Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İslam`da Canlıların Ruhu Yoktur (mu)

M Çevrimdışı

Mehmo

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İslam`da insana ait ölümsüz ve tanrısal parça ruh inancı yoktur.

Yaratılan her şey maddidir. Hatta cinler ve melekler bile.

Cennet ve cehennem de farklı fizik yasalarına sahip diğer evrenlerdedir ve sapına kadar maddedir.

Ruhçu öğretinin İslam dünyasına uydurma hadisler ve tasavvuf öğretileriyle sızması sonucunda bugün Müslümanlar uydurma ruhlar âlemine iman ettirilmektedir. Hatta Kuran`ı tercüme derken ayetlerde "nefs, can" geçen yerlerde "ruh" denilerek çeviriler bile çarpıtılmıştır.

Kuran`da gerçekten ruh diyen ayetler "vahiy"den ve de bu vahyi ileten Cebrail adlı vahiy meleğinden bahsetmektedir.

Yani Kuran`da;

Ruh = Vahiy
Ruh = Vahiy meleği

Kuran`a göre kabir azabı veya mükâfatı yoktur. Hemen hemen herkes kıyamet sonrası, mahşer gününde tekrar yaratılacak ve sonsuz yaşamlarına kavuşacaklardır.

Yalnız dikkat ederseniz hemen hemen herkes dedim. Çünkü Kuran`a göre istisna insanlar var. Bu konuda bazı yazarlar güzel tespitlerde bulunmuşlardır.

Kimdir bu ayrıcalıklı insanlar? Bunlar Firavun gibi günahkârlıkta çok aşırıya giden büyük günahkârlarla, şehitler gibi sevap kazanmada çok ileri seviyede olan cennetlik insanlardır.

Firavun gibi günah işlemede çok aşırı bir seviyede ileri giden insanlar daha kıyamet beklenmeden cehennemde yaratılarak daha şimdiden ateşte yanmaya başlamışlardır. Ahirette ise cezalarını daha şiddetli bir şekilde çekmeye başlayacaklardır:

- Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Tıkın firavun ailesini en şiddetli azaba!" (denilir). (Mümin Suresi 46. Ayet )

Burada firavun ve ailesinin şimdiden sürekli ateşe atıldığı, kıyamet sonrası ise asıl azaba atılacağı söyleniyor. Yanı bunlar şimdiden beden olarak cehennemde yaratılmışlardır.

Diğer uç gurup ise iyilikte çok ileriye gidenlerdir. Bunlar da kıyamet beklenmeden şimdiden cennette bedenen tekrar yaratılmışlar ve mükâfatlandırılmaya başlanmışlardır. Bunlara örnek olarak şehitleri verebiliriz:

-Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

-Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169-170)

Burada da açıkça ayetler, şehitlerin kanlı ve canlı bir şekilde yani bedenen cennette şimdiden yaşamaya başladıklarını ve nimetler içinde olduklarını söylüyor.

Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

-Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169–170)

Bu ayetler bile ruhlar âlemi safsatasını yerle bir etmeye yeterlidir.

Eğer insanların ruhu olsaydı, tüm insanlar öldükten sonra yaşıyor olacaktı ve ayet "herkes canlıdır aslında " falan derdi.

Ama öyle demiyor. Şöyle diyor:

-Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

Yani "sadece şehitler gibi istisna insanlar kıyamet öncesi yaşayabiliyorlar. " Çünkü diğer insanlar ölüler ve kıyameti bekliyorlar ikinci yaratılış için. Ve ruhları olmadığından cansızlar.

Ama şehitler şimdiden cennette yaratıldıklarından (Rabbin katı), diğer insanlardan farklı olarak şimdiden ikinci yaşamlarına başlamış bulunuyorlar. Kıyametten sonra kendilerine katılacak diğer insanları da bekliyorlar.

Yine insanların ruhu olmadığına Kuran`dan delil vermeye devam edelim:

Yasin 51–52: Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar. Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan? Rahman`ın vaat ettiği işte bu! Peygamberler doğru söylemişler. "

Eğer bu insanlar öldükten sonra ruhlar âleminde yaşamaya devam etselerdi, bu âlemde yaşayacakları binlerce ve hatta belki de milyonlarca yıl boyunca ahiretin gerçek olduğu acı gerçeğini yudum yudum özümsemiş olacaklardır.

Ama hayır, bu insanlar dünyada öldükten sonra ilk defa kendilerine geliyorlar ve büyük bir şaşkınlık içinde "meğerse doğruymuş" gibilerinden bir şeyler söyleyerek büyük bir şok yaşıyorlar.

Çünkü ruhsal yaşam diye bir şey yok. Onlar vefat ettikten sonra kıyamete kadar cansız bir şekilde beklediler ve uyandıklarında yani ikinci yaratılışlarında da acı gerçeği gördüler.


Bazı insanların şimdiden cennete girdiğine bir diğer delil olarak şu ayetleri de verelim:

Yasin Suresi(20-29):
Kentin öbür ucundan bir adam koşarak gelip şöyle dedi: "Ey topluluk, bu elçilere uyun!"
"Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. "
"Beni yaratana ne diye kulluk etmeyecek mişim ben? Ve sizler de O`na döndürüleceksiniz. "
"O`ndan başka tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorluk/zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazlar. "
"Bu durumda ben elbette ki açık bir sapıklığın içine düşerim. "
"Ben, sizin Rabbinize iman ettim, artık dinleyin beni!"
"Gir cennete!" denildi. Dedi: "Kavmim bir bilebilseydi?
Ki Rabbim beni affetti; beni, ikram edilenlerden kıldı. "
Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
Olan, sadece korkunç titreşimli bir sesti. Ve bir anda sönüverdiler.

*************
Eğer kıyametten sonraki cennete girişten bahsetseydi, o zaman o adamın toplumu zaten onu görüyor olurdu. Ama hemen ölümünden sonra bedenli olarak cennete giriyor, diğerleri ise daha yeryüzünde olduğundan ve/veya henüz dirilmediğinden, "kavmim, Allah`ın beni affedip cennetine aldığını bilebilseydi" demekte.

*************

RUM

55. Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
56. İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. "

Eğer bu günahkarlar ruhlar aleminde binlerce veya milyonlarca yıl azaplar içinde yaşamış olsalardı, o zaman onlara bekleme süresi kısa gelmek bir yana dursun tam tersine olduğundan da uzun gelecekti.

Ama görüldüğü üzere, dirildikleri andan itibaren kendilerine ilk defa geliyorlar ve dünyadaki bekleme sürelerinin çok kısa olduğuna yemin ediyorlar.

Ayrıca ilim ve iman içinde olanlar onlara şöyle diyor: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. "

Yani hem "siz kıyamet gününe kadar beklediniz" diyorlar hem de "siz daha önce bunu bilmiyordunuz" diyerekten onların bilinçlerinin ilk defa yerine geldiğine vurgu yapıyorlar.

Bu arada Kuran'da ruh kelimesi sadece tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi ayetlerde asla geçmez. Bu da ruhların olmadığına dair bir başka sağlama, kanıt daha sunmaktadır bizlere.

İNSANA AİT RUH İNANCININ YAPTIĞI BOZGUNCULUKLAR

1.İnsana ait tanrısal parça ruh inancı insanların rableştirilmesinin kapısını ardına kadar açıyor ve bunun sonucunda kutsal insanlar, tapınılan sefil ruhbanlar ortaya çıkıyor.

2.İnsana ait ruh inancından dolayı çoğu insan tekâmül safsatasına inanıyor. Ve bu yüzden acı çekip olgunlaşacağına inandığından kendine zulmediyor veya başına bir musibet geldi mi bunu iyi bir şey zannedip kurtulmak için şevkli davranmayabiliyor. Hâlbuki Kuran'a göre başımıza gelen musibetler hiç de hayra alamet değildir ve günahlarımızdan dolayı bir uyarıdırlar.

3.İnsana ait ruh inancından dolayı insanüstü bir varlık olabileceğine inanan ruhbanlar dünya nimetlerine sırt çevirerek kutsallaştığına inanıyorlar. Bu sapkınlığı bir erdem olarak görüyorlar. Hatta kimisi cennet nimetlerini bile istemiyor ve ilahlaşmaktan başka bir şeyi gözü görmüyor(birlenme inancı).

4.İnsana ait tanrısal parça ruh inancından dolayı ölümün güzel bir şey olduğu zannediliyor. Çünkü bu inanca göre ruh bedene hapistir ve ölüm ruhun özgürlüğüne kavuşması-birlenmesi demektir. Bu hastalıklı düşüncenin sonucunda ne yazık ki insan hayatına verilen önem azalabiliyor ruhlara inanan insanlarda.

5.Yine insana ait ruh inancından dolayı birçok insan reenkarnasyona inanıyor. Bu da her dirilişte bambaşka bir yaratık olunacağı anlamına geliyor. Ve bu da farkında olunmasa da ölen kişinin bir daha geri gelmemek üzere yok olması demektir. Çünkü başka bir bedende başka bir kişilikte hatta başka cinsiyet veya türde dünyaya geleceksen sürekli, ölünce şu anki sen bir daha oluşmamak üzere yok olacak demektir. Yani tam bir materyalist inanca bürünüyor işin derinine inince.

6.Ruh ikizi inancı görülüyor birçok ruhçu öğretide... Bunun sonucunda yalnızca ruh ikiziyle birlikte olan insanın tekâmül edip mutlu olabileceği safsatasına inanılıyor. Bu da cinselliği çaktırmadan yasaklama-kısıtlama hinliğini içeriyor.

7.İnsana ait ruh inancı ve tekâmül safsatası aslında günah işlemenin gerekli olduğu yanlış inancına da götürüyor insanları. Çünkü tekâmül için dünyaya gelen ruh günah işleyip acı çekmeli ki mükemmelliğe giden yolda olgunlaşabilsin deniliyor. Bu inanç kabala öğretisiyle Museviliğe, tasavvuf öğretisiyle de İslam dünyasına sokuşturulmuştur.

8.İnsana ait ölümsüz ruh inancı, bedenli yeniden yaratılıp ahirette maddi yaşayacağımız gerçeğini bazı kimselere inkâr ettiriyor. Ruhçular maddeyi küçümsedikleri hatta bazıları iğrendikleri için sonsuz yaşamın bedenli değil de ruh olarak olabileceğini söyleyiveriyorlar. Kutsal kitaplardaki maddi sonsuz yaşamı anlatan ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek dolaylı yoldan inkâr ediyorlar.

9.Yine bazı ruhçular Allah'ın yarattığı bu maddi evrene şükretmek bir yana dursun,ona "leş" diyerek hakaret ve nefretlerini kusuyorlar.Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklere nefret ve hainlik içinde olabiliyorlar.Kendi uydurdukları madde ötesi aleme tapınıyorlar ve ona ulaşmak için çırpınıyorlar.

10.Ruhun tekâmülü inancı sonucunda kişisel ve toplumsal bazda ayrımcılık-üstünlük meselesi ortaya çıkıyor. Kimi insanlar kimi insanlardan üstün kabul edildiği gibi kimi ırklar da diğer ırklardan üstün tutulabiliyorlar. Bazı ruhçular sarışın renkli gözlü insanın tekâmül etmiş üstün insanı temsil ettiğine inanırlar. Hatta Hitler’in zalimliklerinin arkasında bile bu ruhçu-ırkçı sapma vardır. Büyük ruh adlı varlıktan medyumlar aracılığıyla aldığı direktifler doğrultusunda bilenen çılgınlıklarını yapmıştır Hitler.

11.Ruhlara inanan insan cinlerin aldatmalarına daha yatkın oluyor. Ruh çağırma seanslarında ya şarlatanların yalanlarına kanıyorlar ya da cinlerin ruh kılığında söyledikleri yalanlara... Yakınlarının veya hayatta olmayan ünlü insanların ruhlarıyla görüştüğünü sanan kimseler, bu celselerde aldıkları bilgileri mutlak doğru zannedip yoldan çıkabiliyorlar.


Selam ve sevgiler.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Hadis inkarcısı felsefik muşriklerin iddialarından biri de Ruh'un varlığının inkar edilmesidir.


الروح RUH

Sözlükte “gitmek, geçmek; (hava) rüzgârlı olmak; (bir şey) geniş ve ferahlık verici olmak” mânalarındaki revh kökünden isim olan rûh kelimesi terim olarak genellikle “canlılarda hayatı sağlayan unsur” şeklinde tanımlanmaktadır. Ruh, bir anlamda kendisinin bir cüzünü teşkil eden ve devamlılığını sağlayan “nefes” mânasına da gelir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rvḥ” md.; Lisânü’l-ʿArab, “rvḥ” md.)
Farklı tarifleri yapılmakla birlikte ruhun âlimlerin çoğunluğunun anlayışı çerçevesinde şöyle tarif edilmesi mümkündür: “Ana rahminde oluşması sırasında melek tarafından insanın bedenine üflenen ve ölümü anında insan bedeninden çıkarılan idrak edici ve bilici hakikati.” Nazzâm, Ebû Mansûr el-Mâtûrîdî, Gazzâlî, Râgıb el-İsfahânî ve Seyyid Şerîf el-Curcânî’nin tercih ettiği tanımlar da buna benzer şekildedir. İnsanın algılayıcı ve bilici varlık olabilmesi için öncelikle biyolojik canlılığa sahip kılınan bedeni yaratılır, canlı organizma teşekkül etmeye başlayınca algılayıcı ve bilici özü de buna eklenir (Mâtûrîdî, Teʾvîlâtü Ehli’s-sunne, III, 213, 421; Gazzâlî, İḥyâʾu ʿulûmi’d-dîn, III, 3).
İnsan ruhu denilince canlılık, bilinç, akıl, idrak, irade gibi niteliklere sahib bir özden söz edilmiş olur. İnsanların hayvanlardan farklı olması ruhlarının değişik yaratılmasından kaynaklanır. İnsanlar arasındaki fark da aynı ruh türü içinde değişik mertebelerde bulunmalarının sonucudur. Peygamberlerin gayb âleminden bilgi almaları yüksek bir ruhî mertebeye sahib kılınmalarıyla irtibatlıdır (Elmalılı, I, 408-410). Dinî literatürde nefis kavramını ruhla eş anlamda kullananlar bulunduğu gibi nefis ve ruh arasında fark gözetenler de vardır. Bazı âlimlere göre ruh hem biyolojik canlılığı hem de algılayan ve bilen insanî özü ifade ettiği halde nefis sadece ikinci anlamı içerir. Nefsi ateş ve toprak kaynaklı, ruhu nûrânî tabiatlı kabul edenler de vardır (Âlûsî, XV, 157-158; Reşîd Rızâ, IV, 328-329). Nefis kelimesi insanın ruh ve beden bütünlüğüne isim olarak verildiği halde ruh bedeni ifade etmek için kullanılmaz.

Kur’an’da ve Hadiste Ruh

Kur’ân-ı Kerîm’de ruh kelimesi yirmi bir yerde geçer. Bunların dördü “er-rûh” şeklinde yalın olarak kullanılmış, on ikisi çeşitli terkiplerle Allah’a izâfe edilmiş, dördü “rûhu’l-kuds”, biri “er-rûhu’l-emîn” şeklinde yer almıştır (M. F. Abdulbâkī, el-Muʿcem, “rûḥ” md.). Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da geçen ruh kelimelerinin sekiz mânaya geldiğini belirtir: Canlıların hayatiyetini sağlayan ruh, Cebrâil (rûhu’l-kuds, er-rûhu’l-emîn), büyük bir melek, vahiy, rahmet, emir, üflemekle meydana gelen bir tür yel, hayat (Nuzhetu’l-aʿyün, s. 322-324). Cenâb-ı Hakk’ın uyku halindeki insanın nefsini aldığını (ez-Zumer 39/42) ve ölümünden sonra ibret olması için Firavun’un bedenini geride bıraktığını (Yûnus 10/92) bildiren âyetlerde bedenin yanı sıra insanın nefsinin de bulunduğu belirtilerek ruh-beden ayırımına işaret edilmiş, âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerdeki nefsin ruh anlamına geldiğini söylemiştir (Taberî, XI, 106; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, VII, 105). İnsanın yaratılışından söz eden âyetlerde bildirildiğine göre Allah, Âdem’i önce çamur halindeki topraktan şekillendirmiş, ardından ona “ruh”undan üflemiş (el-Hicr 15/28-30; Sâd 38/71-72), Âdem’in soyunu ise önemsenmeyen bir sıvıdan (sperm) üretip belli bir şekle soktuktan sonra ana rahminde ona ruhundan üflemek suretiyle insan haline getirmiştir (es-Secde 32/7-9). İnsan türünün üreme mekanizmasına temas eden diğer bir yerde (el-Mûminûn 23/12-16) rahimde başlayıp devam eden merhalelerden sonra “başka bir yaratma”dan söz edilmiştir ki başta İbn Abbas olmak üzere birçok müfessire göre bu ruhundan üflemeye yapılmış bir atıf olmalıdır (Taberî, XVIII, 10-11; Mâtûrîdî, Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne, III, 396).

Allah’ın ilk insanın bedenine, ayrıca ana rahminde belli bir aşamaya gelen ceninlere ruhundan üflemesi konusunda müfessirlerce çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bazı âyetlerde, Meryem’i Îsâ’ya hamile bırakmak için Cenâb-ı Hakk’ın insan şekline bürünmüş olarak gönderdiği Cibrîl’den “ruhumuz” diye söz etmesini ve, “Meryem’e ruhumuzdan üfledik” meâlindeki beyanını (Meryem 19/17-19; el-Enbiyâ 21/91) dikkate alan âlimler Allah’ın “ruhum” veya “ruhumuz” tabirleriyle Cibrîl’i, “üfledim” veya “üfledik” tabirleriyle de Rûhulkudus, Rûhulemîn, Rûh gibi isimleri bulunan Cibrîl vasıtasıyla insanda ruh yaratmasını murat ettiği sonucuna varmıştır. Hz. Âdem’in ve soyunun yaratılışı dile getirilirken kullanılan “ruhumdan üfledim” ifadesine de aynı anlam verilmiştir. Bu tür beyanlarla Allah’ın zâtı veya zâtından bir parça değil Cibrîl kastedilmiştir. Şu farkla ki Hz. Âdem ile Îsâ’nın yaratılmasında bizzat Cibrîl ilâhî buyruğu yerine getirmiş, insan soyunun yaratılmasında ise Cibrîl’in emrinde bulunan yardımcıları bu emri icra etmiştir. Önde gelen âlimlere göre sadece “er-rûh” şeklinin geçtiği âyetlerle de (el-Meâric 70/4; en-Nebe’ 78/38; el-Kadr 97/4) Cibrîl kastedilmiştir. Nezdindeki yüksek mertebesini belirtmek için Allah Teâlâ, Cibrîl’den “ruhum” veya “ruhumuz” diye söz etmiştir (meselâ bk. Taberî, I, 404; III, 2; Mâtûrîdî, Teʾvîlâtu’l-Ḳurʾân, I, 173; VIII, 28; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XIX, 219-220; XXII, 218). Bazı âlimler ise bu âyetlerdeki “er-rûh”un Cibrîl dışında büyük bir melek olabileceği görüşündedir (Beyhakī, s. 462; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 251; Elmalılı, VII, 5546). Allah’ın insana ruh üflemesi ise onda bir ruh yaratıp varlıkları algılama ve bilme gücü vermesi olarak anlaşılmıştır (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXII, 65). Mâtürîdî, ruhun bedene üflenmesini nefesin bir kabın içine üflenmesi halinde onun her tarafına nüfuz edip yayılmasına benzetir (Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne, V, 231, 312). Elmalılı Muhammed Hamdi “biyolojik canlılık” anlamına gelen ruhun melek tarafından, “rabbin emri” olan ve Kur’an’da nefis olarak da adlandırılan ruhun ise doğrudan doğruya Allah tarafından insana üflendiği görüşündedir (Hak Dini, V, 4129). “Ruh rabbimin emrindendir” meâlindeki âyette geçen “er-rûh”u (el-İsrâ 17/85) bazı müfessirler, bedenin hayat sahibi olmasını sağlayan ve Allah’ın yaratıklarından biri olan insan ruhu olarak yorumlarken bazıları buradaki ruh ile Cebrâil’in, başka bir grup da insanlara ruh üflemekle görevlendirilen Rûh isimli büyük bir meleğin yahut Kur’an’ın kastedildiğini söylemiştir (Taberî, XV, 155-156; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, VIII, 348-349; Beyhakī, s. 459; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 37-39).

Ruhun bedenden alınıp tutulmasına “teveffî”, ölüme “vefat”, ölen insana da “muteveffâ” denilmiştir. Âyetlerde belirtildiğine göre her nefis ölümü tadar ve sonra Allah’a döndürülür, Allah eceli gelen hiçbir nefsin ölümünü ertelemez (el-Ankebût 29/57; el-Munâfikūn 63/11). Teveffî fiilinin kullanıldığı âyetlerin birinde açıklandığına göre Allah nefisleri ölümleri anında, ölmeyenleri de uykularında alır; haklarında ölüm hükmü verdiği nefisleri tutar, diğerlerini ise belirlenmiş ölüm vaktine kadar salıverir (ez-Zumer 39/42). İnsanları Allah’ın elçileri olan melekler vefat ettirir (el-En‘âm 6/61; el-A‘râf 7/37). Yine Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiğine göre melekler kâfirleri vefat ettirirken ellerini onların üzerine uzatır, yüzlerine ve arkalarına vurup kendilerine, “Çıkarın nefislerinizi ...” diye hitab ederler (el-En‘âm 6/93; el-Enfâl 8/50-51; Muhammed 47/27; krş. Taberî, VII, 276; X, 22). Müfessirlerin bir kısmı, Vâkıa sûresinin 83-96. âyetlerinde zikredilen ceza ve nimetlerin ölümden itibaren ruhen vuku bulacağını kabul etmiştir (a.g.e., XXVII, 212). “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru davranan müminlere ölümleri anında meleklerin ineceğini, onlara güvenlik ve cennet müjdesi ulaştıracağını bildiren âyette (Fussılet 41/30) söz konusu edilen hayatın da ruhun hayatı olması gerekir (a.g.e., XXIV, 116). Müfessirler, ikinci hayat için diriltilen insanların ölüm anından kıyamete kadar bulundukları mekânı “uyuma yeri” (merkad) olarak algıladıklarını bildiren âyeti (Yâsîn 36/51-53) yorumlarken ölümden hemen sonra mümin ruhların cennet nimetlerini, kâfir ruhların da cehennem azabını bir şekilde hissettiklerini belirtmişlerdir (a.g.e., XXII, 161).

Çeşitli hadislerde ruh kelimesinin yanı sıra onun yerine nefis ve “neseme” kelimeleri de kullanılır (meselâ bk. el-Muvaṭṭaʾ, “Cenâʾiz”, 49; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 16; Nesâî, “Cenâʾiz”, 117). Açık bir şekilde ruh-beden ayırımının yapıldığı hadisler vardır (Buhârî, “Büyûʿ”, 17-18; Müslim, “Fiten”, 110; bk. Wensinck, Miftâḥu künûzi’s-sünne, “rûḥ”, “mevt” md.leri). İlgili hadislerde belirtildiğine göre ana rahmindeki cenine 120 günlük teşekkül döneminden sonra Allah’ın gönderdiği bir melek tarafından ruh üflenir; ölüm anında da meleklerce ruh bedeninden alınır (Musned, II, 323, 398; Buhârî, “Bedʾü’l-ḥalḳ”, 6, “Enbiyâʾ”, 50; Müslim, “Ḳader”, 1). Ruhun kabzedilmesi hadislerde yaygın bir tabir olarak yer alır. Bu hadislerde açıklandığına göre peygamberlerin ruhları kabzedileceği sırada cennetteki yerleri kendilerine gösterilir ve dünyada yaşamaya devam etmekle cennetteki makamlarını tercih etmek arasında serbest bırakılır. Hz. Âişe, Resûlullah’ın vefat hastalığında, “Allahım, beni refik-i a‘lâya ulaştır!” dediğini duyunca, “Onun peygamberler ve sıddîklarla birlikte a‘lâ-yi illiyyîne gitmeyi tercih ettiğini anladım” demiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 83; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 85-87). Rasûl-u Ekram, kendisine salâtüselâm getirene mukabele etmek için ruhunun Allah tarafından bedenine iade edildiğini söylemiş (Müsned, II, 527; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 97), ölürken insanın çekilip alınan ruhunu gözüyle izlediğini haber vermiştir (Müslim, “Cenâʾiz”, 7, 9; İbn Mâce, “Zuhd”, 31). Bazı hadislerde insanın ruhunu meleklerin aldığı, bazılarında da Allah’ın kabzettiği bildirilir (Musned, II, 256; Buhârî, “Tevḥîd”, 3). Ancak söz konusu iki hadisin nihaî mânaları arasında fark yoktur. Allah’ın kişinin ruhunu alması ölüm emrini ilgili meleğe vermesi şeklinde anlaşılmalıdır.

Hadislerde ölümden sonra insan ruhunun durumu için verilen bilgileri şöylece özetlemek mümkündür: Rahmet melekleri tarafından bedenden alınan müminin ruhu semaya yükseltilir, açılan gök kapılarından geçirilerek ilâhî rahmet ve cennetle müjdelenir. Azab meleklerince kabzedilen kâfirin ruhu ise göğe yükseltilince kapılar açılmayıp kabrine iade edilir (Musned, VI, 140; Müslim, “Cenâʾiz”, 73, “Tevbe”, 46; İbn Mâce, “Zühd”, 30-31; Taberî, VIII, 176). Rasûl-u Ekram, Bedir Gazvesi’nde katledilen müşriklere ait cesetlerin yanına giderek onlara, “Rabb'inizin size önceden haber verdiği acı sonucu tattınız mı?” diye hitab edince Hz. Ömer, “Ruhları bulunmayan cesetlere mi hitab ediyorsun?” diye sormuş, o da, “Onlara söylediğimi siz duyamazsınız ama onlar duyar” demiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 8; Muslim, “Cenâʾiz”, 26, “Cennet”, 76). Yine savaşta şehid düşen Ca‘fer-i Tayyâr’ın cennette uçtuğunu bildirmiş, şehidlerle sâlih mûminlere ait ruhların cennette yeşil kuşların üzerinde diledikleri yerlere uçup birbirini ziyaret ettiğini, mümine ait ruhun cennet ağacına asılı durduğunu, Cenâb-ı Hakk’ın kıyamet gününde onu cesedine iade edeceğini söylemiştir (Musned, III, 455; VI, 424-425; Buhârî, “Meġāzî”, 9, 28; “Cihâd ve’s-siyer”, 6, 14, 19, 21, 22; İbn Mâce, “Cihâd”, 24; İbnü’l-Esîr, I, 90, 328-329, 361; IV, 249; V, 180; Bedreddin el-Aynî, XIV, 112).

Ruhun Varlığı ve Özellikleri

Ashabın ruhun varlığına inanıp ruh-beden ayırımı yaptığına dair bilgiler çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın vefatı üzerine defnedileceği yer konusundaki soruya “Allah’ın ruhunu aldığı yere” diye cevab verirken ruhun kabzedilmesi tabirini kullanmış (İbnu’l-Esîr, III, 36), Hz. Âişe mi‘rac olayında Rasûl-i Ekram’in bedeninin yataktan ayrılmadığını, Allah’ın onun ruhunu yürüttüğünü söylemiş (İbn İshak, s. 275; İbn Hişâm, II, 40), Tufeyl b. Amr, Yemâme savaşında şehid olmadan önceki gece gördüğü rüyasını yorumlarken, “Başımın tıraş edilmesi boynumun vurulmasıdır, ağzımdan kuşun çıkması ruhumun bedenimden ayrılmasıdır” demiştir (İbn Hişâm, II, 25). Hz. Ömer, Uhud Gazvesi’nin sonunda Ebû Sufyân’a, “Bizim ölülerimiz cennette, sizin müşrik ölüleriniz cehennemdedir” diye seslenmiş (İbn İshak, Sf: 313), Abdullah b. Ömer bedenlerin toprakta çürüyüp gittiğini, ruhların ise Allah katında bulunduğunu belirtmiştir (İbn Hazm, IV, 119). Ayrıca ashabın, şehidlere ait ruhların beyaz kuşlar üzerinde bulunduklarına ve sidretu’l-muntehâda cennet meyvelerinden yediklerine, cennette arşın altında diledikleri yerlerde dolaştıklarına inandığı nakledilmiştir (Taberî, IV, 171, 172).

Sahâbe neslinden sonra insanın ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olduğu inancı Hasan-ı Basrî ve diğer tâbiîn âlimlerince benimsenip devam ettirilmiştir (Taberî, XXVII, 212; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 289; Ravza Cemâl Husarî, s. 224). Hasan-ı Basrî, çeşitli âyetleri tefsir ederken insanın ruh ve bedenden oluştuğunu belirterek ana rahminde yaratılışı sırasında ruhun melek tarafından cenine üflenip ölüm anında yine melek tarafından bedenden alındığını, kabirde azap ve nimetin gerçekleştiğini ve şehidlere ait ruhların cennete yükseldiğini söylemiştir (Tefsîr, I, 188, 427; II, 150, 229, 331, 419). Daha sonra ruh kavramına temas eden ve insanın ruh ile bedenden teşekkül ettiğine dikkat çeken ilk kelâmcı Cehm b. Safvân’dır. Cehm ruhun var olduğunu, fakat Allah’ın görülememesi gibi ruhun da görülemediğini Sümeniyye ile Allah’ın varlığına ilişkin olarak yaptığı tartışmalarda belirtmiştir (Ahmed b. Hanbel, sf: 66).
Ebû Hanîfe başta olmak üzere erken devir kelâm âlimlerinin çoğunluğu ruh-beden ayırımı yapmıştır. Hişâm b. Hakem, Bişr b. Mu‘temir, Nazzâm, Ebu’l-Hüzeyl el-Allâf, Taberî ve Mâtûrîdî gibi âlimler ruh yerine bazan nefis kelimesini kullanmakla birlikte insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini kabul etmiştir (Taberî, XV, 26; Eş‘arî, s. 331; Mâtûrîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, VI, 410; VII, 105). Kelâm ekollerinin kurulmaya başlamasından itibaren ruhun varlığı ve mahiyeti konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Ebu’l-Huzeyl el-Allâf, Nazzâm, Muammer b. Abbâd, Ca‘fer b. Mubeşşir, Ca‘fer b. Harb gibi Mu‘tezile kelâmcıları ruh-beden ayırımı yaparak ruhun varlığını kabul ederken İbn Keysân el-Esam ve Kādî Abdülcebbâr gibi kelâmcılar ruh-beden ayırımına karşı çıkıp ashabdan itibaren gelen bu yaklaşımdan uzaklaşmışlardır (Eş‘arî, s. 331-337; Kādî Abdulcebbâr, XI, 310-341). Sünnî kelâm sistemini kuran Mâturîdî ile Eş‘arî ruh ile beden arasında ayırıma gidip ruhun varlığını kabul ettikleri halde bu âlimlerin ruha sadece “biyolojik canlılık” anlamı verdiği yolunda bazı iddialar ileri sürülmüştür (Yar, s. 48; Dalkılıç, s. 146, 210-212). Ancak bu telakkiler kaynaklardaki bilgilerle bağdaşmamaktadır. Zira Mâtürîdî, insanın teneffüs yoluyla canlı olmasını ruh kelimesiyle belirtmekle birlikte varlıkları algılayan, bazan “nefs-i derrâke” diye söz ettiği unsura da ruh demektedir (Teʾvîlâtü Ehli’s-sunne, IV, 311-312). Eş‘arî de ölüm anında bedenden çıkan ruhun varlığını kabul eder ve latif bir cisim olarak nitelediği ruhun insan bedenine konulmasını mümkün görür (İbn Fûrek, sf: 44, 271, 280-281).

Ashabdan itibaren benimsenen ruh inancı kelâmcıların çoğunluğunca devam ettirilmiştir. Hasan-ı Basrî, Ebû Hanîfe, Mu‘tezile’den Bişr b. Mu‘temir ve Muammer b. Abbâd ruhun varlığından söz eden ilk âlimlerdir. Kelâmcıların ruhun varlığına ilişkin naklî ve aklî delilleri şöylece özetlenebilir: Âyet ve hadislerde ruhun varlığına dair bilgiler mevcuttur. Hz. Peygamber ruh hakkındaki soruya onun Allah’ın bir işi (emr) olduğu cevabını vermiştir. Kur’an’da bedenin oluşumu belli bir aşamaya gelince başka bir yaratılışa kavuşturulduğu bildirilmiş, hadislerde bu yaratılış melek tarafından cenine ruhun üflenmesi şeklinde açıklanmış, uyku ve ölüm anında nefislerin bedenden alındığı ve bunun meleklerce Allah adına gerçekleştirildiği haber verilmiştir. Kur’an’da Allah’ın âdemoğullarının soyunu sırtlarından aldığı ve onlara, “Rabbiniz değil miyim?” diye hitap edip “evet” cevabını aldığı bildirilmiştir (el-A‘râf 7/172); bu ise insanların bedenleriyle değil ruhlarıyla gerçekleşmiş bir olaydır (İbn Hazm, IV, 123-125; V, 204). Cenâb-ı Hakk’ın kendi zâtına nisbet ettiği ruhtan insan bedenine üflendiği ifade edilmiş, bedenin ölümünden sonra insanın akletmeye ve algılamaya devam ettiğine dikkat çekilmiş, yine insanın razı olan ve olunan bir unsurunun (nefs-i mutmainne) Allah’a döndüğü vurgulanmış (Fahreddin er-Râzî, el-Meṭâlibu’l-ʿâliye, VII, 132-135; Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 41, 51-52), meleklerin ölüm anında insana hitap ettiğini, ölen kişinin de onlara cevab verdiğini bildiren âyetlerde (en-Nisâ 4/97; en-Nahl 16/28-29, 32) meleklerin muhatabının ruhlar olduğuna işaret edilmiş (Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, V, 146, 340), Hz. Peygamber’in ve müslümanların ölülerine Allah’tan rahmet dilemesi, bedenin çürümesinden sonra kişinin rahmete konu olan bir unsurunun devam ettiğine kanıt sayılmış ve rüyayı görenin de ruh olduğu belirtilmiştir (Fahreddin er-Râzî, el-Meṭâlibu’l-ʿâliye, VII, 131; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 8, 46; Seffârînî, II, 60-63).

Ruhun varlığına ilişkin aklî deliller ise kısaca şöyledir:
Çocukluktan ölüme kadar insanın bedeni sürekli değişime uğrarken benlik şuurunun hiçbir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürmesi insanın bedensel varlığından farklı bir unsurunun bulunduğunu gösterir (Fahreddin er-Râzî, el-Metâlibu’l-ʿâliye, VII, 101). Varlıkları algılama, bilgi üretme ve Allah’a inanıp itaat etme kabiliyetinin sadece insanda bulunması da onun diğer canlılardan farklı bir unsura sahip olduğunu gösterir. Nitekim riyâzet yoluyla bedenlerini zayıflatan bazı insanlarda ruhî güçler gelişebilmekte ve daha ileri düzeyde bir kalbî derinleşme ve zihnî yoğunlaşma imkânı ortaya çıkmaktadır (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 14-15).

Âlimler, naslarda verilen bilgilerden ve bunların yorumundan hareketle ruhun özelliklerini şöyle belirlemiştir: Ruhun cevheri meleklerin cevheri türünden olup nûrânî bir özelliğe ve bağımsız bir varlığa sahiptir, bedenin şekline bürünüp süratle hareket eder ve uzun mesafeleri kısa sürede alır, ilâhî mârifet ve muhabbet sayesinde gücü artar. Onun bedene konulmasının hikmeti imtihana tâbi tutulmasıdır. Bedenden çıkarılıp alındığında müminin ruhundan güzel koku, kâfirin ruhundan kötü koku yayılır (Hayyât, s. 34; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 91; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 58-69; Bedreddin el-Aynî, XVII, 26). Allah’a iman ve itaat açısından ruhların özellikleri farklıdır. Bazılarında cismanî, bazılarında ruhanî taraf ağır basar. Bu anlamda en yüksek ruhlu insanlar peygamberlerdir, onları sâlihlerle âlimlerin ruhları izler (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXI, 31; Bedreddin el-Aynî, IV, 48-51). Ruh veya nefis bilmek, akıl yürütmek gibi insanî niteliklerin kaynağını teşkil eder, beden ve duyu organları ise ruhun vasıtaları konumundadır (İbn Hazm, V, 198-203; Reşîd Rızâ, IX, 159-160).

Ruhun Mahiyeti

Ruhun mahiyeti konusunda âlimler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

1. Ruhun mahiyetini bilmek mümkün değildir, çünkü ruh rabbin emrinden olması itibariyle gaybî bir konudur. Bu görüşü benimseyen Ali el-Kārî, Ehl-i sünnet âlimlerinin ekserisinin aynı kanaatte olduğunu belirtir. Şa‘rânî ise bu anlayışı Sûfiyye çoğunluğu ile bazı kelâmcılara atfeder (Eş‘arî, s. 334; Bedreddin el-Aynî, XIV, 112; Şa‘rânî, II, 122).

2. Ruh bedenin şekline bürünen ve duyularla algılanamayan madde dışı bir varlıktır. Muhammed Abduh, Mâlik b. Enes’e nisbet edilen bu görüşle ruhun bedenin şeklini almış “esîr” denilen maddeden ibaret olduğunu savunan XX. yüzyıl ruh bilimcilerinin görüşleri arasında benzerlik bulunduğunu ileri sürer (Reşîd Rızâ, II, 39).

3. Ruh soyut, kutsal ve basit bir cevher olup bedenin bütününe yayılmıştır. Madde türünden bir cisim, cevher veya araz değil tek bir cevherdir, başlı başına vardır, zaman ve mekânla sınırlı değildir, duyularla algılanamaz. Allah’ın “ol” emriyle bedende yaratılmıştır, ruh bedenden alınınca insan ölür. Muammer b. Abbâd, Nazzâm, Ebû Mansûr el-Mâturîdî, İbn Sînâ, Râgıb el-İsfahânî, Ebû Zeyd ed-Debûsî, Gazzâlî gibi farklı ekollere mensub kelâmcı ve filozofların yanı sıra bir grup Sûfiyye bu görüştedir (Eş‘arî, s. 329, 333-334; Kādî Abdulcebbâr, XI, 310; İbn Hazm, V, 202).

4. Ruh latif, nûrânî ve semavî bir cisimdir, gül suyunun gülün maddesine yayıldığı gibi bedene yayılmıştır. Ruh bedene ait bir araz olamaz, çünkü araz sürekli yok olup yeniden yaratılır. Eğer ruh araz olsaydı insanın her an farklı bir ruha, kimlik ve kişiliğe sahib olması gerekirdi. Naslarda ruhun ölümden sonra azab veya nimeti algılayacağının bildirilmesi de onun cisim olduğunu kanıtlar, ayrıca araz için böyle bir durumdan söz edilemez. Latif cisim olması duyularla algılanmasını gerektirmez, sadece maddî cisimlere benzemeyen bir cisim olmasını zorunlu kılar. İnsanın düşünen, akıl yürüten ve bilen bir varlık olması da ruhun araz niteliği taşımasını imkânsız kılar. Latif cisim olan ruh ile insandaki “biyolojik canlılık” anlamına gelen ruh aynı şey değildir. Ebû Ali el-Cübbâî, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî, İbn Hazm, Fahreddin er-Râzî, İbn Kayyim el-Cevziyye gibi âlimlerle bir grup Sûfiyye bu görüşü benimsemiştir (Eş‘arî, s. 333-334; İbn Fûrek, s. 257, 281; Cuveynî, s. 377; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 43-45; XXX, 177; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 177-186).

5. Ruh bedenin canlı olmasını sağlayan bir arazdır. Onun yansımaları konumunda bulunan ilim, irade ve hayat gibi nitelikler bedenden bağımsız bir varlığa sahip değildir. Ruhun araz değil latif bir cisim veya soyut bir cevher olduğunu ileri sürmek tenâsüh sonucunu doğurur. Çünkü bu durumda ruhun âhirette diriltilecek olan yeni bir bedene gireceğini kabul etme mecburiyeti doğar. Ca‘fer b. Harb, Ebu’l-Huzeyl el-Allâf, Bâkıllânî ve Ebû İshak el-İsferâyînî gibi kelâmcılar bu görüştedir (Eş‘arî, s. 337; Kādî Abdülcebbâr, XI, 310; İbn Hazm, V, 201-202). Muhammed Abduh bu görüşün Batılı materyalist düşünürlerin telakkileriyle örtüştüğüne dikkat çeker (Reşîd Rızâ, IV, 11).

6. İnsan duyularla algılanan bedenden ibaret olup onda ruh veya nefis diye anılan bir unsur mevcut değildir. İnsan nefes almak suretiyle canlı kalan bir varlıktır, nesneleri algılayan ve bilen şey onun canlı bünyesidir. Nitekim Kur’an’da Allah’ın insanı sperm ile aşılanmış yumurtadan veya topraktan yarattığı bildirilmiştir. Eğer insan beden ve ruhtan meydana gelen bir varlık olsaydı verilen cevapta buna temas edilirdi. Kur’an’da geçen ruh kavramı ise “melek” yahut “vahiy” anlamında kullanılmıştır. Hadislerde ruhun kuş olarak tasvir edilmesi ruh inancının Câhiliye Arabları’ndan intikal ettiği düşüncesini hatırlatır. Ebû Bekir el-Esam, Kādî Abdulcebbâr ve Ebu’l-Hüseyin el-Basrî gibi kelâmcılar bu görüştedir. Bazı yeni araştırmalarda bu görüş öne çıkarılıp savunulmuştur (Eş‘arî, s. 335; Kādî Abdülcebbâr, XI, 334-344; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 44, 52; Yar, s. 205; Dalkılıç, s. 45, 52, 55).


Ruhun Yaratılmışlığı

Âlimlerin çoğunluğu ruhun yaratılmış olduğu konusunda ittifak etmiştir. Bazı Şiî âlimleri ise Kur’an’da Allah’a nisbet edilmesi ve O’nun emrinden biri olduğu bilgisinden hareketle ruhun kadîm olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre ruh Allah’ın zâtından ayrılıp insanın bedenine girmiştir (Seffârînî, II, 34-35).

Ruhun bedenden önce veya bedenle birlikte yaratıldığına dair görüşler şöyledir:

1. Ruhlar bedenlerden önce topluca yaratılmış olup zamanı gelince ait oldukları bedenlere gönderilmiştir. Bezm-i elestte âdemoğullarının bedenleri henüz yaratılmamışken ruhlarının Âdem’in sırtından çıkarıldığına dair âyetin hadislerde yapılan açıklamaları bunu teyit eder. Topluca yaratılan ruhlar “madde âleminin son bulduğu yer” anlamına gelen berzahta bulunur. Rahimde yaratılan cenin ruhun girişine elverişli hale gelince görevli melek tarafından bedene ruh üflenir. Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İshak b. Râhûye ve İbn Hazm bu görüştedir.

2. İlgili nasların isabetli yorumu ruhların bedenlerle birlikte vücut bulduğunu gösterir. Ana rahminde oluşumunun belli bir aşamaya gelmesinden sonra melek tarafından cenine ruh üflenir ve böylece bedenle birlikte yaratılmış olur. Ruhların bedenlerden önce yaratıldığına ilişkin rivayetler sahih değildir. Âlimlerin büyük çoğunluğu bu görüşte olup önce bedenin, ardından ruhun yaratıldığını savunanların görüşü de bu grup içinde mütalaa edilebilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 279-284; Âlûsî, XV, 157).


Ölümden Sonra Ruh

Ruhun bedene ait canlılık niteliğinden ibaret bir araz olduğunu ve bedende ruh diye ayrı bir mânevî unsurun bulunmadığını ileri süren az sayıdaki kelâmcıya göre ruh ölümle birlikte tamamen yok olur. Ruhun varlığını kabul eden bazı Mu‘tezile kelâmcıları, ölüm anında meleklerce bedenden alınan ruhların bir yerde toplandıktan sonra Allah tarafından yok edildiğini söylemiştir (Mâturîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, V, 88). Ruhun bedende yaratılan ve ondan ayrılabilen bir öz olduğunu kabul eden âlimlerin çoğunluğuna göre ölüm, ruhun meleklerce bedenden alınması ve bedenle ilgisinin tamamen kesilmesinden ibarettir (İbn Hazm, V, 216-217; Ebû İshak es-Saffâr, vr. 163b). Bundan sonra ruh meleklerce ilgili bulunduğu yere götürülür. Müminin ruhuna cennetteki yeri gösterilir ve ruh bir an önce Allah’a kavuşmak ister, kâfirin ruhu ise bedeninden çıkmak ve Allah’a kavuşmak istemez. Ruhun ölümden sonra yaşama bilincine sahib olması ve melekleri görmesi gaybî bir konu olup duyu dışı ve akıl üstü bir meseledir, bu hususta sadece vahiy yoluyla gelen bilgilere itibar etmek gerekir (Taberî, XI, 138; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne, V, 342, 373-374; Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 487; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 28-29, 102-103, 121).

Ölümden sonra ruhun durumuyla ilgili olarak kabirde ruh-beden ilişkisi, sorguya çekildikten sonra azap ve nimet içinde bulunma, berzah âleminde ruhun yeri, kıyamete kadar ruhun bekası gibi konular âlimler arasında tartışılmıştır. Ruhun bedene ait bir araz olduğunu söyleyen kelâmcılara göre naslarda kabirde vuku bulacağı bildirilen azap veya nimet, ruhun devam etmesi yoluyla değil ölüye ait cesedin bir parçasında (acbu’z-zeneb) Allah’ın yaratacağı bir tür hayat sayesinde hissedilebilir (Eş‘arî, s. 430; İbn Hazm, V, 205; Âlûsî, XV, 162).

Ruhun bedenden ayrı bir unsur halinde ölümden sonra varlığını sürdürdüğünü kabul eden âlimler ruhun kabirdeki durumu hakkında farklı görüşler ileri sürmüştür.

1. Kabirde ruh dünya şartlarıyla algılanamayacak şekilde bedene iade edilir. Kişi sorgulandıktan sonra durumuna göre kıyamete kadar azap veya nimet hisseder. Nimet veya azab hem ruhen hem bedenen gerçekleşir. Başta Ebû Hanîfe olmak üzere bir grup Mâtürîdiyye, Eş‘ariyye ve Selefiyye âlimi bu görüştedir (Ali el-Kārî, s. 292-294; Seffârînî, II, 24-25).

2. Kabirde ölünün azap veya nimet hissetmesi ölümden sonra varlığını devam ettiren ruhu vasıtasıyla gerçekleşir. Kur’an’da kabrin uyuma yeri olarak isimlendirilmesi, uyuyan insanın rüya görmesi gibi kabir nimeti veya azabının, “nefs-i derrâke” diye de anılan ruha kabirde iken cennet veya cehennemdeki yerinin gösterilmesi yoluyla gerçekleşeceğine dair açık bir kanıt kabul edilebilir. Nitekim sahih hadislerde bu tür açıklamaların yanı sıra kabirden cennete veya cehenneme bir kapının açılacağına ilişkin bilgiler mevcuttur (Taberî, II, 39; XXIV, 72).
Ebû Mansûr el-Mâturîdî, İbn Hazm, Gazzâlî, Bedreddin el-Aynî gibi değişik ekollere mensup âlimler bu görüşü benimsemiştir.

Ölümden itibaren kıyametin kopmasına kadar geçen dönemi ifade eden berzah âleminde ruhun bulunacağı yer konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

1. Peygamberlerin, şehidlerin ve sâlih müminlerin ruhları cennette bulunur, orada kuş gibi uçarak dilediği yere gider. Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, İbn Kayyim el-Cevziyye gibi âlimler bu görüştedir. Bazılarına göre sâlih müminlerin ruhları cennete girmeden ve nimetlerinden yararlanmadan sadece cennetteki yerlerini görür (Taberî, II, 39-40; Ebü’l-Muîn en-Nesefî, s. 46; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 145).
Âlimlerin bir kısmı, hadislerde şehidlerin ve sâlih müminlerin ruhları ile yeşil kuşların bedenleri arasında yapılan benzetmeye dayanarak ruhun cennette bir kuş şekline dönüştürüldüğünü ileri sürmüştür (Seffârînî, II, 49-50; Âlûsî, XV, 160). İbn Hazm’ın da işaret ettiği gibi bu hadislerde şehidlerle müminlere ait ruhlar uçma yeteneği olan kuşa benzetilmiş ve mecazi anlamda cennette kuş gibi uçtukları kastedilmiş olmalıdır (el-Faṣl, V, 205).

2. Peygamberlerin ruhları “illiyyîn” denilen yüksek bir mekânda (göklerin yedinci katı), şehidlerin ruhları cennette, diğer sâlih müminlerin ruhları illiyyînde veya “dârü’l-beyzâ” denilen yerde bulunur. Kâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat altındaki siccînde tutulur. Vehb b. Münebbih, Kâ‘b el-Ahbâr, Halîmî, Ebu’l-Muîn en-Nesefî, Ebû İshak es-Saffâr ve Aynî gibi âlimler bu görüşü benimsemiştir.

3. Mûminlerle kâfirlerin ruhları berzahta bulunur, burası Hz. Peygamber’in mi‘racda gördüğü gök katlarından biridir. Resûlullah burada müminlerin ruhlarını Hz. Âdem’in sağında, kâfirlerin ruhlarını solunda görmüştür. Kur’an’da bunlardan “ashâbü’l-meymene” ve “ashâbü’l-meş’eme” diye söz edilmiştir. Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İbn Meysere ve İbn Hazm gibi âlimler bu görüştedir.

4. Müminlerle kâfirlerin ruhları kabirleri çevresinde bulunur. Mûminler cennetteki, kâfirler cehennemdeki yerlerini buradan görür. İbn Abdülber, Ebû Abdullah el-Kurtubî gibi âlimler bu görüştedir (İbn Hazm, IV, 121; Bedreddin el-Aynî, VIII, 209; Âlûsî, XV, 161-162). Ölümden sonra ruhların bulunacağı yerlere dair başka görüşler de ileri sürülmüş, ancak bunlar sahih rivayetlere dayanmadığından itibar görmemiştir (Şa‘rânî, II, 138; Seffârînî, II, 50-51). Ölülere ait ruhların birbiriyle ve uykuda olan dirilerin ruhlarıyla buluşup görüşmesi berzah âlemine ilişkin inançlar arasında yer alır. Ölen insanlara ait ruhların buluşması ve dilediği yerlerde dolaşmasının bunların Allah nezdindeki derecelerine göre olduğu kabul edilir. Bu konuda Hz. Peygamber’e atfedilen hadislerin yanı sıra İbn Abbas ve Abdullah b. Mubârak’in bazı âyetler için yaptığı yorumlara istinat edilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 32; Seffârînî, II, 56-59; Âlûsî, XV, 163).

Ruhların ölümden sonraki durumuyla ilgili bir başka husus da kıyametin kopması anında ruhların yok olup olmadığı meselesidir. Ölümden sonra ruhun var olmaya devam ettiğine inanan âlimlerin bir kısmına göre kıyametin kopması anında ruhların da yok olması gerekir, çünkü âyetlerde her nefsin öleceği ve kıyametin kopması sırasında Allah’tan başka her şeyin helâk olacağı açıklanmıştır (Âl-i İmrân 3/185; el-Kasas 28/88). Melekler dahil bütün varlıkların yok olacağı dikkate alınırsa ruhların da yok olması kaçınılmaz hale gelir. Aksi takdirde insana zatî bekā nisbet edilmiş olur, bu ise zatî bakımdan insanın fâni oluşuyla bağdaşmaz. Bir grup kelâmcı ile Elmalılı gibi yeni devir âlimleri bu görüştedir (Âlûsî, XV, 159; Elmalılı, I, 550-552). Ölümden sonra ruhların varlığını devam ettirdiğini kabul eden âlimlerin çoğunluğuna göre ise kıyamet anında ruhlar yok olmaz, çünkü ölüm nefsin yok olması değil meleklerce bedenden çıkarılıp alınmasıdır. Kıyamet anında Allah’tan başka her şeyin helâk olması bu sırada ölmemiş bulunan varlıkların ölmesi anlamına gelir. İlgili âyette sûra birinci üfürülüşte Allah’ın diledikleri hariç göklerde ve yerde bulunanların helâk olacağı anlatılırken (ez-Zumer 39/68) “bayılmak” anlamına gelen “sa‘ika” fiilinin kullanılmasından ruhların bayılacağı sonucunu çıkarmak mümkündür (Seffârînî, II, 37-40; Mustafa Sabri Efendi, IV, 210). Ölüm anında ruhun yok olduğunu ileri süren bir grup kelâmcıya göre sûra ikinci defa üflenmesiyle başlayacak olan diriliş dünyadaki bedenin aynen yaratılması suretiyle gerçekleşecektir. Ölümden sonra nesneleri algılayan bir unsur olarak ruhun var olmaya devam ettiğini kabul eden ve çoğunluğu oluşturan kelâmcılara göre ise diriliş, dünyadaki bedene ait aslî cüzlerin aynıyla veya misliyle iade edilmesinden sonra vücut bulan bedene ruhun döndürülmesiyle vuku bulacaktır (Taberî, VIII, 210-211; Abdülkāhir el-Bağdâdî, s. 235; Mustafa Sabri Efendi, IV, 209-210).

Sonuç olarak; ruhun varlığına ve ölümden sonra mevcudiyetini sürdürdüğüne dair inançların Kur’an ve sahih hadislere dayanan bir temeli bulunmadığına ilişkin tezlerle bu tür inançların felsefe kültürünün İslâm dünyasında yayılmasından sonra ortaya çıktığını ileri süren iddialar isabetli görünmemektedir. Çünkü Kur’an’da ruh ve nefis kavramlarına açıkça yer verilmiş; insanın yaratılışında Allah’a nisbet edilen ruhtan bedene üflenildiği, ölümü anında ise ölüm meleklerince bedenden çıkarılıp alındığı ve meleklerin hitabını duyduğu, bunun çevresindekiler tarafından algılanmadığı bildirilmiş; ölüm sırasında kâfirlerle fâsıkların, “Şu an tövbe ettim” dedikleri ve bunun gayba muttali olduklarına işaret ettiği haber verilmiş; vefat ettirilen Îsâ’nın Allah’ın katına yükseltildiği belirtilmiş ve bunun, ölen bedenin ilâhî bir sünnet olarak (Abese 80/21) kabre konulması sebebiyle ruhunun Allah katına yükseltilmesi anlamına geldiği mi‘rac hadislerinde anlatılmıştır.
Kutub-i Sitte’de nakledilen meşhur hadislerde ruhun varlığı ve ölümden sonraki durumuna ilişkin açık bilgiler verilerek uçma ve dilediği yere gitme özelliği bulunan kuşa benzetilmiş, muteber kaynaklarda ashabın da ruhun varlığına ve kulluk derecesine göre ölümden sonra farklı konumlarda mevcudiyetini sürdürdüğüne inandığı nakledilmiştir. Bundan dolayı ruha dair inançların felsefe kültürünün İslâm dünyasına girmesinden sonra ortaya çıktığı iddiası kaynaklardaki bilgilerle örtüşmez. Felsefe kültürünün ruhun varlığıyla değil mahiyetiyle ilgili tartışmaları etkilediği söylenebilir.

Kelâm ilminin teşekkül devrinde âlimlerin ruh meselesini ele alması ve farklı görüşler benimsemesi konuyla ilgili nasları yorumlamalarının bir sonucudur. Kelâmcıların başlangıç döneminde ruhun varlığını büyük bir çoğunlukla kabul ettiği, sadece İbn Keysân el-Esam gibi bazılarının onun varlığını reddettiği görülür. Âlimlerin çoğunluğunca ruh konusunda yapılan tartışmalar ruhun mahiyeti üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak gaybî tarafı öne çıkan bir konu olduğundan duyularla algılanan nesnel varlıkların özelliklerinden hareketle geliştirilen kanıtların ruhun mahiyetini keşfetmek için yetersiz olduğunu kabul etmek gerekir. Bedende yaratılışı ve bedenden çıkarılıp alınmasının meleklerce gerçekleştirilmesi ruhun gaybî boyutunu kanıtlayıcı mahiyettedir. Ruhun metafizik boyutunu görmezlikten gelmek ve bedenle irtibatı sebebiyle sadece beden üzerinden giderek tahliller yapmak gayba iman yönünü ortadan kaldırır. Esasen ruhun mahiyetini nihaî bir çözüme kavuşturmak mümkün değildir. Nitekim Kur’an’da insanlara az bilgi verildiği belirtilerek bu gerçeğe işaret edilmiştir (el-İsrâ 17/85). Ruhu Âdem’in bedenine üfleme işini gerçekleştiren Cebrâil’in (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, VIII, 57) aynı zamanda ilâhî bilgileri peygamberlere ileten bir elçi olması dikkate alındığı takdirde başta Nazzâm, Mâturîdî ve Gazzâlî olmak üzere önde gelen kelâmcıların ruhu “insanın varlık ve olayları algılayıp değerlendiren bir unsuru” diye tanımlamaları isabetli kabul edilebilir. Ruhun latif cisim veya araz olduğunu ileri süren kelâmcıların delilleri (İbn Hazm, V, 206-216) onu daha çok duyuların algıladığı maddî türden bir varlığa indirgemektedir. Halbuki ruh rabbin emrinden olup gaybî boyutu bulunan bir varlıktır.

 
Alketa Çevrimdışı

Alketa

2024 Resmi Kitap Sponsoru
İslam-TR Üyesi
İslam`da insana ait ölümsüz ve tanrısal parça ruh inancı yoktur.

Yaratılan her şey maddidir. Hatta cinler ve melekler bile.

Cennet ve cehennem de farklı fizik yasalarına sahip diğer evrenlerdedir ve sapına kadar maddedir.

Ruhçu öğretinin İslam dünyasına uydurma hadisler ve tasavvuf öğretileriyle sızması sonucunda bugün Müslümanlar uydurma ruhlar âlemine iman ettirilmektedir. Hatta Kuran`ı tercüme derken ayetlerde "nefs, can" geçen yerlerde "ruh" denilerek çeviriler bile çarpıtılmıştır.

Kuran`da gerçekten ruh diyen ayetler "vahiy"den ve de bu vahyi ileten Cebrail adlı vahiy meleğinden bahsetmektedir.

Yani Kuran`da;

Ruh = Vahiy
Ruh = Vahiy meleği

Kuran`a göre kabir azabı veya mükâfatı yoktur. Hemen hemen herkes kıyamet sonrası, mahşer gününde tekrar yaratılacak ve sonsuz yaşamlarına kavuşacaklardır.

Yalnız dikkat ederseniz hemen hemen herkes dedim. Çünkü Kuran`a göre istisna insanlar var. Bu konuda bazı yazarlar güzel tespitlerde bulunmuşlardır.

Kimdir bu ayrıcalıklı insanlar? Bunlar Firavun gibi günahkârlıkta çok aşırıya giden büyük günahkârlarla, şehitler gibi sevap kazanmada çok ileri seviyede olan cennetlik insanlardır.

Firavun gibi günah işlemede çok aşırı bir seviyede ileri giden insanlar daha kıyamet beklenmeden cehennemde yaratılarak daha şimdiden ateşte yanmaya başlamışlardır. Ahirette ise cezalarını daha şiddetli bir şekilde çekmeye başlayacaklardır:

- Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Tıkın firavun ailesini en şiddetli azaba!" (denilir). (Mümin Suresi 46. Ayet )

Burada firavun ve ailesinin şimdiden sürekli ateşe atıldığı, kıyamet sonrası ise asıl azaba atılacağı söyleniyor. Yanı bunlar şimdiden beden olarak cehennemde yaratılmışlardır.

Diğer uç gurup ise iyilikte çok ileriye gidenlerdir. Bunlar da kıyamet beklenmeden şimdiden cennette bedenen tekrar yaratılmışlar ve mükâfatlandırılmaya başlanmışlardır. Bunlara örnek olarak şehitleri verebiliriz:

-Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

-Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169-170)

Burada da açıkça ayetler, şehitlerin kanlı ve canlı bir şekilde yani bedenen cennette şimdiden yaşamaya başladıklarını ve nimetler içinde olduklarını söylüyor.

Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

-Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169–170)

Bu ayetler bile ruhlar âlemi safsatasını yerle bir etmeye yeterlidir.

Eğer insanların ruhu olsaydı, tüm insanlar öldükten sonra yaşıyor olacaktı ve ayet "herkes canlıdır aslında " falan derdi.

Ama öyle demiyor. Şöyle diyor:

-Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.

Yani "sadece şehitler gibi istisna insanlar kıyamet öncesi yaşayabiliyorlar. " Çünkü diğer insanlar ölüler ve kıyameti bekliyorlar ikinci yaratılış için. Ve ruhları olmadığından cansızlar.

Ama şehitler şimdiden cennette yaratıldıklarından (Rabbin katı), diğer insanlardan farklı olarak şimdiden ikinci yaşamlarına başlamış bulunuyorlar. Kıyametten sonra kendilerine katılacak diğer insanları da bekliyorlar.

Yine insanların ruhu olmadığına Kuran`dan delil vermeye devam edelim:

Yasin 51–52: Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar. Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan? Rahman`ın vaat ettiği işte bu! Peygamberler doğru söylemişler. "

Eğer bu insanlar öldükten sonra ruhlar âleminde yaşamaya devam etselerdi, bu âlemde yaşayacakları binlerce ve hatta belki de milyonlarca yıl boyunca ahiretin gerçek olduğu acı gerçeğini yudum yudum özümsemiş olacaklardır.

Ama hayır, bu insanlar dünyada öldükten sonra ilk defa kendilerine geliyorlar ve büyük bir şaşkınlık içinde "meğerse doğruymuş" gibilerinden bir şeyler söyleyerek büyük bir şok yaşıyorlar.

Çünkü ruhsal yaşam diye bir şey yok. Onlar vefat ettikten sonra kıyamete kadar cansız bir şekilde beklediler ve uyandıklarında yani ikinci yaratılışlarında da acı gerçeği gördüler.


Bazı insanların şimdiden cennete girdiğine bir diğer delil olarak şu ayetleri de verelim:

Yasin Suresi(20-29):
Kentin öbür ucundan bir adam koşarak gelip şöyle dedi: "Ey topluluk, bu elçilere uyun!"
"Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. "
"Beni yaratana ne diye kulluk etmeyecek mişim ben? Ve sizler de O`na döndürüleceksiniz. "
"O`ndan başka tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorluk/zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazlar. "
"Bu durumda ben elbette ki açık bir sapıklığın içine düşerim. "
"Ben, sizin Rabbinize iman ettim, artık dinleyin beni!"
"Gir cennete!" denildi. Dedi: "Kavmim bir bilebilseydi?
Ki Rabbim beni affetti; beni, ikram edilenlerden kıldı. "
Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
Olan, sadece korkunç titreşimli bir sesti. Ve bir anda sönüverdiler.

*************
Eğer kıyametten sonraki cennete girişten bahsetseydi, o zaman o adamın toplumu zaten onu görüyor olurdu. Ama hemen ölümünden sonra bedenli olarak cennete giriyor, diğerleri ise daha yeryüzünde olduğundan ve/veya henüz dirilmediğinden, "kavmim, Allah`ın beni affedip cennetine aldığını bilebilseydi" demekte.

*************

RUM

55. Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
56. İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. "

Eğer bu günahkarlar ruhlar aleminde binlerce veya milyonlarca yıl azaplar içinde yaşamış olsalardı, o zaman onlara bekleme süresi kısa gelmek bir yana dursun tam tersine olduğundan da uzun gelecekti.

Ama görüldüğü üzere, dirildikleri andan itibaren kendilerine ilk defa geliyorlar ve dünyadaki bekleme sürelerinin çok kısa olduğuna yemin ediyorlar.

Ayrıca ilim ve iman içinde olanlar onlara şöyle diyor: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. "

Yani hem "siz kıyamet gününe kadar beklediniz" diyorlar hem de "siz daha önce bunu bilmiyordunuz" diyerekten onların bilinçlerinin ilk defa yerine geldiğine vurgu yapıyorlar.

Bu arada Kuran'da ruh kelimesi sadece tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi ayetlerde asla geçmez. Bu da ruhların olmadığına dair bir başka sağlama, kanıt daha sunmaktadır bizlere.

İNSANA AİT RUH İNANCININ YAPTIĞI BOZGUNCULUKLAR

1.İnsana ait tanrısal parça ruh inancı insanların rableştirilmesinin kapısını ardına kadar açıyor ve bunun sonucunda kutsal insanlar, tapınılan sefil ruhbanlar ortaya çıkıyor.

2.İnsana ait ruh inancından dolayı çoğu insan tekâmül safsatasına inanıyor. Ve bu yüzden acı çekip olgunlaşacağına inandığından kendine zulmediyor veya başına bir musibet geldi mi bunu iyi bir şey zannedip kurtulmak için şevkli davranmayabiliyor. Hâlbuki Kuran'a göre başımıza gelen musibetler hiç de hayra alamet değildir ve günahlarımızdan dolayı bir uyarıdırlar.

3.İnsana ait ruh inancından dolayı insanüstü bir varlık olabileceğine inanan ruhbanlar dünya nimetlerine sırt çevirerek kutsallaştığına inanıyorlar. Bu sapkınlığı bir erdem olarak görüyorlar. Hatta kimisi cennet nimetlerini bile istemiyor ve ilahlaşmaktan başka bir şeyi gözü görmüyor(birlenme inancı).

4.İnsana ait tanrısal parça ruh inancından dolayı ölümün güzel bir şey olduğu zannediliyor. Çünkü bu inanca göre ruh bedene hapistir ve ölüm ruhun özgürlüğüne kavuşması-birlenmesi demektir. Bu hastalıklı düşüncenin sonucunda ne yazık ki insan hayatına verilen önem azalabiliyor ruhlara inanan insanlarda.

5.Yine insana ait ruh inancından dolayı birçok insan reenkarnasyona inanıyor. Bu da her dirilişte bambaşka bir yaratık olunacağı anlamına geliyor. Ve bu da farkında olunmasa da ölen kişinin bir daha geri gelmemek üzere yok olması demektir. Çünkü başka bir bedende başka bir kişilikte hatta başka cinsiyet veya türde dünyaya geleceksen sürekli, ölünce şu anki sen bir daha oluşmamak üzere yok olacak demektir. Yani tam bir materyalist inanca bürünüyor işin derinine inince.

6.Ruh ikizi inancı görülüyor birçok ruhçu öğretide... Bunun sonucunda yalnızca ruh ikiziyle birlikte olan insanın tekâmül edip mutlu olabileceği safsatasına inanılıyor. Bu da cinselliği çaktırmadan yasaklama-kısıtlama hinliğini içeriyor.

7.İnsana ait ruh inancı ve tekâmül safsatası aslında günah işlemenin gerekli olduğu yanlış inancına da götürüyor insanları. Çünkü tekâmül için dünyaya gelen ruh günah işleyip acı çekmeli ki mükemmelliğe giden yolda olgunlaşabilsin deniliyor. Bu inanç kabala öğretisiyle Museviliğe, tasavvuf öğretisiyle de İslam dünyasına sokuşturulmuştur.

8.İnsana ait ölümsüz ruh inancı, bedenli yeniden yaratılıp ahirette maddi yaşayacağımız gerçeğini bazı kimselere inkâr ettiriyor. Ruhçular maddeyi küçümsedikleri hatta bazıları iğrendikleri için sonsuz yaşamın bedenli değil de ruh olarak olabileceğini söyleyiveriyorlar. Kutsal kitaplardaki maddi sonsuz yaşamı anlatan ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek dolaylı yoldan inkâr ediyorlar.

9.Yine bazı ruhçular Allah'ın yarattığı bu maddi evrene şükretmek bir yana dursun,ona "leş" diyerek hakaret ve nefretlerini kusuyorlar.Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklere nefret ve hainlik içinde olabiliyorlar.Kendi uydurdukları madde ötesi aleme tapınıyorlar ve ona ulaşmak için çırpınıyorlar.

10.Ruhun tekâmülü inancı sonucunda kişisel ve toplumsal bazda ayrımcılık-üstünlük meselesi ortaya çıkıyor. Kimi insanlar kimi insanlardan üstün kabul edildiği gibi kimi ırklar da diğer ırklardan üstün tutulabiliyorlar. Bazı ruhçular sarışın renkli gözlü insanın tekâmül etmiş üstün insanı temsil ettiğine inanırlar. Hatta Hitler’in zalimliklerinin arkasında bile bu ruhçu-ırkçı sapma vardır. Büyük ruh adlı varlıktan medyumlar aracılığıyla aldığı direktifler doğrultusunda bilenen çılgınlıklarını yapmıştır Hitler.

11.Ruhlara inanan insan cinlerin aldatmalarına daha yatkın oluyor. Ruh çağırma seanslarında ya şarlatanların yalanlarına kanıyorlar ya da cinlerin ruh kılığında söyledikleri yalanlara... Yakınlarının veya hayatta olmayan ünlü insanların ruhlarıyla görüştüğünü sanan kimseler, bu celselerde aldıkları bilgileri mutlak doğru zannedip yoldan çıkabiliyorlar.


Selam ve sevgiler.

Insan ruhsuz olunca okuduklarını yorumlamasi boyle oluyor demek ki.
 
Kozsoy Çevrimdışı

Kozsoy

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
bir önceki yazınız kadere dokunuyordu burada ise ruhtan bahsetmişsiniz oysa ruh da kader gibi az bildiklerimizdendir ,

Rasûlüm! Sana rûhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: “Rûh Rabbimin bir emrinden, sadece O’nun bileceği işlerdendir. Bu hususta size pek sınırlı bilgi edinme imkânı verilmiştir.
İsrâ / 85. Ayet

çok basit şekilde ruhu kaldırırsanız geriye kimyasal tepkimelerin yer aldığı biyolojik bir kütle kalır . günümüzde printerdan et çıkarılıyor haberiniz var mı ? yani şu printerdan çıkan etten bi farkımız varsa o da ruhtur .

29201
 
Alketa Çevrimdışı

Alketa

2024 Resmi Kitap Sponsoru
İslam-TR Üyesi
bir önceki yazınız kadere dokunuyordu burada ise ruhtan bahsetmişsiniz oysa ruh da kader gibi az bildiklerimizdendir ,

Rasûlüm! Sana rûhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: “Rûh Rabbimin bir emrinden, sadece O’nun bileceği işlerdendir. Bu hususta size pek sınırlı bilgi edinme imkânı verilmiştir.
İsrâ / 85. Ayet

çok basit şekilde ruhu kaldırırsanız geriye kimyasal tepkimelerin yer aldığı biyolojik bir kütle kalır . günümüzde printerdan et çıkarılıyor haberiniz var mı ? yani şu printerdan çıkan etten bi farkımız varsa o da ruhtur .

Ekli dosyayı görüntüle 29201

Yapay insan yapti bizi mehmo
 
V Çevrimdışı

VOYAGER

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
@Mehmo muhterem
Yaratılan her şey maddidir.
cümlenize itiraz ediyorum. Uzun yazınızın her noktasını ayrı ayrı ele alacak zamanım yok ama verdiğiniz örnekler insanların ruhu yoktur anlamına gelecek şekilde yorumlanamaz görüşündeyim. Şöyle ki:

İnsanın ruhu denilen varlık maddî bir varlık değildir ama var olmadığını söylemek akla aykırıdır. İnsan vücudu elbette maddî bir varlıktır ve dış görünüş olarak bildiğiniz dış organlar ve gövdenin içinde ise iç organlar olarak iki temel maddî bileşenden oluşur. Bunlar da daha sonra biyolojik olarak dokulara, dokular ise hücreler olarak daha küçük bileşenlere indirgenebilirler. Hücreler ise daha küçük olarak organik moleküllere ve moleküller de atomlara indirgenebilirler. Atomlar ise daha küçük olarak bildiğiniz gibi proton, nötron ve elekton gibi atom altı parçacıklara indirgenebilirler. Bu atom altı parçacıklar ise kuark denilen daha da küçük parçacıklara indirgenebilirler. Artık yaşamayan veya şu an hayatta olan milyarlarca insanın temel yanılgısı ise öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısı ile kendilerini vücutları ile aynı varlık zannetmeleri ve ona göre yaşamalarıdır. Aslında görünüşte haklıdırlar ve böyle zannetmeleri de hayatın normal akışı için gereklidir.

Fakat insanın aslı veya aslî varlığı gerçekte onun vücudu yâni sûreti değil onun kişiliği, kimliği, egosu veya bilinci de denilen özbenliğidir. Bu ise aslında her insanda zorunlu olarak bulunan "Ben" zamirinden başka bir şey değildir. İşte insanın ruhu, bu "Ben" zamiri ile işaret edilen madde ötesi tekil ve soyut varlıktır. Onu Allah, her bir yarattığı insan vücuduna asla bilemeyeceğimiz ve bilmemizin de mümkün olamayacağı bir şekilde deyim yerindeyse yerleştirmiştir. O yaratılmış bir varlıktır ama maddî değildir, çünkü insan vücudu gibi daha küçük maddî bileşenlere ayrılamaz. Hiçbir insanın kişiliğini, kimliğini, egosunu yâni bilincini, atom veya atom altı parçacıklara indirgemeye çalışmak mümkün değildir çünkü maddî olmayan bir varlığı labaratuvar ortamında izole edip çok gelişmiş görüntüleme ve ölçüm yöntemleri ve cihazları ile incelemek ve onun maddî bileşenlere indirgenebileceğini zannetmek, çok anlamsız ve geçersiz bir çabadan başka bir şey olamaz.

İnsan ruhu veya bilincinin Arapça cenin denilen vücudun bir yaratılış aşamasında sıfır anından 120 gün sonra ortaya çıktığına dair bir sahih hadis-i şerif vardır. (İşte bu yüzden 120 günden daha büyük ceninin anne vücudundan alınması yâni tıbbî kürtaj bir cinayettir.) Sonuç olarak her insanın ruhu, Allah'ın muhatap aldığı ve sorumlu kıldığı "Ben" zamiri ile işaret edilen tekil ve soyut "Benlik"tir. Onun maddî bir varlık olamayacağını az önce açıkladık. Onun kökeni ve yapısı asla bilinemez ve "Allah'tan geldik" ifadesinin gerçek sebebi budur. O halde yaratılan her şey maddî değildir! Ve maddî olmayan şeylerden en önemlisi ise işte bu insan ruhudur. "Allah sizin suretlerinize bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar." hadisinde belirtilen ve Allah'ın muhatap aldığı varlık işte bu insan ruhudur, vücudu değildir! Çünkü insanın vücudu aslında insan ruhunun kullandığı ama onu kendisi zannettirildiği/zannettiği çok değerli, gelişmiş bir biyolojik araçtan başka bir şey değildir! Nitekim derviş Yunus Emre

"Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm" dizelerinde şahsî kanaatimce bunu anlatır. Yine derviş Yunus Emre çok meşhur

"Beni bende demen
Ben bende değilem.
Bir Ben vardır bende
benden içeru" dizelerinde anlattığı Ben kelimesini şahsî kanaatimce insan ruhu, ben kelimesini ise insan vücudu anlamında söylemiştir.

Kısaca iki tane "benlik" vardır. İlk benlik olan "Ben" zamiri, insan ruhu olup görülmez bir varlıktır. Onun eni, boyu, ağırlığı, rengi, kokusu, şekli yâni hiç bir maddî ölçüsü olamaz çünkü yoktur! O, bir cisim olmayıp madde ötesidir, net! İkinci benlik olan "ben" zamiri ise, insan vücudu olup görülen bir varlıktır. Onun eni, boyu, ağırlığı, rengi, kokusu, şekli yâni her ölçüsü vardır. Çünkü o bir cisimdir ve maddedir, net!

Öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısı ile yaşayan insanlara göre "Ben" ve "ben" zamirleri aynı ve eşit tek varlık olup maddeseldir ve aslında hayatın olağan akışı için bu gereklidir de. Fakat derviş Yunus Emre gibi çok az sayıda insan, "Ben" ve "ben" zamirlerinin aynı ve eşit tek varlık olmadığını, iki farklı varlık olduklarını ve ilâhî kudret ile bir araya getirilmiş olduklarını ve doğum işlemi ile bu Kâinatta hayata başladığını fark etmişlerdir. Ölüm işlemi ile ise insan ruhu, insan vücudundan ayrılmış olur!

İnsan vücutlarının iki farklı cins olarak yaratılmış olmalarının sebebi ise en temel olarak, Allah'ın insan toplumlarını ve medeniyetini öyle görmek istemesidir diye zannetmekteyiz. Doğrusunu elbette Yüce ve Tek olan Zâtı bilir. Kısacası iki cinsli biyoloji tamamen Allah'ın tercihidir. İsteseydi her bir insanı Hz. Âdem gibi anne ve babasız yaratabilirdi, ama o zaman çok farklı bir insan hayatı ve medeniyeti olacaktı. Her türlü yaratmaya kâdir olan Allah, öylesini değil böylesini tercih etti ve bizler de onun tasarladığı hayat şeklini yaşamaktayız. Umarım görüşünüz değişir.
 
Son düzenleme:
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Artık yaşamayan veya şu an hayatta olan milyarlarca insanın temel yanılgısı ise öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısı ile kendilerini vücutları ile aynı varlık zannetmeleri ve ona göre yaşamalarıdır. Aslında görünüşte haklıdırlar ve böyle zannetmeleri de hayatın normal akışı için gereklidir.
Muhterem kardeşim, bu ve bazı yorumlarında batınilik marazı belirtileri seziyorum..

Sonra onu tamamlayıp düzgün hale getirmiş ve ona kendi ruhundan üflemiştir. Size kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştır. Ne de az şukredersiniz.
Secde 9


Allah (swt) bu ayette insanı ve öncelikle Adem'i (a.s) anlatmakta, bu bağlamda ruhumuz ve bedenimiz ile insan olarak tanımlanmaktayız. Elbette ruh ve bedenin mahiyeti farklıdır ama bizi biz yapan ruh ile birlikte bedenimizdir, bu öldükten sonrası için de geçerlidir. Şu ayette bunu açıkça görebiliriz;

Şubhesiz ki âyetlerimizi inkâr edenleri, ileride cehennem ateşine atacağız. Derileri her piştikçe, azâbı tatsınlar diye onları başka derilerle değiştiririz. Şubhesiz ki Allah, her şeye ğalibdir, hukm ve hikmet sahibidir.
Nisa 56


Yani Allah (swt) bedenin işleyişini ruha bağladığı gibi ruhun işleyişini de bedene bağlamıştır. "Bunlar ne ölçüde, hangi aşamalarda ve ne şekildedir" kısmı bizim için ğaybdır, peşine düşmek gereksizdir..
"Allah sizin suretlerinize bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar." hadisinde belirtilen ve Allah'ın muhatap aldığı varlık işte bu insan ruhudur, vücudu değildir! Çünkü insanın vücudu aslında insan ruhunun kullandığı ama onu kendisi zannettirildiği/zannettiği çok değerli, gelişmiş bir biyolojik araçtan başka bir şey değildir!
"İşler" neyle açığa çıkar, elbette beden ile..
Yani burada da muhatab "insan"dır(=ruh+beden).

"Belki aynı şeyleri söylüyoruz" demek isterim, ama araya yunuslar girince ister istemez işin yönü değişiyor..

Nitekim derviş Yunus Emre

"Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm" dizelerinde şahsî kanaatimce bunu anlatır. Yine derviş Yunus Emre çok meşhur

"Beni bende demen
Ben bende değilem.
Bir Ben vardır bende
benden içeru" dizelerinde anlattığı Ben kelimesini şahsî kanaatimce insan ruhu, ben kelimesini ise insan vücudu anlamında söylemiştir.

Kısaca iki tane "benlik" vardır. İlk benlik olan "Ben" zamiri, insan ruhu olup görülmez bir varlıktır. Onun eni, boyu, ağırlığı, rengi, kokusu, şekli yâni hiç bir maddî ölçüsü olamaz çünkü yoktur! O, bir cisim olmayıp madde ötesidir, net! İkinci benlik olan "ben" zamiri ise, insan vücudu olup görülen bir varlıktır. Onun eni, boyu, ağırlığı, rengi, kokusu, şekli yâni her ölçüsü vardır. Çünkü o bir cisimdir ve maddedir, net!

Öğrenilmiş gerçeklik ve varlık algısı ile yaşayan insanlara göre "Ben" ve "ben" zamirleri aynı ve eşit tek varlık olup maddeseldir ve aslında hayatın olağan akışı için bu gereklidir de. Fakat derviş Yunus Emre gibi çok az sayıda insan "Ben" ve "ben" zamirlerinin aynı ve eşit tek varlık olmadığını, iki farklı varlık olduklarını ve ilâhî kudret ile bir araya getirilmiş olduklarını ve doğum ile bu Kâinatta hayata başladığını fark etmişlerdir. Ölüm işlemi ile ise insan ruhu, insan vücudundan ayrılmış olur!
İşte insanoğlu bilmediği şeyin ardına düşüp kuruntu ve felsefelere dalıp da, bir de "net!" diye ifadeler kullanmakla kendi kendine gereksiz yükler bindirecek kadar cüretkârdır maalesef..

Ya Hz. Peygamber'in evlilik sünnetini gerçekleştirmek için her türlü gayret gösterilebilir ya da derviş Yunus Emre'nin zor yolu seçilebilir. Fakat bu zor yolu bilerek ve anlayarak seçmek, sıradan kişiler için imkânsız sayılabilir.
Burada da Resulullah'ın (sas) sunnetine alternatif olarak yunusun zor yolu demişsin. Ve sıradan kişiler için de imkansız sayılabilirmiş bu yol.. Merak ettim ve baktım, anladığım kadarıyla şeyhinin kendisine nikahladığı kızına dokunmama meselesini kasdediyorsun.. Ve kendisinin erenler mertebesine(?!) yetişemediğini düşünmesinden dolayı helali olan nikahlısına dokunmaktan hicab etmesi gibi saçma bir şeyi takib edilebilir bir yol olarak sunmuşsun..

Yunus vb vs hakkında şu konulara bakmanı öneririm kardeşim;
 
V Çevrimdışı

VOYAGER

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
@ طالب بن عايد
muhterem, @Mehmo yerine siz cevap vermişsiniz, teşekkürler. "Batınilik marazı" dediğiniz şey galiba tarihte kalmış eski ve geniş bir konudur. Yorumlarımda itikadî olarak bir hata varsa buyrun delilleriyle gösterin de , size teşekkür edelim. Ama size tuhaf gelen standard dışı her yorumdan batınilik kokusu almanız yanıltıcı olabilir.

Secde 9 âyeti önce insan vücudunun yaratıldığını ve daha sonra ona ruh verildiğini belirtiyor (bir hadiste insan nüvesinin oluştuğu sıfır anından120 gün sonra olduğu belirtilir). Buna istinaden insan ruhunun cisim ve madde olmadığı anlaşılır. İnsan vücudunun nasıl teşekkül ettiği biyolojinin konusudur ve her aşaması bilinmektedir, çünkü gözlemlenebilir. İnsan ruhunun kökeninin ve yapısının ne olduğu ve insan vücuduna nasıl yerleştirildiği hiçbir maddesel bilimin konusu değildir, çünkü o metafizik bir varlık olduğu için gözlemlenebilir değildir.
Sizin üye profilinizde yazdığınız Bakara 156 âyetinde de buna bir işaret yok mudur?
Yani Allah (swt) bedenin işleyişini ruha bağladığı gibi ruhun işleyişini de bedene bağlamıştır. "Bunlar ne ölçüde, hangi aşamalarda ve ne şekildedir" kısmı bizim için ğaybdır, peşine düşmek gereksizdir..
Zaten istesek de peşine düşemeyiz, çünkü gözlemlenemeyen ve maddesel olmayan bir varlık söz konusudur. Fakat insan ruhunun varlığını kabul etmek aslında insan denen varlığın aslının aslında ne olmadığını anlamaya yarar, yâni insan denilen bilinçli varlık insan vücudu ile gösterilebilirse de tamamen ona eşit özdeş bir varlık olmadığı anlaşılır. Size muteber gelmediği anlaşılan derviş Yunus Emre, aşağıdaki dizelerinde bence buna da işaret ediyor:

"İlim kendin' bilmektir
Sen kendin' bilmezsen
Ya bu nice okumaktır?"

"Kişinin kendini bilmesi" demek halk arasında elbette "haddini bilmek" olarak kabul edilse de bir diğer anlamı, kişinin bir canlı varlık olarak kendisini "konuşan bir tür hayvan" olarak görmemesi gerektiğidir. İnsan vücudu ve insan ruhu birlikte insan denilen ferdî şahsiyeti oluşturmaktadır. İnsan vücudu işlerin gerçekleşmesi için elzem olan maddî bileşendir, maddî araçtır ama düşünüp karar veren ve yaptığı seçimi yâni işleri onu kullanarak asıl yapan fail ise Allah'ın bu yüzden muhatap aldığı ve hasaba çekeceği insan ruhudur, yâni kişinin kendisi denilen asıl varlıktır. Bütün bunları bu ayrıntı düzeyinde bir müslümanın bilmesi elbette şart değildir, ama bunun herkes için gereksiz olduğu iddiası tartışılır.

"Net!" ifadesi kesinleşmiş, şüphe olmayan bilgi anlamında kullanılmıştır. İnsan vücudunun bir cisim ve madde olduğu ve insan ruhunun ise bir cisim ve madde olmadığı, sizce de kesin bir bilgi değil midir? Değilse buyrun siz yazın, biz de öğrenelim. Dolayısıyla ilgili ifadelerimi cüretkarlık saymanız pek de isabetli bir teşhis değildir gibi durmuyor mu?

Burada da Resulullah'ın (sas) sunnetine alternatif olarak yunusun zor yolu demişsin. Ve sıradan kişiler için de imkansız sayılabilirmiş bu yol.. Merak ettim ve baktım, anladığım kadarıyla şeyhinin kendisine nikahladığı kızına dokunmama meselesini kasdediyorsun.. Ve kendisinin erenler mertebesine(?!) yetişemediğini düşünmesinden dolayı helali olan nikahlısına dokunmaktan hicab etmesi gibi saçma bir şeyi takib edilebilir bir yol olarak sunmuşsun..

Bu verdiğiniz cevabın bu konu başlığı altında verilmemesi gerekirdi. Çünkü @anonimadam üye isimli kişi tarafından başlatılan bir konuya cevap olarak yazdıklarıma istinaden cevap vermektesiniz. O halde cevabınızı oraya taşıyın ve ben de karşı cevabımı ve açıklamamı orada yapayım.

Allah'a emanet olun. Allah ilminizi ve ferasetinizi daha da artırsın, âmin.
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Üst Ana Sayfa Alt