Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Hudeybiye’nin anayasa oylamasıyla kıyaslanması

tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hudeybiye’nin anayasa oylamasıyla kıyaslanması


Rasulullah’ın sîretine parçacı yaklaşıldığında, her bir olaydan farklı yorumlar devşirmek mümkündür. Ama bu, ilmî bir yöntem değildir ve bu yöntemle ciddi bir fikir inşa edilemez. Hudeybiye antlaşmasının, günümüzde anayasa oylamasıyla karşılaştırılmasına gelince, bu konuda birçok yanlış kıyaslama yapılmaktadır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.

* Siyasî ve diplomatik açıdan büyük bir başarı olan Hudeybiye antlaşmasıyla Medine İslam devletinin başkanı olarak Peygamber (a.s) çok ciddi bir atak yapmıştır. O güne kadar Medine’de daha çok savunmada kalan Peygamber ilk defa bir karşı hamle yapmış, bir kere daha politikayı kendisi belirlemiştir. Umre için evinden çıkışı Mekke'de büyük bir telaşa yol açmış, nihayetinde Mekke yönetimi onunla barış masasına oturmak zorunda kalmıştır. Acaba bu açıdan anayasa oylamasıyla Hudeybiye arasında ne gibi bir benzerlik vardır?!

* Devletleşme sürecinde emin adımlarla ilerleyen nebevî İslamî hareketin çok önemli bir safhası olan Hudeybiye, yaklaşık on sekiz yıllık bir İslamî tebliğ ve hareketten bağımsız düşünülemez. Bu antlaşma, hicretle beraber oluşan Medine İslam yönetiminin askerî, siyasî, sosyal ve diplomatik hamlelerinin önemli bir parçasıdır. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları; üç büyük Yahudi kabilesine karşı izlenen politika; Mekke’nin fethi gibi belli başlı büyük atılımlar göz önüne alınmadan Hudeybiye’yi konuşmak eksik olur.

Aslında Hudeybiye’yi doğru okumak için İslamî tebliğin ilk yıllarına, işkencenin, boykotun, ötekileştirmenin haddi hesabının olmadığı o netameli yıllara kadar gitmek gerekir. Kureyş kâfirlerinin Peygamber (a.s)’a yaptıkları uzlaşma tekliflerini atlamamak gerekir. Peygamber (a.s) o yıllarda oligarşik düzeni geriletmeye, mevzi kazanmaya çok daha fazla muhtaçtı! Buna rağmen Kureyş’in tekliflerini her seferinde, bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız yine beni bu davadan vazgeçiremezsiniz kesin kararlılığıyla reddetmişti.

Hudeybiye antlaşmasıyla Peygamber (a.s) akîdesinden, siyasetinden, İslamî hareketten hiçbir taviz vermemiş, herhangi bir geri adım atmamıştır. Peygamber'in adının yanından ‘Rasulullah’ kelimesinin antlaşma metninden sildirilmesi, “bismillahirrahmanirrahîm” yerine “bismikellahümme” yazdırılması gibi ayrıntılar, büyük resmi görmeye asla engel olmamalıdır. Peygamber, akidesini pazarlık konusu yapacak olsaydı bunu Mekke’de iken yapardı. Hudeybiye antlaşması sonucunda Müslümanlarla kafirler arasında akidevî bir yumuşama, ılımlılaşma olmamıştır. “Lekum dînikum veliyedîn” ilkesinde en küçük bir dönüşüm yaşanmamıştır. Zaten aksi de beklenemezdi.

Hudeybiye’de Peygamber kâfirlere yağcılık yapmadı, tabasbus etmedi, onlarla uyuşma, uzlaşma yolları aramadı; ne olur bir arada yaşayalım, bizi yanlış anladınız, hayat değişiyor, her şey değişiyor, biz de değişiyoruz; 18 yıllık husumetleri bir tarafa bırakalım mealinde özür dilemedi. Hudeybiye’de Peygamber'in attığı imza Mekkelilere, sizin düzeninize karışmayacağız, ideolojinize saygı duyuyoruz, sizinle bir arada ve birbirimizi incitmeden yaşamak istiyoruz gibi bir işbirliği teklifi de değildi. Peygamber'in nazarında Mekke oligarşisi hala kafirdi ve ona yeryüzünde iktidar olma hakkı tanınamazdı. Bir yıl kadar öncesinde Hendek savaşı, 22 ay kadar sonrasında Mekke fethi vuku bulan bir antlaşma, şirk düzenine akidevi (ideolojik) bir ‘zeytin dalı’ uzatmak olarak gösterilebilir mi?

Günümüzde sistem tarafından kuşatılan ideolojik grupların, kendilerini Peygamber'in bu siyasetiyle aynılaştırıp, biz anayasayı bu gerekçeyle onaylıyoruz demeleri mümkün müdür? Kendi indî yorumlarını din gibi lanse eden, kelime-i tevhiddeki “Muhammedün rasulullah” kısmını çıkartmayı önerebilecek kadar kendi köklerine yabancılaşmış, inancını her türlü pazarlığa tabi tutan Müslüman-demokratlar, laik bir anayasayı onaylamak için işbu Hudeybiye antlaşmasını referans verebilmektedirler. Sözü edilen bu ılımlılar, zaten hiçbir zaman İslam'ı siyasal bir yönetim projesi olarak algılamamışlardır. Onlara göre İslam, Budizm veya mistisizm benzeri tamamen sivil bir tapınma biçimidir, daha doğrusu bu kıvama getirilmelidir! Onların literatüründeki İslam, bizantinist bir dindir, dindar kitleleri mevcut siyasî rejime itaat ettirmek için bir manivela gibi kullanılır. İslam alenen siyasete alet edilir, istismar edilir. Kendileri de, eteklerine konan üç kuruşluk menfaatlere tav olurlar ve sonra da bu sefihliklerini, rüyalarında peygamberi yanlarına getirerek hizmetlerini övdürmek suretiyle ilahî bir koruma altına alırlar!

Aslında işaret ettiğimiz Müslüman-demokrat manivelaların Hudeybiye örneğini kullanmaya ihtiyaçları da kalmamıştır. Fakat onları geriden takip eden bazıları için sanki filim yeniden vizyona girmektedir.

* Hudeybiye’de olan, güçlü bir devletin, Müslüman bir örgütü siyaseten kuşatarak, kendi şartlarını dayatması, pazarlık masasına oturtarak örgütün siyasî geleceğini bitirmesi veya uzlaşmaya ve işbirliğine mecbur etmesi, ideolojisini pazarlığa açık hale getirmesi gibi bir durum [demokratik açılım!] değildir. Hudeybiye’de şu olmuştur: Nebevî hareketin imamı olarak Peygamber (a.s) kalkıp müşriklerin kapısını zorlamış, onları kendi evlerinde siyaseten taciz etmiş, köşeye sıkıştırmış, ne yapacaklarına bir anda karar veremeyen Mekke yönetimini, pazarlık masasına oturtmuştur. İslam'ın bileğini bükemeyen Mekkeliler, “bari sizinle anlaşalım” demek durumunda kalmışlardır. Kısacası Hudeybiye bir örgütle bir devlet arasında işleyen, örgütü teslim alma süreci değil, siyasal açıdan birbirine rakip iki yönetim arasındaki bir nüfuz mücadelesidir. Bu mücadeleden İslamî tarafın galip çıktığında ise hiç kuşku yoktur.

* Hudeybiye antlaşması hiçbir şekilde Müslümanların kafirlerden hak istemeleri de değildir. Bu açıdan günümüzdeki sivil demokratik hak talepleriyle, insan hakları retoriği ile kıyaslanamaz. Müslümanlar böyle bir talepte zaten (Peygamber döneminde) hiçbir zaman bulunmamışlardır. Müslümanlar kendi inisiyatifleriyle aldıkları kararlarını uygulamaya girişmişler fakat yarı yolda düşman tarafından engellenmişlerdir. Mekke’ye böyle bir ‘hır çıkartmak’ için gitmemiş olan Peygamber (lider), barış anlaşması imzalayarak, savaşla elde edeceklerinin çok daha fazlasını barışla elde edeceğini görmüştür. Hudeybiye gibi yüksek bir zeka ürünü siyasal manevralar, kanlı bir savaştan çok daha hayırlı sonuçlar hasıl edebilmektedir. Günümüz anayasa oylamasında ise, devlet aklının küçük grupları etki altına alması söz konusudur.

* Günümüzdeki anayasa oylamasında tek taraf vardır, o da devlettir. Onun karşısında, gücünü kullanarak devleti pazarlık masasına oturmak zorunda bırakmış örgüt ya da örgütler yoktur. Hele böyle ‘İslamî’ bir örgütten hiç bahsedilemez. Devlet vaziyete hâkimdir. Anayasası eskimiştir (çağın gerisinde kalmıştır) ve onu yenilemek, çağa uygun hale getirmek istemektedir. Bu sürece ‘efendice’ katılanlar, elbette katkılarının mürüvvetini bir şekilde görecekler, geleceği parlak görünen demokratik cumhuriyet tarafından işleri âsân edilecektir. Bu da normaldir çünkü her şeyin bir bedeli olmalıdır!

Bu aşamada, sisteme tamamen karşıt olup, onun anayasasını oylamanın, kendisini meşru kabul etmek anlamına geleceğini düşünenlerin dışında hiçbir dinî nitelikli grup veya kişi, anayasa oylamasına bigâne kalamamaktadır. Çünkü bu, çok büyük bir siyasî dirayet ve sabır gerektirmektedir. Devlet için, tüm halk katmanlarını olduğu gibi kimi ‘siyasal islamcı’ları da bu modernizasyon vesilesiyle sistem içine çekmek zor olmamaktadır. Devletin anayasası revize edilirken bu denli hüsnü kabul gösterenler, yarın anayasa yeniden yazıldığında daha büyük bir heyecanla destek vereceklerdir. Şu anki anayasayı bütün kötülüklerin anası gibi ananlar, 1982 yılında %91 civarında bir oyla kabul edildiğini ve bu 91’in içinde o günün pek çok ‘islamcı’sının da bulunduğunu unutmaktadırlar.

* Anayasaya ‘evet’ oyu vermek ne anlama gelmektedir? Anayasaya evet oyu vermek, devletin en temel yönetim kaynağı olan yasal metni oylamak, dolayısıyla sisteme ‘anayasal temelden’ dahil olmak anlamına gelmektedir. Anayasa, devletin ve organlarının kuruluş ve işleyişi, kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili temel ilke ve kuralları belirler. Devletin biçimi (federal veya basit devlet), nitelikleri (demokratik, sosyal, sosyalist, laik, dinî v.b.), yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluşu, görev ve yetkileri ve birbirleri karşısındaki durumları, kişilerin hak ve özgürlükleri, bunların sınırları ve sınırlanma yolları ve usulleri gibi konular anayasaların başlıca ilgi alanlarına giren noktalardır. Anayasa teriminin batı dillerindeki karşılığı olan The Constitution kelimesi Türkçeye ‘ana kuruluş’ diye tercüme edilmektedir. Anayasa/anakuruluş bir toplumun siyasî ve hukuki temel düzeniyle yazılı veya yazısız ana hukuk kuralları bütünüdür.“Çağdaş anayasalar sadece devletin temel kurumlarını ve örgütlenişini belirtmekle kalmamakta aynı zamanda devletin ve toplumun dayandığı temel esasları da belirtmektedirler. Devletin dayandığı temel ilkeler demokratik, laik, sosyal v.b olabilmektedir.”Bizim de dediğimiz işte budur: yeni anayasa ile devletin temel laik-demokratik karakteri daha da güçlenecektir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel niteliği, laik ve demokratik olmasıdır. Cemaatler artık bu niteliğe aldırış etmemektedir. Bilakis laiklik ve demokrasiyi korumak bundan böyle cemaatlerin işidir. Şu kadar var ki, yenilikçi siyasal gruplar, laikliğin halkın sırtında sürekli şaklayan bir kırbaç olmasını kıyasıya eleştirmekte, bunu insan hak ve hürriyetlerine aykırı bulmakta, laikliğin biraz daha ‘din ve vicdan özgürlüğü’ne doğru evrilmesini istemektedirler. Devletin demokratik niteliğine ise neredeyse bütün toplum katmanları sahip çıkmaktadır. Anayasa reformu ile devletin demokratik niteliği daha da pekişecek, Avrupa tarzı bir demokratik rejim tesis edilecektir.

Kanaatimizce anayasa bir devletin hem amentüsü, hem de ilmihalidir. Anayasa bir tür toplum sözleşmesidir. Sandık başına giderek oy veren insanlar böyle bir sözleşmeyi meşru saymakta, evet oyu verenler ise sözleşmeyi kabul ediyorum anlamında imza atmaktadırlar. Dolayısıyla “biz oligarşik düzeni gerileteceği için anayasa referandumuna evet diyoruz ama rejimin temel değerlerine katılmıyoruz” açıklaması, aslında ideolojik bir gerilemenin belirtisi olabilir ve “kola içiyorum ama kolanın içindeki şu şu maddelere karışmıyorum” demek kadar saçma bir savunmadır.




MEHMET DURMUŞ
 
Üst Ana Sayfa Alt