Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haram ve Yasak Şeyler İçin Dua Etmek

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Haram ve Yasak Şeyler İçin Dua Etmek


Bu böyle olduğu gibi bir çok kimseler haram dilekler diledikle ri, yasak arzular içeren dualar yaptıkları halde arzuları gerçekleşir, ama bu amaçlarından daha büyük zararlara uğrarlar. Bu arada mekruh nitelikli istekler içeren bazı dualar da kabul olunabili r.

Bu arada bu tür haram veya mekruh dilekler içeren duaları yapanlar, mutlaka şu üç durumdan birinde olurlar:

1 - Ya yaptıkları duaların haram veya mekruh amaçlı olduklarını bilirler.

2 - Ya dualarının bu nitelikte olduğunu bilmezler .

Fakat bu konuda bilgi edinmeyi ihmal ettikleri veya hak yoldan ayrı düştükleri için söz konusu bilgisizl ikleri kendileri için mazaret kabul edilmez.

3 - Ya da dualarının haram veya mekruh nitelikte olduğunu bilmezler, ama bilmezlik leri ictihad veya taklid gibi meşru sebeplere dayandığı için mazur görülürler.

Mazur görülmeyenlere gelince, Allah onları bu haram veya mekruh amaçlı dualarından dolayı ya iyi niyetli ve çok sevap işlemiş kimseler oldukları için, ya sırf Allah'ın rahmetini n sonucu olarak veya başka bir sebeple affedileb ilirler.

Kısacası, şeriat açısından haram veya mekruh olan duaların durumu, tıpkı diğer ibadetler in durumu gibidir.

Bilindiği gibi, eğer herhangi bir ibadet mekruh bir nitelik içeriyorsa bu mekruh nitelik ya sahibinin içtihadı, ya bir imamı taklit etmiş olması, ya çok sevap işlemiş bir kişi olması, veya başka bir sebepten dolayı affedilir .

Ama bu mekruhluk niteliği belirli bir kimse hakkında geçersiz sayıldı diye söz konusu hareketin yasaklanmış bir mekruh olarak bilinmesi gerektiği zorunluluğunu ortadan kaldırmaz.

Bir çokları bu bakımdan yanılgıya düşüyorlar. Şöyle ki;

Bazı seçkin salih kulların belirli bir ibadet veya belirli bir dua yaparak bu ibadet veya duadan olumlu bir sonuç aldıklarını işitince, bu durumu o ibadet veya delilin şeriata uygun olduğunun delili sayarak sanki Peygamber imiz tarafından işlenmiş gibi o hareketi sünnet ediniyorl ar. Oysa bu tutum, daha önce değindiğimiz gibi yanlıştır. Özellikle eğer o hareketin olumlu etkisi ilk yapıcısının kalbini dolduran samimiyet yüzünden meydana gelmiş ve daha sonraki izleyicil er çığır açıcının samimiyet ini değil de, sadece davranışının dış görünüşünü taklit etmişlerse bu yanılgı daha da ciddileşir. Bu durumda taklitçiler zarara uğrarlar. Çünkü hareket özü bakımından şeriata uygun değildir ve ilk çığır açıcının samimiyet ve iyi niyetine de sahip olmadıkları için söz konusu günahın affedilme sini beklemele ri gerekçesiz kalmaktadır.

Bu söylediğimizin önemli bir örneği; bazı şeyhlerin bidat nitelikli müzik sesleri dinleyere k olumlu şekilde etkilendi klerine dair olan rivayetle rdir. Bu olumlu tezahürler söz konusu şeyhlerin kalblerin de bilmediğimiz bir faktörün etkisi ile oluşan bazı hallerin sonucu olabilir ve bu hareketle ri ya ictihad sınırlarını aşmadığı ve hatalarını örtecek derecede iyi niyetli sayıldıklarından dolayı mazur görülebilir. Fakat arkadan gelen taklitçiler şeyhlerinin kalbindek i duyguları değil, sadece müzik dinleme davranışını taklit ederler. Bu durumda taklitçiler öncülerini mazur saydırıp affettirm iş olan samimiyet ve iyi niyetten yoksun oldukları için kuru taklitler i yüzünden mahvolurl ar.

Nitekim anlatıldığına göre şeyhin biri ölümünden sonra rüyada görülmüş ve kendisine:

“Allah sana nasıl davrandı?” diye sorulmuş. Şeyh de bu soruya şu karşılığı vermiş;

“Allah (c.c.) beni karşısına dikerek bana buyurdu ki; -Ey kötü şeyh, sen Suda ve Lubna'yı sembol edinmiş bir kişisin. Eğer samimi olduğunu bilmesem bu yüzden seni azaba çarptırırdım.-”

Ey okuyucu!

Eğer şeriat açısından mekruh nitelikli her hangi bir dua, her hangi bir yakarış duyar da sana bu dua veya yakarış yapanın dileğinin yerine geldiği söylenirse bilesin ki, böyle dua ve yakarışların amaçlarına ulaşmış olmaları çoğunlukla bu kategoriy e girer.

Bu yüzden Allah'ın şeriatını iyi bilen imamlar bu tür davranış ve tutumlara, sahipleri olumlu sonuçlarını görmüş olsalar bile, öteden beri karşı çıkmışlardır.

Nitekim anlatıldığına göre Şeyh Semnun Muhib (67) bir defasında:

“Bir gün Kur'an'ın ilgili ayetlerin in etkisi altında kalarak Dicle nehrinin yanına geldim ve -Ya Rabbi, izzetin hakkı için, önüme bir balık çıkarmadıkça buradan bir yere gitmem- diye yakardım. Bir süre sonra karşıma büyük bir balık çıktı” dedi.

Bu sözler Cüneyd-i Bağdadî'nin kulağına gidince, çok isterdim ki, nehirden çıkan yılan onu sokup öldürmüş olsaydı” diye karşılık vermiştir.”

(Şeyh Semnun Muhib; Asıl adı semnûn b. Hamza El-Havvad olan bu zat sûfî ve şairdir. Kendisini yalancı semnun (Semnun-i kezzab) olarak adlandırmıştı. Bağdat'ta yaşayıp orada öldü (290). Bkz. İbn Nüaym, Hulbe El-Evliya c. 10, s. 309,312, biy. 581: Zerkelî, EI-Âlam, c. 3, s. 140; Müellif Mecmu El-Fetava, c. 10,s. 690, 691, 693.)

Buna benzer bir başka hikâye de şudur:

Anlatıldığına göre Medine yakınlarında oturan biri bir gün Peygamber imizin -salât ve selâm üzerine olsun- mezarını ziyaret etmeye gelir ve bu sırada canının belirli bir yemeği istediğini söyler. Bunun üzerine Haşimoğullarından biri söz konusu yemeği adamın önüne getirerek kendisine der ki, “Bu yemeği sana Peygamber imiz -salât ve selâm üzerine olsun- gönderdi ve buyurdu ki; -Yanımızdan gitsin. Çünkü bizim yanımızda bulunan kimsenin böyle bir yemek arzu etmemesi gerekir-”

Fakat başka öyle kimseler var ki, ya içtihad sınırları içinde kaldıkları ya bir imamı taklit ettikleri veya yeterli bilgiye sahip olmadıkları için dilekleri yerine getirilmiş ve kendileri ne böyle bir cevap da verilmemiştir. Çünkü normal bilgiye sahip kimseler tarafından işlenince affedilme yen bazı kusurlar, cahiller tarafından işlenince affedileb ilirler. Allah'dan yağmur yağdırmasını dileyip de isteği yerine getirilen İsrailoğlu sofu (abid) Bern'in hikâyesinde olduğu gibi.

Bu yüzdendir ki, anlatılan bu tür hikâyelerin büyük bir çoğunluğu bilgisi yetersiz kimselerl e ilgilidir . Eğer bunların şeriatta ve dinimizde yeri olsaydı, bu alanlarda bilgili kimseleri n önceliği olurdu.

Fakat böyle dedik diye “söz konusu kimseleri n bilgileri eksik olduğu için böyle şeyler yapmaları serbest ve sakıncasızdır” demek istediğimiz sanılmamalıdır. Allah hiç bir kimseye böyle şeyleri serbest kılmamıştır. Demek istediğimiz şu ki, bilgi yetersizl iği, af umudunu arttıran bir faktördür.

Mekruh davranışları müstahab ve haram hareketle ri mubah saymaya gelince; bu davranışları yapanları affetmekl e bunları mubah sayma veya sempati ile karşılama tutumu arasında fark yoktur. İsterse bu tutum davranışın kendisi ile veya isterse nitelikle rinin biri ile ilgili olsun.

Bilindiği gibi “Peygamber lerin veya iyi amelleri ile tanınmış (salih kimseleri n) mezarları başında dilekleri ni seslendir miş olup da,istekleri yerine getirilen bazı “mezarlık bağlıları” vardır. Bu tutum az önce verdiğimiz hükmün dışında tutulamaz . Böyle bir şey ne uyulacak bir şeriat ve ne de izlenecek bir sünnettir.

Buna karşılık çeşitli davranışların müstahab sayılacak dinimizin kapsamına girebilme leri ancak Kur'an, Sünnet veya örnek ilk müslüman kuşağın uygulamal arı ile olabilir.

Bu çerçevenin dışında kalan ve sonradan ortaya atılan bir davranış her ne kadar zaman zaman bazı yararlar taşısa bile, müstahab olma niteliğini kazanamaz . Çünkü biz söz konusu davranışın zararının faydasına baskın çıkacağını biliyoruz .

Bunun yanında söz konusu mekruh dualarla ilgili yasak ve mekruhluk ya dua ederken istenen şey veya isteme biçimi açısından olur.

Yasak veya mekruh nitelikli Allah'a sığınmalar da böyledir. Bunların mekruh oluşu da;

- ya Allah'ın bizi kendisind en korumasını istediğimiz şey

- veya sığınma ifadesini n kendisi açısından olabilir. Böylesine sığınma dilekleri ni seslendir enler dile getirdikl eri kötülükten kurtulara k ondan daha büyük bir kötülüğe düşerler.

Haram (yasak) dilekte bulunmanın örneği, herhangi bir kimsenin bilerek veya bilmeyere k dünya veya ahirette kendisine zarar verecek bir dilekte bulunup bu dileğinin kabul edilmesid ir. Bu durumun çok bilinen pratik örneği şu olaydır:

Bir defasında Peygamber Efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- hasta bir sahabiyi ziyaret etmeye gider. Adam hastalıktan süzülmüş, adeta bir kuş yumurtasına dönmüştür. Peygamber imiz kendisine:

“sık sık yaptığın bir dua var mı?” diye sordu. Adam:

“Evet, var. Öte denberi -Allah'ım, bana ahirette çektirecek olduğun azabı dünyada çektir- diye dua ederdim” dedi. Bunun üzerine Peygamber imiz adama şöyle buyurdu:

“Subhanell ah! Sen buna dayanamaz sın. Öyle diyeceğine -Ey Rabbimiz, bize hem dünyada ve hem de ahirette iyilik ver, bizleri cehennem ateşinden koru- diye dua etseydin ya.” (Müslim, Kitab, Dua ve zikir, bab: ahirette çekilecek cezanın dünyada çekilme isteğinin sakıncası, H. No: 2688; Tirmizî, Dualar, kitabı, bab: 72, H. No: 3482; Ahmed, Müsned, c. 3, s. 107. 288.)

Bu söylediğimizin bir başka misali de sahabiler den Cabir b. Atik'in -Allah ondan razı olsun- eşinin öldüğü sırada Peygamber Efendimiz in:

“Dua ederken sadece hayır dileyiniz . Çünkü melekler sizin sözlerinizin arkasından -Amin!- diyorlar” buyurmasıdır.

(Cabir b. Atik; Bu adda üç sahabeyi İbn Hacer El-İsabe adlı eserinde zikrediyo r: Cabir b. Uteyk, b. El-Haris b. Heyse, bir, bu zat hicretin 61. yılına kadar yaşamış. Cenab-ı Peygamber zamanında ölmemiş, ikinci Cabir b. Uteyk b. Numan b. Uteyk, El-Ensarî'dir. Üçüncüsü ise, El-Sülemî'dir. Hangisini n ikinci hangisini n üçüncü olduğunu kesinlikl e bilemiyor um. Bulamadığım gibi hadiste de sözü edilen Cabir b. Uteyk olarak bunların hangisini n yeğlendiğine dair de kesin bir bilgiye de rastlayam adım.)

Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'ın şu ayetinde kendisind en sırf dünya mutluluğu isteyenle ri kınayarak şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan bazıları vardır ki; -Ya Rabbi, bize dünyada iyilik ver- derler. Onların ahirette hiç bir nasibi yoktur.” (Bakara: 200)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) -kendisinden sırf dünya mutluluğu isteyenle rin ahirette hiç bir saadet payı olamayacağını açıkça bildirmek tedir.

Yasak duaların (yasak dileklerd e bulunmanın) bir başka şekli, insanın başkaları için yasak nitelikli şeyler dilemesid ir. Belâm-ı Baura'nın Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- kavmi (yahudiler) için yapmış olduğu dua gibi.

Çoğu gönül adamı sofunun (abidin) bu hataya sık sık düştüğü görülür. Böyle kimseleri n, zaman zaman sempati ve antipatil erinin etkisi ile birilerin e ya dua veya beddua ettikleri olur. Çoğunlukla uygunsuz dileklerd en oluşan bu dua ve beddualar kabul edilince de bu dilekleri seslendir en kimse bu yüzden Allah'ın cezasına çarpılmayı hak eder hale gelir. Bu durumda eğer tevbe, günahları giderici iyilikler ve bir yetkilini n şefaat etmesi gibi cezayı savacak bir sebep; bulamazsa kesinlikl e cezaya çarpılır.

Bu ceza da kalbinin iman hazzından arındırılarak derecesin in aşağılara düşürülmesi veya imanın ürünü olan iyi amellerde n uzaklaştırılarak fasık hale dönüşmesi veyahut da imanın kendisind en bütünüyle yoksun bırakılarak -münafık olan veya olmayan bir-kâfir haline gelmesi şeklinde ortaya çıkar.

Son zamanların gönül adamları, kalb hallerini n mahiyetin i ve şeriatın kalb amelleri ile ilgili hükümlerini iyi bilmedikl eri için bu çıkmaza ne kadar da sık sık düşmektedirler!

Böyleleri zaman zaman duygularının öylesine etkisi altında kalırlar ki, gönüllerini saplandığı şeyden vazgeçiremezler, gönüllerinden taşan duygu adeta yayından fırlayıp çıkan oka dönüşür. Bu şekilde duygulara yenik düşmek, çoğunlukla kalbin dengesini koruyan meşru amellerin savsaklan ması sonucu olacağı gibi bazen da yanılgılı bir ictihadda n kaynaklan mış olabilir. Bu duruma düşen kimse, eğer iki ihtimal söz konusu ise ceza görür, buna karşılık ikinci ihtimal söz konusu olursa affa uğrar.

Böyleleri ile benzerler inin bir başka yanılgıları da bu tür duaların kabul edilmiş olmasını, Allah (c.c.) kuluna bağışladığı bir “keramet” saymalarıdır. Oysa bu aslında keramet değildir. Yalnız geçerli bir dua ve engel tanımaz bir egemenlik olması bakımından kerameti andırır.

Aslında keramet, ahirette yararlı olan veya dünyada yararlı olup da ahirette zararlı olmayan başarıdır.

Bu sonuç ise Allah'ın (c.c.) dünyada bazı kâfir ve fasıklara vermiş olduğu mevki ve servete benzer bir şeydir. Onun gerçekten nimet sayılabilmesi için ahirette sahibi için zararlı olmaması gerekir.
 
Üst Ana Sayfa Alt