Selamunaleykum;
Tartismaya ben de nacizane katki sunmak istiyorum..
Bismillahirrahmannirrahim;
Soru: Kurtulus savasini yedi düvele karsi mi kazandik ?.
Soru: Düvel-i muazzama Yani müttefik devletler neden tek kursun atmadan Vatanimizi terk ettiler ?..
Korktular mi ?..
Korkmadilarsa ne aldilar da gittiler ?..
Bütün bu sorularin yaniti Hilafetin yikimi ile baslayan Lozan da'dir.
Gelin Bakalim nedir gercekler ?..
Irak’tan ve Gazze’den sonra Lübnan’dan da alevler yükselmekte. Feryatlar, gözyaşları, kan ve barut kokusu Lübnan’ı hakimiyeti altına almış vaziyette. Sadece Lübnan’ı mı? İslam kardeşliğinin, ümmet bilincinin, Kur’an ve Sünnet’in ne demek olduğunu idrak eden her Müslüman Afganistan’la, Irak’la, Filistin’le, Lübnan’la birlikte ağlamakta, birlikte öfkelenmekte, birlikte savaşmaktadır. İşte bu haletiruhiye içerisinde teslimiyet ve zilletin kol gezdiği Ankara sokaklarında dolaşırken adete efendisini takdis eden köle zihniyetini hatırlatan “Lozan Türkiye’nin Tapu Senedidir”, “Lozan Onurumuzdur” yazılı pankartları karşımda bulduğumda kime daha çok üzülmem gerektiğini kestirmekte zorlandım. Ortadoğu da işgal altında bedenleri katledilenler mi? Yoksa Türkiye’de farklı bir işgalin içinde zihinleri katledilenlere mi?
Bildiğiniz gibi 24 Temmuz bizdeki adıyla “Lozan Barış Konferansı” Avrupalilarin tabiriyle “Şark İşleri Konferansı”nın yıl dönümüdür. Konferansın ismi dahi hedefi barizleştirmesi ve konuyu sınırlandırması açısından önemlidir. Evet, mesele sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Bilakis mesele tüm şark için yani tüm Müslüman beldeler için bir çözüm arayışıdır.
Pankart sahiplerinin dediği gibi bu konferansta yapılan bir takım anlaşmalar sayesinde birilerinin tapu senedi aldığı kesindir. Ancak tapuyu alan Türkiye midir? Yoksa sömürgeci devletler midir? Bunun kararını yazının sonunda sizin yorumlariniza bırakıyorum.
Şimdi Lozan’a giden yolu aydınlatıp, burada yapılan anlaşmanın gizli ve aşikar maddeleri üzerinde duralım;
Müslüman beldeleri işgal eden ve köklü bir tarihe sahip Osmanlı Hilafet Devletini kuşatma altına alan sömürgeci kafirler, onun elini kolunu bağlayarak hareketsiz kılma kuvvetine sahip iken ne hikmetse Ankara da kurulan körpe hükümete herhangi bir yaptırım uygulamakta aciz kalmıştır. Bu acziyetin sebebi ise daha sonraları Lozan’da yapılan “Şark İşleri Konferansı”nda açığa çıkacaktır.
Yunanlıları denize dökerek “Kurtuluş Savaşı”ndan galip (!) ayrılan Ankara Hükümeti barış görüşmelerine hızlı bir şekilde başlama kararı almıştır. İşin ilginç tarafı “Kurtuluş Savaşı”nda İtilaf Devletine karşı savaşılmasına rağmen tarih kayıtlarında sadece Yunanlıların İzmir’de denize dökülmesi (!) geçmektedir. İngilizler ise hala İstanbul’dadır ve işi bitene kadar da orada kalacaktır.
Görünen o ki, İttifak kurarak Osmanlıyı parçalamak isteyen İngiltere’nin esasında Türkiye’yi kimseyle paylaşmak gibi bir niyeti yoktur. Nitekim Fransızları, İtalyanları ve sair devletleri Türkiye’den siyasete uygun bir şekilde uzaklaştırıp tek başına egemen olma düşüncesinde olduğu yaptığı manevralarla açığa çıkmaktadır.
İtilaf Devletleri Başkumandanı İngiliz Sir Harington’dur. Yani İtilaf Devletlerin komutası İngilizlerin elindedir. Yunanlıları savaşa dahil edenlerin de İngilizler olduğunu biliyoruz. Peki ya şuna ne demeli; 24/3/1940 tarihinde Harington'un ölümünden iki gün sonra Londra Times gazetesi onunla ilgili bir makale yayınlandı. Bu makalede aynen şöyle denilmektedir: "1921 de Yunanlılar Türklere yönelince Müttefik Devletler Kuvvetler Komutanı Sir Harington’a, Mustafa Kemal ile yardımlaşmak için geniş selahiyetler verildi."
Bilindiği gibi Yunanlılar İtilaf Devletlerinin içindedir öyleyse Harington’a niçin M.Kemal’le yardımlaşmak için yetki verilmektedir? Bu yetki ne kadar kullanılmıştır? Kimler ve nasıl bu yardımdan nasiplenmiştir. Tüm bunları bilmek için kahin olmaya lüzum yoktur. Buradan tarihe bakınca her şey gayet açıktır.
Görünen o ki, İngilizler iki taraflı oynamaktadır. Bir taraftan itilaf Devletlerini istedikleri şekilde yönlendirirken diğer taraftan Ankara Hükümetini el altından desteklemektedir. El altından desteklemesi Halifeyi kuşatma altına alarak siyasetten uzak tutmakla, onu çaresiz kılıp Ankara Hükümetine “kurtarıcı” vasfını bahşetmekle gerçekleştirmektedir.
Nitekim Yunanlılarla yapılan savaşın neticesinde hemen barış görüşmeleri başlatılmıştır. Mudanya ile “Şark İşleri Konferansı”nın ilk adımı atılmıştır. Böylece “kurtarıcı” Ankara Hükümeti rüştünü ispat etmişti. Şimdi sıra isteklerin yerine getirilmesine kalmıştı.
Planın en zor kısmı da tam burasıydı. Keza sipariş listesinin en başında hilafetin kaldırılması yazmaktaydı. Bu sipariş kabul edilir cinsten değildi. Çünkü mesele İslam’ın vazgeçilmezlerinden birinin ortadan kaldırılmasıydı.
Lozan’daki barış konferansının başlamasından kısa bir süre önce Ankara Hükümetine emri vaki yapılan hilafetin kaldırılmasının imkânsız olduğu söylenince, İngilizler kıvrak bir manevrayla Lozan’a Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlıyı da davet etti. Böylece Ankara Hükümetine nota gönderilmiş oldu. Mesaj şuydu; bizim isteklerimizi yerine getirmezseniz sizi yok sayarız ve Osmanlıyla barış görüşmelerini yaparız. Bu mesaj Ankara’da şok etkisi yaptı ve hemen harekete geçildi.
Hilafetin birden kaldırılması akılsızlık olurdu. İşe halifenin yetkilerinin kısıtlanması ve elinden alınmasıyla başlanıldı.
Halifeden Saltanat yetkisi alınması da olaylı oldu. Meclis böyle bir adımı kabul edecek kadar şahsiyetsiz insanlardan kurulu değildi. M.Kemal’in Vahdettin’in azledilip saltanatın Meclise verilmesi teklifini görüşmek için bir komisyon kuruldu. Komisyon araştırma ve istişarelerden sonra bu teklifi reddetti. Bunun üzerine kürsüye çıkan M.Kemal şöyle dedi: "Efendiler! Osmanlı Sultanı, hakimiyetini milletten kuvvetle almıştır. Millet de onu ondan kuvvetle geri almaya azmetmiştir. Saltanatın mutlaka hilafetten ayrılıp ilga edilmesi lazımdır. Siz muvafakat etseniz de, etmeseniz de bu olacaktır. Çaresiz bazılarının başları bu arada kesilecek!"
Yanında silahlı adamları olduğu halde şöyle devam etti: "Ben inanıyorum ki, Meclis bu teklifi ittifakla kabul edecek. Elleri kaldırarak tasvip kafidir." Bu sırada teklif tasvibe arz edildi. Çok az sayıdaki mebus teklifi kabul ettiklerinin işareti olarak ellerini kaldırdılar. Fakat Reis "Meclis teklifi ittifakla kabul etmiştir" diyerek neticeyi ilan etti. Mebuslardan bazıları sıraların üzerine çıkarak "Bu doğru değildir. Biz muvafakat etmiyoruz" diye itiraz ettilerse de, Mustafa Kemal'in adamları onları susturdu. Ortalık karıştı, sesler yükseldi. Sonra celse dağıldı. Bundan sonra Meclis tarafından Vahdettin’in yerine Abdülmecid Müslümanların halifesi olarak ilan edildi.
Bu olay üzerine Vahdettin “İslam alemine bir beyanname” adıyla kaleme aldığı yazıda Ankara ve İstanbul arasındaki ihtilafın giderilmesi için fedakarlık göstermede kusur etmediğini fakat Hilafetin hüküm ve nüfusundan soyutlanması ile başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya geçirilmesine karşı çıktığını belirttikten sonra “Onlar ve bütün aklı selim sahipleri bilmelidir ki, dünyada en büyük makam ve en büyük mansıp olan hilafet ve saltanata irsi olarak hak sahibi olan bir şahıs için vatan ihaneti gibi bir adi suç işlemeye hangi etken ve emel ve göz dikilecek şey olabilir.?....Ceddim Gazi Osman devrinden I.Selim’e kadar Devlet-i Osmaniye olarak adlandırılan bir Türk saltanatı mevcut idi. Buna I.Selim’den sonra hilafet eklenerek bir ‘Saltanat-ı Muhammediye’ vücuda geldi. Şimdi bana haksızca vatan ihaneti isnad edenler, hilafeti gücünden ve etkisinden soyutlayarak ve hukukunu ortadan kaldırarak Saltanat-ı Muhammediye’yi yıktılar ve bununla yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine hıyanet ettiler.” diyerek arzı hal etti.
M.Kemal ise Akşam Gazetesine verdiği bir demeçte “Tarihimizin en mutlu dönemi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamanlardır. Ne Acemler, ne Afganlılar ne Afrika Müslümanları İstanbul halifesini asla tanımadılar. Biz halifeyi eski ve saygıdeğer bir geleneğe saygı duyarak yerinde bıraktık. Halifeye saygımız vardır.” diyerek ileride uygulamak istediği planlarının ipuçlarını vermekteydi.
Böyle bir oldubittiyle halifeden saltanat yetkisi alındı. Bu olay Lozan’a davet edildikten 14 gün sonra yani 1 Kasım 1922 de vuku bulmuştur. Böylece İngilizlerin notası tutmuş ve iyi niyet göstergesi olarak ilk adım atılmış, Allah’ın halifeye verdiği haklar o’ndan gasp edilmiştir. Bu gelişmelerden sonra Ankara hükümeti artık Konferansa tek muhatap olarak gitmeyi hak etmişti. Ancak İngilizlerin istekleri bununla sınırlı değildi. İngilizler için bu kafi değildi.
Lozan’a gitmek için 4 Kasım da yola çıkan murahhas heyetini Lozan’daki istasyonda boş sandalyeler karşılamıştı. Görünen o ki ikinci bir nota kapıdaydı. Konferans normal tarihinden bir hafta sonra başlayabildi.
20 Kasım 1922 de nihayet Lozan Konferansı açıldı. Osmanlı Devleti namına yalnız Ankara heyeti hazır bulunuyordu. Bu heyet I. Cihan Harbinde mağlup olan Osmanlı Devletinin mümessili addedildi. İngiliz heyetine Hariciye Vekili Curzon başkanlık ediyordu. Konferans çalışmalara başladı. Konferansın akdi esnasında İngiliz heyeti başkanı Curzon, Türklere istiklal verilebilmesi için dört şart ileri sürdü. Bu şartlar şunlardı:
Hilafet tam manasıyle ilga edilecek, Halife hudud dışına sürülecek, Malları müsadere edilecek, Devletin laikliğe dayandığı ilan edilecek. Bunlar kayıtlara geçirilmeyen ancak kulaktan kulağa ve dilden dile dolaşan “Şark işleri konferansı”nın gizli maddeleridir. Aşikar da olanlar ise boğazlar, azınlıklar ve Musul meselesiydi. Bu konular hakkında müzakereler başladı ve şartlar ortaya konuldu.
İsmet İnönü Ankara’ya durumu bildirmek ve konuyu daha yakından görüşebilmek için heyetten Hasan Saka Bey’i memlekete gönderdi. Hasan Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Türklerin Lozan’daki tutumunu ve diğer devletlerin öne sürdüğü meseleleri anlattı. Mebuslardan bazıları kürsüye çıkarak silaha sarılmaktan ve meseleleri silah gücüyle çözümlemekten söz ettiler.
Lozan da ise görüşmeler bütün hızıyla devam etmektedir. Oluşturulan komisyonlar birleşerek bir anlaşma taslağı hazırladılar. Bu taslakla birlikte başlarında İsmet İnönü olduğu halde Türk heyeti Türkiye’ye döndü ( 7 Şubat 1923 ). Mustafa Kemal, İsmet’in Lozan’da yaptıklarının Ankara’da hoş karşılanmadığını bildiği için heyeti Eskişehir'de karşılayıp konferansta cereyan eden hadiseleri bizzat İsmet’ten öğrendi ve Onunla beraber Ankara'ya döndü. Teamüllerin aksine istasyonda kendilerini hiç kimse karşılamadı. Başvekil Rauf Bey’in ve Ankara Mebuslarının karşılamaya gelmediklerini görüldü. Takınılan bu tavırla Lozan murahhas heyetine ve onları koşulsuz destekleyen Mustafa Kemal karşı güvensizliklerini göstermiş oldular. M.Kemal bu duruma oldukça sinirlendi. Rauf Beyi çağırıp maksadını açıklamasını istedi. 0 da İsmet'i Bakanlarla istişare etmeden heyet başkanı olarak Lozan’a gönderdiğini ve yine Eskişehir'e istişare etmeden karşılamaya gittiğini, bu hareketlerin Anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Bu tenkitle kalmayıp bir adım daha ileri giderek Başvekillikten de istifa etti. Meclis Rauf Bey’in yanında durarak onu desteklediğini gösterircesine istifasını kabul etmedi. Konferansa İsmet’in yerine başka bir kişiyi göndermek istese de M.Kemal bunu kabul etmediği gibi İsmet’i Hariciye Vekili olarak atadı ve tekrar Lozan’a gönderdi.
Konferans 23 Nisan pazartesi günü açıldı ve 24 Temmuz 1923’e kadar sürdü. Anlaşmaya varılamayan bazı meselelerin çözümü ileride yapılacak görüşmelere bırakıldı. Musul meselesi bunlardan biriydi. Bütün komisyonların çalışmaları tamamlanınca, Temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet İnonü, konferans çalışmaları bu safhaya gelince Ankara’dan imza yetkisi istedi. Fakat Rauf Orbay’ın başında bulunduğu hükümet Lozan’a imza yetkisini göndermedi. Göndermedi çünkü Rauf Orbay ihanete ortak olmak istemiyordu.
Nitekim resmi tarihin kaynak metni olan “Nutuk” ta geçtiği üzere Rauf Orbay Hilafetin kaldırılmasını hiçbir zaman istememiştir. Metinde şöyle geçmektedir: “Rauf Bey'den saltanat ve hilafet konusundaki kanaat ve düşüncesinin ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta şu açıklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeği ve nimetiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişah'a bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bunlardan başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olamaz.
Anlaşıldığı üzere Rauf Bey Lozan’ın gizli anlaşmalarına vakıftı Lozan’da imzalananın sadece bir anlaşma metninden ibaret olmadığını bunun tüm Müslüman beldelerin halifesiz, kalkansız, sahipsiz ve güçsüz kalması anlamına geldiğini bilerek böyle bir sorumluluğa imza atmaktan kaçındı.
Bunun üzerine İsmet İnönü 18 Temmuz’da gönderdiği bir telgrafla Mustafa Kemal’e durumu şöyle açıkladı : “Eğer hükümet kabul ettiğiniz şeyin katiyen reddini düşünüyorsa bunu bizim yapmaklığımızın imkanı yoktur. Düşüne düşüne benim bulduğum yol, İstanbul’daki yabancı yüksek kimselere tebligat yapmak, imza salahiyetini almaktır. Bu hal, gerçi bizim için dünya yüzünde görülmemiş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek menfaatleri şahsi düşüncelerin üstünde olduğundan, milli hükümet, kanaatini tatbik eder. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. İşlerimizin muhasebesi, millete ve tarihe bırakılmıştır “ .
İstanbul’daki yabancı yüksek kimselerden maksadın İngiliz Sir Harington olduğu daha önce geçtiği üzere anlaşılmaktadır.
Hükümet, Lozan Antlaşmasının imza edilmesi emrini vererek, antlaşmanın sorumluluğunu kabul etmekten kaçınıyordu. Bununla birlikte Mustafa Kemal’e ve İsmet İnönü’ye karşı kesin cephe alamadılar. Bundan dolayı Mustafa Kemal, hükümetin vermesi gereken yetkiyi kendi verdi. Mustafa Kemal’in İsmet İnönü’ye çektiği telgrafta şöyle deniliyordu: “Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine; 18 Temmuz 1923 tarihli telgrafnamenizi aldım. Hiç kimsede tereddüt yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve samimi duygularımızla tebrik ederek, usulen imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz kardeşim. Türkiye Büyük Millet Meclisi reisi Başkumandan Mustafa Kemal “.
Telgrafı alan İsmet, Mustafa Kemal’e şu karşılığı verdi : “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine : Her dar zamanımızda hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış, yaptırmış bir adamsın, sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili aziz kardeşim “ ( 20 Temmuz 1923 ) .
Usulsüz bir şekilde imza yetkisi alan İsmet, anlaşmayı 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalar. Ancak Meclisin bu ihanet anlaşmasını imzalamayacağı bedihidir. Buna da bir çare düşünülür. Zorbalıkla Meclis fesh edilir. Bu meclisin yerine önlerine gelen her şeyi şartsız ve koşulsuz bir şekilde kabul edecek zihniyetteki mebuslardan oluşan II. Büyük Millet Meclisi 2 Ağustos 1923 yılında kurularak iş başı yaptı. 28 Ağustos 1923 tarihinde yeni Meclis Lozan’ı onayladı ve yürürlüğe girdi.
Lozan’da ki “Şark İşleri Konferansı”nda alınan kararların uygulanmasına hemen geçildi. Öncelikle saltanatın kaldırılmasının eleştirisi yapanların önüne geçmek için Hıyaneti Vataniye kanununa şu cümle eklenmiştir."Saltanatın kaldırılmasını değiştirmek istemenin ya da bunu eleştirme vatana ihanettir "
29 Ekim 1923 tarihinde de Cumhuriyet ilan edilip Laikliğin teminatı verilerek gizli anlaşmanın ilk maddesi yerine getirilmiştir.
3 Mart 1924 tarihinde hilafet kaldırılarak ikinci maddesi, hemen ertesi gün Halife’nin sürgün edilmesiyle üçüncü maddesi ve tüm mallarına el konulmasıyla son maddesi yerine getirildi.
Bu şekilde hilafetin kökünden yıkılması tamamlandı ve İslam’ın, Devletin Anayasası, ümmetin yasası ve hayatın nizamı olması seyrî, Lozanı mutakiben durduruldu.
Aşikar maddelerinde ise, Trakya’da çoğunlukta olan Türk nüfusu yok sayılıp, bu toprakların Yunanlılara ve Bulgarlara paylaştırılmasına göz yumuldu.
Kıbrıs İngilizlere verilerek bugünkü “Kıbrıs Sorunu”nun kapısı açıldı.
Musul Cemaati Akvam’a havale edilip İngilizlere devredilmesi sağlanarak petrol yatakları sömürgeci Devletin hanesine eklendi.
Boğazlardan geçişi denetleme hakkı itilaf devletleri tarafından oluşturulacak olan “Boğazlar Komisyonu”na verilerek bir nevi işgalin sürekliliği sağlanmış oldu.
Ortadan kaldırılan Osmanlının tüm borçları Türkiye ve onun yerine kurulan devletlere paylaştırılıp ödenmesi kararlaştırılarak sömürgecilerin savaş giderleri karşılanmış ve iktisadi açıdan bu devletlere bağlı yaşanılması sağlanmış oldu.
Azınlıklara sağlanan haklar ile ileride Türkiye istenildiği şekilde karıştırılmaya, kargaşa çıkartılmaya müsait hale getirildi.