Akhi ben Şeyh Makdisi'nin yakınında bir yerde değilim lâkin onun ilminden ve nasihatlarından dolayı samimi bir müslüman olduğuna kanaat ediyorum.
Bazılarınca sert ve aşırı olduğu düşünülen tavırlarının, hiçbir ta'vize tahammulü olmayıp dinî hassâsiyetinden kaynaklanan doğal ve ilmî tepkiler olduğunu düşünüyorum.
Bunları buraya yazma sebebim tavsiye ettiğin
"ilim paylaştıkça çoğalır" isimli telegram kanalında saygısızca ifâdeler kullanılmasıdır. Hatta saygısızca ifâdesi hafif kalır, çünkü Şeyh'in
"mucâhidleri hâricileştirme projesi" olduğunu yani dolaylı olarak bir ajan olduğu imâsı ile onu tekfire kadar varan bir anlama yol açmak, en azından onun hârici zihniyetli olduğu iftirâsında bulunmak büyük bir vebâl ve ahlaksızlıktır. Bununla birlikte Şeyh'in nefsini temize çıkarmak veya onu masumlaştırmak niyetinde değilim, samimi âlim bir müslümanın haysiyetini mudâfa etmek niyetindeyim. Elbette uygun bir uslub ile eleştirilebilir, ama bu(aşağıda ekran görüntüsünü verdiğim) uslub hiç olmamış..
Sözlerimi şahsına alınma kardeşim, kanal ile iletişime geçemeyişimden dolayı buraya yazdım, kanaldan da ayrıldım.
Böylelikle taassub ehli de ifşâ' olmuş olsun.
Ekli dosyayı görüntüle 26457
Şeyh Makdisi'yi harici, tekfirci ilan etmek yanlış olabilir, ben bu konuda bir fikir beyan etmek istemiyorum zira alimlerin etleri zehirlidir. Haberleri okurken uslubunu ve hakaretlerini kerih gör ama vakıa ile alakalı söylediklerinde doğru tespitlerin de olabileceğini bil kardeşim.
Eski bir yazı ama faydalı, Hurras'ın içinde Htş'yi müslüman, ehli sünnet ve aralarındaki ihtilafı ictihadi, siyasi olduğunu kabul edenler olduğu gibi, Htş'yi zalim hatta tağutun hizmetinde diyerek neredeyse tekfir edecek duruma gelenler var.
Telegram'da Sham Olayları adlı kanalın paylaşımı:
HURRASSUD-DİN’İN TAHRİRUŞ-ŞAM’A BAKIŞI HAKKINDA
Birkaç gündür yaşanan sorunlarla ilgili ortalıkta dolaşan bilgi kirliliği nedeniyle yanlış anlaşılan birkaç hususa değinmek istiyorum. Öncelikle çatışmalara kadar varan sorunların mahiyetinin ne olduğunu doğru kavramamız gerekir. Hurras ile Tahriru’ş-Şam arasındaki sorunun temeli, akide farklılığı değil, hareketseldir. Bunu Hurras’ın kendi emirleri ve şer’ileri söylemektedir. Bunun böyle olduğunun en bariz delili ise, Hurras ile Tahriru’ş-Şam arasında gerçekleşen en önemli anlaşmalardan birisinde, anlaşmanın ilk maddesinde, “tarafların birbirlerini Ehli Sünnet ve cihad menheci üzere olan cemaatler olarak” kabul etmeleridir.
Bunun dışında, Türkiye noktalarıyla ilgili görüşmelerde Hurras tarafını temsilen gelen ve cemaat içerisinde muteber kabul edilen Şeyh Sehl, Tr noktalarının konulmasına izin verilmesinin bir ictihad olduğunu, ancak hatalı bir ictihad olduğunu belirtmiştir. Noktaların ne zaman ve hangi şartlarda verildiğini bildiği için, hiçbir şekilde konuyu iman-küfür ya da satma ve ihanet zemininde değerlendirmemiştir.
Dr. Sami Ureydi Hey’et’in Ehli Sünnet olduğunu kendi merkezlerinde bulunan unsurlarına anlatmış, itiraz edenlerin şüphelerini gidermiştir. Bunu Hurras’da bulunan birçok kardeş ikrar etmektedir.
Aynı şekilde merkez el-Kaide ile Tahriru’ş-Şam arasındaki sorun da akidevi değil, beyatın bozulması vb. hareketsel ve siyasi konulardır. Aradaki tartışma konularına bakıldığında bu açık bir şekilde görülür.
Yine yaşanan son problemlerin nedeni de, Hurras’dan olmayan iki kişinin tutuklanmasıdır, itikadi konularla bir ilgisi yoktur. Konunun temelinin itikadi olduğunu iddia edenler, bulanık suda balık tutmaya çalışmaktadırlar. Bununla ilgili ne resmi açıklamalarda ne de Hurras’tan olan yetkili kimselerin yazılarında konuyu bu zeminde ele alan bir kimse bulunmamaktadır.
Hatta konuyu bu boyutta değerlendiren cemaat içerisindeki eski şer’ilerden Ebu Yahya Cezairi ve Ebu Zer Mısri gibi aşırı tekfirciler bu fikirlerinden dolayı Hurras’tan kovulmuştur. Başlı başına Hurras’ın bu tavrı bile Hey’et’e olan bakışını ortaya koymaktadır.
Konuyu itikat zeminine çekmeye çalışanlar ise, Hurras içerisinde Makdisi’nin “islami projenizi uygulayabilmeniz için mürted Türkiye’nin dayanaklarını ortadan kaldırmalısınız” türünden fetvalarına uyanlardır. (Makdisi bu açıklamasını çatışmaların birinci gününde yapmıştır.) Bunların açıklamalarında çoğu zaman tekfir imaları ya da açıktan tekfir bulunur. Son problemde kontrol noktaları kuranlar, geçen mücahidleri tutuklayanlar, kimden olduğunu tespit etmek için yoldan geçen insanların telefonlarını kontrol edenler, ele geçirdikleri bazı kontrol noktalarında soğukkanlılıkla infazda bulunanlar, sivil müslümanların yaşadığı bölgelere rast gele ateş açanlar, hep bu aşırı kesimdir. Zira yapılan bu hadsiz uygulamalar Hurras’ın idari kadrosu tarafından alınan bir karar değildir. Hatta başlangıçta yönetim kadrosunun olanlardan haberi bile yoktur. Bununla birlikte durumun vahametini görüp daha fazla müslüman kanı akması korkusuyla geri adım atan ve ortamı yatıştıran Hurras emirlerinin bu tavırları da takdire şayandır. Nitekim bunun benzeri tavırlarına daha önceki olaylarda da tanık olduk.
Yapı içerisindeki bu farklılığın ve çok başlılığın en büyük kanıtlarından birisi de, her bir bölge için ayrı ayrı anlaşmaya oturulmasıdır. Örneğin Cisir bölgesinde ayrı, Arab Said’de ayrı, Harim’de ayrı kişilerle anlaşmaya oturulmuş, anlaşma maddeleri farklı farklı olmuştur. Bunun nedeni, Hurras’ın tek bir mekanizmadan yönetil(e)memesi, farklı fraksiyonların başına buyruk hareket etmesi ve aşırıların kontrol altına alınamamasıdır.
Yine hem Hurras’ın hem de Fesbutu Operasyon odası içerisinde bulunan grupların Tahriru’ş-Şam’a bakışlarının Ehli Sünnet olduğunun kanıtlarından bir diğeri de, bu çatı altında bulunan bazı grupların ve birçok üyelerinin Tahriru’ş-Şam’a karşı savaşmayı kabul etmemeleri ya da durumun vahametini gördükten kısa bir süre sonra müslüman kanına girme korkusuyla olaydan ellerini çekmeleridir. Aksi halde, eğer yaşanan bir akide savaşı olmuş olsaydı, bu kardeşlerin içerisinde Allah yolunda ölümüne savaşacak cesur kimselerin bulunduğunu biliyoruz. Arab Said bölgesinde bulunan bazı aşırıların dışında -ki kan akıtanlar ve sivil müslümanlara rast gele ateş açanlar da gene bunlardır- hiçbir bölgede bir direniş gösterilmemiştir.
Hurras’da bulunan Türklerle ilgili olarak, bu kardeşler arasında sorumluluk alan ve iş yapanların birçoğunu tanıyoruz ve aramızdaki hukuk, kardeşlik hukukundan başkası değil. Bir araya geldiğimizde, ihtilaf edilen konular konuşulduğunda, konu siyasi, askeri ve hareketsel çerçevede ele alınır. En azından şahsen konunun akide zemininde ele alındığına tanık olmadım. Nitekim bu kardeşlerin savaşa dahil olmamaları da bu düşüncelerinin bir kanıtıdır. Sosyal medya üzerinden savaş çığırtkanlıkları yapanların ise, bir sorumluluğu olmayan ve itaat altına girmek istemeyen başı boşlar ya da cihadı terk edip Türkiye’ye dönen ve sahayı iyi bildikleri izlenimi verip cihad nimetinden mahrumiyetlerini bu türden sudan bahanelerle gerekçelendirmeye çalışanlardır.
Son olarak, Ürdün’de ya da Türkiye’de, oturdukları yerden ahkam kesen, müslümanların birbirlerini kırması için adeta can atan, savaşın acılarını ve bedellerini bilmeden ve hissetmeden bol keseden atanlara ise söylenecek fazla bir şey yok.
Allah Teala’dan dileğimiz, müslümanları fitnelerin ve fitnecilerin şerrinden koruması, saflarını hak üzere birleştirmesi ve hayırlı fetihlerle rızıklandırmasıdır.
Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.
Muhammed Ata