Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hz. İsa Kesin Olarak Ölmedi

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
O Çevrimdışı

Oğuz

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hz. İsa (as)'a kurulan tuzak, Allah'ın Hz. İsa (as)'ı diri olarak Kendi Katına almasıyla bozulmuştur

Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." ONLAR (İNANMAYANLAR) BİR DÜZEN KURDULAR. ALLAH DA (BUNA KARŞILIK) BİR DÜZEN KURDU. ALLAH, DÜZEN KURUCULARIN EN HAYIRLISIDIR. (Al-i İmran Suresi, 52-54)
Bazı kimselerin iddialarına göre, Allah, Hz. İsa (as)'ın canını inkarcılar kendisine ulaşmadan önce almıştır ve Hz. İsa (as) ölmüştür. Halbuki Kuran'daki ilgili ayetler bu iddianın doğru olmadığını açıkça göstermektedir.
Üstelik bu son derece yanlış bir mantıktır. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: üç kişinin düşman oldukları birini öldürmeyi planladıklarını düşünelim. Bu kişiye pusu kurup, öldürmeyi planlamış olsunlar. Ve öldürmeyi düşündükleri insanın, daha pusu yerine gelmeden henüz yolda iken kalp krizinden öldüğünü varsayalım. Bu durumda pusuyu kuran kişiler her halükarda hedeflerine ulaştıklarını düşünerek sevince kapılacaklardır. Ya da düşman olduğu bir kişiyi öldürmek amacıyla onun evine giden birini düşünelim.
Karşı tarafın kavga esnasında kendisine atılan yumruklardan değil de balkondan düşerek öldüğünü kabul edelim. Söz konusu kişinin ölmüş olması, bu insan için istediği neticeyi elde etmesi anlamına gelecektir. Benzer bir örnek Hz. İsa (as)'ın durumu için de düşünülebilir. İnkarcılar Hz. İsa (as) aleyhine bir tuzak kurmuşlardır. Tuzağın amacı, Hz. İsa (as)'ın ölmesidir. Oysa Allah, Hz. İsa (as)'a kurulan tuzağın bozulacağını bildirmiştir. Eğer Hz. İsa (as)'ın ölümü herhangi bir şekilde gerçekleşirse, bu, inkar edenlerin kurdukları tuzağın onların istediği gibi neticelenmesi anlamına gelir, ki bu mümkün değildir. Hz. İsa (as), hiçbir şekilde ölmemiştir ve öldürülmemiştir. Eğer böyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı, bu Kuran'da bildirilirdi. Oysa Hz. İsa (as) Allah Katına yükseltilmiştir. Allah'ın emri ile ikinci kez yeryüzüne gelecek, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacaktır. Ve Hz. İsa (as)'ın ölümü, ikinci kez dünyaya geldikten ve bir süre yaşadıktan sonra olacaktır.
Bazı kimseler ise, Hz. İsa (as)'ın inkarcıların kurduğu tuzaktan korunduğunu ancak bir müddet yaşadıktan sonra öldüğünü öne sürmektedirler. Bu iddia, hiçbir makul dayanağı olmadığı gibi, pek çok cevapsız soruyu da beraberinde getirmektedir. Söz konusu kimselerin bu sorulara mantıklı bir açıklama getirebilmeleri mümkün değildir. Hz. İsa (as) yaşadığı dönemde, Allah'ın takdiriyle, aniden kaybolmuş, kendisini bir daha gören ve kendisiyle konuşan olmamıştır. Bu olağanüstü bir durumdur. Eğer, bu kişilerin öne sürdüğü gibi Hz. İsa (as) bir müddet daha yaşadıysa, bu takdirde kendisini görenlerin, onunla konuşup sohbet edenlerin tanıklıklarının olması gerekir. Ama böyle bir bilgi yoktur. Halk arasına hiç karışmadan, tek bir kişiyle bile görüşmeden, hiç kimseyle konuşmadan, kimseye tebliğ yapmadan yaşamış olmasının mümkün olamayacağı açıktır.
Unutmamak gerekir ki, Hz. İsa (as) ile ilgili Kuran'da yer alan bilgilerin veya açıklamaların benzeri diğer peygamberler için bildirilmemiştir. Hiçbir peygamberin ölümü anlatılırken teveffi kelimesi kullanılmamıştır. Hiçbir peygamber için "... Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110) şeklinde üç İlahi kitabın da kendisine öğretildiği bildirilmemiştir. Hiçbir peygamber için, "O kıyamet için bir ilim (alamet)dir" (Zuhruf Suresi, 61) buyrulmamıştır. Hiçbir peygamber için Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesi anlamında bir yükseltilmeden haber verilmemiştir. Hiçbir peygamber için, kendisine inananların kıyamete kadar üstün gelecekleri söylenmemiştir. Hiçbir peygamber için ölmeden önce kendisine inanmayacak kimsenin kalmayacağı bildirilmemiştir. Tüm bunlar, Allah'ın Hz. İsa (as) için özel bir kader takdir ettiğini ve bu kadere uygun olarak Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğunu ve yeniden dünyaya geleceğini gösteren önemli delillerdir.
Kuran'ın pek çok ayetinde, inkar edenlerin tuzaklarının hiçbir şekilde başarıya ulaşamayacağı, bu tuzakların yerle bir edilmesinin Allah'ın sünnetinin bir gereği olduğu haber verilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
… Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır. (Enfal Suresi, 18)
Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (Hac Suresi, 38)
Doğrusu onlar, hileli bir düzen planlayıp kuruyorlar; Ben de bir düzen kurup hazırlıyorum. Sen kafirlere bir mühlet ver, az bir süre tanı. (Tarık Suresi, 15-17)

1. ONU KESİN OLARAK ÖLDÜRMEDİLER; ALLAH ONU KENDİNE YÜKSELTTİ
.... ONU KESİN OLARAK ÖLDÜRMEDİLER (MA KATELEHU). BİLAKİS (BEL); ALLAH ONU KENDİNE YÜKSELTTİ. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157- 158) "... Onu öldürmediler, bilakis (bel) Allah onu Kendine yükseltti..."ifadesinde ÖLÜMÜN TAM TERSİ OLAN CANLILIĞA işaret edilmektedir.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de şu yorumda bulunmaktadır:
Nisa Suresi 158. ayette geçen ve bilakis (aksine) şeklinde tercüme ettiğimiz, 'bel' edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kaidesine göre kendinden sonraki cümle, kendinden önceki cümlenin tamamen zıddı olması gerekir. Ölümün karşıtı canlılıktır. Dilbilgisi kuralları bunu gerektirmektedir.ŞAYET BİZ ""HZ. İSA NORMAL OLARAK VEFAT ETMİŞTİR" DESEK BU KAİDEYE TERS DÜŞMÜŞ OLURUZ. Zira bu takdirde bel edatından sonra gelen ref, edattan önce gelen aynı zamanda olumsuz bir cümle olan öldürme ve asma fiillerine ters olmaz.

Said Ramazan el-Buti'nin İslam Akaidi adlı eserinde ise aynı konu şu şekilde açıklanmıştır:
Mesela, Arap bir adamın "Ben aç değilim, aksine yan yatıyorum." demesi doğru bir cümle değildir. Aynı şekilde, "Halid ölmedi, aksine o iyi bir adamdır" cümlesi de öğeleri bakımından kopuktur. Düzgün olanı ise, "Halid ölmedi, aksine yaşıyor" biçiminde gelir... 'Bel' edatı, önceki söz ile sonraki söz arasında bir aykırılık ifade eder. Yani 'bel' kendisinden önce geçmiş bir hükmü iptal eder.

2. AL-İ İMRAN SURESİ'NİN 55. AYETİNDE DE ALLAH HZ. İSA (AS)'I İNKAR EDENLERDEN TEMİZLEYECEĞİNİ HABER VERMİŞTİR.
Bu temizlenme de Hz. İsa (as)'ın ölmeden ve öldürülmeden, bedeniyle ve ruhuyla birlikte Allah Katına yükseltilmesiyle tecelli etmiştir:

... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), SENİ İNKAR EDENLERDEN TEMİZLEYECEĞİM (MUTAHHİRUKE)ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55) Ayetin Arapçasında geçen "mutahhiruke" kelimesinin kökü "tahara" kelimesidir ve sözlük anlamı; temiz olmaktır. İslam alimlerine göre ayetin tefsiri; "Seni alıyorum, Katıma yükseltiyorum ve SENİ KAFİR VE FACİRLERLE KİRLENMİŞ OLAN BU ORTAMDAN UZAKLAŞTIRIYORUM"şeklindedir. Buna göre Allah'ın Hz. İsa (as)'ı inkar edenlerden temizlemesi; Hz. İsa (as)'ı öldürmek için kurulan tuzakların bozulması ve inkarcıların bu hedeflerine ulaşamamaları, yani Hz. İsa (as)'ın diri olarak Allah Katına yükseltilmesi anlamına gelmektedir.


3. ALLAH ÜSTÜN VE GÜÇLÜDÜR, HÜKÜM VE HİKMET SAHİBİDİR
...Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). Bilakis (bel); allah onu kendine yükseltti. ALLAH ÜSTÜN VE GÜÇLÜDÜR, HÜKÜM VE HİKMET SAHİBİDİR. (Nisa Suresi, 157- 158) Ayetlerde dikkat çekilen bir başka husus da, ayetin (Nisa Suresi, 158) son kısmında yer alan "Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" ifadesidir.

İslam alimleri, bu sözlerin ALLAH'IN GÜÇ VE HİKMETİNİ GÖSTEREN OLAĞANÜSTÜ BİR OLAY SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA BİLDİRİLDİĞİNİ BELİRTEREK, buradaki ifadelerin mucizevi bir duruma işaret ettiğini söylemişlerdir.

Örneğin Fahruddin Razi, bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır:
Allahu Teala ayetin sonunda, "Allah Aziz ve Hakim'dir" buyurmuştur. Buradaki izzetten maksat kudretinin, hikmetten maksat da ilminin kemali ve mükemmelliğidir. İşte böylece Cenab-ı Hak bu buyruğu ile Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesinin, her ne kadar bir beşere imkansız dahi gelse, bunun Kendi kudretine ve hikmetine nispetle imkansız olmayacağına işaret etmiştir. Bunun bir benzeri de O'nun "... kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar götüren O (Allah) münezzehtir." (İsra Suresi, 1) ayetidir. Çünkü İsra her ne kadar Hz. Muhammed (sav)'in kudretine nispetle imkansız ise de, Hak Subhanehu'nun kudretine nispetle çok kolaydır.
 
B Çevrimdışı

Büyük Türkiye

Üyeliği İptal Edildi
Banned
oğuz kardeşim, bu çok güzel bir müjde Allah razı olsun. Türk İslam Birliği'nin Kurulması yaklaştı. Allah hepimizin Hz. Mehdi'nin talebesi olmamızı nasib eder inşaAllah.
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
inşallah hz. isa ölmedi diyenler hz. Muhammed sav. efendimize ümmet değildir.

hz. isa çarmıha gerilmedi.

ancak Allah c.c onu daha sonra katına aldı.yani vefat etti. öldü.

Allah c.c birçok sürede ayette ölümü bana döneceksiniz diye verdi.yasin süresinde son ayette olduğu gibi.


hz. isa için mahşerden önce tekrar dünyaya gelmesi olayı kesinlikle yoktur.

bunu açık olaral nisa süresi 159. ayetten mahşerde hiristiyanların alehine şahid olacğını veren ayetten anlıyoruz.

yani hacları kıracağı tamamen bir uydurmadır.

inşallah hz. Muhammed sav. efendimizi peygamber saymayan batılılar hz. isa nın ölmediğini öne sürmektedirler.

bu durumu iyi anlamalıyız.

hz. isa kıyamet habercisi değildir.kıyamet sadece Allah c.c katında olan bir durumdur.

uydurma menkıbelerde kıyamet habercisi gösterilen hz. isa nın cenaze namazının müslümanlarca kılınacağı yazılıdır.

bu ifade iddia edilen zühruf süresi 61. ayeti doğru anlamadıklarını kendileri açıklamış oldular.

inşallah kıyamete kadar son peygamber hz. Muhammed sav. efendimizdir.

hz. isa peygamberimizin peygamberlik rütbesini söküp peygamber olarak gelmiyecek diyenler peygamberlere imanı bozmuş olurlar.

Allah c.c yar ve yardımcımız olsun.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
51- Meryem Oğlu Îsâ Aleyhima's-Selâm'ın İnmesi Babı


118-.......Saîd ibnu'l, Müseyyeb, Ebû Hureyre(R)'den şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan A ilah 'a yemîn ederim ki, muhakkak ileride Meryem oğlu Isâ sizin içinize adaletli bir hakem olarak incektir. O zaman o, salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal ö kadar çoğalacak ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecek. Nihayet bir tek secde dünyâ ve dünyâdaki her şey den daha hayırlı olacaktır".
Bunun ardından Ebû Hureyre (R) şöyle derdi: İsterseniz şu âyeti okuyunuz: "Ehli kitâbdan hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (îsâ'ya) mutlakaa îmân edecek, o da kıyamet günü kendileri aleyhine bir şâhid olacaktır" (en-Nisâ: 159) [170].

119-.......Bizeel-Leys, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Ebû Katâde el-Ensârî'nin himayesinde bulunan Nâfi'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İmamınız (devlet başkanınız) kendinizden olduğu hâlde Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman (îsâ da îmânınıza uyduğunda) acaba sizler nasıl olursunuz?" [171].
Bu hadîsi rivayet etmekte UkayI ile el-Evzâî, Yûnus'a mutâbaat etmişlerdir SAHIHI BUHARI


BOYLE KONULARDA HADISLERI GOZARDI ETMEMEK GEREKIR.........
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
KARDEŞİM

inşallah nisa 159 ayeti yazıp geçme .

ayetin başında her hiristiyanın ölüm anı da hz. isa ya inanacağı yazılıdır.fravun nasıl ölüm anında hz. musa ya inanmışsa öyle inanacaktır.

hz. isa ise bu hiristiyanları affetmeyecek onların alehine mahşerde şahidlik edecektir.

yani ayet açık olarak ara bir zamanda yani mahşer öncesi hz. isa peygamberimizin dünyaya gelmesi söz konusu değildir.

son peygamberin hz. Muhammed sav. olduğunu veren açık ayet olduğu halde hz. isa ara bir zamanda gelmiyeceğinin açık bir

ilanıdır.

yazdığın ayeti iyi okuyunuz.iyi düşününüz.

hz. isa nın ara bir zamanda yani mahşerden önce geleceği itikatı hiristiyanların itikatıdır.

ayetlerden bunu anlıyoruz.

uydurma arapca menkıbelerde hiristiyan propagandaları var.

ama kazdıkları kuyuya kendileri düştü.

bu konuyu bizzat elinde uydurma arapca kitapcığı olan bahçecık camiinden emekli mustafa adındaki kişi ile 8 kişilik toplantımızda tartıştık.

önce zuhrf süresi 61. ayette alem kelimesi yerine hz. isa yı koyarak ayette değişiklik yaptı.uyarımdan sonra kıyametin habercisinin hz. isa olduğu iddiası diğer iki ayette:kıyametin kopması Allah c.c tarafından bilineceği ifade edildiği için boşa çıktı.

arkadan küçük bir kitapcıkta arapca okuyup terçüme etti.

kıyamete 40 yıl kala hz. isa geleceğini.hacları kıracağını,bir kadınla evleneceğini,ahmet ve diğer oğlunun adını unuttum iki erkek oğlu olacağını,

sonra öleceğini.müslümanlar cenaze namazını kılıp peygamber efendimizin yanına defnedileceğini okuyup söyleyip bitirdi.ana özet bu.


bu sondan sonra tebessüm ettim.

ne oldu gibi yüzüme baktı.

dedim ki hani zuhruf 61 de hz. isa kıyamet habercisi diye iddia ediyordun.

kıyamet kopmadan hz. isa yı defnettin.


işte dedim Allah c.c uydurma menkıbelerinizi böyle kendi kendinize yalanlattırır.

Allah c.c ayetleri hiç değişmedi.sabittir.bize doğruyu açıklıyor.

uyduruk arapca menkıbelerde kendi kendisini yalanlıyor.

hz. Muhammed sav. efendimiz veda hutbesinde bize Kur'an ve sünneti bıraktı.hz. isa konusu hiç yoktur.

peygamberimizin vefatından sonrada sahabe arasında bu konu hiç olmadı.hiç geçmedi.

bu konudaki bir yazıyı daha önce vermiştim.inşallah tekrar vermek nasip olur.


inşallah dosdoğruda birleşelim.

Allah c.c yar ve yardımcımız olsun.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Hadisleri lutfen iyi anlayalim faydasini gorursunuz inseALLAH (celle celaluhu) ....ORADA GELIP GELMEYECEGINI BELIRTIYOR IYI OKUYALIM....
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
HADISI SERIFLERE UYDURMA DEME HAKKINI HIC BIR ZAMAN KENDINIZDE BULMAMALISINIZ KI OZELLIKLE SAHIH ESERLERDE BELIRTILEN KI SIZ ONU YAPIYORSUNUZ LUTFEN KENDINIZI KITAP OKUMAYA VE ANLAMAYA VERIN SAHIH VE FAYDALI KITAPLARI OKUYUN ....
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
hadis ile ayet birbirine zıt olmaz.

zıtsa o hadis uydurma hadistir.

ayetleri de bize getiren de hz. Muhammed sav. efendimizdir.


peygamber efendimizin sözleri içinde aykırılık yoktur.

dinimizi parçalamak istiyenler uydurma hadisleri ayetlerin üstüne çıkarırlar.

hadisler Ayetlerin uygulamasında değişik kelimelerle açıklayan peygamberimizin izahlarıdır.

peygamberimizin her hadisi başımızın üstündedir.

ayetleri bize getiren de hz. Muhammed sav. efendimizdir.hadisleri de veren hz. muhammed sav. efendimizdir.

ikisi arasında asla bir terslik olmaz.

eğer bir terslik varsa burada olduğu gibi,verilen uydurma hadistir.

o zaman hangisini tercih edeceğiz sorusuna benim cevabım ayettir.

laik dinin kontrolu altında yazılanlara itibarım yoktur.sadece

Kur'an değişmemiş elimizdeki en sağlam kaynaktır.siz den ricam ayetieri anlamaya çalışınız.



Allah c.c yar ve yardımcımız olsun.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
sahihi Buharideki sahih olan bir hadisi serifi hangi ilmin ile uydurma makale diyebildigini delili ile izahatli aciklarmisin lutfen?????????? sen mirac olayini nasil degerlendiriyorsun??????mescidi haramdan kuduse gidip gelmesini (kanli canli tamamen fiziksel ozellikleri ile) nasil degerlendiriyorsun???????
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“Şüphesiz ki o (İsa) kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun...” Zuhruf 43/61.

İbn Abbas, “ Zuhruf 43/61. ayetten murad, Hz. İsa’nın kıyamet gününden önce ortaya çıkmasıdır” demektedir. Bu rivayeti İbn Cerir, İbn Ebi Hatim ve Taberani çeşitli yollardan tahriç etmiştir. Keşmiri, et-Tasrih bi-ma Tevatere fi Nuzuli’l-Mesih, s. 289-290.

Katade, Zuhruf 43/61. ayetle ilgili olarak “Hz. İsa nüzulü, kıyamet için bir işarettir” demektedir. Bunu Abdürrezzak, Abd b. Humeyd ve İbn Cerir tahriç etmiştir. Keşmiri, et-Tasrih bi-ma Tevatere fi Nuzuli’l-Mesih s. 290-291.

Hasan Basri de Zuhruf 43/61. ayetten maksadın, Hz. İsa’nın nüzulü olduğunu söylemektedir. Bunu Abd b. Humeyd ve İbn Cerir tahriç etmiştir. Keşmiri, et-Tasrih bi-ma Tevatere fi Nuzuli’l-Mesih s. 290

Hz. İsa’nın Nüzûlü ile ilgili rivayetler Mütevatir’dir ben burada bir kısmını aktaracağım inş..

1.Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadiste belirtildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, adaletli bir hükümdar olarak Meryem oğlu İsa’nın aranıza adaletli bir hâkim olarak ineceği, haç’ı kırıp, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı vakit yakındır. O zaman mal öylesine çoğalır ki kimse onu kabul etmez. Ta ki, tek bir secde, dünya ve içindekilerden tamamından daha hayırlı olur. Buhari, Sahihu’l-Buhari, İstanbul 1992, Büyu’, 102, Mezâlim, 31, Enbiya 49; Müslim, Sahihu Müslim, İstanbul 1992, İman, 242-243; Tirmizi, Sünen, İstanbul 1992, Fiten, 21, 24, 59, 62; İbn Mace, Sünen, İstanbul 1992, Fiten, 33.

2.Ebu Hureyre’den rivayet edilen başka bir hadiste ise Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu (İsa) inince durumunuz nice olacak? Buhari, Enbiya, 49; Müslim, İman, 244-246; İbn Mace, Fiten, 33; Nuaym b. Hammad, Kitabü’l-Fiten, (nşr.: ve thk.: Süheyl Zekkar), Beyrut 1993, s. 351.

3. Ebu Hureyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Peygamberler birbirlerinin babaları bir, anneleri farklı kardeşleridir. Ben İsa b. Meryem’e insanların en yakınıyım. Benimle İsa arasında bir peygamber yoktur. O gerçekten inecektir. Onu gördüğünüz zaman tanıyın! O, orta boylu, beyaza çalar kırmızı renktedir. Sarıya boyalı iki elbise içindedir. Yağmur yağmasa da saçından su damlayacaktır. İnsanlarla İslam için savaşacaktır. (Hıristiyanların) haçını kırar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır. Onun zamanında Allah milletlerin hepsini helak eder. Sadece İslam kalır. Mesih-Deccal’ı helak eder. O da yeryüzünde kırk sene kalır, sonra vefat eder. Müslümanlar onun üzerine namaz kılar.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1992, II, 406; Buhari, Enbiya 48.

4.Ebu Hureyre’den gelen başka bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki Meryem oğlu, hac ve umre yahut ikisini birden yapmak için mutlaka Fecc-i Ravha’datelbiye getirecektir. Nuaym b. Hammad, Kitabü’l-Fiten, s. 351; Hâkim, Müstedrek, (thk.: Mustafa Abdulkadir Ata) Beyrut 1990, II, 595; Müslim, Hac, 216; Hanbel, Müsned, II, 272, 540.

5.Konu ile ilgili bir başka rivayet de Cabir (ra)’den nakledilmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir taife hak üzere gelip ta kıyamete kadar devamlı olarak savaşacaklardır. O zaman İsa ibn Meryem de inecek; emirleri: “Haydi gel, bize namaz kıldır!” diyecek. Buna karşılık: “Kimimiz kimimizin emiridir. Bu, Allah’ın bu ümmetine bir lütfu keremidir” diyecektir. Hanbel, Müsned, III, 345, 384.

6.Konuyla ilgili Abdullah b. Amr’dan gelen bir rivayet bulunmaktadır: “... Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Deccal ümmetimin arasından çıkacak ve kırk (zaman) kalacaktır. (Kırk gün mü dedi, kırk ay mı, yoksa kırk sene mi bilemiyorum). Derken Allah(cc)) Meryem oğlu İsayı gönderecektir. O Urve b. Mes’ud gibidir. Deccal’ı arayıp helak edecektir. Sonra insanlar arasında yedi sene duracak; iki kişi arasında düşmanlık olmayacaktır. Sonra Allah Şam tarafından soğuk bir rüzgar gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayır yahut iman bulunan hiçbir kimse kalmayacak ve hepsinin ruhunu kabzedecektir. Müslim, Fiten, 116.

7.Mücemmi’ b. Cariye el-Ensari demiştir ki: Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle dediğini işittim: “Meryem oğlu İsa, Deccal’ı Lut kapısında öldürecektir.” Hanbel, Müsned, III, 420; Tirmizi, Fiten, 62.

8.Ebu Hureyre’nin bir rivayetinde Rasulullah (sav)’den şöyle işittiğini buyurmuştur: “ Romalılar A’mak’a yahut Dabık’ainmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Onların karşısına Medine’den o gün yeryüzü halkının en iyilerinden bir ordu çıkacaktır. Askerler saf bağladıkları vakit Romalılar bizimle, bizden esir alınanların arasını serbest bırakın: Onlarla harbedelim, diyecekler. Müslümanlar da: hayır! Vallahi sizinle din kardeşimizin arasını serbest bırakamayız, cevabını vereceklerdir. Müteakiben onlarla harbedecekler ve üçte biri yenilgiye uğrayıp, Allah indinde şehitlerin en faziletlisi olacaklardır. Sonra İstanbul fethedilecektir. Gaziler kılıçlarını zeytin ağaçlarına asmış ganimetleri taksim ederken aniden içlerinde şeytan bağıracaktır: “Ne duruyorsunuz, Mesihu’d-Deccal çıktı, ailelerinizi bastı.” Ortada bir şey yokken hemen çıkacaklardır. Şam’a geldiklerinde gerçekten çıkmış olacak. Onlar saflarını teşkil edip savaşa hazırlanırken namaza kamet getirilecek, derken gökten Meryem oğlu İsa inip onlara imamlık edecek. Allah’ın düşmanı (Deccal) onu görünce, suda tuzun eridiği gibi eriyecek. Onu o haliyle bıraksa tamamıyla eriyecek, fakat daha tam erimeden onu kendi eliyle öldürüp mızrağındaki kanını halka gösterecektir. Müslim, Fiten, 34; İbn Mace, Fiten, 33; Hanbel, Müsned, I, 180,185.

9.Ebu Hureyre’nin konu ile ilgili bir rivayetinde Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Şayet ömrüm uzun olursa, İsa b. Meryem’e yetişeceğimi ümit ederim. Eğer ölüm erken gelir de ona yetişemezsem, sizden ona yetişeniniz olursa, benden ona selam söyleyin. Hanbel, Müsned, II, 298-299; Hâkim, Müstedrek, IV, 545.

10.Abdullah b. Ömer’in rivayetinde Hz. Peygamber bir gün insanların arasında Deccal-Mesihi zikrederek şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah şaşı değildir. Dikkat edin ki, Deccal-Mesihin sağ gözü şaşıdır. Onun gözü sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış, iri bir üzüm tanesi gibidir. Ben geceleyin kendimi (uykuda) Ka’be yanında gördüm. Ansızın esmer bir zatla karşılaştım. Sanki o görülen esmer erkeklerin en güzelidir. Başının saçı iki omuzu arasında sarkıyor. Saçları taranıp arınmıştı da başı su damlatıyordu. İki elini iki kişinin omuzlarına koyarak o iki kişi arasında Beyt’i tavaf ediyordu. “Bu kimdir?” dedim. “Meryem’in oğlu Mesihtir” dediler. Sonra onun arkasında gayet kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat ve börtlek, gördüğüm insanlar arasında İbn Katan’a en çok benzeyen birisini gördüm. Bu da iki elini iki kişinin omuzlarına koyarak Beyt’i tavaf ediyordu. “Bu kimdir?” diye sorduğum vakit, “Bu Mesih Deccal’dir” dediler.” Buhari, Enbiya, 48, Fiten, 26; Müslim, İman, 273, 277; Malik b. Enes, Muvatta, (nşr. M. Fuad Abdülbaki), İstanbul 1992, Sıfatü’n-Nebi, 2.

11.Huzeyfe b. Esid el-Gıfari şöyle dedi: “Biz müzakere ederken Peygamber yanımıza çıkageldi. Ve “Neyi müzakere ediyorsunuz?” diye sordu. Ashab: “Kıyameti anıyoruz”, dediler. “Siz ondan önce on alamet görmedikçe, o kopmayacaktır” buyurdu. Ve dumanı, Deccal’ı, dabbeyi, güneşin battığı yerden doğuşunu, İsa b. Meryem’in inişini, Ye’cuc ve Me’cuc’u ve biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batacağını, bunların sonuncusunun ise Yemen’den çıkıp insanları haşrolunacakları yere sürecek bir ateş olacağını anlattı. Ebu Davud, Sünen, İstanbul 1992, Melahim, 12; Tirmizi, Fiten, 21.

Hz. İsa’nın Nüzûlü ile ilgili rivayetleri aktaranlar


1. Ebu Hureyre (21-rivayet) 20. Vâsile b. El-Eska (1)
2. Cabir b. Abdillah (7-rivayet) 21. Amr b. Avf (1)
3. Huzeyfe b. El-Yeman (6-rivayet) 22. Nafi’ b. Keysan (1)
4. Abdullah b. Abbas (5-rivayet) 23. Abdullah b. Selam (1)
5. Abdullah b. Mesud (4-rivayet) 24. Imran b. Husayn (1)
6. Abdullah b. Ömer (3-rivayet) 25. Ebu’d-Derda (1)
7. Abdullah b. Amr (3-rivayet) 26. Abdullah b. Muğaffel (1)
8. Enes b. Malik (3-rivayet) 27. Abdurrahman b. Semura (1)
9. Aişe (2-rivayet) 28.Ebu Sa’id el-Hudri (1)
10. Huzeyfe b. Esid (2-rivayet) 29. Ammar b. Yasir (1)
11. Abdullah b. Selam (2-rivayet) 30. Keysan b. Abdillah (1)
12. en-Nevvas b. Selam (2-rivayet) 31. er-Rabi’ b. Enes (1)
13. Sevban (1-rivayet) 32. Sefine (1)
14. Mucemmi b. Cariye (1-rivayet) 33. el-Hasen el-Basri (1)
15.Ebu Umame (1-rivayet) 34. Ka’bu’l-Ahbar (1)
16. Seleme b. Nufeyl (1-rivayet) 35. Amr b. Süfyan (1)
17. Osman b. Ebi’l-As (1-rivayet) 36. Urve b. Ruveym (1)
18. Semura b. Cundeb (1-rivayet)
19. Abdurrahman b. Cubeyr b. Nufeyr (1-rivayet)

Toplam.36 kişi

Suyuti’şöyle der: Hz. İsa, Hz. Muhammed’in (sallallahu alyehi ve sellem)’in izinden giden bir peygamber olmakla beraber, ahir zamanda önemli bir kıyamet alameti olarak dünyaya dönecek olan bir Müslüman müceddittir. Böylece zulümle dolu dünyayı da adaletle dolduracaktır. Suyuti, Nüzûl-i İsa, s. 61.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH CELLE CELALUHU RAZI OLSUN SENDEN.....SISTEM COKTUGU ICIN SILINMISTI SAGOLASIN........
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
©sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 16 / 2007, s. 1-28
tefsi


HZ. İSA’NIN VEFATI, REF’İ VE NÜZÛLÜ BAĞLAMINDA
M. ZAHİD KEVSERÎ’NİN
İLGİLİ KUR’AN AYETLERİNE YAKLAŞIMI*

Muhammed AYDIN**

M. Zahid Al-Kevseri’s Interpretation of the Qur’anic Verses Related to the Death of Jesus, His Ascension to the Heavens and His Second Coming
This article deals with Zahid al-Kevseri’s approach to the verses concerning the death, ascension and second coming of the Prophet Jesus. In this context the author aims to discuss whether his comments or those of certain modern commentators are more authentic? Their comments are analyzed and evaluated in the light of the Qur’an in accordance with scholarly methods.
Key words: Qur’an, Jesus, death, ascension, second coming
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Hz. İsa, vefat, ref’/yukarıya kaldırma ve nüzûl.
Giriş
Muhammed Zâhid Kevserî (ö.1952), İslâmi ilimler sahasında son devrin en meşhur âlimlerinden birisidir. O, hadis ve fıkıh gibi çeşitli ilimlerde tebarüz ettiği gibi Kur'an ilimlerinde de ve özellikle tefsir ilminde otorite sayılması gereken âlimlerdendir.
Kevserî, Hz. İsa (a.s)’nın vefatı, ref’i/yükseltilmesi/kaldırılması ve nüzûlü ile ilgili itirazlara cevap vermek için müstakil bir çalışma yapmıştır. Bu çalışma “Ahiret’ten Önce Hz. İsa (a.s)’nın Nüzûlünü İnkar Edenin İddialarına Seri Bir Bakış” manasına (Nazra Abire Fî Mezaimi Men Yunkiru Nüzûle İsa Aleyhisselam Kable’l-Ahire) adında yayınlanmıştır.
Kevserî’yi, - kendisinin de belirttiği gibi - Hz.İsa (a.s)’nın vefatı, ref’i ve nüzûlü hakkında yazı yazmaya iten sebep, Kahire’de 1943 yılında “Risale” adlı derginin X.yıl ve 462.sayısında Mahmut Şeltût (ö. 1963 )’a ait “Kur’an ve Sünnete göre Hz. İsa (a.s)’nın diri olup olmadığı ve nüzûlü ile ilgili fetva”nın yayınlanmasıdır. Fetva, Hz. İsa (a.s)’nın öldüğünü, ref’inin manevi olup maddi olmadığını ortaya koymaktadır. Kevserî’nin “Nazra Abira” kitabında nakledildiği gibi, Şeltût fetvasının sonunda şöyle demiştir: Hz. İsa (a.s) meselesi eski ve yeni âlimler tarafından ihtilaflı bir konu olarak kabul edilmiştir. Ondan bahseden ayetler onun ölümünün gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. İnanç konusunda Hz. İsa (a.s) ile ilgili hadislere, Âhâd Haber olduklarından dolayı itibar edilmez. En azından o hadisler te’vile/yoruma açık olduklarından Hz. İsa (a.s)’nın ref’i ve nüzûlünü inkar eden kafir olmaz…
Bu fetvanın yayınlanmasından sonra Mısır’daki ilmî çevrelerde gergin bir hava oluştu. Bu fetvaya -Kevserî’nin de dediği gibi- bazı ilim adamları tarafından reddiyeler yazıldı. Ancak Şeltût’un fetvasının yayınlandığı dergide, fikirlerinde ısrarcı olduğunu gösteren beş makalesi daha yayınladı:
Birinci makale: “Ema Seimû Mine’n-Nüzûl/Nüzûl Meselesinden Bıkmadılar mı?”.
İkinci makale: “el-Akîdetü’t-Dîniyye Ve Tarîku Subûtiha/Dînî Akide ve Sübûtünün Yolları”.
Üçüncü makale: “Ayâtün Fi’r-Ref’i ve’n-Nüzûl/Ref’ ve Nüzûl Hakkında Ayetler”.
Dördüncü makale:“es-Sünnetü ve Sübûtü’l-Akîde/Sünnet ve Akidenin Sübûtu”.
Beşinci makale:“el-İcma’ ve Sübûtü’l-Akide/İcma’ ve Akîdenin Sübûtu”.
Kevserî, bu makalelerin hepsini “Nazra Abira” kitabında konu edinmiş ve yanlış gördüğü görüşleri ilmi kıstaslar çerçevesinde cevaplandırmaya çalışmıştır.
Hz. İsa’nın ref’i ve nüzulü meselesi İslam’ın Sahabe ve daha sonraki Tabiin ve Etbai Tabiin dönemlerinde hiç tartışma konusu olmamıştır. Kevserî’nin de işaret ettiği gibi İslam’ın doğuşundan günümüze kadar, itikada ve ahkâma dair sabit hükümleri yenileme ve günün şartlarına uyarlama veya ıslah adı altında düzeltme ve değiştirme çabaları bu ümmete asla olumlu yönden bir katkı sağlamamıştır. Zira Allah’ın kitabı Kur’an, indiği gibi korunmuş, onunla ilgili küçük-büyük bütün ilimler, âlimler tarafından ana ve alt başlıklar şeklinde ele alınmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünneti de her asırdaki hadis hafızları ve bilginleri tarafından çok muhkem ve titiz bir şekilde muhafaza edile gelmiştir. Dolayısıyla, Kur’an ve sünnet bağlamında her dönemde ümmetin kendi mensupları arasında olduğu gibi diğer dinlerin mensupları ile aralarında meydana gelmiş tüm ihtilaf ve ittifak konuları kayıt altına alınmıştır. Binaenaleyh çoğu kere, bizim açımızdan meseleleri kavrama ve tanıma noktasında, kaynaklardaki bilgilere müracaat etmenin ötesinde yeni ve özel bir çabaya ihtiyacımız bulunmamaktadır.
Kevserî, Hz. İsa (a.s) ile ilgili akidevî konuların tartışılmasını yersiz bulmakta ve şöyle demektedir: Bu ümmetin imamları ve âlimleri ilk günden günümüze kadar akidenin anlamını bilmiyor değillerdi. Onlar Hz. İsa (a.s)’nın nüzûl meselesini, Şeltût gibi âlimlerden asırlar önce kitaplarında başlık olarak ele almışlardır.
İşte biz bu makalemizde, yukarıda da belirttiğimiz gibi 1943-1944 lü yıllarda Mısır’daki “Risale Dergisi”nde yayınlanan ve Hz. İsa (a.s)’nın öldüğünü, beden olmadan sadece manevi olarak derecesinin yükseltildiğini ve nüzûl-ü İsa gibi bir olayın gerçekleşmeyeceğini savunan Mahmut Şeltût’a ait fetva ve makalelere Zahid Kevserî’nin reddiye olarak hazırlamış olduğu “Nazra Abira” kitabını esas aldık.
Kevserî’nin, Hz. İsa (a.s)’nın vefat, ref’ ve nüzûlüne dair ayetlerle ilgili yorumlarının ele alınacağı bu makalede, önce konu ile ilgili görüşlere, daha sonra da Kevserî’nin yorumlarına yer verilecektir.
Bizim böyle bir çalışmayı yaparken hedeflediğimiz nokta, önceden olmayan ve daha sonra tartışma konusu haline getirilen Hz. İsa (a.s) ile ilgili bu meselelere, Zahid Kevserî’nin Kur’an bağlamında yaklaşımlarını ortaya koymak olacaktır. Bugün, ayetlerden bazılarının anladığı manalar mı daha isabetli? Yoksa Zahid Kevserî’nin bu konuda özel bir eser yazarak ortaya koyduğu tahliller mi daha isabetli? Bunu yaparken de isteğimiz; ortaya konan görüşlerin ilmi açıdan Kur’an ile hangisinin ne derece örtüştüğü hususunda bazı ipuçları verebilmektir.
Vefat Kelimesinin Anlamı ve Hz. İsa’nın Vefatı İlgili Ayetlerin Yorumu
1.1. Vefat Kelimesinin Anlamı
Kur’an’da vefat; kavram olarak, ahde vefa, ölçü ve tartıyı tam yapmak, kabzederek almak ve gerçek ölüm manalarına gelmektedir.
Müfessirler bu kelimenin Kur’an’daki anlam çerçevesi arasında uyutmak, şehvet ve arzulardan arınmak, görevden alma manalarını da zikretmişlerdir.
1.2. Hz. İsa’nın Vefatı İlgili Ayetlerin Yorumu
Kur’an-ı Kerim’de iki yerde Hz. İsa (a.s)'nın vefatı meselesinin ele alındığını görüyoruz. Bunların birincisi Al-i İmran suresi 55. ayetinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنْ الَّذِينَ كَفَرُوا...
“(Allah’ın Hz. İsa’ya şöyle dediği vakti hatırla.): Ey İsa! Muhakkak Ben seni (ölüm olmaksızın ruh ve cesedinle) yeryüzünden alacağım ve seni kendime (lütfuma ve keremime mazhar kılacağım yere) yükseltece*ğim…”
Konuyla ilgili ikinci olan Maide suresi 117.ayetinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
مَا قُلْتُ لَهُمْ إلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنْ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
“Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey söylemedim. Dediğim hep şu idi: “Benim de sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.” “Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları gözetiyordum. Ama ne zaman ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın. Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin.”
Bu iki ayetin yanında Nisa suresi 157. ve 158.ayetlerde Hz. İsa (a.s)’nın öldürülmediğini, çarmıha gerilmediğini ve kendi katına yükseltildiğini Yüce Allah şöyle beyan etmektedir:
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللَّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا. بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا.
“Ve “Biz Allah’ın resulü(!) Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük!” demeleri yüzünden, onların başlarına belalar vererek cezalandırdık, kalplerini mühürledik. Oysa onlar İsa’yı öldüremediler, asamadılar da; öldürülen başkası idi, fakat onlara İsa gibi gösterildi. Îsâ hakkında ihtilâfa düşenler bu hususta tam bir şüphe içindedirler. Bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanna tâbi olmaktan başka bir şeye dayanmazlar. Onu kesinlikle öldüremediler. Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).”
Hz. İsa (a.s) ile ilgili bu ayetlerde geçen “teveffî” kelimesini müfessirler farklı şekillerde yorumlamışlardır. Müfessirlerin cumhuruna/çoğunluğuna göre bu kelime, Hz. İsa (a.s) hakkında - günümüzde de yaygın olduğu şekilde - vefat (ölüm) manasına değil, “tastamam alma” anlamındadır. Zira “ teveffî” ve türevlerinin sözlük anlamı “kabz etmek, tas tamam almak” anlamlarına gelmektedir. Şankîtî (ö.1973) bu kelimenin, herhangi bir şey eksiksiz olarak yerine getirildiğinde kullanıldığını söylemiştir. Araplar: تَوَفَّى فُلاَنٌ دَيْنَه “Teveffa fulanun deynehu” derken “Falan kişi alacağını tas tamam aldı” kastetmektedirler.
Mahmut Şeltût gibi bazı muasır âlimler ise Kur’an’ın nüzûl anındaki dil yapısına dikkat etmeden, günümüzde kullanıldığı gibi bu kelimeyi algılamışlar ve Hz. İsa (a.s)’nın bir daha geri gelmemek kaydıyla öldüğünü söylemişlerdir. Bir de, Seyyid Kutup gibi bazıları, Hz. İsa (a.s)'nın vefatını müteşâbih olarak değerlendirip, Allah'tan başkasının bilemeyeceği gaybî konularından olduğunu söylemişlerdir.
Kevserî, “teveffî” kelimesinin asıl manasının “almak ve kabzetmek” olduğunu söyleyip, bu kelimeyi sadece ölüm manasına hamletmeyi, lügattaki taşıdığı diğer manalardan haberdar olmamaya bağlamıştır.
Bûtî' de Kevserî gibi “teveffî” kelimesinin “almak ve kabzetmek" manasına geldiğini belirterek “teveffî” kelimesinin ölüm anlamıyla birebir karşılanmasına itiraz ederek şöyle der: “Ölüm” teveffî’nin anlamlarından sadece biridir. İnsanların çoğunun bu kelimeyi ölüm anlamında kullanmalarının sebebi bu kelimenin lügattaki asıl anlamından gafil olmalarından dolayıdır. Zira Arap dilinin önemli kaynaklarından olan Zemahşerî (ö. 538/1143)’nin “Esasu'l-Belâğa” adlı kitabında da geçtiği gibi, bu kelime “ölüm” manasında, ancak mecaz olarak ikinci derecede kullanılabilir.
Kevserî, Âl-i İmrân suresindeki ayet için “Ben seni yerden tastamam alacağım ve semama yükselteceğim” anlamını vermiştir. İbn Kuteybe (ö.276/889) de ayetin manasında “Seni ölmeden yerden alacağım” demiştir. Taberî (ö.310/922)’nin de tercih ettiği görüş budur. Bu mana, diğer ayetler ve hadislerle de uyum halindedir. Netice itibariyle bu ayet de, Nisa suresindeki ayette olduğu gibi Hz. İsa (a.s)’nın diri olarak yükseltildiğini açık olarak ortaya koyan bir nasstır. Mecaz ihtimalinin delili bulunmadığı için, nass’ın delalete kat’iliği geçerliliğini korumaya devam etmektedir.
Kevserî, günümüzle bağlantılı olarak vefat denince, akla ilk gelenin ölüm olmasının dil açısından bir sakıncasının olmadığını belirtir. Ancak dilin gelişerek daha sonraki zamanlarda bir şeyin anlamının tek bir manaya indirgenmesi, Kur’an’ın nüzûl döneminde ilk muhataplar olan Sahabenin de anladığı mananın sadece bu olacağını gerektirmez. Eğer teveffî ve mevt kelimeleri arasında motamat bir benzerlik, aynîlik olsaydı ve o dönemde vefat/teveffî kelimesinden sadece ölüm manası anlaşılmış olsaydı o zaman (اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا) “Allah, insanların canlarını ölüm zamanı gelince alır.” ayetindeki (حِينَ مَوْتِهَا) “ölüm zamanı gelince” ifadesi fazla ve gereksiz olurdu. Şüphe yok ki Allah Tealâ’nın kelamı bundan beridir ve böyle yersiz bir şeyi içermesi mümkün değildir. Bir de vefat kelimesinde, hakiki anlamda, bizim Türkçede kullandığımız gibi “ölüm” manası olsaydı bu âyet-i kerîmede eceli gelmemiş insanlara ruhun yeniden iadesi söz konusu olmazdı.
Bütün bu ve benzeri sebeplerden doloayı Kevserî’ye göre, Kur’an tefsir edilirken, Kur’an kelimelerinden günümüzde muhatabın ne anlayacağına değil de, indiği dönemdeki muhatabın ne anladığına bakılması kaçınılmazdır. Kevserî, bu tezini verdiği bir örnekle şöyle desteklemiştir: “Risâle” kelime olarak çok eskiye dayanmamakla birlikte günümüzde “görev” manasına gelmektedir. Şimdi kalkıp ta “risale” kelimesinin anlamlarından olan Allah Tealâ’nın vahyi ve mesajı manalarını bir kenara bırakıp (haşa), Kur’an ve sünnette türevleri geçen bu kelimeden sadece “görev” manasını çıkarmak doğru olmaz. Binaenaleyh dilin yaşadığı gelişmeleri Kur’an’a uyarlamak, şüphesiz Allah Tealâ’nın kelamını tahriften başka bir şey değildir.
Kevserî, teveffî’nin müşterek lafız olduğuna dair yapılan yorumlar için şunları söylemektedir: Teveffî’nin, almak, öldürmek ve uyutmak anlamlarında kullanılan müşterek bir lafız olduğunu farz edecek olursak o takdirde, başka ayetlerden bu kelimeden ne kastedildiğine dair kesin bir beyana ihtiyaç gerekirdi. Gerekli olan bu beyanın da, Hz. İsa (a.s)’nın ölmeden alındığına ve maddi olarak yükseltildiğine delaleti kat’i olurdu.
Eğer beyanın yokluğunu farz ederek, teveffî kelimesini, ölüm manasına hamledersek sıhhatli bir iş yapılmamış olur. Çünkü teveffî’nin ölüm manasına geldiğini söyleyenlere göre ism-i fail (Muteveffî/ مُتَوَفِّي) hakiki anlamda şimdiki zamana, mecâzî anlamda da geleceğe delalet eder.
Eğer hakiki manaya hamledersek mana şöyle olur: “Seni şimdi öldüreceğim.” Bu manaya göre Yahudilerin iddiaları (Hz. İsa’yı çarmıha gerip öldürme arzuları) gerçekleşmiş olur ki, Kur’an, وما قتلوه/onu öldürmediler ifadesi ile bunun tam tersini ortaya koymaktadır.
Geleceği tayin etmek noktasında bir delil bulunmadığı müddetçe, falan müstakbel/gelecek diğer gelecekten buraya daha uygundur diyemeyiz. Dolayısıyla başka delillerin ortaya koyduğu ve desteklediği “gelecek” hangisi ise onun tayini zorunlu olur. Başka delillerin de ortaya koyduğu gibi, “kastedilen gelecek” Hz. İsa (a.s)’nın yeryüzüne inişinden sonraki dönemdir.
Taberî diyor ki: "Şayet Allah Tealâ, Hz. İsa (a.s)’yı öldürmüş olsaydı, artık onu bir daha öldürmesi söz konusu olmazdı. Zira Allah Tealâ, herhangi bir kulunu iki kere öldürmez. O bize, kullarını yaratacağını sonra öldüreceğini sonra da tekrar dirilteceğini belirtmiştir. Bu husus Rum suresinin 40. ayetinde açık şekilde şöyle zikredilmiştir. “Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, ardından sizi ölüme götüren ve en sonunda da tekrar hayata döndürecek olan Allah’tır...”
Kevserî, Hz. İsa (a.s)’nın önce öldüğünü sonra yükseltildiğini ve semada da diriltildiğini ilk söyleyenin Vehb b. Münebbih (ö.110/728 ) olduğunu belirtmiştir. Ancak Ehl-i kitaptan rivayetleri çok olduğu için ilim erbabı, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet etmiş olduğu hadislere itibar etmez. Dolayısıyla Hak ehlinin söylediği gibi, Hz. İsa (a.s) diri olarak ref’ edilmiş olup kıyametten önce de inecektir.
Muhammed b. İshak (ö. 215/830) da Allah’ın Hz. İsa’yı uyutarak yükselttiği görüşünü benimsemiştir. Bununla birlikte Hz. İsa (a.s)’nın öldüğünü söylemenin, Hıristiyanlara ait bir söz olduğunu belirtmiştir.
“Allah onu uyuttu, sonra yükseltti” ifadesi ile “Allah onu yerden tastamam alıp diri olarak göğe yükseltti” arasında pek büyük fark yoktur. Dolayısıyla İbn Hazm’ın “Muhalla”sında Hz. İsa (a.s)’nın öldüğünü, yukarıya kaldırıldığını ve orada diriltildiğini ve daha sonra da ineceği ifadesini ne rivayet ve ne de dirayet desteklemektedir. Çünkü insanın birden fazla ölmesi nasslar açısından mümkün değildir.
Kevserî, Alûsî (ö.1270/1853)’nin de aynı görüşte olduğunu belirtmiş ve şöyle dediğini aktarmıştır: “Kurtubî (ö.671/1272 )’nin ifade ettiği gibi Allah, Hz. İsa (a.s)’yı uyutmadan ve öldürmeden yukarı kaldırmıştır. Taberi’nin de tercihi bu görüş olup, İbn Abbas’tan gelen sahih rivayet de budur.
Taberî, vefat kavramının anlamlarına dair, “öldürmek, uyku halindeyken kaldırıp almak, veya yeryüzünden alıp tastamam yukarı yükseltmek” manasına gelen rivayetleri zikrettikten sonra şöyle demiştir. “Bu görüşlerden en doğru olanı, "Seni yeryüzünden kaldırıp kendime yüksel*teceğim." görüşüdür.” Taberî akabinde nüzûl ile ilgili rivayetleri sıralamış, daha sonra da Hz. İsa (a.s)’nın ölmesi ve dirilmesinin iki defa olacağını söyleyenlere itirazlarda bulunmuştur.
Kevserî, Taberî’nin “Bu görüşlerden en doğru olanı” ifadesinden ona göre başka doğru görüşlerin de varlığını düşünenlere cevap mahiyetinde şöyle demiştir: Taberî’nin “bu görüşlerden en doğru olanı” ifadesinden başka doğru olan görüşlerin de varlığı anlamı çıkmaz. Çünkü konu ile zikretmiş olduğu görüşler arasında Hıristiyanlara da ait görüş bulunmaktadır. Onların görüşünü zikretmesi bu görüşün doğruluğunu kabul etti anlamına gelmez. Bir bakıma Taberî’nin sözü, “Falan kişi, eşekten daha zekidir ve duvardan daha duyarlıdır” türündendir. Zira Taberî’nin kullandığı bu ifade, tefsirindeki yaygın ifadelerinden birisidir. Bilindiği gibi Taberî, ilmi değeri ne olursa olsun, aralarında tamamen yanlış görüş de olsa, ayırt etmeden konuyla ilgili bütün rivayetleri tefsirinde zikretmektedir.
Kevserî, teveffî’nin ölüm manası ile açıklanması hakkında şöyle demiştir: Teveffî kelimesini –İbn Kuteybe, Taberî ve Zemahşerî’nin dediği gibi - ölüm manasına hamletmek, kelimenin kendisi için asıl konmuş mananın dışına çıkmak olur. Eğer ille de ölüm manasına hamledilecekse, o takdirde yapılacak iş, Katade (ö. 118/736) ve Ferra (ö.207/822)’nın yaptığı gibi إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ ayetine takdim ve tehir türünden yaklaşmaktır. Zira “mütevvifîke” ile “rafiuke” arasındaki vâv tertip ifade etmez. Dolayısıyla bu (vefatın, yükseltilmeden önce zikredilme olayı), belagat açısından sonra olacak şeyin öne alınarak zikredilmesi babındandır. Bunun burada yapılma sebebi de Hz. İsa (a.s)’nın öleceğine vurgu yaparak, onun ilahlığını iddia edenleri kınamak içindir.
Kevserî, müfessirlerden teveffî’ye ölüm manası verenler için şöyle bir çıkarım daha yapmıştır: Katade ve Ferra gibi teveffî’yi ölüm manasına hamledenler Allah’ın إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ “Ben seni vefat ettireceğim ve tarafıma yükselteceğim” ayetini, sonradan olacak şeyin, bir nükteden dolayı öne alınması olarak değerlendirmişlerdir. وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ “Secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et” anlamında olan Bakara suresinin 43. ayeti de bu kabildendir. Secde, rükudan sonra yapılması gereken bir fiil iken, önemine vurgu yapılması için öne alınmıştır.
Elmalılı (ö. 1942), Ferra’nın vav ile ilgili görüşünü naklettikten sonra, ref'in (yükseltme) önce, teveffî’nin (ölme) sonra olacağını söylemiş ve Müslümanların bu konudaki inancını şöyle özetlemiştir: “Allah'tan bir kelime olan ve Rûhu'l-Kudüs ile te'yid edilmiş bulunan Mesih İsa (a.s)'nın ruhu henüz kabzedilmemiştir. Ruhunun eceli gelmemiştir. Kelime daha Allah'a dönmemiştir. Onun daha dünyada göreceği işler vardır.... Kıyametten önce eceli gelecek, vefat edecek, Azrail tarafından öldürülecektir. Ahirette de ölümden sonra bir ba's (yeniden dirilme), bir ahiret hayatı olacaktır. İsa (a.s)'nın ruhu alınmamış olunca, İsa (a.s)'nın Allah'a yükselişi, yerden kalkması yönündendir. Ortadan kalkan, Allah'a yükselip dönen odur.”
Kevserî, Maide suresinin 117.ayetinde geçen تَوَفَّيْتَنِي /teveffeytenî’nin anlamı çerçevesinde şunları aktarmıştır: Ayette geçen “teveffeyteni” nin manası "beni öldürdüğünde" değil de “beni semaya kaldırarak aldığında” şeklindedir. Hasan Basrî (ö.110/728)’den rivayet edilen bu görüşün, aynı zamanda cumhurun görüşü olduğunu söylemiştir. Buradaki vefattan ölümün kastedildiğini söyleyen Mutezile mezhebinin en katı ve en cüretlilerinden bilinen Ebû Ali el-Cubbaî (ö.303/915), Hz. İsa (a.s)’nın semaya yükselişinin öldükten sonra olduğunu söylemiştir. Alûsî, bu görüşün aynı zamanda Hıristiyanlara ait olduğunu belirtmiştir.
Bu ayette de Siyak sibaka bakılmalıdır. Ayet konu bütünlüğü içerisinde ele alınmalı; vakıa, usul ilmi ve esaslar göz önünde bulundurulmalıdır. Mesele bu çerçevede ele alındığında “teveffeytenî” kelimesine “benim canımı aldın” manasını vermenin söz konusu olamayacağı görülecektir.
Hz İsa (a.s)’nın ve annesinin iki ilah edinilişi ref’ ve teveffî olayından sonra olmuştur. Peygamber olduğuna inanmayanların Hz. İsa (a.s)’yı ve annesini ilah edinmelerinin tasavvuru zordur. Aralarındayken kendisini ve annesini ilah edinmelerini emretmediği açık ve zaruri bilgidir. Öldükten sonra da ümmetinden bazılarının kapıldığı fitneden yine sorumlu olmayacağı da açıktır. Hz. İsa (a.s) daha ölmediği için “…Ne zaman ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın …” demekte ve teveffî olayından ölümüne kadar süre içerisinde ümmetinin yaptığı yanlışlardan beraatını ifade etmektedir. Peygamberler fetanet/üstün zeka sahibi insanlardır. Bu sıfat, Hz. İsa’nın da aralarında bulunduğu ulu’l-azm peygamberlerde daha kuvvetlidir. Bu üslup, onun ölümünden sonra ümmetinin yapacaklarından beraatinin tartışmasız ön kabulünü gerektirir. Yani, onun işaret etmediği ya da emretmediği bir yanlışı, daha o hayatta iken ümmetinin işlemesinden sorumlu değilken, ölümünden sonraki dönemde yapacakları bir yanlıştan sorumlu olmaması gereği zaten ortadadır.
Hz. İsa (a.s)’nın cevabında el-mevt kökünden bir fiille değil de teveffî kökünden bir fiille (teveffeytenî) konuyu zikretmesi fetanet sıfatının alametlerindendir. Hz. İsa’nın seçtiği kelimenin önemi ortadadır. Meryem suresinin 33. ayeti bu hikmetleri idrak etmeye yardımcı olacağı kanaatini taşımaktayız..
Kurtubî “Beni aralarından aldıktan sonra artık onlar üzerinde gözetleyici Sen ol*dun” buyruğu ile ilgili olarak, yüce Allah'ın Hz. İsa (a.s)'yı gök*lere kaldırmadan önce vefat ettirmiş olduğuna delâlet ettiğinin denildiğini aktardıktan sonra, böy*le bir iddianın kıymet açısından hiçbir değeri olamayacağını söyler. Çünkü –Kurtubî’ye göre- konu ile ilgili haberler onun gö*ğe yükseltildiğini ve semada diri olduğunu, semadan inip Deccâlı öldüreceğini ortaya koymakta ve rivayetler birbirini pekiş*tirmektedir.
Netice itibariyle “vefat-teveffî” kelimeleri her ne kadar günümüzde kullanılan ifadelerden olsa bile, Kur’an kelimelerini manalandırırken bunların “Hakîm” vasfı ile nitelendirilen Allah tarafından indirilmiş, hikmetlerle dolu Kitab olan Kur’an’ın kelimeleri olduğu hakikatini göz önünde bulundurmayı ihmal etmemeliyiz. Bir de “her şey zıttı ile bilinir, tanınır” esasından hareketle en azından teveffi ve türevlerinin hakiki manasının ölüm olduğunu Kur’an lügatı açısından iddia etmek mümkün değildir. Zira Bakara suresi 258; A’raf suresi 158; Hicr suresi 23; Tevbe suresi 116; Mümin suresi 11 ve Necm suresinin 44. ayetleri dikkatle incelendiğinde “diriltme ve yaşatma” manasına gelen ihya ve türevleri karşısında “öldürme” manasına olan imate ve türevlerinin geldiği görülür. Hac suresi 5; Mümin suresi 67 ve Nahl suresi 70. ayetlerinde olduğu gibi “teveffî” kelimesinin, “bırakma ve salı verme” manalarına gelen “yureddu ve yursilu” kelimelerinin karşısında geldiği görülür. Zümer suresinin 42. ayetinde “tutma” manasında olan “yumsiku” kelimesinin, “teveffi” kelimesinin yerine kullanılması ise özel olarak dikkate şayandır.


2. Ref’ Kelimesinin Anlamı ve Hz. İsa’nın Ref’i İle İlgili
Ayetlerin Yorumu
2.1. Ref’ Kelimesinin Anlamı
“Ref” kelime olarak, genel anlamda, “koymak, indirmek ve alçaltmanın zıddı olarak kullanılır.” Bundan da tabiî olarak ref’ kelimesinin, hem maddi hem de manevi bağlamda “bir şeyi yukarı kaldırmak, yükseltmek ve yüceltmek” anlamlarına geldiği anlaşılır.
Kur’an-ı Kerim’de ref’ kelimesi, hem maddi hem de manevi anlamlara gelmektedir. Maddi anlamlara geldiği yerlerden birkaç tanesi şöyledir:
a. “Göğün nasıl yükseltildiğine (rufiât) bakmıyorlar mı?”
b. “Göğü o yükseltti” (refa'aha).
c. “Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı (oturttu)” (refa'a).
Zikredilen bu ayetlerde de anlaşıldığı üzere "yükseltme" anlamında geçen "ref’'" fiilinin kökü bu üç ayette hep maddî yükseltme, yukarı kaldırma vb. gibi anlamlarda kullanılmıştır.
"Ref'" kökünün manevî anlamlarda kullanıldığına dair birkaç ayet de burada zikredelim:
a. “…Size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün(refa'a) kılan O'dur.”.
b. “... Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz (nerfa'û)...”.
c. “... Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık (refa'nâ)".
Görüldüğü gibi bu üç ayette de "ref'" kökü, manevî yükseklik anlamda kullanılmıştır.
Netice olarak "ref’" kelimesinin hem maddi hem de manevi anlamlarda kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Kur’an’da durum böyle iken, hiçbir delil olmadan Hz İsa (a.s)’nın ref’ini nasıl olur da sadece manevi yükseklik manasına geldiğini söyleyebiliriz. Zira Ragıp el-İsfehanî (ö.505/1111), Hz. İsa (a.s)’nın refini konu alan ayetlerde, ref’in hem bedenen hem de manevi (değer verme) açıdan aynı anda anlaşılabileceğine işaret etmektedir.
2.2. Hz. İsa’nın Ref’i İle İlgili Ayetlerin Yorumu
Hz. İsa (a.s)’nın ref’ini konu edinen ayetler, yukarıda metinlerini zikrettiğimiz Âl-i İmrân 55. ve Nisa suresinin 157. ve 158. ayetleridir.
Kevserî’ye göre Nisa suresindeki بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ “Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti.” ayeti, Hz. İsa (a.s)’nın yükseltilmesinin/yeryüzünden kaldırılmasını yani hem ruh hem de bedeni kapsayacak bir şekilde maddi olarak yükseltildiğini ortaya koyan apaçık bir nasstır ve bu konuda elle tutulur önemli bir delildir. Ona göre, ref’in mahiyeti; bir şeyin yerden alınıp yukarıya (alçaktan yükseğe) nakledilme ameliyesidir. Burada lafzı, hakikatinin dışına çıkaracak bir karine bulunmamaktadır. Dolayısıyla ayetteki ref’ olayını ne diye mecaz olarak değerlendirelim ve “yükseltme”nin “derecelendirme” manasında olduğunu söyleyelim? Burada ref’ lafzını, hakikatinin dışına hamledecek bir karine bulunmamaktadır. Dolayısıyla ayetteki ref’ olayını mecazi açıdan değerlendirip “yükseltme”nin derecelendirme/değer verme manasına geldiğini söylemeye hiçbir gerekçe kalmamaktadır. Binaenaleyh mecaz ihtimali, delile dayanmayan bir ihtimalden ibaret kalmaktadır. Netice itibariyle Kevserî, بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ “Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti.” (Nisa, 4/157) ayetinin, yükseltilmenin maddiliğine, yani hem ruh hem de bedeni kapsayacak şekilde olduğunu tescil eden apaçık bir nass olduğunu söyler.
Kevserî, aşağıda zikrettiği sebeplerden ötürü, ayette ref’ ile ilgili mecaz ihtimalinin varlığını söyleyenlerin tam tersine, mecaz ihtimalinin kesinlikle olmadığını ortaya koymaya çalışır:
a) Siyak, Yahudilerin Hz. İsa (a.s)’yı öldürmediklerini ve onun yerine başkasını öldürdüklerini açıklama sadedinde gelmiştir. Hz. İsa (a.s)’nın maddi olarak yükseltilmesiyle ancak onlardan kurtulması gerçekleşmiş olur. Anlam açısından bu mana sayesinde, بل harfinin öncesi ve sonrası arasında uyum sağlanmış olur. Bir de derecenin yükseltilmesi, öldürülme olayı ile asla çelişmemektedir. Allah katında derecesi yüksek nice peygamberler öldürülmüştür. Dolayısıyla derecesinin yükseltilmesi kastedilseydi بل harfinin burada zikredilmesinin bir anlamı kalmazdı. Zira öldürülme olayının derecenin yükseltilmesine bir engel teşkil etmediği açıktır.
b) Hz. İsa (a.s)’nın ayetlerde geçen (Al-i İmran, 55; Nisa, 158) ref’ini/yukarıya yükseltilmesini, onun Allah katında derecesinin/değerinin yüksek olduğuna hamletmenin ona ait hiç de ayırt edici bir özelliğini ortaya koymuş olmaz. Zaten ayetlerin akışına bakıldığında böyle bir anlam siyak açısından uygun görülmemektedir. Çünkü Ulü'l Azm Peygamberlerin her birinin derecesi Allah katında daima yüksektir.
c) Hz. İsa (a.s)’nın yükseltilmesinden bahsederken “Refaullah” (Allah onu yükseltti) ifadesi ile yetinilmeyip, yükseltme kelimesi, “ilâ” harf-i cerri ile kayıtlı gelmiştir. Eğer burada nihayet bildiren “ilâ” harf-i cerri geliyorsa bu, Hz. İsa (a.s) ile ilgili yükseltilmenin mecaza hamledilme ihtimalini ortadan kaldırır. Zira derecenin yüksekliği kastedilmiş olsaydı, nihayet bildiren “ilâ” harf-i cerrine ihtiyaç olmazdı. Diğer bir yönden de ayetteki “ilâ” harf-i cerrinin Allah’a ait mütekellim zamirine izafe edilmesi, Hz. İsa (a.s)’yı teşrif etmek ve onurlandırmak içindir.
d) Makam, şeref, kıymet ve derece açısından yükseklik, Allah’ın sadece Hz. İsa (a.s)’ya tahsis ettiği bir nimet değil ki, özellikle onu burada zikretmiş olsun? Zira bu bağlamdaki derece yüksekliği, Hz. İsa (a.s)’nın da aralarında bulunduğu bütün peygamberleri kapsar. Hatta peygamberler dışındaki hayırlı ve salih insanları da içerir.
e) Ayette geçen yükseltme, muzafın düşmüş olduğu takdir edilerek –Mahmut Şeltût’un fetvasında geldiği gibi – Hz. İsa (a.s)’nın ruhunun yükseltildiğine hamledilmektedir. Halbuki bu sadece Hz. İsa (a.s)’ya ait özel bir durum olmayıp başkalarının da ruhlarının yükseltildiği bilinmektedir. Dolayısıyla burada kastedilen yükseltilme olayı, ruh ve ceset ile birlikte olan yükseltilmedir. Sonra hiçbir tefsirci Hz. İsa (a.s) ile ilgili yükseltilmeyi, derecenin yükseltilmesine veya sadece ruhun yükseltilmesi anlamına hamletmemiştir.
Fahrettin Razi (ö. 606/1209) Hz. İsa (a.s)’nın yükseltilmesinin sadece ruhu ile olacağını söyleyenlerin ileride olabileceğini öngörmüş ve şöyle bir çıkarım yapmıştır: Teveffî kelimesi, bir şeyi tam ve noksansız olarak almak anlamına gelir. Allah, insanlardan bir kısmının hatırına, Allah'ın yükselttiği şeyin Hz. İsa (a.s)'nın bedeni değil de ruhu olduğu fikrinin geleceğini bilince, Hz. İsa (a.s)'yı ruhu ve bedenîyle bir bütün olarak göğe yükselttiğine delâlet etmesi için “teveffî” kelimesini zikretmiştir. Zira teveffî’de tastamam almak manası vardır.
Kevserî, Al-i İmran suresinin 55.ayetinin başında gelen إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ “Ey Îsa, ben seni vefat ettireceğim, seni katıma yükselteceğim.” ifadesinin Hz. İsa (a.s)’nın hem ruh hem de beden ile yükseltildiğine tartışmazsız delil olduğunu belirtir. Zira “ilâ harf-i cerri” önceden belirttiğimiz gibi mecaz ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Nasıl ki طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ “… (Gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuş…” (En’am, 6/38) ayetinde zikredilen “kuş”u mecâzi manaya hamletmek mümkün değilse; buradaki yükseltmeyi de “derece yükseltmesi” anlamına hamletmek doğru değildir.
Kevserî, "Seni kendime ref’ edeceğim/yükselteceğim." ayetindeki “ref/yükseltme” ifadesinden zahir konumda olan asıl anlam kastedilmekle birlikte, ikincil olarak manevi yüksekliğin de anlaşılmasında bir beis görmemektedir. Ancak bunu sadece manevi yükseltmeye hamletmenin anlam daralmasına sebep olacağını düşünmekte, ortada delil bulunmadan bir kelimeyi mecazî anlamlara hamletmeyi doğru bulmamaktadır.
Kevserî, lafzın manaya delaleti açısından, Hz. İsa (a.s)’nın ref’i ve nüzûlüyle ilgili “zahir” kabul edilen ayetlerin, delillerin birbirini desteklemesi ve başka bir ihtimale delalet eden her hangi bir unsurun olmaması durumunda kesinlik ifade ettiğini belirtmiştir. Zira Muhakkık âlimlere göre, nasslar, engelleyici bir karine bulunmadıkça ilk planda zahirine göre değerlendirilir. Nassın zahirine bağlı kalmaya bir engel bulunursa ancak o zaman tevil edilebilir. Aklen ve şeran bir engel bulunmadığı sürece nassın zahirine bağlı kalınmalıdır.
Mevdûdî (ö.1979), Hz. İsa (a.s) ile ilgili “Rafiuke ileyye” ve “Bel refeaullahu” ifadelerinin bu olayın olağanüstü olduğuna işaret ettiği noktasında şunları söyler: “Bu sözler, Hz. İsa (a.s)'ya ilâhî nitelikler atfeden Hıristiyan mezheplerinin birinin görüşü olan “Yükselme doktrini”ne destek olarak alınabilir. Bu olay olağanüstü ve mucizevi bir olay olmasaydı, Kur'an kendisinin reddettiği Hz. İsa (a.s)'nın ilâhlığı doktrinini destekleyebilecek bu tür belirsiz ve her anlama gelebilen sözler kullanmazdı. İkincisi, eğer Allah, metinde geçen kelimelerle (a) “Allah O'nu öldürdü” veya (b) “Allah O'nun makamını yükseltti” demek isteseydi, daha açık bir ifade kullanabilirdi. (a) nın yerine: “Şüphesiz onlar O'nu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler, fakat O'nu onlardan kurtardı ve sonra O kendi eceli ile öldü” sözleri kullanılabilir; (b) nin yerine ise “Onlar Onu çarmıha gererek alçaltmaya çalıştılar, fakat Allah Onun makamını çok yükseltti” ifadesi kullanılabilirdi… Üçüncüsü, eğer burada anlatılan olay sadece Hz. İsa (a.s)'nın tabiî olarak ölmesi olayı olsaydı, hemen arkasından söylenen وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” sözleri çok anlamsız olacaktı. Bu sözler ancak Allah'ın güç ve hikmetini gösteren olağanüstü bir olay söz konusu olduğunda kullanılır.”
Dr. Süleyman Aydın, yukarıda zikri geçen ayetleri delil getirerek, Hz. İsa (a.s)’nın öldüğünü ve sadece ruhunun yükseltildiğini iddia edenlerin böyle bir yanlışa düşmelerini üç ana sebebe bağlamaktadır:
a. Kur’an lügatının en önemli unsuru olan Arap lisanına vakıf olmamak
b. Sahih inanç ve maksada sahip olmamak.
c. Ayetleri konu bütünlüğü içerisinde, siyak ve sibakına bakmadan, vakıayı göz önünde bulundurmadan tefsire kalkışmak.
3. Nüzûl Kelimesinin Anlamı ve Hz. İsa’nın Nüzûlü İle İlgili Ayetlerin Yorumu
3.1. Nüzûl Kelimesinin Anlamı
Nüzûl lügatte; yüksek bir yerden inmek, indirmek, bir mekanda konaklamak manalarına gelir. Arapçada bineğinden inen için نزل عن دابته/Nezele an dabbetihi denir. Temizlik, necasetin zıddı olduğu gibi “nüzûl/iniş” de yükselmenin karşıtıdır. Daha önce ref’in anlamıyla ilgili açıklamalarda bulunmuştuk. Hz. İsa Ref’ edildi ise Allah’ın seması ölülere ait kabristan olmadığına göre ifadenin gelişi onun ineceğini gerektirir. Yukarıda ifade edildiği gibi ref/yükseltme olayı beden ve ruh birlikte gerçekleştiği için, diğer delillerin de ortaya koyduğu üzere nüzûlden bedensel iniş kastedilmektedir.
Kelam kitaplarında çok geniş yer bulan nüzul-ü İsa meselesine biz burada fazla detaya girmeden sadece Kur’an ve sünnet bağlamında bakmaya çalışacağız.
3.2. Hz. İsa’nın Nüzûlü İle İlgili Ayetlerin Yorumu
Yüce Allah, Nisa suresinin 159. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ
“Ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki, ölmeden ona inanacak olmasın.”
Burada konumuza ışık tutacağından dolayı قبل موته ifadesindeki “hu” zamirinin kime ait olduğunu belirtmemiz gereki*yor. Hz. İsa'nın ölümünden önce mi, yoksa kitap ehlinden olan birisinin ölü*münden önce mi? Zamirin Hz. İsa (a.s)'ya ait olduğunu söyleyenler olduğu gibi, kitap ehline gittiğini söyleyenler de vardır.
Bazıları zamirlerin merciini ayırmış, ليؤمنن به ifadesinde bulunan “hu” zamirini Hz. İsa (a.s)’ya, قبل موته ifadesinde olan ikinci “hu” zamirini de ehli kitaba ait olduğunu söylemişlerdir. Bu manayı benimseyenler buna delil olarak ta Ubeyy b. Ka’b’ın zamiri çoğul olarak قبل موتهم şeklinde okuduğunu göstermişlerdir.
بِهِ “Ona” kelimesindeki “hu” zamirinin, Hz. İsa (a.s)’ya ait olduğu görüşü yaygın olmakla birlikte “Hz. Muhammed’e iman etmeyecek hiç kimse yoktur”, manasında bu zamirin Hz. Muhammed’e, raci olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Taberî, siyakta Hz. Muhammed’in ne ismi ne de konusu geçmediği için bu görüşün yanlış olduğunu belirtmiştir.
Netice itibariyle zamirlerin merciinin farklılığı sebebiyle, ayetin anlamı bakımından farklı sonuçlara varmışlardır.
İşte zamirlerin merciinden hareketle büyük bir grup, “Ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce (yani İsa'nın) İsa'ya iman etmemiş olsun” anlamını vermişlerdir. Bu mana, Hz İsa (a.s)’nın kıyamet öncesi ineceği görüşüne uygun düşmektedir. Bizim de benimsediğimiz gibi müfessirlerin çoğunun ve birçok âlimin tercih ettiği görüş budur.
Başka bir grup da ayetten şu anlamı çıkarmıştır: “Ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki, ölmeden önce (yani Ehl-i kitaptan olan kişi) İsa'ya iman etmemiş olsun.” Bu anlayışa göre Allah, kulu ve elçisi İsa'ya bir lütuf olarak her bir Yahudi ve Hıristiyan’a, son nefeslerini verirken gerçeği gösterecek, Yahudiler onun peygamber olduğuna, Hıristiyanlar da Allah'ın oğlu değil, peygamberi ve elçisi olarak gönderildiğine inanacaklardır. Bu da ölümün eşiğinde olan kişiye, gerçeğin tüm çıplaklığıyla göründüğüne ancak, bu imanın yarar sağlayamadığına ilişkin görüşe kanıt teşkil etmektedir.
Ancak قبل موته ifadesindeki “hu” zamirini Ehl-i kitaba ait olduğunu söyleyen görüş pek isabetli değildir. Çünkü kişiye hiçbir yarar sağlamayan bir imanı sunmanın anlamı yoktur.
Kevserî’ye göre, ayet-i kerimedeki her iki zamir de Hz. İsa (a.s)'ya aittir. Bunu da siyak açısından manaya en uygun olarak değerlendirmiştir. Ona göre, Zamirlerin birincisini Hz. İsa (a.s)’ya, ikincisini Ehl-i kitaba ait kılmak, zamirler arasında uyumsuzluğa sebep olur ki Allah’ın kitabı bundan münezzehtir. Zamirleri başka manalara hamledici bir karîne/delil bulunmadığı için ayette kastedilen Ehl-i kitabın, Hz. İsa (a.s)’nın nüzûl dönemindeki, yani indikten sonraki Ehl-i kitap olduğunu tercih etmiştir. Bu tak*dirde ayetin anlamı şöyle olur: Kıyamet günü alâmeti olarak, Hz. İsa (a.s) ineceği vakit hayatta olan herkes, mutlaka ona iman edecektir. İbn Kesîr (ö.774/1372), “Yahudilerin Hz. İsa (a.s)’yı öldürüp çarmıha gerdik” iddialarını çürüten bir siyak içinde bu görüşün, daha uygun olduğunu belirtmiştir. Kevserî, Taberî’nin de bu görüşü benimsediğini aktarmıştır.
Her iki zamirin İsa (a.s)’ya raci olduğu hakkında Buhari ve Muslim’de Ebu Hureyre ve İbn Abbas’tan sahih rivayetler bulunmaktadır. İkinci zamirin Hz. İsa (a.s) yerine Ehl-i kitaptan birine gittiğini söyleyen görüş ise zayıf rivayetlere dayanmaktadır. Kevserî konu ile sahih olmayan rivayetlere iltifat edilmemesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Rivayetler konusunda sahih olan rivayet var iken, sahih olmayan rivayetlere bakılmaz. Aynı şekilde manada siyakın dışına çıkmayı zorlayana da itibar edilmez. Herhangi bir karîne yok ise, bir lafzın delalet ettiği açık manasını muhafaza etmek gerekir. Zikredilen ikinci ihtimal, sahih bir delile dayanmadığı için ilmi bir değeri olmaz. Dolayısıyla ortaya atılan ihtimal, Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlüne delalet eden bu ayetin anlamını olumsuz yönde etkileyemez.
Kevserî, zamirin Kitap ehline işaret ettiğini söyleyen Zemahşerî’nin görüşünün doğru olmadığını ifade eder. Buna sebep olarak da, Zemahşerî’nin Şehr b. Havşeb (ö.112/730)’ten gelen rivayeti sahih zannetiğini gösterir. Hz. Peygamber (s.a.v) veya bilgileri direk ondan alan Sahabe’nin görüşlerinin bulunduğu rivayetler varken rey ve dirayete meyledilmez. Atasözünde geldiği gibi “Allah’ın nehri ortaya çıkınca, Ma’kil’in nehrinin sözü olmaz”. Binaenalehy Zemahşerî, Muhammed b. Saib el-Kelbî’nin Şehr b. Havşeb’ten gelen rivayetinin kabul edilmediğini bilmiş olsaydı onun tarafına asla bakmazdı.
Nevevî (ö.662/1263)’nin de ikinci zamirden kastedilenin Ehl-i kitap olduğunu söylemesi ve “her bir Ehl-i kitap mensubu kendi ölümünden ön*ce..” anlamını tercih etmesi, bazı rivayetlerde gelen Ubeyy b. Ka’b’ın kıraatına dayanmaktadır. Zira onun kıraatinde قبل موته “ölmeden önce” yerine zamir çoğul olarakقبل موتهم “ölmelerinden önce” şeklinde gelmektedir. Bu Nevevî’nin şaz kıraatlerle ilgili görüşüne ters düşmektedir. Çünkü bu kıraatin senedinde her ikisi de zayıf olan Attab b. Beşir ve Husayf bulunmaktadır. Tefsir âlimlerince, senedi sahih olmayan şaz kıraata tefsir ilminde yer verilmez.
Kevserî, Nevevî’nin, ayetin, her dönemdeki ehl-i kitabı kapsaması için ikinci zamiri Ehl-i kitaptan her birine raci kılmasını “kaş yapayım derken göz çıkarmak” darb-ı meseline benzetmektedir. Çünkü böyle yapmakla قبل “önce” kelimesi, asli manasının dışına çıkartılmış olur. Manayı, ölmeden önce veya ölme esnasında fayda vermeyecek bir imana hamletmek, قبل “önce” kelimesinin taşıdığı anlamı göz ardı etmek olur.
Aynı zamanda bu durumda iki yanlış yapılmış olur. Birincisi, dinde fayda vermeyecek imana iman denmiş olması. İkincisi de Allah’ın لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ “ona kesinlikle iman edecektir” ifadesindeki yeminin taşıdığı anlamın ortadan kaldırmış olması.
Kevserî, Nevevî’nin Ehl-i kitabı umumilik bağlamında değerlendirmesine başka bir açıdan itiraz etmekte ve şöyle demektedir: “Burada umum olan bir lafzı, umumiliğine terk etmek, kelimeler arasındaki ilişki bağlarını iyi tedebbür etmemekten, arka planını kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. لَيُؤْمِنَنَّ ifadesindeki yeminin cevabındaki lâm ve te’kid nûnu zikredilen işi (imanı), gelecek zamana tahsis etmektedir. Buna göre mana şöyle olur: İleri gelecekte, kitap ehlinden kim varsa her biri iman edecektir. Ayette zikredilen قبل موته “ölmeden önce” kaydı, gelecekte kastedilen zaman birimini ortaya koymuştur. O da Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlünden sonraki dönemdir. Hadiste de geldiği gibi “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki adil bir hükümdar olarak Meryem oğlu İsa (a.s)’nın aranıza inmesi yakındır. O inince, haç’ı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. O zaman mal o kadar çoğalacaktır ki, hiç kimse onu kabul etmeyecektir” Buna göre, Hz. İsa (a.s)’nın yaşadığı dönemdeki değil de nüzûlünden sonraki Ehl-i kitap kastedilmiş olur. Bilindiği gibi, burada olduğu gibi lafızlar arasındaki ilişkiler ve karînelerden hareketle, Kur’an ve sünnette sayısızca tahsis örnekleri bulunmaktadır. Netice itibarıyle hem rivayet hem de dirayet, her iki zamirin Hz. İsa (a.s)’ya ait olduğunda mutabık kalmıştır.”
Zikri geçen hadiste olduğu gibi Kevserî, Buharî ve diğer hadis kaynaklarında geçen Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlü gibi gayba dayalı konularda Kur’an’ın yanında hadislere de müracaat etmekte ve hatta hadislerin bağlayıcılığına vurgu yapmaktadır.
Şeltût’un, Mutezile ve İmamiyye’nin Hz. İsa (a.s)’nın ref’ini ve nüzûlünü inkâr ettiklerini söylemesine karşın Kevserî şu cevabı vermiştir: Mutezile’nin genel anlamda Hz. İsa (a.s)’nın diri olarak ref’ edildiğini inkâr ettiklerini söylemesi doğru değildir. Bu görüş, Mutezile’den sadece şaz görüşleri ile tanınan Cubbâî(ö. 3003/915 )’ye aittir. Aklî açıdan ahad haberlerin kabul edilmemesinin gerektiği görüşü onun şaz görüşlerinden bir tanesidir. Eğer Mahmut Şeltût, Cubbaî’nin haber-i ahad ile ilgili bu görüşünü alırsa, o da onun gibi ahad haberlerden ilk manevrada kurtulmuş olur. Halbuki Mutezile’nin sözcüsü konumundaki Zemahşerî, tam aksine Hz. İsa (a.s)’nın ref’ini ve nüzûlünü yalpalamadan kabul etmektedir. İmamiye de aynı şekilde Mehdi’nin çıkışı ile alakalı yerlerde Hz. İsa (a.s)’nın ref’ ve nüzûl meselelerini onaylamaktadırlar. O halde geriye kim kaldı? Hiç şüphe yok ki, Hz. İsa (a.s)’nın ref’ ve nüzûlünü inkâr edip, heva ve arzularına uyarak âlimler topluluğundan ayrılmış olan kimseler, Kur’an ve sünneti arkalarına atmış olurlar. Kur’an ve sünnet üzere olan âlim topluluğundan ayrılmak, onlara ters düşmek, Hz. İsa (a.s) ile ilgili konularda ehl-i kitabın görüşlerine meyletmek şazlığın/anormalliğin çok ileri boyutudur. İbn Ebî Able’nin dediği gibi şaz görüşleri şaz adam taşır.
Kevserî’ye göre Mehdi, Deccal ve Mesih hakkındaki hadislerin mütevatir oluşunda hadis âlimlerince bir şüphe söz konusu değildir. Bazı kelâmcıların, kıyamet alâmetlerinin hepsinin hak olduğuna inanmanın gerekliliğine vurgu yapmalarına rağmen, bu hadislerin bir kısmının mutevatir oluşundaki şüpheleri, hadisi az bildiklerinden neşet etmektedir.
Kevserî, konu ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu kesin bir dille ifade ettikten sonra şöyle demiştir: “Pezdevî (ö.482/1089), mütevatir ile ilgili konunun sonunda, mütevatiri inkâr edenin veya ona muhalefet edenin kafir olacağına hükmetmiştir. Tevatür yoluyla sabit konular arasından örnek olarak, Kur’an-ı Kerim’in naklini, beş vakit namazı, rekat sayılarını, zekat miktarlarını ve benzerlerini zikretmiştir. Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlü meselesi, hadis kitaplarında namazın rekatlarından daha az bahsedilmemektedir. İnsanlardan bazıları, rivayet yoluyla gelen şeylere temelden karşı gelmektedirler. Kendini, dinini, dünyasını, anne ve babasını bilmeyen kimseler ancak bunu yapabilir. Bu da yazarın, ne kadar çıkmaza girdiğini ve ne kadar bataklığa saplandığını gösterir. Zira o şöyle demişti: “Kelam ve usul âlimlerine ait nassların hepsi, ahad haberlerin, yakîn/kesin bilgi ifade etmediğine; dolayısıyla da inanca dair hiçbir şeyin bunlarla tespit edilemeyeceği noktasında birleşmiştir.” Bu ifadeyi naklettikten sonra Kevserî şöyle demiştir: “Bu iddianın yanında haber-i vahid’in bağlayıcılığını söyleyen Ebû Hâmid İsfirayinî (ö.406/1015), Kadı Ebu’t-Tîb (ö.450/1058), Ebu İshak eş-Şirazî (ö. 476/1083) ve Ebu Bekr es-Sarahsî (ö.490/1096) gibi âlimlerin durumu ne olacak?
Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlüne dair hadisin haber-i ahad olduğunu farz edecek olsak bile, hadis âlimlerinin hadis sanatı açısından her yönüyle kabul ettikleri Buhari ve Muslim’in ittifak ettiği hadisler arasında zikredilmektedir. Halef-selef bu ümmet o ikisinin ittifak ettikleri hadisleri kabul ile telakki etmişlerdir. Âlimler, asırlar boyunca o ikisinin ittifak ettiği hadislerin bağlayıcı olduğuna inanmışlardır.
Yine nüzul-ü İsa’ya delil olan Zuhruf suresinin 61.ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ
“Şüphesiz O, kıyâmetin kopacağını gösterir bir bilgidir. O kıyametin geleceğinden hiç şüphe etmeyin, bana uyun, doğru yol budur.”
Taberî, bu ayette zikredilen (ve innehu) ifadesindeki “hu” zamirinin mercii hakkında tefsircilere ait iki görüşün olduğunu nakletmiştir:
a. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddî, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e gö*re "O" kelimesinden maksat, Hz. İsa (a.s)'dır. Bu izaha göre Hz. İsa (a.s)'nın gökten inme*si, kıyamet alametlerindendir.
b. Hasan Basrî ve Katadeye göre ise âyetteki "O" kelimesinden maksat, Kur'an-ı Kerimdir. Buna göre de âyetin izahı şöyledir: “Şüphesiz ki bu Kur'an, kıyametle ilgili bir bilgi kaynağıdır. Kıyametin kopmasını, alametlerini ve dehşetlerini öğretir.”
Kurtubî ise tefsirinde, zamirin mercii konusunda üçüncü bir görüş olarak Hz. Muhammed’in de olabileceğini nakletmiştir.
Kevserî’ye göre, siyak ve sibak dikkate alındığında, bu anlamların pek uygun düşmediği görülür. Çünkü böyle bir anlamın çıkarılabilmesine delil olabilecek bir karine yoktur.
Eski ve yeni bir çok müfessirin de belirttiği gibi, kastedilen Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlüdür. Zira onun inişi, kıyametin yaklaştığını bildiren alametlerden biridir. Dolayısıyla bu ayet de Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlünü bildiren ayetlerden sayılmaktadır.
Kevserî’ye göre de bu ayette zikredilen (ve innehu) ifadesindeki “hu” zamiri, surenin önceki ayetlerinin, kendisinden bahsettiği Hz. İsa (a.s)’ya dönmektedir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Muhakkak ki İsa b. Meryem, kıyametin kopmasının alametidir.”
Sahabe ve Tabiinden bir çoğu “ilmidir” manasına gelen لَعِلْمٌ kelimesini “ayn” ve “lâm” harflerini fethalı olarak, لَعَلَمٌ diye okumuşlardır ki, o takdirde manası "emaresi (alameti)dir" şeklinde olur. Buna göre de Hz. İsa (a.s) kıyamet alametlerinden bir alamet olmuş olur.
Kevserî, “ayn” ve “lam” harflerinin fethalı okunuş şeklinin, sahih bir senetle gelmesine rağmen, görüşünü desteklemediği için Mahmut Şeltût tarafından görmemezlikten gelindiğini ifade eder. Halbuki bu kıraat, zamirin, nüzûlü kıyamet alametlerinden biri olan Hz. İsa (a.s)’ya ait olduğunu tayin etmektedir. Ancak Şeltût, zayıf olmasına rağmen, görüşüne uygun düştüğü için Ubeyy b. Ka’b’tan gelen rivayeti kabul etmişken; görüşüne ters düştüğü için bu okuyuşun geldiği rivayeti sahîh olmasına rağmen kabul etmemiştir.
Kevserî, içinde Nüzûlü İsa’nın da bulunduğu, yerleşmiş mirasa karşı gelmekle tanımladığı Mahmut Şeltût’un bu sefer, ayetteki zamirin herkes gibi Hz. İsa (a.s)’ya dönebileceğini söylediğini aktarır. Ancak Kevserî, Şeltût’un, Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlünü inkâr ettiğinden dolayı siyakı gerekçe göstererek, buradaki hitabın, cahiliye Arapları ve Müşrikler olduğunu savunduğunu belirtir ve şöyle der: “Keşke Şeltût, hitabın, cahiliye Arapları ve Müşriklere ait olduğunu söylemesinin kendisine fayda vermeyeceğini bilseydi? Çünkü onlar, Kur’an’da zikredilen Hz. İsa (a.s)’nın babasız dünyaya gelmesine, anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmesine, keza Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesine inanmamaktadırlar. İnanmayan kimselere, inanmadıkları şeylerin delil olarak takdim edilmesi doğru olur mu?”
Kevserî, zamirin Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlüne ait olduğuna dair sahih rivayetlerden şunu zikretmiştir: İbn Hibban (ö. 354/965)’ın Sahîh’inde sağlam bir senetle bir rivayette (وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ) “Ve şüphesiz O (İsa), Kıyâmet'in bilgisidir” ayetindeki anlamı Hz. Peygamber (s.a.v) “Kıyametten önce Hz. İsa’nın nüzûlü” olarak açıkladığını ifade etmiştir.
Bazıları bu âyetlerin nâzil olduğu dönemde veya şu anda, Hz. İsa (a.s)’nın nüzûlü tahakkuk etmiş olmayacağı için bunun bir delil olması mümkün olmadığını düşünmüşlerdir. Bunun içindir ki Mevdûdî, zamirin merciinin Hz. İsa (a.s) olduğunu söylemekle birlikte onun inişini değil de; babasız doğuşunu, çamurdan kuş yapıp ona can üflemesini, ölüleri diriltmesini vb. mucizeleri kıyamet alametlerinden saymaktadır. Sonra da şöyle demektedir: “Bu ayetle bir çocuğun babasız dünyaya gelmesi, bir kulun çamurdan kuş yapıp ona can üflemesi, ölüleri diriltmesi mümkün iken Allah'ın kıyamet günü ölümlerden sonra insanları yeniden diriltmesi niçin mümkün olmasın?”
Ancak bu görüş, siyak ve sibaka uygun düşmemektedir. Bir de Müslümanlar olarak bizler, sahih hadislerde geldiği üzere, bizden sonra olacak olmasına rağmen Dabbetu'l-arzın’ın çıkışı ve güneşin batıdan doğuşu gibi diğer alametlerin hepsinin kıyamet alametleri olduklarına inanmaktayız.
Bazılarına göre, Hz. İsa’nın bugün ölmediğini söylemek onun ebediliğini gerektirir ki bu da Kur’an’ın “Her canlı ölümü tadacaktır”, “Senden önce hiçbir insana dünyada ebedî bir hayat vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?” ayetleri ile çelişmektedir. Ancak bu münazara adabına riayet edilmeden ve mantık göz önünde bulundurulmadan yapılmış bir çıkarımdır. Yoksa Ehl-i sünnet akidesi, bu konuda çelişki arz etmediği gibi tutarsız da değildir. Çünkü ehl-i sünnet akidesine göre Hz. İsa (a.s) indikten sonra bir müddet yaşayacak sonrada normal insanlar gibi ölecek ve defnolunacaktır.
Aynı şekilde Müslümanların, “Hz. İsa’nın ölmediği ve ineceği inancı Hıristiyanların etkisi ile oluşmuştur” iddiası da yukarıda belirttiğimiz gibi münazara adabına riayet edilmeden ve mantık göz önünde bulundurulmadan yapılmış bir çıkarımdır. Çünkü Ehl-i sünnetin bu konuda ki inancı Hıristiyanların inancı ile hemen hemen taban tabana zıttır. Çünkü Ehl-i sünnete göre Hz. İsa, ölmeden, ruh ve cesediyle Rabbinin semadaki keramet mahalline yükseltilmiştir. Haksız yere Müslümanlara muhalefet eden etbaı ile Müslümanlar arasında hüküm vermek üzere ahir zamanda adil bir hakem olarak inecek, haç’ı kıracak, yenmesinin haram olduğunu göstermek için domuzu öldürecek, İslam’a girmeme karşılığında tanınan cizye hakkını kaldıracak ve peygamberliği baki olduğu halde peygamberimizin şeriatı ile amel edecektir. Aynı zamanda Hz. İsa’nın (a.s.), hadiste ifade edilen “haç’ı kırma” fiilinden bu günün Hıristiyan inancının yanlış olduğunu, teslis inancını onaylamadığını anlamamız gerektiği gibi, “domuzu öldürme” fiilinden de domuz yiyen zihniyeti ortadan kaldıracağını anlamamız gerekir.
Müslümanların nüzul-ü İsa inancından hareketle, Hıristiyanların asıl son peygamberin Hz. İsa olduğunu iddia etmelerine imkân vermemek için Hz. İsa’nın nüzulünü inkar etmenin gerekliliğini söylemek de yukarıda belirttiğimiz gibi münazara adabına riayet edilmeden ve mantık göz önünde bulundurulmadan yapılmış bir çıkarım olur. Zira burada inkar için gösterilen sebep, yalan yere peygamberlik iddia edildi diyerek peygamberleri, sahte diploma düzenlendi diye bütün gerçek diplomaları inkâr etmek gibi neticeleri doğuracağından bu hem akıl hem örf hem de dini açıdan batıldır. Bir de Hz. İsa’nın semadan dünyaya inişi, akla da münâfi/terz bir durum değildir. Zira “Her vakit göklerden melekleri yere gönderen ve bazen da onları insan suretine koyan (Hz. Cebrail’i sahabilerden “Dihye” suretinde gönderdiği gibi), bir Hakîm-i Zü’l-celal, şu an dünya semasında bulunan ve hayatta olan Hz. İsa (a.s)’yı da, en mühim bir son için gönderecektir.
Kevserî, Hz. İsa (a.s)’nın vefatı, ref’i ve nüzûlü hakkındaki ayetlerin yorumunun akabinde şöyle demiştir: Bütün bunlardan sonra, ilmi ölçülere bağlı olduğunu söyleyen bir kimsenin, çoğunluğun benimsediği ortak görüşü inkâr etmesi mümkün olabilir mi? Zemahşerî gibi bir çok müfessir, yukarıdaki ayetlerin dışındaki ayetlerden de Hz. İsa (a.s)’nın ref’inin ve nüzûlünün hakiki anlamda gerçekleşeceğini çıkarmışlardır. Ancak zikrettiğimiz sarîh/açık ayetlerin etrafında yapmış oldukları yorumlarla yetinmek istiyoruz…. Hz. İsa (a.s)’nın vefatı, ref’i ve nüzûlü ile ilgili yeni bir şeyler söylemek, Kur’an ve hadislerden tevârüs edenle çatışmaktan başka bir şey değildir. Kur’an ve sahih hadis metinleri ile çatışan yorumları kabul etmenin dini vechesi olmaz. Özellikle Hz. İsa (a.s)’nın ref meselesini ve daha sonra da nüzûlünü, “Hıristiyanların bazıları öyle inanıyorlar” diye inkâr etmek veya Arap dilinin tahammül edemeyeceği yorumlara tabi tutmak asla doğru değildir. Kur’an metinleri, tek başına Hz. İsa (a.s)'nın henüz ölmediğine, diri olarak ref’ edildiğine ve ahir zamanda ineceğine delil olarak kâfi*dir. Buna ters düşen ihtimallerin hepsi, herhangi bir delile dayanma*maktadır. Konu ile ilgili hadisler de Kur’an’da gelen bilgileri desteklemekte hatta bazı noktalarda daha da geniş anlamda açıklık getirmektedir.
Sonuç
Bu çalışmanın sonunda bir yanda muhaddisliği ve fakihliği ile tebarüz etmiş olan Kevserî’nin, Hz. İsa (a.s)’nın vefatı, ref’i ve nüzûlü ile ilgili ayetlerin yorumlarında, ileri bir derecede Tefsir ilmine olan aşinalığı açık şekilde anlaşılmaktadır.. Kevserî’nin meselelere yaklaşmasında, Kur’an lügatının, çok iyi bilinmesinin gerekliliği, asla ihmal edilecek bir konu olmadığı bariz bir şekilde görülmektedir.
Hz. İsa (a.s)’nın doğuşu, vefatı, ref’i ve nüzûlü gibi olaylar, alışılmışın dışında akıl üstü düzeyde gerçekleşmiş olduğundan, bazıları tarafından garipsenmiştir. Netice itibarıyla bu kimseler, Hz. İsa (a.s)’nın ref’i ve nüzûlü ile ilgili ayet ve hadiseleri yorum yoluna gitmişlerdir. Halbuki Kur’an, Hz. İsa (a.s)’nın mensuplarından olan Ashab-ı Kehf’in, üçyüz dokuz yıl kadar mağarada yarı ölü vaziyette bir hayat yaşadıklarını, daha sonra da diriltilip ecellerini tamamladıktan sonra öldüklerini haber vermektedir. (Kehf suresi, 9-27) Mensuplarının gördüğü böyle bir nimeti, davanın asıl sahibi niye görmesin?
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah c.c herşeye kadirdir.

ashabıkeyf olayı kur'anda açık olarak anlatılyor.

hz. isa olayı ile aynı benzer bir olay değildir.zuhruf süresi 61 ayette hz. isa kelimesi yoktur.birçok alim alem kelimesinin Kur'an olduğunu açıklamıştır.

kıyamet habercisi diye sadece Allah c.c olduğunu başka iki ayette daha verilmiştir.

bu sebeple zuhruf süresi 61 ayette alem kelimesi yerine hz. isa yı koymak yanlıştır.

inşallah bu konu da ben kesin kararlıyım.

sizde kendi iddianızda kararlıysanız mahşerde birlikte göreceğiz.

ben yukarıda yazılarımda ayetleri delil yaptım.

ben hz. isanın öldüğüne inanıyorum.dünyaya son peygamber hz. Muhammed sav. efendimizin geldiğine de iman ettim.

bu konuda başka birşey yazmama gerek yoktur.

hz. isa ile ilgili herşeyi veren rabbim mahşerden önce de geleceğini yeryüzüne inedireceğini de verirdi.

vermediğine aksine son peygamber geldiğini vermesini anlamayanlara birşey yazılmaz.

inşallah anlayanlardan oluruz.

Allah c.c yar ve yardımcımız olsun
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.

Bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.”(Nisa 157-159)

Şimdi, İsa a.s.’ın ahir zamanda nüzul edeceğini inkar edenlere sorarız; Ayette geçen Rafaahullahu “ileyhi=Allah onu kendisine yükseltti” ifadesi, eğer bu yükseliş, derece bakımından yükseliş ise, “İleyhi: kendisine” kelimesi ne anlamdadır? “Allah onu kendisi gibi bir ilah kıldı” mı denilecektir?

Zira, “Allah falanın makamını kendisine yükseltti” sözünün anlamı; “Onu kendi mertebesine ulaştırdı” demektir. Fesubhanallah!

Hem sonra, derecesinin yükseltilmesi neden asılma veya öldürülme hadisesine bağlansın? Bundan önce zaten derecesi yükseltilmiş değil miydi?

“Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur”(Nisa 159) ayetindeki “Kable mevtihi: ölümünden önce” ibaresi, ayetin siyakından açık olarak anlaşıldığı gibi İsa a.s.’ı işaret etmektedir. Yani mana; “İsa a.s.’ın yeryüzüne indiğinde hayatta olanlar ona iman edecek, İsa a.s. bundan sonra ölecektir” demektir.

Şeyh Allame Muhammed Bin Ahmed es-Sefarinî es-Selefî el-Hanbelî, “Levamiul Envaril Behiye” adlı kitabında der ki;

“Şu üç alamet de kıyametin büyük alametlerindendir; Semadan es-Seyyid el-Mesih İsa İbn Meryem aleyhisselam’ın nüzulü. Onun nüzulü Kitap, sünnet ve ümmetin icma’ıyla sabittir.” Onun nüzulü hakkında bizim de naklettiğimiz bazı ayet ve hadisleri sevk ettikten sonra der ki “İcmaya gelince; ümmet onun nüzul edeceği hususunda icma etmişlerdir. Din ehlinden hiç kimse buna muhalefet etmemiştir. Bunu ancak mülhit felsefeciler inkâr etmişlerdir ki onlar ihtilaf sayılmaz. Ümmetin icması; İsa aleyhisselam’ın ineceği, bu Muhammedî şeriatla hükmedeceği, peygamberlikle muttasıf olmakla birlikte semadan indiğinde müstakil bir şeriatla inmeyeceği hususunda gerçekleşmiştir.Levamiul Envaril Behiye (2/94)

 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
1-nisa 159 ayetin ikinci kısmı durumun sizin düşündüğünüz gibi yazdığınız gibi olmadığını açıklıyor.

2-mahşer günü hz. İsa hiristiyanların alehine şahidlik edecektir.

3-bu kısmı görmemezlikten gelmeniz nefsinize göre h areket ettiğinizi açıklıyor.

4-bu kısım bunun tersi olsaydı yani hz. isa hiristiyanlardan razı olsaydı onlara mahşerde şahid olsaydı yazdığınız doğru olurdu.

5-böyle olmadığına göre ayeti anlamanız için ayetin tamamını okuyup ,tamamını birlikte düşünmelisiniz sonra teslim olmalısınız.

6-yok biz ayetlerin birkısmını alıp nefsimize göre anlarız derseniz ben başka bir şey yazmam.

7-hz.isanın öldüğüne hz.Muhammed sav. son peygamber geldiğine inanmamanız sizedir.

hz.isa peygamber geldiğinde 12 kşi iman etti. bu defa geleçek iddiasında olanlar peygamber olarak gelmiyecek diye de peygamber rütbesini sökenleri Allah c.cye havale ediyorum.peygamberlere iman etmeyi anlamamışlar peygamber rütbesinide sökecek kadar ileri gidiyorlar.

bana da çocukken sizin anlattıklarınızı anlattılar.inşallah rabbim doğruyu anlama ve öğrenmeyi nasip etti.

inşallah size de nasip olur.

Allah c.c yar ve yardımcımız olsun
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
Rabbim Allah c.c ye sonsuz şükürler olsun

1-ALLAH C.C YE İMAN
1.1 - Rububiyyet Tevhidi

1.2 - Uluhiyyet Tevhidi

1.3 - İsim ve sıfat Tevhidi

2-peygamberlere iman

3-kitaplarına iman

4-meleklerine iman

5-hayır ve şerrin imtihan için Allah c.cden olduğuna iman

6-büyük mahkemeye,mahşer gününe iman


İNŞALLAH imanın 6 şartını da biliyorum.

Allah c.c ye ve Peygamberlerine iman ettiğim için peygamber rütbesi sökenlerden değilim.yukarıda yazılarım da inşallah bunu izah ediyor.

peygamberine iman ettiğim için son peygamber hz.Muhammed sav. kabül ettiğim için başka bir peygamber beklemiyorum.


Allah c.c yar ve yardımcımız olsun.






 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Rasülünden gelen sahih hatta mütevatir Olarak Gelen İsa a.s nüzülünü neden kabul etmiyorsun bu konuda Selef'ten bunu inkar eden de yoktur ve hatta bu konuda icma vardır sen Kalmışın Mütevatir olarak gelen bu haberi kabul etmiyorsun ümmetin selefin icmasına muhalefet ediyorsun On'dan sonra Kalkmış bana İman'dan bahsediyorsun......
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt