Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İman Nedir? Organlarla Amel Etmeyenlerin İmanı Geçersiz midir?

M Çevrimdışı

MuhammedRabbani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
hocam bir sualim olucaktı cevap vaktiniz olursa allah sizleri cennetine kabul eylesin inşallah .
hocam bu tekfir meselesine gelince kafam karıştı biraz taberi tefsirini okuyorum .
iman ile ilgili bir konu vardı aynen size kopyalıyorum


bakar suresi 3. ayet :
"0 takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazı dosdorğu kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, Allah yolunda harcarlar."

ayetinin tefsiri :
"Âyet-i kerimede geçen "İman ederler" ifadesinden maksat, Abdullah h. Abbas'a göre "Tasdik ederler" demek, Rebi' b. Enes'e göre ise "Korkanlar" Züh-riye göre de "Amel İşleyenler" demektir.

Taberi diyor ki: "Araplara göre "İman etme"nin mânâsı "ikrar etmek ve doğrulamak" demektir. Bir şeyi sözüyle ikrar edene de "Mümin" denir. Bir sözü ameliyle doğrulayana da "Mumin" denir. Allah için herhangi bir şeyden korkmak ta, sözle ve amelle tasdik etme anlamına gelen "İman" kavramının içine girer. "İman" kelimesi, Allahı, kitaplarını ve Peygamberlerini dil ile ikrar ve bu ikrarı amel ile doğrulamayı birlikte kapsamaktadır.
Bu itibarla âyet-i kerimeyi, "Gayba iman ettiklerini kalbleriyle tasdik ve dilleriyle ikrar eden ve amelleriyle doğrulayanlar." şeklinde izah etmek daha evladır. Zira Allah teala. burada "İman" kelimesini özel bir kavramla sınırlamayıp genel bir şekilde zikretmiştir."


soru :
Bu durumda iman eden kişinin hem sözüyle söylemesi hemde yaptığı hareketi ile bunu göstermesi gerekli değilmidir? evet .
peki şimdi namaz kılmayan ama namazıda hak olarak yapılması mecburi gören veya içki içen ama içkiyi haram olarak kabul eden bir kişiyi ele alırsak, bu kişi sözüyle söylemiş haram olduğunu kabul etmiş ama fiiliyatta bunu yapmadıığı için bu kişi kafirr olmuş olmuyormu? veya imansız olmuş olmuyor mu?

sorumu açıklıyabilirseniz çok memnunolurum allah razı olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İmanın Istılahî Manası ve Tarifi

İmanın Istılahî manası;
Allahu Teâlâ tarafından Hz. Muhammed’e gönderildiği kesin olarak bilinen şeylerin tümünü kalble tasdik, dille ikrar etmek ve gereğince amel etmektir. Bu tarif mükemmel imanın tarifidir.
Aşağıda açıklanacağı gibi bazı âlimler imanın sadece kalble tasdikten ibaret olduğunu, diğer bir kısım âlimler imanın hem kalble tasdik hem de dille ikrardan oluştuğunu; üçüncü bir kısım âlimlerse imanın kalple tasdik, dille İkrar ve organlarla amel etmenin tümü olduğunu söylemişlerdir.
Yukarıdaki tarif, bu son kanaatte olan âlimlerin görüşlerine göredir. Meselenin önemine binaen bu görüşler detaylı olarak İzah edilecektir.

Birinci Görüş: İman Kalble Tasdiktir

İmam Mâturîdî, Eş’arîler’in çoğunluğu ve diğer bir kısım âlimler bu görüştedir.
Kul iman edilmesi gereken şeyleri kalben tasdik edip teslim olursa iman etmiş olur. Bu görüşte olanlara göre, kulun kalben tasdiki Allah katında mu’min olması için yeterlidir. Dille ikrarı ise, sadece imanını açığa çıkaran bir alâmettir. O olmazsa iman yok olmaz. Fakat Müslüman olduğu açığa çıkmadığından, böyle bir kişi dünyada Müslüman sayılmaz ve kendisine İslamî hükümler uygulanmaz.
Mesela bu kişiye İslam’ın miras hukuku, evlenme hükümleri uygulanmaz, cenazesi kılınmaz, Müslümanların kabristanlarına defnedilmez, imam olup namaz kıldıramaz, kendisinden namaz kılması, zekât vermesi istenilmez. Zira her ne kadar kalble tasdik, iman ise de bu, görülmeyen gizli bir şeydir. Bunu ortaya çıkaran açık bir alâmet gerekir. Bu da kelime-i şehâdet getirmesi veya “Ben Müslümanım demesi” yahut namaz, oruç gibi İslam’ın nişânelerinden birini yapması ile gerçekleşir.


"İman Kalble Tasdiktir" Diyen Âlimlerin Delilleri:

1.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

İşte Allah, bunların kalblerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir(Mucadele 22)

Kalbi imanla mutmain olduğu halde inkâra zorlanan hariç (bu, kâfir olmaz)” (Nahl 106)
Bedeviler: “İman ettik” derler. Sen onlara şöyle de: “Hayır! İman etmediniz. Siz ancak, teslim olduk deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir” (Hucurat 14)
Ama Allah size imanı sevdirmiş, onu kalplerinize nakşetmiştir.” (Hucurat 7)
Ey Peygamber! Kalbleri inanmadığı halde ağızlarıyla ‘İman ettik’ diyenlerden ve Yahudîlerden inkâra koşanlar seni üzmesin…” (Maide 41)
Gerçek şudur ki], gözler kör olmaz, ama göğüslerdeki kalbler kör olur[/COLOR].” (Hacc 46)
Allah sizi, gelişigüzel yaptığınız kasıtsız yeminlerinizden değil, fakat kalblerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.” (Bakara 225)

Görüldüğü gibi, bu ayetlerde imanın yerinin kalb olduğu zikredilmiştir.

2. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
● Enes b. Malik (radıyallahu anh) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sık sık “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl” derdi…”
(Tirmizî, Kader, bab: 7, hn. 2140)
(Tirmizî: Bu konuda Nevvâs b. Sem`ân, Ummu Seleme, Abdullah b. Amr ve Âişe’den de hadis rivayet edilmiştir. Bu hadis hasendir. Aynı şekilde pek çok kişi bu hadis-i böylece Â’meş’den o da Ebû Sufyân’dan o da Enes’den rivayet etmişlerdir. Bazıları da Â’meş’den, Ebû Sufyân’dan, Câbir’den rivayet etmişlerdir. Ebû Sufyân’ın, Enes’den rivayeti daha sahihtir demiştir.) İbni Mâce, Mukaddime, bab: 13, hn. 199, Musnedi İmam Ahmed, III, 257, IV, 182, (Cabir b. Abdullah’tan) VI, 294-302-315. (Bunlar Ummu Seleme’den rivayet edilmiştir.)


● Usâme b. Zeyd diyor ki: “Rasûlullâh bizi bir mufreze ile (cihada) göndermişti, Cuheyne Kabilesi’nin Hurukat’ta bulunanlarına sabahleyin baskın yaptık. Derken ben bir adama yetiştim.
Adam hemen: “lâ ilâhe illallah” dedi.
Ama ben kendisinin karnına sapladım. Bundan dolayı içime bir şubhe düştü ve hadiseyi Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) anlattım. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “lâ ilâhe illallah” dedi de sen de onu öldürdün ha?” buyurdu.
Ben de dedim ki: “Ya Rasûlallah! O, bu sözü ancak silahtan korktuğu için söyledi.”
Rasûlullah: “Bari kalbini yarsaydın da bunu söyleyip söylemediğini bilseydin ya!” dedi.
Bu sözü bana o kadar tekrarladı ki, keşke o gün (yeni) Müslüman olmuş olsaydım diye temenni ettim.”
(Muslim, İmân, bab, 158, 159, 160 hn. 96-97; Ebû Dâvûd, Cihad, bab: 90, hn. 2643; Musned, İmam Ahmed, V, 207)

Bu hadiste de imanın yerinin kalb olduğu belirtilmiştir. Bu da imanın, kalben tasdik edip kabullenmekten ibaret olduğunu göstermektedir.

3. “İmân” kelimesi Arabca bir kelimedir. Arablar bu kelimenin kalben tasdik dışında herhangi bir mana ifade ettiğini bilmemektedir. Bir kısım insanların iddia ettiği gibi, bu kelime başka bir manaya nakledilmemiştir. Eğer nakledilmiş olsaydı, nakledilen bu mana bize tevatur yoluyla gelmiş olmalıydı. Çünkü tevatur yoluyla gelmesini icab eden sebeb mevcuttu. O da, iman kelimesinin, Müslümanların dilinde en çok zikredilen kelimelerden olmasıdır. Bu kelimenin tasdikten başka manaya nakledilmediği sabit olunca, bunun kalben tasdik anlamında olduğu muhakkaktır.

4. Dille ikrar imanın ne temel esasıdır ne de sıhhatinin şartıdır. Çünkü ikrarın varlığı her zaman imanın varlığını göstermez. Zira bazen kişi dili ile Müslüman olduğunu söyler, fakat kalbi bunu doğrulamadığından iman etmiş olmaz. Nitekim munafıklar bunun örneğidir.
Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Bir kısım insanlar vardır ki: Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik derler. Hâlbuki onlar, iman etmiş değillerdir.” (Bakara 8)
Yine ikrarın yokluğu her zaman imanın yokluğunu göstermez. Zira kul bazen dil ile inkâr ettiği halde kalble tasdik etmiş olur ve mu’min sayılır. Nitekim küfre zorlananın cebir altında istemeyerek küfür sözü söylemesi onu dinden çıkarmaz. Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Kalbi imanla mutmain olduğu halde inkâra zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra, Allah’ı inkâr eder, kalbini inkâra açık tutarsa, Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab da vardır.” (Nahl 106)

Zikredilen naslar gösteriyor ki, kişinin mü’min olduğunu dil ile söylemesi sadece dünyada ona dini hükümleri uygulamak için şarttır. Çünkü tasdik, bilinemeyen kalb olayıdır. Allahu Teâlâ bütün gizli meselelerde onları gösteren alametler belirlemiştir. Mesela; yolculuğu zorluğa alamet kılmış, yolcunun orucunu yemesine ve namazını kısaltmasına izin vermiştir. Kulun dili ile iman ettiğini söylemesini de kalben iman ettiğine alamet kılmıştır.
Bunlara göre imanın tarifi şöyledir:
İman, Rasûlullâh’ı (sallallahu aleyhi ve sellem), Allahu Teâlâ tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde, bir bütün olarak, mutlak ve kesin şekilde tasdik etmek ve yalanlama alameti göstermemektir.
Tarifte geçen “tasdik”ten maksat, sadece iman edilmesi bildirilen haberin doğruluğunu veya bu haberi verenin doğru söylediğini bilmek değil, aynı zamanda bilinene boyun eğip teslim olmaktır.
Bu itibarla eğer kişi, peygamberin Allah tarafından getirdiği haberlerin doğru olduğunu anlar, buna rağmen onları kalben kabullenip teslim olmazsa, küfründe ısrar etmiş sayılır ve mu’min olmaz. Nitekim Firavun Hz. Musa’nın hak peygamber olduğunu çok iyi biliyor ve verdiği haberin doğruluğunu anlıyordu. Fakat bunları kabul edip teslim olmamıştı. Bu nedenle kâfirliği devam etmişti. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur:
Kendileri (Firavun ve kavmi) hak olduğunu kesinlikle bilmelerine rağmen, sırf zulümleri ve büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler. Bozguncuların akıbeti nasıl oldu bir bak!” (Neml 14)
Musa dedi ki: (Ey Firavun!) Biliyorsun ki, bu mucizeleri göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’tan başkası indirmemiştir. Onlar benim doğruluğumu açıkça ortaya koymaktadır. Ben de sanıyorum ki, ey Firavun! Sen helak olacaksın.” (İsra 12)

Yine kitab ehli, Hz. Peygamber’in hak peygamber olduğunu biliyorlar, fakat bunu kabul edip teslim olmuyorlardı. Bu nedenle Müslüman olmayıp kâfir olarak kaldılar. Allahu Teâlâ bunlar hakkında da şöyle buyurmuştur:
Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler peygamberi kendi oğullarını bildikleri kadar biliyorlar. Yine de onlardan bir cemaat, bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara 146)
İmanın tarifinde geçen “Rasûlullah’a geldiği kesin olarak bilinen” cümle, geldiği kesin olarak bilinmeyen içtihadî meseleleri iman konusu dışında tutmak içindir. Bu gibi içtihadî meselelere iman etmemek kulu dinden çıkarmaz. Mesela; Allahu Teâlâ’nın bilmesi zatı ile midir, yoksa ilim sıfatı ile mi? Bunun detayını bilmek iman için zorunlu değildir.

Yine imanın tarifinde geçen “mutlak bir şekilde” ifadesi ise, iman ettiği şeylerin delillerini bilme zorunda olmadığını vurgulamak içindir. Çünkü tercih edilen görüşe göre mukallidin imanı da sahihtir.
Keza imanın tarifinde geçen “kesin bir şekilde tasdik” ifadesi, kesin olmayan zannî, tereddütlü, şüpheli tasdikleri reddetmek içindir. Şubheli iman kabul edilmez.
Son olarak; imanın tarifinde geçen “yalanlama alameti göstermemek” ifadesi, kulun iman ettikten sonra dinin kesin bir hususunu yalanlama alameti göstermemesi gerektiğini vurgulamak içindir. Şayet kalben iman eden bir kulda böyle bir yalanlama alameti görülürse o kişi kâfir olur.
Mesela; bir insan, Rasûlullah’ın, Allah tarafından getirdiği her şeyi kalbiyle tasdik etse, dili ile bunu ikrar etse, ameli ile de bunun gereğini yapsa, bununla birlikte hür iradesi ile beline papaz kuşağı olan Zunnâr’ı bağlasa veya puta secde etse yahut boynuna haç taksa, bu davranışı dini yalanladığına bir alamet kabul edilir ve küfrüne hüküm verilir.
Yine iman eden kişi, Allah’ın birliğine veya O’na has olan sıfatlarından birine ortak koşarsa, tevhid inancını bozduğu için kâfir olur. (Sadeddin et-Taftazânî’nin Nesefî Akâidi Şerhi, 151 ve devamı; Aliyyu’l-Kârî’nin Emâlî Şerhi, 28-29; İbrâhîm el-Bâcûrî’nin Cevheretu’t-Tevhîd Şerhi, I, 50)
Bu gibi insanlar hakkında Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur:
Onların çoğu ancak ortak koşmuş olarak Allah’a iman ederler.” (Yûsuf, 106)


(“İmân kalble tasdiktir.” diyen Ehl-i Sünnet âlimleri ile “İmân yalnız kalble bilmektir” veya “yalnız dille ikrardır.” diyen şaz grupları karıştırmamak gerekir.
Bunların hepsi de îmânın tek şey olduğunu söylemişler ise de o şeyin mahiyetini farklı farklı izah etmişlerdir.
a) Bu şaz gruplardan birincisi; imân’ın sadece kalben bilmekten ibaret olduğunu iddia etmiştir.
Bu gruba göre; imân edilmesi gereken şeylerin hak olduğunu bilmek yeterlidir, bunlara kalben İmân etmesi ve kabul edip teslim olması şart değildir.
Mutezile’den Cehm b. Safvân ve Ebu’l-Hasan es-Sâlihi bu görüştedir.
Bu görüşe göre ortaya şu sonuç çıkmaktadır: Bir kul, Allah’ı bilir de kalben kabullenip teslim olmazsa, dil ile de onu inkâr etse ve bu hal üzere ölse, bu kişi mu’mindir.
Varılan sonuç bu görüşün batıl olduğunun açıkça delilidir. Zira buna göre, Firavun’un ve kavminin mu’min olmaları gerekir. Çünkü bunlar Hz. Musa ve Harun’un doğru söylediklerini bilmişler fakat kabul edip teslim olmamışlardı. Dolayısıyla küfürde devam etmişlerdir. Yine Ehl-i-Kitâb çocuklarını bildikleri kadar Rasûlullah’ın geleceğini ve hak peygamber olduğunu biliyorlardı. Buna rağmen onu kabul edip teslim olmadıkları için mu’min olmadılar.
Yine bu görüşe göre Ebu Talib’in de mü’min sayılması gerekir. Çünkü Onun şunları söylediği siret kitâplarında zikredilmektedir: “Şüphesiz ki Muhammed’in dininin, halkın dinlerinin en hayırlılarından olduğunu bildim. Şayet kınanma veya sövülme korkusu olmasaydı beni bu dine karşı açıkça hoşgörülü olarak bulurdun. “

b) Şaz olan ikinci grup ise, îmânın sadece dil ile İkrardan ibaret olduğunu iddia etmiştir.

Bu görüş Kerramiye Fırkası’nın görüşüdür. Bunların görüşüne göre munafık, îmânı kâmil bir mu’mindir! Fakat Allah’ın bildirdiği cezayı hak etmiştir. Kerramiye Fırkası’nın görüşünün batıl olduğu açıktır. Zira Allahu Teâlâ, munafıkların ahiratte, Cehennem ateşinin en derininde olacaklarını bildirmiştir. Bunlar nasıl mu’min sayılacaklardır!)

Bu âlimlere göre, sadece kalb ile tasdik edenin ahiratte mu’min kabul edileceği, dünyada mu’min sayılamayacağı esasının iki istisnası vardır:

Bunlardan biri dilsizlerdir:
Bunlar, konuşmanın haricinde Müslüman olduklarını gösteren herhangi bir işareti yaparlarsa, dünyada ve ahirette mu’min sayılırlar. Konuşamadıklarından dil ile ikrarları dünyada mu’min sayılmaları için yeterli değildir.
Diğeri ise kelime-i şehâdet getirmemekte ısrar edenlerdir:
Eğer bir kişiden Müslüman olduğunu açıklaması için şehâdet getirmesi istenilir de, o da getirmemekte diretirse, bu kişi dünyada ve ahirette mu’min sayılmaz, kâfirdir. Bu kişinin kalben inanması, kendisine ahirette fayda vermeyecektir.
Diğer yandan, kalbiyle tasdik etmediği halde sadece dili ile ikrar edip Müslüman olduğunu söyleyen kişiye dünyada Müslüman muamelesi yapılır. Ahiratte ise kâfirdir. Bu gibi insanlara munafık denir. Munafıklar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Şubhesiz ki munafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardım edici de bulamazsın.” (Nisa 145)
(Bu konuyla ilgili olarak Saadettin Taftazânî’nin Nesefiyye Akâidi Şerhi, 151. vd; Aliyyu’l-Kârî’nin Emâlî Şerhi, 28-29; İbrâhîm el-Lekkânî’nin Cevheretu’t-Tevhîd isimli eserini şerh eden İbrâhîm el-Beycurî’nin Cevhere Şerhi, I, 50)


Nâciz kanaatimiz
İmanın sadece kalble tasdik etmekten ibaret olduğunu söyleyen âlimlerin bu görüşleri hakkındaki naciz kanaatimiz şudur:
Zaten bunlara dünyada İslâmî muamele yapılamayacağı, kendilerinin İslâm dairesi dışında kabul edileceği ittifak konusudur. Ahiratteki durumlarına gelince… Bu gruptan olan âlimler, “Orada böyle bir kulun kurtuluşa ereceğini” söylemişlerdir. Ancak naslar göz önünde bulundurulursa bunların ahiretteki durumlarını Allahu Teâlâ’ya havale etmek daha ihtiyatlı olur. Zira bunlar dünyada iken iman ettiklerini açığa vuran herhangi bir şeyi yapma cesaretini göstermemişlerdir. En temel esas olan iman gibi bir meselede tavır belirlemeyen bir insan, ahirette Allah’ın huzuruna hangi yüzle çıkacak ve mu’min olduğunu söyleyecektir?
Bu itibarla böyle birinin ahiratte kurtuluşa erip ermeyeceği hakkında kesin bir şey söylemek yerine, halini Allah’a havale etmek kanaatimizce daha ihtiyatlı olur. Bunun “kurtulacağını” söylemek yerine, “ne olacağını Allah bilir,” demek, daha isabetlidir. Bizler dünyada iken bunların ahretteki hallerini beyan etme mecburiyetinde değiliz.

İkinci Görüş: İman Kalble Tasdik ve Dille İkrardır

İmam Ebû Hanîfe, Onun mezhebinden Şemsu’l-Eimme es-Serahsî, Fahru’l-İslâm el-Pezdevi, Eş`arîler’in bir kısmı ve diğer bazı âlimler bu görüştedir.
Bunlara göre tasdik olmadan iman olmayacağı gibi ikrar olmadan da iman olmaz. Bu görüşte olan âlimlerin bazılarına göre dille ikrar, imanın iki temel esasından ikincisini teşkil eder. Diğer bazılarına göre ise dille ikrar, imanın bir parçası değil, sıhhatinin şartıdır. Her iki kanaate göre de dille tasdik olmazsa iman kabul edilmeyeceğinden sonuç değişmemektedir.
Görüldüğü gibi bunlara göre iman, birbirine tam eşit olmayan iki temel esastan meydana gelmektedir:

Birincisi: Mu’minde her zaman var olması gereken ve asla düşmeyen, kalb ile tasdik etmektir. Tasdik, iki esasın en büyüğüdür.
İkincisi ise: Zorlama halinde olduğu gibi, bazen mü’minden yükümlülüğü düşen, dil ile ikrardır.

Evet, bunlara göre, bir kulun mu’min olması için hem kalben kesin ve şubhelerden arınık bir şekilde İslam Dini’ne inanıb teslim olması, hem de dil ile kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olduğunu açığa vurması gerekir. Aksi takdirde mu’min olamaz. Ancak dilindeki bir özürden dolayı kelime-i şehâdeti getirmekten aciz olursa veya kalben iman ettikten sonra aniden ölüm onu yakalar da şehâdet getirmesine imkân vermezse yahut zorlama karşısında, kendisini küfre götürecek bir söz söylemeye mecbur edilirse, bu kul mu’min sayılır. Acizliğinden dolayı dil ile ikrar etme yükümlülüğü bunlardan düşer. Fakat kalble tasdik yükümlülüğü hiç bir zaman düşmez.

■ Ebû Hanîfe konu ile ilgili olarak; “Fıkhu’l-Ekber.” adlı eserinde şunu söylemektedir: “İman; ikrar ve tasdiktir.” (Fıkhu’l-Ekber, 4)
■ Tahâvî de “Akîde” isimli eserinde, “İman; dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir.” demiştir. (el-Akide et-Tahaviyye, 5)
■ İmam Eş`arî “Makâlâtu’l-İslâmiyyîn” isimli kitabında şunu zikretmektedir: “Ebû Hanîfe ve arkadaşları, imanın Allah’ı bilmek ve ikrar etmek, peygamberi bilmek ve Onun Allah tarafından getirdiklerini detaysız ikrar etmek olduğu kanaatindedirler.” (Makalatu’l-İslâmiyyin, I, 219)
Mişkatu’l-Envâr isimli eserin sahibi de şunları beyan etmektedir: “Bil ki iman, Ebû Hanîfe’ye göre ikilidir, yani kalple tasdik ve dille ikrardır. Fakat tasdik ona göre en büyük rukûndur. Dille ikrar ise tasdikin delilidir.” (İbni Ebi’l-İzz el-Hanefi’nin Tahavi Akidesi Şerhi, 248; Sadeddin et-Taftazani’nin Nesefi Akaidi Şerhi, 151; Ebu Mansur el-Maturidi’nin Akaid Risalesi, madde 2, 16; Hâkim es-Semerkandi’nin Sevâdu’l-Azam Risalesi; İbrahim el-Bacuri’nin Cevheretu’t–Tevhîd’in Şerhi, I, 50)


İman Kalble Tasdik ve Dille İkrardır Görüşünde Olan Âlimlerin Delilleri:
● Enes b. Malik’in (radıyallahu anh) rivayet ettiğine göre Muaz b. Cebel, Rasûlullâh’ın bindiği devenin terkisine (arka tarafına) binmiş iken, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) O'na : “Ey Mûaz b. Cebel!” diye nida etmiş.
Muaz “Emrine amadeyim, emrinle mutlu olurum” demiş.
Yine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ey Muaz!” diye çağırmış.
Muaz; “Emrine âmâdeyim, emrinle mutlu olurum” demiş.
Bu üç kere tekrar etmiş. Üçüncüde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna şehâdet etsin de Allah onu ateşe haram etmesin
Muaz; “Ya Rasûlallah, bunu insanlara haber vereyim de müjdelenmiş olsunlar mı?” demiş.
Rasûlullâh da “Haber verdiğin takdirde ona güvenirlerbuyurmuştur.
Muaz b. Cebel, bunu ölümüne yakın bir zamanda Rasûlullah’ın hadisini tebliğ etmeme günahından kaçınarak haber vermiştir.”
(Buhârî, İlim, bab: 49; Muslim, İmân, bab: 53, hn. 32)

● Yine, Enes b. Malik’ten (radıyallahu anh) nakledilen bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Lâ ilâhe illallah deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayr (yani iman) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe illallah deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe illellah deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.”
(Buhârî, İmân, bab: 33, Muslim, İmân, bab: 325, hn. 193)

● Ebû Hurayra (radıyallahu anh) diyor ki; Rasûlullah bana iki ayakkabısını verdi ve şöyle dedi:
Şu bir çift ayakkabımı götür. Bu bahçenin arkasında kalbi kesinlikle inanarak Allah’tan başka ilah olmadığına şehâdet eden kime rast gelirsen, onu hemen cennetle müjdele.”
(Muslim, İmân, bab: 52, hn. 31)

● Yine Ebû Hurayra diyor ki: “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bir yolculukta beraberdik. Milletin azıkları tükendi. Hatta Rasûlullah onların yük develerinden bazılarını boğazlamayı düşündü.
Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh); “Ey Allah’ın Rasûlu! Milletin yiyeceklerinden ne kaldı ise, bir yere toplasan da onların üzerine Allah’a dua etsen nasıl olur?” dedi.
Peygamber de öyle yaptı. Artık, buğdayı olan buğdayını, hurması bulunan hurmasını getirdi. Rasûlullah toplanan şeyler üzerine dua etti. Öyle ki millet azık kaplarını doldurdular.
İşte o zaman Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ben Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Allah’ın peygamberi olduğuma şehâdet getiririm. Herhangi bir kul bu iki şehâdetle Allah’ın huzuruna çıkar, bu ikisinde herhangi bir şubhe etmeyecek olursa mutlaka cennete girer.”
(Muslim, İmân, bab: 44, hn. 27)

● Sunabihî diyor ki: Ben Ubade b. Samit’in yanına girdim. O ölüm halinde idi, ağladım. Bunun üzerine Ubade b. Samit dedi ki: “Dur bakalım, niçin ağlıyorsun? Vallahi benden şahidlik etmem istenilirse, mutlaka senin için şahidlik ederim. Bana şefaat hakkı verilse senin için mutlaka şefaatte bulunurum. Gücüm yetse sana mutlaka faydalı olurum.”
Sonra şunları söyledi: “Vallahi Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sizin için hayırlı olan hiç bir hadis işitmemişimdir ki onu sizlere rivayet etmiş olmayayım. Yalnız bir tek hadis mustesna! Onu da sizlere bugün, son anımı yaşarken söyleyeceğim.
Ben Rasûlullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Her kim Allah’tan başka hiç bir ilah olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın peygamberi olduğuna şehâdet getirirse Allah o kimseye cehennemi haram kılar.”
(Muslim, İmân, bab: 47, hn. 29)

Görüldüğü gibi, bu gruptan olan âlimlere göre kişinin mü’min olması için hem kalben tasdik etmesi hem de diliyle ikrar etmesi gerekmektedir. Amel işlemezse dahi eninde sonunda mutlaka cennete girecektir. Ancak kulun böyle olması, yapmadığı amellerden ahirette hesaba çekilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Zira amel etmeyen gühahkardır, ahirette durumu Allah’a kalmıştır, dilerse günahlarını affeder, dilerse affetmeyip günahları kadar azap eder. Bundan sonra günahkâr kul, imanından dolayı cennete girer ve orada ‘cehennemli’ ismini alır.
Binaenaleyh, şuna dikkat etmek gerekir. Bu grupta ve bundan önceki grupta zikredilen Ehl-i Sünnet âlimleri, zannedildiği gibi, Murcie Fırkası’nın durumuna düşerek “İman ettikten sonra günah işlemenin zararı yoktur.” diye bir şey söylememişlerdir. Bunu yakıştıranlar muhalif gruplardır.

Üçüncü Görüş: İman Kalble Tasdik, Dille İkrar ve Organlarla Amel Etmenin Tümüdür

Hadis âlimleri, İmam Malik, İmam Şâfi`î, İmam Ahmed b. Hanbel, Zeydiyye, Mutezile ve Hâricîye fırkaları, Selefiyye Grubu ve Tekfirciler bu görüştedir.
Ancak amelin terk edilmesi halinde, imanın yok olup olmayacağı konusu, bu gruplar arasında oldukça ihtilaflıdır. Meselenin aydınlanması için bu görüşlerden her birini ayrı ayrı zikretmekte fayda mülahaza edilmektedir.
1. İmam Malik, İmam Şâfi`î ve İmam Ahmed b. Hanbel’in görüşleri:
Bunlara göre ameli terk etmek imanı yok etmez fakat eksiltir. Çünkü bunlar amelin yapılıp yapılmamasına göre imanın artıp veya eksileceği görüşünü esas almışlardır.

Görüldüğü üzere, üç mezheb imamı, ameli, imanın olmazsa olmaz bir parçası saymamışlar, onu sanki imanı kemâle erdiren bir parça olarak kabul etmişlerdir. Bu itibarla, ameli terk edenin kâfir olmayacağını fakat imanının azalacağını söylemişlerdir.
Bu da gösteriyor ki; amelin imandan bir parça olmadığını söyleyen Ebû Hanîfe ve arkadaşları ile “amel mukemmel imanın bir parçasıdır” diyen Malik, Şâfi`î ve Ahmed b. Hanbel’in aralarındaki ihtilaf, köklü bir ihtilaf değildir. Zira her iki grup da, ameli terketmenin küfre götürmeyeceği görüşünde ittifak etmişlerdir.

Birinci gruba göre; amel imanı kuvvetlendirir, onu terk ise, zayıflatır.
İkinci gruba göre ise; amel imanı artırır, onu terk de eksiltir fakat yok etmez.
Sonuç itibarıyla aralarında köklü bir farklılık yoktur.

■ İmam Şâfi`î (radıyallahu anh), amelin imandan bir parça olduğu hususunda “Fıkhu’l-Ekber fi’t-Tevhîd” adlı risalesinde şunları zikretmektedir:
“Bil ki iman; kalble bilme, dille ikrar ve organlarla ameldir.
İman iki kısımdır:
Aslî iman, fer`î iman. Kul aslî imanı terk edince kâfir olur; Allah’ı bilme ve Ona inanma gibi. Fer`î imanın terk edilmesi ise, kulu küfre götürmez, onu günahkâr kılar. Farz olan namazı ve diğer farzları terk etmek gibi…”
“Günahkâr olan mu’min tevbe etmeden ölürse, onun işi Allah’a kalmıştır. Dilerse ona azap eder, dilerse affeder. Azap ederse cehennem ateşinde ebedî bırakmaz. Çünkü günah işleme kulu imandan çıkarmaz. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şubhesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışındakileri dilediği kimseden affeder. Kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (Nisâ, 48-116)

İmam Şâfi`î sözlerine devamla şöyle diyor:
“İmanla isyanın birlikte olması mümkündür. Zira Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; “Lâ ilâhe illallah’ deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.
(Buhârî, İmân, bab: 33; Muslim, İmân, bab: 325, hn. 193)

“Selef âlimleri mu’minin günah işlemesiyle kâfir olmayacağı hakkında ittifak etmişlerdir. Çünkü Allahu Teâlâ, adam öldürenin, zina edenin, hırsızlık yapanın hükümlerini açıklamış ve onları mu’min olarak isimlendirmiştir. Onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı.” (Bakara 178)
(İmamı Şafii’nin “Risaletu el-Fıkhu’l-Ekber fî’t-Tevhîd” isimli eseri)

■ Bu konuda Aliyyu’l-Kârî de “Kasidetu’l-Emalî” şerhinde şunları zikretmektedir:
“İmam Malik, Şâfi`î ve Evzâî’nin mezheblerine, selef-i sâlihîne, ilm-i kelamcıların çoğunluğuna göre, ameller imana dâhildir ve onun bir parçasıdır.” “Şerhu’l-Mekâsid”de hadis âlimlerinin tümünün; “Şerhu’l-Akâidis-Selefiyye”de hadis âlimlerinin çoğunluğunun da bu görüşte oldukları nakledilmektedir.”

Aliyyu’l-Kari devamla diyor ki; “Bir kısım gerçeği araştıran muhakkik âlimlerin dediği gibi, “Amel imana dâhildir” diyen âlimlerin maksadı “Ameller kâmil imana dâhildir” demektir. Yoksa Mutezile’nin ve Hâricîlerin iddia ettiği gibi “Amel olmazsa iman olmaz” demek değildir.
O halde “amel imana dâhil değildir.” diyen Ehl-i Sünnet âlimleri ile “amel imana dâhildir.” diyen Ehli Sünnet âlimleri arasındaki ihtilaf, hakiki bir ihtilaf değil, maksadı ifade edilen lafızlarda ihtilaftır. Zira kulun iman ettikten sonra kendisine herhangi bir amel farz edilmeden ölmesi durumunda iman üzere öldüğü icma konusudur.”
(Aliyyu’l-Kari’nin Şerhu’l-Emâli, isimli eseri 32, 33)

Bu konuda şuna dikkat edilmesi gerekir:
“Amel imanın bir parçasıdır fakat ameli terk etmek kulu imandan çıkarıp kâfir etmez” diyen âlimlerden biri olan İmam Ahmed b. Hanbel ve bunun kanaatinde olan bazı âlimler, namaz kılmayı diğer amellerden farklı saymışlar, konu ile ilgili hadisleri delil göstererek, kasıtlı olarak veya tembellik ederek namaz kılmayanın kâfir olacağına ve dinden döndüğü için öldürüleceğine hüküm vermişlerdir. Bu konuya kitabımızın “Büyük günah işleme” bölümünde detaylı olarak değinilecektir.
2. Hadis âlimleri
Bunlar da amelin imanın bir parçası olduğu hususunda ittifak etmişler ancak meselenin izahında farklı beyanatlarda bulunmuşlardır.
( a) Bunlardan bazıları “îmânın aslı ve mükemmeli kalben bilmedir, bu bilmeden sonra her itaat kendi başına bir îmândır. Kalben inkâr ise küfürdür. Bundan sonraki her isyan da kendi başına bir küfürdür” demişler ve kalble bilme ve dille ikrar olmadıkça, herhangi bir itaâti İmân saymamışlar, yine kalben veya dille inkâr olmadıkça herhangi bir günahı da küfür görmemişlerdir. Çünkü itaâtlerin aslı İmân, günahların aslı da inkârdır. Asıl olmadan fer’i olmaz.

b) Hadis âlimlerinden bazıları ise şöyle demişlerdir;
“İmân farz olsun nafile olsun, itaatlerin tümünün adıdır. Bunların hepsi birlikte tek bir îmânı oluştururlar. Ancak kim farzlardan birini terk ederse îmânını bozar, nafileleri terk ederse bozmuş olmaz. “

c) Bazıları da “İmân yalnız farzların ismidir, nafilelerin değil” demişlerdir. Tekfir cemaati de aynı kanaâttedir.

(Umdetul Kari Şerhi Sahihu’l-Buhârî , I, 102)
3. Selefiyye Gurubu
İbni Teymiyye, İbnu’l-Kayyim, Muhammed b. Abdu’l-Vahhab ve günümüzde bunların yolunu takip eden Hicaz’da ve diğer yerlerde bulunan ve kendilerinin selefî olduklarını söyleyen âlimlere göre de iman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla ameldir.
Bunlara göre, amelin bir kısmını değil tümünü terk eden ve bunda ısrar eden dinden çıkmış olur. İleride bunun da detayına girilecektir.

4. Mutezile Fırkası
Bu fırkaya göre ameli terk eden dinden çıkar, fakat küfre düşmez, ikisinin arasında kalır ve “fâsık” ismini alır. Ancak ahiratte ebediyen cehennemde kalır, lakin böyle birinin cehennemdeki yeri asıl kâfirlerden daha hafiftir.
5. Hâricîye Fırkası
Bu fırkaya göre de amel imanın ayrılmaz bir parçası olduğundan, amelin bir kısmını dahi terk eden dinden çıkar ve kâfir olur. Bunun ahiretteki durumu diğer kâfirler gibidir, farkı yoktur.
6. Tekfir Cemaati
Bunlara göre herhangi bir farzı terk etmek kişiyi dinden çıkarıp kâfir eder ve kanını helâl kılar.
(Şeyh Hasan Karakaya, İslam Âkaidi)

001_IMAN


002_IMAN TARİFİ 1

003_IMAN TARİFİ 2

004_AMEL IMAN TARİFİ 1

005_AMEL IMAN TARİFİ 2

006_AMEL IMAN TARİFİ 3


Devamı :
EHL-İ SÜNNET AKİDESİ



İlgili Konu :

Namazı Terk Etmenin Hükmü
İlmi Konu - Namazı Terk Etmenin (Kılmayanın) Hükmü
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt