Müslümanların direncini kırmak ve dağılma*larını sağlamak için 'Eğer Muhemmed gerçekten bir peygamber olsaydı öldürülmez-di. Artık bu yoldan dönün. İsterseniz Abdullah b. Ubeyy'e bir elçi gönderelim de bizim adımıza Ebû Süfyan'a görüşsün. Bizi bu zor durumdan kurtaracak olan, Abdullah b. Ubeyy'in Ebü Süjyan'dan alacağı güvenlik sözüdür' dediler. Hendek Savaşı ise kalp*lerinde sakladıklarını daha büyük bir cesaretle ortaya koydukları bir zamanı oluş*turdu. Müşrik cephenin ordusunun Medine'yi kuşattığı, Müslümanların zor gün*ler yaşadıkları, Müslümanlar için ölümün, katliamın her an söz konusu olduğu o zorluk anlarında münafıklar hem görünüşte birlikte oldukları Müslümanlardan ayrı durarak müşrik cephenin gazabına uğramamaya çalıştılar, hem de Müslü*manların direncini kırmaya çalıştılar. Dirençlerini kırmak için Müslümanları teh*dit ettiler, katliama uğramakla korkuttular. Bu amaçla yakın tanışları olan Müslü*manlara 'Muhammed ve arkadaşları Ebû Süfyan ve arkadaşları için küçük bir lokma*dan başka bir şey değildir. Gerçi büyük olsalar dajark etmez ya. Ebü Süjyan'm ordu*su bunları ezip yok edecek güçte. Gelin bu adamı terk edin. O size sadece felaket ge*tirdi' dediler. Ayrıca, Müslümanlarla aynı safta durdukları takdirde müşrik cephe*nin ordusu karşısında zarara uğramaktan çekindikleri için çeşitli bahanelerle sa*vaş alanım terk edip, evlerine gitmeyi tercih ettiler. Resulüllah'a 'Evlerimiz düşman saldırıları karşısından korumasız. Evlerimizi Gatafanların saldırılarına karşı koru*yacak bir engel bulunmamakta. İzin ver de evlerimize gidip eşlerimizi ve çocuklarımızı koruyabilelim' veya 'Evlerimizin duvarları sağlam değil. Hırsızlardan çekiniyo*ruz' diyerek, savaş alanım terk etmelerine izin vermesi için ricada bulundular. An*cak vahyolunan bir ayet onların dile getirdikleri gerekçelerin yalan olduğu bildi*rildi. Bu ayet, sahte imanın adamlarının, gücün kölelerinin asıl amaçlarım, kim*likleri gözler önüne serdi. Söz konusu ayet şöyleydi: 'Münafıklardan bir grup 'Ey Medineliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!' demiştiler. İçlerin*den diğer bir kısmı ise 'Evlerimiz emniyette değil' diyerek Peygamberden izin istedi*ler; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.[176]

Münafıklar, Müslümanların zor zamanlarında asıl kimliklerini ortaya koyma*larına karşılık, Müslümanların güçlü olduğu zamanlarda ise samimi birer Müslü*man gibi görünmeye çalıştılar. Çünkü, güce tapan kalpleri Müslümanlardan yana korku içerisindeydi. Müslümanlardan çok korkuyorlardı. Hatta ALLAH'tan kork*tuklarından da çok Müslümanlardan 'korkuyorlardı. ALLAH onların bu gülünç ve acınası durumunu bir ayette şöyle açıkladı: 'Onların içlerinde size karşı duydukla*rı korku, ALLAH'a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar gerçeği anlamayan bir topluluktur. Onlar korunaklı şehirlerde veya siperler arkasında bulun*maksızın sizinle savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.[177] Ayette geçen 'Onlar korunaklı şehir*lerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sikinle toplu halde savaşamazlar' tespi*ti münafıkların kişilik ve karakterleriyle ilgili son derece önemli bir özelliği dile getiriyordu. Onlar islâm'a, Resulüllah'a ve Müslümanlara düşmanlıklarını açıkça ifade edecek kadar yürekli olmadıkları için, hep fitne ve fesat yollarını tercih etti*ler; oyunlarıyla kin ve düşmanlıklarının gereğini yerine getirmeye çalıştılar. Giz*liden gizliye günah işleme, İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlık, Resulüllah'a kar*şı gelme, savaştan geri kalma, savaşa katılacak Müslümanların direncini kırmaya çalışma, Müslümanlar aleyhine gizli planlar tasarlama, Müslüman kadınlara sataş*ma, Resulüllah'm eşlerini rahatsız etme, kavmiyetçilik duygularını harekete geçi*ren çağrılarıyla Müslümanları birbirine düşürmeye çalışma, Medineli Müslüman*ları Resulüllah'ı Medine'den kovmaya davet etme, Hz. Aişe hakkında iftirada bu*lunma gibi tutum ve davranışlar sıklıkla başvurdukları fitne ve fesatların gerekle*ri oldu.

Münafıklar gücün köleleri olmalarının yanı sıra, çıkarlarını her şeyden daha fazla değerli bulan ve bu anlamda çıkarlarını ilâhlaştırmış kimselerdi. Çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlardı. Zaten korku ve güce tapma özellikleri de çı*karlarıyla bağlantılıydı. Çıkarları Müslüman görünmeyi gerektiriyorsa Müslüman görünmeye çalışıyor, Müslüman görünmelerinin kendilerine dünyalık bir imkân sağlamadığı durumlarda da asıl kimliklerini ortaya koyuyorlardı. Onların Müslü*manlıkları çıkarları kadardı; daha fazlası değil. Münafıklar, çıkarları her şeyden önemli ve değerli olduğu için, maddî getirişi olmayacak zor harekâtlara, savaşlara katılmamak için bin bir türlü gerekçeler uy*durup, Medine'de kalmaya çalışmalarına karşılık; kolayca zaferin elde edileceği ve birçok ganimete sahip olunacak harekât ve savaşlara Müslümanlardan önce koşu*yorlardı. Kur'an onların bu durumlara dikkat çekerek, paylaşacakları bir ganimet veya elde edecekleri bir dünyalık menfaat için çabalamalarındaki rezil durumları*nı gözler önüne serdi: 'Sizi gözetleyip duranlar, eğer size ALLAH'tan bir zafer (nasip) olursa, 'Sizinle beraber değil miydik?' derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olur*sa (bu sefer de onlara), 'Sizi yenip (öldürebileceğimiz hâlde öldürmeyip) müminler*den korumadık mı?' derler. Artık ALLAH kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.[178] Siz gani*metleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar 'Bırakın, biz de arkanıza düşe*lim' diyeceklerdir. Onlar, ALLAH'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: 'Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! ALLAH daha önce sizin için böyle buyurmuştur'. Onlar size 'Hayır, bizi kıskanıyorsunuz' diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimseler*dir.[179] 'Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o müna*fıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak gel*di. Gerçi onlar, 'Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık' diye kendilerini helak edercesine ALLAH'a yemin edecekler. Halbuki ALLAH onların mutlaka yalancı ol*duklarım biliyor' [180] Hemen hiç değişmeyen bu çıkarcı özellikleri nede*niyledir ki, Tebük gibi zor ve tehlikeli bir sefere katılmamak için uydurmadıkları yalan kalmamasına rağmen; Mustalık harekâtı, Hayber'in ve Mekke'nin fethine son derece istekli bir şekilde katılmışlardı. Bu kaalımlarındaki amaç ise tamamıy*la ganimet elde etmekti. Ganimet elde etmek için katıldıkları harekât ve savaşlar*da da yapmadıkları edepsizlik kalmamıştı. Ganimet dağılımıyla ilgili sıkıntıları ol*duğunda veya umduklarına kavuşma konusunda şüpheleri bulunduğunda asıl kimliklerini ortaya koymaktan çekinmemişlerdi. Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerin dağıtımı sırasında yaşananlar bunun örneklerinden sadece bir kısmı*nı temsil etti.

Resulüllah, Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerden, kalbi İslâm'a ısındı*rılacak kimselere (müellefe-i kulûb) daha fazla pay vermek istemiş ve bu amaçla 'Bana ve Abdülmuttalib oğullarına ait olan hisseler sizindir' diyerek kendisine ve ak*rabalarına düşen payı bu kimselere bağışladığını bildirmişti. Resulüllah'm bu ter*cihini gören Muhacir ve Ensar da 'Bizim hissemize düşen de Resulüllah içindir' di*yerek bütün hisselerini Resulüllah'a vermek istedikleri halde, münafıklar menfa*atlerinin gereğine göre davranmayı tercih ettiler. İmanlarının sahte olduğunu en küçük menfaat nedeniyle açığa vurmaktan çekinmediler. Bu nedenle Akra b. Ha*bis, Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdâs gibi münafıklar 'Hayır. Biz hisselerimizi ba*ğışlamayız' diyerek çıkarcılıklarım ve savaşlardaki asıl amaçlarım ortaya koydular.

Hatta onlar ganimet dağıtımı sırasında Resulüllah'ı aşağılayıcı ifadelerle eleştir*mekten de geri kalmadılar. Bir ayette bu özellikleri şu şekilde ifade edildi: 'Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince mala düşkünlük göstere*rek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir, bunun için ALLAH onla*rın yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, ALLAH'a göre kolaydır.[181] Ayette ifade edilen özellikleri nedeniyledir ki, münafıklardan birisi ganimetleri paylaştı*ran Resulüllah'm başına dikilerek 'Ey ALLAH'ın Resulü.' Adaletli ol!' demek edepsiz*liğini gösterdi. Bu sözü ile bir istekten çok iğneleyici bir eleştiriyi dile getiriyordu. Resulüllah 'Ben adil olmazsam, kim adil olur [182] diyerek bir gerçeği dile getirdiyse de, çıkarcılığı imana dönüştürmüş o münafık, Resulüllah'm başında dikilip durdu. Bu durumdan çok rahatsız olan ve öfkelenen Hz. Ömer'in 'Ey ALLAH'ın Resulü} Müsa*ade et şu münafığın boynunu koparayım' demesi karşısında Resulüllah, Ömer'e is*tediği izni vermediği gibi münafıklarla ilgili bir gerçeği de dile getirdi: 'Bırak onu! Onun bir takım yandaşları var ki, sizden biriniz kendi namazını onların namazları*nın, kendi orucunu onların orucunun yanında küçük görür. (Onlar sizden daha fazla Müslüman görünürler). Onlar Kur'an okuyacaklar ama okudukları Kur'an gırtlakla*rından aşağıya inmeyecek (sadece okuyacaklar, anlamaktan ve gereklerini yapmak*tan uzak duracaklar). Onlar gerçekte okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmış kimselerdir.[183]


Duvara Dayanmış Odunlar


Kur'an, münafıkların mevcut olmadığı Mekke döneminde 'kalbinde hastalık bulu*nan [184] veya 'yalancı', 'ikiyüzlü' [185] kimseler olarak tanımladı*ğı münafıklar konusunda Müslümanları bilgilendirdi ve onların her türlü fitne ve fesatlarına, zarar ve kötülüklerine karşı uyarıp, hazırladı. Mekke döneminde, Müslümanlara, ileride karşılaşacağı bir grubun kişilik ve karakterini bildiren ayet*lerden birisi şöyleydi: 'insanlardan kimi vardır ki: 'ALLAH'a inandık' der; fakat ALLAH uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini ALLAH'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, 'Doğrusu biz de sizinle beraber*dik' derler. îyi de, ALLAH, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? ALLAH, elbet*te (O'na gönülden) iman edenleri de bilir, ikiyüzlüleri de bilir (ortaya çıkaracaktır) [186] Hiç kuşkusuz bu bir mucizeydi. Bu ayetler, Müslümanları ge*lecekte karşılaşacakları bazı problemlere karşı bilgilendirip, eğitiyordu. Kur'an, sonraki zamanlarda da münafıkları tanıtma, onların fitne ve fesatlarına, zarar ve kötülüklerine karşı bilgilendirme ve uyarma işini mükemmel bir şekilde yerine getirmeye devam etti. Birçok defa münafıkların değişmeyen, Müslümanlar var ol*dukça hep var olacak kötülük timsali görünümlerine, kişilik ve karakterlerine dikkat çekti. Onların hoşa giden sözleriyle, saygı uyandıran sosyo-ekonomik ko*numlarıyla ve giyimleriyle kendilerine itibar edilecek adamlar olduklarının düşü*nüleceği; ancak esasında onların hayra, iyiliğe, adalete, güzelliğe meyletmeyen sığ ve işlemez akıllarıyla sıradan bir kütükten farksız kimseler olduklarını açıkladı. Bu benzetmesiyle münafıkların ne kadar değersiz, düşüncesiz, akıldan mahrum adamlar olduğunu ifade etti. Müslümanları, onlara gıpta etmemeleri için uyardı. Onların hoşa giden sözlerinin bir değer ifade etmediğini, hakikat adına bir değe*re sahip olmadığını bildirdi. Bu açıdan şu ayetler, her çağın Müslümanlarını, her çağın münafıkları konusunda bilgilendirme ve uyarma görevini başarıyla yerine getirdiler ve getiriyorlar:

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinler*sin. Halbuki onlar duvara dayanmış kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar sizin düşmanlarmizdır. Onlardan sakmm. ALLAH on*ların canlarını alsın. Nasıl bu hâle geliyorlar? [187] insanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşu*na gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) ALLAH'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. [188]

Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerinden diri er. On*lar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar ALLAH'ı unut*tular. ALLAH da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridirler.[189]

Onlara 'İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin' denildiği vakit 'Biz hiç, sefih*lerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz'.' derler. Bi*liniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten ge*lirler). [190]

Ey iman edenler! ALLAH'a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çe*virmeyin. İşitmedikleri halde 'işittik' diyenler gibi olmayın. Şüphesiz ALLAH ka*tında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. ALLAH onlar*da bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. [191]

Münafıklar, İslâm öncesinde veya İslâm'ın söz konusu olmadığı zaman ve yer*lerde hakikat arayışının birer önderi, özlenen ve aranan ışığın birer rehberi konu*muna gelebilirler ve gelmişlerdir de. Örneğin Abdullah b. Ubeyy veya Ebû Amir er-Rahib böyle kimselerdi. Ancak hakikatin ışığı yanmaya başlayınca, esenliğin yolu aydınlanıp hak ve bâtıl birbirinden ayrılınca, İslâm'ın sesi duyulunca fark edildi ki onların önderlik ve rehberlikleri kendi kişisel çıkarlarından, saltanatları*nı kurmak için yürüttükleri çabadan başka bir şey değil. Esasında onlar hak ve adalet, iyilik ve güzellik adına bir şey istemiyorlar. Kendilerinin de bunlardan bir nasipleri yok. Kur'an onların bu durumunu tüm zamanların Müslümanlarım bil*gilendirmek ve uyarmak amacıyla şöyle açıkladı:

Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misa*lidir. O ateş yanıp da etrafım aydınlattığı anda ALLAH, hemen onların aydınlığı*nı giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler. [192]

Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karan*lıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. ALLAH, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. (O esnada) şimşek sanki gözlerim çikaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada bi*razcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. ALLAH dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. ALLAH şüphesiz her şeye kadirdir. [193]

Ey iman edenler! ALLAH'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayır*larınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getiri ver mistir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamaz*lar. ALLAH, kâfirleri doğru yola iletmez. [194]

Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana !în-kâr et' der. İnsan inkâr edince de 'Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rab-bi olan ALLAH'tan korkarım' der. [195]



[176] Ahzab, 33:13

[177] Haşr, 59:13,14

[178] Nisa, 4:141

[179] Fetih, 48:15

[180] Tevbe, 9:42

[181] Ahzab, 33:19

[182] Buharı, Farzı'l Humus 19; Müslim, Zekât 46.

[183] Buharı, Tefsir 9,10; Edeb 95; îstitabe 7; Menâkıb 25; Müslim, Zekât 148, Ahmed, Müsned 11/219

[184] Enfal, 8:49

[185] Tevbe, 9:77

[186] Ankebut, 29:10,11

[187] Münafikûn, 63:4

[188] Bakara, 2:204

[189] Tevbe, 9:67

[190] Bakara, 2:13

[191] Enfal, 8:20-23

[192] Ba*kara, 2:17

[193] Bakara, 2:19, 20

[194] Bakara, 2:264

[195] Haşr, 59:16


celalettin vatandaşın siyerinden,tebük seferinden alıntıdır,okunmasını tavsiye ederim,çok güzel açıklanmış..
 
Üst Ana Sayfa Alt