Abdullah ibni Mes´ûd radıyallahu anh anlatıyor:
Birgün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe´nin yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil ile bazı arkadaşları da orada oturuyorlardı. Derken içlerinden biri,
"Şu gösteriş budalasına bakın! Hanginiz falanların yeni boğazladıkları devenin döl yatağını, içindeki pisliklerle birlikte alıp getirir ve secdeye vardığı zaman şunun sırtına koyar?" dedi.
Oradakilerin en fenası olan (Ukbe ibni Ebû Mu´ayt adındaki) biri koşup gitti; devenin döl yatağını alıp getirdi, Resûl-i Ekrem secde edinceye kadar bekledi ve onu sırtına, iki omzunun arasına koydu.
Ben, elimden bir şey gelmediği için öylece bakıp duruyordum. Âh o zaman elimde bir kuvvet olacaktı ki!..
Onlar birbirinin üzerine devrilerek katıla katıla gülüyorlardı. Resûl-i Ekrem ise başını secdeden kaldırmıyordu.
Biri gidip, henüz küçük bir çocuk olan Fâtıma´ya durumu haber vermiş, Fâtıma koşarak geldi ve babasının sırtındaki pisliği alıp attı; sonra bunu yapanlara dönüp hakaret etti.
Resûl-i Ekrem yerinden doğruldu, sonra da üç defa,
"Allah'ım! Bu Kureyş kâfirlerini sana havâle ediyorum." dedi.
Orada yapılan duanın kabul edileceğine inandıkları için, kendi aleyhlerinde Hz. Peygamber'in dua etmesi kâfirlere pek ağır geldi.
Resûl-i Ekrem onların adlarını birer birer sayarak şöyle buyurdu:
"Allah'ım! Ebû Cehil´i sana havale ediyorum. Utbe bin Rebîa´yı, şeybe bin Rebîa´yı, Velîd ibni Utbe´yi, Ümeyye bin Halef´i, Ukbe bin Ebû Muayt´ı sana havâle ediyorum."
Canımı kudretiyle yaşatan Allah´a yemin ederim ki, Resûl-i Ekrem´in adlarını saydığı bu kimselerin çoğunun, Bedir Gazvesinde, ölüler çukuruna atıldıklarını gözlerimle gördüm.
| Hadis-i Şerif, Buhârî, Salât 109, Cihâd 98, Megâzî 7; Müslim, Cihâd 107; Nesâî, Tahâret 192 []