Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İhtilafın Sebebi ve İhtilafı Nasıl Anlamalıyız ?

MuhacirSelman Çevrimdışı

MuhacirSelman

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Selamın Aleykum. Allah azze ve celle müminlere rahmet etsin..

Allah azze ve celle ayette ihtilafa düşmeyin diyor.
Alimler arasında fıkıh konularında ihtilaf var.
Sormak istediğim buradaki ihtilafı nasıl anlamalıyız.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İHTİLAF

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ
عَظِيمٌ

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte böyleleri için büyük bir azab vardır.” (Al-i İmran 105)

إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُواْ دِينَهُمْ وَكَانُواْ شِيَعاً لَّسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ إِنَّمَا أَمْرُهُمْ إِلَى اللّهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
Ey Muhammed fırka fırka olup ta dinlerini parçalayanlarla senin hiç bir ilişkin olamaz. Onların işi Allah’a kalmıştır. Yaptıklarını onlara sonra bildirecektir.” (En'am 159)

وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلاَ يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ{} إِلاَّ مَن رَّحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لأَمْلأنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

Rabbin dileseydi insanları bir tek ummet yapardı Ama ihtilaf edip durmaktadırlar. Yalnız Rabbinin merhamet ettikleri bunun dışındadırlar. (Hud 118-119)


Allah Rasulu (s.a.v) ise şöyle buyurur :
“... Şubhesiz ki sizden evvelki umrnetler ihtilaf ettiler de, ihtilafları kendilerini helak ettiler …. (Buhari , C. 5, S. 5155)



Bir meselede ayrı ayrı görüşlerin ortaya çıkması anlamında terimdir.
Sözlükte "geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek" anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık" gibi mânalara gelir.
Bütün bu anlamlarda çeşitli fiil kalıpları ve türevleriyle Kur"an'da birçok yerde geçen kelime hadislerde de aynı anlamlarda kullanılmıştır.


Terim olarak ihtilâf, "söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir.
Bedreddin el-Aynî ihtilâfı "her kişinin kendi başına bir görüşe sahip olması" şeklinde tanımlar.
İhtilâf ve hilaf terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince fark genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok "farklı bir görüşe sahib olma, farklı görüşlerden birini benimseme" anlamı taşımasına mukabil hilafın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilaf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder. Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan aykırı görüşe hilaf, delile dayanana ise ihtilâf denmiştir.


İslâmî literatürde ihtilâf terimi altında pek çok konuya temas edilmiştir. İnsanların doğuştan getirdiği tabii farklılıklar, ilmî ve felsefî görüş ayrılıkları, siyasî muhalefet ve anlaşmazlıklar, "ihtilâfu'l-hadîs" terkibinde olduğu gibi delillerin karşıtlığı bu konulardan bazılarıdır.
Literatürde kesbî ve gayri kesbî (tabii) olmak üzere iki farklı ihtilâf kavramından da söz edilir. Bunlara "görüşler ihtilâfı" ve "cinsler ihtilâfı" adını veren Ebu Hilâl el-Askerî ve İbn Akil, görüşler ihtilâfını "iki hasımdan birinin görüşünün diğerininkinin aksine olması", cinsler ihtilâfını da "iki şeyden birinin diğerinin yerini tutmasının imkânsızlığı" şeklinde tanımlarlar. (el-Furuk fı'l-luğa, s. 150; el-Vâih, I, 109)
Yaratılıştan olması bakımından "tabii ihtilâf" diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilâfı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Bu tür ihtilâfın dünya ve âhiret nizamının esasını teşkil ettiğini belirten bazı âlimlere göre, "Ummetimin ihtilâfı rahmettir" hadisi(!) (belli bir senedi bulunmayan bu söz uydurmadır) ummetin fertlerinin ilimler ve sanatlar konusunda farklı eğilimlere sahib olmalarını ifade eder. (Seyyid Şerîf el-Curcânî, I, 25-26; Şâtıbî, el-Hişâm, II, 164-165)
Kesbî ihtilâfla fertler ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları kastedilir. Her taraf diğerinin görüşünü yanlış kabul etmekle birlikte görüş ayrılığı ancak asgari muşterekleri bulunan taraflar arasında söz konusu edilebilir ve bu asgari muşterek daima ayrılığa düşülen noktalardan bir üst kategoridir. Fıkhî mezheblerin kendi içlerindeki görüş ayrılıkları da bu kapsamda değerlendirilmelidir.


Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredilmiştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir. (Bakara 213)
Peygamberlerin açıklamalarından sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış (Âl-i İmrân 19, 105; Câsiye 17) ve nihaî hükmün âhirette bizzat Allah tarafından verileceği belirtilmiştir. (Âl-i İmrân 55; Mâide 48; En'âm 164)


İslâm düşüncesinde dinî konulardaki ihtilâfın meşruiyeti inanç konuları ve fıkhî hükümler olmak üzere temelde İki farklı alan göz önüne alınarak değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı, diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte genellikle iki ayrı kategori ortaya konmuştur. Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslâm dışına çıkaracağı hususunda İslâm düşünürleri arasında ittifak varken Allah'ın sıfatları ve iradesi, kaza ve kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid'at olarak değerlendirilmiştir. İslâm düşüncesinde genel eğilim ehl-i kıbleye mensub insanları tekfir etmemek yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı tavırları da İslâm dışına çıkmada yeterli görenler olmuştur. (ehl-i Bid'at; Ehl-i Ehvâ; Ehl-i Kıble)

Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur'an ve Sünnet'in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "muctehedun fîh" denilen içtihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. İhtilâfın sonuçları usul-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alınmış olup bu çerçevede aynı konuda farklı sonuçlara ulaşan muctehidlerden yalnız birinin mi, hepsinin mi isabet etmiş sayılacağı, isabet etmeyenlerin gunahkâr olup olmadığı, mukallidin istediği içtihadı benimsemesinin yahut mezheblerin ruhsatlarını araştırıp uygulamasının cevazı ve yanlış içtihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten herkesin birleştiği şeyleri yapmanın mustehablığı gibi konular anılabilir.

İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilâfın, Sakife günü halife seçiminde yaşanan, bazı uygulamaları sebebiyle Hz. Osman'ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan, Rasul-u Ekrem'in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusunda veya Hz. Peygamber'in ölüm döşeğinde iken tavsiyelerini yazdırmak üzere kâğıt kalem istemesi ve Hz. Ömer'in hastalığın etkisiyle bu istekte bulunduğunu söylemesi üzerine yaşanan ihtilâf olduğuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de, bu ilk ihtilâf tartışmasının bütün İslâm toplumunu ilgilendiren ayrılıklar etrafında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şahıslar arasındaki fıkhî ihtilâfların ise başlangıçtan beri hep var olageldiği bilinmektedir. Ashap Rasulullah döneminde bile içtihadı hükümlerde ihtilâf eder. ancak Peygamber'e muracaatla ihtilâflarını hallederlerdi. Rasul-u Ekram'in vefatından sonra bir ara bulucu kalmadığı için artık herkes kendi görüşünde devam etmiştir. Sahabe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhaliflerine karşı geniş bir tahammul ve hoşgörü sahibiydi; ortaya çıkan yeni bazı meselelerde ihtilâf ettikleri halde her biri diğerinin muhalefetini kınamaksızın caiz görür ve insanları ferdî ictihadlardan engellemeye asla çaba sar-fetmezdi. Şu'ra neticesi üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle birlikte ashab bütün özel hükümlerde icmâ hasıl olmasını da asla savunmazdı.


İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye başlamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür. İlmi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki kategoride ele alan İmam Şafiî, muctehidin muhalifini dinlemekten kaçınmaması gerektiğini, onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir.(er-Risâle, s. 40) Ona göre muctehid, muhalifinin neye dayanarak görüş ileri sürdüğünü ve terkettiği görüşü niçin terket-tiğini anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği görüşün benimsemediği görüşten üstünlüğünü anlayabilsin.(er-Risâle, s. 510 - 511) Ahmed b. Hanbel de öğrencilerinden İshak b. Buhlûl el-Enbârî âlimlerin ihtilâflarına dair eserine Lubâbu'l-ihtilâf adını verdiğinde, bunun yerine Kitâbu's-Sea (genişlik, izin) ismini vermesini tavsiye ederek ihtilâfın musbet bir şey olduğunu vurgulamıştır.(İbn Muflih, I, 248)

Fıkhî konularda ihtilâfın meşruiyeti II.(VIII.)yüzyıldan itibaren sorgulanmaya başlanmıştır. Kur'an'dayer alan, ihtilâf ve tefrikaya düşmeyi kötüleyen genel anlamdaki âyetleri (Âl-i Imrân 39; Nisâ 82; Şu'râ 13; Beyyine 4) göz önünde bulunduran Muzeni, İshakel Mevsılî, Câhiz, Zahirîler, Şîa ve Bâtınîler ihtilâfın dinde yeri bulunmadığını, aksine uzlaşmanın ve birlik olmanın emredildiğini savunmuşlardır. Ancak Bâtı-nîler. masum imam anlayışları gereği fakihlere ictihad hakkı tanımadıkları için bunun sonucu olan ihtilâfı da kesinlikle reddederken ihtilâfa karşı olanların önemli bir kesimi ictihad neticesi farklı görüşler benimsenmiş olmasına değil deliller ortaya çıktıktan sonra İhtilâf halinin sürdürülmesine karşıdırlar ve uzlaşmaya varmak için çareler aramanın gerekliliği üzerinde dururlar. Nitekim İbn Hazm, dinde ihtilâfın caiz olmadığını söylerken bununla Allah ve Rasulu'nun emrine muhalefetin asla caiz olmadığını ve Peygamber aracılığıyla Allah'tan gelen şeyde çelişme bulunmadığını ifade etmek istediğini belirtir.(el-Ahkâm,V, 70)

Ona göre sahabe neslinden muctehidler nesline kadar nasîan unutmak ya da bilmemek, deliller arasında tercihte bulunmak gibi sebeplerle ihtilâf edenlerden isabet eden iki, isabet edemeyen bir olmak üzere sevab kazanır. Çünkü Allah herkesi gücü nisbetinde sorumlu tutar. Ancak hadisler derlendikten sonra hâlâ ihtilâfı sürdürenler mazur değildi.(el-Ahkâm,II, 128)

İhtilâfın meşruiyetini savunanlara göre Kur'an'da muteşâbih, muşterek ve mecazi lafızların varlığı insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâf gayri meşru olsaydı bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup insanların farklı kapasitelere sahib bulunmaları sebebiyle ihtilâfadüşmeleri kaçınılmazdır. Peygamber'in. Kur'an ve Sunnet'te cevabını bulamadıkları konularda sahabeye verdiği ictihad izninin de ihtilâfa sebeb olacağı gayet açıktır. İctihadda isabet eden kimsenin iki. hata edenin bir sevab kazanacağını ifade eden hadiste (Buhârî, İ'tisâm, 13, 21; Muslim, "Akziye", 15) hata edene bir sevab verilmesi ihtilâfın tasvib edildiğini gösteren bir başka delildir.

Karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri, hakkında sadece bir mânaya ihtimali olan aklî yahut naklî bir delilin bulunduğu hükümlerde, zanla yetinilmeyip kesin bilgiye ulaşılması şart koşulan tevhid ve Hz. Peygamber'e iman gibi dinin temeli sayılan konularda aykırı görüş belirtmenin, icmâ gerçekleştikten sonra ona muhalefet etmenin veya devlet başkanlarına, valilere ve kadılara karşı gelmenin yahut içtihada ehil olmayanların re'y ihtilâfının yasaklandığı şeklinde anlamak gerekir. Dinin furû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değildir. Belli bir konuda insanların farklı durumlarına görefarklı hükümler koyan naslar bulunduğuna göre bu tür konular' da görüş ayrılıklarına yol açacak içtihadın caiz olması imkânsız değildir. İhtilâfın tamamı kötü olsaydı şeriatın naslarda açıkça belirtilen ahkâmında ihtilâfın da caiz olmaması gerekirdi. Nasta emsali caiz olan ictihadda da caizdir.(Cessâs, Ahkâmu'l'Kur'ân, 314)


İslâm'da usul (akaid) konularında ve genel ilkelerde(kulliyat)ihtilâf doğru karşılanmazken fıkhî konularda muctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları musamaha ile karşılanmış ve, "Hata ihtimaliyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma ihtimaliyle beraber muhalifimizin mezhebi hatadır" şeklinde formüle edilen bu anlayış, bazı istisnalar dışında İslâm âleminde geniş kabul görmüştür.

Avn b. Abdullah, "Peygamber'in ashabının ihtilâf etmemiş olmasını istemezdim. Zira bir şeyde birleşmiş olsalardı bir kimse onu terkettiğinde sünneti terketmiş, ihtilâf ettiklerinde ise onlardan birinin görüşünü esas alsa yine sünnete uymuş olur" diyerek ihtilâfın dini yaşamayı kolaylaştırdığını vurgulamıştır. (Dârimî, "Mukaddime", 52)



Fıkhî konularda ihtilâfların sebeblerinden bazıları şunlardır:


1.Usul farklılığı :

Sarih bir nas bulunmaması halinde re'y, kıyas, istihsan, istislâh, örf gibi kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme esas alınıp alınmaması ya da mursel rivayetlerin delil teşkil edip etmemesinde olduğu gibi delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.


2.Usulun meselelere tatbikindeki farklılık:

A ynı usul benimsenmiş olsa bile karşılaşılan meselede bu usulun nasıl uygulanabileceğine ilişkin olarak ortaya çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas alınan nassın nasıl anlaşılacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu cümleden olarak emir ya da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise vucûb mu mendubluk mu, yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği hususuyla ilgili yaklaşım farklılığı anılabilir.


3.Hadisin ulaşıp ulaşmaması:

Çok az kimse tarafından nakledilmiş olması dolayısıyla bir hadisin muctehide ulaşmaması yahut sahih olmayan bir yolla ulaşması ve onun da nasların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp diğerine ulaşmaması; her muctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm vermesi yahut her iki hadis de ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldıran (nâsih) hadisin bilinmemesi durumu.


4.İçtihada dayalı hüküm verilmiş olan konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle ictihadlarında değişiklik olması:

Meceille'de (madde 39)"Ezmânın tegayyuruyle ahkâmın tegayyuru inkâr olunamaz" şeklinde ifade edilen maddede kastedilen bu tür ictihad değişiklikleridir. Burada delil ve huccetten kaynaklanan bir ihtilâf söz konusu değil sadece dönem farkından doğan ihtilâf söz konusudur. Ebu Hanîfe ve iki öğrencisi arasındaki ihtilâfların bir kısmı mezhebin daha sonraki âlimleri tarafından bu tür ihtilâftan sayılmıştır. (Kemalpaşazâde, s. 231-233)


İhtilâfı rahmet olarak gören genel müslüman kitle arasında fıkıh konularındaki ihtilâfların uygulamaya yansıması dönemlere, ferdî ve kamusal alana göre farklılıklar göstermiştir. İslâm'ın ilk iki asrında ferdî alanda insanlar diledikleri âlimlere meselelerini sorar ve verilen cevaplar içinde dilediklerini uygularlardı, el-Muvatta'ı kanun kitabı haline getirme teşebbusu karşısında İmam Mâlik'in sarfettiği, "Âlimlerin ihtilâfı yüce Allah'ın bu ümmete bir rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana uyar, herkes doğru yoldadır ve herkes Allah'ın rızâsını aramaktadır" sözü (Aclunî, I, 66) o dönemde İslâm toplumunda yaşanan vakıanın bir tesbitidir.

Mezheblerin teşekkuluyle belli bir mezheb içinde yetişen kimselerin bir bütün olarak başka mezhebe geçmesi ya da bazı konularda diğer mezheblerden faydalanması yolu açıktı. Daha sonra mezheblerin kurumsallaşmasının ardından bu imkânın sınırları "taklid, iltizam, intikal, telfık" gibi başlıklar altında tartışmaya açılmıştır. X. (XVI.) yüzyıl âlimlerinden Abdulvehhâbeş-Şa'rânî, dört mezhep arasındaki bütün İhtilâfları tahfif (ruhsat) ve teşdîd (azimet) kategorileri içinde değerlendirerek kişilerin durumlarına göre bunları uygulayabileceğini belirtir ve bütün fıkıh konularını tek tek bu açıdan ele alır. Kamusal alanda ise klasik dönemde kadılar muctehid sayıldığı için ihtilaflı konularda belli bir görüşle hüküm vermek mecburiyetleri yoktu. Zamanla muctehid olmayan kadılar tayin edilmeye başlayınca belli bir mezhebe muntesiblik arandı. Ancak bu kadı'ların mezheb içindeki farklı ictihadlardan istifade imkânları vardı. Memlükler döneminde her merkeze dört mezhep kadısı göndermek suretiyle farklı mezhep ictihadlarmin yürürlükte olmasına imkân tanınmıştır. Osmanlı devrinde ise bazı istisnaî konular dışında Hanefî mezhebine göre hüküm veriliyordu. Modern zamanlarda İslâm dünyasında kanunlaştırma hareketlerinin başlamasıyla hukuk birliğini sağlama gayesine yönelik olarak bazı düzenlemelere gidilince muhtelif ictihadlardan istifade edilmiş, ancak hâkimin kanun metni dışına çıkması engellenmiştir. (Mecelle, md. 1801)


Osmanlı hâkimleri, Hanefî mezhebine göre hüküm vermeye memur olmakla beraber farklı mezheplerden müslümaniarın yaşadığı İrak, Hicaz ve Yemen gibi bölgelerde halkın mensub bulunduğu mezhebin âlimleri arasından birinin hakem tayin edilerek hüküm vermesi ve padişah tarafından tayin edilen Hanefî hâkimin bu hükmü tasdik ve tenfîz etmesi ilkesi getirilmişti. (Ali Haydar, IV, 694-695; farklı mezheblerden kadıların verdikleri ihtilaflı hukuk davalarının halli hakkında a.g.e., IV, 699, 796-799)



İhtilâfları İslâm toplumu için ciddi bir tehlike olarak gören bir kısım âlimler ve siyasetçiler bunların çözümü için bazı usuller teklif etmiştir. Bunlardan bilinen en eski teklif, Basra'da insanlar arasında anlaşmazlıkları giderip onları barıştırma çabalarıyla tanınan Humeyd et-Tavîl'e aittir.


Humeyd, Emevî Halifesi Ömer b. Abdulazîz'e toplumda birlik sağlamayı teklif edince halife ihtilâfların bulunmasını hoş karşıladığını belirterek yönetimi altındaki eyaletlere mektup gönderip kendi bölgelerinin fakihlerinin birleştikleriyle hüküm vermelerini emretti.(Dârimî,"Mukaddime", 52)


İbnu'l-Mukaffa'a ait çözüm önerisi daha sistematiktir. Tabiîn neslinden itibaren teşekkul eden Hicaz ve Irak ekolleri, hatta aynı ekolun mensubları arasında dahi pek çok fıkhî meselede görüş ayrılıklarının bulunduğuna ve birbirine zıt görüşlerin mahkemelerde hükme esas teşkil ettiğine dikkat çeken İbnu'l-Mukaffa', toplumda hukuk birliğinin sağlanması gayesiyle ihtilâfların devlet eliyle derlenip bunlar arasından bir kanun metni hazırlanması için Halife Ebu Ca'fer el-Mansur'a bir teklif götürdü. Risale fi'ş-şahâbe adlı eserde kanun metni haline getirme teşebbusunde bulunmuştur. Ancak hukukçuların görüşlerine rağmen siyasî otoritenin görüşüne üstünlük tanıyan bu proje gündeme geldiğinde ulemâ derhal tepki gösterdi. Daha sonra Halife Hârunu'r reşîd, bu amaçla Başkadı Ebu Yusuf a özellikle vergi ve ceza hukuku konularına dair olarak Kitâbu'1-Harâcı yazdırdı.


Muzenî, Fesâdu't-taklîd adlı eserinde ihtilâfların hallini akademik bir yolla çözüme kavuşturmayı teklif eder. Ona göre ihtilâf halinde şûra usulune başvurularak doğru çözüm aranmalıdır. Bunun için devlet başkanı devrin âlimlerini bir araya getirir ve ihtilâf konusu hakkında tartışmalarına zemin hazırlar. Devlet başkanı bunu gerçekleştirmezse fetva konusunda otorite olan âlim, ulemâyı toplayarak aynı şekilde tartışma ortamı teşkil eder. (Zerkeşî. VI, 232-233)

 
MuhacirSelman Çevrimdışı

MuhacirSelman

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun hocam ihtilafı anladım alimler arasında usul farkı hadisin ulaşıp ulaşmaması ve diğer ihtilaf sebeplerini az çok anladım.
Hocam şimdi alimler arasındaki fıkhi ihtilaflarda iki tarafında sahih kaynakları olsa müslümanın buradaki ihtilaf konusunda seçmesi serbest olur mu

Ben aşağıdaki yazıdan seçmenin serbest olduğunu anladım, ama yanlış mı anladım acaba diyip tereddütte kaldım.

Avn b. Abdullah, "Hz. Peygamber'in ashabının ihtilâf etmemiş olmasını istemezdim. Zira bir şeyde birleşmiş olsalardı bir kimse onu terkettiğinde sünneti terketmiş. ihtilâf ettiklerinde ise onlardan birinin görüşünü esas alsa yine sünnete uymuş olur" diyerek ihtilâfın dini yaşamayı kolaylaştırdığını vurgulamıştır. (Dârimî, "Mukaddime", 52)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Anladığın mana doğrudur. Ulemaların sahih kaynaklara rağmen ihtilaf etmesi durumunda, görüşlerin Kur'an ve sunnetteki zahiri anlayışa en yakın olanıyla birlikte, Kalbin yatıştığı görüşü benimsemelidir.
 
Üst Ana Sayfa Alt