Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İntifada Öyküleri

F Çevrimdışı

Filistinim

Üye
İslam-TR Üyesi
Taş

Elindeki kitabı kapattı. Koltuğuna yaslanıp başını ge­riye doğru kaldırdı. Yorulmuştu. Elleriyle şakaklarına hafif bir masaj yaptı. Biraz rahatlamıştı.

Bakışlarıyla yeni taşındığı odasını süzdü. Her şey tam istediği gibiydi. Sağ duvardaki kitaplık tıklım tıklımdı. Tek tek özenle yerleştirmişti kitaplarını. Masası ceviz kaplamay­dı. Üzerindeki bilgisayarla internete giriyor, her konuda ko­laylık yaşıyordu. Koltuğu, rahat ve ortopedikti. Karşı du­vardaki deniz manzaralı bir tablo, onu hayaller alemine sü-rüklüyordu. Sol tarafındaki pencereden üniversitenin çam ağaçlarıyla kaplı yeşil alanını seyrettikçe, ruhuna bir dingin­lik geliyordu. Manzara, adeta canlı bir natürmorttu.

Bu odaya yerleşmek için az mücadele etmemişti hani. Meslektaşlarıyla çekişmesini hatırladıkça tatlı bir tebessüm belirdi dudaklarında.

Doçentti Atilla Bey. Bu mevkiye gelmek için uzun yıllar uğraşmış, gecesini gündüzüne katmıştı. Hayat maratonun­da hedeflediği her şeye sahipti. Sürekli yükseldiği bir kari­yeri, geniş ve konforlu bir evi, lüks bir arabası, iyi bir eşi ve bir de 6 yaşında bir kız çocuğu vardı. Daha ne isteyebilirdi ki?

Fakat bir de profesör olabilseydi. Ah! O günleri de göre­bilecek miydi? O zaman mutluluğuna diyecek olmazdı. Aniden daldığı hülyalardan sıyrıldı. Kapı vurulmuştu.

Gir! dedi yüksek sesle.

İçeriye elinde çay tepsisi ve günlük gazeteyle Osman Efendi girdi.

Hocam! Size taze çay getirdim. Yeni demledim.

Sağ olasın Osman Efendi. Ellerine sağlık.

Aha bu da gazeteniz hocam. Bi emriniz var mı?

Teşekkür ederim Osman Efendi. Sana zahmet oldu.

Estağfirullah hocam!

Üzerindeki mavi önlüğüyle saygılı bir şekilde kapıyı çe­kip gitti. Gerçekten tavşan kanı gibi kıpkırmızıydı masasın­da duran çay. Hamarattı Osman Efendi, Tüm öğretim görev­lileri çayını methederdi. Lezzetle yudum yudum içerken, elini günlük gazeteye uzattı.

İlk sayfaya baktığında gördüğü manzara karşısında so­lunum borusuna kaçan ağzındaki çay burnundan akmış, şiddetle aksirmıştı. Masanın üzerindeki kitaplara ve bilgisa­yar klavyesine kadar sıçrayan damlalar, neşesini kaçırdı.

Vahşetti gördüğü manzara: Birkaç aylık bir bebek sedye üzerinde kalabalıklar arasında taşınıyordu. Çıplak görüntü­sünde göğsüne, başına aldığı onlarca mermi vardı. Gazete, olayı "Bebek Katili İsrail!" diye sürmanşetten vermişti.

Midesi bulandı aniden. Tiksinti duydu. Hemen gazete­yi kapatıp çöp kutusuna fırlattı.

Nereden çıkmıştı şimdi bu huzursuzluk? Ne güzel ha­yaller düşlüyordu. Zehir olmuştu Osman Efendinin o güzelim çayı. Filistin, İsrail zulmü altında kan ağlıyormuş. Be­bekler öldürülüyormuş. Her gün yüzlerce insanın evi, başı­na yıkılıyormuş. Nice anneler kocasız, nice çocuklar babasız kalıyormuş. Çocuklar ve gençler İsrail askerlerine karşı taş­larla savaşıyormuş. Tek silahları sapanlarmış. "Bana ne!" dedi kendine. "Bu onların kaderi. Beni ilgilendirmez."

Pencereye yöneldi; açtı. İçeri dolan güzelim çam koku­sunu çekti içine. Yerdeki kozalaklar arasında yürüyen kızlı erkekli öğrencileri seyretti. Neşeli, mutluydular. Aralarında şakalaşıyor, yerden topladıkları çam kozalaklarını birbirine atıyorlardı.

Saatine baktı. Artık gitme zamanıydı. Masasını topladı. Ceketini giydiği gibi soluğu arabasında aldı. Kontağı açıp yola çıkarken, az önce odasında yaşadıklarını unutmuştu bi­le. Filistin, İsrail, bebekler, acı, ızdırap, ölüm... Hepsini çalış­ma odasına kilitleyip hapsetmişti.

Arabasını müzik eşliğinde keyifle sürerken direksiyon­daki elleriyle de tempo tutturmuştu. Aklına kızına oyuncak almak geldi. Onu sevindirecekti. "Babacığım! deyişini yerim senin" dedi kendi kendine. Tabi bu arada eşine de sürp­riz yapmalı, sevdiği kırmızı gülleri almalıydı.

Akşam yemeğinin garnitürünü görünce, eşine övgü­ler yağdırdı. Yemeğin çeşnisini şimdiden damağında hissetmişti.

Yemekten sonra nümayişli oturma salonuna geçmişler­di. Kızına aldığı konuşan Cindy bebeği ve eşine verdiği kırmızı güllerin mutluluğuyla doluydu yüreği. Küçük kızı, ko­nuşan Cindy bebeğine ne de çok sevinmişti.

Akşam haberleri için televizyonu açıp ailece karşısına oturdular. Biraz sonra spiker yeni bir haber veriyordu:

Sayın seyirciler! Dün akşam saatlerinde Gazze'nin Nu-sayrat Mülteci Kampını basan İsrail askeri birlikleri, henüz birkaç aylık olan bir kız çocuğunu öldürdüler. Adeta kalbu­ra dönen bebeğin...

Gerisini duymadı Atilla Bey. Boğazına bir şey takılmışçasına yutkunuyor, gözlerini ekrana gelen bebeğin cesedin­den ayıramıyordu. Etrafında binlerce öfkeli insan vardı. Koca koca tankları taşlayan nefret yüklü çocuklar, ellerinde sapanlarla direniyordu. Genç bir kadın, kalabalıklar içinde sü­rekli ağlıyordu. Annesi olmalıydı. Gayri ihtiyari eşinin elini sıktı. Sanki içinden bir şeyler kopuyordu.

Ekrana kızı yaşında bir kız çocuk yansıdı. Ağlıyordu. Toz-toprak içinde sicim sicim gözyaşları akıyordu yanakla­rından.

Ansızın ayakları dibinde oturan kızının ayağa kalktığı­nı fark etti. Kanepedeki Cindy bebeğini aldı ve ekranda ağlayan yaşıtı kız çocuğuna uzattı. "Ağlama!" dedi saf ve ma­sum sesiyle."Al! Bu senin olsun"

Artık tahammülü kalmamıştı Atilla Beyin. Nereden çık­mıştı bu haber? Sırası mıydı? "Kapat şunu!" dedi eşine sinir­li sinirli. Eşi yerinden sıçrarcasına kalkmış, hemen televizyo­nu kapatmıştı. Küçük kızı ise elinde Cindy bebekle televiz­yonun Önünde kala kalmıştı.

Ertesi sabah arabasıyla üniversiteye giderken, yine unutmuştu akşam yaşadıklarını. Neşesi yerindeydi. Araba­sını park edip temiz koridorlardan dudaklarında bir mırıltıyla çalışma odasına yöneldi. Kapının Önüne geldiğinde ka­pıya afilli bir yazıyla monte edilmiş, sarı renkli bir metal üze­rine kazınmış ismine kasılarak baktı: "Doç. Dr. Atilla ÖZ-TÜRK."

İçeri girdiğinde saatine baktı. Dersine on dakika vardı. Hazırlıklarını gördü. Yanma ders kitabını ve notlarını alıp anfiye yöneldi.

Sınıfa girdiğinde doğruca kürsüsüne çıktı. Yüksek sesle yoklamasını aldıktan sonra, karşısındaki öğrencilere baktı.

Arkadaşlar! diye başladı. Geçen dersimizde "Yapı Ba­kımından Sözcükler" konusuna başlamış, basit sözcükleri bitirmiştik. Bugün de türemiş sözcükler üzerinde duracağız.

Bir öğrencinin elini havada görünce durdu.

Evet Engin! Seni dinliyorum.

Hocam! Bize vereceğiniz ders notları varsa, not tutma­yalım.

Sinirlenmişti Atilla Bey.

Bakın arkadaşlar! dedi. Kaç defa söyledim! Sınıfta ko­nuştuğum her şeyden sorumlu olduğunuz için not tutmanız menfaatiniz icabıdır. Hazıra konmak yok. Ancak size dersin sonunda yapım eklerinin alfabetik sıraya göre bir listesini vereceğim. Ayrıca vereceğim bibliyografyadan da faydala­nabilirsiniz.

Tekrar kaldığı yerden devam etti.

Sözcüklerin anlamını değiştirerek onları yeni ve başka bir sözcük haline getiren eklere yapım ekleri denir. Bu tanı­ma göre şu sözcükler hakkında ne diyebiliriz? Silgi, gözlük, taş...

Öndeki öğrenci elini kaldırınca; Evet Özcan seni dinliyorum, dedi.

Hocam! Silgi kelimesinin kökü silmekten gelir. Aldığı "gi" yapım eki, ona silmekle ilgili bir anlam yüklemiş, onu isimleştirmiştir. Yani başka bir anlam katmıştır.

Atilla Bey, gözlük kelimesini de başka bir Öğrencisine sordu. Tamamen kendisini dersin havasına kaptırmıştı. Konsantresi yapım eklerine yoğunlaştığından aklında başka bir şey yoktu.

Bir ara son kelimeyi cevaplandıran ayaktaki öğrencinin sözünü kesip;

Mehmet! Taş kelimesinin -ıt ekiyle başka bir kelime türettiğini söylemen doğru, dedi. Fakat taş kelimesinin ne olduğunu söylemedin. Taş kelimesi sana neyi hatırlatıyor?

Mehmet, diğer öğrencilerden tabiatı itibarıyla farklıydı. Hocasına baktı. Mehmet'in verdiği tek kelimelik cevap, bu­lunduğu kürsüden anfiye yayılıp duvarlarda dalga dalga yankılandı:

Filistin!

Gerisini hatırlayamadı Atilla Bey. Gözlerinin önünde tablolar canlandı birden: Taş, Filistin, kurşunlanmış, eller üstündeki bir bebeğin cenazesi; elleri taşlı, başları puşili ço­cuklar, gençler; tanklar, ağlayan kadınlar... "Katil İsrail" di­ye slogan atan insanlar... Askerler; acı, ızdırap, zulüm...

Gözlerini kapatsa da, kulaklarını tıkasa da kaçamayaca­ğı bir gerçek vardı karşısında: Filistin!!!

 
F Çevrimdışı

Filistinim

Üye
İslam-TR Üyesi
amin, ecmain inşeAllah

Ceketini kaptığı gibi hızla kapıya yöneldi.Arkasından bağıran arkadaşlarına cevap verirken dışarı çıktı.''Evden aradılar.Eşim rahatsızlanmış.Acil gitmem lazım.''
Merdivenleri ikişer üçer inerek ana yola çıktı.Kurulmuş bir robot gibi hergün işe gidipgeldiği yola koyuldu.
Salim henüz bir yıllık evli bir gençti.Babası işgalci İsrail askerleri tarafından vurulduğundan bu yana,yetim büyümüştü kendisi gibi yetim büyüyen vatanıyla...
Eşi dokuz aylık hamileydi.Bugün yarın doğum yapacaktı.Zaman zaman artan sancıları tatlı telaşlar yaşatıyordu.''Herşey yolunda'' demiş ''egzersizlerine devam etsin'' diye eklemişti doktor.Baba olmanın heyecanıyla dokuz ay boyunca hop oturup hop kalkmıştı Salim.
Hızlı hızlı sokaklarda yürüyen Salime döndüğü köşede ansızın biri çarptı.Kendini yerde buldu birden.Kaçan şahıs aniden dönüp Salimi kucakladı kemerine eliyle birşeyler sıkıştırırken fısıldadı:''Seni tanıyorum bunu çok acil yerine ulaştır'' Bön bön bakan Salime son sözlerini söyledi:''Filistin için!'' Hızla uzaklaştı.Birden kurşun sesleri ortalığı kapladı.İki ateş arasında kalmıştı anlaşılan.Yandaki yıkıntının arasına zor attı kendini.Hızla geçip giden askeri cemseler,askerlerin ayak sesleri irbirine karışmıştı.Kovalamaca sürüp gitti.
Toz bulutu içerisinde başını kaldırıp uzaklaşan askerlere sokakta kayboluncaya kadar baktı.Doğrulup üstünü başını temizledi.Kimdi acaba?Merak etmişti.Devam eden silah seslerinin aniden kesilmesiyle kaçanın vurulmuş olduğuna hükmetti.''Mutlaka direnişçiydi'' dedi kendi kendine.''Leş kargaları gibi üşüşmüşler üzerine''
Uzaktan uzağa işgalci askerleri gözetlemeye koyuldu.Sadece bağırmalar çağırmalar vardı.Ellerinde kocaman kocaman amerikan silahları bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlardı.''Kahretsin'' dedi.''Rabbim sizi kahretsin en yakın zamanda''
Yarım asrı aşkın bir direniş sergiliyordu Filistin.Arkasına Amerika gibi kan içici vampirin her türlü silah ve siyasi desteğini alan İsrail,işgalini gün be gün kökleştirmeye çalışıyordu.
Birden eli kemerine gitti Salimin.Kaçan direnişçinin kemerine sıkıştırdığı da neyin nesiydi?Sağına soluna bakktı.Bir köşeye çekilip açyı.kapalı bir kağıt gördü.''Amir Mahluf'a verilecek'' yazılmıştı.''Kim bu Amir Mahluf'' diye düşünürken aklına eşinin durumu geldi.Öyle ya annesi telefonda çabuk gelip hastaneye götürmesini söylemişti.Kapalı kağıdı hemen cebine yerleştirdi.Hızlı adımlarla evine doğru yürüdü.
''Aman Allahım'' dedi yolda yürüken.''Nasıl da düşünemedim.Amir Mahluf...''Evet tanıyordu Amiri.Direnişin askeri kanadını temsil eden kahramandı.Direniş onunla gurur duyuyordu.
Kulaklarında ''Bunu çok acil yerine ulaştır'' diyen direnişçinin özleri yankılandı.Bir ikilem içindeydi.''Eşim,direniş! Allahım!'' Ansızın durdu.Kararını vermişti.Yolunu değiştirip ara sokaklara daldı,gözden kayboldu.
Önünde durduğu kapıyı tıkladı.Kapıyı yağız bir arap delikanlısı açtı.Genişçe bir odaya alındı.Biraz önce içeri giren şahsın önünde ayağa kalktı.Hiçbirşey demeden elindeki kapalı kağıdı ona uzattı.Adam kağıdı açıp uzun uzun baktı.''Vurdular mı?'' dedi. ''Evet'' dedi Salim ''Onu şehid ettiler'' ''intikamı boynumuza borç olsun sen git istersen.''
Selim girdiği evden çıkarken tekrar sokaklara daldı.En kestirme yoldan eve varmalı eşini hastaneye kavuşturmalıydı.
Sabah çıktığı işten evine ikindi sonrası varan Salim kapıyı tıkladı.Kapıyı açan annesi öfkeliydi.''Neredesin oğlum sabahtan beri seni bekliyoruz.''
''Tamam anne geldim''
''Çabuk ol bir araba bul doğdu,doğacak''
Eşinin olduğu odaya vardı.Acılar içinde kıvranan hayat arkadaşına baktı.''Salim'' dedi genç kadın ümitle ''Geldin mi?'' ''Geldim canım korkma.Şimdi bir taksi bulup seni hastaneye götürürüm tamam mı?'' ''Acele et Salim dayanamıyorum''
Girdiği kapıdan hemen çıkan Salim iki sokak ötede oturan arkadaşı Rahmana koşarcasına gitti.''İnşaallah evdedir'' dedi kendi kendine.Sokağı dönünce Rahmanın arabasını gördü.''Elhamdülillah evdeymiş'' dedi.Kapıyı hızlı hızlı çaldı.''Kim o?'' dedi kapının arkasından bir erkek sesi. ''Rahman benim Salim'' dedi telaşlı telaşlı.
''Ne oldu Salim? Neden telaşlısın böyle?''
''Eşim,eşim doğurmak üzere, hastaneye götürmemiz lazım.Taksinle götürseydik''
''Bekle hemen geliyorum''
İçeri giren Rahmanla az sonra yola çıkmışlardı.Evinin önünde durduklarında bir koşuda içeri fırladı Salim.Biraz sonra genç eşi ve annesiyle birlikte taksiye bindiler.
Hızla ilerleyen araç kontrol noktasına yöneldi.Yola barikat kuran askerler takside bir olağanüstülük olduğunu sezmişlerdi.''Ne oluyor'' dedi yaklaşan asker.
''Eşim'' dedi Salim ''Doğurmak üzere hastaneye yetiştireceğiz''
''Geçiş yasak'' dedi asker ''geçiş yasak''
Duran araçtan inen Salim askere yaklaştı.''Anlamadınız galiba eşim doğum yapacak.Acele hastaneye yetiştirmemiz lazım''
Selimle tartışan arkadaşının yanına diğer İsrail askeri de yığıldı.Hepsinin ağzından çıkan tek söz''geçiş yasak''tı.
Çaresiz bir şekilde çırpınan Salim bir o askere bir bu askere derdini anlatmaya çalışıyordu.Eşinin sancıları arttıkça çığlıkları kulağında yankılanıyordu.Askerler Rahmana taksiyi geri çekmesini söylediler.Hiçbir umut yoktu.Nuh diyor peygamber demiyorlardı.
''Oğlum Salim '' Sesin geldiği tarafa dönünce annesini gördü.Eliyle gel işareti yapıyordu.Hızla yanlarına vardı.''Salim oğlum zamanımız yok.Çabuk ol yardım et''
Bir taraftan annesi bir taraftan Salim kontrol noktasının yanındakiduvarın arkasına eşini kaldırdılar.Yanlarında getirdikleri örtüyü yere saran annesi
''Kimseyi buraya yaklaştırma'' dedi.Duvarın diğer tarafına geçen Salim askerlerin,Rahmanın ve kontrol noktasında bulunan bakışların arasında kendini yiyip bitiriyordu.'' Allahım Allahım! Bu ne zulüm, kendi vatanımda bunca zulüm, kahretsin...'' Diğer tarafta ise annesinin seslerini duyuyordu.''Derin derin nefes al kızım. hadi kızım az kaldı az kaldı...''
Yaşadığı bunca zulümün baskısıyla çaresizlik içinde çırpınan Salim bir ileri bir geri gidip geliyordu.Düşünceler aleminde zulmün odağına kilitlenen Salimi ansızın bir ses kendine getirdi.''ingaa ingaa ,ingaaa''
''Aman Allahım'' dedi sevinçle.Ne yapacağını bilmez bir halde donup kalmıştı.Duvarın arkasından kundağına sarılı bebeği Salime uzatan annesi''Tebrikler Salim bir oğlun oldu'' dedi gözyaşları içinde.Heyecanla bebeği kucağına alan Salim annesinin sesiyle irkildi.''Adını ne koyacaksın oğlum?''
Birden durdu Salim.Aval aval annesine baktı.Doğrusu hiç düşünmemişti.Bir kollarındaki çocuğa baktı bir kontrol noktasındaki askerlere...Yıllardır yaşadığı zulümleri,yaşadığı onca mazlumiyeti düşündü.Askerlerin,bekleyenlerin,annesinin bakışları altında iki adım ileri atarak kollarındaki bebeği aniden havaya kaldırdı.
''Direnişimize bir yiğit daha bahşeden Allah'a hamd olsun.Gökler ve yer yaşadıklarımıza,mazlumiyetimize şahit olsun.Oğlumun adı Mazlum olsun.''
Yeni doğan bebek kolları arasında havadayken o anda bir kurşun sesi çınladı Salimin kulaklarında.Beyaz kundağındaki Mazlumdan damlayan sıcak kan Salimin alnına aktı.Daha doğar doğmaz şehiddi Mazlum. Mazlum şehid...
 
F Çevrimdışı

Filistinim

Üye
İslam-TR Üyesi
amin, ecmain inşeAllah,

Eski model arabasıyla ana yoldan sapıp ara sokakla­ra daldı. Gideceği yere 2-3 sokak kala arabasını uygun bir yere park etti. Kapıları kapattıktan sonra yürüdü. Mazlumi-yet kokan mahalle, işgalci İsrail'in zulmünün ufak bir nişa-nesiydi. Her virahane, her harabe yüreğinde öfkeyi kökleş-tirirken, aşkını pekiştiriyordu. Öyle bir aşk ki işgalcinin bağrında patlayacak, yarım asn aşkındır yaşattıkları acının aynısını yaşatacaktı.

"Ya kabul edilmese" diye düşündü. Aklından dahi ge­çirmek istemedi. Fakat yine de ikirciklenmişti. "Israr eder, kabul ettirmeye çalışırım" dedi kendi kendine.

Dolambaçlı yollardan geçtikten sonra takip edilmedi­ğinden emin bir şekilde gideceği eve yaklaştı. Hemen içeri girmedi. Etrafında bir-iki tur atıp evin güvenli olup olmadı­ğını kontrol etti. Aradığı işareti görünce rahatladı. Hemen kapıya yanaşıp şifreli bir şekilde çaldı. Açılan kapıdan içeri alındı.

Hoş geldin Nebil, nasılsın?

Hoş bulduk Azzam, iyiyim, hamd olsun. iyiyim derken dahi suratından düşen bin parça. Te­bessüm et şöyle biraz. İşgal altındayız diye tebessüm etme­yelim mi ha? Biliyorsun müminin mümin kardeşine tebes­sümü sadakadır.

Biliyorum Azzam, ama yüreğimdeki ateşe söz geçiremiyorum.

Hele şöyle otur da ben bir çay demleyeyim.

Azzam mutfağa geçti. Nebil, süsten uzak, dikkat çekme­yen, sade ve gösterişsiz eve baktı. Duvarda Kubbetu's-Sahra-'mn tüm ihtişamıyla parladığı o meşhur resmi vardı. Karşı­sında ise karalara bürünmüş matem kubbeli Mescid-i Ak­sa..." Ah!" dedi içinden. "Özgürlüğünü bir gün görebilecek miyiz sevgili, sana geliyorum. Azadlığın için can vermeye kan vermeye..."

Eveet, dedi Azzam içeri gtierken şöyle bir tavşan kanı çaylarımızı içerken konuşalım Nebil!

Peki Azzam, ama ben yine de ısrarlıyım.

Bak Nebil, dedi Azzam. Sen çocuk doktoru olacaksın. Bir doktorun yetişmesi yılları alır. Filistin'e lazımsın. Neden anlamıyorsun?

Sessiz kaldı Nebil. İkna oımamış bir sessizliğe büründü.

Beni, dedi. Anlamıyorsunuz. Bu arzumdan beni mah­rum etmeyin. Yüreğimde dinmeyen bir sevda gibi, aha şuramda bir ateş var, bir aşk... Ne olur yani... Doktorluğun mektebine kayıt yapacaklar çoktur, ama ben şehadet mekte­bini istiyorum.

"Anlaşılan vazgeçmeyecek bu deli aşık" dedi içinden Azzam.

Pekala Nebil. Ben tekrar söylerim, anlaştık mı? Yüzünde güller açmışçasına gülümsedi.

Lütfen, dedi. Çok arzuladığımı söyle...

Nebil'in ışıl ışıl parıldayan gözlerine bakan Azzam bir «ışî'a şahitlik ediyordu. Dinmeyen, elinin tersiyle dünyayı ve içindekileri red eden, mal ve makamı kabul etmeyen bir direniş aşkı, bir şehadet arzusu gördü Nebiî'in göz bebekle­rinde.

"Bu nasıl sevgi Allahım!" dedi içinden. "İşte bu aşk, bu sevdadır bizi yarım asırdan fazla süren bu zulme karşı bile­yen, direniş direniş büyüten..."

Nebil'i uğurladıktan sonra diğer odaya geçti. Masanın alt gözündeki zarfı aldı. İçinden bir video kaseti ve bir mek­tup çıktı. Önce mektubu açıp okudu:

"İki aylık gözlem raporumdur: İki ay boyunca söz ko­nusu güzergahı mesai saatinin bitiminden itibaren gözetledim. Askeri otobüs hafta içi her gün saat 17.15'te nizamiye­den çıkıp görevli subayları lojmanlarına şu yollardan götür­mektedir..."

Rapor ince ayrıntılarına varıncaya kadar detaylı bir şe­kilde yazılmıştı. Sonunda da "...Ekteki video görüntüleri ise askeri otobüsün uğradığı ve yolcu indirdiği durakların gö­rüntüleridir" diye bir not düşürülmüştü.

Azzam, elindeki raporu bitirdikten sonra ayağa kalktı. Pencerenin kalın kırmızı perdesini çekti. Odayı loş bir ışık sardı. Kaseti videoya yerleştirdikten sonra ekrandan izle­meye koyuldu.

Nizamiyeden çıkan haki renkli askeri bir otobüs aheste aheste yol alıyordu. Ana yola girdikten sonra solda bir du­rağa yanaştı. Arka kapıdan inen subayların birkaçı kalaba­lığa karışırken, otobüs yoluna devam etti. Bir-iki durağa da­ha uğrayan otobüs, askeri lojmanların olduğu bölgeye gir­di. Lojmanların girişindeki engelin havalanmasıyla otobüs içeri girip gözden kayboldu.

Azzam kaseti geri sardı. Tekrar izledi. Kaç defa izledi­ğini o da bilmiyordu. Kalktı, elleriyle saçlarını tarar gibi yaptı. Zihni yorgundu. Ezan sesini duyunca banyoya yönel­di. Soğuk suyla aldığı abdestten sonra kendine gelir gibi ol­muştu. Seccadesini serip namaza duran Azzam, tekbire kal­dırdığı ellerinin tersiyle her şeyi arkasına atarak ilahi huzu­ra yöneldi. Namazının sonunda açtığı elleriyle Rabbine ya­kardı. "Ey Allahım! Yıllardır yaşadığımız zulümlere şahitle­rin en büyüğü sensin. Her şeyi gören, her dileği işiten yine sensin. Elimizde kendimizi savunabileceğimiz toplarımız, tüfeklerimiz, uçaklarımız, helikopterlerimiz, füzelerimiz yok ya Rabbi. Kendimizi savunabileceğimiz, işgale uğramış Mescid-i Aksamızın ve Filistinimizin özgürlüğü için verebi­leceğimiz bir tek canlarımız kaldı. Her gün, her an çoluk-ço-cuk, genç-yaşlı, kadm-erkek demeden halkımızı katleden şu lanetli işgalcileri kahhar sıfatınla kahreyle. Direnişimizin izzetini koru, bizleri bu aşk ve bu sevdayla her zaman hem­hal eyle. Yoluna adadığımız tek sermayemiz olan canlarımı­zı, kanlarımızı bereketli kıl, kabul eyle..."

Seccadesinden doğrulup tekrar video görüntülerini seyretmeye başladı. Bu defa sadece durakları tekrar tekrar izledi. Otobüsün yaklaştığı üç duraktan birini daha iyi gör­mek için oraya bir tur atmayı düşündü. "Tehlikeli olabilir" dedi, ama "dikkatli olmalıyım."

Ertesi gün kılık kıyafetini değiştirdi. Biraz hoppa bir kı­yafet giymiş, boynuna metal bir kolye takmış, saçlarını jöle-lemiş, kulağı küpeli bir şekilde Kudüs'ün sokaklarında iler­liyordu. Vakit ikindiydi.

Video kasetten izlediği otobüs güzergahında bir müd­det yürüdü. Askeri otobüsün uğradığı her üç durağı iyice kontrol etti. Saatine bakü. "Otobüsün gelişi yakın olmalı" dedi kendi kendine. Zira otobüsün geçeceği saate göre za­manını ayarlamıştı. Böylece kendisi de otobüsü ve seyrini görebilecekti. İşini bitirdikten sonra sokaklara dalıp gözden kayboldu.

İki gün sonra şehrin merkezinden uzak bir mahallede Azzam biriyle konuşuyordu.

Bence de ikinci durak uygun Yasir ağabey. Görüntü­lerle yetinmeyip kendim de güzergahı kontrol ettim. Aske­ri araç aşağı yukarı 30 subayla dolu vaziyette nizamiyeden çıkıyor. Şayet konuştuğumuz şekilde operasyonumuz ger­çekleşirse eylemimiz büyük bir ses getirecektir.Eylem için kimin seçildiği henüz belirlenmedi. Bu se­beple şu an beklemedeyiz.

Aklına Nebil geldi Azzam'm.

Ben birini biliyorum.

Ya! Kimmiş? -Nebil! Doktor Nebil...

Yoksa yine mi sana geldi.

Hı, hı! Ağabey, ondaki aşkı bir görmeliydiniz. 'Bu ar­zuma izin verin de' diyor başka bir şey demiyor. Her hücre­si şehadet dolu.

Pekala Azzam, şayet Nebil bu eylem için seçilirse ge­risi sana kalmış. Ne yapacağını biliyorsun.

Anladım ağabey, tamam.

O perşembe Nebil'e müjdeli haberi veren Azzam, erte­si güne randevulaştı. Mahalle arasındaki küçük bir mescit­te buluşan ikili Nebil'in arabasıyla şehrin uzağmdaki ıssız bir kayalığın yanında durdular.

Azzam Önden inip büyük bir kayanın yanındaki kum­ları eşti. Bir sandık çıkarttı. Nebille sürükleye sürükleye arabaya yaklaştırdılar. Azzam, açılan sandıktan çıkarttığı dinamit lokumlarını ikişer ikişer arabanın uygun yerlerine yerleştirip duruyordu. Bir motor kısmına, bir arabanın altı­na doğru eğiliyor, işini ustaca yapmaya çalışıyordu. Uzun bir uğraştan sonra lokumlar arası ortak irtibat sistemini kurdu. Tüm fitilleri tek bir tele bağladı. Ateşleme sisteminin bu tonunu da kurduktan sonra patlamaya hazır bir bomba haline getirmişti arabayı.

Nebille uzun uzun konuştular. En son:

Artık söz değil, eylem zamanı, dedi Azzam. Tüm de­tayları defalarca konuştuk. Bugün mesai çıkışı ikinci durak­ta hedefe varman dışında bir şey kalmadı.

Ben hazırım, dedi Nebil heyecanla.

Unutma Nebil. Canlarımız, elimizdeki tek silahımız. Masa başlarında ve rahat koltuklarında yaptıkları kalem-şörlükle yaşadıklarımızı yaşamadan bizi anlamayanlar, ey­lemlerimize intihar diyebilirler, ama biz Kudüs ve Filistin için şehadete koşuyoruz. Rabbim herşeye şahittir. Şimdiden seni tebrik ediyorum kardeşim...

Birbirlerine sarılan iki arkadaş, hissiyatın zirvesindey diler. Biri arzusunun vuslatına yaklaşırken, diğeri bir kardeşinin hicranıyla doluydu.

Birazdan yola çıkan Nebil, nizamiyeden çıkan askeri otobüsü uzaktan takip ediyordu. Birinci durağa yaklaşan otobüs fazla durmadı. Verilen bilgiye göre ikinci durakta beklemesi gerekecekti. İkinci durağa doğru ilerleyen askeri otobüs söylenildiği gibi yavaşladı. Durakta kısa bir süreliği­ne durmak için yanaşınca Nebil, ayağını aheste aheste sey­reden arabasının gaz pedalına dokundurdu.

Ansızın hızlanan araba askeri otübüsü ortalayacak şe­kilde yakın mesafede durdu. Otobüsten inen subaylar ve silahlı korumalar henüz ne olduğunu anlamadan kıyameti andırır bir patlama duyuldu. Nebil'in dokunduğu ateşleme butonuyla birlikte arabası ve otobüs havaya uçmuştu. As­keri otobüs ikiye ayrılmış bir şekilde yere düşerken havada uçuşan metal parçaları, üniformalı asker organları her tara­fı kaplamıştı. İnsanlar sağa sola kaçışırken ortalık ana-baba gününe dönmüştü.

Akşam haberlerinde televizyonda onlarca ölü ve yara­lıdan bahsediliyordu. Haber programında işgalci subaylar­dan birinin eşi durmaksızın ağlıyor, acılarının büyük oldu­ğunu söylüyordu.

Haberleri izleyen Azzam;

Ya bizim, ya bizim acımız, acılarımız, dedi kesik kesik. Yarım asırdır bize yaşattıklarınız... Biraz da siz ağlayın!!!
 
F Çevrimdışı

Filistinim

Üye
İslam-TR Üyesi
...Bu gün son derste gelen mseaj günün bütün neşesini öldürmeye yetmişti. Filstin’li ablam İslam en orijinal hâli ile “S.A TODAY WAS A VERY SAD DAY.THERE WAS AN INCOURSION NEXT US 17 MARTYTS KILLED 2 OF THEM R OUR NIGHBERS YA ALLAH HELP US.I HAVE EXAM TOMORROW I DIDN’T STUDY YET.”meâli “es selamu aleykum bugün çok üzücü bir gündü.Burada 17 kişi şehid edildi.2si bizim komşumuz.Ey Allahım bize yardım et.Yarın sınavım var ve henüz çalışmadım.”mesaj burada bitiyor ve uzun zamandır akmaya hasret göz pınarlarım istemdışı boşalıyor.—Neyseki ders işlemiyoruz— Kafamı sıraya koyuyorum ve gözyaşlarımı serbest bırakıyorum.Arkadaşlar çevreme doluşmuş farkında bile değilim.Sesimi yükseltmiş olmalıyım...

Omzuma dokunan bir elle kendime geldim.Kafamı sıradan kaldırdım.Hepsi kıpkırmızı olmuş ve gözyaşları henüz kurumamış yüzüme bakıyordu.Panik içinde gelen ‘ne oldu?’ ‘su ister misin?’ ‘iyi misin?’ gibi soruların kesilmesini bekliyorum.Benden ses gelmeyince onlarda susuyor… Konuşmak istiyorum ama olmuyor.Kafamı tekrardan sıraya koyuyorum…

Ağlamayı, doğru dürüst bir sebeple ağlamayı okadar çok özlemişim ki gözyaşlarım hiç bitmesin istiyorum ama ağlamam fazla sürmüyor.Kafamı kaldırınca başımdaki kalabalık gitmiş sadece sıra arkadaşım kalmış yanımda o da kendi hâlinde.. Ben kafamı kaldırınca sakince ‘ne oldu ?’ diyor.Ben ağlamış bir nebze olsun rahatlamış şekilde Filistinde 17 şehid varmış diyorum.Suratıma bakıyor ve belkide ne olduğunu anlamaya çalışıyor yada daha kötüsü ‘ne var ki bunda ..?niye bu kadar sorun yaptı ki şimdi..? ‘diye düşünüyor.

Anlamıyor musun orada hergün yüzlerce kişi acı çekiyor.Şehidler ölmez Rableri katında rızıklandırılırlar. (Al-i İmran 139) Peki biz ? ? ? Biz ne olacağız ?? “Size neoluyorda Allah yolunda savaşmıyor sunuz? Mustazaf erkekler,kadınlar,çocuklar uğruna ?’ ayetine rağmen ne oluyor bize? Ayet ‘ellezi’ bağlacı ile devam ediyor “Bizi hükümdarı zalim olan bu yerden kurtar, bize katından yardımcı gönder diyen” Hâla ne oluyor bize ? Bu ayet bizim için indirilmemiş mi?? Vahye rağmenci kabullenmeler eziklik değildir de nedir? Nasıl bir insan bu katliamı doğal karşılayabilir? O da ayrı bir sorun…

Başka bir arkadaş sordu bu sefer ‘Neyin var?’ iyi olmadığım için konuşmak istemiyordum.Filistinde 17 şehid… dedim devam edemedim ..belkide etmek istemedim… Biraz baktı sonra gitti.Anlamıyorum şu insanları ya! Bu cenneti garantilemiş gibi tavıraları neden ?? Neylerine güveniyorlar ?? O iki dakikada bitsin diye erine erine kalkıp,ne okuduklarından bihaber oldukları namazlarına mı?? Yoksa hacdan yeni gelmiş ana babalarına mı?? Belki de başlarındaki en ufak bir zorlukta çıkarıp attıkları, taktıklarındada tesettür demeye bin Zekeriya Beyaz gekektiren başörtülerinedir hı? …Kim bilir… VALLAHU E’ALEM…

Birilerine sert çıkıp bağırıp çağırmak istemediğimden içimden düşünmeye başladım.Hemen Hz.Peygamberin bir hadisi geldi aklıma 'Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.'( Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66 )Düşünün en basitinden bir başınız ağrıdığında bütün vücudunuz uyuyamıyor.Yada bütün âzâlarınızla beraber ilaç arıyorsunuz—Âzâ deyince aklıma bütün âzâlarını harbe çağır şiiri geldi… neyse— Ama herhangi bir yerde müslümanlar zulüm görürken,acı çekerken sesimizi çıkarmıyoruz...

Peki biz müslümanlar mü’min olma çabasında değil miyiz? Elhamdulillah çoğumuz öyleyiz.O zaman neden Filistinli,Çeçen,Iraklı,Afganlı... mazlum kardeşlerimizin başına gelen musibetlerde biz niye tınmıyoruz? Onlar için ne yapabiliriz diye neden düşünmüyoruz ? Bazen kendimi çok mu sıkıyorum diye düşünüyorum ama hadis ortada ayet ortada... bunu bile bile üzülmüş gibi yap diyenler yok mu... .Sadece ve sadece tek bir şey söylüyorum ‘LANATULLAHİ ALEYK İSRAİL’ Allahın laneti israilin ve israilleşenlerin üzerine olsun.İsrailleşenler derken elim o kadar çok titriyor ki.. O kadar çok israilleşen insan var ki çevremde , sevdiklerimin arasında.. Ama onların hepsi ”KİM BİR KAVME BENZERSE O ONLARDANDIR” hadisini biliyorlar.Bile bile terk etmek ,bilmemezlikten gelmek fasıklık, zalimlik değil midir? Ebu Zer’in dediği gibi ‘Allah ma’rufu emredip onu terkedene, münker’den sakındırıp onu yapanlara lanet etsin !”

...

Biraz zorlayarak cevap yazdım.Ne yazdığımı doğru dürüst hatırlamıyorum neyse ki telefonun hafızası kaydetmiş “A.S u r fine.arent u? Thats stressful:( BARAKALLAHU SHAHADATUHUM! LANATALLAHI ALEYK ISRAEL! Dont sad ukhte NASRUN MIN ALLAH VE FETHUN QARIB ! u get high marks ensh. İf u want i call u…”çevirisi “aleykum selam .sen iyisin. Değil mi? Bunlar üzücü:( Allah onların şehadetlerini mubarek kılsın.Allahın laneti israilin üzerine olsun.üzülme kardeşim yardım Allahtan ve zafer yakındır! inşaAllah yüksek notlar alırsın istersen seni arayayım…”sonra cevap atmış 'ara benimde konuşmaya ihtiyacım var' gibisinden o an nasıl arayacaksam dersde.. cok konuşmak istediğim için öyle yazmışım… Biraz mesajlaştık sonra zil çaldı arkadaşın telefonundan mesaj atıyordum bende kontör olmadığından zil çalınca mesajlaşmayı kestik.Aklımda hala o vardı...Merdivenlerden aşşağıya hızlı hızlı inip bir an önce eve gitmek istiyorum.Her gören ne bu acelen ne oldu diye sormasa olmazdı zaten… konuşmak istemesemde kendimi sorumlu hissediyor, en azından birkaç ayet, hadis söylemem gerektiğini düşünüyordum.Kısa kısa cevaplarla çok şükür servise binebildim.Kimseyle konuşmadan sözde midem bulandığı için camdan bakıyordum.Aslında artık insanlardan çok sıkıldığım için cama dönmüş bir şekilde kendimle savaşıyordum.”Size ne oluyor ki ?” dedikçe gözlerimden yaşlar boşalıyordu.

Eve tam varmadan inmek istediğimi söyledim.Hem kontör almak istiyordum hemde biraz hava… Yürümek rahatlatıyor insanı…yağmur yağıyormuş meğer servisde gelene kadar dışarıyı seyretmeme rağmen yağmuru gözden kaçırmış olmalıyım. Bulutlarda benim gibi ümmetin şu haline ağlıyor heralde…Kontör alcam ama nasıl alcam göz göre göre nasıl ingilizlere para kazandırıcam ?? Her tarafımızı tamamen kuşatmış boykot mallar…

Eve geldim kontör bulamamış ve - belkide bir müddet daha almasam iyi olur diye düşünmüştüm- ıslanmıştım.Evde kimse yoktu hemen bilgisayarı açtım.Haberle baktım her yerde aynı haber şehid sayısı artıyor sadece.Şehidlerin arasında Mahmut Zahar’ın oğluda varmış.Resimler bakılamayacak derecede ürkütücü.Gözü yaşlı,eli kanlı siyah çarşaflı bir kadın resmi gitmiyor gözlerimden…Feryat edip,ağlayanlar çok daha yaralayıcı zaten.Hemen aklıma Zuhad geliyor şehidlerin isimlerine bakıyorum. yok.Elhamdulillah deyip şükretmek geçiyor içimden ama yaşaması onun için daha kötü.Bu şekilde her gün ölüyor..her gün acı çekiyor… İslam ablayı düşünüyorum… O an ki çaresizliğim belkide ölmeme yetecek kadar… Birşeyler yapmalı! Böyle olmaz ! Dualar, maddi yardımlar yeterli olmuyor işte… Hâla bir eksik var. Filistin gündemimizde değil…Samimice filistin için, mazlum islam halkları için ne yapabilirim diye düşünenlerin sayısı her geçen gün artması gerekeceği yerde azalıyor…Her daim duam “Rabbim hareketim , davetim , ibadetlerim senin sınırını (hududullahı) aşmasın”(amin)

O haberleri gördükten sonra donmuş gibiydim.Msni açtım belki filistinden birileri vardır diyerekten. Gazzenin yarısında elektirik olmadığını duymuştum ama umut vardı.Biraz daha israile yakın bölgeden bir kardeş vardı belki o gelir.Meşgule aldım hem bekliyorum hem haberlere bakmaya devam ediyorum.Meşgulde olduğum için geldiğini görmedim selam verince uçucak gibi oldum elhamdulillah iyisin dedim, değilim dedi.Avatarına yüzü gözü tamamen yanmış,kararmış kim olduğu zor seçilebilen bir genç resmi koydu.Kim olduğunu sordum “o benim arkadaşım mervan,benden 2 yaş büyüktü ama cok iyi anlaşırdık ,çocukluk arkdaşımdı .henüz mısırdan yeni gelmişti ve beraber şehid olmayı çok arzuluyorduk…ama o benden erken davrandı…

Rabbim onu firdevslerinde peygamberlere salihlere sıddıklara şehdilere komşu yapsın…//amin

Şeyma Nur ENES
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt