Dünyadaki bütün dinler, ya kurucularının ya da içinde doğdukları toplum ve ulusun adıyla anılırlar. Örneğin Hıristiyanlık adını Hz. İsa’dan, Budizm kurucusu Buda’dan, Zerdüştlük kurucusu Zerdüşt’ten, Yahudilik içinde doğduğu Yehuda kabilesinden almıştır. Diğer dinler için de durum aynıdır. Ancak İslam için böyle değildir. İslam’ın herhangi belirli bir kişi ve halkla bu tür bir ilişkisi yoktur. İslam herhangi belirli bir kişi, halk ve ülkeye bağlı olmadığı için, İslam ismi böyle bir ilişkiyi ifade etmez. Ne insan düşüncesinin bir ürünüdür, ne de belirli bir topluma mal edilebilir. İslam evrensel bir dindir ve amacı dinin bütün nitelik ve gereklerini insanda oluşturmak ve işlemektir.
Aslında İslam niteliğe ilişkin bir ünvandır. Bu niteliklere sahip olan herkes hangi ırka, ülkeye ve toplumsal kesime mensup olursa olsun Müslümandır.
Madde, enerji ve hayatın hepsi kendi kanununa uyuyor ve bu kanunlara göre gelişiyor, değişiyor, yaşıyor ve ölüyor. İnsanlık âleminde bile tabiat kanunları oldukça açıktır. İnsanın doğunu, büyümesi ve hayatın tümü bir dizi biyolojik kanunlar çerçevesinde hareket eder. İnsan gıdasını tabiattan değişmez bir kanununa göre elde eder. En küçük dokularından kalbine ve beynine kadar bütün organları kendileri için önceden belirlenmiş kanunlarla idare edilir. Kısaca, kâinatımız kanunlarla idare edilen bir âlemdir ve içindeki her şey kendisi için emredilen bir yönü izler.
En küçük toz zerrelerinden göklerdeki muhteşem galaksilere kadar kainatı oluşturan her şeyi idare eden bu güçlü ve çok yaygın kanun, kainatın yaratıcısı ve hakimi olan Allah’ın kanunudur. Tüm yaratıklar Allah’ın kanununa uymakta, dolayısıyla bütün alem İslam dinine tabi olmaktadır. Çünkü İslam, kâinatın sahibi olan Allah’a teslim olmak ve itaat etmekten başka bir şeyi ifade etmez.
Küfür ise örtmek ve gizlemek anlamına gelir. Allah’ı inkâr eden insana kafir (gizleyen) denir. Çünkü inanmamakla nefsinde ve ruhunda bulunanı gizlemektedir.
Küfür açık bir cehalettir. Kâinatın yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ı bilmemekten daha büyük cahillik olur mu? Bir insan tabiatın engin manzarasını, sürekli işleyen harika mekanizmayı ve kâinatın her yanında mevcut olan büyük modeli görür de bunu yapan ve idare edeni bilmez mi? Mükemmel bir şekilde işleyen ve harika bir organizma olan vücuduna bakar ve amacına ulaşmak için onu kullanır, ama onu varlık haline getiren kudreti, bu mekanizmayı çizen ve yaratan Yüce Allah’ı kavrayamaz mı? Bu büyük ve muhteşem gerçeğe gözlerini kapatan bir insan gerçek bilgiye nasıl yaklaşabilir?
Küfür aynı zamanda bir zulüm, hem de zulümlerin en kötüsüdür. Bilinmelidir ki zulüm; her hürlü kuvvet ve gücün gaddarca ve adaletsiz bir şekilde kullanılmasıdır. Eğer bir şey adaletsiz bir şekilde davranmaya ve asıl fıtratına, gerçek iradesine ve doğal yeteneklerine karşı davranmaya zorlanırsa, bu baştanbaşa zulümdür.
Küfrün zulmün yanında isyan, nankörlük ve sadakatsizlik olduğunu da unutmamak lazımdır. Yine hatırlatalım ki; küfrün karşıtı İslam’dır. Ve İslam insanın dünyada ve ahirette ki yegâne huzur ve kurtuluş reçetesidir. Bu reçete pratik olarak hayatımıza yön vermediği takdirde hiçbir işimize yaramayacaktır.
Allah’ın rızasını kazandıracak hayat tarzının takip edilebilmesi için, bu hayat tarzının ayrıntılı olarak bilinmesi gerekmektedir. Bir kimse Allah’ın beğendiklerini ve beğenmediklerini bilmezse nasıl doğruyu seçebilecek ve yanlıştan kendini koruyabilecektir.
Burada da yalnız bilgi yeterli olmayacaktır. Onun ilahi kanun olduğuna ve kurtuluşunun sadece bu prensipleri izlemekle mümkün olacağına güveni ve inancı tam olmalıdır. Çünkü bu inançtan yoksun bilgi kişiyi doğru yola iletemeyecek ve belki de kişi itaatsizliğin karanlığında kaybolacaktır.
Öyleyse; kâinatın yaratıcısı ve sahibinin koyduğu kanuna tabi olmak İslam’dır. İslam’dan uzaklaşan küfür ve zulüm bataklığına düşmekten kurtulamaz. İslam’a tabi olmak yetmez, bu yolun bilgisini da edinmelidir. Kurtuluşun sadece bu yolla elde edilebileceğinden emin olmalıdır. Çünkü inanç hakkındaki kuşku imanı yok eden tehlikelerin başında gelir.
(MEVDUDİ)
Aslında İslam niteliğe ilişkin bir ünvandır. Bu niteliklere sahip olan herkes hangi ırka, ülkeye ve toplumsal kesime mensup olursa olsun Müslümandır.
Madde, enerji ve hayatın hepsi kendi kanununa uyuyor ve bu kanunlara göre gelişiyor, değişiyor, yaşıyor ve ölüyor. İnsanlık âleminde bile tabiat kanunları oldukça açıktır. İnsanın doğunu, büyümesi ve hayatın tümü bir dizi biyolojik kanunlar çerçevesinde hareket eder. İnsan gıdasını tabiattan değişmez bir kanununa göre elde eder. En küçük dokularından kalbine ve beynine kadar bütün organları kendileri için önceden belirlenmiş kanunlarla idare edilir. Kısaca, kâinatımız kanunlarla idare edilen bir âlemdir ve içindeki her şey kendisi için emredilen bir yönü izler.
En küçük toz zerrelerinden göklerdeki muhteşem galaksilere kadar kainatı oluşturan her şeyi idare eden bu güçlü ve çok yaygın kanun, kainatın yaratıcısı ve hakimi olan Allah’ın kanunudur. Tüm yaratıklar Allah’ın kanununa uymakta, dolayısıyla bütün alem İslam dinine tabi olmaktadır. Çünkü İslam, kâinatın sahibi olan Allah’a teslim olmak ve itaat etmekten başka bir şeyi ifade etmez.
Küfür ise örtmek ve gizlemek anlamına gelir. Allah’ı inkâr eden insana kafir (gizleyen) denir. Çünkü inanmamakla nefsinde ve ruhunda bulunanı gizlemektedir.
Küfür açık bir cehalettir. Kâinatın yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ı bilmemekten daha büyük cahillik olur mu? Bir insan tabiatın engin manzarasını, sürekli işleyen harika mekanizmayı ve kâinatın her yanında mevcut olan büyük modeli görür de bunu yapan ve idare edeni bilmez mi? Mükemmel bir şekilde işleyen ve harika bir organizma olan vücuduna bakar ve amacına ulaşmak için onu kullanır, ama onu varlık haline getiren kudreti, bu mekanizmayı çizen ve yaratan Yüce Allah’ı kavrayamaz mı? Bu büyük ve muhteşem gerçeğe gözlerini kapatan bir insan gerçek bilgiye nasıl yaklaşabilir?
Küfür aynı zamanda bir zulüm, hem de zulümlerin en kötüsüdür. Bilinmelidir ki zulüm; her hürlü kuvvet ve gücün gaddarca ve adaletsiz bir şekilde kullanılmasıdır. Eğer bir şey adaletsiz bir şekilde davranmaya ve asıl fıtratına, gerçek iradesine ve doğal yeteneklerine karşı davranmaya zorlanırsa, bu baştanbaşa zulümdür.
Küfrün zulmün yanında isyan, nankörlük ve sadakatsizlik olduğunu da unutmamak lazımdır. Yine hatırlatalım ki; küfrün karşıtı İslam’dır. Ve İslam insanın dünyada ve ahirette ki yegâne huzur ve kurtuluş reçetesidir. Bu reçete pratik olarak hayatımıza yön vermediği takdirde hiçbir işimize yaramayacaktır.
Allah’ın rızasını kazandıracak hayat tarzının takip edilebilmesi için, bu hayat tarzının ayrıntılı olarak bilinmesi gerekmektedir. Bir kimse Allah’ın beğendiklerini ve beğenmediklerini bilmezse nasıl doğruyu seçebilecek ve yanlıştan kendini koruyabilecektir.
Burada da yalnız bilgi yeterli olmayacaktır. Onun ilahi kanun olduğuna ve kurtuluşunun sadece bu prensipleri izlemekle mümkün olacağına güveni ve inancı tam olmalıdır. Çünkü bu inançtan yoksun bilgi kişiyi doğru yola iletemeyecek ve belki de kişi itaatsizliğin karanlığında kaybolacaktır.
Öyleyse; kâinatın yaratıcısı ve sahibinin koyduğu kanuna tabi olmak İslam’dır. İslam’dan uzaklaşan küfür ve zulüm bataklığına düşmekten kurtulamaz. İslam’a tabi olmak yetmez, bu yolun bilgisini da edinmelidir. Kurtuluşun sadece bu yolla elde edilebileceğinden emin olmalıdır. Çünkü inanç hakkındaki kuşku imanı yok eden tehlikelerin başında gelir.
(MEVDUDİ)