Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İhlas Suresi Meal ve Tefsiri

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İhlas suresi ayet 1
De ki: O Allah, birdir.

Bu emrin muhatabı Rasulullah'tır. Çünkü "Rabbin nasıldır?" sorusu Rasulullah'a sorulmuştur. Allah (c.c.) da bu nedenle "şöyle cevap veririz." demiştir. Ama Rasulullah'tan sonra her mü'min bu emrin muhatabıdır. Rasulullah'a bu soru sorulduğunda nasıl cevap verdiyse, onlar da öyle cevap vermelidirler.

Yani, bilmek istediğiniz Rabbim yeni bir ilah değil, Allah'tır. Bu, soru soranlara ilk cevaptır. Bunun anlamı, benim Rabbim, diğer mabudları bırakarak kendisine ibadet edeceğiniz yeni bir Rab değildir. Aslında o Rab, Allah (c.c.) dediğiniz Rabbın aynısıdır. Allah (c.c.) kelimesi, Araplara yabancı değildi. Eskiden beri, kainatın yaratıcısı için "Allah" kelimesini kullanıyorlardı. Bu kelimeyi, başka bir mabuda isim olarak vermiyorlardı. Allah (c.c.) hakkındaki inançları Ebrehe Ka'be'ye saldırdığında netleşmişti. O zamanlar Ka'be'de 360 adet put olmasına rağmen, müşrikler, bunların hepsini bırakarak sözkonusu afetten kurtulmak için sadece Allah'a yalvarmışlardı. Onlar kalben çok iyi biliyorlardı ki, bu gibi nazik durumlarda onlara Allah'tan başkası yardım edemezdi. Ka'be'yi de bu ilahlarına değil, Allah'a nisbet ediyor ve "Beytullah" diyorlardı. Kur'an-ı Kerim'in çeşitli yerlerinde Arap müşriklerin Allah (c.c.) hakkındaki düşünceleri zikredilmiştir.
Meselâ Zuhruf suresinde:
"Eğer onlara sizi kim yarattı? diye sorsan, Allah (c.c.) derler"
(Zuhruf: 87)
buyurmuştur.
Ankebut suresinde şöyle buyurulmuştur: "Eğer onlara göğü ve yeri kim yarattı, ay'ı ve güneşi kim musahhar kıldı diye sorsan, Allah (c.c.) derler... Eğer onlara, gökten kim yağmur yağdırıyor ve onun vasıtasıyla ölmüş toprağı kim canlandırıyor desen, Allah (c.c.) derler."
(Ankebut: 61-63)
Mü'minun suresinde şöyle buyurulmuştur: "Onlara deki: Eğer biliyorsanız söyleyin. Yeryüzü ve üzerindekiler kimindir? Derler ki Allah'ındır.... Onlara sorsan, yedi gök ve büyük arşın sahibi kimdir? Derler ki Allah'tır... Onlara de ki: Biliyorsanız söyleyin: Herşeye kadir olan kimdir? De ki: O halde sakınmaz mısınız? De ki: Eğer biliyorsanız, her şeyin mülkü ve tasarrufu kimin elindedir? Allah'ın elindedir, diyecekler"...
(Mü'minun 84-89) .
Yunus suresinde şöyle buyurulmuştur: "Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kimdir? Bu kainatın nizamını kim idare etmektedir".... (Yunus 31)
Yine Yunus suresinde başka bir yerde şöyle buyurulmuştur: "Sizi karada da, denizde de gezdiren O'dur. O kadar ki gemide bulunduğunuz bir sırada gemiler okşayıcı hoş bir hava içinde seyredip yol alırken, yolcular da bununla ferahlık ve neşe duyarlarken ansızın şiddetli bir fırtına gelir de dalgalar her yandan onlara yönelir, derken tamamen kuşatıp (yok olacaklarını) sanırlar ve ihlas üzere dini Allah'a, has kılıp O'na dua ederler, eğer bizi bundan kurtarırsa herhalde şükredenlerden oluruz, diye yalvarırlar. Ne zaman ki Allah (c.c.) onları kurtarır, yeryüzünde haksız yere taşkınlık ve azgınlığa başlarlar..."
(Yunus 22-23) .
Aynı nokta İsra suresinde şöyle tekrarlanmıştır: "Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman O'ndan başka taptıklarınız ortadan yok olur; derken O sizi kurtarıp karaya ulaştırınca yüzçevirirsiniz..."
(İsra 67)
Bu ayetleri dikkate aldığımızda, Rasulullah'a sorulan, "Bizi ibadet için çağırdığın Rab nasıldır? sorusuna cevap verirken "O Allah'tır" demesinin, onları ve kainatı yaratan, sahibi, rızık veren, idare eden olarak kabul ettikleri zatı kasdettiği açıktır. İşte Rasulullah onları bu Rabbe ibadet için davet etmiştir. Bu cevapta Allah'ın bütün sıfatları vardır. Onun için kainatı yaratan, onu idare eden, kainattaki her mahluku rızıklandıran ve afet geldiğinde onlara yardım eden Zat'ın (c.c) diri olmaması, görmemesi, duymaması, Kadir-i Mutlak olmaması, herşeyi bilen ve hikmet sahibi olmaması, Rahim ve Kerim olmaması, her şeyin üzerinde galip olmaması tasavvur edilemez.

Nahiv kurallarına göre, "huvellahu ehad" için müteaddit izahlar yapılmıştır. Bana göre bunun en uygun izahı, "huve" mupteda, "Allah" onun haberi, "ehad" ise ikinci haberidir. İkinci haber bakımından cümlenin anlamı: O (O'nun hakkında Resulullah'a soruyorsunuz) Allah'tır, birdir, şeklindedir. Diğer bir anlam da şöyle olabilir ve dil bakımından da yanlış olmaz: "O Allah (c.c.) birdir."
Burada şu iyice anlaşılmalıdır: Bu cümlede "Allah" için, "ehad" kelimesi kullanılmıştır. Arapça'da bu kelimenin genellikle bu şekilde kullanılması istisnaîdir. Bu kelime genellikle muzaf (tamlayan) , ya da muzafun ileyh (tamlanan) olarak kullanılır. Mesela "yevmul ehad" haftanın birinci gününü veya "feb'asu raculun ehadeküm" (adamlarınızdan birini gönderin) ya da genel bir nehiy (olumsuzluk) anlamında kullanılır.
Mesela, "hel indeke ehadun" (yanında kimse var mı?) Yine genellikle şart ifade etmek için de kullanılır. Mesela, "ehadin", "isna" veya "ehade aşer" (Bir, iki veya onbir.) Bu gibi kullanımların dışında Arapça'da, bu kelimenin sıfat olarak kullanıldığı bir örnek yoktur; bu kelime hiçbir zaman bir şahıs ya da başka bir şeye sıfat olarak kullanılmamıştır. Kur'an'ın nüzulundan sonra da bu kelime yalnızca Allah'ın Zâtı için kullanılmıştır. Başka hiçbir şey için kullanılmamıştır. Bu istisnaî kullanımdan anlaşılıyor ki, "ehad" (bir) olmak ancak Allah'a ait özel bir sıfattır. Varlıklar arasında başka hiç kimse bu sıfatı taşımaz. Allah (c.c.) birdir ve O'nun benzeri yoktur.
Müşriklerin ve Ehl-i Kitab'ın Rasulullah'a Rabbi hakkında sordukları soruyu dikkate alarak onlara "huvallahu" dedikten sonra "ehad" diyerek nasıl cevap verdiğini görelim:
Bunun manası, Rab yalnızca O'dur. O'nun rububiyetinde hiç kimsenin payı yoktur. Rab aynı zamanda ilah (mabud) da olmalıdır. Çünkü O'nun uluhiyetinde de hiçbir ortağı yoktur.
İkincisi, bunun anlamı şöyle olabilir: Kainatın yaratıcısı yalnızca O'dur. Mahlukunu rızıklandıran ve zor durumda yardım eden de O'dur. Allah'ın bu özelliklerini sizler de kabul ediyorsunuz. Bu özelliklerde hiç kimsenin payı yoktur.
Üçüncüsü, onlar, "O neyden meydana gelmiştir, nesebi nedir, cinsi nedir, kimden miras almış, varisi kim olacak?" diye soruyorlardı. Allah (c.c.) bütün bu soruları sadece bir kelime ile, "ehad" diyerek cevaplandırmıştır. Bunun manası: a) O Allah (c.c.) ezelidir, ebedidir, O'ndan önce ve sonra hiç kimse yoktur. b) Allah'ın benzeri olmadığı için bir cinsi de yoktur. O tektir. c) O'nun Zat'ı vahid değil, ehadtır. O'nda çokluk olmadığına dair hiçbir şüphe yoktur. O'nda parçalanma da mümkün değildir. Hiçbir şekil ve sureti olmadığı için zaman ve mekâna da ihtiyacı yoktur. Rengi ve organları yoktur. O'nda değişiklik de yoktur. O her türlü kesretten pâk ve münezzehtir. Her bakımdan ehadtir. Arapça'da "vahid" kelimesi tek manada kullanılır. Çokluk bir şeyden bir tanesi kastedildiğinde bu kelime kullanılır. Meselâ bir kavim, bir ülke, bir dünya ya da bir kainat gibi. Topluca bir şeyin her parçasına da ayrı ayrı "vahid" denir. Mesela bir kavimden bir insan gibi. Ancak "ehad" kelimesi Allah'tan başkası için kullanılmız. Onun için Kur'an'da nerede "Vahid kelimesi kullanılmışsa, (Ancak bir ilahtır) veya "Allahu vahidu'l kahhar" (Ancak Allah (c.c.) tek kahhardır.) şeklindedir. "Vahid", hiçbir yerde yalnız olarak kullanılmamıştır. Çünkü bu kelime çokluk teşkil eden şeyler için de kullanılır. Bunun tersine, "ehad" kelimesi mutlak olarak yalnız Allah (c.c.) için kullanılmıştır; çünkü yalnız O'nun (c.c) varlığında çokluk yoktur. O'nun vahdaniyeti her bakımdan kamildir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İhlas suresi ayet 2
Allah, Samed 'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır)

Burada "samed" kelimesi kullanılmıştır. Kelimenin harfleri "Sad, mim ve dal"dır. Bu kelimeyi incelediğimizde Arapça'da ne kadar geniş anlam taşıdığını görürüz.
es-Samed: Kastetmek, geniş ve yüksek makam, yüksek satıh, savaşta açlık ve susuzluk hissetmeyen, zor durumda başvurulan reis.
es-Samed: Herşeyden yüksek kısım, kendisinden üstün kimse olmayan en üstün şahıs, itaat edilen ve kendisine danışılmadan hiçbir karara varılamayan reis, ihtiyaç zamanı insanların rücu ettiği reis, daim, yüksek mertebe, hiçbir eksiği olmayan, içine bir şey girmeyen ve çıkmayan sağlam katı bir şey, savaşta açlık ve susuzluk hissetmeyen bir kimse.
el-Musmed: Eksikliği olmayan katı şey.
el-Musammed: Gitmeyi amaçladığı maksad, eksikliği bulunmayan sert bir şey.
Beytun Musammedun: İhtiyaç zamanında rücu edilen ev.
Binaun Musammedun: Yüksek bina.
Samedehu ve Samede ileyhi samden: O şahsa gitmeyi kastetmek.
Asmede ileyhi'l-emr: Muamele ona havale edilmiştir. Muamele, itimat edilen kişiye havale edilmiştir. (Sıhah, Kamus, Lisanu'l-Arab)
Bu lugavî manalara dayanarak, "Allahu es-samed" ayetinin tefsirini sahabe, tabiîn ve sonraki ehl-i ilm aşağıdaki şekillerde yapmışlardır:
Hz. Ali, İkrime ve Ka'b b. Ahbar'a göre "Samed", kendinden üstün hiç kimse olmayan kişi anlamındadır.
Abdullah b. Mesud, İbn Abbas, Ebu Vâil Şakik b. Selma'ya göre, önderliği kâmil olan bir reis anlamındadır.
İbn Abbas'ın diğer bir kavline göre "Samed", musibet veya bir afet geldiğinde herkesin yardım için koştuğu zâtdır. Diğer bir kavline göre, liderliği, şerefi, azameti, cÖmertliği, ilmi ve hikmeti bakımından kâmil olan zâtdır.
Ebu Hureyre'ye göre "Samed"in anlamı, hiç kimseye muhtaç olmayan ve fakat herkesin muhtaç olduğu mustağni bir kimsedir.
İkrime'nin diğer bir kavline göre, bir şeyden türememiş ve kendisinden de bir şey türemeyen kimsedir. Diğer kavline göre, yemeyen ve içmeyen kimsedir. Aynı anlamı taşıyan kavil, Şa'bi ve Muhammed b. Ka'b el-Kurzi'den de menkuldur.
Süddi'ye göre, istenen bir şeyi elde etmek ve musibet sırasında yardım istemek için başvurulan kimsedir.
Saîd b. Cübeyr'e göre, sıfat ve amel bakımından mükemmel kimsedir.
Rubey b. Enes'e göre, üzerine afet gelmeyen kimsedir.
Mukatil b. Hayyan'a göre, eksiği olmayan kimsedir.
İbn Keysan'a göre, sıfatları ile bir başkasının muttasıf olmadığı kimsedir.
Hasan Basrî ve Katade'ye göre, bâki ve zevalsiz olandır. Bunun benzeri bir kavil Mücahid, Muammer ve Murretu'l Hemedanî'den mervidir.
Murretu'l Hemedanî'nin bir diğer kavline göre, ne karar verirse ve ne isterse yapan kimsedir. Onun emir ve kararını kimse gözden geçiremez.
İbrahim Nehaî'ye göre, ihtiyaç zamanında başvurulan kimsedir.
Ebubekir el-Embârî, ehl-i lugat arasında "Samed" kelimesi için, "kendisinden üstünü bulunmayan reis" denildiği konusunda ihtilaf olmadığını söyler. İhtiyaç anında ve zor durumda insanların rücu ettiği reistir. Buna berzer bir kavil ez-Zeccac'dan da nakledilmiştir. Buna göre "Samed", üstünde hiç kimsenin olmadığı ve ihtiyaç olduğunda herkesin güvendiği kimsedir.
Şimdi, birinci cümlede "Allahu ehadun" denilmesinin sebebini düşünelim. "Ehad" kelimesi yalnız Allah'ın Zâtına mahsus olduğun ve başkası için kullanılmayacağından bu kelime "ehadun" yani nekre (belirsiz) şekilde kullanılmıştır. Ama "Samed" kelimesi mahluk için de kullanılabildiğinden "Allah'u es-Samedu", yeni ma'rife (belirli) şekilde "el" takısı ile kullanılmıştır. Yani "gerçek Samed Allah'tır" şeklindedir. Mahluk bir yönden samed olsa da, başka yönden değildir; çünkü fânidir, bâki değildir, parçalara ayrılabilir, taksim edilebilir, bileşik bir yapısı vardır, organları parçalanabilir. Bazı mahluklar ona muhtaç olsa da, o da bir başka bakımdan diğer mahluklara muhtaçtır. Önderliği izafidir, mutlak değildir. Bazılarından üstün olmasına rağmen, bazıları da ondan üstündür. Bazı mahlukun ihtiyaçlarına cevap verse de herkesin ihtiyacını karşılamaya gücü yetmez. Bütün bunların tersine Allah'ın samed olması her bakımından kâmildir. Bütün dünya O'na muhtaçtır. O hiç kimseye muhtaç değildir. Dünyada herşey, her varlık, beka ve ihtiyaç için, şuurlu ve şuursuz olarak O'na rücu eder. Herkesin ihtiyacını O karşılar. O bâkidir, zevalsizdir. Rızklandırır, rızka muhtaç değildir. Tektir, bileşik olmadığı için parçalanamaz ve taksim edilemez. Hâkimiyeti bütün kâinat üzerindedir ve herşeyden üstündür. Onun için Allah (c.c.) sadece Samed değil, asıl samed olandır, "es-Samed"tir. Yani gerçek samed olmak, tüm kemaliyle O'na aittir.
O'nun es-Samed olması, benzersiz ve bir tek olması, hiç kimseye muhtaç olmayıp herkesin O'na muhtaç olması gereken kimse demektir. "Es-Samed" iki ya da ikiden fazla zât olsa, herşeyden müstağni olması ve herkesin ihtiyacına cevap vermesi mümkün olamaz. Ayrıca, O'nun es-Samed olması, mabud olarak da tek olduğunu gösterir. Çünkü insan, ancak muhtaç olduğu kimseyi mabud olarak kabul eder. Bir zât ihtiyaca cevap vermiyorsa, aklı başında hiç kimse ona ibadet etmez.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İhlas suresi ayet 3
O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.

Müşrikler her devirde, İlah'ın da insan cinsinden olduğu düşüncesine sahip olmuşlardır. O düşünceye göre, birçok tanrı vardır. Bunlar, tanrı ve tanrıça şeklinde iki cinstir. İnsanlar gibi evlenirler ve çocuklara sahip olarak nesillerini devam ettirirler. Müşrikler, Alemlerin Rabbı Allah'ı da bu cahilane düşünceler dışında bırakmamışlardır. Allah'a da evlat nispet etmişlerdi. Arapların bu akidesi Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır: Onlar melekleri Allah'ın kızları zannederlerdi. Diğer enbiyanın ümmetleri de bu cehaletten kurtulamamışlardı. Onlar, bazı salih insanları Allah'ın oğulları olarak kabul etmişlerdi. Bu hurafeler her zaman iki tip düşünceyle ifade edilmişti. Bazıları, kimi insanların Allah (c.c.) ile nesebî ilişkileri olduğuna inanmışlardı. Bazıları da kimi insanları Allah'ın evlatığı olarak görmüş, bu yönden oğlu olarak kabul etmişlerdi. Onlar bir kimseyi Allah'ın babası olarak nitelendirmeye ise hiçbir zaman cesaret edememişlerdir. Ancak apaçıktır ve mantıklarının da zarurî sonucudur ki, eğer onlar Allah'ın üremeden münezzeh olduğuna inanmıyorlarsa ve O'nun evladı olmadığı için bir başkasını evlatlık edinmek ihtiyacında olduğunu zannediyorlarsa; o zaman ister istemez Allah'ın da bir kimsenin (hâşâ) evlâdı olabileceğini kabul etmeleri gerekir. Onlar, ilah konusundaki düşünceleri nedeniyle Rasulullah'a önce Allah'ın nesebini, ikinci olarak da bu dünyayı kimden miras aldığını ve varislerinin kim olacağını sormuşlardır.
Bu cahilane düşünceyi tahlil edersek, bunu kabullenen kişinin başka zanları da kabul etmesi gerektiğini anlarız:
a) Eğer Allah (c.c.) bir değilse ve pek çok cins ilahtan biriyse, ayrıca onların ilahlıkları Allah'ın sıfat, fiil ve yetkilerine ortak olmak şeklindeyse, bu durumda Allah'ın sadece evladı değil, evlatlığını da ilah kabul etmek gerekir; çünkü evlatlık ancak aynı cinsten olabilir. Bunun sonucu olarak, Allah'ın cinsinden olan kimsenin de sıfatları inkar edilemez.
b) Eğer erkek ve dişi ilah varsa, çocuk meydana gelebilmesi için aralarında cinsel birleşme olmalıdır. Hâşâ, bu kabul edilirse Allah'ın maddî olduğunu ve bu maddeden bir de karısının bulunduğunu kabul etmek gerekir.
c) İnsanlar fânidir. Bu nedenle nesillerinin devamı için cinsî birleşme yaparak ürerler. Eğer Allah'ın da ürediğine inanılıyorsa, O'nun da (c.c) fâni olduğu (hâşâ) kabul edilmek zorunda kalınır. Bunun yanısıra, üreyen cinslerin bir başlangıç ve sonları vardır. Onlar ne ezelî ne de ebedîdirler. Allah'ın ürediğine inanılırsa, O'nun da bir başlangıcı ve sonu olduğunu kabul etmek zorunda kalınır.
d) Evlatsız bir kimse, kendisine yardımcı olarak bir evlatlık alır. Böylece ölümden sonra kendisine varis olmasını sağlar. Dolayısıyla, eğer Allah (c.c.) için evlatlık kabul edilirse, evlatlık edinmek zorunda kalan insanların taşıdığı bütün zaafları Allah (c.c.) için de kabul etmek zorunda kalınır.
Bütün bu varsayımlar Allah'a "ehad" ve "es-Samed" denilerek kökten çürütülmüştür. Buna rağmen surenin devamında ayrıca "doğurmamış, doğurulmamıştır" denilerek şüpheye hiç mahal bırakılmamıştır. Çünkü bunlar, Allah'ın Zâtı hakkındaki şirkin en önemli sebepleriydi. Onun için Allah, İhlas suresinde bu şirkleri reddetmekle kalmadı, Kur'an'ın değişik yerlerinde çeşitli üsluplar ile bu konuya tekrar tekrar değindi ki, gerçek yerleşsin. Meselâ Nisa suresinde şöyle buyurulmuştur: "Ey Kitap Ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah (c.c.) hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. Allah (c.c.) üçtür demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah (c.c.) yalnız bir tek tanrıdır. (Hâşâ) O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir..." (Nisa:171) . Saffat suresinde de şöyle buyurulmuştur: "İyi bilin, onlar iftiraları yüzünden diyorlar ki, Allah (c.c.) doğurdu; Onlar elbette yalancıdırlar" (Saffat: 151-152) . Yine Saffat suresinde şöyle buyurulmuştur: "O'nunla cinler arasında bir nesep uydurdular. Halbuki cinlere de onların getireceklerini bildirmiştir." (Saffat:158) . Zuhruf suresinde şöyle buyurulmuştur: "Kullarından kendisine bir parça tasarladılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür." (Zuhruf:15) . En'am suresinde de: "Cinleri Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar icat ettiler. Hâşâ, O onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir. Gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur. Herşeyi o yaratmıştır. Ve O herşeyi bilendir." (En'am:100-101) . Enbiya suresinde şöyle buyurulmuştur. "Rahman çocuk edindi, dediler. O yücedir. Hayır onlar, ikram edilmiş kullarıdır." (Enbiya:26) . Yunus suresinde şöyle buyurulmuştur: "Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ, Allah (c.c.) bundan uzaktır.
O zengindir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok. Allah (c.c.) hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?" (Yunus:68) İsra suresinde de: "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı bulunmayan Allah'a hamdolsun de ve O'nu gereği gibi tekbir et." (İsra:111) . Mü'minun suresinde: "Allah onların koştukları vasıflardan uzaktır." (Mü'minun:91) buyurulmuştur.
Bu ayetlerde, Allah'a evlat ve evlatlık nispet edenlerin akideleri her yönüyle reddedilmiştir. Bu akidenin yanlışlığının delilleri de açıklanmıştır. Aynı konuda bu ve diğer ayetler, İhlas suresinin en iyi tefsirleridirler.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İhlas suresi ayet 4
Onun hiçbir dengi yoktur.

"Denk" diye tercüme edilen kelimesi, Ebul Âliye, Ka'bul Ahbar ve Abdullah b. Abbas tarafından "Benzer ve emsal" diye izah edilmiş Mücahid tarafından ise "Eş" manasında izah edilmiştir. Taberi birinci görüşü tercih etmiştir.

Buradaki kelime 'küfüv'dür. Manası "benzer"dir. Aynı rütbeli, eşit anlamlarına da kullanılır. Kainatta hiç kimsenin Allah'ın benzeri olmadığı ve olamayacağıdır. Allah (c.c.) gibi ve aynı rütbede, özelliklerde, fiil ve kudretlerde O'nunla hiç kimse benzer olamaz.

Ebu Hureyre diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) Allah tealanın şöyle buyurduğunu söyledi. "Âdemoğlu beni yalanladı. O böyle yapmamalıydı. O bana sövdü. O, bunu yap*mamalıydı. Onun beni yalanlaması, benim onu ilk yarattığım gibi tekrar dirilte-meyeceğimi söylemesidir. Halbuki ilk yaratma, bana göre tekrar diriltmekten daha kolay değildir. Onun bana sövmesi ise "Allah çocuk edindi.. demesidır. Halbuki ben, doğurmayan ve doğurulmayan, kendisinin hiçbir dengi bulunma*yan Ehad ve Samed'im."
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt