Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Duyuru İmam Eşari Ne Kadar selefi

T Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah suphanehu hepimize hakkı göstersin Eselamu aleyküm Aylardır okumuş olduğum bütün akide kitapları bu yazıyı destekliyor. Delilleri (ekran görüntüleri) ile hepsini paylaşacağım inşAllah

İtikadi mezhebler ve selefilik üzerine, Muhammed salih Ekinci Hoca İle mülakat

Selef mezhebi nedir? "Ben selef mezhebindenim" diyen insanlarla karşılaşıyoruz. Selefilik ne demektir? Bunları açıklamanızı rica ediyoruz.

-Aslında bu sual, sorulacak bir sual değildir. Çünkü Selef, selef-i salihindir. Selef-i Salihinin de mezhepleri bellidir. "Selef" kelimesinin asıl manasına baktığımızda böyle bir soru, tuhaf bir sorudur.

Ama hal-i hazır durum itibarıyla insanların gruplaşması ve bazı insanların "biz selef mezhebindeniz" diye iddia etmesi bu soruyu sormayı zaruret haline getirmiştir. Çünkü ahval karışmıştır. Herkes selef mezhebinden olduğunu iddia etmektedir. Bunların hangisi doğrudur, hangisi doğru değildir? Bu mesele, böyle bir soruyu karşımıza çıkarmaktadır. Yoksa böyle bir soru abestir.

Cevaba geçmeden önce şunu açıklamak istiyorum ki, geçen sene "Ebul Hasan Eş'ari akidesi" hakkında Mısır'daki Ezher Üniversitesi, Uluslarası âlimleri buluşturan bir toplantı tertip etmişti. İslam âleminden yaklaşık 300 tane âlim toplantıya davet edilmişti. Bizi de konuşmacı olarak davet etmişler ve konu olarak şunu tensip etmişlerdi; "Akidetü'l İmam Eş'ari eyne hiye min Akaid-i Selef"(İmam Eş'ari'nin akidesi Selef Akidesinin neresindedir?)

Zaten toplantının mihveri bu mevzu idi. Diğer mevzular bunun etrafında idiler. Onlar bizden bir yazı istemişlerdi. Cenab-ı Hak muvaffak etti, bir kitap hazırladık. Hatta bu onların da tuhafına gitti. Şeyh'ül Ezher dedi ki, "Biz bir bahis istedik. O bize bir kitap getirdi." Elhamdülillah o kitap da çok makbule geçti, çok takdir edildi.

Kitabın öncelikli konusu selef akidesinin ne olduğu idi. Zira bu husus bilinmeden İmam Eş'ari'nin akidesinin ne olduğu da anlaşılmazdı. Onun için kitapta etraflıca Selef akidesinin ne olduğunu açıkladık.

Selef akidesini
asıl kaynaklardan aldık. Selefi ve selef akidesini temsil edenler kimlerdir? Üç Kurundaki(Asr-ı saadetle beraber üç asırdaki) Ehl-i Sünnetin büyük âlimleri, büyük müçtehidleridir. Tabii en başta Sahabe-i Kiram geliyor. Sonra tabiin, sonra Tebe-i tabiin..En belirgin olarak dört imam(Ebu Hanife, Şafii, Malik ve Ahmed bin Hanbel) ve dört imamın akidesini yazan insanlar geliyor. Bu zatlar selef akidesini temsil ediyorlar ve onların yazdıkları da selef akidesini temsil eden kitaplar sayılıyor.

Bundan dolayı, selef akidesinin ne olduğunu tespit etmemiz için İmam Ebu Hanife'nin Fıkh'ul Ekber'inden alıntı yaptık. Tabii İmam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'ini bizzat kendisinin mi yazdığı yoksa sonradan mı yazıldığı tartışmalı bir husustur. Ama alaküllihal sonradan yazılmış ise de, İmam Ebu Hanife'nin akidesinin doğru olarak orada yazılı olduğu herkesin kabul ettiği bir meseledir. Bizim için de önemli olan odur.

Sonra İmam Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini kendi eserlerinden aldık. Er Red alel Cehmiyye ve özellikle akaidle alakalı yazdığı bir eseri var, ondan malumat aldık. Bir de Hanefi âlimi İmam Tahavi'nin Akidetü Tahaviye adlı eseri var. Tahaviye, bütün Ehl-i Sünnetin kabul ettiği bir kitaptır. Ondan da aldık. Kendisi bu kitabın başında bu kitapta yazdığı akidenin İmam Ebu Hanife ve İmameyn(İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) akidesi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bu zatların ise selef akidesi imamlarının önde gelenlerinden olduğu herkesin malumudur.

Sonra İmam Ebu Hasan Eş'ari'den de aldık. Ve onun akidesinin ne olduğunu kitaplarından topladık. İmam Ebul Hasan Eş'ari'den aldığımız yerlerle, selefi salihinin yukarıda bahsettiğimiz yerlerdeki görüşlerini karşılaştırdık.

Böylece hem selef akidesinin ne olduğunu tespit ettik. Hem de İmam Eşari'nin akidesinin selef akidesinin neresinde olduğu bu kitabımızda tamamıyla tespit edildi. Bu kitapta şöyle bir karar verdik –ki itiraz eden de olmadı-İmam Ebul Hasan Eş'ari'nin akidesi tamamen selef akidesinin kendisidir. Bir muhalefet yoktur.

Ama burada şöyle önemli bir nokta var; İnsanlar öyle zannediyorlar ki, selef âlimleri akideyle ilgili tüm meselelerde müttefik idiler. Bak, "akide" demiyorum. "Akideyle ilgili meseleler" diyorum. Selef, akidede bir idiler. Ama akidenin aslına taalluk etmeyen birçok meselede ihtilaf etmişlerdir.

Peki, "selef akidesi" nedir? Bu zatların ittifak ettiği ana meselelerdir. Ama ihtilaf ettikleri meselelere biz "selef akidesi" demiyoruz, "selefin mezhepleri veya görüşleri" diyoruz. Mesela meşhur "tevil" meselesi. "Selef te'vil etmemiştir, halef tevil etmiştir" deniyor. Bu yanlış bir sözdür. Selefin çoğu te'vil etmemiştir. Ama seleften sahabeden başlayıp İmam Ahmed bin Hanbel'e gelinceye kadar birçokları nassları tevil etmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel'in kendisi dahi bir kısım meseleleri tevil etmiştir. Yani tefvid(müteşabih nassları te'vil etmeme) selefin cumhurunun mezhebi olduğu gibi, te'vil de seleften bir gurubun mezhebidir. Her ikisi de akidenin ana meseleleri içinde değildir. Bu, selef arasında ihtilaflı, fer'i bir meseledir.

Bir de istidlal(delil getirme) konusu vardır. Selef, akidede ihtilaf etmemişlerdir. Ama akide üzerinde istidlal etme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çünkü Ehl-i Sünnet olan selef iki gurup idi;

1-Ehl-i eser

2-Ehl-i nazar

Birincisi,
tamamen nakillere bağlı, yani akli delillere önem vermeyen, bahusus kelam ilminden huzursuz olan, insanları ondan tenfir ettiren bir guruptu. Bunlara ehl-i eser denilir.

-Ehl-i hadis de deniliyor değil mi?

-Evet, Ehl-i hadis de deniliyor.

Ehl-i nazar
ise, ehl-i bid'at fırkalara ve gayr-i müslimlere karşı mücadele eden guruptur. Ehl-i eser o fırkalara karşı pek fazla mücadele vermemiştir ve verememiştir. Ehl-i nazar gurubu ise, Ehl-i Sünnet akidesini hem akli hem de nakli delillerle ispatlamışlar, öte yandan da ehl-i bidat fırkalara ve gayr-i müslimlere cevaplar yazmışlar, onların hücumlarını def etmişler, reddiyeler yazmışlar ve bu husustaki ihtisaslarıyla üstünlük kazanmışlardı.

Ehl-i hadis akide üzerine delil getirirken genelde nasslarla iktifa etmişler ve "Bu böyledir. Zira Cenab-ı Hak böyle demiştir. Peygamber (aleyhisalatu vesselam) şöyle demiştir" demekle yetinmişlerdir.

Ehl-i nazar ise, nakli deliller yanında akli deliller üzerinde durmuşlar ve onlardan deliller getirmişlerdir. Bazı meselelerde felsefi delillere de yer vermişlerdir. Bunun sebebi, karşılarındaki insanların felsefe ile uğraşmasaydı. Onlar felsefeyi İslam'a karşı kullanıyorlardı. Felsefeyi kullanarak müminlerin akidesine şüpheler getiriyorlardı. Onun için Ehl-i Nazar dediğimiz gurup da felsefe ile meşgul olmaya, felsefenin istidlal metod ve üsluplarını öğrenmeye mecbur olmuşlar, onların delilleri nevinden deliller getirerek yine onlara cevap vermişlerdir. Böyle yapmasalar onları ilzam edemezlerdi. Böylece onlar felsefeye girmeyi kendilerini mecbur bilmişlerdir.

Bak, burada ihtilaf nerede oldu? İstidlal konusunda oldu. Ehl-i hadis nüsus(nasslar; ayet ve hadis) ile iktifa ediyor veya icma ile iktifa ediyordu. Çünkü akidenin kaynağı Kitaptır, Sünnettir, İcma'dır. Başka yoktur. Bu meselede Kıyas diye bir şey yoktur, Maslahat diye bir şey yoktur. Veya Mesalih-i Mürsele diye bir şey yoktur. Sadece Kitap, Sünnet vardır. İcma varsa da, zayıftır. Asıl olan ise Kitaptır.

Niçin " Akide konusunda asıl olan Kitaptır" diyoruz? Çünkü Cenab-ı Hak İslam akidesini tamamen Kur'an-ı Kerim'de açıklamıştır. Hem çok tekrarlamış, hem de akli delillerle birlikte beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim akideyi beyan ederken akli delillerle birlikte, karşı tarafı tamamen tatmin edecek, kafasını ikna edecek, rahatlatacak delillerle birlikte beyan etmiştir. Böylece akidenin yüzde doksan dokuzunu Cenab-ı Hak beyan etmiştir. Bundan dolayı esas olan Kitaptır.

Sünnet de delildir. Hatta haber-i vahid de akidede delildir. Kelamcıların meşhur bir sözü vardır ki kitaplarında dolaşıyor; "haber-i vahid akidede delil değildir" derler. Bu söz yanlış anlaşılıyor. Zannediliyor ki haber-i vahid'in akidede hiçbir değeri yoktur. Hâlbuki mütekellimler bu sözle bunu kastetmemişlerdir.

Peki, neyi kastetmişlerdir? Kastettikleri şudur; haber-i vahid zanni olduğundan dolayı, yakini ifade etmediğinden dolayı kesin bir delil değildir. Yani ona muhalefet edenin, kabul etmeyenin kâfir olduğu delil gibi bir delil değildir.

Ama delildir. Nasıl delildir? Yecibu itikadu muktedahu; İktiza ettiği şeye inanmak vaciptir. İnanmayan insan günahkâr, bidatçi oluyor. Yani delildir, ama muhalefeti küfrü gerektiren bir delil, bir hüccet değildir.

-Mesela şöyle diyor bazıları; "Mehdi ile ilgili haberler haber-i ahad olduğundan, Mehdi'nin çıkacağına inanmak vacip değildir."

- Vaciptir. Delilleri kuvvetlidir. Ama bir insan Mehdi'nin çıkacağına inanmasa kâfir olmaz. Yoksa bazı Profesörlerin zannettiği gibi hiçbir değeri olmayan bir mesele demek değildir.

Hâlbuki Kelamcılar birçok yerde haber-i vahid ile istidlal ediyorlar. Bahusus ölümden sonraki âlemle alakalı meselelerde ve başka meselelerde haber-i vahidi çok kullanıyorlar. Hiçbir değeri olmasa neden kullansınlar?

-Mesela Kabir azabına dair rivayetler gibi..

-Tabii tabii.. Çok kullanıyorlar. Ki, Taftezani açıkça Şerh-ül Makasıd'da bu durumu dile getiriyor ve haber-i vahid için "Haber-i vahid sahih olduktan, muarızı olmadıktan sonra ona inanmayan günahkâr olur" diyor.

Nasıl ki akidede Kitap delildir, haber-i mütevatir delildir, öyle de sabit olduktan sonra haber-i vahid de akidede delildir, ama zanni bir delildir.
Yani onu kabul etmeyen bidatçı ve fasık olur
 
T Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah suphanehu hepimize hakkı göstersin Eselamu aleyküm Aylardır okumuş olduğum bütün akide kitapları bu yazıyı destekliyor. Delilleri (ekran görüntüleri) ile hepsini paylaşacağım inşAllah

İtikadi mezhebler ve selefilik üzerine, Muhammed salih Ekinci Hoca İle mülakat

Selef mezhebi nedir? "Ben selef mezhebindenim" diyen insanlarla karşılaşıyoruz. Selefilik ne demektir? Bunları açıklamanızı rica ediyoruz.

-Aslında bu sual, sorulacak bir sual değildir. Çünkü Selef, selef-i salihindir. Selef-i Salihinin de mezhepleri bellidir. "Selef" kelimesinin asıl manasına baktığımızda böyle bir soru, tuhaf bir sorudur.

Ama hal-i hazır durum itibarıyla insanların gruplaşması ve bazı insanların "biz selef mezhebindeniz" diye iddia etmesi bu soruyu sormayı zaruret haline getirmiştir. Çünkü ahval karışmıştır. Herkes selef mezhebinden olduğunu iddia etmektedir. Bunların hangisi doğrudur, hangisi doğru değildir? Bu mesele, böyle bir soruyu karşımıza çıkarmaktadır. Yoksa böyle bir soru abestir.

Cevaba geçmeden önce şunu açıklamak istiyorum ki, geçen sene "Ebul Hasan Eş'ari akidesi" hakkında Mısır'daki Ezher Üniversitesi, Uluslarası âlimleri buluşturan bir toplantı tertip etmişti. İslam âleminden yaklaşık 300 tane âlim toplantıya davet edilmişti. Bizi de konuşmacı olarak davet etmişler ve konu olarak şunu tensip etmişlerdi; "Akidetü'l İmam Eş'ari eyne hiye min Akaid-i Selef"(İmam Eş'ari'nin akidesi Selef Akidesinin neresindedir?)

Zaten toplantının mihveri bu mevzu idi. Diğer mevzular bunun etrafında idiler. Onlar bizden bir yazı istemişlerdi. Cenab-ı Hak muvaffak etti, bir kitap hazırladık. Hatta bu onların da tuhafına gitti. Şeyh'ül Ezher dedi ki, "Biz bir bahis istedik. O bize bir kitap getirdi." Elhamdülillah o kitap da çok makbule geçti, çok takdir edildi.

Kitabın öncelikli konusu selef akidesinin ne olduğu idi. Zira bu husus bilinmeden İmam Eş'ari'nin akidesinin ne olduğu da anlaşılmazdı. Onun için kitapta etraflıca Selef akidesinin ne olduğunu açıkladık.

Selef akidesini
asıl kaynaklardan aldık. Selefi ve selef akidesini temsil edenler kimlerdir? Üç Kurundaki(Asr-ı saadetle beraber üç asırdaki) Ehl-i Sünnetin büyük âlimleri, büyük müçtehidleridir. Tabii en başta Sahabe-i Kiram geliyor. Sonra tabiin, sonra Tebe-i tabiin..En belirgin olarak dört imam(Ebu Hanife, Şafii, Malik ve Ahmed bin Hanbel) ve dört imamın akidesini yazan insanlar geliyor. Bu zatlar selef akidesini temsil ediyorlar ve onların yazdıkları da selef akidesini temsil eden kitaplar sayılıyor.

Bundan dolayı, selef akidesinin ne olduğunu tespit etmemiz için İmam Ebu Hanife'nin Fıkh'ul Ekber'inden alıntı yaptık. Tabii İmam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'ini bizzat kendisinin mi yazdığı yoksa sonradan mı yazıldığı tartışmalı bir husustur. Ama alaküllihal sonradan yazılmış ise de, İmam Ebu Hanife'nin akidesinin doğru olarak orada yazılı olduğu herkesin kabul ettiği bir meseledir. Bizim için de önemli olan odur.

Sonra İmam Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini kendi eserlerinden aldık. Er Red alel Cehmiyye ve özellikle akaidle alakalı yazdığı bir eseri var, ondan malumat aldık. Bir de Hanefi âlimi İmam Tahavi'nin Akidetü Tahaviye adlı eseri var. Tahaviye, bütün Ehl-i Sünnetin kabul ettiği bir kitaptır. Ondan da aldık. Kendisi bu kitabın başında bu kitapta yazdığı akidenin İmam Ebu Hanife ve İmameyn(İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) akidesi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bu zatların ise selef akidesi imamlarının önde gelenlerinden olduğu herkesin malumudur.

Sonra İmam Ebu Hasan Eş'ari'den de aldık. Ve onun akidesinin ne olduğunu kitaplarından topladık. İmam Ebul Hasan Eş'ari'den aldığımız yerlerle, selefi salihinin yukarıda bahsettiğimiz yerlerdeki görüşlerini karşılaştırdık.

Böylece hem selef akidesinin ne olduğunu tespit ettik. Hem de İmam Eşari'nin akidesinin selef akidesinin neresinde olduğu bu kitabımızda tamamıyla tespit edildi. Bu kitapta şöyle bir karar verdik –ki itiraz eden de olmadı-İmam Ebul Hasan Eş'ari'nin akidesi tamamen selef akidesinin kendisidir. Bir muhalefet yoktur.

Ama burada şöyle önemli bir nokta var; İnsanlar öyle zannediyorlar ki, selef âlimleri akideyle ilgili tüm meselelerde müttefik idiler. Bak, "akide" demiyorum. "Akideyle ilgili meseleler" diyorum. Selef, akidede bir idiler. Ama akidenin aslına taalluk etmeyen birçok meselede ihtilaf etmişlerdir.

Peki, "selef akidesi" nedir? Bu zatların ittifak ettiği ana meselelerdir. Ama ihtilaf ettikleri meselelere biz "selef akidesi" demiyoruz, "selefin mezhepleri veya görüşleri" diyoruz. Mesela meşhur "tevil" meselesi. "Selef te'vil etmemiştir, halef tevil etmiştir" deniyor. Bu yanlış bir sözdür. Selefin çoğu te'vil etmemiştir. Ama seleften sahabeden başlayıp İmam Ahmed bin Hanbel'e gelinceye kadar birçokları nassları tevil etmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel'in kendisi dahi bir kısım meseleleri tevil etmiştir. Yani tefvid(müteşabih nassları te'vil etmeme) selefin cumhurunun mezhebi olduğu gibi, te'vil de seleften bir gurubun mezhebidir. Her ikisi de akidenin ana meseleleri içinde değildir. Bu, selef arasında ihtilaflı, fer'i bir meseledir.

Bir de istidlal(delil getirme) konusu vardır. Selef, akidede ihtilaf etmemişlerdir. Ama akide üzerinde istidlal etme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çünkü Ehl-i Sünnet olan selef iki gurup idi;

1-Ehl-i eser

2-Ehl-i nazar

Birincisi,
tamamen nakillere bağlı, yani akli delillere önem vermeyen, bahusus kelam ilminden huzursuz olan, insanları ondan tenfir ettiren bir guruptu. Bunlara ehl-i eser denilir.

-Ehl-i hadis de deniliyor değil mi?

-Evet, Ehl-i hadis de deniliyor.

Ehl-i nazar
ise, ehl-i bid'at fırkalara ve gayr-i müslimlere karşı mücadele eden guruptur. Ehl-i eser o fırkalara karşı pek fazla mücadele vermemiştir ve verememiştir. Ehl-i nazar gurubu ise, Ehl-i Sünnet akidesini hem akli hem de nakli delillerle ispatlamışlar, öte yandan da ehl-i bidat fırkalara ve gayr-i müslimlere cevaplar yazmışlar, onların hücumlarını def etmişler, reddiyeler yazmışlar ve bu husustaki ihtisaslarıyla üstünlük kazanmışlardı.

Ehl-i hadis akide üzerine delil getirirken genelde nasslarla iktifa etmişler ve "Bu böyledir. Zira Cenab-ı Hak böyle demiştir. Peygamber (aleyhisalatu vesselam) şöyle demiştir" demekle yetinmişlerdir.

Ehl-i nazar ise, nakli deliller yanında akli deliller üzerinde durmuşlar ve onlardan deliller getirmişlerdir. Bazı meselelerde felsefi delillere de yer vermişlerdir. Bunun sebebi, karşılarındaki insanların felsefe ile uğraşmasaydı. Onlar felsefeyi İslam'a karşı kullanıyorlardı. Felsefeyi kullanarak müminlerin akidesine şüpheler getiriyorlardı. Onun için Ehl-i Nazar dediğimiz gurup da felsefe ile meşgul olmaya, felsefenin istidlal metod ve üsluplarını öğrenmeye mecbur olmuşlar, onların delilleri nevinden deliller getirerek yine onlara cevap vermişlerdir. Böyle yapmasalar onları ilzam edemezlerdi. Böylece onlar felsefeye girmeyi kendilerini mecbur bilmişlerdir.

Bak, burada ihtilaf nerede oldu? İstidlal konusunda oldu. Ehl-i hadis nüsus(nasslar; ayet ve hadis) ile iktifa ediyor veya icma ile iktifa ediyordu. Çünkü akidenin kaynağı Kitaptır, Sünnettir, İcma'dır. Başka yoktur. Bu meselede Kıyas diye bir şey yoktur, Maslahat diye bir şey yoktur. Veya Mesalih-i Mürsele diye bir şey yoktur. Sadece Kitap, Sünnet vardır. İcma varsa da, zayıftır. Asıl olan ise Kitaptır.

Niçin " Akide konusunda asıl olan Kitaptır" diyoruz? Çünkü Cenab-ı Hak İslam akidesini tamamen Kur'an-ı Kerim'de açıklamıştır. Hem çok tekrarlamış, hem de akli delillerle birlikte beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim akideyi beyan ederken akli delillerle birlikte, karşı tarafı tamamen tatmin edecek, kafasını ikna edecek, rahatlatacak delillerle birlikte beyan etmiştir. Böylece akidenin yüzde doksan dokuzunu Cenab-ı Hak beyan etmiştir. Bundan dolayı esas olan Kitaptır.

Sünnet de delildir. Hatta haber-i vahid de akidede delildir. Kelamcıların meşhur bir sözü vardır ki kitaplarında dolaşıyor; "haber-i vahid akidede delil değildir" derler. Bu söz yanlış anlaşılıyor. Zannediliyor ki haber-i vahid'in akidede hiçbir değeri yoktur. Hâlbuki mütekellimler bu sözle bunu kastetmemişlerdir.

Peki, neyi kastetmişlerdir? Kastettikleri şudur; haber-i vahid zanni olduğundan dolayı, yakini ifade etmediğinden dolayı kesin bir delil değildir. Yani ona muhalefet edenin, kabul etmeyenin kâfir olduğu delil gibi bir delil değildir.

Ama delildir. Nasıl delildir? Yecibu itikadu muktedahu; İktiza ettiği şeye inanmak vaciptir. İnanmayan insan günahkâr, bidatçi oluyor. Yani delildir, ama muhalefeti küfrü gerektiren bir delil, bir hüccet değildir.

-Mesela şöyle diyor bazıları; "Mehdi ile ilgili haberler haber-i ahad olduğundan, Mehdi'nin çıkacağına inanmak vacip değildir."

- Vaciptir. Delilleri kuvvetlidir. Ama bir insan Mehdi'nin çıkacağına inanmasa kâfir olmaz. Yoksa bazı Profesörlerin zannettiği gibi hiçbir değeri olmayan bir mesele demek değildir.

Hâlbuki Kelamcılar birçok yerde haber-i vahid ile istidlal ediyorlar. Bahusus ölümden sonraki âlemle alakalı meselelerde ve başka meselelerde haber-i vahidi çok kullanıyorlar. Hiçbir değeri olmasa neden kullansınlar?

-Mesela Kabir azabına dair rivayetler gibi..

-Tabii tabii.. Çok kullanıyorlar. Ki, Taftezani açıkça Şerh-ül Makasıd'da bu durumu dile getiriyor ve haber-i vahid için "Haber-i vahid sahih olduktan, muarızı olmadıktan sonra ona inanmayan günahkâr olur" diyor.

Nasıl ki akidede Kitap delildir, haber-i mütevatir delildir, öyle de sabit olduktan sonra haber-i vahid de akidede delildir, ama zanni bir delildir.
Yani onu kabul etmeyen bidatçı ve fasık olur

1.Ekol (SELEFİ/EHLİ ESER) Ekolü

Screenshot_20230331_191000_com.google.android.apps.books.jpg
Screenshot_20230331_190934_com.google.android.apps.books.jpg


Kaynak;
Screenshot_20230402_153543.jpg
 
T Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yazıdan da anlayacağımız gibi selef alimlerinin geneli müteşabihleri olduğu gibi kabul ederken hem seleften bazıları hemde halef alimleri ise tevil etmişlerdir. Yukarıdaki paylaştığım yazıdan da anlaşıldığı gibi bazımız ehi nazar bazımız ise ehli keseriz dolayısıyla her iki grupta selef dir.
 
T Çevrimdışı

tewhidwetakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Her iki ekolü de yadırgamamak gerekir.Ayrıca sofi bir alim olupta ilk dönem Eşarilerin Allah suphanehu'un istiva konusunda kesin kararlığını anlatan Şeyh Muhammed salih ekinciyide sofi kardeşlerimizin izlemesini tavsiye ederim

Özellikle rica ediyorum bir eleştirininiz varsa kalp kırmadan yoruma dahil olabilirsiniz kardeşler


 
Üst Ana Sayfa Alt