Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Video Her Şirk Apaçık mıdır? (Oy Örneği) | Ömer Hoca

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Mubadil Çevrimdışı

Mubadil

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
FzP-jMVWIBAFtbq
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
الإسلام أولا Çevrimdışı

الإسلام أولا

Dünya müminin zindanı kâfirinse cennetidir.
İslam-TR Üyesi
Bugün mü yayınlanacak inseAllah?
 
الإسلام أولا Çevrimdışı

الإسلام أولا

Dünya müminin zindanı kâfirinse cennetidir.
İslam-TR Üyesi
Ömer hocadan Allah razı olsun, gayet güzel açıklamış.ElhamdülillahiRabb'ilâlemin... Rabb'im ayaklarımızı razı olduğu üzere sabit kılsın, bizleri doğru yoldan şaşırtmasın ...
 
A Çevrimdışı

ahmetalper

Üye
İslam-TR Üyesi
Ömer hoca Maturidilik ve Eşariliğin itikadi duruşunu, günümüz meseleleri üzerinden gayet güzel ifade etmiş. Ben de naçizane birkaç hususta ilavede bulunmak isterim.

1-Secde, namaz ibadetinin belki de en önemli bir rüknü olmasına rağmen, Allah (c.c.) Hz. Adem ile aynı yerde
bulunan güruha, Hz. Adem'e secde etmeleri emrini vermiş ,İblis hariç (''ben ondan hayırlıyım'' diyerek bu emirden yüz çevirmiştir.) orada bulunan melekler secde etmiştir.
Hülasa burada söz konusu olan secde, ibadet maksadıyla sözde bir ilaha değil de, saygı mahiyetiyle bir beşere edildiği için şirk durumundan katiyen söz edilemez! Hatta alemlerinin Rabbinin emriyle icra edildiğinden, buna itaat edenlere bir ecir vardır.

2-Allah'ın evi olarak adlandırılan Kabe de yapısı itibariyle bir meta olmasına karşın, nerede olursak olalım onu karşımıza alacak şekilde namaz kıldığımız, ibadet ettiğimiz, müminlerin birlik ve beraberliğinin timsali olan bir yapıdır. Ancak bir put da meta olmakla birlikte, ilahi vasıflar taşıdığına itikat edilerek, secde vb. ibadetlerde bulunmak kişiyi açıkça şirke düşüren bir fiilin doğmasına sebep olur.

3-Bilindiği üzere Mikail (a.s.), Allah (c.c.) emriyle doğa olaylarını idare etmek üzere memur kılınan bir melektir. Müminler bir deprem, sel, kuraklık vb. hadiseler meydana geldiğinde, icra edenin Mikail (a.s.) olduğunu bilmekle birlikte, kudretinin kaynağının, asıl müsebbibinin de Cebab ı Allah olduğunu bilir ve itikat ederler. Takdir edersiniz ki, bu inanç dinimizin aslında olup, katiyen şirk gibi bir durum ihtiva etmemektedir.
Doğa olaylarının idaresi noktasında, Yunan mitolojisinde yer alan, Poseidon adlı putun (''denizler ve depremler tanrısı'' olarak bilinir.) Sözde ilahlık sıfatı verilip, ibadet edildiği için; Mikail (a.s.) aksine dinimiz açışından bir şirk durumu söz konusudur.
Bu bahsettiğim Mikail (a.s.) örneği daha da çoğaltılabilir. Bunu okuyanın bilgisi ve tahayyül gücüne bırakıyorum.

Sonuç: Bu maddeler halinde ele aldığımız hususlarda ifade edildiği gibi, oy kullanma mevzuunda da devleti ve bunun yönetim araçlarının gayri islami yönlerini hak bilmeyip, hakkın tesisi için oy kullanma başta olmak üzere bunlardan istifade etmek, bireyler için şirk fiilinin ortaya çıkmasına yol açmayacaktır.

Son olarak şunu da ilave etmek isterim ki; İslam ahkamının, münferit hayatımızı tanzim eden hükümlerini itaat ederek tatbik ettiğimiz gibi, müşterek hayatımızı tanzim eden hükümlerinin de, başta ülkemiz olmak üzere, bütün dünyada icrasını Cenab I Allah biz inananlara nasip ve müyesser eylesin
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Sonuç: Bu maddeler halinde ele aldığımız hususlarda ifade edildiği gibi, oy kullanma mevzuunda da devleti ve bunun yönetim araçlarının gayri islami yönlerini hak bilmeyip, hakkın tesisi için oy kullanma başta olmak üzere bunlardan istifade etmek, bireyler için şirk fiilinin ortaya çıkmasına yol açmayacaktır.
Burada bir hüküm/fetva verdin dikkatini çekerim.

Bu kıyas batıldır, kıyasladığın şeyler kendin de itiraf ettiğin gibi Allah'ın swt emri ve bildirdiği doğrultuda gerçekleşiyor..

Peki sana sorarım; bu çıkardığın hükmü Allah mı emretti? Veya böyle olabileceğini Allah mı bildirdi?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
1-Secde, namaz ibadetinin belki de en önemli bir rüknü olmasına rağmen, Allah (c.c.) Hz. Adem ile aynı yerde
bulunan güruha, Hz. Adem'e secde etmeleri emrini vermiş ,İblis hariç (''ben ondan hayırlıyım'' diyerek bu emirden yüz çevirmiştir.) orada bulunan melekler secde etmiştir.
Hülasa burada söz konusu olan secde, ibadet maksadıyla sözde bir ilaha değil de, saygı mahiyetiyle bir beşere edildiği için şirk durumundan katiyen söz edilemez! Hatta alemlerinin Rabbinin emriyle icra edildiğinden, buna itaat edenlere bir ecir vardır.


Nefsine uymuşsun
1. maddede Allah c.c.'nun meleklere secde edin emri ibadet secdesi değildi! Zira Allah'tan başkasına secde şirktir.

Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Hani biz meleklere (ve cinlere) «Âdem'e secde edin» demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu." (Bakara 34)

"Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar." (Yusuf 100)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere her iki ayette de Allah'tan başkasına secde edilmesi söz konusudur.

Vahidi, Bakara Suresi'nin 34. ayetinin tefsirinde "Ona hürmet ve selamlama için secde edin dedik. Buradaki secdeden kastı alnı yere koymak şeklinde olmayıp, tevazudan dolayı önünde eğilmektir" (El-Veciz fi Tefsiri Kitabil Aziz, 1/11.) derken Yusuf Suresi ayetinin tefsirinde ise "Bu eğilmek suretiyle gerçekleşen selamlama secdesidir" (El-Veciz fi Tefsiri Kitabil Aziz, 1/375.) demiştir.

İbn-i Kesir, bu ayetin tefsirinde Katade'nin "İtaat Allah'adır. Secde ile Allah Âdem’i şereflendirmiş, melekleri ona secde ettirmiştir" (İbn-i Kesir, Tefsiri) dediğini rivayet etmiştir.
İmam Taberi ve İbn-i Kesir, Yusuf Suresi'nin 100. ayetinde ifade edilen secdenin bir ibadet secdesi olmadığını bilakis alt konumda olanın üst konumda olana karşı önünde eğilmek suretiyle selamlama şeklinde olduğunu bunun Yakub (aleyhisselam)'ın şeraitinde caiz olduğunu ancak bizim şeraitimizde Muaz b. Cebel hadisi ile nesh olduğunu söylemişlerdir.(Taberi ve İbn-i Kesir tefsiri Yusuf Suresi 100. ayet)
Buna delil olarak da şu hadisi zikretmektedirler:
Kays b. Sâd diyor ki:
"Hiyre'ye gitmiştim. Orada halkın, Merzubana (Reislerine) secde ettiklerini gördüm. (Döndüğümde) Rasulullaha: "Ey Allahın Rasulu, sana secde etmeyelim mi?" diye sordum.
Buyurdu ki: "Şayet ben, bir kimsenin, Allahtan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadınların, kocalarına secde etmesini emrederdim. Zira Allah, kocalara kadınlar üzerinde birçok haklar vermiştir."
(Dârimî, K. es-Sahh, bab: 159)

İmam Kurtubi tefsir âlimlerinin burada secdenin şekli hakkında ihtilaf ettiklerini söylerken bununla beraber tüm âlimlerin icma ile bunun ibadet secdesi olmadığını bilakis selamlama secdesi olduğunu kabul ettiklerini bildirmiştir.(El-Camiu Li ahkam)


2-Allah'ın evi olarak adlandırılan Kabe de yapısı itibariyle bir meta olmasına karşın, nerede olursak olalım onu karşımıza alacak şekilde namaz kıldığımız, ibadet ettiğimiz, müminlerin birlik ve beraberliğinin timsali olan bir yapıdır. Ancak bir put da meta olmakla birlikte, ilahi vasıflar taşıdığına itikat edilerek, secde vb. ibadetlerde bulunmak kişiyi açıkça şirke düşüren bir fiilin doğmasına sebep olur.
Kâbe bir put değil, Allah'ın dünyadaki evini gösteren Yön'üdür. İbadette Kabe'ye değil, Kâbe'nin yönüne dönmekteyiz. Puta dönüp tapanlar, putun kendisine ibadet edip yalvarmaktadırlar; fakat Kabe'ye doğru ibadet edenler Kâbe'nin Rabb'ine ibadet ederler. Nitekim Âmir b. Fuheyre (r.anh) de kendisini öldürmek isteyen Cebbâr b. Sulmâ’yı İslâm’a davet etmiş, Cebbâr ise mızrağıyla ona saldırmıştı. Cebbâr’ın mızrağı Âmir’in sırtından girip göğsünden çıkmıştı. Âmir son nefesini verirken: Kâbe’nin Rabb'ine and olsun ki kazandım!demişti.

3-Bilindiği üzere Mikail (a.s.), Allah (c.c.) emriyle doğa olaylarını idare etmek üzere memur kılınan bir melektir. Müminler bir deprem, sel, kuraklık vb. hadiseler meydana geldiğinde, icra edenin Mikail (a.s.) olduğunu bilmekle birlikte, kudretinin kaynağının, asıl müsebbibinin de Cebab ı Allah olduğunu bilir ve itikat ederler. Takdir edersiniz ki, bu inanç dinimizin aslında olup, katiyen şirk gibi bir durum ihtiva etmemektedir.
Doğa olaylarının idaresi noktasında, Yunan mitolojisinde yer alan, Poseidon adlı putun (''denizler ve depremler tanrısı'' olarak bilinir.) Sözde ilahlık sıfatı verilip, ibadet edildiği için; Mikail (a.s.) aksine dinimiz açışından bir şirk durumu söz konusudur.
Bu bahsettiğim Mikail (a.s.) örneği daha da çoğaltılabilir. Bunu okuyanın bilgisi ve tahayyül gücüne bırakıyorum.
Kıyas-ı mâal Farık.
Yunan mitolojik ŞİRK tanrısı ile Allah'ın kullarından bir kul olan Mikâil'ili mukayese etmen kıyas-ı mâal farıktır. Yâni alakası olmayan, birbirine benzemeyen şeyler arasında kıyas yapmaktasın ki bu da bâtıldır!

Ömer hoca Maturidilik ve Eşariliğin itikadi duruşunu, günümüz meseleleri üzerinden gayet güzel ifade etmiş.
Sonuç: Bu maddeler halinde ele aldığımız hususlarda ifade edildiği gibi, oy kullanma mevzuunda da devleti ve bunun yönetim araçlarının gayri islami yönlerini hak bilmeyip, hakkın tesisi için oy kullanma başta olmak üzere bunlardan istifade etmek, bireyler için şirk fiilinin ortaya çıkmasına yol açmayacaktır.
Ömer hocayı yanlış anlamışsın.
Ömer hoca halen Oy kullanmanın Şirk olduğu itikadinde.
Her oy kullananın tekfir edilmemesi gerektiği noktasında yaptığı açıklamada, Oy kullanılmasına cevaz vermelerinin Halef ulemasının tekfire bakış açılarından kaynaklandığını zikretmekte. Bunda haklı olduklarını söylemiyor, aksine kendilerini neden tekfir etmememiz gerektiğini söylüyor. Sen de buradan yola çıkarak sapkın anlayışının Hak'mış gibi gösterme gayretine girişerek böyle imani ve riskli bir yola çığırtkanlık yapmaktasın. Çünkü bırakın imanı yok eden küfür şirk meselesini günah olabilecek haram helal mevzûnda bile şubheli gördüklerimizden sakınmakla emrolunmuşuzdur.

Nûman b. Beşîr (r.anhuma)'dan rivayet edilmiştir; der ki: Rasûlullah (s.a.v)'ı şöyle buyururken duydum:

إِنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ فَمَنْ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الْحَرَامِ كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى أَلَا وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şubheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şubheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şubheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalbdir."
(Buharî, İman 39, Buyû 2; Muslim, Musakat 107, (1599); Ebu Davud, Buyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Buyû 1, (1205); Nesâî, Buyû 2, (7, 241), eşribe 50; İbn Mâce, fiten 14; Dârimî, buyû 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 267, 269, 270, 271)


عَنْ أبي مُحَمَّدٍ الْحَسنِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ أبي طَالِبٍ ، رَضيَ اللَّهُ عَنْهما ، قَالَ حفِظْتُ مِنْ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « دَعْ ما يَرِيبُكَ إِلَى مَا لا يَريبُكَ ، فَإِنَّ الصِّدْقَ طُمأنينَةٌ، وَالْكَذِبَ رِيبةٌ » رواه التِرْمذي وقال : حديثٌ صحيحٌ . قَوْلُهُ : « يرِيبُكَ » هُوَ بفتحِ الياء وضَمِّها ، وَمَعْناهُ :
اتْرُكْ ما تَشُكُّ في حِلِّه ، واعْدِلْ إِلى مَا لا تَشُكُّ فيه
"Ebû Muhammed el Hasen ibn Ali ibn Ebû Tâlib (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’den:
Sana şubhe veren şeyleri bırak, şubhe vermeyene bak. Çünkü doğruluk kalbin huzurudur, yalan ise kalbi şubhe ve kuşkuya yöneltir.
(Buharî, Bûyu 3; Tirmizî, Kıyâme, 60)
Dedi ki; bu hadis sahihtir. Onun sözü olan
يرِيبُكَ , ya nın fethalısı ve dammelisidir, ve manası; helalliğe şubhe veren şeyi terket, ve kendisinde şubhe olmayan şeyde adaletli ol.


İbn Hacer el-Askalânî ve Nevevî'nin bildirdiğine göre; hadis-i şerif, ahkâmın üç kısma ayrıldığına işaret etmektedir:
1- Helâl olduğu açıkça belli olan hükümler:
Bunlar, beyana ihtiyaç duymayacak kadar açık ve herkes tarafından bilinebilen şeylerdir. Ekmek yemek, yürümek, su içmek gibi.
2- Haram olduğu açık olan ve haramlığı herkes tarafından bilinen şeyler:
İçki içmek, zina etmek gibi.
3- Haram veya helâl olduğu açık olmayan şubheli şeyler:

Haram veya helâl olduğu şubheli olan şeylerin nelerden ibaret olduğunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
İbn Hacer el- Askalânî'nin belirttiğine göre, bu ihtilâfların hulasası şöyledir:

a) Şubheli şeyler, helâl veya haram oluşunda, ulemanın ihtilâf ettikleri; yani, kiminin helâl kiminin ise haram dedikleridir. At etinin hükmündeki ihtilâf, buna misâl gösterilmektedir.
b) Helâl veya haram olduğunda ihtilâf edilen şubheli şeyler, mekruh olanlardır. Bu görüş, Maverdî'den nakledilmektedir.
c) Haram ve helâl malı karışık olan bir kimseyle muamele yapılmasıdır. Bu görüş de Hattâbî'ye aittir.

Hattâbî, "Onlar arasında şubheli şeyler vardır." cümlesini izah ederken şu sözleri söyler ki, gerçekten kayda değer:
"Yani bunlar, bazı insanlar için karışıktır. Yoksa onlar haddizatında karışık ve şüpheli, şeriatın aslında beyanı olmayan şeyler değildirler. Çünkü Cenab-ı Allah, hakkında hüküm bulunması gereken hiçbir şeyi delilsiz ve beyansız bırakmamıştır. Şu var ki, beyan; herkesin bilebileceği açık beyan ve usûl ilmine önem veren, nasların manalarını iyice anlayan, kıyas ve istinbât yollarını bilen ilim adamlarının dışında kimsenin anlayamayacağı gizli beyan olmak üzere iki çeşittir. Hadis-i şerifteki, "Onları insanların çoğu bilmezler." ifadesi, sözümüzün sıhhatine delildir."

Hattâbî daha sonra, bir şeyin hükmünde şubhe eden kişinin durması ve şüpheden korunması gerektiğini, aksi takdirde harama düşebileceğini ifade eder.
İşte tesbiti zor olan ve hükmü ancak âlimler tarafından çıkartılabilenler bunlardır. Âlimler ya nasla, ya da başka bir delille bu tür şeylerin hükümlerini istinbât ederler. Onu ya haram ya da helâl sınıfına ilhak ederler.

Şubheli şeylere tam olarak haram veya helâl denilmemekle birlikte, bunlardan kaçınmanın takvaya uygun olduğunda şubhe yoktur. İmam Azam Ebû Hanîfe ve Sufyân-ı Sevrî'nin: "Gökten yere düşmem, benim için "Nebiz (bir tür şarap) haramdır." diye fetva vermemden daha basittir; ama kendim onu asla içmedim ve içmem de." dedikleri rivavet edilir.
 
A Çevrimdışı

ahmetalper

Üye
İslam-TR Üyesi
Burada bir hüküm/fetva verdin dikkatini çekerim.
Ben islami ilimlerde otorite değilim. Yazdıklarım kimseyi bağlayıcı nitelikte değildir. Sadece kendi düşündüğümü, anladığımı burada beyan ediyorum. Açıkçası, din noktasında özel bir eğitim almadım. Kaynakları aslından tahkik edecek arapcaya da sahip değilim. Burada yazdıklarımızı arkadaşlar/abiler, kardeşler arasında yapılan bir fikir teatisi, bir sohbet olarak değerlendirmek olayın özüne daha uygun olacaktır diye düşünüyorum.
 
A Çevrimdışı

ahmetalper

Üye
İslam-TR Üyesi
Nefsine uymuşsun
1. maddede Allah c.c.'nun meleklere secde edin emri ibadet secdesi değildi! Zira Allah'tan başkasına secde şirktir.
Muhterem Abdulmuizz hocam. İbadetin Allah (c.c.) has kılındığı itikadına, sizler gibi ben de sahibim. Uzunca cevap verme nezaketini gösterdiğiniz yazımda da, bunun aksi beyan edilmemiştir, katiyen edilemez de.
Vahidi, Bakara Suresi'nin 34. ayetinin tefsirinde "Ona hürmet ve selamlama için secde edin dedik. Buradaki secdeden kastı alnı yere koymak şeklinde olmayıp, tevazudan dolayı önünde eğilmektir" (El-Veciz fi Tefsiri Kitabil Aziz, 1/11.) derken Yusuf Suresi ayetinin tefsirinde ise "Bu eğilmek suretiyle gerçekleşen selamlama secdesidir" (El-Veciz fi Tefsiri Kitabil Aziz, 1/375.) demiştir.
Buradaki secdeden kastedilenin ifade edildiği gibi, alnı yere değdirmek değil de, eğilmek suretiyle yapıldığını esas alsak bile, yine namazın rükunlarından birisi olan, rüku ile şekil olarak benzerliğini dikkatinize sunarım. Beşere yapılan secdenin/rukünün/eğilmenin, hepimizin bildiği gibi ibadet saikiyle değil, saygı ve beşeri üstünlüğün tasdiki mahiyetinde olduğunu bir kez daha belirtelim.
Kâbe bir put değil, Allah'ın dünyadaki evini gösteren Yön'üdür. İbadette Kabe'ye değil, Kâbe'nin yönüne dönmekteyiz. Puta dönüp tapanlar, putun kendisine ibadet edip yalvarmaktadırlar; fakat Kabe'ye doğru ibadet edenler Kâbe'nin Rabb'ine ibadet ederler. Nitekim Âmir b. Fuheyre (r.anh) de kendisini öldürmek isteyen Cebbâr b. Sulmâ’yı İslâm’a davet etmiş, Cebbâr ise mızrağıyla ona saldırmıştı. Cebbâr’ın mızrağı Âmir’in sırtından girip göğsünden çıkmıştı. Âmir son nefesini verirken: Kâbe’nin Rabb'ine and olsun ki kazandım!demişti.
Kabe elbette ki hepimizin kabul ettiği, bildiği gibi bir put değildir. Ancak burada vurgulamak istediğim, yapısı itibariyle Allah'ın (c.c.) doğada yaratmış olduğu metalar kullanılarak inşa edilmiştir. İnşa veya imal noktasında put olarak adlandırılan yapı ve objeler de, Allah'ın yarattığı metalardan müteşekkildir. İnanç safhasında bunlara yüklediğimiz mana, bizlerin Allah (c.c.) nezdindeki iyi veya kötü olmak üzere sıfatlarımızı tayin etmektedir.
Kıyas-ı mâal Farık.
Yunan mitolojik ŞİRK tanrısı ile Allah'ın kullarından bir kul olan Mikâil'ili mukayese etmen kıyas-ı mâal farıktır. Yâni alakası olmayan, birbirine benzemeyen şeyler arasında kıyas yapmaktasın ki bu da bâtıldır!
Sözde tanrı Poseidon putu ile, sizin de ifade ettiğiniz gibi, Allah'ın (c.c.) kulu ve memur meleği olan Mikail (a.s.) ile sıfatlar noktasında hiç bir benzer yön yoktur. Bunun aksini de ilgili yazımda beyan etmedim. Lakin icra edilen fiiller çerçevesinde bir benzerliği ortaya koydum.( Depremler, seller, kuraklık vb. doğa olayları) Allah (c.c.) bu işlerine, memur kul/melek sıfatıyla vekalet edildiğine itikat etmek, dinimizin asıllarından olup, şirk gibi bir durumun doğmasına sebep olmazken, bizatihi sözde ilahlık sıfatıyla bu işlerin icra edildiğine itikat etmek, dinimiz açısından şirk durumunu meydana getirmektedir.
Ömer hocayı yanlış anlamışsın.
Ömer hoca halen Oy kullanmanın Şirk olduğu itikadinde.
Her oy kullananın tekfir edilmemesi gerektiği noktasında yaptığı açıklamada, Oy kullanılmasına cevaz vermelerinin Halef ulemasının tekfire bakış açılarından kaynaklandığını zikretmekte. Bunda haklı olduklarını söylemiyor, aksine kendilerini neden tekfir etmememiz gerektiğini söylüyor. Sen de buradan yola çıkarak sapkın anlayışının Hak'mış gibi gösterme gayretine girişerek böyle imani ve riskli bir yola çığırtkanlık yapmaktasın. Çünkü bırakın imanı yok eden küfür şirk meselesini günah olabilecek haram helal mevzûnda bile şubheli gördüklerimizden sakınmakla emrolunmuşuzdur.
Muhterem Abdulmuizz hocam. Takdir edersiniz ki; Bu rey atma mevzuu İslami çevrelerce epeyce irdelenmekte, üzerine tonlarca şey söylenip, yazılıp, çizilmektedir. Şirk, küfür başta olmak üzere, bir müslümanın kabul etmesinin mümkün olmayacağı ithamlarda bulunulmaktadır. Bu ithamlara muhatap olanların da, savunma mahiyetinde cevap vermesi en tabii hakkıdır diye düşünüyorum.
Şimdiye kadar yazdıklarımda, vermiş olduğum örneklerde bir sözün, olayın, şeklin, fiilin zahirinden ziyade, buna yüklenen mananın ve failinin maksat ve niyetinin asıl olduğuna vurgu yapmak istedim.
Rey verme mevzuunda da aynı halin geçerli olduğuna kanaat etmekteyim.
Abdulmuizz Hocam.
''Sen de buradan yola çıkarak sapkın anlayışının Hak'mış gibi gösterme gayretine girişerek böyle imani ve riskli bir yola çığırtkanlık yapmaktasın.'' Cümlenizde, fikirlerimi sapkın olarak nitelendirirek, beni de çığırtkan olarak tanımlamışsınız. Benim burada ifade ettiklerim Maturidilik/Eşarilik düşüncesini yansıtmıyor mu? Bu şekilde hitapta bulunduğunuzda; Ömer hoca ile, farklı mezheplere mensup kişilere karşı, alınması gereken tutum noktasında, bir ihtilafınız meydana gelmiş olmuyor mu?
Son olarak; Dini konular hakkında hüküm ortaya koyacak bilgi, birikim ve ehliyete sahip birisi değilim. Haliyle yazdıklarım hiç kimseyi bağlayıcı nitelikte değildir. Fikir teatisi/sohbet maksadıyla yazılmış şeylerdir. Saygılarımla.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Muhterem Abdulmuizz hocam. Takdir edersiniz ki; Bu rey atma mevzuu İslami çevrelerce epeyce irdelenmekte, üzerine tonlarca şey söylenip, yazılıp, çizilmektedir. Şirk, küfür başta olmak üzere, bir müslümanın kabul etmesinin mümkün olmayacağı ithamlarda bulunulmaktadır. Bu ithamlara muhatap olanların da, savunma mahiyetinde cevap vermesi en tabii hakkıdır diye düşünüyorum.
Kardeşim saçmalamakta ısrarcıyım diyorsun
Cevab yazmayayım diyorum ama şirki meşrulaştırmakta pek mahir değilsin, sadece kalem titretmekle olsaydı, zaten Bel'amlar yeteri kadar yazıp çiziyorlar, olurdu.
Oy kullanmaya şirk diyen bizler, Size göre müslümanın kabul edemeyeceği bir itikaddeyiz. Böyle dolaylı olarak tekfir etmekte Maturidi, Eşari usulunden midir?
Selef-i salihin anlayışınca Şirk kabul edilen bir ameli itikat edinip yapmanıza rağmen, tekfir etmediğimiz halde, Demokrasi dininin bâzı Bel'amlarının sünneti gibi şimdilik hakkımızda açıktan hüküm veremeseniz de bunun uzun süreli olacağını pek ummuyorum.
Demokratik seçimlerde oy kullananların cevab vermesi tabi ki haklarıdır. Kendi yaptıkları fiilin şirk küfür olmadığını savuna bilirler. Fakat savunurken Allah'ın hüküm verdiği konuların aksine hüküm peydahlayanlara vekâlet verme işlemine şirk diyenlere müslümanın kabul etmeyeceği inanç diyemezler!


Şimdiye kadar yazdıklarımda, vermiş olduğum örneklerde bir sözün, olayın, şeklin, fiilin zahirinden ziyade, buna yüklenen mananın ve failinin maksat ve niyetinin asıl olduğuna vurgu yapmak istedim.
Rey verme mevzuunda da aynı halin geçerli olduğuna kanaat etmekteyim.
Verdiğin örnekler konularla alakası olmayan bâtıl, alakasız ve hatalı örneklendirmelerdir.
Abdulmuizz Hocam.
''Sen de buradan yola çıkarak sapkın anlayışının Hak'mış gibi gösterme gayretine girişerek böyle imani ve riskli bir yola çığırtkanlık yapmaktasın.'' Cümlenizde, fikirlerimi sapkın olarak nitelendirirek, beni de çığırtkan olarak tanımlamışsınız. Benim burada ifade ettiklerim Maturidilik/Eşarilik düşüncesini yansıtmıyor mu? Bu şekilde hitapta bulunduğunuzda; Ömer hoca ile, farklı mezheplere mensup kişilere karşı, alınması gereken tutum noktasında, bir ihtilafınız meydana gelmiş olmuyor mu?
Ömer hoca bahsettiğin halef mezheblerinin usulune göre oy vermeye şirk demeyenlerin hatalı olduğunu, buna rağmen kendisi hâla demokratik seçimlere iştirak etmeye şirk gördüğünü zikretmekte. Bunu biz de söylüyoruz. (Velev ki Ömer hocayla ters düşelim, bizim ölçümüz Ömer hoca da değildir.)
Bizim ayrıca sizin burada şirk demenin
"bir müslümanın kabul etmesinin mümkün olmayacağı" sapkınlığınadır. Asıl şirk ile tehdit edilen kendiniz olmanıza rağmen bir de "fikirlerimi sapkın olarak nitelendirirek, beni de çığırtkan olarak tanımlamışsınız." diye şaşırmakta, itiraz etmektesiniz. Şimdi bir an için şirk diyenlerin haklı olduğunu düşün. Sence sözüm çok hafif kalmıyor mu? İnsanları " bir müslümanın kabul etmesi mümkün değil" diye yadırgayıp ihtimal vermediğin bir itikatça şirk kabul eden bir itikadın başına geçmiş kendini yaktığın gibi insanların da vebaline girerek dalâletin tellalığına üstleniyorsun. Üstelik bir önceki mesajında ve bir alttaki alıntıdaki yazında gibi birikim ve ehliyete sahib olmadığını itiraf etmene rağmen...

Son olarak; Dini konular hakkında hüküm ortaya koyacak bilgi, birikim ve ehliyete sahip birisi değilim. Haliyle yazdıklarım hiç kimseyi bağlayıcı nitelikte değildir. Fikir teatisi/sohbet maksadıyla yazılmış şeylerdir. Saygılarımla.
Hakkında şirk ithamı olan bir meselede delil yerine yoruma dayalı sohbet yazılarından sakınalım. saygı ve sevgilerimle.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin


Konu kilitlendi.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt